30. Bölüm

30.BÖLÜM

Ayfer Yıldırım
efsade

“Onu burada görmek istemiyorum”

Prens Dagan babasının bir kez daha kardeşini reddetmesi karşısında sabrını kaybetti.

“Yardımına ihtiyacımız var”

“O şeyden yardım almayacaksın!”

O şey dediği kardeşi Vagus’tan başkası değildi. Kraldan izin almadan yaptığı şeyler saray büyücüsünün ve hekimin infazıyla son bulmuştu. Günlerdir onu görmeyi reddeden kral, bununla yetinmemiş Vagus’u saraydan kovmuştu.

“Sokaklar kargaşa içinde. İnsanlara saldıran canavarı bulmak zorundayız”

“Bulacaksın! Onu bu işe bulaştırmadan”

Prens başını iki yana sallayarak dizlerini ovaladı. Saatlerdir babasına dil dökmesine rağmen bir sonuca ulaşamamıştı. Ellerinden aldığı destekle çöktüğü yerden kalktı ve tahtında rahatça oturan yaşlı adama, krala baktı. Bunu daha ne kadar sürdüreceğini bilmek istiyordu. Oğlu Çeri’nin ölümünün ardından hırsı daha da büyümüş, karşı karşıya oldukları tehlikeyi görmek istemeyecek kadar aç gözlü hale gelmişti. Dagan’a göre önemli olan başka ülkelerin topraklarını elde etmek değildi. Öncelikle kendi insanlarını korumaları gerekiyordu.

“Dün gece beş bekçimizi kaybettik. Onlardan geriye kalan şeyleri görmek isteyeceğini düşünmüştüm”

Ancak bu şekilde durumun vahametini fark edebilirdi.

“Bu işi hallet. Sonra sınırdaki askerlerin yanına dön. Kazanmamız gereken bir zafer var.”

Eliyle onu kovarken yüzünü çevirmiş olması ne kadarda acınasıydı! Başını bir saniyeliğine eğdi. Ardından hızla kapıya yönelerek salonu terk etti. Atına atlayıp sarayın çıktı. Luna’ya bağlanan köprüyü geçene dek öfkesinden kurtulamamıştı.

“Onu ikna edememişsin”

Beyaz atının üstünde dimdik oturan adamın karşısına geldiğinde durdu. Geçirdiği değişimden sonra gözlerinde deli boşluk kalkmıştı. Her an dağları devirecekmiş gibi görünen afacan ve umursuz tavırları silinmiş, yerine tıpkı ikiz kardeşi Çeri’yi andıran durgunluğu peyda olmuştu. Kulaklarının arkasına tıkıştırdığı koyu saçlarına bakarken iç çekti. Yağ içindeydi ve birkaç tutamı yüzüne yapışmıştı. Hep olduğu gibi hareketlerinden gösteriş akması gerekiyordu. Kendine bakamayacak kadar sefil görünmesi değil.

“Kolay olmayacak”

Celn Kral’ı, oğullarını dinlemeye hiçbir zaman istekli olmamıştı.

 

“Prens Nhomu’u zindandan çıkarmak zorundayız”

“Cevapları bildiğini sanmıyorum”

“Öyle olsa bile babası biliyordur”

“Kral ona güvenmiyor”

Dagan’a göre babası haksız sayılmazdı. Oğlu Çeri, kuzey prensesini korurken ölmüştü. Onları suçlayıp cezalandırmak varken neden onlarla iş birliği yapmak istesindi?

“Önemli olan tek şeyin o canavarlar olduğunu neden görmüyor?”

“Görüyor. Artık sende onlardan birisin. Eminim bu onu korkutuyordur. Beni dikkatle dinle. Dile getirmedi ama bana kalırsa insanlara zarar verenin sen olduğunu inanıyor. Bir süre ortalıkta görünmesen iyi olur”

“Sende ben olduğumu mu düşünüyorsun?”

Sorusunu bekletmeden “Hayır” dedi. Her ne kadar değişmiş olursa olsun hala kardeşiyle konuştuğunu biliyordu. Onun insanları yiyen bir canavar olduğunu düşünmesi imkansızdı.

“O şeylerle savaşmak için fedakarlık yapmamız gerek”

Prens Dagan. Elini atının uzun yelesinde gezdirdi. Kardeşi kendini onlardan birine çevirerek fedakarlık yaptığını düşünüyor olmalıydı. Vagus’un verdiği kararı doğru bulmuyordu. Krala söylememiş olsa da ona, ağabeyine haber vermeliydi. Onu durdurmak için burada olmadığı için duyduğu suçluluğu, babasıyla arasında köprü kurarak yok etmek istemişti. Ancak belli ki başarılı olamamıştı.

“Bir kez daha onu ikna etmeyi deneyebilirsin” dedi. Biliyordu ki bu imkansızdı.

“Beni öldürmek istiyor. Oğlu olup olmamam önemli değil”

“Bu şey, yani sen artık onun oğlu değilsin”

“Artık insan olmadığımı mı düşünüyorsun?”

Sarı gözlerini ondan kaçırarak uzaklara dalan kardeşinin hüznünü hissetti. Kendini bu hale getirdiği için pişmanlık duyuyor olmalıydı.

 

“İnsan mısın?”

Güldü. Nerdeyse her dakika yüzünde oluşan o yılışık gülüşlerden değildi. Göz kenarlarını çepeçevre saran kırışıklıklar oluşmamıştı. Burnundan çıkan ufak bir hıhh sesinin ardından dudakları kıvrılmış ama gülümsemesi gözlerine ulaşmamış, dudaklarında asılı kalmıştı.

Bir hoşça kal bile demeden atını çevirdiğinde onu durdurmak istedi.

“Gidiyor musun?”

“Evet”

“Nereye?”

“Kuzeye”

“Seni öldürürler”

“Unuttun mu? Ölecek kadar insan değilim”

“Bunu yapma. Bize karşı savaşamazsın”

“Neyle karşı karşıya olduğumuzu bilen birileriyle savaşmayı tercih ederim” dedikten sonra sırtını tamamen ona dönmüş ve yavaşça ilerlemeye başlamıştı.

Dagan, gittikçe gözden kaybolan kardeşi Vagus’un arkasından bakarken yaveri yanına geldi.

“Krala haber verecek miyiz?”

“Gerek yok. Artık kararlarımız onu bağlamıyor”

İnsan olmayı bıraktığı an prensliğinden de vazgeçmişti. Artık damarlarında akan kan onları bağlamıyordu. Aldığı kararlarda bu kana tabiydi.

“Sokaklarda daha fazla asker istiyorum. Bu gece o şeyi avlamak zorundayız”

“Hallettim. Düşündüğünden kolay oldu. İnsanlar korkudan evlerinden çıkamıyor. Sokaklarda bizden başkası olmayacak”

“Güzel” diyerek atını kardeşinin arkasından sürdü. Güneşin batmasına çok kalmamıştı. Saraya dönmek yerine sokaklarda gezinmeli ve insanların güvende olduğundan emin olmalıydı.

 

 

Vagus atını hanın ahırına bıraktıktan sonra bir köşeye çekilerek içkisini beklemeye başlamıştı. Ağabeyi Dagan ile konuşur konuşmaz şehirden çıkmaya karar vermişti ama bunu Kuzey Prensi Nhamo olmadan yapamazdı. Yardımına ihtiyacı vardı. Kız kardeşi Lindiwe’e olanlardan sonra onu anlayabilecek tek kişi oydu. O yanında olduğu sürece kuzeye rahatça geçebilir ve cevaplarını alabilirdi. Ağabeyinin söylediğinin aksine Nhamo’un birçok soruya cevap verebileceğini biliyordu. Hiç kimse kuzgunlardan haberdar değilken onlar çoktan karşılaşmışlardı. Üstelik tıpkı Vagus gibi kardeşini kaybetmişti.

İnkar edemezdi. Lindiwe’n hayatta olduğuna olan inancını yitirmişti. Dönüştükten sonra ilk birkaç gün ona ulaşmanın yolunu aramıştı. Ancak bu kolay değildi. Gece savaşçılarının izini sürebilecek en iyi avcılar yani yağmacılar artık yoktu. Göğsünde kalbini taşıdığı kuzgun, şehirlerinde yaşayan son yağmacıları tüketmişti. Sokaklarda gezen birkaç yağmacıyla karılaşmıştı tabi ama hiçbiri bu işin üstesinden gelebilecek bilgiye sahip değildi. Yağmacı olmaktan çok serseriydiler.

“İçkiniz”

Önüne sürülen uzun bardağın geniş kolunu avuçladı. İnsanlar artık onu tanıyamıyordu. Oysa üzerinde her zamanki parıltılı kıyafetleri vardı. Riske girmedi. Kafasını beyaz pelerininin başlığıyla örttü. Sonra bardağını dolduran sarı ve akışkan sıvıyı dudaklarına götürdü. Berbattı ama daha iyisini içmek için ödeyecek parası yoktu. Diline değen mayhoş tada alışmak için aldığı yudumu ağzının içinde gezdirdi.

“Gerçekten gördüm!”

Sitemle haykıran adamın kalktığı sandalyenin paldır küldür yere düştüğünü işitti. Onu bu kadar celallendiren şeyin ne olduğunu merak etti. Ses arkasında duran masadan geliyordu. Hararetli tartışmalarına kulak vermek için sırtını sandalyesine yasladı. Tahta kurtlarının gezindiği sandalye, ağırlığının altında gıcırdadı.

“O zaman neden ölmedin?”

“Beni görmedi”

Yere düşen sandalyeyi kaldırıp çat diye yere koyduğunu duydu. Tekrar oturmuş olmalıydı.

“Gözleri var mıydı?”

“Bilmem” diyerek sesini alçalttı adam.

“Onu görmedin mi?”

“Nasıl görünüyordu?”

“Neye benziyordu?”

Arkadaşlarından ardı ardına gelen soruları cevaplayamayacak kadar bocalamıştı. Belki de korkmuştu. Vagus adamın yüzünü göremediği için neden suskunlaştığını bilemiyordu. Yavaşça sağa dönerek bacalarını üst üste attı ve yan gözlerle tekrar konuşmaya başlayan adamı izledi.

Aynı masada onun dışında beş kişi daha vardı. İkisinin sırtı ona dönüktü, ikisi ise yüzlerini göremeyeceği kadar yan dönmüşlerdi. Neyse ki konuşmayı yapan adamın yüzünü görebiliyordu. Darmadağın siyah saçları yüzüne düşmüştü. Bıyık bırakmamıştı ama sakalları küçük yanaklarını kaplayacak kadar uzamıştı. Yuvalarında küçücük kalan gözlerine ve simsiyah görünen çökük göz altlarına bakarken bardağını elinde çevirdi. Zihinsel olarak pek güvenilir durmamasına rağmen yaşadığı şeylerden oldukça emin görünüyordu.

Adam, aldığı koca yudumun ardından ağzının kenarından akan içkiyi kolundaki pespaye hırkasının kumaşıyla sildi. Sonra arkadaşlarının ikramı olan diğer bardağı önüne çekti ve anlatmaya başladı.

“Eve gidiyordum. Ama sokağın köşesinde sızmış kalmışım. Sonra yanıma biri yaklaştı. Kim olduğunu bilmiyorum. O bulanık kafayla sizden biri olduğunu düşünmüştüm.”

Bir yudum daha almak için kafasını eğdi.

“Eeeee?”

“Devam et!”

Arkadaşlarının heyecanı adamı dinlerken artmıştı. Herkes insan etiyle beslenen bu canavarın nasıl göründüğünü bilmek istiyordu.

“’Parmağını uzattı ve bana ‘görüyor musun?’ diye sordu. Göremediğimi söyledim. Kafam dönüyordu, doğru noktaya baktığımdan emin değildim. Gördüğüm tek şey meşalenin aydınlatmadığı kocaman ve boş sokaktı.”

Bölüm : 04.05.2025 10:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...