
“Görüntünün aksine gerçekten korkutucusun” diyen Ajuji, inci kadar beyaz dişlerini göstererek sırıttı. “Ama bunu sevdim. Seni daha fazla istememe neden oluyor”
Pumza boğazını güçlü bir öksürükle temizleyerek “Karşılığını verebilir misin?” diye sordu. Hüma, başını kaldırdı ve adamın kara gözlerine baktı. Yardımları karşılığında onlara bir şey vermek zorunda değildi.
“Ne istiyorsun?”
“İlgi”
“...”
“Yardım edeceksem onun kadar yakınında durduğumdan emin olmalıyım”
“Beyler!”
Ayodele, ellerini şaklatıp araya girdiğinde nefes almaya çalıştı. Neredeyse ona teşekkür edecekti. Nedense Maidei de hissettiği baskıyı tekrar hissetmeye başlamıştı. Ancak bu kez iki katıydı ve damarlarındaki kanın delicesine akmasını sağlayacak kadar yoğundu.
‘Onlarda sana ait. Bu yüzden serserilerde olduğu gibi zayıf hissediyorsun. Güçlü olmana rağmen böyle hissetmek sana tuhaf gelmiyor mu?’
Tabi ki geliyordu.
“Sana bunu defalarca sordum. Neden?” Neden onlara karşı koyamıyorum?
‘Söyledim ya onlar senin. Sadece ait oldukları yere dönmek istiyorlar’
“Bunu istediklerini sanmıyorum” diyerek Ayodele baktı. “Peki ya o?” Diğerlerinden farklıydı. Kendisine karşı hiçbir ilgisi yoktu.
‘O aşık. Kafası ve kalbi başkasıyla dolu. Düşüncelerinde sana fazla yer yok. Bu yüzden kovanı almanı söylemiştim.’
Su’yun iç karartıcı sesini zihninde işittiğinde “Kahretsin!” Dedi. Tekrar aynı arzuyu hissetmek yerine tahminlerinde yanılmış olmayı dilerdi. Maidei ile yaşadığı her şey diğerleriyle de yaşanacaktı. Kadının sevgilisi kovanında olsaydı onu da kolayca elde edebilecekti.
‘Zamanla, hepsini aynı anda kaldıramazsın’
Bunun ne kadar uzun süreceğini düşünmemeye çalıştı. Asıl noktayı kaçırmadan sordu. “Neye yarayacak?”
‘Bir bütün olmana’
“Daha açık olamaz mısın?”
‘Onlar sana bağlandığında tam anlamıyla biz olacaksın’
“Biraz daha açmaya ne dersin?” dedi. Artık öğrenmişti. Sözlerinin altında yatan şeyleri tam anlamıyla duymadığında yanlış anlaşılmalar oluyordu. Ve bu yanlışların onu yola getirmek için yapıldığından emindi.
‘Maidei senin ilk zincirin. Zehrin onu ele geçirdiğinde varlığı yok olacak ve havanın gücü artık sana ait olacak. Sonra sıra diğerlerine gelecek’
Söyledikleri mantıklı gelmiyordu.
“Zaten senin gücüne sahibim” dedi. Pumza’yı zincir olarak görmesi sözlerine inanmasını engelliyordu.
‘Su ile açıldıysan su ile kapanırsın’
“Onları yok edeceğimi mi söylüyorsun?”
‘Evet, işlediğin her halka onların gücünü ele geçirip sana aktaracak. Böylece hava, toprak, ateş ve su birbirine kenetlenecek. Zincir tamamlandığında savaşı kazanabilirsin.’
“Ya bunu istemiyorsam”
Elbette savaşı kazanmayı istiyordu. Ancak bu uğurda Maidei de dahil yok etmesi gereken sunulanlar vardı. Bunu istediğini söyleyemezdi.
‘Engel olamayacağın şeyler var’
“Ve bu da onlardan biri”
‘Evet’
“Peki ya sonunda ne olacak?”
‘Neyin sonunda?’
“Tüm güçlerini çaldığımda bana ne olacak?”
Su sessiz kaldı. Gittikçe bilincinin altına çekilen varlığına öfkeyle karşı koydu. Öylece çekip gidemezdi.
“Bana ne olacak?!!”
Bu kez sorusu zihninde değil salonda yankılanmıştı. Maidei’nin omzunu sıkan parmakları, aydınlığa çıkması için yeterli oldu. Dişlerini birbirine bastırarak salonun yüksek tavanına baktı. Doğanın oynadığı bu oyunda küçük taşları yok etmek için seçilmişti. Fakat büyük taşı oynarken sonunda yok edileceğini de biliyordu. Eğer Su sessizce çekip gitmek yerine onunla konuşmayı sürdürseydi oyunun sonunda tek başına ayakta kalacağına inanabilirdi. Ama öyle yapmamıştı değil mi? Onu koca bir bilinmezliğin içinde bırakıp gitmişti.
“Neyi var onun?”
Ayodele’in fısıltılı sesine karışan korkuyu duydu. Ancak karşılık vermek için çenesini oynatamadı. Kaskatı kesilmişti.
Seçim yapmanın zor olduğu zamanlarda güçsüzlüğün dibine vuruyordu. Gerçi şu an yapması gereken bir seçimin var olduğunu söyleyemezdi. Ne kadar karşı koysa da doğa yine onu gitmesi gereken yere sürüklüyordu. Geri dönmeye çalışmak yerine öncesinde yaptığı seçime sadık kalmayı sürdürmeliydi. Planladığı gibi insanları koruması gerekiyordu. Eğer sonrasında başına bir şey gelecekse bunu sonrasında düşünmesi gerekirdi değil mi? Şimdiden bilinmeze karşı koyamazdı.
Pumza ve Ajuji’yi savaşa katılabilecek tüm kuzgunları toplamaya ikna edip yola çıkmışlardı. Ayodele ise hala tarafsızlığını koruyordu. Onlara karşı durmayacak ama yanlarında da olmayacaktı. Güzel kadının aklında sadece eski sevgilisi vardı.
Göğün sıcak ışıkları altında kanat çırparak geri dönmek istemişti ama çok uzun dayanamamıştı. Yorgun düştüğünü anlayan Maidei usulca yaklaşarak ona uzandı. Kanadına değen kanadı tedirgin olmasına neden oldu. Ona kızgın bir bakış atamadan dengesizce alçaldığını hissetti. Onunla birlikte alçalan ve hızla altına kayan bedenine sertçe çarptı. Adam hemen tek koluyla belini sıkıca sarmıştı. Bir kez daha düşmekten kurtulmuştu. Ancak bu sefer kurtarıcısı Towett değil Maidei’ydi. Kanatlarının yuvalarına dönmesine izin verdi ve kendini rahat kollarına bıraktı.
Biraz sonra ayakları toprağa değmişti. Bedeninin dengesini kazanmaya çalışırken gözlerini kırpıştırdı. Başı dönüyordu. Havada süzülürken ansızın kendini yerde bulmuştu. Bu yüzdendir ki algıları bulanıktı. Eliyle adamın kolunu yakaladı. Dirseğinin hemen üzerinden tutmuştu. Başını omzundan kaldırıp kara gözlerine baktığında kısık gözlerle onu izlediğini gördü.
“Zayıfım!” diye mırıldanıp geri çekilmesine ve onu desteksiz bırakmasına engel olmaya çalıştı.
“Yine de beni öldürüyorsun”
Sesi o kadar kırık çıkmıştı ki üzgün müydü, yoksa bunun için onu mu suçluyordu emin olamadı.
“Biliyor muydun?”
“Elbette” dedi adam. Ardından sanki unuttuğu bir ayrıntıyı hatırlamış gibi tek kaşını kaldırdı.
“Aradığın şey bu değil mi? Ölüm.”
“Evet, öyleydi”
“... di?”
Bu, artık ölmek istemediği anlamına gelen kısacık ama oldukça anlamlı bir ekti.
“Emin değilim...” diye mırıldanırken gözlerini ondan kaçırdı. Yere dikti. Hüma, başını geri çekti ve adamın yüzündeki ifadeyi seçmeye çalıştı.
“Öyle kal!”
Ondan uzaklaşacağını düşünmüş olmalı ki belindeki elini sırtına çıkarmış ve parmakları, kanatlarının açıkta bıraktığı tenine acımasızca değmişti.
Rahatsızca kıpırdandı. Mahrem yerlerinde hissettiği dokunuşlar kadar haz vericiydi. Kanatlarının uzun çizgisinde gezen parmak uçları, tüm bedeninin kasılmasına neden oldu. Biraz sonra yaşayacağını düşündüğü duygusal çöküntüye engel olmaya çalışarak “Durmalısın!” Dedi. Şimdiden nefes nefese kalmıştı.
“Neden?”
“Bilmiyorum” dedi. Bir şey vardı, unuttuğu ama anımsayamadığı eksik bir parça. Ulaşamıyordu. Aslında onu neden durdurmak istediğini bilmiyordu. Sadece içinden yükselen endişeye mani olmalıydı.
“Yapamıyorum!..”
Acı içinde soluyan dudakları, yüzüne yaklaştıkça acıdı adama. Aynı arzuyu adamla birlikte hissetmeye alışmıştı. Ancak şimdi arzudan daha baskın olan bir duygu kaplamıştı göğsünü. Korku! Nefes almaya korkarak itti adamı. Göğsüne değen ıslaklık... Nerden gelmişti? Nasıl olmuştu? Nedenini görmek istiyordu.
“Yapma!!!” diyerek onu daha fazla kendine bastırdığında endişe başını döndürecek kadar artmıştı.
Parmak uçlarından toprağa yayılan su, imdadına yetişmiş gibi bedenlerini sarmaya başladı. Boşta kalan elini adamın göğsüne koymaya çalıştı. Ancak birbirlerine o kadar yapışık dururken parmaklarının araya girmesi imkansızdı.
Bir kez daha uzaklaşmak için çırpındı. Ancak adam çoktan inleyen ağzını ağzına kapatmıştı. Daha fazla karşı koymadı ve kendini kaybetti. Tırnaklarını sıkıca kavradığı koluna geçirdi.
Adamı öpmüyor adeta içiyordu. Dudaklarının arasında eriyen soğuk dudaklarıyla beraber onları saran suyun baskısının arttığını hissetti. Parmaklarının arasından eriyip giden varlığını açlıkla yudumluyordu. Onu yok ettiğini, tükettiğini biliyor ancak buna engel olmak bir yana daha fazlasını elde etmek için dudaklarına asılmayı sürdürdü.
Sırtındaki iri ellerinin çekildiğini suya karıştığını hissetti. Son diye düşündü yutkunurken. Bu adamdan kalan son yudumdu.
.....
Biraz sonra tepedeki boşlukta buldu kendini. Havada asılı kalan eli yumruk olmuş, öylece dikiliyordu. Siyah ve gür kaşları alnında oluşan çizgilerin altında çatıldı. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Bulunduğu tepenin üzerine düşen ışığın son kırıntılarına bakarken elini indirdi. Bu kez anıları tazeydi. Ancak içinde derin bir boşluk oluşturacak kadar hissiz ve soğuktu. Çıplak ayaklarının altındaki ıslak toprağa bakarken iç çekti. Onu uğurlamanın daha güzel yolları olmalıydı. En azından kendini kuzgunlardan farklı hissetmesini sağlayacak bir yol. Ne yazık ki bu şans ona verilmemişti.
Bitti diye düşündü. Asil kanından kalan temiz damlalarda kirlenmişti. Şimdi kendini bir Avcı’dan daha çok canavar olarak görecekti. Görmeliydi. Adamı böyle yiyip bitirdikten sonra nasıl eskisi gibi hissedebilirdi?
Omuzları çökmüş bir halde tepeyi inmeye başladı. Kırılmıştı ama önemsememişti. Paramparça olmuştu ama uyum sağlamıştı. Canavar gibi hissetmiş ama asla bir canavara dönüşmeyeceğine inanmıştı. Tüm bildiklerini, bütün inançlarını unutmuş ve yerine yenisini inşa etmişti. Şimdi ise kendinden hiçbir şey kalmamıştı. Hüma artık bitmiş, tükenmiş ve intikam arzusundan vazgeçecek kadar harcanmıştı.
Şehri saran alacakaranlığın içinde yürürken yönünü tayin eden tek şey ayaklarıydı. O ilerledikçe insanlar kenara çekilip minnetlerini sunuyor, prenseslerini iki büklüm eğilerek selamlıyorlardı.
Siyah elbisesinin etekleri toprağa karışıp çamura bulanmış, ıslak saçları, elbisesi gibi tenine yapışmıştı. Başındaki tacı sola yatmış, saçlarına güçlükle tutunuyordu.
Yanaklarına aşağı akan gözyaşları içinde saraya doğru yürümeye sürdürdü. Arkasından onu izleyen insanların gözleri, sırtındaki açıklığa takılmıştı. Onun insan olmadığını unutmaları artık imkansızdı. Çoğu yüzündeki ifadeyi görür görmez şaşkınlığa kapılıyor, prenseslerini selamlamayı unutuyordu. Sokak çocuklarının şen şakrak kahkahaları dahi susmuştu.
Durdu. Yüzü saraya bakarken başını gökyüzünü görmek için kaldırdı. Islak gözleri seçemiyor olsa da tehlikeyi hissetmişti.
“Evlerinize girin!!!”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |