
Damarlarından taşan su, askerin kanına karıştı. Dokular elinin altında birbirine tutunurken gözlerini gözlerinden ayırmadı. Askerin gür kaşları çatıldı. Koyu gözleri yavaşça canlanmaya başladı.
“Soğuk...” diye fısıldarken dişleri birbirine çarptı, gıcırdadı. Elini geri çekti. Yarası tamamen kapanmıştı. Üzerindeki kanlar temizlenmiş ve teni pembeleşmişti. Pelerinini kaldırarak eteğini yırttı. Şerit halindeki parçayı adamın koluna sardı. Yaptığı şeyi diğerlerinin görmesini engellemeye çalışıyordu.
“Sen bizim kurtuluşumuzsun”
Şevk dolu sözlerini durdurmak için “Çeneni kapatmazsan kurtuluşun uzun sürmeyecek” dedi. Sıkıca attığı düğümlerin ardından ellerini indirerek gözlerine baktı.
“Anlaşıldı mı?”
Asker yutkundu. Adem elması yukarı aşağı kaydı. Ardından omuzlarını dikleştirerek başını salladı. Gözlerindeki saygı, sessiz kalacağını anlaması için yeterliydi.
Sarayın avlusu asker kaynıyordu. Hüma, sonu gelmeyen basamakları çıkarken üzerinde olan gözlerden, dizlerini kırarak onu selamlayan insanlardan uzaklaşmak istedi. Prensi yatırdıkları tahtayı iki taraflı tutarak taşıyan adamlar, sanki gerçek prenses olmadığı biliyormuş gibi şüpheyle onu süzüyorlardı.
Başını eğdi. Pelerinin altına gizlediği yüzünü açmaya korkuyordu. Buraya gelmeleri iki gün sürmüştü. Onlarla birlikte gelen askerlerden şehir kapısında ayrılmışlardı. Sonrasında onlara eşlik eden kapı muhafızları olmuştu. Saraya geldiklerinde ise yanındaki uşaklarla kalakalmıştı.
Önünden ilerleyen yaşlı kadını takip ederken geniş kapıların açılması için durdu. Kadın geri dönüp bir saniye kadar ona baktı. Ardından önüne döndü ve açılan kapıdan girdi. Neyle karşılaşacağını bilmemenin verdiği telaşla nefes aldı.
Gıcırdayarak ikiye ayrılan kanatlar onu bir sürü gözle karşı karşıya getirmişti. İlerledi. Hemen yanı başında duran berrak onun aksine sakindi. Görünmez olmanın getirdiği avantajı, bir kez daha ona imrenmesini sağladı.
‘Gerçekten de bir prensessinnnn’
Değilim diye haykırmak istedi. Ona hayran hayran bakan görünmez gözlerini üzerinde hissetmek, insanların bakışlarından daha ağır bir yükü omuzlarına yüklemesine neden oldu.
“Buyrun prenses”
Kenara çekilerek önünde eğilen kadının ardından bir başka kapıyla yüzleşmesi gerekti. Oyulmuş ve yer yer boyanarak renklendirilmiş tahtaya bir iki saniye bakmak için durdu. Kim bilir bu kapının arkasında onu neler bekliyordu?
Zırh giyen iki asker kapıda nöbet bekliyorlardı. Ona verdikleri selamın ardından kanatları ittiklerinde mum alevleriyle aydınlatılmış taht salonuyla karşılaştı. Telaşla tahtlarından inen ikili, onlara doğru koşturmaya başlamıştı bile. İçeri girmek için acele etti. Onun arkasından getirilen yaralı prensi görmek için ileri atılan kadının başındaki taç şıngırdadı. Birbirine çarpan altın saçaklara takılan gözleri, kapanan kapıyla krala döndü.
Kadının “Kiblegat!” diyen yakarışının aksine adam oldukça sakindi. İkisi de yere çökmüş ve yaralı oğullarını incelemeye koyulmuşlardı. Başlarında bekleyen uşaklara “Çıkabilirsiniz” diyen kral, çöktüğü yerden doğruldu. Yavaş adımlarla ona yaklaştı. Hüma, cesaretini toplayarak başını kaldırdı ve gri gözlerine baktı.
“Sende kimsin?”
Sert sesi gibi yüzünde mimik oynamıyordu. Pelerinin başlığını yavaşça indirdi. Kralın gri gözleri yeşilleriyle buluştuğunda bocaladığını, hatta afalladığını gördü. Eğildi ve hafifçe onu selamladı.
“Hiç kimseyim”
Doğruldu. Kralın çatık kaşları yaşlı alnını kırıştırmıştı. Onu bu kadar şaşırtan şey kızına olan benzerliği olmalıydı.
“İpar...”
Annesinin adı yabancı dudaklarından dökülünce sendeledi. Konuşmaya çalıştı. Ancak yaşadığı şaşkınlıktan olsa gerek sesi titredi.
“Annemi... annemi tanıyor musunuz?”
Kralın sert yüz hatları, yarı aralık dudaklarının oluşturduğu gülümsemeyle yumuşadı. Ona uzanan elleri omuzlarını sıkıca kavradı. Kıpırdayamadı.
“Nasılda benziyorsun... “
Kelimeleri, ona açıklama yapmaktan çok kendine varlığının sebebini açıklamaya çalışır gibi belirsizce çıkmıştı dudaklarından.
“Oğlumun nesi var?”
Konuyu ansızın değiştirdi, omzunun üzerinden geriye baktı. Prensin başına çöken kraliçe de kralın sorusuyla birlikte ona bakmıştı.
“Kuzgunlar saldırdı” diyebildi. Zihni hala annesindeydi.
Kralın yüzü soldu. Omuzlarındaki parmakları sıkılaştı. Kadının yeşil gözlerinin yaşardığını gördü.
“Kızım!..”
Sessiz sayıklaması, kızının durumunu bildiğini anlaması için yeterli olmuştu. Bu yüzden cevap vermedi. Sessiz geçen birkaç saniye boyunca krala baktı.
“Merak etmeyin. Onu kurtarabilirim”
“Nasıl?”
“Oğlunuz yağmacı öyle değil mi?”
“Evet” diyerek başını sallayan kral, sonunda ellerini omuzlarından çekmişti.
“O halde uyanacak”
Bunu onları rahatlatmak için söylemişti.
“Ne zaman?”
Kralın önünden geçerek yaralı adamın başına çöktü. Yolda uyanmaması için onu uyutması gerekmişti. Elini alnına koyarak zihnini uyardığında gri kirpikleri kıpırdadı. Solgun cildindeki göz altları kararmıştı. Verdiği mücadeleyi küçümseyemezdi. Nhamo, Hüma’nın bu durumu atlatmasına nasıl yardımcı olmuştu. O da kardeşine yardım edecekti.
“Bu size ait” Dedi prensin uyanmasını bekleyemeyerek. Parmağından çıkardığı yakutu kraliçeye uzattı. Yaprak yeşili gözleri ve koyu saçlarına düşen beyazlara rağmen göz kamaştırıyordu. Güzelliği, ondan kızına geçmişti. Ancak acımasızlık, Lindiwe’in annesinden önce dünyaya gözlerini yummasını sağlamıştı.
Kraliçe avucuna aldığı yüzükle birlikte göz yaşlarına boğuldu. Hıçkırıkları kralın diz çökmesine ve onu sakinleştirmeye çalışmasıyla arttı.
Hüma başını eğerek prense baktı. Uyku sersemiydi. Gözlerindeki ışık zayıf görünüyordu. Elini omzuna koydu ve kalkması için ona yardım etti.
“Baba!”
Cızırtılı çıkan sesi, kraliçenin hüzünlü ağlayışına karıştı. Onu duymamışlardı.
“Buraya nasıl geldim?..”
Elini kalbine götürerek salonu süzdü. Gözleri, en son Hüma’yı buldu.
“Sen...”
“Nasıl hissediyorsun?”
Adamı sarsacak söylemlerden kaçındı. Henüz neler yaşadığını hatırlamıyordu. Ancak eli, acısını ondan hızlı hatırlayarak göğsünü kavramıştı.
“İyiyim” diyerek kaşlarını çatınca bekledi. Bir iki saniye sonra gri gözleri parladı. Ardından oturduğu tahtadan sıçrayarak kalktı. Kendi etrafında hızla dönerek ellerini göğsüne siper ettiğinde kraliçeyi bırakan kral, ona doğru atıldı. Sonunda onu fark etmişlerdi.
“Oğlum!”
Sertçe kucakladığı adamı geniş göğsüne birkaç saniye bastırdı. Baba oğulun kavuşmasından ayırdığı gözlerini kraliçeye çevirdi. Kızının kaybı için Nhamo’u suçlamasını istemiyordu. “Kardeşi onu kurtarmak için her şeyi yaptı” dedi. Ona verebileceği tek... Belki de en değerli teselli buydu. Bundan nefret etmişte olsa sebebini anlıyordu.
“Onunla tanıştın mı?”
Nemli gözlerini mendiliyle kurulayan kadına çaresizce baktı ve başını iki yana salladı. Giydiği ipekler, taktığı altınlar çöken omuzlarının altında eziliyordu. Belki de Hüma, kendi annesine bu acıyı yaşatmadığı için mutlu olmalıydı.
“Benim güzel kızım...”
Ardı ardına damlayan göz yaşları, yeşillerinden dökülüyordu. Yanına çökerek kraliçeye sarılan prense baktı. Kendi annesi olmasa da acısını paylaşıyordu.
“Sen o musun?”
Kral başına dikilmişti. Hangi aralıkta yanına geldiğini kestirmedi. Yavaşça ayaklandı ve “Kim miyim?” dedi. Sorusunu anlayamamıştı.
“Kızımın yerine geçen kişi sen misin?”
Demek her şeyden haberdardı. Bu sözlerden Nhamo’un hala hayatta olduğu çıkarımını yapabilir miydi? “Yüzüğü teslim ettim” diyerek başını salladı.
“Ona bezemiyorsun”
Gülümsedi. Prensese yakın olan hiç kimse benzediklerini düşünmüyordu. “Artık gitmeliyim” diyerek pelerinin başlığını örttü. Buradaki işi bitmişti. Eğildi, kralı hızlıca selamladı.
“Dinlenmelisin” diyerek elini omzuna koydu. Hüma belini doğrulttu ve başını iki yana salladı. Onu durdurmasına izin vermemeliydi.
“Gitmeliyim”
“En azından karnını doyuralım”
Tekrar başını iki yana salladığında “Sana borçluyum” dedi adam “İzin ver borcumuzu ödeyelim”
“Prens Nhamo’a olan borcumu ödemek için onu getirdim” Dedi ve yaralı prensi gösterdi.
“Israr ediyorum!”
‘Daha iyileşmedi’ diyerek kralın uyguladığı baskıyı sürdüren berrağa yan gözle baktı. Haklıydı. Prens henüz iyileşmiş sayılmazdı. Dönüşümünü tamamlayana kadar burada kalması gerekiyordu.
‘Peki ya sonra’ diye fısıldadı.
“Anlamadım?” diyerek elini omzundan çeken krala bakıp, başını iki yana salladı.
“Sizinle konuşmuyorum”
‘Onu uyandırman gerekecek’
‘Kanımla...’
‘Evet’
Bunu yapabilir miydi? Diğerlerine yaptığı gibi ona da kendi kanını verip sonra onu terk edebilir miydi?
‘Yapamam’
‘Onu kraliçeye mi bırakacaksın?’
‘Hayır!’
‘Kraliçelerin kovanı olur...’
“Kiminle konuşuyorsun?”
Araya giren şaşkın krala döndüğünde hemen arkasında onu izleyen prensi ve kraliçeyi gördü.
“Arkadaşımla”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |