
Hüma her yanı sızlarken uyandı. Göz çukurları, başı hatta kolları bile ağrı içindeydi. Oda karanlıktı. Uzandığı yerde karanlığa bakarken birinin onu izlediğini fark etti. Daha uyanalı bir dakika bile olmamıştı. Onu elen veren kokusuydu. Nane kokuyordu. Yakında bu kadar belirgin bir nane kokusu almamıştı. Ancak zihni bu kokuyu hatırlıyordu. Ateşle oynayan adam.
“Neden burdasın?”
Yatak gıcırdadı. Yağmacı duyuları gittikçe daha da köreliyordu. Nefesi yüzüne çarptığında hareketsiz kalmak için çabaladı. Çok yakındı.
Sıcak parmak uçları yanağına değdiğinde “Yalnız uyumana şaşırdım” dedi.
Hüma iç çekti. Onu buraya getiren şeyin doğa olup olmadığını merak etti.
“Benimle uyumak ister misin?”
Sözler dudaklarından umursamazca dökülmüştü. Yüzünü turlayan ve burnunun kıvrımında kalan parmak ucu dudaklarına inmeden önce birkaç saniye durdu.
“Her ne kadar bunun için can atsam da dostuma ne yaptığını bilmek istiyorum”
Parmakları dudaklarını araladı. Bir parmağını dişleri ve alt dudağının arasında kalan ıslak zeminde gezindi. Hüma adamın onunla oynayan parmaklarını durdurmadığı gibi sorusunu da cevaplamadı. Soğuktan ve pişmanlıktan taş kesilen bedeni adamın parmakları ve sıcak nefesiyle çözülmeye başlamıştı. Çenesinin hemen altında duran ellerinde yeterince güç olsaydı yapacağı ilk şey adama uzanmak olurdu. Parmaklar dilinin ucuna değer değmez vücudu alarm vermeye başladı. Dudaklarının arasından istekle dökülen mırıltıları, adamın “Hımmm!” diye solumasına neden oldu.
Omzuna dokunan parmaklar kollarına ardından sırtına uzandığında kürek kemiklerindeki yarıklar sızladı. İnledi.
“Buraya gel güzelim, seni biraz ısıtalım” dediğinde onu kucağına çekip oturtmasını beklemiyordu. Oda mumların alevleri tarafından hızla aydınlatıldı. Altında yatan adama baktı. İnce dudakları öyle güzel bir gülümsemeyle aydınlanmıştı ki dayanamadı. Yeni yeni çözülen ellerini kaldırdı. Parmak uçlarını yüzünün iki yanında oluşan çukurlara sürttü. Gamzelerini daha önce fark etmemişti. Belinde duran eller etini sıktı. Onu adamın kucağında sabit tutan eller belinin kuytusunda gezindi. Hala gülümsemeye devam ediyordu.
Hüma parmaklarını çukurlardan çekti. Bu sefer hedefinde kıvır kıvır saçlar vardı. Neredeyse gözlerini kapatacak kadar uzun ve gösterişliydiler. Bir tanesini tutup parmağını dolarken adamın onu dikkatle izleyen gözleriyle karşılaştı.
“Onu öldürdün mü?”
Parmağına doladığı saçı çekerken öne doğru eğildi. Adamın burnu burnuna değince gözlerini kapattı ve burnunu burnuna sürttü.
“Ona istediğini verdim”
Sesi kırık döküktü.
Adamın elleri belinden sırtına doğru tırmandı.
“İstediği şeyin sen olduğunu sanıyordum”
Hüma kafasını kaldırdı. Ellerini adamın çıplak ve sıcak göğsüne koyarak doğruldu. Dibi olmayan siyah gözlere bakarken düşündü. Konuşma Maidie kaydığı için rahatsız hissediyordu. Adamın kucağından kalkmak için harekete geçtiğinde sol yanına sürten tırnakla tısladı. Kanatları içeride olmasına rağmen yarıkları hassastı.
“İşte böyle kızım” diyerek çenesini sertçe tutan ve onu aşağı çeken adam dilini dudaklarına sürmeden bir saniye önce mantıklı düşünmeyi bırakmıştı. Dudaklarını araladı. Adamın dili içeri kaydı. Dili damağında gezinirken eli sağ kalçasını avuçladı. Adamın ağzına doğru inledi.
Kapı gürültüyle duvara çarptı. Hüma adamın dudaklarından güçlükle ayrılarak kafasını sola çevirdi. Elinde tuttuğu mumun alevi yabancının yüzüne vuruyordu. Tam olarak yabancı sayılmazdı. Onu nereden hatırladığını düşündü.
“İn o şeyin üzerinden!”
Yüksek ve emredici ses tonu, görüntüsünden daha tanıdıktı.
Kalçasında duran parmaklar teninde hafifçe gezindi. Hüma adamın kim olduğunu hatırlayamadı. Yanağını avuçlayan el bir kez daha Ajuji’nin dudaklarında kaybolmasına neden oldu. Sıcak göğsünde duran elini kaldırdı. Adamın pürüzsüz yanağında gezdirdi.
Kollar onu belinden tutup çekene dek yabancının varlığını unutmuştu. Ayakları neredeyse yere değmiyordu. Yabancıyı görebilmek için geriye bakmaya çalışırken kapıda duran Nhamo ve Kiblegat’ı gördü. Yatağına bakıyorlardı.
Ajuji elini çenesine koymuş, yatağına boylu boyunca uzanmıştı. Pürüzsüz tenine vuran alevlerin dansı neredeyse yüksek sesle inlemesine neden olacaktı. Yüzünden eksik olmayan o tatlı gülüşüyle “Bana gel tatlım” dediğinde içinde varlığını bilmediği bir noktaya dokunmuş gibi kasıldı. Onu sıkıca tutan kollardan kurtulmak için çığlık attı. Çırpındı. Sanki mümkünmüş gibi kollar daha da sertleşti. Gücünü bulup suyu ve rüzgarı çağırdı.
“Karşı koymayı bırak”
Ses öfkeliydi.
“Bırak beni” diye bağırdı. İşe yaramıyordu. Aciz bir şekilde adamın kollarında salınırken güçlerinin nereye kaybolduğunu sorguladı. Adam onu baş aşağı sırtına atmadan hemen önce öfkeli bir çığlık daha attı. Aşağı sarktığı için yabancının kıçıyla bakışmak birkaç saniye durmasına neden oldu. Bu nasıl olmuştu?
Güçlü adımlar onu odasından çıkartırken sessizce bekledi. Kimdi bu aptal?
Geçtikleri birkaç kapının ardından bir odaya girdiklerini duydu. Adam sessizce açtığı kapıyı gürültüyle kapattı. Onu adeta bir çuval gibi yatağa savurduğunda şaşkın gözlerle yabancıya baktı. Mum ışıkları odayı o kadar loş hale getirmişti ki yüzünü zar zor seçebildi.
“Sen de kimsin?”
Sesi o kadar cılız ve şaşkındı ki kendini küçük bir kız çocuğu gibi hissetti.
Adam yatağa oturmak için hareketlendiğinde hızla geri çekildi ve yataktan indi. Ellerini yataktan çekmeden bekledi. Aralarına giren yatakla daha güvende hissetti. Yabancı kollarını göğsünde bağlayıp ona tependen bakışlar attı. Boynunun ağrımasına izin vermeden doğruldu. Kaşlarını çatmış onu izlemeye devam ediyordu. Kim olduğunu söylemeyecek miydi? Bir kez daha adamı baştan ayağa süzdü. Kısacık saçlar, bal rengi gözler, kirli sakallar ve ince dudaklar… kesinlikle kim olduğunu bilmiyordu.
“Erkeklere bu kadar düşkün olduğunu bilmiyordum”
Sesinde kinaye ve aşağılama vardı.
Omuz silkti “Erkekleri severim”
Adamın yüzünün cevabıyla kasılmasını izledi. Kollarını çözüp saçlarını çekiştirmesi için birkaç saniye bekledi.
“Bir prensese göre fazla …”
“Fazla ne?”
Kollarını bağlayıp adama öfkeli bakışlar gönderdi.
“Lindiwe!”
“Beni kardeşimle karıştırmış olmalısın”
Kız kardeşinin tanıdığı biri miydi?
“Hayır. Ben ne gördüğümü gayet iyi hatırlıyorum”
“Adım Hüma” diye kendini gösterdi. Ve yüzünü eliyle göstererek “Seni kesinlikle tanımıyorum” sözlerini sürdürdü.
“Hayır prenses beni tanıyorsun. O güzel gözlerini ve oyunbaz tavırlarını unutacak değilim”
Oyunbaz mıydı? Kimse onun böyle biri olduğunu söylemezdi. Bir kez daha “Kimsin?” dedi.
“Madem öyle kendimi tekrar tanıtayım prenses”
Elini uzatıp ona baktı.
“Sanırım elini öpmeme izin vermeyeceksin.”
Başını iki yana salladı.
“Belki bu beni tokat yemekten kurtarır” diyerek elini geri çekti. Ardından öne doğru eğildi. Onu selamlıyordu.
“Ben, Celn Prensi Vagus. Bir kez daha tanıştığımıza sevindim”
Belini kaldırıp ona baktığında bal rengi gözlerini görmek için gözlerini kıstı.
“Sen kesinlikle o değilsin” dedi ama emin değildi. Tanıdık geliyordu. Vagus’a benziyordu. Yine de Hüma için bu adam Celn prensi değildi.
Adam sırıttığında bir adım geri çekildi. Sanki üzerine atlayacakmış gibi hissetti.
“Merak etme prenses ısırmam. Şimdilik”
“Ne istiyorsun?”
Sesi mesafeli çıkmıştı.
“Sadece konuşmak istiyorum”
Sözünü desteklemek için ellerini havaya kaldırarak açtı.
“Dinliyorum”
“Bu şekilde mi konuşacağız?”
“Evet”
“Peki” diyerek ellerini indirdi. Ardından arkasını döndü ve odanın köşesinde duran tahta sandalyeyi yatağın kenarına çekti. Oturdu. Sırtını sandalyesine yasladı. Bacak bacak üstüne attı. Parmaklarıyla kirli sakallarını karıştırdı.
Hüma adamın oyalandığını düşündü ve “Evet! Ne zaman konuşmaya başlayacaksın?”
“Hep sabırsızdın” diyerek cık cık’ladı prens.
Hüma burnundan soludu.
“Konuşmayacaksan gideceğim”
“Bir dene de göreyim”
Bu yılışık gülümsemeyi hatırlıyordu. Ancak tanıdığı o adam kadar bakımlı ve güzel görünmediği bir gerçekti.
Yatağın ucuna doğru bir adım attı. Adam gözlerini ondan ayırmadan gülümsemeye devam etti.
Bir adım daha attı. Şimdi açık balkon kapısından sırtına vuran rüzgarı hissediyordu. Adamın yüzünden gözlerini ayırmadan bir adım daha attı. Bu kez gerilemişti. Bir kez daha güçlerine ulaşmaya çalıştı. Parmaklarının arasında dolanan rüzgarla rahatladı. Şimdi o kadar savunmasız hissetmiyordu. Bu yüzden kaçmak yerine adama bakmakla yetindi. Omuzlarına vuran rüzgar saçlarını öne doğru savurdu.
“Görmeyeli daha da güzelleşmişsin”
“Senin için aynısını söyleyemeyeceğim”
“Haklısın. Biraz değişiklik yapmam gerekti.”
“Ne gibi bir değişiklik?”
Onu bu kadar değiştiren neydi merak etti.
“Kalbimi söküp yerine bir kuzgun kalbi koymak gibi bir değişiklik”
Hüma durdu. Bu mümkün müydü?
Şaşkınlığını hissetmiş gibi kalbine elini yasladı.
“İlk kez denendi. Başarılı olması bir mucize”
“Bunu görebiliyorum”
“Onu şehirden çıkmaya çalışırken yakaladık. Yağmacı avına çıkmıştı”
Adama doğru büyük bir adım attı.
“Öldürmüş müydü?”
“Evet, bütün aile üyelerinin kalbini sökmüş ve yemişti.”
Bir adım daha attı. Yanlarında duran elleri titriyordu.
“Hangi aile?”
Prens kaşlarını kaldırdı. Bacağını diğerinin üzerinden indirdi ve öne doğru eğildi.
“Slime”
Hüma yutkundu. Dizleri titredi. Neredeyse adamın ayaklarının dibine yığıldı. Yatağa koyduğu eli onu ayakta tutmak için yeterli değildi.
“Sanırım onları tanıyorsun”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |