21. Bölüm

20. Bölüm: Anlaşma

Egenin İncisi
egeninincisiizmiir

Uzun bir aradan sonra hoşgeldiniz!

 

Görüşmeyeli nasılsınız, inşallah çok çok iyisinizdir.

 

Çok fazla konuşmadan bölümle buluşun, bölüm sonunda görüşelim.

 

 

20. Bölüm: Anlaşma

 

Kabinden çıktığımda Özge kapıda beni bekliyordu. Yüzü hala asıktı, sanırım biraz tirip atacaktı. İyice sokuldum yanına ve sevecen olmaya çalıştım.

 

"Kırıldın mı bana?" Yalandan trip atıp istediğini yaptırmaya çalıştığını anlayabiliyordum.

 

"Yok! Gidelim hadi." Gitmeye yeltendiğinde kolundan tutup durdurdum onu.

 

"Sen bana birazcık." Elimi kaldırıp az miktarda olduğunu belli etmek için işaret yaptım.

 

"Azıcık ucundan kırgınsın gibi." Tamamen bana döndü.

 

"Bak, ben ikiniz içinde iyi şeyler olsun istiyorum tamam mı? Kocan kötü biri değil gibi. Evlendikten sonra sende olan değişimi gördüm ben Suay." Son derece sakin, aklı başında, olgunca konuşuyordu. İki eli sıkıca ellerimi kavradı.

 

"İlişki profesörü falan değilim ama az çok anlayabiliyorum, görebiliyorum ikiniz arasındaki uyumu."

 

Ellerimi bırakıp eski şakacı haline büründü yüzü, gülümsedim.

 

"E bir de az normal karı kocalar gibi olun." Belimi iki parmağı arasına alıp biraz kıstırdı. "Az cilveli ol kız!" Kıkırdayarak güldüğünde ben de güldüm.

 

Söylediklerinin bir kısmı doğruydu.

 

Biraz duraksadım, biraz önce kabinde kendime sorduğum soru aklımda dolandığında aramızdaki sessizliği böldüm. Onun fikrini o kadar çok önemsiyor ve merak ediyordum ki.

 

"Sence ben nasıl bir anne olurum?" Beklentiyle bakıyordum ona, gözlerimin parladığına emindim. Hüzünle gülümsedim, gözlerim yine dolmuştu.

 

Benim halimi anlamıştı ki merhametle gülümsedi, elini omzuma koydu destek vermek istercesine.

 

"Çok iyi bir anne olabileceğine ve bunun da zamanının geleceğine eminim." Elini omuzumdan çekip şirince gülümsedi.

 

"Küçük bie Suaycık, Allahım ne tatlı olur!" Ellerini dua eder gibi açıp yüzüne sürdü.

 

İçim öyle bir ısınmıştı ki kocaman gülümsedim gözlerim kısılana kadar. Gözlerimin kısılmasıyla gözümden aşağıya bir sıcaklık indi, aceleyle silip gülümsememi yumuşattım.

 

"Gidelim hadi." Ona uyup peşinden ilerledim.

 

&

 

AVM den çıktıktan sonra sahile uğrayıp biraz da orda zaman geçirdikten sonra Özge beni eve bırakmıştı.

 

Bahçeye giriş kapısında şifreyi girip bahçeye girdim. Birkaç metre de yürüdükten sonra evin kapısına gelebilmiştim.

 

Anahtarı çantamdan çıkarıp kapıyla uğraşmaya erindiğim için zili çaldım. Uzun sayılamayacak bir bekleyişin sonunda kapı Oğuz tarafından açıldığında ister istemez yüzümde bir gülümseme belirdi. İlk defa beni karşılıyordu, ya da sadece basit bir kapı açıştı ama buna bile mutlu olabilmiştim.

 

Benim aksime onun yüzü çok da mutlu değildi.

 

"Hoşgeldin." Durgun sesi bana ulaştığında içeriye girip ayakkabılarımı çıkarttım.

 

"Hoşbulduk." Onun aksine neşeli çıkarttım sesimi. Ben oturma odasına ilerlerken o da peşimden geliyordu. Koyu renkli tekli koltuğa bıraktım kendimi. Biraz oturduktan sonra yukarı çıkardım.

 

Oturduğumda ne kadar yorulduğumu daha da iyi anlıyordum. Kemiklerim sızlıyordu ama bu aşırı derecede katlanılmayacak kadar değildi.

 

Oğuz da biraz ilerleyip kendini büyük koltuklara attı. Suratı hala asıktı.

 

"Hasta mısın sen?" Kaşlarımı yalandan biraz çattım.

 

Omuzlarını yukarıya kaldırıp indirdi. Bütün bunlar olurken yüzüme bakmıyordu, odaklandığı bir nokta vardı.

 

"Bilmem." Minnoş bir çocuk gibiydi gözümde şuan, gülümsememi yüzümden silip öyle ayağa kalkıp yanına oturduğumda anca gözleri beni bulmuştu.

 

Elimin tersini alnına götürdüm.

 

"Ateş öyle anlaşılmaz bir kere." Küçük bilmiş çocuk konuşmuştu. Elimi alnından çektim, ateşi yoktu. Bilmişliğini taklit ederek konuştum.

 

"Ben anlayabiliyorum bir kere!" Gözlerini benden çekip yine bir yere odakladı.

 

"Moralin mi bozuk? Bir şey mi oldu?" Bakışları beni bulmadan ayaklandı.

 

"Sana iyi geceler." Ne bu şimdi, trip mi yiyorum ben?! Yoksa gerçekten kırılmış olabileceği bir şey mi olmuştu?

 

Daha uzaklaşmadan kolundan yakaladım. Nihayet bana döndüğünde bunu beklemiyor olacak ki biraz afallatmıştı.

 

"Ama sen bana hiçbir şey anlatmazsan olmaz ki!" Mızmızlanmam bittiğinde onu çekebildiğim kadar çektim ve koltuğa oturmasını sağladım.

 

Oturumu tamamen ona doğrulttum, onu dinlemeye hazırdım ama o konuşmuyordu. Hadisene oğlum!

 

"Hadi!" Gözlerini yüzümde gezdirirken nabzımı yokluyormuş gibi hissettim.

 

Yüzü her halinden gergin olduğunu bağırırken sesini kısarak bir anda söylenmeye başlandı, sesine Sinirli olmasının verdiği bir kısıklıktı bu.

 

"Karıma yürünmesinden rahatsızım çünkü, oldu mu?"

 

Ay, içimi bir sıcaklık kapladı. O kadar açık sözlü olacağını tahmin etmemiştim.

 

Şu an, kafasına top atılınca yiaa diye bağıran çocuk gibi bağırmamak için zor duruyordum.

 

"Gülme!" Oğuz beni uyarana kadar böyle bir şey olduğunu yeni fark ediyordum. Ne gülmesi, sırıtıyordum.

 

Özge, alnından öpüyorum aşkım.

 

Kendimi toparladım, toparladım derken sırıtmamı gülümsemeye çevirebilmiştim.

 

"Lütfen engelle onları." Sesi sitemden uzaktı.

 

Oturduğum kalkıp çantamı bıraktığım tekli koltuğa gittim, çantamdan telefonumu alıp tekrar eski yerime oturdum. Uygulamaya girdikten sonra ona biraz daha yaklaştığında o da bana yaklaşmıstı. Zaten mutluluktan hızlanan kalbim şimdi de heyecandan biraz daha hızlanmıştı.

 

Gönderimin yorumlarına girdiğimde yeni yeni yorumlar da vardı.

 

"Engelle bunu." Gösterdiği tabii ki de bir adamdı. Söylediğini yapıp engellediğimde yüz ifadesini görmek için yüzüne baktığımda gülümsediğini gördüm.

 

Ayy, bu ne şekerlik yavrum.

 

Öpsem ne tepki verirdi?

 

Düşüncelerimi elimin tersiyle itip onun gibi gülümsedikten sonra telefona döndüm ve yavaşça ekranı kaydırdım.

 

Virtinden oyuncak seçen çocuklar gibi eliyle gösterdiği kişileri engelliyordum.

 

Onun yorumunun üzerinde durdum ve hesabını parmağıma gösterdim.

 

"Bunu da engelleyeyim mi?" Kısık bir gülme sesi kulağımı gıdıkladı.

 

"Yok, bunu gözüm tuttu. Engellemeyelim."

 

Gülümseyerek ekranı biraz daha kaydırdım ve birkaç kişiyi daha engelledim.

 

Son gösterdiğinde duraksadım, biraz daha dikkatli baktım, kızdı bu!

 

"E ama kız bu!"

 

"E ama sana yürümüş burada." Yorumunu tekrar okuyunca bana yürümediği, gayet te iltifat ettiği anlaşılıyordu.

 

"O iltifat etmek oluyor." Kaşlarını hafif çattı, dudağının bir kenarı hafif yukarı kalktığında şaşırdığını belli ediyordu. Yüzü eski haline geldiğinde konuşmadan geçmedi.

 

"E ben de bundan sonra böyle iltifat edeyim o zaman." Yüzümde az biraz var olan gülümseme yerini bambaşka bir şeye bıraktığında konuştum.

 

"Dene bir bakalım ne oluyor." Varla yok arası bir gülümseme yayıldı yüzünde. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve bir yerde durdu.

 

"Merak ettim, ne oluyormuş." Bende tıpkı onun gibi yüzümü ona yaklaştırdığımda aramızda az bir mesafe kala durdum.

 

"O zaman görürsün ne olduğunu." Kelimelerimi tane tane fısıldayıp eski yerime döndüm. Azacık sinirlenmiştim. Azacık...

 

"Şaka yaptım." Sinirlenmiş olduğumu anlamış olacaktı ki vitesi geri takmıştı.

 

"Bir de gerçek olsaydı!" Huysuz mırıltımı duyduğunu biliyordum ama sesini çıkartmıyordu.

 

Telefonu kapattım, bu kadar yeterdi.

 

"Şimdi sıra sende." Yüzüne baktığımda anlamaz bir ifadeyle bakıyordu.

 

"Engelleme sırası." Daha fazla sormadan ya da itiraz etmeden elini yana atıp koltuktaki telefonunu alıp uygulamaya girdi. Profiline girip takipçilerine girdiğinde ona biraz daha sokulup telefonu rahatça görebileceğim bir pozisyona girdim.

 

O yavaşça kaydırıyor ben de engellemesini istediklerimi söylüyordum. Engellettiklerimin hepsi kızdı.

 

Tanıdık bir ismi gördüğümde olduğum yerde oturuşumu değiştirdim ve ona daha da yaklaştım.

 

"Engelle bunu!" Sesim olması gerekenden biraz daha yüksek çıkmıştı.

 

Az kalsın öğüre öğüre banyoya koşacaktım.

 

Güldüğünü yüzüne bakmasam da anlayabiliyordum.

 

"Sakin ol hatun."

 

Zaten sakindim.

 

Bir saniye, ne?! Be dedi o? Bu sıcaklık, bu gevşeklik... Hâl değiştiriyorum, eriyorum! Kalbim, sıcak çikolata gibi olmuş içime doğru akıyordu. Elimi ağzıma götürüp kıkırtılarla gülmek istiyordum ama sadece sırıtarak ona döndüğümde gülerek beni izliyordu.

 

"Sakinim ben aslanım." Kıroluktan uzak, sevgi kelimesi olarak kullanmıştım ki bunu ben bile kendimden beklemiyordum. Ona bakmayı kesip telefona döndüm tekrar.

 

Tahmini bir 10 dakikada takipçi listesini kızlardan arındırdığımızda derin bir nefes alıp koluna sarılıp başımı omzuna yasladım. Yorulmuştum ve bunu şimdi daha net kavrıyordum.

 

O da başıma küçük bir öpücük kondurup başını başıma yasladığında içimdeki kıpırtılar mümkünmüş gibi biraz daha kıpırdandı. Huzurun verdiği mayışma beni uykuya doğru sürüklüyordu.

 

"Uykum geldi." Sessizce mırıldandığımda uykulu halim sesime de yansımıştı.

 

"Kalkalım mı?" Naif sesine karşılık zar zor açık tutmaya çalıştığım ama kapalı olan gözlerimi zorlanarak açtım ve kafamı salladıktan sonra kafamı omzundan kaldırıp ayaklandım. Birlikte merdivenlerden çıkarken başımdaki şalı da çıkartıyordum. Başımdaki bütün iğnelerden kurtulup, şalımı başımdan aldığımda odaya giriş yapmıştık.

 

Elimdekileri katlamaya üşenip öylece şifonyerin üzerine bıraktım.

 

"Ben namaz kılacağım."

 

Seccadeyi kıbleye doğru sererken konuşmuştu. Görmeyeceğini bildiğim halde kafamı salladım ve sonra da sesli bir şekilde onu onaylayıp gardroptan pijama takımımı alıp banyoya girdim. Üzerimdekilerden kurulduktan sonra pijamalarımı giydiğimde rahatlığın değerini anlayabilimiştim. Çıkarttığım elbiseleri kirli sepetine attıktan sonra yüzümü güzelce köpürte köpürte yıkayıp yüzümdeki makyajı da temizledim. Yüzümü kurulayıp nemlendirdikten sonra saçlarımı da tarayıp odaya geçtim. O hala namaz kılıyordu, az da olsa benden uzaklaşan uykumla birlikten yatağa uzanıp pikeyi üzerime çektim.

 

Yattığım yerden onu profilinden görebiliyordum, kıyamdaydı ve rüküya gidip ardından secdeye indiğinde gözden kayboldu. Bu yatak neden bu kadar yüksekti ki?!

 

O gözden kaybolana kadar onu gülümseyerek izlediğimi bilmiyordum.

 

Onu namaz kılarken izlemek ne kadar güzeldi.

 

Tekrar kıyama geldiğinde içimdeki huzur yerini iyice belli ediyordu. Huzurlu bir nefes verdim. Bu oda işinin birleşmesi de iyi olmuştu, hoşuma gitmişti. Biraz daha normalleştiğimizi ve birbirimize alıştığımızı hissediyordum. Karşı cinse duyulan o duygu nasıl bir şeydi bilmiyordum ama ona olan duygularım dışarıdakilere ya da etrafımdakilere karşı olankinden farklı olduğunu anlayabiliyordum ve bunun ismi de umurumda değildi.

 

Biraz daha onu izledikten sonra namazını bitirmişti ve tesbih çektikten sonra seccadeyi katlayıp ışığı kapattıktan sonra pikeyi kaldırıp yatağa uzandı ve pikeyi üzerine örterken bana döndü.

 

"Allah kabul etsin." Gülümsemem yüzümden gitmemişti, beni görebiliyor muydu bilmiyorum ama ben onu pencereden yüzüne yansıyan ışık sayesinde görebiliyordum.

 

"Amin." Dediğinde yüzünde bir gülümseme yayıldı.

 

Sessizlik ortama biraz daha hakim olduğunda sessizliği bölen oydu.

 

"Ben artık odama taşınsam diyorum." Yüzümdeki gülümseme aniden silindiğinde sesimin sitemli çıkmasını önemsemeden konuştum.

 

"Tamam, taşın o zaman!" Kaşları biraz çatılırken gülümsemesi beni sinirlendirmişti.

 

"Vallaha mı?" Dirseğinden destek alıp yatakta diklendi.

 

"Hı, vallaha." Son kez ona sert bakışlarımı atıp arkamı döndüm. Biraz sessizlik aramızda sürdüğünde arkamda hissettiğim hareketle istifimi bozmadım.

 

"Sen ne anladın?"

 

"Anlamam gerekeni." Arkamı dönmeden cevapladım onu.

 

"Tutmayalım seni, git odana."

 

Arkamdan uzun ama yüksek sesli olmayan bir kahkaha geldiğinde dayanamayıp çatık kaşlarım ve huysuz surat ifademle ona döndüm.

 

Yatakta oturur vaziyetteydi ve biraz daha gülse nefes alamayacaktı. Ellerimle yataktan destek alıp oturur vaziyete gelip yatak başlığına yaslandım. Kollarımı da göğsümde birleştirdim.

 

"Ne gülüyorsun?" Gülmesini zar zor durdurdu.

 

"E o zaman ben taşınayım."

 

"Tamam, taşın." Dünden razıydı ve bu beni hem kırmış hem de sinirlendirmişti. Ne çabuk kırılıyorum ben de böyle be! Ne kırılacağım! Gitsin, göbek bağım onla kesilmemişti ya.

 

"Bu saatte!" Direttiğinde ciddileşerek bütün soğukluğumla konuştum.

 

"Evet bu saatte."

 

"Tamam." Yüzünde sırıtışıyla yataktan kalkıp odadan çıktı.

 

Arkasından daha fazla bakmayıp ben de geri yattım. Gidene kapımız açık kardeş, arkasından ağlayamam ama ağlatırım. Bunu acısını şüphesiz ki çıkaracaktım. Sürünmeye hazır ol aslanım!

 

Kapı tarafından gelen sesle başım istemsiz oraya döndüğünde karanlığa alışan gözlerimle onu görebiliyordum. Ellerinde askılı kıyafetler vardı. Yüzümde hissettiğim gerginlik kaşlarımın catıldığının göstergesiydi.

 

Duvardaki anahtara dokunup ışığı açtığında karanlığı benimseyen gözlerim ışığın parlaklığıyla yabancılık çekmişti, sızlıyordu ki bu çok uzun sürmedi.

 

"Nereye koyayım bunları?" Yüzündeki gülümseme benim yüzümdeki nemrutlukla çelişiyordu. Sanırım süründürme planlarına gerek kalmayacaktı.

 

"Ne yapıyorsun?" Omuzlarını silkti.

 

"Odamıza taşınıyorum." Yüzümde yayılmaya çalışan sırıtmayı dizginlemeye çalışmıştım ama gülümsememe engel olamamıştım.

 

Gardrobu işaret ettim.

 

"Sol tarafı boş, oraya koyabilirsin." Gardroba dönüp sol tarafı açtı ve Elindekileri yerleştirdi.

 

"Diğerlerini de sonra hallederim."

 

Süründürme planları iptal iptal iptal.

 

&

 

İş çıkışı yorgunluğu en çok ta ayaklarımda kendini belli ediyordu. Sırtım da çok ağrıyordu ama ayaklarım Allaha emanetti.

 

Gün boyunca Anıldan kendimi sakınmak beni daha da yoran şeyler arasındaydı, sürekli bir benimle konuşmaya çalışıyordu ve ben de bundan oldukça kaçınmaya çalışıyordum. Kısacası yakamı kurtarmaya çalışıyordum ve bu beni fazlasıyla yoruyordu.

 

Özge bugün işe gelmemişti, bu yüzden de gün biraz daha yoğun geçmişti. Soyunma odasında üzerimi değiştirdikten sonra yavaş yavaş çıkışa doğru ilerlerken bir yandan da elimdeki telefondan Oğuz tarafından gelen mesajı okuyordum. Beni almaya geldiğini söylüyordu. İşime gelmişti vallahi, o kadar yorgundum ki toplu taşımayla hiç uğraşamayacaktım.

 

İçimin rahatlamasıyla derin bir nefes alıp ilerlemeye devam ettim. İleride Anılı görmemle hızla gözlerimi ondan çekip görmemiş gibi davranarak hızla koridordan geçip giderken arkamdan seslenişini ve adım seslerini duyduğumda hiç bozuntuya vermeden hızlıca ondan kurtulmayı planlıyordum, Oğuz da dışarıdaydı, benimle onu görmesi pek iyi olmazdı.

 

"Suay, dinle beni lütfen."

 

Masaları toplayan çalışanlar fark etmesin diye sesini alçaltıyorudu.

 

Heyecandan bacaklarım karıncalanıyordu, sanki öcü kovalıyor. Bu ne böyle?! Sakin!

 

"Sadece iki dakika, lütfen!"

 

O da en az benim kadar hızlı yürüyordu ve en sonunda bana yetiştiğinde önümü kestirmesiyle durmak zorunda kaldım. Çıkışa çok az vardı, soldan geçmeye yeltendiğimde bana izin vermezken sağ tarafı denedim ve yine aynı şeyi yaptığında gergince nefesimi verdim.

 

"Lütfen!" Uzun zaman sonra ilk defa onunla göz teması kurdum, onda hiç görmediğim değişiklikler vardı. Her gün sinek kaydı olan adam şimdi sakallarını salmış, kirli sakalın da biraz üstüne çıkmıstı, gözleri kızarıktı ve yorgun bakıyordu.

 

Ona karşı o kadar soğuktum ki ona artık peşimi bırakması için daha ne yapabilirdim? Umutlanmaması içi ya da?

 

Kaçmayı bırakıp son kez konuşması için ona zaman verecektim.

 

"Ne istiyorsun?" Sesimdeki bıkkınlık son derece modumu yansıtıyordu.

 

"Senden özür diliyorum ve eskisi gibi olmak istiyorum. Lütfen bana bir şans ver." Bana doğru adımladığında geriledim ve o da çok üstelemeden durdu.

 

"İstemiyorum, şans vermek falan, istemiyorum. Sadece uzak dur benden."

 

Gitmeye yeltendiğimde yine durdurdu.

 

"Onca yılın hiç mi hatrı yok?" Neredeyse ağlayacaktı, gözleri sulanıyordu. Sesi de kısık çıkmıştı, hayal kırıklığıydı bu! Nerde görsem tanırım.

 

"İçip içip sarkmasaydın bu kadar olmazdı ama yaptın." Dedim, ifadesizliğim yerini gerginliğe bırakmıştı.

 

"Bundan sonra sadece hayatımdan çıkman en iyisi."

 

Histerik bir gülümseme yayıldı yüzünde.

 

"Değecek mi peki bana şans vermemene?" Aciz adam gitmiş, yerine egoist adam gelmişti. Bir anda değişmesi ona katlanamayışımı artırıyordu.

 

"Beyefendi restoran kapalı." Kapı tarafından gelen sesle oraya kaydı bakışlarım ve onu gördüm. Buna pek şaşırmamıştım açıkçası. Mesaj attıktan sonra uzun denebilecek bir zaman geçmişti, çıkışa yakın duruyorduk ve etraf camlı olduğu için dışarıdan da rahatça görünüyordu. Görüp te gelmiş olmalıydı.

 

"Müşteri değilim, eşimi almaya geldim." Bana bakarak söylediğiyle gülümsemek istesem de ortamın gerginliği buna engel oluyordu.

 

Eşim mi demişti o?

 

Garsonun onu daha fazla tutmamasıyla büyük adımlarla yanıma ulaştı, sağ eli belimi nazikçe kavradığında bedenindeki gerginliği hissedebilmiştim sanki.

 

Kafamı sola çevirip alttan alttan, yükseklik olarak söylüyorum, ona bakıyordum. Çenesini sıkmıştı ve Anıla bakıyordu. Anıla baktığımdaysa ikinin de aynı yüz ifadesinden olduğunu gördüm.

 

"Sen hala akıllanmadın mı lan?" Sol elini ortaya doğru uzatmış hareket ettiriyodu.

 

"Aklım başımda." Dedi ve gülümsedi, kendinden emin, irite edici bir gülümsemeydi bu.

 

Bakışlarını bana çevirdi.

 

"O yüzden bu kızı sana bırakmayacağım."

 

İki savaşçı arasında kalmış rehine gibi hissediyordum kendimi, çabucak eve gitmek istiyordum.

 

Solumdan gelen gülme sesiyle işin daha da kötüye gittiğini anlıyordum. Sol elini Anılın omzuna götürüp sıktığında belimdeki eli de gevşiyordu ki aceleyle elini yakalayıp benden uzaklaşmasını engelledim, biraz da kendinde olmasını sağlamıştım.

 

"Ayağını denk al! Ya da ben denk getiririm." Anıl Oğuzun kolunu elinin tersiyle sertçe ittirdiğinde Oğuza dönerek aralarına girdim. Ortam kızışacaktı, ortalık karışmadan eve gitsek iyi olacaktı.

 

"Gidelim artık." Gözlerini Anıldan çekip bana doğrulttu.

 

"Çok yorgunum zaten, lütfen." Son kez Anıla odaklanıp gözlerini bana çevirip elimi elinin içine alıp parmaklarımızı birbirine kenetelediğinde hareketlenmesiyle ben de ona ayak uydurdum. Cam kapıyı açıp dışarı çıktığımızda hız kesmeden ilerliyorduk.

 

"Sinirli misin?"

 

"Yok canım, ne siniri?" Sitemle söylendi, sinirden kıvrandığını anlıyordum.

 

"İyi." Tek düze söylediğim şeyle bir anda duraksadı ve bana döndü.

 

"Bu p** ne zaman hayatımızdan çıkacak?!" Sinirli halini saklayamamıştı, kaşları catık, çenesiyse gergindi. Sesini yükseltmemek için büyük bir çaba gösteriyordu.

 

Elimi bırakıp saçlarını iki eliyle geriye taradı, gözüme bir hoş gelmişti. Gülmemek için kendimi zor tuttum.

 

"İstifa et." Gözlerim kocaman açılırken gardımı almaya hazırlandım.

 

"İstifa et, ben sana restorant açarım."

 

"Saçmalama!" Elinden tutup yürümeye devam ettirmeye çalıştım ama kımıldamıyordu. Bir anda beni çektiğinde göğsüne doğru yapışmıştım. Sert suratıyla üstten üstten bana bakarken şirince gülümsedim. Biraz yumuşasın istemiştim. İşe yaramış gibiydi, yüzü biraz yumuşar gibi olduğunda belimin iki yanından hissettiğim sıcaklık elleriydi. Acaba yumuşamaması daha mı iyi olurdu?

 

Yine beni heyecanlandırmıştı ama yeri burası değildi. İşlek bir yerdi ve herkesin bizi kınayan bakışlarını almak istemiyordum.

 

He evde olsa sıkıntı yok yani?

 

Ondan uzaklaşmaya çalıştığımda buna izin vermemesiyle biraz kızarmıştım. Şaşkınlıkla ağzımda yuvarlayarak konuştum.

 

"Ne yapıyorsun?!" Gülerek, hatta sırıtarak izliyordu beni. Utanmam onun hoşuma gitmişti.

 

"Ne yapıyorum?" Etrafa bakındığımda birkaç kişinin bakışlarının bizde olduğunu görünce ellerimi yüzüme kapatıp kafamı göğsüne yasladım.

 

"Gidelim lütfen." Sesim göğsüne çarptığı için boğuk çıkmıştı, göğsünde hissettiğim hareketlilik ve sesle güldüğünü anlamıştım.

 

"Ne?" Gayette iyi anlamıstı aslında ama kafamı kaldırıp fısıldadım.

 

"Herkes bize bakıyor, gidelim."

 

"Önce şu restorant konusunda anlaşalım."

 

Kafamı yana yatırıp tatlı olmaya çalışarak onu ikna etmeye çalışıyordum.

 

"Evde konuşalım bu konuyu." Olumsuz anlamda kafasını salladığında gülüyordu.

 

Ağlamaklı, bir halle yüzümü tekrar göğsüne gömdüğümde başıma küçük bir öpücük bıraktı.

 

"Kabul etsen ne olur be hatunum?!" Bu kelime bende öyle bir etki bırakıyordu ki çığlık atarak gülmek istiyordum.

 

Ama bir saniye! Şike bu, tezgah bu! Kabul edeyim diye bu!

 

"Hem zaten mehir hakkında ev var, evi dükkan yaparız. Hakkın zaten." Bir an kafamı göğsünden kaldırdım, yüzümdeki gülümseme silinmişti. Sol elimle bel boşluğuna güçlü bir cimcik bıraktım.

 

Gözleri kocaman açıldığında acıdığına dair kalın bir ses çıkarttı.

 

"Hayırdır, boşanıyor muyuz da mehiri alıyorum?!"

 

"Mehir illa boşanınca mı alınıyor? Sinirim yaptığı mantıklı açıklamayla törpülenmişti.

 

"Kabul et ne olur ya!" Dayanamayıp isyan ederek söylenmişti.

 

"Ya lütfen sonra konuşalım." Gardımı indirip yumuşakça konuştum. Onun da modu düşmüştü, olumlu anlamda kafasını salladığında belimi bırakıp ilerleyecekti ki elini sıkıca kavradım. Bana dönmeden ilerlediğinde modunun düştüğüne emin olmuştum.

 

Birlikte biraz ilerledikten sonra arabaya gelmiştik. Anahtarla arabanın kilidini açtığında elini bırakmadan ona döndüm.

 

"Biraz düşüneyim, öyle hemen moralini bozma."

 

"Onun olduğu bir yerde bulunmanı istemiyorum." Sakince konuşuyordu.

 

"Hem senin için de daha az yorucu olur. Arkadaşını da yanına alırsın."

 

İçtenlikle gülümsedim.

 

"Düşüneceğim, moralini bozma tamam mı?" Olumlu anlamda başını salladığında hala yüzü düşüktü. Yumuşakça gülümsedim.

 

Parmak ucumda yükselip yanağına minik bir öpücük kondurup geri çekildim.

 

Utançla yaptığım şeye gülümsediğimde yüzünde bir şaşkınlık vardı. Bunu beklemiyor olacaktı ki sonradan yüzünde bir gülümseme yayıldığında elini bırakıp koşarak arabanın etrafını dolanıp yan koltuğa geçtim ve emniyet kemerini taktım. Ben bunları yaparken o da arabaya bindi, yüzündeki gülümseme hala kendini koruyordu.

 

 

 

Evveeeett, uzun zaman sonra şekkkeeerr mi şekkeeer bir bölümle geldim size.

 

Maalesef ki bu tamamen bir geri dönüş değil, sizi tamamen bırakmış gibi olmak istemediğim için bir sürprizle geldim.

 

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi bekliyorum, yorumlarınızı okumayı fazlasıyla özledimm.

 

Kendinize iyi bakın, seviliyorsunuz. ♡♡♡

 

Bölüm : 03.01.2025 17:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...