56. Bölüm

45. Bölüm

Eifisko
eifisko

Yavuz, genç kızın önünde diz çökmüşken, Elif'in kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Sevdiği adam karşısında, nefesi kesilmiş gibi duruyordu. Yavuz ise, sanki nefes almayı bile unutmuşçasına, zorlanarak eğildiği yerde, söyleyeceklerini kafasında son kez tekrarladı.

- Ölümün kıyısından Rabbimin izniyle beni kaldıran bu kollar... Şimdi, ömrümün sonuna kadar sana sarılabilir mi?

- Gittiğim bu şehadet yolunda… Bana eşlik eder misin? Kuracağımız dünya evinde, ahiretlik olur musun? Bana… evet der misin?

Aslında tam da böyle söyleyecekti… Tabii şu an yaşadığı stresten dolayı bazı kelimeleri yutmuştu. İnşallah sahada bu kadar eksik konuşmazdı.

Elif ise yaşadığı heyecanla bakışlarını tim arkadaşlarının üzerinde gezdirdi, yaşadığı anın gerçekliğini sorguluyordu.

Yavuz, eğildiği yerden boğazını temizlediğinde, sevdiği kadın dâhil herkesin ona odaklandığını fark etti. Yaşadığı stresten gözlerini bir an kapattı… İçinden Rabbine dua etti, bu anın mahcup olmadan geçmesi için.

Sonra gözlerini açtı… Ve karşısında heyecanla bakan o güzel gözlere tutunarak konuşmaya başladı.

Elif de, bacaklarının heyecandan titremesine rağmen, ayakta durmaya çalışıyordu.

Yavuz derin bir nefes aldı, gözlerini Elif’in gözlerine kilitledi ve içinden geçenleri, kalbinin titreyen sesiyle dile getirdi:

- Elif… Ben bu hayatta nice imtihan gördüm. Ölümü, korkuyu, yalnızlığı… Hepsini en yakınımda tattım. Ama sana yemin ederim ki kalbim, hiçbirinde böyle titremedi. Sanki Allah seni, merhametiyle gönlüme yazmıştı...

Kısa bir an nefeslendi, kelimeleri toparladı:

- Şimdi senden bir şey istiyorum…

Gittiğim bu yolda, benimle birlikte yürür müsün?

Korktuğumuzda omuz omuza, aşık olduğumuzda yürek yüreğe…

Rabbimizin rızasına talip olup, secdede yanımda, duada başucumda…

Ve yürüdüğüm bu şehadet yolunda — Allah’ın emaneti, kalbimin huzuru, cennetin anahtarı olarak — bana ‘evet’ der misin?

Yavuz sözlerini bitirdiğinde, heyecanla Elif’ten gelecek cevabı bekliyordu.

Elif ise şaşkınlık, mutluluk ve gözlerinden taşan yaşlarla elleriyle yüzünü kapatmıştı. Gülümsemesi, yüzünü gizleyen ellerine rağmen gözlerinden belli oluyordu.

Elini yüzünden çekmeden, gözleriyle hafifçe başını salladı.

O an… Yavuz’un omuzlarından ağır bir yük kalkmış gibi derin bir nefes bıraktı. Fakat nefesiyle birlikte hissettiği hafif acıyla yüzünü istemsizce buruşturdu.

Tam içinden hafifçe bir küfür savurmuştu ki…

Elif’in anında değişen, endişeli bakışlarıyla karşılaştı.

Emir hızla Yavuz’un yanına gelip, onu eğildiği yerden dikkatlice kaldırmaya çalışırken, Elif de Yavuz’un çektiği acıyı fark etmişti. Yaşadığı heyecan ve mutluluğu bir kenara bırakıp yerini endişeye bıraktı.

Elif, hafif sitem dolu bir sesle, Yavuz’u alandaki koltuklara oturturken,

- Ya sen neden eğiliyorsun ki? dedi.

Tim üyeleri hemen başlarına toplanırken, ilk ses veren Ali oldu:

- Komutanım…

Aliye dönerel

- Filiz burada mı? diye sordum.

- Bakarım, Aslı’ya da sorarım,derken Yavuz’un yana döndüğü yarasına gözüm ilişti.

- Açsana, bir bakayım şuna, dedim.

Yavuz ise, eliyle geçiştirerek,

- Gerek yok… Yok bir şeyim, deyip başını iki yana salladı.

Elif kaşlarını çatarak,

- Yavuz… Seni cidden geberteceğim! dedi.

Yavuz, hafifçe sitemle ama gülerek,

- Yavrum, bir şeyim yok… Hem yüzüğü taksaydım, bu kadar gerginlik olur muydu? diye karşılık verdi.

Elif, Yavuz’un inatçılığına sinirlenip Ali’ye dönerek,

- Ali… Filiz’i çağırır mısın artık? dedi.

- Çağırayım, diyen Ali hızla konferans salonundan uzaklaşırken, Yavuz oturduğu yerde acısını bastırmak için başını koltuğun arkalığına yasladı. Fakat aklına bir şey gelmiş gibi yaramazca sırıtarak bakışlarını Elif’e çevirdi:

- Ama… Benzersiz oldu, değil mi?

Elif, utanarak ama aynı zamanda sinirlenmiş bir ifadeyle,

- Yaaa! O yara bir açılsın, göstereceğim ben sana o benzersizliği!” dedi. Sonuçta… Eğilmeden de edebilirdi yani, değil mi?

Yavuz, keyifle ama acı çektiği her halinden belli olarak söylendi:

- Yavrum… Ettim mi, ettim işte. Hem… Ne güzel, yüzüğü takacaktım. Nereden çıktı şimdi bu yara işi?

O sırada Kerem’in sesi yükseldi:

- Ne yavrumu lan! İki organizasyon ayarladık diye şımarma, hadi bakalım!

Başta Özkan Albay olmak üzere, herkes bu lafa gülerken Yavuz bakışlarını Özkan Albay’a çevirip sırıtarak konuştu:

- Albayım… Bu ne diyor? Koskoca Özkan Albay gelip bizzat siz isteyeceksiniz kızı. Ondan sonra da… Verecek misiniz, vermeyecek misiniz?

Yavuz, lafın sonunu getirirken yüzünü acıyla buruşturdu.

Elif, şaşkınlıkla, “Siz mi isteyeceksiniz?” diye sorduğunda, yengesi ve ağabeyi de kahkahayı patlattı.

Elif ise yanakları kızararak başını eğdi… Utancını gizlemeye çalışırken, kalbinin içinde yeni bir heyecanın filizlendiğini hissediyordu.

- Ayyy! Ettin mi teklifi? diye sordu Filiz, aniden ortaya atılarak. Herkesin bakışları ona çevrilirken Yavuz, hafifçe somurtup sızlanarak cevapladı:

- Ettim… Ama tam yüzüğü de takıp garantiye alacakken… Yaramı bahane etti.

Sonra bakışlarını Elif’e çevirip, hafif kırgın bir sesle sordu:

- Yavrum… Sen benimle evlenmek istemiyor musun yoksa? O yüzden mi yüzüğü takmama izin vermedin?

Elif, sevdiği adamın gözlerinde gördüğü kırgınlıkla telaşlandı. Kelimeleri toparlamaya çalışarak konuştu:

- Ya… Ne alakası var Yavuz! Hem… Kabul ettim işte! dedi ve hemen Filiz’e dönerek, kurban olayım, sen aldır da… Bir bak şu yarasına!

Filiz, hafifçe gülerek,

- Aman… Sevdiceğinin canı yanmasın, bakayım şu yarasına, dedi.

Elif gözlerini kısıp Filiz’e bakarken, Yavuz yarasının sızlamasına aldırmadan sırıtıyordu.

- Gerikafalı! diye çıkıştı Filiz, bir anda sesini yükselterek. Herkesin ona döndüğü o anda, Elif’e dönüp ciddi bir ifadeyle konuştu:

- Dikişlerini patlatmış!

Elif dişlerini sıkarak Yavuz’a baktı:

- Yavuz… Seni bu sefer gerçekten geberteceğim!

Tam ortam gerilmek üzereyken, araya Kerem girdi:

- Tamam ya, bir sakin olun… dedi. Sonra Filiz’e dönerek, Burada yapamaz mısın? Diye sordu

Filiz, başını iki yana sallayarak,

- Ameliyat dikişi… Bana kalırsa burada sizi idare edecek bir pansuman yapayım, sonra doktoruna gidin. Hem zaten kontrolü de bugün, dedi ve Kerem’e baktı.

Kerem derin bir nefes verip Yavuz’a dönünce Yavuz alaycı bir ifadeyle sordu:

- Beni bu halde bırakmayacaksınız, değil mi?

Kerem hafifçe kaşlarını kaldırarak,

- Aslına bakarsan… Sana kız da vermemek lazım ya… Neyse, deyip omuz silkti.

Filiz geçici bir pansuman yaparken, Emir ve Süleyman da yardım etti. Sonunda, bütün tim hep birlikte hastanenin yolunu tuttu. Zira… Hem Yavuz’un durumu hem de olacaklar, herkesin fazlasıyla merakını cezbetmişti.

Elif'in ağzından

Şu an hepimiz hastanedeydik… Yavuz’un doktorunun odadan çıkmasını bekliyorduk. İlginç olan, hepimizin yüzünde hafif bir sırıtma vardı.

Hayır yani… Onlar aylarca plan yapmıştı, ben ise hiç hazırlıksız yakalanmıştım. Peki… Bu durumda onlar niye böyle sırıtıyordu?

Tam o anda, abimin sesiyle irkildim:

- Elif… Seninle biraz konuşalım mı?

Başımı ona çevirdim… Sonra gözüm yengeme takıldı. Kaşlarımı kaldırarak hafifçe sırıtıp, yengeme bakarak,

- Yengem izin veriyor mu başkalarıyla konuşmana? dedim şakayla karışık.

Abim, yengeme hafifçe çapkınca bir bakış attıktan sonra iç çekip,

- Çok dil döktüm… Onu Esma Ablanın yanına bırakmak için, dedi. Ardından başını bana çevirip yumuşak bir sesle devam etti:

- Bu aralar… Onu çok ihmal ettim.

Gözlerimi hafifçe kırpıp,

- İsteyerek yapmadın sonuçta… dedim. Sonra da hafifçe başımı eğip, o her şeyi bildiğimi bilmesine rağmen sanki hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi, Ee, beyefendi… Benimle ne konuşacaksınız? dedim. Ortamı biraz yumuşatmak istiyordum açıkçası.

Ama abim… Bana öyle bir bakışla baktı ki…

Kıyamayan, söyleyemediklerini bakışlarına sığdıran, içinde merhamet, kardeşlik, sevgi, hüzün… Hepsini harmanlamış bir bakıştı bu.

Garipti. Ama güzeldi. Öyle ki… İnsanın baktıkça bakası gelirdi.

Sonra kolunu omzuma atıp beni kendine doğru çekti.

Sanki göz göze gelsek… Konuşamayacakmış gibi, bakışlarını önümdeki boş duvara sabitledi.

- Bugünün planlamasında… Ben de vardım, diye başladı abim konuşmaya. Ama inan… Bu kadar güzel ve bu kadar zor olacağını ben bile bilmiyordum.

Sesi yumuşaktı… İlk kelimelerinde hafif bir tebessüm gizliydi.

- Önce… Beyaz bir önlük aldın omuzlarına, kendi çabanla… dedi ve bakışlarını bana çevirdi. Belki şimdi de… Aynı çabayla beyaz bir gelinlik taşıyacaksın… Omuzlarında… Ve gönlünde.

Sesi, “gelinlik” kelimesinde hafifçe titremişti.

Gönlün beyaz denmişti bana çünkü… O, benim gerçek sevgimi görmüştü.

Yavuz komadayken… O günlerde… Görmüştü beni.

Başımı eğdim… Sözler dudaklarımdan kendiliğinden döküldü:

- Abi… O gün… Eğer Yavuz’a bir şey olsaydı…

Ben… Hiçbir şeyi eski haline getiremezdim herhalde… dedim, itiraf eder gibi.

- Canımın en çok yandığı anı soracak olsalar… Herhalde o zamanı söylerdim… dedim buruk bir gülümsemeyle.

- Ama… Bitti… Gitti…

Ve Allah’ıma binlerce kez şükürler olsun ki… Yavuz hayatta.

Abim başını hafifçe salladı, sonra bakışlarını bana çevirdi:

- Sen… Kurtardın onu, Elif.

Şaşkınlıkla başımı kaldırdım, göz göze geldik.

- Eğer o gün… Benden habersiz gidip onunla konuşmasaydın… Belki de Yavuz bugün burada olmayacaktı.

Sonra gözlerini tekrar karşıdaki duvara çevirdi.

- Belki… O benden saklamaya çalıştığın yıkılışın…

Belki de… Her şeye rağmen Allah’a sonsuz şükür ve dua ile bağlanışın olmasaydı…

Belki de… Yavuz’u bugün yanımızda göremeyecektik.

Derin bir nefes alıp devam etti:

- Ama… Oldu.

Hem kendini…

Hem onu…

Hayata geri döndürdün, abicim.

Bu kelimeleri söylerken… Sesi gerçekten titremişti.

- Ve o gün…

Ben birisini gerçekten, yüreğiyle seven bir kardeş gördüm.

Gözlerim doldu… Ama sustum.

Abim devam etti:

- Elif…

Sen küçücükken, sokakta düşüp dizini yaraladığında bile…

Kimseye emanet etmedim seni.

Ama bugün…

Seni teslim ettiğim adam…

Canını bu vatan için ortaya koymuş bir adam.

Gönlüm rahat.

Sonra… Sesinde o hep bildiğim ağabey kararlılığıyla ekledi:

- Ama… Bir abi olarak…

Tek bir şey istiyorum.

Başımı kaldırdım…

Ve bakışlarım, onun o yeşil hareli gözleriyle buluştu…

- Ne olursa olsun… Onu yaşatmaya devam et, dedi abim. Kalbinle… Ellerinde… Dualarında…

Ne olursa olsun.

Hiçbir şey demeden bana sarıldığında, eli usulca omzumu okşuyordu.

- Çok zormuş lan… diye mırıldandı.

- Ben… Bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim.

Başımı hafifçe kaldırıp ona baktım.

- Bense… Seni ona verirken zorlanmıştım, ona say, dedim hafif bir gülümsemeyle.

Gözlerini hafifçe kısarak bana baktı.

- Ha… Yani… Abimden intikam mı alıyorsun? diye sorarken tehditkâr gibi başlayan tonu, sonunda şımarık bir çocuğunki gibi yumuşadı.

Seni vermeyeyim de… Gör!

- Abiii… dedim gülümseyerek.

Ama sonra, içimde dolanan bir düşünceyi daha fazla tutamadım. Ciddileştim…

- Abi… Yavuz gerçekten iyi biri… Değil mi?

Belki bu soruyu sormam saçma görünüyordu ama… Ben, Yavuz’u hâlâ tam anlamıyla tanıdığımı düşünmüyordum.

Mesela… Travması var mıydı? En sevdiği yemek, rengi, şehir?

Bunları bilmiyordum.

Hakkındaki önemli şeylere… Sanırım hâlâ yabancıydım.

Abim derin bir nefes aldı ve gözlerime bakarak konuştu:

- Emin ol… Gözüm arkada kalsaydı, ne o organizasyonu ayarlardım ne de seninle konuşmasına müsaade ederdim.

Yavuz… Gerçekten fazlasıyla iyi biri, Elif.

Ama… Ne kadar iyiyse… O kadar da sevgiye ihtiyacı var.

Sonra gözlerini uzak bir noktaya dikti ve devam etti:

- Annesini… Daha gelişim çağında kaybetti.

Ama… Pes etmedi. Asker oldu.

Ve şunu da bil…

Evet, Yavuz’un vatan sevgisi çok büyük.

Ama göreve ilk başladığı yıllarda… Sadece işin ciddiyeti için başlamıştı.

Kaşlarımı çatarak ona döndüm.

- Nasıl yani?

Abim başını hafifçe eğdi.

- Şöyle yani…

On üç yaşında annesini kaybetti.

Lise biter bitmez… Hiç düşünmeden askeri okula girdi.

Bana döndü.

- Sence… Neden?

- Neden? Dedim…

Ve cevabını merakla bekledim.

- Yatılı bir okuldu zaten… Biliyorsun.

Beraber okuduk…

Ve o okulda… Kendi içindeki savaşa, savaş açarak okudu. dedi abim, yavaşça anlatmaya başladı.

- Hani yatılı okul ya… İnsan dersin ki, belki ev yemeğini, annenin sıcaklığını özler…

Ama Yavuz…

O eve dönmemek için girdi oraya.

Annesi yokluğunda o kadar zorlandı ki…

Lise yıllarında bile… Sırf o evde kalmamak için yatılı okudu.

O an içimden, İşte… Bundan cidden haberim yoktu, diye geçirdim.

- Liseyi bitirdikten sonra… Birkaç ay babasının yanında kaldı.

Sonra bizim okula seçildi.

Ama bak…

Şu an bile dikkat edersen, babasının yanında çok fazla durmaz.

Çünkü hâlâ…

Hâlâ annesini isteyen bir çocuk aslında.

Abimin sesi titredi… Gözleri hafifçe dolmuştu.

- Sakın… Babasını sevmediğini düşünme.

Babası, ona kalan tek emanet…

Ama…

Annesinin içinde olmadığı bir evde… Yaşamak istemiyor.

Bu yüzden, küçük hanım… dedi hafifçe gülümseyerek.

- Yavuz’a…

Çok iyi bakacaksın.

Çünkü o çocuk…

Gerçekten…

Sevgiye fazlasıyla muhtaç.

Bana dönüp gözlerimin içine baktığında başımı hafifçe eğip mırıldandım:

- Bunları… Bana anlattın mı daha önce?

- Hayır…

Ama şimdi anlatıyorum, çünkü bilmen lazım.

Derin bir nefes alıp, buruk bir tebessümle söyledim:

- Ben zaten… O yüzden sordum sana.

Çünkü… Onu hâlâ tam tanıdığımı düşünmüyorum.

Hatta… En sevdiği yemeği bile bilmiyorum.

Abim hafifçe gülümsedi:

- Sarma… dedi.

- Sarmayı sever.

- Neden? Özel bir sebebi mi var?

- Annesi…

Yaralanmadan önce… Eve sarma yapmıştı.

Yavuz… O günü hiç unutamadı.

Bir an sustum…

Ama içimde hep kalmış bir soruyu o an fırsat bilip sordum:

- Peki…

Annesi… Nasıl öldü?

Bunu aslında hep Yavuz’a sormak istemiştim. Ama onun yarasına tuz basarım diye… Hep vazgeçmiştim.

Ve…

- Neden… Yavuz…

Annesinin ismini… Sildirdi?

Bu sorular dudaklarımdan dökülürken… İçim hiç olmadığı kadar ağırlaşmıştı.

- Annesi öğretmendi… Bunu biliyorsundur zaten, dedi abim. Başımı hafifçe salladım.

- Yavuz… On üç yaşındayken…

Annesinin okuluna bir saldırı düzenlendi.

Gözdağı vermek için… Bir öğrenciyi öldürmek istediler.

Tüm dikkatim abimdeydi.

- Ama… Annesi o çocuğun önüne atıldı.

Yani… Kendisi yaralandı.

Hastaneye kaldırıldı ama… Kurtarılamadı.

Bu sözleri söylerken gözleri beni buldu.

- Zaten… Fazlasıyla kan kaybetmişti.

Ve o adi herifler yüzünden okuldan da hemen çıkamadı.

Aynı gün… Vefat etti.

Yutkunmakta zorlanıyordum.

- Ve bunların hepsi… 24 Kasım’da…

Bir köy okulunda…

Öğrenciler, kendi yazdıkları şiirleri Yavuz’un annesine okurken oldu.

Farkında olmadan gözlerim dolmuştu.

- Peki… Sonrası? diye fısıldadım.

- Sonrası…

Yavuz yatılı liseye gitti…

Sonra askeri okula…

Hasan Amca’yı bilirsin — şimdi göbekli, saçlar bembeyaz ama…

Eşi vefat etmeden önce öyle biri değildi.

Ne zaman ki…

Eşi öldü…

Ve Yavuz yanından ayrıldı…

Adam çöktü.

Şimdi tansiyon, şeker… Zaten biliyorsun.

İçten içe sızlayan kalbimi bastırmaya çalıştım.

- Yani… Küçük hanım…

Yavuz evet, gülüyor, şakalaşıyor, seviyor…

Ama…

Sana gerçekten ihtiyacı var.

Fısıltı gibi bir sesle söyledim:

- Bana… Bunlardan hiç bahsetmedi.

Abim omzunu silkti.

- Daha fazlası da vardır…

Ama onları da…

Artık o anlatsın sana.

Bunu söylerken gözlerini boş duvardan çekip tekrar bana çevirdi.

Tam o anda tanıdık bir ses duyduk:

- Hocam!

Abimin omzunun üzerinden baktım ve karşımda bana sıcak bir tebessümle bakan tanıdık bir yüz gördüm.

- Aa, Yiğit Hocam! Nasılsınız? dedim kibarca gülümseyerek.

Burası… Daha önce çalıştığım hastane olduğu için tanıdık yüzlerle karşılaşmak normaldi.

- İyiyiz… Seni sormalı!

Hayırdır, ne arıyorsun bu koridorlarda?

Biz seni kovmamış mıydık buradan? dedi Yiğit Hoca, kahkahalarla.

- Siz kovdunuz…

Ama ben yine geldim! dedim gülerek.

Sonra ciddileştim:

- Benim için önemli biri burada… O yüzden geldim.

- Kimmiş o önemli kişi?

Bir yardım edebileceğim bir şey var mı? diye sordu dostane bir tavırla.

- Çağkan Akıner…

Ama teklifiniz için teşekkür ederim hocam.

Gerek yok. dedim gülümseyerek.

Bu hastanede sevdiğim hocalar vardı…

Ve Yiğit Hoca… Onlardan biriydi.

- Çağkan mı?

Ha… Şu yarası açılan?deyince başımı hafifçe salladım.

- Nereden buldun kız askeri? dedi şakayla.

- Ben bulurum hocam, merak etmeyin!

Siz mi baktınız Çağkan’a?

- Evet…

Yarasını tekrar diktik içeride.

Merak etme, bir şeyi yok.

O anda fark ettim ki… Koridor tamamen boşalmıştı.

Biz lafa daldığımızda… Herkes Yavuz’un yanına ışınlanmış gibiydi.

- Gerçekten… Çok teşekkür ederim hocam. dedim içtenlikle.

Yiğit Hoca hafifçe başını sallayıp… Bu kez şaşkın bir ifadeyle,

- Ne demek…

Ama sen… Cidden ciddi bakıyorsun bu işe…dedi hafifçe gülerek.

- İçeride… Yüzük, teklif falan deyip duruyordu, dedi Yiğit Hoca çıkarken.

Benimse… Ağzım yanlışlıkla kulaklarıma varmıştı bile.

- E… O zaman tebrik ederim.

Düğün davetiyesi atarsın, deyip koridordan uzaklaştı.

Ben de hemen yönümü toparlayıp hızla odaya dönecekken —

- Ablaaağğğ!

Tanıdık o sesle olduğum yerde kalakaldım.

Koşarak bana gelen Şirin’le göz göze geldim…

Ben… Yavuz’u görmek istiyordum, ama tabii… Kız kardeşin aşk coşkusu başka!

- Abla! Teklif etti mi? Nasıl etti? Ne dedi? Yüzüğü nasılmış?

- Şirin… SUS!

Sesimi yükseltince… Masum bir surat ifadesiyle yerinde kalıp bana göz kırptı.

H Ama anlatacaksın, değil mi? diye mırıldandı, şirin şirin.

Derin bir nefes aldım.

- Önce… Yavuz’u göreceğim. Sonra anlatırım.

- Tamam! Ben de geleyim!

O an parmağımı kaldırıp ona döndüm:

- Sakın… İçeride çocuğun kafasını şişirme!

Bak… Gebertirim seni küçük velet!

- Ayy tamam, konuşmayacağım… dedi kıkırdayarak.

Ona son bir uyarıcı bakış daha attım.

Sonra… Derin bir nefes alıp kapının koluna uzandım.

Ama…

Açmaz olaydım.

İçerisi…

Mahşer yeri gibi kalabalıktı!

Resmen… İğne atsan yere düşmez.

- Rica ediyorum…

Hepiniz…

Defolup gider misiniz?

Yavuz’un yorgun ama bıkkın sesi yükselince istemsizce gülümsedim.

- Aşk olsun komutanımm…

O teklif için kaç tane komutanla konuştuk…

Hepimiz bunun için mişiz!

Dedi koltuğun köşesine sinmiş Ali.

- Kapatın lan çenenizi!

Adam sizin yüzünüzden yüzüğü bile takamadı!

diye çıkıştı Barlas, Yavuz’un başucunda, ona yaranmaya çalışırken.

Tam o sırada…

- Yüzüğü… Vermedi mi daha?

Şirin’in kulağıma fısıldamasıyla içimden ona yedi defa uyarıcı bakış attım.

Ama önce Yavuz’u görmeli…

Tabii bu kalabalıkta…

Yavuz’un beni görmesi mümkün müydü?

- Hay sen çok yaşa be!

Yavuz, Barlas’a bakıp söylendi.

- Ne diye bırakmadınız ki…

Tek seferde halledecektim!

Sonra… Umutsuzca Süleyman abiye bakışını yakaladım.

Kalbim…

Sadece Yavuz’un gözlerini arıyordu.

- Şimdi ben tekrar mı evlilik teklifi yapacağım? dedi Yavuz, hafif sitemli.

Süleyman Abi gülümseyerek başını salladı; tam o anda Yavuz’un ağzından çok da ağır olmayan bir küfür süzüldü.

- Sizin kafanıza sokayım, ben o teklifi yaparken ne kadar stres yaptım biliyor musunuz lan! dedi, kendine acıyan bir tonda.

- Elif için değmez diyorsun yani?

Bu soru, ne zaman ortaya çıktığını bilmediğim abimden çıktı.

Yavuz tavana bakarak cevap verdi:

- Fazlasıyla değer.

Sonra, odadaki kalabalığa baktı ve

- Elif nerede? diye sordu.

Uraz yaramaz bir ifadeyle:

- Yavuz komutanım, siz şimdi diz çöktünüz ya, bence bu sizin zihninize fazlasıyla işledi! dedi.

Ali şaşkın:

- O ne alaka be! dedi bulunduğu yerden.

Uraz devam etti:

- Oğlum, görmüyor musun? Diz çöktüm diyip duruyor ya… İleride operasyonda adamlar bizi yakalayıp yere çöktürdüğünde ben zaten sana bir ömür boyu teslim olmaya geldim derse…

Odadaki herkes, Uraz’ın sözleriyle Yavuz’a belli etmemeye çalışarak kıkırdarken, Yavuz sinirli sinirli etrafına bakınıyordu. Muhtemelen Uraz’a atacak bir laf arıyordu.

Süleyman Abi, hafif takılmayla:

- Ne istiyorsun canım adama, birden romantiklik yüklendi işte.

Kırk yıl düşünsen o haldeyken aklına gelmezdi be senin o sözler ve o organizasyon! dedi.

Yavuz, oturduğu yerden:

- Abi, sen yapma bari ya, dedi.

Sanırım artık olaya müdahale etmem gerekiyordu.

Esma Abla, önce Süleyman Abi’ye sonra Yavuz’a bakarak:

- Doğru diyorsun, Süleyman…

Hiçbirimizin aklına diz çöküp ‘Benimle evlenir misin?’ demek gelmezdi.

Boşver yengem, sen bunları…

Hepsi o haldeyken kendi canlarının derdindeydi, bunu akıl edemezlerdi.

O yüzden kıskanıyorlar seni.

Yavuz bu sözleri duyunca yüzünde bir gülümseme belirdi.

Uraz:

- Doğru diyorsun vallahi yenge, hiçbirimizin aklına diz çöküp evlilik teklifi etmek gelmezdi, dedi tekrar.

Aslında ben biraz Uraz’ın arkasında duruyordum, ama onun bundan haberi yoktu.

Birden Ali, oturduğu yerden kalktı, Uraz’ın yanına yürüdü ve Yavuz’un yattığı sedyeye dönük şekilde yere diz çöktü.

Ellerini bir yüzük varmış gibi birleştirip açtı.

- Saçma sapan hareketler yapmayın lan!

Vallahi birazdan üzerinize bomba yağacak bir yerden!

Bu sert uyarı, sabah beri karısının yanında duran ve konuşmayan Emir’den gelmişti; çünkü beni görmüştü.

Ali,

- Dur bi lan! diyerek arkadaşını terslediğinde, yine hiç konuşmayan Göktuğ’a döndü.

Göktuğ, Asya ile oynayan köşedeki kıza kınayıcı bir bakış attıktan sonra:

- Evlilik teklifi ister misin? dedi.

- Beni salak saçma işlerine alet etme! dedi Ali, ümitsiz bir vaka gibi başını sallayarak.

Arkamdaki Şirin’e bakıp elindeki çantayı aldım, önümde Uraz’a doğru dönmüş, yere eğilmiş Ali’nin kafasına geçiriverdim.

Ali neye uğradığını şaşırırken, herkes çoktan gülümsemeye başlamıştı. Öyle ki, Asya bile gülüyordu.

- Sen de ister misin? dedim tatlı bir tonda, Uraz’a bakarken.

- Vallahi yenge, ben hiçbir şey yapmadım! diyerek geri kaçmaya çalışan Uraz’a elimdeki çantayı fırlattım.

- Benim hatunumun böyle özellikleri var mıydı? diye sordu Yavuz abime. Abim gülümseyerek cevap verdi:

- Daha beterini yapmadığına dua et.

- Senin de öldürebilirim sevdiğim! dedim tehditkar bir tonda Yavuz’a.

Bu sefer Emir’in eşi Meryem’in çantasını alıp ona fırlatmak üzereyken, hemen eliyle yüzünün önüne kapattı.

- Benden teklif isteyen sendin! diyerek savunmaya geçti.

- Ben sana daha doğru düzgün iyileşmeden mi yaptım? diye sinirle karşılık verdim.

- Yavrum, ama o zaman yapsaydım evet diyeceğini biliyordum.

- Seni cidden öldüreceğim Yavuz! deyip elimdeki çantayı tekrar Meryem’e verdim ve Yavuz’a doğru yürümeye başladım.

Abim sırıtarak Yavuz’un yanından çekildi. Odaya doluşan kalabalığa bakıp:

- Rica etmiyorum, direkt kovuyorum!

Komutanlar beni yalnız bırakın!

Dediğimde önümde birden pörtleyen gözlerle, gülmek istesem de kendimi tutarak sert olduğunu düşündüğüm taviz vermemeye çalıştım.

- Yengem, ben kalsam olur mu?

Yengem masum bir istekle sordu, ben de başımla onayladım.

- Sen ve abim kalın, diğerlerine de rica etsem çıkar mısınız acaba?

Dediğimde kadınlar büyük bir istek ve gülümsemeyle, erkekler ise somurtarak odadan çıktı.

Şirin içeride kaldığında, ona hızla yengemin oturduğu yerdeki boşluğu işaret ettim.

Olacakları kaçırmak istemiyor olmalıydı ki, hemen dediğimi yapıp yengemin yanındaki boşluğa oturdu.

- İyi misin? Az önceki benle şu anki ben çok farklı insanlardık cidden…

Bu soruyu biraz çaresizlik, biraz da üzüntüyle sormuştum.

Yavuz, sorduğum soruyla birlikte uzun — hatta çok uzun zamandır görmediğim — gözlerindeki parlaklığı bana sundu.

- Fazlasıyla iyiyim, diyerek bana tekrar o ışıldayan gözlerle baktı.

Hiçbir şey demeden, sadece birbirimize baktığımızda, sanki her an içine daha çok sevgi eklenen gözlerle, yüzümde saf ve sevgi dolu bir tebessüm belirdi.

- Abicim, yeter mi? Baktınız diyorum yani…

Abimin söylemek istemiyormuş gibi bunu söylediğinde, kızardığıma emin olarak başımı hemen başka bir tarafa çevirdim.

Ama çevirdiğim tarafta, bana sırıtarak bakan iki insan vardı ve onlara bakınca daha da çok kızardığıma emin oldum.

- Kıskanma be karımı, dedi Yavuz, uğraşan bir ses ve imayla. Yüzümde, her şeye rağmen yine bir gülümseme oluştu. Sanırım bu hallerini fazlasıyla özlemiştim.

- Yavrum, bana bakmayı düşünmüyor musun acaba? diye devam etti Yavuz, içimdeki özlemle ona dönerken. Ancak o, yattığı sedyede oturur bir pozisyona gelmişti.

Sedyenin yanındaki komodinde duran lacivert kadife kutuyu eline aldı ve bana o fazlasıyla özlediğim çapkın bakışını yolladıktan sonra, çapkın bir şekilde konuşmaya başladı.

Tabii bu sırada karnıma yine ağrılar girmeye başlamıştı.

- Biliyorsun ki fıstığım, teklifim yarıda kalmıştı, o yüzden tekrar soruyorum, dedi derin bir nefes alarak.

Ben ise nefes almayı unutmuştum neredeyse.

- Sen bir gelinlik giyersen, ben de ömrümü mehir olarak sana adasam, nasıl olur?

Sen bana Fatma olsan, ben sana Ali olsam, aynı duaya avuç açsak…

Soru soran tonda devam etti:

- Eğer ‘evet’ dersen, sana Kur’an olurum, ama ‘hayır’ dersen de seni Kur’ân’ı indiren’den isterim.

Bana tedirgin gözlerle baktıktan sonra, ikinci kez sordu:

- Benimle evlenir misin, fıstığım?

İkinci kez mutlulukla başımı sallayıp, bu sefer ağzımı açarak:

- Evet! diyebilmiştim.

Yavuz, ağzı kulaklarında, odadaki herkese baktıktan sonra, en sonunda en yakınımızdaki abime dönüp:

- Evet mi? dedi, inanamayacak bir tonda.

Abim ise:

- Tam olarak o duyduğun şeyi dedi, fakat resmi nikahı kıymadan asla sarılmayı düşünme, yoksa seni gebertirim!

Dediğinde, ben biraz daha gülümsedim.

- E sen tak o zaman! dedi Yavuz, Kerem’e bakarak.

Ne kadar Yavuz’un takmasını istesem de, bir süre o sedyeden kalkamayacağını bildiğim için böyle bir teklif sunduğunu anladım.

- Yok, sen tak, o kadar da değil! diyen abime kısa bir gülümseme sunduktan sonra, daha rahat takması için Yavuz’a biraz yaklaşıp, elimi önüne doğru uzattım.

Yüzüğü kutudan çıkarırken gözleri kendi ellerinde durdu birkaç saniye.

Ellerindeki nasırları gizlemek için avuç içini benim göremeyeceğim şekilde ayarladı ve yüzüğü elime taktı.

- Normal bir yüzük olmasını istemedim, dedi bana.

Neden lotus çiçeği şeklinde bir pırlanta aldığını açıklarken,

- Güzel bir anlamı da vardı. Fakat biraz unuttum, dedi çekingen bir tonda, elini ensesine atarak.

Gülerek karşımdaki adama baktığında,

- Ayyy, çok güzel oldu! diyen Şirin’i duyduğumda, video çektiğini yeni anlamıştım.

- Yalnız, uzun bir süre, hatta bayağı uzun, geri Mardin’e dönemeyeceksin, abicim.

- Neden abi? dedim kaşlarımı çatarken.

- Şöyle ki, annemi de buradaki hastaneye nakletmeyi planlıyoruz. Çünkü hepimiz annemi çok özledik ve ilerideki mutlu anına şahit olmak ister diye düşünüyorum, dedi abim.

- Eğer düğünü falan diyorsanız, zaten ona gelecek abi, ama bence de buraya nakil yaptıralım, dedim.

- Abin onu demiyor, fıstığım, dedi Yavuz’un sesiyle birlikte.

Bugün kaçıncı kere şaşıracağımı bilmeden, şaşkın bir şekilde ona baktım.

- Neyi diyor, Yavuz?

- Şey... hani ben operasyona gitmeden önce, arkadaşıma nikâh tarihi almasını söylemiştim ya... dedi Yavuz, birazcık cırlayan bir ses tonuyla.

- Sakın yarın deme! dedim, gözlerimi kocaman açarak.

- Yok yok, yarın değil, dedi çabucak.

- O zaman... iki gün sonra da deme sakın! dedim bu sefer daha da panikle.

- Yok fıstığım, iki gün sonra da değil, dediğinde, omuzlarım rahatlamayla düştü.

- Allah’ım sana binlerce kez şükürler olsun! dedim içimi çekerek.

– Ama... üç gün sonra, diye ekledi gülerek...

Evettt gözünüz yollarda kalmasın fnsmncld

Dün metni gidip yapay zekaya düzenlettireyim dedim sizin için . Sonra kopyala yapacağım sırada nasıl olduğunu bile anlamadan ilk baştaki 400 kelimem silindi

Küçük bir şok geçirdim sonrasında ztn bilgisayarımın şarjı bitti bende sabah erkenden yazar atarım dedim. Çünkü o moral bozukluğuyla yazamazdım

Bölüm boş oldupu kadarda dolu oldu bence siz nasıl buldunuz yorumlarda buluşalım.

Bu arada geçenki bölüme sadece iki arkadaşımız çok güzel yorumlar atmış yani size o kdr sürpriz yapıyorum siz bana yorum atmıyorsunuz.

Sizi biraz süründürmek lazım karar verdim

Neyse oy ve yorum atmayı unutmayın . Sizleri seviyorum 💞 🌺

 

Bölüm : 22.07.2025 13:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...