26. Bölüm

23. Bölüm: Solan Kelebekler

Egenin İncisi
egeninincisiizmiir

23. Bölüm: Solan Kelebekler

 

"Suay, uyan!" Tunanın beni dürtmesiyle uykulu uykulu uyandım. Ona döndüğümde ağlamaktan kızarmış ama yine de ağlamaya yüz tutmuş gözleri karşımdaydı. Aklıma gelen ama asla inanmak istemediğim ihtimaller sardı düşüncelerimi.

 

"Ne oldu?" Dedim, yattığım yerden hızlıca doğruldum. Kötü bir şey olduğu düşüncesi ruhumu, bedenimi, düşüncelerimi kemirirken Tuna karşımda sadece ağlamaklı gözlerle bana bakıyordu.

 

"Üzgünüm." Dedi ve zar zor tuttuğu gözyaşlarını koyverdi. Karşımda bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

 

"Çok üzgünüm Suay. " Olduğum yerde çakılı kaldım. Ağzımı açıp tek kelime edebilecek gücü kendimde bulamıyordum. Kilitlenmişti çenem, dilim lal olup, tutulmuştu.

 

"Anlamıyorum." Dedim, Tuna yüzünü benden saklar gibi eğiyordu. Oğuza bir şey olmuş olamazdı!

 

"Anlamıyorum!" Bağırdığımda hızlıca ayağa kalktım, beni gören Tuna da ayağa kalktı.

 

"Kurtaramadılar onu Suay." Dedi, sesindeki gerçekliğin çaresizliği tüm gerçekleriyle yüzüme vurduğunda kendimi tutamayıp aksi bir tepki verdim.

 

İnanmıyordum!

 

O beni bırakmazdı!

 

Bırakamazdı!

 

Hem ben daha ona doğru düzgün sarılamamıştım bile.

 

Bedenim güçlü kahkahalarımla sarsılıyordu. Ardı kesilmeyen kahkahalarım bana nefes almayı bile unutturmuştu. Kısılan gözlerimle zar zor gördüğüm Tunanın ağlayan gözlerinde benim için de gördüğüm endişe kırıntılarının ardından çok geçmeden sordu.

 

"Suay, iyi misin?" Ben mi? Ben iyiydim.

 

Evet evet! Ben iyiyim!

 

Kahkahalarım durdu, dalgalı denizin dalgaları duruluyordu. Bedenimin sarsıntısı geçse de ruhumun sarsıntısı geçmiyordu.

 

"O beni bırakmamalı!" Dedim acıyla, beni korkutan, acı veren farkındalık kalbimin etrafını jiletli tellerle sardığında kurtulmak için yaptığım her bir hamlede daha da çok yara açılıyordu.

 

"Üzgünüm Suay. Yemin ederim çok üzgünüm."

 

"Yalan söyleme! Yalan söylüyorsun!" Kor gibi yanan yüreğime göz yaşlarım söndürmek için koşuyorlardı ama onlar da yanan gözlerimi ıslatmaktan öteye gitmiş değillerdi.

 

"Sakin ol Suay!" Kollarını bana sarmaya kalktığında sertçe ittirdim onu.

 

"Yalan söyleme!" Dedim tekrar, hıçkırıklara boğuluyordum.

 

Ya da keşke yalan söyleseydi, Allah'ım lütfen yalan olsun! Lütfen!

 

"Yalan söylemiyorum." Dedi, savunmasız, yumuşak ve çaresizdi. Kollarını bana sardığında yüreği sökülmüş bir kuş gibi çırpındım kolları arasında.

 

"Beni bırakamaz, tenimin altına, kalbime işledikten sonra, bana böylesine umut verdikten sonra beni bir başıma bırakıp gidemez, bencil olamaz o kadar." Gücümün son demlerindeydim, sesim fısıldar gibi çıkmıştı.

 

Beni bırakırsa affedemezdim onu. Bir de o beni yalnız bırakırsa ne dünyayı ne kendimi ne de onu affedemezdim!

 

"Tuna bırak beni." Dedim sessizce, gücüm çabuk tükenmişti.

 

"Onu göreceğim." Kolları gevşediğinde ayaklarımı daha da sağlam basmaya çalıştım yere.

 

"Olmaz." Dedi.

 

"Kendinde değilsin."

 

"Kendimdeyim." Dedim, gözyaşlarım tüm sıcaklığıyla tenimi ıslatıyordu.

 

"Kendimdeyim, lütfen!" Gözleri gözlerimi kolaçam etti, ikna olmasını bekledim bir süre çaresizce.

 

"Tamam, gidelim." Eliyle bir kolumu destek olur gibi tutuyordu. Ürkek, çelimsiz adımlarımla yeni doğmuş bir atı andırıyordum muhtemelen. Güçsüz bacaklarım kendi bedenimi taşımaya yetmiyordu. Morg yazısını gördüğümde içimde oluşan ürpertiyi engel olamayarak görevli ve Tunayla birlikte içeriye girdim.

 

Hala beni bırakıp gideceğini düşünmüyordum, elbette ki onun elinde değildi ama o ölmezdi ki! Ölmemeliydi!

 

Üzeri beyazla örtülü bedenleri gördüğümde bacaklarımda olanca his te kendini bir anlığına çekse de hemen toparladım kendimi ve görevlinin başında beklediği bedenin yanında durdum. Gri, demir bir sedyenin üzerindeki beden pürüzsüz bir beyaz örtüyle kapanmıştı, örtüyü korkarak açtım. Gözlerimi açmak istemeyerek sıkıca kapattım, doğruların sancısı beni bulsun istemiyordum.

 

İçimdeki çelişkileri zar zor yendikten sonra gözlerimi açtım ve büyük bir acı duyumsadım. Ruhumda mıydı, içimde mi hissediyordum bu acıyı yoksa kalbim gerçekten de yırtılıyorcasına zarar mı görüyordu anlayamadım.

 

Oydu, yüzü alışkın olduğumun aksine beyazdı.

 

"Oğuz." Diye fısıldadım sadece onun ve benim duyabileceğimiz şekilde ama sadece ben duymuştum. Tepki vermiyordu.

 

Ellerimi omuzlarinin iki yanından tutup beyaz tenine değdim, soğuktu, buz gibiydi hatta. Ama burası soğuktu, o yüzden olmalıydı.

 

"Üşüyorsun, hadi kalk gidelim lütfen!" Dedim yine fısıldayarak. Küçük, korkak bir kız çocuğu gibiydim. Kabullenmek istemiyordum, ölüm kanatan pençeleriyle onu benden çalmış olamazdı. Gözlerimden çıkan yaş onun soğuk yüzüne damladı. Sıcak gözyaşımın soğuk bedenini ısıtmasını bekledim ama olmadı, bir daha ısınmadı o bedeni.

 

"Kalk!" Diye haykırdığımda soğuk odada yankılandı sesim, soğuk bedenini tutan ellerimden yukarı bedenime tırmandı soğuğu.

 

"Yalvarıyorum sana!" Dedim bir yandan onu sarsarken.

 

"Beni tek başıma bırakma!" Hıçkırıklara konuşmamı engellediğinde ara vermek zorunda kalsam da ruhum acı çekmeye ara vermiyor, devam ediyordu.

 

"Oğuz, korkuyorum. Sensizlikten korkuyorum ne olur kalk!" Artık son gücümle verdiğim çaba bir işe yaramadığında ürkütücü soğukluk tüm bedenimi, ruhumu, zihnimi ele geçirmişti donup kaldım.

 

"Oğuz!" Çığlıklarımın eşlik ettiği ağlama nöbetim devam ederken artık ayakta duramayarak yere bıraktım kendimi, avuçlarımı yere vura vura, bağıra bağıra ağladım. Ne kadar ağladım bilmiyorum ama avuçlarım, boğazım, gözlerim açıyordu. Vücudumda hissettiğim kollar muhtemelen Tunanındı.

 

"Doktor çağırın!" Diye bağırdım.

 

"O ölmedi, doktor çağırın! " Tunadan ses çıkmıyordu, burada yüzü beyaz çarşafla örtülü kimseden ses çıkmıyordu.

 

"Doktor!" Diye bağırdığımda üzerimde hissettiğim kolları daha da sıkılaştı.

 

"Suayım, uyan!" Sıcak bir el hissettim yüzümde, sıçrayarak uyandım yattığım yerden. Rüyaymış her şey, sadece aptal bir rüya.

 

Yeni yeni açılan yaşlı gözlerim Oğuzu gördüğünde kendimi daha fazla tutamadan kollarımı boynuna sardım. Saatlerdir içim onu bir daha göremeyecek olmanın korkusuyla sarılıydı ve onu karşımda görmek büyük bir rahatlama getirisiydi.

 

Rüyamın aksindeki sıcak kolları sırtımı sardığında daha da emin oldum kendimden, gerçeklerden.

 

Ben başımı boynuna gömmüş kokusunu içime çekerek ağlarken o da sırtımı okşuyordu.

 

Tam bir aptaldım...

 

Tam bir aptaldım ki ona daha önce böyle sıkı sarılıp kokusunu içime çekmemiştim. Tam bir aptaldım ki onun tenime sinmiş, içime işlemiş olduğunu daha yeni anlıyordum. Gidişinin beni yıkacak olacağını, duygularımı, her şeyi daha yeni yeni kavrıyordum.

 

Bundan sonra her şey farklı olacaktı.

 

"Çok korktum." Boğuk sesim boynunda kayboldu.

 

"Şşt!" Saçlarımı okşadığında başımın açık olduğunu yeni yeni anlamıştım. Başıma kokulu, derin bir öpücük bıraktığında hiç istemediğim bir şey yapıp başımı boynundan çektim. Muhtemelen ağlamaktan kızarmış ve şişmiş olan gözlerimi onunkilere çevirdiğimde onunkilerin de benimkinden farksız oluşu biraz daha incitti ruhumu.

 

İki damla daha süzüldü yanaklarımdan ve iki elinin baş parmaklarıyla yok etti onları.

 

"Ağlama ne olur. " Sesi huzurla doldurdu içimi tekrardan. Olumlu anlamda kafamı salladım.

 

Ellerini iki yandan tutup kucağıma indirdim.

 

"Çok özledim." Çenem benden habersiz titrerken gözlerimin doluşu ve boğazımın ağrısı yanına eklendi.

 

Olduğu yerden kalkıp bana yaklaştığında bacaklarımdan ve sırtımdan kavrayıp beni kucağına alıp koltuğa oturdu. Kolları bedenimi sardığında başını da boynuma gömdüğünde huylandığımı hissediyordum ama onu o kadar özlemiştim ki razıydım.

 

"Bende." Diye mırıldandı sessizce ama duyabilmiştim.

 

Bende kollarımı sardım koca bedenine. Biraz böyle sessizce kaldıktan sonra sessizliğimizi bozdum.

 

"Ne dedi doktor, nasılsın? "

 

Başını boynumdan çekmeden önce derin bir soluk aldı ve minik bir öpücük bırakıp yüzüme çevirdi gözlerini.

 

"Daha bir şey belli değil, tetkik sonuçları birkaç güne çıkacak bir de ritim holter takacaklarmış kalbimde sıkıntı var mı, yok mu diye, stresten de kaynaklanabilir dedi." Kafamı anladım anlamında sallayıp ğöğsüne yaslayıp sarıldım ona sıkıca ve o da biraz daha sıkıca sardı bedenimi.

 

"Nasılsın peki?"

 

"İyiyim de..." Sesi göğsünü titreştiriyordu.

 

"Korktum seni öyle görünce. Korkuttum da." Başımı göğsünden kaldırdım.

 

"Hastaneyi birbirine katmışsın." Gülümsedi biraz. Hatırlayınca ben de gülümsedim. Aslında düşününce o an için pek de gülünecek bir şey değildi.

 

"Şimdiye kadar beni kendine bu kadar bağladığını, sana bu kadar alıştığımı fark etmemiştim." Diye mırıldandım. Gülümsemem yüzümden silinmiş sesim sonlara doğru kısılmış, mırıltıya dönmüştü.

 

Gözleri dudaklarıma kaydığında birbirimize yaklaştığımızı farkettim, benim gözlerim de tıpkı onun gözlerinin gezdiği yerlerde geziyordu. Nefeslerimiz birbirine çarptığında kapının vurulmasıyla irkilerek ondan uzaklaştığımda o da boğazını temizleyerek koltuğa geri yaslandı.

 

"Gelme!" Kapıya doğru gür sesiyle bağırdığında kucağından inip odada gezdirdim gözlerimi. Başıma örtecek şalımı arıyordum ki komodinin üzerinde şalımı alıp eğreti bir şekilde kafama sardım. Oğuz beni kontrol ettiğinde gözlerimi onu onaylar gibi kapatıp açtığımda koltuktan kalkıp kapıya ilerlerken ben de yatağa oturup geriye yaslandım.

 

Oğuz kapıyı açtığında ilk olarak Selma Teyzeyi gördüm ve peşinden de diğerlerini. Dünkü bağırışlarımdan sonra onlarla yüz yüze gelmekten utanıyordum açıkçası.

 

Selma Teyzenin ağlamaktan şişmiş gözleri beni bulduğunda onda da bir miktar çekingenlik olduğunu gördüm. Sanırım söylediklerim ona gerçekten dokunmuştu. İçeriye girenler arasında Özge de vardı. Herkes bir bir içeriye girdiğinde Oğuz kapıyı kapatıp onlarla birlikte yanıma yaklaştı.

 

Herkes etrafımda toplandığında Adnan amcanın sesi yayıldı hastane odasında.

 

"Nasıl oldun kızım?"

 

Olumlu anlamda kafamı salladım.

 

"İyiyim Allaha şükür." Stresten terleyen avuçlarımı yatağın örtüsüne sildim çaktırmadan. Herkesin geçmiş olsun dilekleri sızdı kulaklarıma.

 

Gözlerim Selma Teyze ve Adnan Amca arasında gidip geldi.

 

"Ben hepinizden özür dilerim." Boğazımı tazeleyip devam ettim.

 

"O an kendimi kaybettim, ne dediğimi bile-" Adnan Amca sözümü kesti aniden.

 

"Asıl biz özür dileriz kızım, sen haklıydın."

 

"Estağfurullah." Diye mırıldandım içime kaçan sesimle. Selma Teyze anaç bir şekilde gülümseyip daha da yaklaştı bana ve yatağın bir kenarına oturup ellerimi ellerinin arasına aldı.

 

Ben şaşkınca onu izlerken arkasını dönüp oradakilere hitaben konuştu.

 

"Biz çocuklarla konuşalım, bir müsade verin."

 

Özge anlamaz bakışlarını üzerime doğrulttuğunda gözlerimi onaylama anlamında yavaşça açıp kapattığımda ikna olarak kapıya doğru yöneldi.

 

Tuna çıkmadan önce alnıma kokulu bir öpücük bırakıp öyle kapıya yöneldi ve en son odada üç kişi kaldık.

 

Oğuz da tıpkı annesi gibi yatağın bir kenarına oturup merakla annesinin sözlerini işitmeyi bekledi.

 

"Çok özür diliyorum ikinizden de." Kadının sesinden gerçekten de üzgün olduğu anlaşıldığı yetmezmiş gibi gözleri de dolmuş, neredeyse ağlayacaktı.

 

"Büyük bir hata yaptık." Burnunu çekip gözünden akan yaşı silip devam etmeye zorladı kendini. Bakışları ikimiz arasında gidip geldi.

 

"Mahvettik ikinizi de, ama isterseniz daha fazla devam etmeyin, ikiniz de daha beter olmadan, daha da geç olmadan bitirin bu evliliği."

 

Başımdan aşağıya kaynar sular inerken setçe yutkundum. Yatağın sağ tarafındaki hareketlenmeyle Oğuzun ayaklandığını anladım.

 

"Böyle bir şey olmayacak anne!" Sesi yüksek çıkmıştı, biraz irkilsem de bozuntuya vermemeye çalıştım.

 

"Her şeye burnunuzu soktunuz ama bundan sonrasına karışmayın!" Selma Teyzenin gözleri daha da fazla dolduğunda oturduğu yerden kalktı.

 

Başını olumlu anlamda salladı.

 

"Haklısınız, siz bilirsiniz oğlum. Daha fazla karışmayacağız." Hız kesmeden kapıya yöneldi ve kapıyı yavaşça kapayıp odadan çıktı. Gözlerimi kırptığım an yanaklarımdan aşağıya sıcaklık indi.

 

Oğuz hızlı adımlarla önüme gelip annesinin oturduğu yere oturdu. Endişeli yüzü gözümün önüne geldiğinde hız kesmeden elleri yüzüme gidip gözümden akan yaşları temizledi sakince. Onun gözleri de yaşlıydı.

 

"Suay," dedi sorarca, başını hafif sola yatırdı, sesi o kadar naifti ki sormaya çekindiğini anladım. Söylemesine izin verir gibi baktığımda bunu anlayıp devam etti aynı çekingenlikle.

 

"Boşanmak istemezsin değil mi?" Gözleri mümkünmüş gibi biraz daha dolduğunda hızla başımı olumsuz anlamda salladığımda gözlerini sıkıca kapattı ve gözyaşları yanaklarından aşağıya yuvarlandı. Başımın arkasından nazikçe tutup beni kendine çektiğinde sonuna razı olup sıkıca sarıldım ona.

 

"Çok korktum seni kaybederim diye." Pürüzlü sesi kulağıma ulaştığında daha da sıkı sardım onu.

 

Kedimizi biraz daha toparlayana kadar kaldık böyle. İçimdeki hırçın dalgalar durulana kadar...

 

Kapı çalındığında Oğuz sıkıntılı bir nefes verip benden ayrıldı. Gözleri üzerimi kolacan ettiğinde kapıya doğru seslendi.

 

"Gel." Doktor ve hemşire içeriye girdiğinde Oğuz yataktan kalkıp biraz uzaklaştı.

 

Doktor durumum hakkında bilgi verdiğinde taburcu olma vaktim gelmişti. Ben taburcu işlerimi halledip Özgeye her şeyi anlatırken Oğuz da holter taktırmak ve taburcu işlerini halletmişti.

 

Herkes evlerine dağılmıştı, Tuna bizi eve bırakacaktı. Otoparka doğru yürüyorduk, Tuna bizim biraz önümüzde yürürken Oğuz ve ben yan yana yürüyorduk, ben onun koluna girmiştim.

 

Arabaya iyice yaklaşıp dibine geldiğimizde kolundan çıkıp arka koltuğa oturduğumda onun ön koltuğa oturacağını düşünmüştüm ama o da arka koltuğa, yanıma oturmuştu. Gülümseyerek ona baktığımda o da gülümseyip önüne döndü. Tuna arabayı çalıştırmıştı, ilerliyorduk.

 

Oğuzun hareketlerini izliyordum, ayakkabılarını çıkarttı. Bacaklarınını kırıp başını kucağıma koyduğunda yüzü bana bakıyordu. Sol elimi saçlarına geçirip sağ elimi de çenesi ve boynunun birleştiği yere koydum. Ben saçlarıyla oynarken o mayışmıştı ve gözleri kapanmıştı, gözlerim dudaklarındaki çok minik bir kıvrıklığa takıldı ve içimdeki o büyük isteği yerine getirip dudaklarına hızlı ve küçük bir öpücük kondurup geri çekildim.

 

Gözleri kocaman açıldı, gülümseyişi kocaman bir sırıtış oldu. Onun gülümseyişi de bana bulaştığında tekrar gözlerini kapattı ama dudaklarından sırıtışı silinmemişti. Çok geçmeden gözleri tekrar açıldı. Gülümseyerek beni izliyordu.

 

"Uyusana." Dedim tarak gibi yaptığım parmaklarımla saçlarını tararken.

 

"Uykum kaçtı." Diye mırıldandı, hala gülümsüyordu. Omuzlarımı silktim ve ona bakmayı kesip arkama yaslandım. Gerek arabanın sallanması, gerek yorgunluktan bir uyku bastırmıştı bedenime. Gözlerimi kapattım ve kısa bir uykuya bıraktım kendimi.

 

&

 

"Uyumayın lan artık, kalkın!" Tunanın sesi yetmezmiş gibi bir de korna çaldığında gözlerimi araladım. Evin önüne gelmiştik.

 

Oğuz da homurdanarak kucağımdan kalkıp dikleşti.

 

"Adam gibi uyandırsana!" Oğuz Tunanın kafasını dürttü sinirle.

 

"Kornaya basmak ne?"

 

Onlar didişirken ben de arabadan inmek için hazırlanıyordum.

 

"İki saattir uyuyorsunuz arabada, el insaf edip uyandırmadım ama baktım uyanacağınız yok..." Tuna ağzında bir şeyler gevelerken Oğuz ayakkabılarını giymişti ve kapıya yöneldi.

 

"Sağol Tuna." Tunanın gözleri dikiz aynasından beni buldu. Gözlerini içtenlikle açıp kapattığında arabadan indim ben de ve kapıyı yavaşça kapattım. Oğuzun yanına doğru geçerken Tuna arabanın camini indirdi ve bize hitaben konuştu.

 

"Bir şeye ihtiyacınız olursa arayın."

 

Olumlu anlamda kafamı salladım.

 

"Allaha emanet ol."

 

"Sizde." Gaza basıp uzaklaştı. Bizde içeride daha fazla beklemeyip içeriye girdik.

 

Aynı hizaya ilerliyorduk ki ben çantamda evin anahtarını arıyordum. En sonunda bulduğumda kapıya yaklaşmıştık.

 

"Aç mısın?"

 

"Çok değil." Diye mırıldandığında kapıya gelmiştik. Anahtarı kilite sokup çevirdiğimde kapı açılmıştı ve bizi karşılayan minik bedenle kalbimin eridiğini hissettim.

 

"Hulusiii!" İçeri girip ayakkabılarımı çıkartırken konuştum. Hemen miyavlayıp ayaklarıma sürtünmüştü.

 

Anahtarı çantama koyup çantamı da vestiyere astıktan sonra hulusiyi kucağıma alıp içeriye ilerledim.

 

"Sen çok yalnız kaldın burada." Bana cevap verir gibi uzunca miyavladı. Dayanamayıp onu bağrıma bastım. Küçük küçük kıpırtılar yaptığında gitmek istediğini anlayıp serbest bıraktım onu.

 

"Yorgun musun?" Oğuza yönelttiğim sorudan sonra ona döndüğümde gülümseyerek beni izlediğini gördüm.

 

"Hayır." Olumsuz anlamda kafasını sallıyordu ama yorgun olduğunu gözlerinden anlıyordum. Ben bile yorgundum.

 

"Üstümüzü değişelim, ben yemek yapayım, sen de biraz yat."

 

Gülümsemesi yüzünden silindi. Olumsuz anlamda kafasını sallayıp omuzlarını silkti.

 

"Canım sıkılır tek başıma." Gülümsemesi tekrar yerine gelmişti ki elimi elinin arasına hapsedip devam etti.

 

"Sen de gel." Karşımdaki çocuğu istemeden de olsa geri çevirmek zorundaydım.

 

"Ama yemek yapmam gerek."

 

"Ben aç değilim ki!" Dedi mızmızlanarak ve merdivenlere doğru çekti beni.

 

"Oturma odasında yatsan?" Bir çözüm önerisiyle gelmiştim ama o pek umurunda değildi, yukarıya çıkıyorduk.

 

"Oğuz?" Odamıza çoktan gelmiştik. Bir yandan şalımı çıkartırken bir yandan da onu ikna etmeye çalışıyordum.

 

"Hem televizyon izlersin canın sıkılmaz." Zar zor onu ikna ettiğimde dolaptan üzerimi değiştireceğim kıyafetler aldım ve banyoya ilerledim. İçeriye girince kapıyı arkamdan kapattım. Üzerimdekileri çıkartıp yerine beyaz bir tişört ve siyah, düz bir eşofman giydim.

 

Rahmimde regl olacağımı haber veren minik minik, bazen de ağrıtan kıpırtılar oluyordu ama eskisi gibi şiddetli değildi. Reglim biteli çok olmamıştı ama bu düzensizlik bana sürpriz değildi, bazen uzun zaman olmasa da bazen de kısa süre içerisinde olabiliyordum.

 

Çıkarttıklarımı kirliye atıp saçlarımı tepeden dağınık bir topuz yapıp ellerimi yıkayacaktım ki kapım çalındı.

 

"Gelebilir miyim?" Onu onaylandıktan sonra içeriye girdi ve benim kullandığım lavabonun yanındaki lavaboda ellerini yıkamaya koyuldu. Ben elimi kurulurken o hala ellerini duruluyordu.

 

Üzerinde siyah, bol bir tişört ve gri eşofman vardı. Ellerini yıkamayı bitirdiğinde göz göze gelmiştik, ben ona bakarken yakalanmıştım. Bu duruma karşı sadece onun gibi gülümseyip banyodan çıkacaktım ki beni yakalayıp kendine döndürdüğünde biraz şaşırmıştım ve kalbim de bu beklenilmezlik karşısında hızlanmıştı.

 

Ensemden nazikçe tutup beni kendine çektiğinde sıcak dudaklarını alnıma dayayıp derin bir öpücük bıraktı. İçim ona doğru akarken benden ayrılıp gözlerimin içine baktı ve iç çekti.

 

"Çok güzelsin," kalbim daha ne kadar hızlanabilirdi, daha ne kadar utanabilirdim, daha ne kadar mutlu olabilirdim bilmiyorum.

 

"İyi ki benim hatunumsun." Büyük kollarını sırtıma dolandığında ben de kollarımı ona doladım. Göğsüne bağlı cihazı hissedebiliyordum. Bir süre sonra ayrıldık ve banyodan çıktık.

 

Binlerce kez şükrettim Allahıma...

 

Zil sesi evde yankılandığında birbirimize kısa bir bakış attıktan sonra Oğuz kapıyı açmak için ilerledi. Ben ona göre daha yavaş ve geriden geliyordum. Merdiven başında kapının kapanmasını duyduktan sonra aşağıya indim.

 

Elinde poşetlerle mutfağa ilerliyordu.

 

"Kimmiş. Onlar ne?" Ona iyice yaklaşmıştım. Mutfağa girdik birlikte.

 

"Bizimkiler yemek göndermişler. " Elindeki poşetleri tezgaha bıraktı ve gülümseyen yüzüyle bana döndü.

 

"Artık yemek yapmana gerek yok." Elimi tutup salona ilerledi.

 

"Yatabiliriz." Onu zar zor durdurup kendime döndürdüm.

 

"Yemek yemeden olmaz, ben sofrayı kurayım sen de yukarıdan çarşaf yastık bir şeyler al yatağını hazırla. Yemek yedikten sonra yatarız."

 

Mızmızlanarak başını geriye doğru attı.

 

"Hadii." Ondan ayrılıp mutfağa gidecektim ki öylece orada duruyordu. Geriye dönüm yanağına hızlıca bir öpücük kondurup geriye çekildim.

 

Yüzünde hızlıca bir gülümseme yayıldı ve cilveli bakışlarını bana çevirdi. Ondan biraz daha uzaklaşıp mutfağa girerken konuştum.

 

"Hadii." Bu sefer dediğimi yapıp yerinden kıpırdamıştı. Ona bakmayı kesip işimle ilgilenmeye başladım. Poşetlerdekilerin hepsini çıkarttım. Çoğunlukla sulu yemekler vardı.

 

Ne Oğuz açtı ne de ben, güçten düşmemek için bir şeyler yememiz gerekiyordu bunu için sadece çorba içsek yeterdi. Diğer yemekleri dolaba atıp sadece çorbayı ocağa koydum. O sırada da Oğuz elinde çarşaf yastık ve pikeyle merdivenlerden inmişti.

 

Ona yardım etmek için yanına ilerledim. Koltuğu büyütmüş çarşafı sermeye çalışıyordu. Carşafın diğer ucundan tutup koltuğa örttükten sonra kenarlarına sıkıştırdık. Üzerine de yastık ve pikeyi attıktan sonra hazırdı.

 

"Sadece çorbayı ısıtıyorum, madem aç değilsin."

 

Olumlu anlamda kafasını salladı.

 

"İyi olur."

 

Onu orada bırakıp mutfağa ilerliyordum ama peşimden geliyordu. Mutfak dolaplarından iki tane kase alıp ısınan çorbayı kaselere dolduracaktım ki arkadan belime dolanan kollarıyla duraksadım. Yanağını başıma yasladığında elimdeki kaseyi bırakıp belimdeki kollarına götürdüm ellerimi. Birkaç saniye böyle soluklandık beraber. Yorgundum ama gerçek anlamda da kendimi bulup, mutlu olduğumu hissediyordum. Huzurlu geçen dakikalardayım.

 

Gözlerimi kapatmış anın huzurunu yaşarken boynuma değen dudaklarıyla huylandığımı hissettim. Aynı karnımda oluşan kıpırtılar da boynumda oluşmuştu. Benden izinsiz kıvrılan dudaklarıma aldırış etmeden sağ elimi ensesine götürdüm.

 

"Teşekkür ederim." Elimi ensesinden çekip ona doğru döndüm yavaşça, belimdeki elleri milim kıpırdamazken. Kollarımı beline sarıp çenemi göğsüne yaslayıp gözlerine diktim gözlerimi. İkimizin yüzünde de huzurlu bir gülümseme vardı.

 

"Ben teşekkür ederim." Dedim.

 

Çenemi göğsünden çekip başımı göğsüne yasladığımda kalp atışlarının hızlılığı bir kez daha mutluluğumun içime sığmamasına neden olmuştu.

 

Birkaç miyavlama sesi ve ayağıma sürünen minik bedenle istemeden de olsa ayrıldık birbirimizde.

 

"Acıktın mı canım?" Hulusiyi sözlü olarak severken değişik hallere girip kendini sevdiriyordu.

 

"Hulusiye mama verir misin?" Beni ikiletmeden Hulusiyle ilgilenmeye gittiğinde çorbaları kaseye koyup masaya koydum. O da işini hallettiğinde masaya oturduk beraber. Hiç istemesek de çorbaları bitirdik ve masayı toplayıp oturma odasına geçtik beraber. Ya da şimdilik yatak odası.

 

Ben televizyonu açarken o hemen gidip yatağa girmişti. Televizyonun her şeyini ayarladıktan sonra yanına ilerledim. Başını dirseğini kırdığı kolunun üzerine yaslamış, yüzünde minnoş bir gülümseme vardı, eliyle pikeyi kaldırıp yanına gelmem için yer ayarlamıştı. Hava yavaş yavaş kararsa da onu gayet net görüyordum. Pikenin altına girip ona sokukduktan televizyona döndüm.

 

"Ne izleyelim?" Dediğimde kumandanın tuşlarına basıp film uygulamasına giriş yapıyordum.

 

Ondan bir ses gelmeyince başımı ona doğru çevirdim. Yüzünde silinmeyen o gülüşüyle beni izliyordu. İstemeden benim de yüzümde bir gülümseme oluşmuştu ama onun yanına hediye de minik bir utanç.

 

Boşta kalan eliyle saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı.

 

"Sana var ya..." Duraksadı, derin bir nefes alıp bıraktı

 

"İçim gidiyor." İçime akan ılıklıkları ve utanma duygumu bir kenara bırakıp hızlı ve minik bir öpücük bıraktım yanağına.

 

Sırıtışı büyürken elini kaldırıp yanağına koydu bir süre.

 

"Ben bu gidişle kalp hastası çıkacağım."

 

"Ne?" Ağzımdan şaşkınlıkla çıkan şeyle kaşlarımı çatık ona baktım.

 

"Kalbim öyle hızlanıyor ki sana bakarken bile." Sanki yüksekten bırakılan bir kalbim vardı şu an.

 

"Doktor kalp hastası sanacak beni. " Eliyle göğsüne bağlı cihazı gösterince büyük bir aydınlanma yaşayarak biraz uzaklaştım ondan.

 

"Doğru, ben onu tamamen unuttum." Yüzünde bir somurtkanlıkla beni belimden tutup kendine çekti.

 

"Nereye öyle, uzaklaşmak falan yok!"

 

"Sonuçlar yanlış çıkar Oğuz, olmaz böyle." Uzaklaşmaya yeltendiğimde buna izin vermedi.

 

"Ben doktora açıklarım." Gözlerim aniden büyüyüp eski halini aldı.

 

"Ne diyeceksin doktora Allah aşkına." Sonlara doğru gülmeye başlamıştım.

 

"Karımı görünce böyle oluyor diyeceğim." Dedi sırıtarak.

 

"Saçmalama." Dediğimde omuzlarını silkti.

 

Ondan biraz daha uzaklaştım, yine beni kendine cekecekti ki gözlerimle onu vazgeçirdim. Biraz triplenerek kendini geri çektiğinde televizyonla ilgilendim. Birkaç dakikanın sonunda beraber bir film seçmiştik ve onun da sahte tribi bitmişti.

 

Seçtiğimiz film aksiyon filmiydi, ben filmi izlerken çok heyecanlı izlesem de Oğuz pek benim gibi tepkiler vermiyor, daha çok benim tepkilerime gülüyordu.

 

"Çok saçma, o adam niye öldü ki şimdi?!" Hiddetlenerek konuştuğumda sol tarafımdan gelen gülme sesiyle ona çevirdim bakışlarımı.

 

Gülmesi bittiğinde bana çevirdi bakışlarını. Onun gülüşüyle de bana bir gülümseme hediye edildi, çok güzel gülüyordu be!

 

Tıpkı benim yaptığım gibi yüzümde gezindi gözleri ve gülüşü biraz yumuşadı.

 

"Çok seviyorum seni." Kelimeleri kalbimi alan dolan ederken ağlayacak kadar mutlu hissediyordum ama ağlamaya hiç niyetim yoktu. Beklemediğim bir anda gelen itirafı beni uçururken beni seviyor olması inanılmaz geliyordu bana.

 

Onun sevgisini istiyordum ve artık istediğim olmuştu, beni seviyordu!

 

Dudaklarıma kaydı gozleri, bir iç çekiş geçti dudaklarından ve benim de gözüm onunkilere kaydığında mırıldandım.

 

"Bende." Dayanamayıp yaklaştığında dudakları nihayet benimkileri değmişti. Hafif, nazik öpüşlerine karşılık vermeye başladığımda sağ elimi boynuna götürdüm. Bana daha da yaklaşıp üstümde yerini aldığında öpüşleri sertleşmişti. Elimin altında sert nabzını hissedebiliyordum. Adeta boynunu dövüyordu.

 

Ellerimi aşağıya kaydırıp tişörtünü çıkartmaya yeltendiğimde parmaklarımın elektrot kablolarına dolanmasıyla durdurdum kendimi.

 

Onu istiyor muydum? Şüphesiz! Onun olmak, onun benim olması, her şeyiyle! Ama maalesef ki zamanı değildi, durmalıydık.

 

Soluklanmak için dudaklarını benden ayırdığında nefes nefese konuştum. Gözleri gözlerimdeydi.

 

"Duralım." Gözlerinden geçen hayal kırıklığıyla çok geçmeden nefeslenip devam ettim.

 

"Yoksa gerçekten kalp krizi sanacaklar." Yüzümde bir sırıtış oluştuğunda durmamın nedenini anlamış olacak ki gözlerindeki korku kayboldu.

 

Dizlerini iki yanıma yaslayıp dizleri üzerine kalktı. Elleri tişörtünü buldu ve hızla çıkartıp fırlattı kenara.

 

"Çıkartacağım bunları." Elleri elektrotlara gittiğinde telaşla durdurdum onu.

 

"Saçmalama Oğuz." Ellerini tutup kendime çektim.

 

"Sakın! Bekleyeceğiz biraz." Dedim cilveyle. Bu onu daha da delirtti ki mızmızlanarak geriye attı başını.

 

Onu daha da kuvvetli çekip göğsüme yatırdığımda pürüzlü sesiyle mırıldandı.

 

"Beni deli ediyorsun!" Güçlü bir kahkaha attığımda başını kaldırıp memnun olmayan suratıyla süzdü beni ve dudaklarıma uzun bir öpücük bırakıp kalktı.

 

Evveett, böyle de kötü başlayıp güzel bitiriyoruz didhdgsgsg.

 

 

Bölüm : 12.05.2025 16:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...