
26. Bölüm: Ebebek
Bir giyim mağazasına girdiğimizde reyonlarda gezdirdim gözlerimi hızlıca. Günlük giyimden çok şık parçalar fazlalıklardı. Bunun nedeni sanırım yazın gelmesiyle artan düğünler ve olan mezuniyetlerdi. Aklıma dolan düşünceyle Oğuza döndüm.
"Sen ne zaman mezun olacaksın?" Hiç sorgulamadan cevapladı beni.
"Bu sene." Gözlerimi devirdim istemeden.
"Hadi canım!" Yüzünde yamuk bir gülüş yer etti.
"Mezuniyetinizi diyorum." Omuzlarını silkti.
"Bu cuma, ama gitmeyeceğim."
2 gün vardı, omuzlarım düştü bir anda, onun mezuniyetini görmek istiyordum. Kaç kere kocamın mezun olduğunu görebilirdim ki?
"Ama ben senin mezuniyetini görmek istiyorum." Çizmeli kedi bakışlarımı ona gönderdiğimde daha da etkili olması için kollarımı beline sardım ve çenemi göğsüne yasladım.
"Lütfen." E yi iyice uzattığımda derin bir nefes alıp iç çekti. Parmak uçlarımda yükselip çenesine bir öpücük kondurdum. Yüzü iyice yumuşamıştı.
"Hayır da diyemiyorum ki!" Kendi kendine söylendi, gülümsedim.
"Birlikte gidelim, lütfeenn. " Elleri yüzümü bulduğunda yüzünü yüzüme yaklaştırdı, gözlerim iyice büyürken neyse ki dudaklarımı es geçip burnumun ucunu öpecekti onu biraz daha delirtmek ve ortamın uygunsuzluğundan kaynaklı kendimi geri çektim.
"Ayıp ayıp, herkesin içinde."
Kaşları hayretle havalandı.
"Sen yap yap, bize gelince ayıp anasını satayım." Muzipçe gülümseyip havadan bir öpücük attım ona, daha da deliriyordu her seferinde.
Elini omzuma atıp beni kendime çekti ve başıma öpücük kondurup kulağıma fısıldadı.
"Biz bir eve gidelim, fena yapacağım seni!" Onun görmeyeceği bir zamanda "he he, yaparsın" mimiklerimi takındım. Asıl kendisi fena olacaktı haberi yok! İçimden cadı kahkahaları atıyordum.
"Hadi hadi, bir şeyler bakalım." İlk önce erkek reyonundan olduğumuz için onun için ava çıkmıştı gözlerim.
Omzundan sarkan elinin parmaklarına kenetledim ellerimi. Birlikte ilerlemeye başladık.
Birkaç dakika dolandığımızda gözüme çarpan her şey neredeyse aynıydı. Erkekler için giyinmek ne kadar da kolaydı cidden!
Gözüme çarpan düz, bir ceketi elime aldım ve onun kolundan kurtulup ona döndüm yüzümü, elimdeki lacivert ceketi üzerine doğru tuttum. Lacivert ona ne kadar da yakışıyordu! Sarıya kayan kumral tenini ışıl ışıl gösteriyordu.
"Buna uygun bir pantolon ve içine de beyaz bir tişört bulalım bunları deneyelim, olur mu?" Tepkisini görmek için yüzüne çıkardım gözlerimi.
"Sen diyorsan." Dedi beni onaylar bir biçimde ve ceketi uyacak diğer parçaları bulup onu deneme kabinine gönderim.
O içeride kıyafetlerini denerken ben de hemen kabinlerin dışarısındaki reyonlara göz gezdiriyordum. Erkekler için kol düğmeleri, aksesuarlarla doluydu. İçlerinden bir tanesi gözüme öyle güzel çarpmıştı ki onu Oğuza hediye alacaktım, belki klasik bir hediye olacaktı ama erkeklere başka ne hediye alınabilirdi ki!
Kabinden kilit sesi geldiğinde Oğuz olup olmadığını öğrenmek için kısa bir bakış attım ve lacivert ceketin içinde onu gördüm. Açık kumral teni ve saçlarıyla lacivert mükemmel bir uyum yakalamıştı. Dolgun dudakları kırıldığında onu baştan aşağıya kesmem hoşuna gitmiş olacaktı ki böyle güzel gülüyordu. İnşallah sadece ben görüyorumdur bunu.
Birkaç adım yaklaştım ona,
"Çok yakışıklı olmuşsun." Dediğimde biraz da o yaklaştı.
"Yakışıklın oldum güzelim." Dedi her harfi vurgulayarak ve kalbim de onun vurgusunu tasdikledi, her attığında daha da sert dövdü kaburgalarımı.
Utanarak gülümsediğimde ellerimi ellerinin arasına aldı, dudaklarına yakkaştırıp kokulu bir öpücük bıraktı.
"Alıyoruz o zaman bunları." Onu onayladım. Kıyafetleri çıkartmak için kabine girdiğinde hızla gözüme çarpan kol düğmesini almak için reyona ilerledim ve ana rengi siyah olan ve üzerinde gümüş renklerle O harfi olan düğmeyi aldım ve hızla kasaya gittim. Zaten kalabalık bir mağaza olmadığı için sıra da yoktu. Kutuyu kasaya bırakıp, görevliden hızlı olmasını rica ederek işlemleri yapmasını bekledim. Kısa sürede halletmişti, ücreti ödeyip ürünü de çantama attıktan sonra hızla kabinin o taraf ilerledim ve hiç bir şey olmamış gibi ürünlere bakınmaya devam ettim.
Birkaç saniye sonra Oğuz kabinden çıktığında ucuz yırttığımı fark ettim.
Elindeki ürünlerle birlikte ilerlerken bir alışveriş sepeti aldı ve elindekileri ona koyup devam etti.
Beraber kadın reyonuna ilerliyorduk. Onunla uyumlu giyinmek vardı aklımda, bu yüzden lacivert bir elbise, ya da takım alacaktım.
Çok da uzun olmayan arayışlar sonucu hem rengiyle hem de kesimiyle içime sinen bir elbise seçip kabine girdim.
Birkaç debelenmeden sonra elbise üzerimdeydi. Arkadan kuşağımı da bağlayıp aynadan uzaklaşıp kendimi süzdüm.
Balon kol ve bel detayı gönlümde bir taht kurmuştu ve çok ta kabarık olmayan eteğiyle mezuniyeti için çok da abartı kaçmayacak bir elbiseydi.
Elbiseyi Oğuza gösterip göstermemek arasında gidip geliyordum ki o bana gösterdiği için ben de göstermeye karar verdim. Kabinden çıkıp etrafa göz attım ama ortalıkta görünmüyordu. İçimden şansını kaybettiğini düşünüp geri kabine girip üzerimdeki elbiseyi çıkarttım ve kendi kıyafetlerimi giydim.
Kabinden çıkıp etrafa göz attığımda elbise sepetini hemen kapının kenarında gördüm, elbiseyi oraya bırakıp çantamdan telefonu çıkartarak Oğuzu aradım. İkinci çalışta telefonu açtı.
Ondan ses gelmesini beklemeden konuştum.
"Ben kabinden çıktım, sen neredesin?" Nefes sesi geliyordu kulağıma.
"Lavabodaydım, sen biraz daha oyalan, ben beş dakikaya oradayım."
Onu onaylayıp telefonu kapattım ve reyonlara öylesine bakınmaya devam ettim ve önüme Özgeyle demediğimiz elbiseye benzeyen bir elbise geldiğinde aklım hemen o güne gitmişti.
Söylediklerinde şüphesiz haklıydı, alsam mı almasam mı düşüncesi içerisindeydim ama Oğuzun gelmesi şüphesiz di ki yakındı. Elbiseyi denerken ona yakalanmak istemediğim için bu fikri ileri bir tarihe iteledim.
Reyonlara biraz daha bakındığımda Oğuz da yanımda bitmişti. Beraber kasaya gidip ödeme yaptıktan sonra mağazadan çıktık. Ben de poşet taşımak istesem de kabul etmemişti ve bütün poşetleri eline almıştı, ilerliyorduk.
Çantamdaki telefonun titreyerek çalmasıyla ikimiz de adımlarımızı yavaşlattık, çantamdaki telefonu almak için çabalarken hemen solumuzda olan koltukları göstererek konuştum.
"Oturalım biraz." Beni onaylamadan o tarafa yöneldiğinde ben de hem yürüyor hem de telefonu çantamdan çıkartıyordum.
Nihayet telefonu çıkardığımda Özgenin aradığını gördüm.
Telefonu açıp kulağıma götürdüm.
"Efendim Özge."
"Nasılsın, napıyorsun canım?"
"İyiyim, Oğuzla alışverişteyiz. " Arkadan bir "hmm" Sesi geldi ve ardından minik, belli belirsiz bir kıkırdama.
"Peki, ben sizi meşgul etmeyeyim o zaman. Sonra konuşuruz, Allaha emanet." Sende diyemeden telefonu kapatmasıyla afalladım ama belli etmeden telefonu çantama geri koydum.
Kesin bir işler karıştırıyordu, yakında kokusu çıkardı.
Oğuza döndüğümde bir yere odaklanmış bakıyordu, yüzünde de güzle bir ofade vardı. Güzel bir ifade diyorum çünkü pek anlatılır gibi değildi. Kaşlarım istemsizce çatılınca baktığı yere çevirdim bakışlarımı.
Baktığım yerde hiçbir şey yoktu, sadece bir magazaydı! Bir mağazaya neden bu kadar duygulu bakabilirsin diye düşünüyordum ki mağazanın tabelasına kaydı gözlerim, sonra da içerideki ürünlere.
Tam karşımızda ebebek mağazası vardı ve yanımda oturan kocaman adam içeriye içi gider gibi bakıyordu. Bir kez daha kalbimin eriyip kaburgalarımdan aşağıya sızdığını hissetmemle yüzümde huzurlu bir gülümseme yayıldı. Bu his bu aralar fazlasıyla kendini belli etmeye başlamıştı.
Bakışlarını oradan çekip bana çevirdi.
"İçeriye girelim mi?" Diye sordu çekinerek. Ondan önce ayağa kalkıp ona elimi uzattım.
Gülümseyerek sıcak ellerine ellerimi hapsedip oturduğu yerden kalktı ve ilerlemeye başladık. Mağazaya girdiğimizde o müthiş ebebek kokusu burnuma dolduğunda derin bir nefes aldım.
"Çok güzel kokuyor." İstemsiz, bir mırıltı gibi çıkmıştı bu sözler ağzımdan.
Onun tarafına döndüğümde gülümseyerek bakıyordu bana. İlerlemeye devam ettik, hemen önümüzdeki reyonda zıbınlar ve tulumlar vardı. Oraya daha da yaklaştım ve elime aldım. Miniciklerdi, tek kelimeyle miniciktiler, her şey!
Elime aldığım tutumun ayaklarına dokundum ve tutumun içerisine girecek bir bebiş düşledim, bizim bebişimizi. Burnumun ucu sızlamıştı, düşüncesi bile mükemmel hissetmeme yetiyordu.
"Çok minikler." Dedin kendimi tutamayarak. Burnundan nefes sesini işittiğimde güldüğünü anladım ve ona çevirdim kafamı. Tahminim beni yanıltmamıştı, gülümsüyordu. Eli omzumu bulduğunda beni kendine çekip başıma bir öpücük kondurdu. Elimdeki tulumu reyona bırakıp ilerlemeye devam ettik.
İleride daha güzel kıyafetler vardı. Pembe, mor, renkli renkli, küçük tüllü elbiselerden takım elbisesine kadar bir sürü kıyafet.
Tüllü, pembe bir elbiseyi elime aldım ve havaya kaldırdım. Çok, çok güzeldi. İçine bir kız çocuğu hayal ettim, Oğuza benzeyen, sarışın bal gözlü bir kız çocuğu... Burnumun ucu sızlıyordu, gözlerim dolmak üzereydi, Oğuza döndüğümde ileride bir şeye odaklandığını ve gülümsediğini gördüm.
Odak noktasına baktığımda daha yeni yeni yürümeye başladığı belli olan küçük bir kız bebeğe bakıyordu, bebeğin üzerinde elimde tuttuğum elbiseye benzer bir elbise vardı ve saçları da iki yandan at kuyruğu toplanmıştı. Yanında annesi ve babası oldugunu düşündüğüm iki kişi vardı. Bebek gülümseyerek Oğuza bakıyordu, minik elini acemice sallayarak kıkırdadı ve arkasını dönüp pıtı pıtı koşarak ilerledi.
Oğuza döndüm tekrar, gözlerim bulanıklaşmıştı ama zar zor ne yaptığını anlayabiliyordum. Gülümsüyor ve bebeğe el sallıyordu.
"Maşallah." Dedi içtenlikle ve bana döndürdü bakışlarını. Gülümsemesi azalırken gözlerimi kırpmamla gözlerimden yaşlar aktı istemsizce. Ne ara bu kadar ağlak oldum bilmiyorum ama artık sürekli ağlamaktan sıkılmıştım ve Oğuzu da sıkmış olmaktan korktum. Hepsi regl yüzündendi!
Oğuza baktığımdaysa bütün düşüncelerimi yıktığınız gördüm, yine tüm merhametini sırtlamıştı benim için. Ellerini yüzümün iki yanına yerleştirip yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
"Hayırdır güzelim?" Dedi sorar gibi. Burnumu çektim istemsizce.
"Ben niye hamile değilim?!" Dedim bir anda sinirlenerek.
Şaşırarak gözlerini kırpıştırdı ve sağ gözümden akan yaşı sildi.
"Acaba niye hamile değilsin?!" Dedi sitemle ve sol gözümdeki yaşı da sildi.
"Evet, doğru, ondan." Dedim mistik sesimle ve kıkırdadım. Ne maldım!
Onun da yüzünde bir gülümseme oluştu ve haspinallah der gibi yaptı ve elimi eline hapsedip yürümeye devam etti.
"Kaç tane çocuğumuz olsun?" Dedim ağladığım için biraz boğuk çıkan sesimle.
"On bir." Dediğinde gözlerim bir anda kocaman oldu, bu halime gülmeden geçmedi.
"Yedekleri de yapsaydık!"
"Yok." Dedi ciddiyetle ve devam etti.
"Onları da Tuna yapsın." Ciddiyetle devam ettiği için gerçekten on bir çocuk isteyip istemediğinde kaldı kafam.
"Oğuz." Başını bana çevirdi.
"Ben o kadar çocuk doğuramam. " kısık bir kahkaha attı.
"Ciddiye mi aldın? Şaka yapıyordum." Dedi, içime bir rahatlık çöktüğünde devam etti.
"On tane yeter." Tepkimi ölçmek için gülerek yüzüme bakıyordu. Benimle dalga geçmek hoşuna gidiyordu. Sahte bir sinirle acıtmayacak şekilde koluna vurdum ve vurduğum koluna girip ilerlemeye devam ettik.
Mağazada biraz daha oyalandık, bütün ürünlerin içerisinde olmayan çocuğumuzu hayal ettim ve işin sonunda çocuk istiyordum.
&
Arabayla evin dış kapısına geldiğimizde büyük, sürgülü, demir kapının yanında orta halli bir kargo paketi vardı.
"Siparişin mi vardı?" Oğuzun bana bakarak sorduğu soruyla paketin onun olmadığını anlamamla kaşlarım çatıldı. Ben sipariş vermemiştim, ya da sipariş verip de unutmuş muydum?
"Ben sipariş vermedim, ya da unutmuşumdur belki." Kapıyı açmaya yeltenirken devam ettim.
"Ben bir bakayım, sen içeri gir." Ben aramadan tamamen indikten sonra geçmesi için biraz geriledim ve o dikkatlice içeriye girip arabayı park etmek için bahçe boyunca ilerledi.
Ben de paketin başına ilerleyip üzerinde yazan isme baktım, benim ismimdi. Sanırım verdiğim sipariş uzun zaman gelmemişti ve ben unutmuştum diye düşündüm ama arayan herhangi bir kargocu olmayışı beni şuphelendirmişti. Kontrol için telefonu kontrol ettim ve Özgeden mesaj olduğunu gördüm. Hızlıca tıklayıp baktığımda paketin ondan geldiğini anladım.
Ne işler karıştırdığını tahmin etmek zor değildi, kesin o elbiseyi alıp bana yollamıştım.
Evin kapısında ellerindeki poşetlerle beni bekleyen Oğuzu daha da beklememek için paketi alıp eve ilerledim.
Yanına ulaştığımda sormasına kalmadan paketin Özgeden geldiğini söyleyip evin kapısını anahtarımla açtım.
Eve adımımı attığımda her zamanki gibi kapı sesini duyunca bizi karşılamaya gelen hulusiyi sözlerimle sevdikten sonra elimizdeki paketlerle yatak odamıza çıktık.
Poşetleri duvarın kenarına bıraktıktan sonra kendimi yatağa attım ve bir süre öylece yattım. Çok yorulmuştum, insan yorgunluğunu dinlenmeye başladığında daha iyi anlıyordu. Ve evet, gezmek te yorardı!
Evin aşırı sıcak olması yorgunluğuma yorgunluk katıyordu. Hızlıca yataktan kalkıp oturur pozisyona geldiğimde Oğuzun beni gülümseyerek izlediğini gördüm.
"Çok yoruldum." Dedim mızmızlanarak. Büyük adımlarla yanıma gelip yatağa oturdu ve şalımı çıkartmak için çenemin altındaki iğneyi çıkarttı, sonra da başımın iki yanındaki iğneleri çıkartıp şalımı tamamen çıkartıp komodinin üzerine koydu.
Hınzırca gülümsedim ama fark etmemesi için eski halini aldı yüzüm.
Baş parmağımla sırtımı gösterdim.
"Fermuarımı da çeker misin?"
Boğazından bir yutkunma geçtiğinde beni geri çevirmeden dikkatlice fermuarımı indirdi ve geri çekildi.
"Teşekkür ederim." Dedim şirince, ama o pek şirin durmuyordu. Diken üstünde gibiydi. Onu bu hale getirmek hoşuma gidiyordu.
Ayağa kalkıp yanağına derin bir öpücük bırakıp gardroba ilerledim ve üzerime giymek için gri bir eşofman ve kısa kollu, bol denebilecek kadar bol ve kısa bir tişört alıp banyoya girdim. Üzerimdekilerden kurtulup kirli sepetine şutladıktan sonra üzerime ayarladıklarımı giyip saçlarımı da tepeden, dağınık bir topuz yapıp yüzüme su çarptıktan sonra banyodan çıktım. Oğuz üzerini değiştirmiş, beyaz, sıfır kol, bol bir tişort ve altına da siyah bir şort giymişti.
Yazın ortalarında olmamıza rağmen extra sıcaklar baş göstermeye başlamıştı, bu senenin yazının en sıcak günleri geliyordu anlaşılan.
Elinde çıkarttığı kıyafetlerini kirli sepetine atmak için banyodan çıkmamı beklediğini anlamıştım.
"Neyi bekliyorsun?" Dedim anlamış olduğum halde, kudurtuculuk devredeydi!
Elindeki kıyafetleri hafifçe kaldırdı.
"Kirli sepeti." Dedi sadece. Banyoya hareketlenirken konuştum.
"Kapı kilitli değildi, gelebilirdin. " Onun affalladığını fark etmemle amacıma ulaşmanın verdiği mutlulukla yanından geçip gittim.
Onu ardımda bırakıp odadan çıktım ve aşağıya indim.
Mutfağa ilerleyip mutfak dolabından su bardağı aldıktan sonra kendime su doldurup içtim. Suyun yeterince soğuk olmaması su ihtiyacımı gidermeme yetmemişti. İleriki susuzluklar için sürahiye su doldurup buzluğa koydum.
Arkamdan gelen ayak sesleriyle Oğuzun geldiğini anladım. Yorgun görünüyordu, en az benim kadar. Benim gibi o da mutfak dolabından bir bardak aldı ve arıtmadan doldurduğu suyu içti. Memnuniyetsizce yüzünü hafifçe buruşturup bardağı tezgaha bıraktı.
"Dolapta su var mı?" Omuzlarımı silktim.
"Yeni koydum." Sessizce kafasını sallayıp çekmecede yöneldi. Onun için aldığım hediyeyi vermediğim aklıma geldiğinde hızlı hareketlerle yukarıya çıkıp çantamdan hediye paketini alıp eşofmanımın cebine koydum, geri aşağıya indim, hala mutfaktaydı. Eline buz kalıbını almış su dolduruyordu. Sessizce yanına gidip arkasından sarıldım, suyu kapatıp ona sardığım elimi tutarak sarılışıma karşılık verdiğinde birkaç saniye sonra beni önüne doğru çekip tezgahla arasında kalmamı sağladı. Yüzünde huzurlu ama bir o kadar da muzur bir gülüş vardı.
Yüzümün önüne düşen perçemi kulağımın arkasına sıkıştırdı.
"Yaramazlığın sadece dışarıya mahsus sanıyordum." Dedi git gide bana yaklaşırken.
"Yoo." Dedim, iyice yaklaşmış, bedenlerimiz birbirine değiyordu, başımı yukarıya kaldırmak zorunda kaldım. Heyecanıma yenik düşmeden konuşabildim.
"Ben cesaretli biriyimdir." Boy farkımızı biraz daha düşürmek için parmak ucunda yükselip ellerimi boynuna götürdüm ve sağ elimin bileğini sol elimle kavrayıp daha da yakınlaştım onunla.
"Hmm." Diye bir mırıltı çıktı en derininden. Elleri belimin iki yanını kavradı ve bir anda ayaklarım yerden kesildi ve beni tezgaha oturttu. Bir anda bedenimde yayılan soğuklukla totomun ıslandığını anladım ama bozuntuya vermedim.
Yüzü daha da yakınımdaydı artık. Gözleri: gözlerimi, dudaklarımı geziyordu, yüzündeyse aynı gülümseme vardı.
"Ben sana bir şey aldım." Dedim, gözlerim iki gözünün arasında gidip geliyordu. Şaşkın bir ifade geçti gözlerinden ve yerini meraka bıraktı.
"Ne aldın?" Dedi masum bir merakla.
Hızlı hareketlerle ellerimi boynundan çebik cebimdeki düğmelerin olduğu hediye paketini alıp ona uzattım.
"Küçük bir şey, inşallah beğenirsin."
Beklentiyle elimdekini ona uzattım ama o hala yüzüme bakıyordu, içimi alev alev yakan gülümsemesi yüzündeydi.
Elleri yüzümün iki yanını kavradı ve alnımın ortasına sıcak dudaklarını yasladı. Dudaklarının alnında olduğu bu süre boyunca gözlerimi kapattım ve benden ayrılıp bana sarıldığında açtım, ben de ona sardım kollarımı.
"Çok güzel, çok beğendim teşekkür ederim."
Kıkırdadım, hala sarılıyorduk.
"Daha bakmadın ki!"
Benden ayrılmadan önce omzumun üzerine bir öpücük kondurup öyle ayrıldı benden. Yüzündeki mutluluk küçük bir çocuğu mutlu ettiğinizdeki ifadesiyle aynıydı.
"Olsun, senden gelen her şey benim için çok güzel." Ona bakarken gözlerimin parladığını hissediyordum, belki de etrafa ışık saçıyordum araba farı gibi.
Elimdeki hediye paketine sarılı kutuyu ona uzattım. Hiç bekletmeden elimden aldı ve açmaya başladı. Bir yüzüne, bir de elindeki hediyeye bakıyordum. Tepkisini merak ediyordum. Evet küçük bir hediyeydi ama açmadan bile böyle güzel bir tepki vermesi beni o kadar mutlu etmişti ki onun gözlerinde daha büyük bir mutluluk görüp daha da mutlu olmak istiyordum.
Nihayet paketi açıp hediyeye ulaştı ve kutuyu açıp düğmeleri gördü.
Yüzündeki gülümseme arttığında biraz daha inceledi düğmeleri ve gözlerini bana çevirdi tekrar.
"Çok teşekkür ederim, çok güzeller ama," dedi ve kutuyu tezgaha bırakıp ellerini tezgaha yaslayıp bana yaklaştı.
"Ama." Dedim sorarca.
"Ama sen bana zaten en büyük hediyesin, bu yüzden bundan sonra bana alacağın her şeyde senden bir parça olsun." Gözleri gözlerimi gezerken içimden taşan duygularla bakıyordum ona.
"Benim baş harfim değil, senin baş harfin olsun mesela."
Gözlerinden kayan bakışlarım, dolgun dudaklarını buldu ve tekrar gözlerine çıkarttım bakışlarımı. Onun da dudaklarıma baktığını görmemle daha da fazla uzatmadan dudaklarımı dudaklarına örttüm. Öpüşüme karşılık verdiğinde boynuna dolandı ellerim, onun da elleri belimi sarmıştı, gıdıklıyor gibi hissettiriyordu bu.
Öpüşü derinleşti, tehlikeli olmaya başlamıştı. Hiç istemesem de, o da istemese de, ki zorla ayırabildim dudaklarımı ondan, ayrılıp kollarımı sırtına sardım. Yoksa iş hiç iyi yerlere gitmeyecekti.
"Beni delirtmeye mi çalışıyorsun?" Sesi sakince kulaklarıma ulaştı, ondan ayrılıp yüzüne baktığımda kahkahamı tutamadım.
"Neden beni delirttikten sonra uzaklaşıyorsun?" Dedi alnını alnıma yaslarken. Eliyle yanağımı okşuyordu.
Kışkırtıcı bir şekilde gülümsedim. Elimi boynuna sürttüm belli belirsiz. Biraz daha delirdiğini görüyordum gözlerinde.
"Hoşuna gidiyor değil mi?" Dedi, kısık gözleriyle bütün yüzümü gezdi.
"Sadece biraz beklememiz lazım."
"İstemiyor musun?" Dedi kısık sesiyle, sanki cevaptan korkar gibiydi.
Hızlıca kafamı olumsuzca salladım.
"Korkuyor musun?" Dedi, gözlerindeki korkuyu görebiliyordum. Ondan korkuyor olma ihtimalim onu korkutuyordu.
Yine hızla kafamı salladım.
"Neyi bekliyoruz o zaman?"
Sesinin etkileyiciliğiyle kalbim depar atarken susadığımı hissettim, dilim damağım kuruyordu sanki.
Dudaklarıma kaydı bakışları ve aniden, sertçe buluşturdu onları birbirine. Bedenlerimizi daha da yakındı birbirine. Beni tezgahtan almaya yeltendiğinde zar zor durdurabildim onu, bundan sonrası kurtarılması daha da zor bir yere doğru gidiyordu. Belki de imkansıza.
Birkaç derin soluk aldıktan sonra araladım dudaklarımı.
"Popom ıslandı." Saçma sapan, bir anda araya sıkıştırıp kaçmaya çalıştığım şeyle kaşları çatıldı.
"Nedenimiz bu mu?" Dedi tek kaşı havadayken ve benden biraz uzaklaştı.
Hayır anlamında kafamı salladım. Sabır dilenir gibi kafasını geriye yatırıp düzeltti ve bana yaklaşıp, belimin iki yanını kavrayıp beni tezgahtan kaldırdı.
"Hasta olmadan üzerini değiştir." Dedi, kırılmış gibiydi.
Kafamı olumlu anlamda sallayıp merdivenlere koştum, kısa sürede odaya ulaşmıştım.
Dolabı karıştırdığımda eşofmanlar gözümün önündeydi ama ben şuan üzerimdeki eşofmanla bile yanıyordum, çok sıcaktı. Bu yüzden penye kumaştan bir şort bulup, iç çamaşırı da aldıktan sonra üzerimi giyinip tekrar aşağıya indim. Oğuz oturma odasında koltuğa oturmuş televizyona bakıyordu. Adımlarımı hızlandırıp önünden geçerek sağ tarafına oturdum. Gözleri beni bulunca derin bir nefes alıp verdi.
Morali bozulmuş gibiydi, artık bekleme sebebimizi söylemeliydim.
"Bak hala devam ediyor." Dedi sessizce.
"Ne yaptım ya?!" Dedim şaşkınca, bu sefer gerçekten bir şey yapmamıştım.
Gözleriyle işaret ettiği yere bakınca bacağına sürten, çıplak bacağımı gördüm. Bacağımı çektim ondan.
"E ama sende dokunsam fena oluyorsun!" Dedim hızlıca.
Hiçbir tepki vermedi, sadece televizyona baktı.
Koltukta kayarak aramızdaki mesafeyi yok ettim, elimi koluna koydum.
"Küstün mü bana?"
Cevap gelmediğinde ona biraz daha sokuldu.
"Suay!" Dedi uyarıcı bir sesle ve kolunu benden çekip, koltukta kayarak uzaklaştı.
Sinirlenmiştim, biraz da üzülmüştüm tabii.
"Neden uzaklaşıyorsun?" Dedim kırgın çıkan sesimle. Neden acaba?
Başı sertçe dönüp beni buldu.
"Lan beni azdırıp azdırıp kenara çekiliyorsun! Ne yapayım başka?" Bir anda gelen duygu değişimiyle kahkaha atmak istesem de dudağımı ısırarak durdum.
"Bak gülüyor bir de." Dedi sabır çeker gibi.
Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
"Korkuyormusun diyorum, "hayır" diyorsun. İstemiyor musun diyorum, "hayır" diyorsun. E o zaman sorun ne?" Dedi ve soluklanıp devam etti, dolmuştu sanki. Onu bu hale getirebileceğimi düşünmediğim için biraz üzülmüştüm ama yine de eğlenceliydi.
"Ben seni beklerim, mesele o iş değil zaten ama ben sadece aramızdaki bir sorunsa onun ortadan kalkmasını istiyorum hepsi bu. Ben seni yine seviyorum, yine beklerim ama aramızdaki bu sorun gitsin istiyorum, sorunun ne olduğunu bilmek istiyorum."
"Suay, mesele o işi yapmamak değil. Mesele aramızda bir sorun var ve ben bu sorunu bilmiyorum. Ben bu sorunu ortadan kaldırmak istiyorum. Ben seni yine seviyorum, yine seni beklerim ama aramızdaki sorun bizi yoracak, ileride karşımıza çıkacak diye korkuyorum. Hepsi bu." Dedi, bense reglin böyle bir sıkıntı yapmayacağını bildiğim için gülmek istedim ama onun duygularına saygısızlık olmasını istemediğim için sadece içinin bu kadar güzel oluşu yüzümde bir tebessümü canlandırdı.
Önüne dönüp televizyona bakmaya devam etti, bakmaya diyorum çünkü bence en başından beri izlemiyordu, çizgi film vardı televizyonda. Garibimin öyle bir hale getirmiştim ki baktığı şeyin ne olduğunu anlayamıyordu.
Ayağa kalkıp önünde durdum, gözlerini televizyondan kestim. Dizinin üzerindeki elini tuttum
"Öyle düşündüğün gibi bir şey yok."
"Sorun ne peki?" Dedi sakince.
"Sorun," Dedim yavaşça, keşke daha önce söyleseydim diye de geçirdim içimden.
"Benim regl olmam." Mahçupça gülümsemeye çalıştım, önceden söylememenin mahçupluğuydu bu.
Ağzı açıldı şaşkınca ve gözlerini kapatıp rahatça bir nefes verdikten sonra gözlerini açtı.
"Öldüm öldüm dirildim, daha önce niye söylemiyorsun?!" Dedi gergin sesiyle.
Benden bir kıkırtı yükseldiğinde ölümcül bir bakış gönderdi bana ve eliyle şakaklarını sıkarak gözlerini kapattı.
"Kızdın mı?" Dedim. Ne için, regl olduğun için mi?
Ondan bir hareketlilik gelmeyince daha da yaklaşıp dizine oturdum. Oturur oturmaz gözlerini açmış, elini yüzünden çekmişti. Sorgulayan bakışlarını gönderiyordu.
"Kızgın mısın?" Nefes verdi sertçe.
"Sana nasıl sinirli kalayım?" Şirince gülümseyip yanağına bir öpücük bırakıp oturduğum yerden kalktım ve önünde durdum.
"O zaman sorun kalmadıı. " Dedim son harfi uzatarak.
Yüzünden çarpık bir gülüş oluştu ve sol bileğimi kavrayıp beni kendine çekerek deminki gibi beni dizine oturttu. Sıcak eli bacağıma değdiğinde bacağımın soğuk olduğunu anladım. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp konuştu.
"Ben sabırlı bir adam değilimdir, sen yine de dikkatli ol!" Ben durumun içerisinde kaybolurken o çarpık gülüşüyle beni izliyordu. Sol eliyle bacağımı hafifçe sıkıp, bana daha da yaklaştı dudaklarını boynuma gömdüğünde huylandığımı hissettim, komple eriyip kaybolacaktım ki kısa süre sonra benden ayrıldı.
Ondan böyle bir şey beklememiştim ki öylece kalakaldım.
Oturduğu yerden kalkınca otomatik olarak ben de kalktım. Bu halim, boşaltmış olmam onun hoşuna gitmişti. Sırıtışı arttı.
"Ben çalışma odasındayım. " Adım adım uzaklaştı ve merdivenleri bir çırpıda çıkıp yok oldu.
Demin yaşattığımı mı yaşamıştım ben?
İnsan gerçekten de yaşattığını yaşamadan ölmüyordu!
Huhuuuu! Nasılsınız ahaliii?
Ben elhamdülillah iyiyim.
Bölümü nasıl buldunuz acabaa?
Bir tık daha uzundu genel bölümlerden. He ama bize kısa geldi diyorsanız yapacak bir şeyim yok maalesef :/
Vee yeni yazacağım kitabın hangisi olduğuna karar verdimm, tanıtımını yayınlamam da yakındır, instagramdan video paylaşacağım inşallah, takipte kalın.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, Allaha emanet oluunn!
İG: egenin_incisiizmiiir
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 68.1k Okunma |
5.88k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |