
25. Bölüm: Lahmacun
Doktor konuşmaya başladığında yaslandığım koltuktan diklenerek onu daha da bir stresli şekilde dinlemeye başladım.
"MR sonuçlarınız çıkmış." Gözlerini Oğuzdan çekip kısa bir süreliğine bana yöneltti ve tekrar Oğuza döndü.
İçimde sonunun gelmesini beklediğim stresle sabırsızca dinlemeye çalışıyordum.
"Sonuçları inceledim, çok şükür ki herhangi bir sorun görünmüyor." Boğazıma takılı kalan nefesimi büyük bir rahatlıkla dışarıya verdim. Çok şükür ki bir şey çıkmamıştı.
"Kalbinizde de herhangi bir sorunun çıkacağını düşünmüyorum." Dedi ve dirseklerini masaya koyup ellerini birbirine kenetleyip devam etti.
"Eğer sonuçlarınız temiz çıkarsa sorunlarınızın temelinde yatan sebebin psikolojik bir neden olduğu kanaatindeyim." Gözlerim Oğuza kaydığında gergince yerinde kıpırdandığını gördüm ve doktorun bu sözlerinden sonrasını pek de dinlemiyor gibi davranıyor, umurunda değilmiş gibiydi sanki.
"İsterseniz sizi bir psikiyatriste yönlendirebilirim. "
Oğuz aniden ayaklandığında bakışlarım tekrar onu buldu.
"Sağolun, sonuçlar çıktığında haber verirsiniz."
Doktora kusura bakmayın bakışları atıp Oğuzun peşinden ben de dışarıya çıktım. Biraz ileride durdu ve elini arkaya uzatıp tutmamı istedi. Elimi eline kenetleyip koluna sarıldım.
"Oğuz." Psikiyatri konusunu konuşmak istiyordum.
"Bu konuşmayı ertelesek ve şimdi güzel bir gün geçirmeye odaklansak olmaz mı?" Canı sıkkın çıkan sesiyle bir solukta söylediği cümleyi ilk önce kafamla onayladım.
"Peki." Başını eğip alnıma kokulu bir öpücük bırakıp ilerlemeye başladığında ben de mecburen peşinden gittim.
Dediğini yapıp konuşmayı erteleyecektim ve birlikte güzel bir gün geçirmeye çalışacaktık.
&
Arabaya binip kemerlerimizi başladığımızda arabayı çalıştırırken deminkine göre toparlanmış olan sesimle konuştum.
"Ee, ne yapıyoruz şimdi, nereye gidiyoruz?"
Boğazını tazeleyip arabayı otoparktan çıkartırken konuştu.
"İlk alışveriş merkezine gidelim, alışveriş yapar, sinemaya gideriz sonrasına bakarız."
Hiçbir şey söylemeden önüme döndüm ve sessizce akan yolu seyretmeye daldım.
Birkaç dakika sonra alışveriş merkezine giriş yapmıştık.
Elim yine onun elleri arasında kenetliyken yürüyen merdivenlere ilerleyip otoparktan çıkıp, güvenlikten de geçtikten sonra nihayet gerçek alışveriş merkezine giriş yapabildik.
"İlk nereye girmek istersin."
Aniden karnımda bir açlık hissettim.
"Galiba yemek yemeye gitmek istiyorum." Dedim büyük bir ciddiyetle. Bendeki ciddiyet onda pek yerini bulamazken gülümsedi ve beni belimden tutarak kendine çekip başıma minik bir öpücük kondurdu.
"Gidelim bakalım karımı doyurmaya." Yüzümde sessizce açılan gülümsemeyle yürümeye devam ettim.
Çok geçmeden yemek yerine gelmiştik, canım aşırı derecede lahmacun çekmişti.
"Lahmacuunn." Dedim bir anda kendimi tutamayarak. Yanımda erkeksi gülüşünü duyduğumda kısık gözlerimi ona kaldırıp baktığımda bir kez daha gördüm ne kadar güzel güldüğünü. Bir iç çekiş geçirdiğimde fark etmiş olacak ki tebessümü sırıtmaya dönüşünce vücuduma bir farkındalık yayıldı. O kadar insan, yani kadın, içerisinde bu kadar güzel gülünür müydü.
Önüme döndüğüm sıra kızlardan birinin Oğuzu süzdüğünü, bakışlarını değdirdiğini görmemle tekrar ona döndüm.
Elimle aniden ağzını kapattım, kaşlarım istemsizce çatılmıştı.
"Sana dışarıda gülmeyi yasaklıyorum." Kaşları anlamazca hafiften çatıldı ama hala gülmeye devam ediyor oluşu anlaşılıyordu.
"Zaten normalde de yakışıklısın gülünce daha fena, başıma bela mı açacaksın? Yolayım mı sana bakan kızları, oyayım mı gözlerini?!"
Ağzının üzerinde olan avucuma bir öpücük bıraktığında eridiğimi, sıvılaştığımı hissederken elimi ağzından çektim.
Sana içim gidiyor aslanım, sen de farkediyorsun bunu.
"Vallaha bana fark etmez, yolabilirsin. Bana hava hoş." Dediğinde kaşlarımı çattım ve onu bırakıp önden ilerleyip lahmacun almak için sıraya geçtim. Ona baktığımda geriden sırıtarak geliyordu. Hiç düşünmeden dilimi çıkartıp başka kimse fark etmeden hemen geri soktum.
Kaşları havalanırken yüzünde çarpık bir gülümseme yayıldı. Sıraya yanıma geldiğinde kulağıma eğildi.
"Kocaya dil çıkarmak hı? Eve gidelim fena yapacağım seni." O çarpık gülümseme bende de oluştu. Bende onun gibi fısıldadım.
"Dikkat et de asıl sen fena olma."
Ellerini hafifçe iki yanına açtı, omuzlarını silkti.
"Ben razıyım." Şaşkın bakışlarımla ona döndüm. Bir anda kolumu kavradı.
"Hadi eve gidelim." Gözlerim adında büyürken boşta kalan elimle eline vurdum.
"Pis, sapık koca." Sırıtması büyürken yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
"Sapıksam da karıma sapığım." Aklıma dolan düşüncelerle sinirlendim istemsizce.
"Hele bir de başkasına ol, cenaze namazını kaldırırım." Onu kıskanmam ona büyük zevk veriyordu ama gerçekten sinirlendiğimi anladığı için de kolunu omzuma atıp beni kendine çekti.
"Bu gözler sadece senin için. Eğer senden başkasını görürseler, o gün kör olsunlar."
İçime ekilen güven ve sevgi tohumları yeşermişti ama o yetmezmiş gibi biraz daha ekeliyordu her sözünde, gülüşünde, öpüşünde, sarılırşında, temasında. Büyük konuşmuştu ve kalbimi de almıştı tabii. Kollarımı ona sardım ve çok sürmeden ondan ayrıldım.
"Kaç tane yersin?" Açlık durumumu ve canımın çok çektiğini düşünerek 4 sayısında karar kıldım.
"3-4 tane yerim gibi." Kafasını salladı belli belirsiz.
Sıranın bize gelmesiyle sipariş işini Oğuza bıraktım.
"9 tane büyük boy lahmacun ve içecek olarak da 2 büyük boy ayran." Ayranı onaylayip onaylamadığıma bakmak istediğinde gözlerimi kapatım açarak onayladığımı belirttim. Fişimizi ve siparişin hazırlandığını haber veren alarmı alıp boş bir masaya geçip oturduk.
Bir anda aklıma gelen çocukluk anımla gülümsedim, nadir de olsa gülümseyebileceğim anılarım vardı, Tuna ve ailesi sayesinde.
"Hatırlıyor musun, eskiden fındıklı çikolata kremasını diş macunu tüpüne benzer bir ambalajda satarlardı." Gözlerini benden ayırmadan herhangi bir şeyle muhatap olmadan beni dikkatle dinliyordu, kendimi önemli hissetmemi sağlıyordu.
Olumlu anlamda kafasını salladığında devam ettim.
"İste ben onu eskiden lahmacun sanardım." Yüzünde masum bir gülümseme yayıldığında devam ettim.
"Hatta bir gün Tunaya canım lahmacun çekti dediğimde Pelin Teyzeye söyleyip gerçek lahmacun alarak bana sürpriz yaptıklarında "Bu lahmacun değil" diyerek ağlamıştım. Çocuk aklı işte, bana göre olan lahmacunu tarif ettiğimde anlamışlardır neyi tarif ettiğimi, zar zor ikna etmişlerdi beni aldıklarının lahmacun olduğuna."
Kolunu masaya dayayıp, başını da eline yasladı.
"Hatırlıyorum desem..." Anlamazca kaşlarımı çattım.
"Ne?!" Güzel dudakları yine yukarı kıvrıldı.
"Sana "Sana göre olan lahmacunu" getiren çocuğu hatırlamıyor musun?" Dediğinde büyük bir aydınlanma geçti içimden. O söyleyince anılar yavaş yavaş yerine oturdu.
Tunadan biraz daha büyük bir çocuk hatırladım, sarışın... Ben benim lahmacunumu ağlayarak anlatırken bir anda koşarak mutfağa gitmiş ve elinde tüplü çikolatayla gelmişti.
"Bundan mı bahsediyorsun?" Heyecanla elindeki çikolatayı, yani lahmacunu, alıp ona sarılmıştım.
"Ya, o sendiinn!"
Dişlerini göstererek gülerken kafasını sallıyordu. Kim bilir onunla birlikte başka anılarım da olmuştu ama ben hatırlamıyordum.
"Beni hatırlıyor musun?"
"Az biraz." Dediğinde masaya koyduğum koluma başımı yasladım.
"Anlatsana."
Omuzlarını silktiğinde kaşlarımı çatarak başımı elimden ayırdım.
"Hadii!" Israrıma karşı koymayacağını anlayınca onu dinlemeye hazırlandım.
"Sürekli Tunanın yanında olmana sinir olurdum, sürekli onunla oynamak istemene." Yüzümü buruşturduğumda dudaklarım büzüldü istemsizce, gözleri dudaklarıma kaydığında toparladım kendimi.
"Niyeymiş o?!" Elini tıpkı benim gibi masaya koydu ve yüzünü eline yasladı, diğer eliyle de masadaki alarmla oynuyordu.
"Çünkü sadece Tunayla oynuyordun, bende oynamak istiyordum ama sen benimle oynamak istemiyordun."
Ulan velete bak sen. Taş gibi çocukla oyun oynamak isteme! Bazen mal mal hareketlerim oluyordu.
Üzülmüş gibi durduğunda açıklamaya geçtim.
"Seninle alakası yoktu ki, ben pek sosyal bir çocuk değildim, çekinirdim hep."
Kafasını hafif hafif salladığında burnundan bir gülüş çıktı ve yüzündeki minik tebessümle başını kaldırdı.
"Bana sarıldığın o gün ilk defa bana yakın davranmıştın, oyun da oynamıştık ama Tunalar taşındıkları için seni bir daha görememiştim." Yüzünde minnoş bir gülümseme vardı, içim eriyordu şu ann.
"Veletlik aşkın falan mıyım yoksaa?" Dedim saçlarımı savuruyormuş gibi yaparak. Tekrar burnundan bir gülüş çıktı ve iki eliyle de alarmla oynamaya başladı. Utanmış mıydı? Gözüme bayağı bir tatlı görünmüştü, kalkıp yanaklarını sıkmak istedim.
"Olabilir."
İçim eriyip, paçalarımdan akacak gibi oldu.
"Yaaa, ben seni yeriimm. "İstemsizce dudaklarımı büzdüğümde gözleri dudaklarıma kaydı, haylaz sırıtışı yerini aldığında hemen moduna girmişti.
"Yesene."
Sözümü geri alıyorum, Oğuz ve utanmak, hah!
Onu umutlandırmak ve delirtip yapmamak şartıyla istifimi bozmadan sırıttım onun gibi.
"Eve gidince." Böyle bir geri dönüş alacağını düşünmemiş olacak ki gözleri kocaman açılmıştı ve boğazından kocaman bir yutkunma geçtiğini gördüm.
Bir anda elimi kavrayıp ayaklandığında şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı.
"Hadi gidelim." Bu sefer benim gözlerim kocaman açılmıştı. Onu sertçe geri çekmeye çalıştım.
"Saçmalama!" Yavru köpek bakışlarına geçiş yapınca gerçekten umutlandığını gördüğümde biraz üzülmüştüm. Gözlerimi otur diye işaret yaptığımda küçük bir çocuk gibi yerine oturduğunda elimi bıraktı. Yüzünde istediği olmayan bir çocuğun yüz ifadesi vardı ama çok geçmeden o ifade silindi ama yine de memnuniyetsizce duruyordu. Başını sağ tarafa çevirmiş göz kontağından kaçıyordu.
Elimi masadaki eline götürdüm, yüzüme minnoş olduğunu düşündüğüm bir gülümseme koydum. Başını çevirmeden gözlerini çevirdi gözlerime.
"Seninle dışarıda güzel vakit geçirmek istiyorum Oğuz, lütfen küsme bana."
Gülümsemeye başladığında kafasını da çevirdi ve elinin üzerinde olan elimi öpüp başparmağıyla okşayıp masaya geri koydu ellerimizi. İçimi ısıtan gülümsemeyle seyrediyordum onu.
"Küsmedim zaten, erkek adam küsmez." Çok bilmişlik söylediklerine göz devirerek güldüm ve masadaki alarmı elime aldım. Aklıma Özgeyle oynadığımız oyun geldi.
"Hadi oyun oynayalım." Kaşlarını soru sarar gibi hafifçe çatık eski haline getirdi.
"Alarmı masanın üzerinde birbirimize ittireceğiz ve kimde çalarsa hesabı o ödeyecek." Tek kaşı havalandığında itiraz istemeyerek elimi ona doğrulttum itiraz etmemesi gerektiğini anlayıp sustu.
Alarmı masaya sürerek ona itelediğimde kocaman elleriyle alarmı kavradığında geri bana atmasını bekledim ama atmamıştı. Hain planıyla yüzümü astım. Gözlerim yüzünü bulduğunda genişçe sırıtıyordu.
"Ama yaa, atsana!" Omuzlarını silktiğinde hala gülüyordu. Yasaklamış olduğum halde! Çık çık çık! Akıllanmayacak bu çocuk adam!
"Sana ben dışarıda böyle güzel gülme demedim mi?!" Dedim gözlerimi kısarak. Umursamadığında çantamı koluma takıp masadan kalkaacakken telaşla durdurdu beni.
"Tamam, tamam. Gülmüyorum." Blöfüm işe yaramıştı! Gülümsemesini zar zor bastırmasıyla güldüm, şakaydı! Ama şaka yaptığımı bilmesine gerek yoktu. Az da olsa gerçeklik payı olan o şakayı.
"Oyunun kuralını değiştiriyorum. " dedin yerime otururken.
"Alarm kimde kalırsa hesabı diğeri ödeyecek." Gözlerini sinsice kısınca elindeki alarmı masadan sürükleyerek bana gönderdiği, ben de ona geri iade ettim.
Yaklaşık 5 dakikanın sonunda alarm onda çaldığında hesabı ödeyecek olmak ilk defa bu kadar mutlu etmişti beni, sebebi bilinmez. O ise gerçek anlamda erkeklik gururuna yediremeyip hesabı ödemek için benden rica etmişti ama inadım inattı.
4. Lahmacunu yerken çeyreğini yiyebilmiştim ki fazlasıyla doyduğum için devam edemiyordum.
"Ben çok doydum, ziyan olacak şimdi bu." Elimdeki lahmacunu gösterdim. Yüzünde vatan gülüşü, elinde lahmacunla cevapladı beni.
"Aslanın, yiğidin, kocacığın varken hiç yemek ziyan olur mu?" Söylediklerine gülerken lahmacunu tepsiye bıraktım ve ellerimi ıslak mendille silmeye başladım.
"Aslan yiğit kocam benim. " Dedim dolu dolu ve yüzündeki vatan gülüşü büyüdü.
"Öyleyim." Ben kıkırdayarak gülerken o elindekini bitirip benimkini aldı ve hiç tiksinmeden yemeye başladı. Hoşuma gitmişti bu.
Bir iki dakika sonra yemekler tamamen bitmişti ve ellerimizi yıkamak için lavaboya ilerlemiştik. Ellerimi yıkayıp şalımı da düzelttikten sonra tuvaletten çıktım. Biraz ötede Oğuzun beni bekliyor olduğunu görünce adımlarımı hızlandırdım, yüzümde istemeden bir gülümseme yayılmıştı bile. Onunlayken istemsizce mutlu oluyordum, aşk da buydu galiba.
Yanına tamen ulaştığımda elini tutmam için uzattı. Parmaklarımı parmaklarına geçirdiğimden başıma bir öpücük kondurduğunda ilerlemeye başladık.
"Nereye gidiyoruz?"
"Sen nereye istersen oraya." Omuzlarımı silktim.
"Bilmem ki." Aklıma düşen ani fikirle aydınlandım.
"Oyun alanına gidelim mi?" Hevesle çıkan sesim sanki eski, küçük Suayın sesiydi. O küçük Suay küçük Oğuzla oynayamadığı oyunları oynamak istiyordu.
"Gidelim." Dedi ve oyun alanına ilerledik.
İçerideki çocuklar arasında fazlasıyla sırıtıyorduk, ya gençler vardı ya çocuklar ya da çocuğunu getiren ebeveynler. Belki ileride biz de getirirdik çocuğumuzu. Hayali bile güzeldi. Ondan ve benden bir parça... ommeyygaatt çok güzel olurduuu.
Girişteki boks torbasının etrafında mini bir kalabalık vardı, yaş ortalaması 15 17 yaş çocuklar ağırlıktaydı, bizim yaşlarımızda olduğunu düşündüğüm iki adamın vuruşlarını seyrediyorlar, sıra da bekliyor olabilirlerdi.
Oğuz durduğunda ben de onunla birlikte durdum. O da mı vuracaktı? Kafamı kaldırıp ona baktığımda onları izlediğini gördüm. Beyaz tişörtlü olan yumruğunu kısa gelgitler yaparak en iyi vuruşunu ayarlayıp makineye abandığında makine büyük bir gürültüyle sallandı ve skor tablosundaki sayılar hızla artmaya başladı,ve yüksek bir sayıda durdu. Sanırım etraftakilerin söylediklerine göre rekor kırmıştı. Kaşlarım havalandığında başımı takdir eder gibi salladım. Büyük ihtimalle sporcuydu, fiziği yerindeydi çünkü. Yanındaki siyah tişörtlü arkadaşıyla ellerini tokuşturdu.
Oğuza döndüğümde kısık bakışlarını gördüm, kollarını sıvıyormuş gibi yaptı ve kulağıma eğildi.
"Kocan rekoru kırsın da gör." Yüzündeki gülümseme bana da bulaştı.
Öne atılıp makine yaklaştı cüzdanındaki bozukluk çıkartıp birazını cebine attı ve birazını makineye attıktan sonra cüzdanını bana uzattı. Cüzdanı alıp çantama koydum ve fermuarı iyice kapattıktan sonra ona odaklandım.
Tıpkı diğerleri gibi küçük git gel hareketleri yaptı ve sonunda büyük bir gümbürtüyle makineyi sallandırdı. Onu ilk defa bir şeye yumruk atarken görmüştüm, yumruk atışına bakılırsa spor geçmişi var gibiydi. Zaten vücudu gayet yapılıydı ama ben dövüş sporlarından bahsediyordum.
Skor sayıları hızla değişti ve rekora az kala durdu. Yanıma gelip yanağımdan makas aldı.
"Daha ısınmalardayız." Oğuzdan sonra siyah tişörtlü olan adam da yumruk sallamış ve rekor olamadan sayılar durmuştu. Oğuz tekrar oraya gitmeden önce bana doğru eğildi.
"Kocana bir motivasyon öpücüğü vermeyecek misin?"
"Herkesin içinde mi?" Dedim şaşırarak. Omuzlarını silkip hızlıca yanağıma bir öpücük bırakıp makineye ilerledi. Ben elim yanağımda sırıtırken o çoktan makineyi hazırlamıştı. Pozisyonunu aldı ve git gellerin sonunda yine sağlam bir yumruktan sonra makine sallanarak sayıları değiştirmeye başladı. Rekor sayısına yaklaşınca yavaşlamaya başladığında sanırım yine olmayacak diye düşünürken çoktan geçmişti bile. Ellerimi çocukça bir hevesle çırparken hemen gelip bana sarıldı ve başımı öptü.
Benden ayrıldığında beyazlı tişörtlü konuştu.
"Tebrik ederim kardeşim." Sanki büyük bir turnuvanın kazananıymış gibi tebrikler alıyordu. Beyaz tişortlü elini kaldırdı ve Oğuzla el tokuşturup diğer ellerini de sırtlarına iki kez vurup ayrıldılar.
Oğuz bana dönüp elini bir anlamında kaldırdı.
"Son bir kez daha." Dediğinde anlayışla gülümseyip onu onayladım.
Havadan bana bir öpücük attığında onu ona geri iade ettiğimde sırıtışı büyüdü.
Makineyi yine hazır hale getirdiğinde makineden uzaklaştı. Ne yapmaya çalıştığını pek anlamadım.
"Gençler, biraz açılın." Etraftaki birkaç çocuk biraz geriye çekildi. Kendine daha geniş bir alan açtığında sol bacağını öne attı, pantolonunun küçük küçük yukarıya doğru çekiştirdiğinde tekme atacağını anlamıştım, şov yapmaya başlamıştı yani. Pantolonu yırtılırsa ağlaya ağlaya gülerdim.
Çevik hareketlerle 2 kez dönüş yaptıktan sonra ayağı makineyle buluşmuştu. Makine diğer bütün vuruşlardan daha da fazla gürültü ve sarsıntıyla sayılar göstermeye başladı. Sayılar hızla değişiyordu, kendi kırdığı rekoru da geçti, etraf bir anda gürültülenmişti ve bir anda sayılar yerini harflere bırakmıştı. Skor tablosunda EROR yazıyordu. Ağzım açık kalmıştı ki etrafta alkışlar ve gülüşler kopuyordu. Oğuz yüzündeki başarmışlığın verdiği özgüvenle gülümsüyordu. Kollarını açtığında ona ilerledim ve kocaman sarıldım.
Sarılmamız çok sürmezken çocuklardan birinden bir ses yükseldi.
"Yengeden öpücüğü alınca şov yaptı tabii." Etraf kahkahaya boğulurken ben kızarmıştım. Oğuz gülerek çocuğun ensesinden tutup hafifçe sarstı.
"Aslanım." Çocuğun sırtına vurup bıraktı ve içeriye doğru ilerlemeye başladık.
Konuyu değiştirmek asıl amacım olsa da merak ettiğim soruyu sordum.
"Sporcu olduğunu bilmiyordum, neden söylemedin?" Durduk yere ben zamanında spor yaptım diyemezdi ya, neeyysee.
"Nasıl söyleyebilirdim sence Suay, durduk yere gelip sana "ben vakti zatında savunma sporları ile bir münasebete girdim" mi diyecektim?" Dedi gülerek.
"Ayrıca yapıyoruz biz de bir şeyler yani." Dedi tüm mütevazılığıyla! Ve saçlarını tarak yaptığı eliyle taradı.
Bir şımarıklık vardı üzerinde, küçük bir çocuk gibi davranıyordu. Ben yerim bu çocuğu, ama eve gidince.
İleride minik basket potaları ve basket topları olan yere doğru ilerledik. Birbirimize karşı minik bir yarışma yaptığımızda beni nizami! atışlarım sayesinde Oğuz kazanmıştı, içeride biraz oyalandıktan sonra oradan da çıkmıştık.
Lahmacun olayı gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmıştır bu arada dhshsgsg.
Nasıldı bölümm? ;)
Üzüleceğinizi biliyorum ama yine de söyleyeceğim, final yaklaşıyor.
Bir anda final başlığıyla bakışmayın diye önceden haber veriyorum.
Ama üzülmeyin aklımda birkaç tane daha kitap konusu var, hangisinden başlasam bilemiyorum. Belki birlikte seçeriz :)
Şimdilik hoşçakalın, Allaha emanet olun <3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 68.1k Okunma |
5.88k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |