
Nhamo’un saçı sakalı birbirine karışmış, kıyafetleri ise neredeyse dağılmıştı.
“Ağabey”
Başını hafifçe eğilip onu kısaca selamladı. Kibet, adamın soğuk sesine anlam veremedi. Kara gözleri onu geçip kadına değdiğinde olan biteni anlayabilmişti. Kuzeyde olan kardeşi Nhamo, son gelişmelerden yeni haberdar olmuştu.
Elindeki mumu ileri uzatıp kadının yüzüne tuttuğunda rahatsızca kıpırdandı. Onun elini tuttuğu için kardeşine ihanet etmiş gibi hissediyordu. Bu kez kız kardeşlerinin uyanacak olmasını umursamadan çekti elini. Kadının sıkıca tuttuğu parmakları kızarmıştı.
Yatağın köşesinde oturmayı bıraktı ve doğruldu. Nhamo’nun arkasında duran Kiblegat’ın yanına geçti. Kulağına doğru eğildi.
“Her şeyi biliyor mu?”
“Evet”
Başını öne arkaya salladı. Kadın kıpırdanmaya başlamıştı. Bu kez uyanacağına emindi.
“Kralla görüşmesi nasıl gitmiş?”
“Onu hapsetmişler, adamlarını öldürmüşler”
Parmaklarını avuç içlerine gömüp yumruk yaptı.
“Daha fazla iyi niyetle hareket edemeyiz. Onların saldırmasını beklemeden biz harekete geçmeliyiz”
“Buna gerek kalmayabilir”
Kollarını göğsünde bağlayan kardeşine bakmak için başını sağa çevirdi.
“Ne demek istiyorsun?”
“Berraklar, Luna’ya inmişler”
“Berraklar? Kaç tanelermiş?”
“Bilmiyor ama şehirden dumanlar yükseliyormuş”
“Peki saray?”
Kralın ölmesi onlar için iyi olabilirdi.
“Aynı”
“Bunu hak ettiler!”
“Halk masum. Çocuklar, kadınlar...” diyerek mavi gözlerini ona çevirdi Kiblegat. Mumun alevlerinde titreyen kirpiklerinin altında hüzün vardı. Onlar için üzüldüğü gün gibi ortadaydı.
“Biz kendi çocuklarımızı ve kadınlarımızı düşünelim. Onlar için yapabileceğimiz bir şey yok”
Sözlerinde haklı olduğuna inanıyordu. Onları bu beladan kurtarabilecek tek bir kişi vardı. Ve yaşananlardan sonra onu Celn ile paylaşamazlardı.
“Sen?”
Kadının uykulu sesini işitince gözlerini Kiblegat’tan çekip yatağa çevirdi. Hüma uyanmış ve ellerinden aldığı destekle doğrulmuştu.
“Nasıl hissediyorsun?”
Nhamo’nun soğuk sesi yerini anlayışlı bir tona bırakmıştı. Kibet şaşırdı. Aylardır görmediği adamın içine sanki bir başkası girmişti.
Kadının dudakları titredi, gözleri sulandı. Nhamo’dan kaçırdığı gözleri, perdelerin çekili olduğu terasa çevrildi.
Nhamo mumu masanın üzerine koydu. Ardından biraz önce Kibet’in oturduğu yere çöktü.
Kadının ellerine uzanıp kucağına çektiğinde Kibet neredeyse dilini yutacaktı. Öncesinde aralarında ne geçmişti bilmiyordu ama nedense Nhamo, kadına Lindiwe’den daha yakın davranıyordu.
“Üzgünüm...”
Söylemek istediği çok şey varmışta dile getiremiyormuş gibi boğazını temizledi.
Hüma gözlerini kaçırmayı bırakmış, Nhamo’a dönmüştü. Yanaklarından inen göz yaşlarını tutmaya çalışır gibi alt dudağını dişlerinin arasına geçirmişti.
“Hepsi benim suçum”
....
“Bilseydim...”
....
“Çok acı çektin”
Kesik kesik konuşmaları, boğazından yükselen hırıltılara rağmen seçiliyordu.
“Bitmiyor” dedi Hüma. Başını iki yana salladığında siyah saçları ıslak yanaklarına düştü. “Beni bırakmıyorlar.” Kesik kesik soludu. Sonra elini Nhamo’nun elinden kurtarıp göğsüne bastırdı. Gözlerinin kenarlarında oluşan kırışıklıklar yaşanmışlıklarla doluydu “Acı! Acı beni bırakmıyor. Artık nefes almak istemiyorum. O kadar sıkışıyor ki... Ölmek istiyorum. Lütfen yardım et bana. Hııı? Bununla daha fazla yaşamama izin veremezsin!”
Göğsündeki elini sertçe kalbinin üzerine vurmaya başlamıştı. Yıkılmıştı. Kibet kadının güçlü duruşunun altında yatan tüm acıyı görebiliyordu. O kadar ki gözleri sulanmış, omuzları gerilmişti. Onu paramparça eden şeyi sorgulamadan edemiyordu. Hiçbir şey görmeyen insansı gözleri onun yaşadıklarını seçemiyordu.
Nhamo, kadının elini tutup zapt etmeye çalışırken Kiblegat’ta daha fazla dayanamamış yatağın diğer tarafına geçip omuzlarına yapışmıştı. Kriz geçiriyordu. İki kardeşinin elinden kurtulmak için adeta çırpınıyor, ayaklarıyla tekmeler savuruyordu. Hıçkırıkları yerini çığlıklara bırakırken Kibet’in ayakları geri geri gitti. Tiz sesi kulak zarını baskı uyguluyordu. Elleriyle kulaklarını kapattı ama beyni çoktan yolunu kaybetmişti. Kontrolsüzce titreyen bedeni dizlerinin üzerine sertçe düştü. Zar zor açtığı gözleri onunla aynı durumda olan Nhamo’u güçlükle seçmişti.
Kollarının arasında tuttuğu kadının sakinleşmesini bekleyen Kiblegat, insan kanı taşıyan kardeşlerinin zor durumda olduğunu görünce daha fazla bekleyemedi. Suyu çağırdı. Şimdiye dek ona ihtiyaç duymamıştı. İkisinin etrafına ördüğü duvar sayesinde sesin dışarı geçmesi imkansızdı. Kendi kulakları ise kadından zarar görmeyecek kadar güçlüydü.
Hüma’nın geriye kayan göz bebeklerine rağmen gözleri açıktı. Bembeyaz akı, göz çukurlarını kaplamıştı. Kiblegat onu böylesine sarsan acıdan etkilenmediği için şanslıydı. Kuzgun adamla geçirdiği geceden sonra duyguları hafiflemişti. Bu rahatlatıcıydı. Şimdi ise ne yapması gerektiğini bilmeden durmak rahatsız ediciydi.
Ajuji yere inip kanatlarını kapattı. Gözlerine değen manzara pek hoşuna gitmemişti. Ne kadar kuzgun topladıkları önemli değildi. Berraklar içlerinde insana dair bir şey algıladıklarında onlara saldırmaktan çekinmiyorlardı.
Gökyüzünden yağan kemiklere ve etlere bakarken parmaklarını birbirine geçirdi ve bedenini gerdi. Bu savaşta yer almamaları gerektiğini düşünmüştü ama eğlendiği sürece bu düşünce önemli değildi. Ancak işin ucunun artık onlara da dokunduğunu gördükten sonra bu düşüncesi tamamen yok olmuştu. Berraklar insanların neslini tüketirse kuzgunlar yükselemezdi. Bu savaşı kaybetmek insanlar gibi onlarında sonunu getirecekti.
Gece savaşçılarının devasa kanatlıları dahi bu görünmez yaratıkların elinde paramparça oluyordu. Zavallı hayvanlara acıyan gözlerle baktı. Yere düşen etleri ayaklarının altındaki zemini sallıyordu.
“Geri çekilin!!!”
Onun emriyle geri çekilmek isteyen gece savaşçıları nereye gitmeleri gerektiğini bilmeyerek etrafa baktılar. Issız sokaklardan havalanmak onları kurtarmayacaktı.
“İçeri gelin! Çabuk... Çabuk...”
Mahalleli araladıkları kapılardan savaşçıları evlerine almaya başlamıştı. Ajuji avlanmamak için dikkat kesildi. Avlarıyla aralarına giren bariyer yok olduğunda Berraklar avlarına ulaşmak isteyecekti. Tabi ortalıkta kimseyi bulamayınca geriye kalan tek kişiye, ona saldıracaklardı.
Alevlerin bedenini sarmasına izin verdi. Gafil avlanmak istemiyordu. Çok sürmedi. Bir iki nefes sonra ona uzanmak isteyen ellerin yanık kokusunu ve dumanlı gölgesini hissetti. Kaçmalarına izin veremezdi. Alevlerini güçlendirip etrafını saran çemberi genişletti. Acı uluyuşlarını duyduğunda şaşırdı. Seslerinin de bedenleri gibi silik olduğunu düşünmüştü.
Üzerine gelmeye devam ederek yansalar da gücü hepsini avlamaya yetmeyecekti. O şeyler alev çemberinin içine girmeye çalıştıkça ne kadar büyük olduklarını ve sınırsız açıklarını hissetmeye başlamıştı. İğrenç nefesleri gibi kokan yanık etleri onu mahvediyordu. Neden sürü halinde saldırdıklarını bilmiyordu. Kadın onu daha önce uyarmadığı için kızgındı. Eğer her birini ayrı bir köye göndermemiş olsaydı daha sağlam bir savunmaları olurdu. Belki de gece savaşçılarının ve diğer kuzgunların işe yarayacağını düşünmüştü. Ancak bu varlıkların karşısında duramadıkları bir gerçekti.
İki yanına doğru genişçe açtığı kolları sarf ettiği gücün yoksunluğu ile titremeye başladı. Dişlerini birbirine bastırdığı için çenesi kasılmış dizleri ise bükülmeye başlamıştı. Yer zayıf bacaklarının karşı koyamayacağı kadar sağlam bir şekilde titreyince üzerine yağan toprak, güçlükle beslediği alevlerini söndürdü.
“Bunun için üzgünüm”
Arkadaşının sesini duyduğunda rahatladı ama yine de gözlerine ve ağzına dolan toprağı temizlemek için acele etti. Etrafı düşmanla çevriliyken dikkatli davranmalıydı. Onu kolundan destekleyerek ayağa kaldırmak istediğinde Ayodele’i görebilmek için başını kaldırdı.
“Gelmeyecektin?”
Hırıltılı sesine takılan pis ve kanlı toprağı tükürdü.
“Ölmeni göze alamadım”
“Ölümsüzüm ben!” diyerek tek kaşını kaldırdı. Kadın ona yaptığı göndermeyi anlamış ve omzuna sağlam bir yumruk indirmişti.
“Bundan artık o kadar emin değilim” derken yerdeki kan gölüne bakıyordu. Gece savaşçılarından geriye dişe dokunur pek çok şey kalmıştı.
“Gerçekten bizi öldürebileceklerini düşünüyor musun?”
Avucunu göğsünün üzerine koydu ve başını umutsuzca eğdi.
“Bunu öğrenmek ister misin?”
“Hayır!”
Ajuji “Bize dokunamazlar” dedi. Kendinden emindi. Kanlarında dolaşan doğanın gücü olduğu sürece bunu yapamazlardı.
Ayodele, aklından geçenleri okumuşçasına “O kadar emin olma. Doğa onları da kutsadı” dedi. Keskin siyah gözleri bir dağ gibi büyüyen altı varlığa takılmıştı. Taşa hapsolan bedenleri iki katlı evlerin boyunu aşacak kadar uzundu ve sokak, onlara boyun eğercesine küçülmüştü. Ajuji güçlükle yutkundu. Cesareti sönmüştü. Eğer arkadaşı haklıysa ölümden kıl payı kurtulmuştu.
“Onları parçalamayı düşünüyor musun?”
“Hayır, senin mangal yapmanı bekliyorum” diyerek kahkaha attı kadın. Bir iki saniye sonra üzerlerine yağan taştan uzaklaşmak için geri çekildiler.
“Daha ne kadar burda kalacaksın?”
Ajuji arkadaşının sorusunu cevaplamadan önce gökyüzüne baktı. Gecenin bitmesine daha birkaç saat vardı. Yorgun olmasına rağmen kalmak zorunda olduğunu biliyordu.
“Git!”
Gözlerini gökyüzünden ayırarak başını koluna yaslayan kadına baktı.
“Git” dedi tekrar. “Senin için sabaha kadar kalırım. Berbat görünüyorsun.”
Ajuji “Sen ne zaman bu kadar iyi yürekli birine dönüştün?” diyerek sırıttı.
“Şşşşt, çok ayıp. Kalbim her zaman iyiydi. Kötü olan benim”
“Haklısın, kötü olan biziz”
Koluna yaslanmış kadının kara gözlerine bir süre daha baktı ve iç çekti. Ona kalbini sunan kadının yüzünü artık hatırlayamıyordu. Ancak o, yer yüzündeki en iyi kadındı. Aşkıyla, sadakatiyle Ajuji için ondan daha iyisi hiç olmamıştı.
“Yüzünü hatırlayamıyorum” diye mırıldandı.
“Her şey silinir. Bir gün benim bu güzel yüzümü de unutacaksın”
Şakayla karışık sözlerine rağmen gözlerinde hüzün vardı.
“Yakında ölmeyeceğine göre bu güzel yüzü unutmam” diyerek kadının saçlarını okşadı.
Ayodele adeta ciyaklayarak eline vurdu.
“Pis ellerini çek üzerimden!”
Ajuji sırıttı.
“Gidip biraz dinleneyim” derken is, kan ve leş kokan avuçlarına baktı.
Ayodele saçlarını temizlemeyi bıraktı. “Git” diyerek eliyle onu kışkışladı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |