
Kiblegat’ın kadına ne olduğunu bilmek isteyen kalbi merakla çarpsa da kardeşini yalnız bıraktı. Orada gördükleri onu değiştirmişti. Ulaşılmaz ve sert yapısı kırılmış, delirmişti. Aklı pek yerinde değil gibiydi. Onu yalnız bırakmadığı için rahatladı. Bu halde gitmesine izin verseydi. Kız kardeşi gibi onun tekrar görmesi mümkün olmayabilirdi. Yardım etmek, kardeşini kurtarmak istiyordu ama ne olduğunu bile anlayamadan bunu yapamazdı. Tekrar sırt üstü uzandı ve gözlerini geceye kapattı. Buna daha sonra kafa yoracaktı. Gün doğmadan uyanmaları ve yola çıkmaları gerekiyordu.
Babası... Muhtemelen tüm soruların anahtarı ondaydı. Ancak ona gitmek için kardeşini bırakması gerekiyordu. Diğerlerinden farklı olmanın ağırlığını bir kez daha omuzlarında hissetti. Kral olan babası gibi Kiblegat’ta bir yağmacıydı. Onun aksine kardeşleri melez oldukları için hiçbiri güçle doğmamıştı. O ise sahip olduğu gücün sorumluluğunu küçük yaşta üstlenmişti. Babası onunla bizzat ilgilenmiş, eğitiminin her aşamasında onu değerlendirmişti. Keşke başlarına gelenlerle ilgili bir şeyler de söylemiş olsaydı.
Bedeni ağırlaşarak soğuk otları daha fazla ezdiğinde sıçradı. Uykuya dalmadan hemen önce gelen sıçrama onu karanlıklara sürüklemeden önce gözleri dolunaya değdi. Huzursuzca soludu ve göz kapaklarını indirdi.
Havanın sıcak esintileriyle yüzüne çarpan nemli otlar, ağır uykusunu sarstı. Atların kişnemeleri, nal sesleri birbirine karıştı. Uyuşan bedenini gererek ayılmaya çalıştı. Soğuk her yanını uyuşturmuştu. Sürünerek ilerleyen canavarların tıslamalarını seçtiğinde gözlerini hızla açtı. Aydınlık... Güneş tepeleri aşarak gökyüzüne çıkmıştı. Geç kalmışlardı. Başını sessizce sesin geldiği yöne çevirdi. Dinlenmek için durdukları yer mağaralara fazla yakındı.
Keskin gözleri mağaranın önündeki gölgeleri seçti. Güneş mağaranın girişini aydınlatır aydınlatmaz saldıracaklardı. Hızla kalktı ve ağacın yanına sapladığı kılıçlarını çekti.
“Uyanın!”
Gür sesi sürüngenlerin tıslamalarını artırdı.
Sersem sersem etrafa bakan adamlara “Gidiyoruz” diyerek atına ilerledi. Onun ardından koşturan kardeşi, atının ipini çözmeye başlamıştı bile.
“Onlarda ne?”
“Emiciler”
Atının sırtına atlayarak “Haydi!” Dedi.
“Deh...”
Ayaklarını atın karnına vurarak eğildi. Hızlı olmalıydılar. İleri atılan at kişneyerek koşmaya başladı.
Arkasından gelen adamların telaşlı gürültüleri tıslamaların arasında yok olurken geriye dönmedi. Başlarının çaresine bakmaları gerekiyordu. Onlardan birini kurtarmak için durursa sürüden kurtulamazlardı.
“Kaçamayacaklar!”
Nhamo’nun sesi rüzgara karıştı.
Nehrin güzergahından ayrılmadı. Biraz daha ilerlediklerinde durabilirlerdi. Emiciler mağaralarından fazla uzaklaşmazlardı.
Güçlü çığlık sesi vadide yankılandı. Atının dizginlerini sertçe çekti. Ona inatla direnen at biraz sonra durdu. Kişneyerek tepindi. Bacaklarının altındaki karnı hızla inip kalkıyordu. Atlar onlardan daha çok korkmuşlardı. Kulaklarının arkasını okşayarak yelesini parmaklarıyla sevdi. Sonunda sakinleşerek durulduğunda geri dönmesini sağladı.
Onlara yetişen iki adamı hızla yanından geçti. İleriye baktığında sahibi gibi atının da emicilere yakalandığını gördü. Neyse ki sadece bir kayıp vermişlerdi.
Avlarını yalayan pürüzlü dilleri, iğrenç şapırtıları neden oluyordu. Güçlükle yutkunarak sürüngenlere sırtını döndü ve atını sürdü. Onu ileride bekleyen kardeşinin yüzü çökük haldeydi. Korkudan irileşen gözleri bir ona bir emicilere değiyordu. Yanına geldiğinde “Haydi” dedi ve omzuna dokundu. Başını belirsizce sallayarak atını çevirdiğinde onunla birlikte ilerledi. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordu.
Adamlara yetiştiklerinde onlarında kardeşi gibi korktuklarını hatta titrediklerini gördü.
“Duralım”
Onu durduramadan atından inen Nhamo, nehre ilerledi.
“Atları kaçırmayın”
Aşağı inerek atının ipini savaşçının eline tutuşturdu. Üst üste yaşadığı olaylar onu şoka sokmuş olmalıydı. Acele etmeden ilerledi. Dizlerinin üzerine çökmesini ve avuçlarına doldurduğu suyu yüzüne çarpmasını sessizce izledi.
“Aklımı kaybediyorum”
Öfkeli ve kısık çıkan sesi boğuklaştı. Elini suya çarptığında Kiblegat, kardeşinin, arkasında dikilmeyi bıraktı. Yanına çöktü.
“Şimdi de onu görüyorum” diyerek gülünce gözlerini diktiği suya baktı. Kimden bahsettiğini bilmiyordu.
“Kimi?”
“O kadını...”
“Nerede?”
Parmağını suya doğrulttu.
Gözlerini kıstı, gösterdiği noktaya baktı. Ancak berrak suyun yeşile çalan tonundan ve dibindeki taşlardan başka bir şey göremedi.
“Orada hiçbir şey yok”
“Deliriyorum”
“Sadece şoktasın”
Kolundan tutarak kalkması için destek oldu. Sendeleyerek kalkan bedeni ilerlemek için kımıldamadığında “Devam etmeliyiz” Dedi.
“Hala orda”
“Hadi” diyerek sırtına koyduğu avucuyla itekledi kardeşini. Ağabeyi Omondi’yi dinlemediği için şanslıydı. Aklı bu kadar karışıkken Lindiwe’den sonra Nhamo’u da kaybedebilirlerdi.
“Ölmüş mü?”
Kendinden geçmişçesine sayıklıyordu. Yüzüne baktı. İrileşen gözlerinin altı simsiyahtı. Saçlarından damlayan sular yüzüne, sakallarına akıyordu. Gerçekten de delirmiş görünüyordu.
“Gidelim” diyerek onu bir kez daha çekiştirdiğinde sadece birkaç adım atmayı başarmışlardı. Başını geri çevirdi ve suya bakmayı sürdürdü. Atının yanına vardıklarında kolunu bırakarak ata çıkmasını bekledi. Kardeşi ise tam tersini yaparak nehre doğru koştu. Kiblegat, onu tutmayı başaramadı. Suya giren botları şap şup sesleriyle ilerlerken arkasından koştu. Beline dek yükselen suyun içine dalarak kaybolduğunda arkasından suya girdi. Adını seslendi.
Fazla uzun sürmedi. Nhamo, kollarına aldığı kadınla çabucak yüzeye çıktı. O aralıkta Kiblegat, su dizlerine gelene dek ilerlemişti. Kardeşi ile aralarında sadece bir adımlık mesafe kalmışken kadına baktı. Uzun ve siyah saçları başından sarkmış suya değiyordu. Üzerini yarım yamalak örten mavi elbisenin eteklerinden su damlıyordu. Şaşkın bakışlarını kaldırarak kardeşine baktı. Siyah gözlerini ona dikmişti. Kollarındaki kadını onunda gördüğünü anlamış gibi gülümsedi. Delirmediği için mutlu görünüyordu.
Atına taktığı heybelerin içini aceleyle kurcaladı. Siyah yünlü pelerini bulduğunda rahatladı. Kadını gizleyecek ve koruyacak kadar genişti. Arkasını döndü. Açtığı kumaşı Nhamo’nun kucağında tutmaya devam ettiği kadının üzerine örttükten sonra eliyle ormanın kıyısındaki ince gövdeli ağacı işaret etti.
“Şuraya”
Kardeşi, endişeli kara gözlerini birkaç kez kırptı. Hala kadına bakıyordu. Gerçek olduğundan emin olamıyor gibiydi.
“Nhamo!” dedi sertçe. Gözlerini kaldırarak ona baktığında tekrar ağacı gösterdi. Sarsak adımlarla ilerlemeye başladı. Giysilerinden akan sular arkasında iz bıraktı.
“Adamları al ve yola devam et”
Kadını ağacı gövdesine yaslayarak doğruldu. Gitmesini söylediği için aklı başına gelmişti. Dudakları itiraz etmek için aralandı.
“Seni dinlemeyecek”
Merakla kadına bakan adamları göstermek için çenesiyle işaret etti ve “Celn’e gitmelisin” dedi. Tartışmak için doğru bir zaman değildi.
Nhamo, ona yaklaştı. Sesini alçak tutarak “Onun sizden biri olduğunu düşünme” dediğinde Kiblegat iç çekti. Ardından sadece başını salladı. Sözlerini aklında tutacak ve kadına temkinli yaklaşacaktı.
“Onu saraya götüreceğim”
“Gelmeyecek!”
Hiddetle havaya kaldırdığı elini omzuna vurduğunda Kiblegat sarsılarak bir adım geriledi. Öfkesine karşılık vermek yerine sakince ona bakmakla yetindi. Çok fazla şey yaşamıştı. Bu yüzden dengesizdi. Birkaç saniye sonra kadına son kez bakan siyah gözleri atına çevrildi.
“İyi şanslar!”
Dişlerinin arasından sessizce mırıldanarak söylediği iki kelimenin ardından sırtını ona dönerek atına doğru yürüdü.
“Sana da kardeşim”
Onun gibi sessiz söylediği kelimeleri, atların nal seslerine karışarak kayboldu. Uzun otları yararak ilerlediler. Celn’e sağ salim ulaşmalarını ve kralla anlaşabilmelerini umdu. İnsanların birbirleriyle mücadele etmelerindense canavarlara karşı aynı safta olmalarını tercih ederdi. Emicilerin tıslamaları hala devam ettiği için rahatsızca soludu. Neyse ki şu an için güvenli mesafedeydiler. Ancak güneş döndüğünde gölgelere sığınmaları gerekecekti. Buradan ayrılmak için doğru zamanı beklemeliydi.
Kadının yanına çöktü. Islak tenine dokunduğunda parmakları buza değmişçesine yandı. Endişeyle kalktı yanından. Üzerine vuran güneş onu ısıtmak için yeterli değildi. Ateş yakmak zorundaydı. Kuzgunların ateşe üşüşeceğini düşünerek bir süre tereddüt etti. Ardından kadını bu halde bırakamayacağını bilerek ormana daldı.
Hızla topladığı kuru odunları kucağına istifledi. Kardeşinin uyarılarına rağmen onu bir yağmacı olarak düşünmekten geri duramıyordu. Öldüğünü ve hayata döndüğünü söylemişti. Belki de soğuk onu öldürmeyecekti. Yine de riske giremedi. İnsanların birlik olabilmesi için onun hayatta kalması gerekiyordu.
Nehrin kıyısına döndüğünde kadını göz ucuyla kontrol ederek odunları yere bıraktı. Uzun otları kökledi, ateşi yakacağı alanı temizledi. Uçlarını bir araya getirerek dizdiği kuru dalların üzerine biraz daha kalın olanlardan koyduktan sonra çöktüğü yerden kalktı. Atına ilerledi. Telaştan onu bağlamayı unutmuştu. Neyse ki uzun süredir onunla birlikte olan sadık atı onu bırakmamıştı.
“Aferin kızım” diyerek kısrağın burnunu okşadı. Kişneyerek başını silkelediğinde ipini çekip kadının dibine uzandığı ağaca ilerledi. Onu bağladıktan sonra heybesini hızlıca kurcaladı. Sürekli yolculuk yaptığı için kullandığı malzemeleri yanından ayırmazdı. Üzeri çizgilerle dolan metal kutuyu çıkardı. Ateşi yakmak için kullandığı çubukları da her zaman yanında bulundururdu.
Kıvılcımların büyümesini izlerken dalan gözleri, rüzgarın dumanı yüzüne taşımasıyla sulandı. Başını geri çevirerek ağaçların arasında kaybolan gri dumana baktı. Avcıları için davetiye göndermişti. Ateş iyice canlandığında paslı kutuyu kapattı.
Kadını kucaklayarak kaldırdı. Onu ateşin yanına götürmeliydi. Kalın pelerini ıslanmıştı. Kadının buz gibi teni giysilerinden içeri sızıyordu. Onu bıraktı.
Kardeşi haklıydı. Ne bir insan ne de bir yağmacı bu kadar soğuk olabilirdi. İnce ve zayıf yüzünü inceledi. Kumral teni pürüzsüzdü. Göz altlarında herhangi bir renk değişimi ya da göz kapaklarında kırışıklık göremedi. Siyah ve uzun saçları yere serilmişti. Dolgun saç telleri geceyi aydınlatan yıldızlar gibi parlıyordu. Muhtemelen hala ıslak olduğu içindi.
Bir kez daha ormana girmeden önce duyularına sıkıca sarıldı. Adımlarını temkinli attı. Biraz daha odun toplaması gerekiyordu. Kuzgunlarla daha önce hiç karşılaşmamış olsa da onlarla savaşabilecek kadar deneyimli bir yağmacıydı.
Çatırtttt...
Durdu. Solunda gözüne değen gölge, rüzgara karışarak hızla yok oldu. Eli sırtına gitti. Parmakları kılıcının kabzasını sıkıca kavradı. Döndü. Keskin gözleri etrafı taradı. Uzun süre nefes almadan bekledi. Ancak duyduğu ses tekrarlamadı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |