
SİMA
DARİEN
ELİJAH
YORUMLARINIZIN HEPSİNİ OKUYOR OLACAĞIM...
Sonraki bölüm, kitabın ilk yarısını kapattığımız bölüm olacak! Sezon finali diyebiliriz ancak düşündüğünüzün aksine öyle bir ara vermeyeceğim. Tek isteğim başka bir kurgum olduğunu da unutmamanız😭
Dilerim bölümden keyif alırsınız.
Yazdığınız her şeyi okuduğumu unutmayın ve
hepiniz sevgiyle kalın...
🩵
-Büşra
10
Bir insanın kendini tamamen tanıması, kaç yıl sürüyordu tam olarak?
Yani, on dokuz sene aslında neye nasıl tepki vereceğini öğrenmen için yeterliydi.
Bu sürede neyi sevip neyden haz etmediğini de çok iyi öğrenir, seni rahatsız eden şeylere karşı hassasiyet geliştirebilirdin. Tabi, hayat öylece durmuyordu sen yürümeye karar verdiğinde. Yaşın dokuz veya yetmiş dokuz, yeni şeyler görüp onları hayatına dahil ettikçe, onların senin üstündeki etkisini de öğrenmeye devam edecektin ancak diyorum ya, insan kendini az çok bilirdi. O tanıştığın yeni kişilerin, yeni tatların ve seslerin seni nasıl etkileyeceğini tam olarak asla bilemesen de en azından tahmin edebilirdin.
Bunun için şimdi şaşırmamak mümkün değildi benim için.
Yaşadığım süre boyunca, korumak istediğim kimse olmamıştı benim. O kişi için felaketim olacak kadar ileri gideceğimi bildiğim, kendimi öne atabileceğim ama bunu yaparken tereddüt etmeyeceğim kimse... Belki de bundan ötürü geldiğim dünyaya karşı bir bağlılığım yoktu. O dünyada yaşayan ne cansız bir varlığa ne de bir insana bağlılık duyamamıştım. Evde beslediğim bir hayvanım olmasını geçtim, sokakta beslediğim köpekleri bile ikinci kez görmemiştim.
Annem gittiğinden beridir yalnızdım ve yalnızlığın kelime anlamını defalarca kez farklı şekillerde yazabilirdim. Kitaplar okumuş, ne kadar heyecanlanırsam heyecanlanayım konularını kimseye anlatamamıştım. Güzel müzikler dinlemiş, kulaklığın tekini kimseye uzatamamıştım. Her konuda bir fikrim olurdu, abartısız her konuda, ancak bu fikirlerin mantıklı olup olmadığını geceleri yalnız başıma tekrar kendi başıma düşünürdüm. Okulda yanıma gelip giden birkaç kişi yok değildi, hayır. Yalnızca hayatlarımız biraz farklıydı. Ben üç dört işte çalışıp derslerde uykusuzken not tutmaya çalışan, bulduğu her fırsatta uyuklayan o kızdım, onlar okuldan sonra nereye gideceklerini düşünüp her teneffüs kahkahalar atan o kişiler. O zamanlar farklı biri değildim, yine aynı Sima'ydım. Uykum olmasa ve kemiklerim her gün yorgunluktan sızlamasa onlara katılır, belki çok daha fazla gülmelerini sağlardım ancak oradaki hayat benim istediğim doğrultuda ilerlememişti ve ben hiçbiriyle denk gelememiştim. Yani değer vereceğim biri için neler yapabileceğimi şartlar böyleyken nasıl bilebilirdim?
Yalan söylemeyeceğim, kendimi çok iyi bildiğimi düşünüyordum kendi dünyamdan çıkmadan öncesine kadar.
O zamanlar derdim ki; Sima, sen kimse için kendini bıçağın önüne atabilecek bir kadın değilsin. Sakince yaşamak istiyorken neden başkaları için zarar göresin?
Sima... Sen insanlığın aydınlık yüzüne onlara hayatında yer yokken bile inandın, bu noktada kendini nasıl koruyacaksın?
Sima... Annen biliyordu seni, sen kötülük yapmazsın. Ancak şimdi damarlarında akan kan buz tuttuğundan sana bir güç vaat ediyorsa, o gücü yanındakiler hatrına kullanmaz mısın?
Sima...
Şimdi bir düşünsene
belki de sen
bilmiyorsundur kendini
sandığın kadar iyi...
Yapabileceklerini bilemesen de ihtimaller korkutmasın seni.
Korkmuyordum. Korkmuyordum ancak söylediğim gibi, soğuk bir şaşkınlık vardı içimde. Bu şaşkınlık, Darien bana Kaisel'in annesinin portesini yaktığını söylediği andan beridir içimdeydi. Çünkü daha önce içimde hiç hissetmediğim türden bir öfke yüreğimin ortasına çökmüş, zihnimin derinliklerindeki ses onlar senin de düşmanın diye fısıldamıştı. Peki sen düşmanlarına ne yaparsın? Bilmiyordum ancak içimi kırağı tutturan bu güç bana diyordu ki, düşündüğünden de fazlasını yapacaksın.
İçerde gördüğüm elçilere güzelce tebessüm ederken dikkatle yürüyerek Darien'in yanına geldim. Gözleri zaten benim üzerimdeydi ve gülümseyişi, eğlendiğini belli eden bir hal almıştı.
"Sevgilim." Diye mırıldandım elçilere ikinci kez bakmazken. Darien kaşlarını havaya kaldırdığında Anfia ve Callisto bu seslenişime, herhangi bir tepki vermediler. İşin komik tarafı, rol yapmak için değil gerçekten öyle seslenmiş olmamdı. Elçiler gittikten sonra da bunu devam ettirdiğimde nasıl bakacaklarını düşünmek gülümsememin büyümesini sağladı.
Gerçi tam olarak ne olduğumuz muammaydı ama Darien 'bir öpücüğe ne anlam yükledin' tarzı bir konuşma yaparsa onu boğacaktım. Söylediğim lakabı gerçekten kastederek söylediğimi bakışlarımdan anlayan Darien, gülümseyişime bakıp iç çekerek kolumdan tuttu ve tam olarak yanına oturmamı sağladı. Birazcık şaşırsam da bunu çaktırmadan "Misafirimiz olacağını söylememiştin." Diye devam ettim.
Darien, birkaç saniyelik sessizlik anında gülümseyişi tehlikeli bir hal alırken
"Misafirimiz yok zaten Meyza." diye konuştu öylesine bir şey demiş gibi. Sima dememesi isabet olmuştu. Kafasını hafifçe kenara, bana doğru eğdiğinde sarı hareleri elçilerin üstünde dolandı. "Birkaç kuduz köpek."
"Lord Darien-" Diye çıkıştı açık kahve saçlı adam gerçek bir öfkeyle ancak o an Callisto, kafasını bile kaldırmadan elinde oynadığı hançeri iki elçinin tam ortasına fırlattı. Hançer, kanepeye o kadar hızlı saplanmıştı ki ben bile irkilmekten kendimi alıkoyamadım. Darien, bakışları bana değdiğinde rahatlamamı ister gibi kolunu omzuma attı ve parmağı yavaşça okşar gibi omzumun üstünde hareket etti. "Sakinleş kar tilkisi." Diye fısıldadı kulağıma doğru, biraz da dalga geçer gibi.
Bugün siyah bir takım giymişti ve son zamanlarda kendi halinde bıraktığı saçları güzelce taranmıştı. Omzuna asılmış siyah pelerinin üstüne Batı arması altın ipliklerle işlenmişti ve nefes kesici gözüküyordu açıkçası. Alnına dökülen saçları kontrol altına alındığında güzel yüzü tamamen ortaya çıkmıştı. Kolunu omzuma attığından ve ben de biraz ona yapıştığımdan kokusu da ciğerlerimi doldurmuştu ve rol keseceğim diye girdiğim salonda bayılsam yeriydi.
"Sakinim zaten." Diye fısıldadım tatlı bir edayla ama kalbim deli gibi çırpınıyordu. "Ama daha fazla yaklaşma, havalı halimi bozuyorsun."
"Havalı halin?" Dedi gür kaşları havaya kalkarken ancak o anda gözlerini kocaman açan gözlüklü elçi, kaşlarını dehşet verici bir şekilde çatarak Callisto'ya döndü ve ikimiz de dikkatimizi onun yüzünden önümüze verdik. Callisto iki elçinin arasındaki hançere bakarak sırıttı. "Elimden kaydı. Kusura bakmazsınız umarım."
"Bu yaptığınız..." Dedi kahverengi saçlı saklamadığı bir öfkeyle dişlerini birbirine bastırırken. "Suç. Elçiye gelecek bir zarar imparatorluğa hakarettir."
"Sapasağlamsınız." Dedi Anfia gözlerini küçümseyici bir ifadeyle devirirken. Darien ise sessizdi. Callisto veya Anfia'yı uyarmaması bir yana, olur da duruma kendisi el atarsa işlerin çok daha fena olacağına dair bir his vardı içimde çünkü sessizdi ve ara ara dudakları kıvrılıyordu ancak altın harelerin içinde yakından görseler kaleyi terk etmelerine yetecek bir fırtına dolanıyordu.
Dikkatle, durumu anlamaya çalışarak elçilere bakmaya başladığımda Darien'in bakışları üzerimde çevrildi ancak bu sefer ona dönmedim. Kaşlarımın çatılmaması için büyük bir savaş vermekle meşguldüm. Anladığım kadarıyla bu iki elçi kendilerini gönderenin Prens Kaisel olmasına fena halde güveniyor ve kendilerine bir zarar verilemeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Sonuçta Darien onlara zarar verse Kaisel gerçekten bunu bir bahane olarak gösterip Batı'nın da Darien'in elinden almasını isteyebilirdi. Darien de alın Batı'yı tabi, demeyeceği için muhtemelen savaş falan çıkardı.
Ne büyük saçmalıktı ama.
"Onu boş verin de..." Dedim kafamı hafifçe eğip elçilerin direkt olarak yüzüne bakarken. "Kendinizi tanıtın." diye devam ettim.
Kahverengi kıvırcık saçlı olan, "Astran Fedterin." Dedi ve gözlüklü olan da bakışlarını bana çevirip "Patrick Bavily." Dedi daha sakin bir ses tonuyla.
"Pekala Astran ve Patrick." Dedim sevecen bir şekilde kafamı sallarken. "Söyleyecekleriniz bitmiş miydi? Prensiniz, Prensimiz Darien'i davet etmiş yani, öyle mi?"
Prensiniz ve prensimiz. Gözlüklü adamın kehribar gözleri kısıldı. Dizinin üstündeki bir eli yumruk haline gelirken Anfia, hiç saklamadan sırıttı ve Callisto sakin bir ifadeyle yeniden yerine yaslanarak gözlerini bana dikti.
"Aslında." Dedi Astran, sert bir sesle. "Prensimiz Kaisel, özellikle küçük kardeşinin nişanlısıyla tanışmak istediğini, Lord Darien gelmeyi reddetse bile Leydi Meyza'nın saraya gelebileceğini söyledi." Astran'ın sözleri, Darien'in sarı harelerindeki ifadenin ölümcül bir tehditkarlıkla süslenmesini sağladığında vücudunun da kasıldığını hissettim.
"Ne münasebet." Diye mırıldandım araya girerken. "Karilya'ya Darien için geldim. O gelmediği takdirde sarayda ne işim var?"
"Bu Veliaht Prensi'miz Kaisel'in daveti." Dedi Patrick vurgulayarak, durumu anlayabiliyor musunuz der gibi. Gözlerimi devirdim. Yani, şu noktada canı cehennemeydi görgü kurallarının.
"Bu da Kuzey Varisi, Meyza Isabel Windfield'ın reddedişi." Dedim onun gibi vurgulayarak. Astran, yüzüme soğuk bir bakış attığında Darien elimden tuttu ve kendisiyle beraber benim de oturduğum yerden kalkmamı sağladı.
"Elçiler biraz dinlensin. Kalacaklarsa giriş katta bir oda verin ancak istedikleri zaman dönebilmeleri için arabaları hazır olsun." Dedi kahyaya bakarak alaylı bir sesle. Sonra gözleri Astran'ın üstünde dolandı. "Gözlerinizi de üstlerinden ayırmayın." Dedi elçilerin yanında, onların bir şeyler çevirebileceğini ima eder gibi.
Son sözü, Astran ve Patrick'in her ne kadar hadlerine düşmeyecek şekilde öfkelenmelerine sebep olsa da Darien'in gözlerinden alay silinirken yavaşça onlara baktı. "Bir dahaki sefere gözlerinizdeki o ifade yerinde olursa imparatorluğun başlatacağı savaş sikimde olmaz, ikinizin de gözlerini çıkartırım." Dedi oldukça rahat bir şekilde ancak rahatlığının ardındaki ciddiyeti sözlerinin blöf olmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Odanın havası tamamen değişirken ben bile yutkunmakta zorlandım ve Darien'in elini daha sıkı tuttum. Anfia ve Callisto da yerlerinden kalkmışlardı. "Kaisel piçine de söyleyin bir daha ne bana ne Meyza'ya böyle siktiri boktan teklifler sunmak için köpeklerini yollamaya zahmet etmesin. Kahrolası saraylarına hiçbir zaman adım atmayacağız."
Aslında, prenslerine bu kadar bağlı olan adamlar için Darien'in söyledikleri yenilir yutulur cinsten değildi ancak Darien'in sarı harelerinde öyle bir ifade vardı ki ikisi de dişlerini birbirine kenetleseler bile kafalarını kaldırıp da Darien'in yüzüne ikinci kere bakamadılar. Söyleyecekleri tek kelime, belli ki onların sonu olacaktı ve elbette karşı çıkmaya cesaret edemediler. Öyle ki titreyerek yerlerinden kalkmış, zorunluluk gereği hepimize reveranslarını sunmuşlardı. Kafalarını kaldırıp yüzümüze bakmadılar o andan sonra ancak birinin ellerini sıkmaktan eklemleri bembeyaz kesilmişti ve öteki çenesini öyle sıkmıştı ki dişleri kırılabilirdi.
Odadan ayrılırken içim huzursuzdu çünkü elçilerin biz çıkarken gözlerini bize diktiklerini hissedebiliyordum. Darien, elini sırtıma koydu ve yürürken bakışlarım ona çevrildiğinde tüm gerginliğim kayboldu. Gözlerine baktığımda, bu dokunuşu bilinçli olarak rahatlamam için yaptığını fark ettim. Bakışları yüzümde dolandı. "Adamları hemen şimdi kaleden kovmak sebep veriyorsun bana Sima."
"Düşünme bile." Dedim gülerek gözlerimi devirirken. Darien de hafifçe dudaklarını kıvırırken Anfia gözlerini kıstı. "Neden Meyza'ya hep Sima diyorsun?" Diye sordu gerçekten merak ettiğini belli edecek şekilde. Onun da üstünde altın işlemeli siyah, belden oturtmalı bir elbise vardı. "Göbek adın gibi değil miydi sadece?"
Darien cevap vermeden önce "Sevdiğim kişilerin Sima demesini isterim." Dedim alayla da olsa aslında ciddi bir şekilde gözlerine bakarak. Sonrasında gözlerimi kırpıştırdım. "Sen de Sima diyebilirsin yani."
Anfia gözlerini devirirken "Üç isim kullanmak nedir? Krallar bu kadar kullanmıyor artık." Diye homurdandı kendi kendine ve bu gülmeme sebep oldu. Callisto ise beni dikkatle dinleyip yeşil harelerini üzerime dikse de sessizdi. Ona gözlerimi kısarak bir bakış attıktan sonra "Darien." Diye mırıldandım. "Bunaldım kalede. Tanrı aşkına dışarı çıkalım." Darien sarı harelerini kısarken Anfia "Yağmur yağacak gibi duruyor." Diye mırıldandı.
"Ne olmuş, ıslanınca eriyor musun?" Diye sordum bıkkınca.
"Yağmurlu havaları sevmiyorum." Dedi yalnızca. Kaşları usulca çatılırken dilini dudaklarının üstünden geçirdi ve daha fazla bir şey söylemeyecekmiş gibi gözlerini kaçırdı.
Nedense o an, daha fazlası varmış gibi hissettim ancak Anfia üstüne bir şey söylememişken sormanın yersiz olacağını düşünerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Darien, ifadesizce gözlerini kardeşinin üstünde dolandırırken parlak sarı harelerindeki düşünceli ifade, bana konu her neyse bunu Darien'in de bilmediğini hissettirdi.
"Bir köy var yakında." Dedi Callisto anlaşılmaz bir sesle. Neyden bahsettiğini anlamak için ona döndüğüm sırada Anfia'dan gözlerini çekti. "Sevilla Köyü'nden bahsediyorum. Buraya en yakın ikinci köy." Kafasını eğdiğinde, bunu yapmasının sebebinin Anfia'nın rahatlaması adına konuyu değiştirmek olduğunu çok iyi bilsem de sesimi çıkartmadım.
Anfia kaşlarını çattı. "Şu kutsal çeşme zırvalığının olduğu köy." Dedi ve bana baktı. "Sen seversin kesin." Dedi gözlerini devirirken alayla ekledi. "Sima."
"Sen ne tatlı bir şey oldun ya." Mırıldanarak dediğim şey üstüne Anfia çilli suratını buruşturduğunda elimi sallayarak devam ettim. "Canım görümcem."
"Kuzey de gerçekten, kendi lisanını oluşturmuş." Dedi Darien söylediğim kelimeye ithafen. Omuz silktim. "Görümce kocamın kardeşi demek."
"Ben hala söylediklerinin esasında hakaret olduğuna inanıyorum." Dedi Anfia ve bakışlarımı kıstım.
"Dediğim gibi, sen hakaret duymamışsın."
"Sen nereden duydun?" Diye sordu Anfia ve bir anlığına, çok kısa bir anlığına duraksasam da yüzümdeki ifade değişmeden gülümsedim. "Halkın yazdığı romanları da okumanı tavsiye ederim."
"Kesin romanlardandır." Diye mırıldandı ağzının içinde Darien ancak kaşlarımı kaldırarak ona döndüğümde "Git hazırlan, Sima." Dedi düz bir sesle. Ardından bakışları sadece bir tülün kapattığı omuzlarıma ve bir süredir soğuktan sızladığını hissettiğim burnuma değdi. "Elbise giyme ve Chelsie'ye söyle, kıyafetlerini o seçsin."
"Nedenmiş?" Diye sordum anlamazca.
"Neden mi gerçekten?" Dedi kaşlarını çatarak. "Havaya uygun giyinme kabiliyetin olmadığı çok belli."
"Kalenin içindeyiz diye." Dedim neyden bahsettiğini anladığımda kendimi savunurcasına. Bunun üstüne bakışları, üşüyen burnumda dolandı yeniden. Haksız olduğumu esasında bildiğimden yüzümü buruşturmakla yetindim ve Darien bunun üstüne hafifçe dudaklarını kıvırdı.
Kendini beğenmişliği tuttuğu zamanlarda bile bakılası duruyordu ve bu nasıl mümkündü bilmiyordum. Sessizleşerek onu izlemeye başladığım sırada kardeşine döndü. Bir eli Anfia'nın belini buldu nazikçe ve Anfia abisinin dokunuşuyla irkilirken "Arka bahçeye gelirsiniz." dedi bize bakarak. Sonrasında ilerlemeye başladılar ve anladım ki Darien, Anfia'yla yapacağı konuşmayı geciktirmek istememişti. Göğsüm sıcak bir hisle sarmalanırken kafamı salladım ve ayrıldık oradan.
Odama doğru yürürken, içimde çalkalanan o his tamamen yüreğimi sarmalar hale geldiğinden odama gidene kadar elim göğsümü bulmuştu. Her şeyden önce, Darien'in kardeşine olan sevgisine ve ilgisine şahit olmak sarsıcıydı ancak sarstığı miktarda güzeldi de. Artık kitabı okumamdan bile bağımsızdı, çok iyi biliyordum ki bu adam birini severse tüm kalbini verecekti.
Sadece... Beni sevmesini diliyordum biraz. Biraz çok.
Yani kim istemezdi Darien tarafından sevilmeyi?
Dediğim gibi, kitabı okuduğumu falan bir kenara koyup sadece bu dünyaya geldiğimden beridir yaşananlara odaklansam bile, Darien hayatımda daha önce hissetmediğim ve gerçek olacağına inanamayacağım kadar yoğun hisleri göğüs kafesimin ortasında kıpraştırıyordu.
Meyza olmadan çok daha öncesinde bile, her gün üşüyüp kafamı evin penceresinden çıkartıp buna neyin sebep olduğunu anlamak isterken, Darien parmaklarını tenime değdirip yanmanın nasıl bir şey olduğunu göstermişti.
Gerçi dürüst olalım, güneş rengi gözlerinin üstümde dolanması bile esasında buna yetiyordu.
Odama girdiğimde Chelsie bana siyah dar bir pantolon, zarafetten tamamen uzak kalın yünlü siyah bir üst, sadece belime kadar gelen siyah, kürklü bir pelerin vermişti ve boynuma açık pembe atkı dolayıp yağmur yağacak diye çizme de giymemi sağlarken ellerime de kaşla göz arası atkıyla aynı renk pembe eldivenler geçirmişti. Saçımsa sabahkinden farklı olarak iki yandan balık sırtı örülmüştü çünkü dikkat çekmememizin en iyisi olacağını söylemişti ve katılıyordum ona. Tabii benim beyaz saçlarımla ya da Darien'in sarı hareleriyle bu nasıl mümkün olacaksa.
Sonrasında tamamen Michelle lastiği gibi çıkmıştım odadan. Yaptığım ilk şey eldivenleri çıkartıp pelerinin cebine sıkıştırmaktı. Arka bahçede geldiğimde ise kimseyi değil, sadece Callisto'yu bulmuş, içimden somurtmak gelse de onunla biraz uğraşmaya karar vererek yanına adımlamıştım.
"Geldim ama, rahatsız oluyorsan az ötede de bekleyebilirim yani?" Dedim tam yanında durduğumda açıkça sırıtırken. Callisto, biraz uzağımızdaki ormandan gözlerini çekerek bana baktı ilgisizce. "Durumlar değişti biraz." Dedi düz bir sesle. Sesindeki o düşünceli tonu saklamamıştı ve içimden ona tekme atmak gelmediğini söylesem yalan olurdu.
Yani ne gerek vardı böyle şifreli şifreli, lafı dolandırarak konuşmaya? Kitap karakteri olduğundan mı bu özellik ona yüklenmişti? Huysuz bir ifadeyle yüzüne baktım. "O ne demek?"
"Artık masum olma ihtimalini göz ardı etmeyeceğim demek." Diye cevap verdi yeşil harelerini yüzümde dolandırırken. Demek o da direkt konuya giriyordu.
Kaşlarım havalandı. "Ne oldu? Araştırma mı yaptın yine hakkımda?" Diye sordum merakla fakat biraz da iğneleyerek. "Öğrendin mi söylediklerimin doğru olduğunu?"
Bakışlarına keskin bir ifade konduğunda o yeşil hareleri kısıldı. "Kışkırtma beni Meyza."
"Niye? Sinirlensen de kapının önüne koyamamak rahatsız mı ediyor?" Diye sevimli bir ses tonuyla konuştuktan sonra istemsizce gözlerimi devirdim ancak Callisto, beni ciddi bir ifadeyle izlemeye devam etti.
"Bunu tekrar etmeyeceğim." Dedi kısa bir nefesi içine çektikten sonra. Bir elini cebine sokarken gözlerini de kaçırmadı. "Özür dilerim, Meyza." Diye konuştu aniden. Gözlerimi kırpıştırarak kısa bir anlığına duraksadım ve o anda kafasını hafifçe yana eğdi. "Şüphelerim olabilir fakat senin hakkında ileri geri konuşmamalıydım."
Gerçekten, konuya girerken hiç de beklemiyordu.
"Özrünü kabul ediyorum." Dedim lafı dolandırmadan ben de onun gibi kafamı eğdiğimde. Bu sefer şüpheyle karışık bir şaşkınlıkla duraksayan o olduğunda omuz silktim. "Eğer seninle yakın olsaydık ve buna rağmen beni bilerek kırmış olsaydın, affeder miydim bilmiyorum ancak beni tanımıyorsun bile. Sözlerin beni incitmemişti. Boşuna gergin olmaya gerek de yok."
"Affedilmek gibi bir amacımın olmadığını ve senin hakkındaki düşüncelerimin büyük bir kısmının değişmediğinin farkındasın değil mi?" Diye sordu tok bir ses tonuyla.
"Bunu Darien'i korumak için yapıyorsun. Şüphelerin somut bir şeye dönüşüp bana zarar vermediği sürece umurumda bile değil. Zaten bir noktadan sonra kendi kendine ikna olacaksın."
"İkna olacağımdan bu kadar eminsin yani." Dedi alayla.
"Eh, kendime güveniyorum." Diye yanıtladım bakışlarım onun üstünde dolanırken sırıtarak. Yani, sonuçta kötü bir amacım yoktu ve Callisto sonsuza dek benden şüphelenemezdi.
Onun da bakışları bir süre boyunca üstümde dolandı. İç çekti sonra öylece. "Darien seni Batı'dan yollamayı düşünmüyor." Dedi kısık bir sesle. Duraksadı. "Eğer gerçekten bir işler çeviriyorsan bile Meyza, lütfen yapacakların sınırı geçmesin. Bu şekilde en kötü ihtimalle nişan bozulsa bile burada bir klübede falan kalırsın."
Bu sefer, söyledikleri beklentilerimi aştığından inanamazca, derin bir şaşkınlık içinde baktım gözlerinin içine. Callisto, benden duyduğu tüm şüpheye rağmen ve bir işler çevireceğime inanıyorken Meyza'nın geçmişini öğrendi diye burada kalabileceğimi mi söylüyordu?
Sessizleştiğimin o da farkındaydı ancak söylediklerini sindirmek için zaman mı vermek istedi bilmiyorum, bir şey söylemedi. Yalnızca öylece dikilmiş, düzgün kesimli kahve saçları uçuşurken biraz ormana, biraz da bana bakmıştı. Calis'in, baştan beridir bana karşı tetikte ve sonraları ise sert bir mizacı olduğu doğruydu. Bunları Darien'e ve Batı'ya verdiği değerden yapıyordu ancak aynı zamanda merhametli bir kalbe de mi sahipti? Yani sevmediklerine karşı bile mi?
Benim de ona karşı kaldırdığım duvarlardan birinin istemesem de sarsıldığını hissederken "Öyle bakma." Dedi rahatsız olmuş bir ses tonuyla. Yeşil harelerini kırpıştırdı. "Bazı konularda yalan söylemediğinin ben de farkındayım artık."
"Farkında halin böyleyse." Dedim alay eder gibi, içimde yaşananları dışa vurmayarak. "Bir de olmasan ne yapardık yani."
"Bazı konularda duruma şükretmeyi öğrenmen gerektiğini düşünüyorum." Dediğinde yüzüne o aşinası olmaya başladım kibirli gülümseyişi yayıldı.
"Ben de fazla pislik olduğunu düşünüyorum." Dedim kaşlarımı kaldırırken. Ardından duraksayan yine bendim. Callisto, söylediğime hiç kulak asmamıştı ve önüne dönmüştü ancak merakla onu izlemeye başladığımda kaşlarını çatarak sonunda yine bana döndü. "Ne?" Diye sordu huzursuzluğunu tamamen bana da yansıtarak. "Niye öyle deli deli bakıyorsun?"
"Deli gibi bakmıyorum." Dedim eğlenerek. "Soru sorsam cevaplar mısın?"
"Ne soracağına bağlı." Dedi yeşil harelerini kısarken.
"Darien'le nasıl arkadaş olduğunuzu merak ediyorum." Dedim omuz silkerek. Bu söylediğimle beraber hafifçe dudakları kıvrıldı. "Anlatılacak bir hikayesi yok."
"Gizem yaratma ya." Dedim bu sefer ben kaşlarımı çatarken. Delirecektim gerçekten. Bilmece koysunlardı artık önüme. Direkt bunu çöz falan desinlerdi. Niye cevap verirmiş gibi yapıp aslında hiçbir şey söylemiyorlardı? Dik dik ona bakmaya devam ettiğimde sonunda bıkkınca iç çekti.
"Darien'i direkt olarak Batı'ya gönderme sebepleri o zamanlar ormanların gerçekten kontrolden çıkmış olmasıydı." Gözleri ilerdeki ormana değmişti. "Birileri zaten bu görev için gözden çıkarılmak zorundaydı çünkü bir nevi intihar göreviydi aslında. İmparator oğlunu göndererek vergi yüzünden canından bezmiş halkı sakinleştirdi çünkü halkını oğlundan da çok sevdiğinin bir göstergesiydi bu. Herkes İmparator'un bu yürekli davranışını takdir ederken neredeyse tüm meclis Darien'in ilk görevinde ölmesini bekliyordu."
Ağzım şaşkınlıkla aralanırken, omurgamdan aşağı inen ürperti göğsüme soğuk bir hissin yayılmasını sağladı. Callisto ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Darien'in peşine takılan şövalyeler sadece ailelerin ikinci oğullarıydı. Gözden çıkarılmış olanlar." Omuz silkti. "Ben üçüncü çocuktum ve gönderdikleri görevde ne yaşanacağı ailem için pek de önem teşkil etmiyordu. Diğerlerine ve hatta Darien'e olduğu gibi. Hepimiz bir nevi aynı kaderi üstlenmiştik."
"Orman..." Diye mırıldandım soğuk fakat kısık bir sesle. Güçlükle konuştuğumu anlamasın diye hemen ardından yutkunmuştum. "Geldiğinizde, ne durumdaydı tam olarak?"
"Dünyaya taşmak üzere olan bir kıyamet vardı." Diye mırıldandı benim aksime hala sesinde hafif bir alayla. "Normal insanların öylece hayatta kalabileceği bir yer değil. Fiziksel dayanıklılığın yeterli değilse ve mana gücün dengesizse düzgün nefes bile alamazsın. Orada daha... Yoğun ve karanlık bir hava var. Dışardan gözüken canlı yeşil ağaçlar seni yanıltmasın, içerisiyle hiç alakası yok."
Hayır, diye geçirdim içimden. Hayır gerçekten.
Darien saraydan gönderildiğinde daha bir çocuktu. Sadece bir çocuk. Fazlası değil. Callisto da onun yaşlarında olmalıydı ve toplanan diğer şövalyelerin de yaş ortalamasının benzer olduğu kesindi.
Callisto, eğer yanlış hatırlamıyorsam ülkenin en seçkin ailelerinden birinden geliyordu. İmparator'un sağ kolu olan aile. Arnando Düklüğü. Topraklarının ne kadar geniş, ordularının ne kadar kalabalık olduğu Helefna'da bile bilinirdi. İki abisi daha var diye Callisto'yu gözden mi çıkartmışlardı yani? Başa geçecek olan ve yedeği haricinde diğerleri çocukları olmaktan çıkıp harcanabilir bir kart haline falan mı geliyordu?
Kalbimin üşüdüğünü hissettim o an. Sanki küçük buz kristalleri büyüyerek yüreğimi kaplamaya başlamış, kanımı bile dondurmaya ant içmişti. O çocukları hayatlarını riske atacakları bir göreve mecburi olarak giderken bir de aileleri tarafından terk edilmiş, bunun yükünü taşımışlardı.
"Siz-" Diyerek bocalamış bir sesle duraksadım. "Orman o kadar kötüyken nasıl-" Yutkundum. "Nasıl hayatta kaldınız?"
Callisto'nun dolgun dudakları, ilk defa içten bir gülümseyişle kıvrıldı o an. Yeşil hareleri, gurur benzeri bir ifadeyle doldu. İç titretecek kadar sahici bir gururdu bu. "Darien, ormanın içinde karşımıza çıkan her şeye kıyasla çok daha fazla canavar gibiydi. Söz konusu olan hayatı değilmiş gibi parçalıyordu önümüze çıkan yaratıkları. Sanki içinde bulunduğumuz durum bir oyunmuş gibi o iblislerle karşılaştığımız zaman gözleri parıldıyordu. Aynı ormanın içinde hem bizi eğitti, hem de hayatlarımızı defalarca kez kurtardı." Duraksayıp gözlerimin içine baktığında, ne hissedeceğimi tam olarak bilemez haldeydim ve kaşlarım da çatılmıştı hafifçe.
Hayal etmek zor değildi Darien'i, kısa siyah saçlarıyla, parlak sarı gözleriyle oradan oraya koştururken. Normal şartlar altında küçükken ağaçtan ağaca atlayıp yaşasaydı annesinin kalbine indireceğini, sarayın duvarlarına tırmanıp herkesi delirteceğini tahmin etmek de zor değildi. Eminim dünyanın en sevilesi çocuğuydu da zaten ancak gel gör ki şartlar yerinde değildi. Ne ağaçtan ağaca atladığını, ne de sarayı birbirine katacak yaramazlıklar yapabildiğini sanmıyordum.
Evi olması gereken yerde hayatta kalmaya çalışmış, en sonunda ise oradan atılmıştı.
Darien ne bir silah, ne bir araçtı. Babası onu gönderdiğinde bir çocuktu ve bir de o yaşında kendini başkalarını korumaya adamıştı. Kitabı okurken Darien'e biçilmiş kader beni hep kahretmişti ama şimdi kalbimin onun için kırıldığını hissediyordum.
"Herkesin ormana girdikten sonra rahat kalmasının, ara verdiğimiz gecelerde gözlerini kapatıp uyuyabilmesinin sebebi Darien'di ancak bu kahrolası bir peri masalı değil. Kayıplarımız da oldu. Aramızda çok küçük çocuklar vardı, Meyza. Bir gece su almak için kalktığımda, şans eseri Darien'in uyanık olduğunu gördüm. Mezarların başında oturuyor, gözlerini bile kırpmıyordu. Yanımızdayken ne kadar her şey bir oyunmuşçasına gülümserse gülümsesin, bizi rahatlatmaya çalışırsa çalışsın... Hiçbir şeyin oyun olduğu yoktu ve bunun en farkında olan kişiydi belki de Darien." Kafasını yana eğdi. "Orman fethi bittiğinde ve Darien'in hep batıda kalacağı anlaşıldığında, tüm imparatorluk yerinden oynamıştı. Darien, orman fatihi lakabı verilmesi için kendi adına düzenlenen törene gitmedi. Kahraman ilan edilen diğer şövalyeler de öyle. Hiç kimse buradan ayrılmadı. Hepsi zaten kendi evlerinde gereksiz görülen çocuklardı. Batı bir nevi evimiz oldu."
Callisto, duraksayarak bana dikkatle baktığı sırada gözlerimin dolduğunu fark ettiğinde kaşlarını çattı. "Yok artık Meyza."
"Bu senin suçun." Dedim burnumu çekerek gözlerimi ağlamamak için havaya dikerken. "Bu kadar üzücü bir şeyse anlatmamalıydın."
"Soran sendin." Dedi inanamazca. "Kötü sonlu bir hikaye değil bu. Ağlanacak bir şey yok."
"Çok küçüktünüz." Dedim ben de tıpkı onun gibi inanamazca. "Karilya İmparatoru'nun kafası yerinde miydi? Nasıl yapar böyle bir şeyi? Oğlunu kovmakla kalmamış, ölüme yollamış!" Yutkunmaya çalıştığımda "Sakin ol." Diye mırıldandı ve gözlerimi kocaman açarak ona baktım. "Daha küçücüktünüz. Size bunu nasıl yaparlar?!" Kafamı iki yana salladım. "Prensin teklifini kabul etmeli, oraya gittiğimizde ise hepsini yok etmeliydik. Darbeyse darbe." Dedim onaylamazca. "Şu lanet soylular, gerçekten."
Callisto, bana garip bakışlar atarken gülecek gibi oldu. "Sen de soylusun, Meyza."
"Ben sayılmam." Dedim omuz silkerken.
Kaşlarını havaya kaldırdı. "Üstünde ülkenin en iyi kumaşlarından varken böyle söyleme bari."
"Ne yani? Param varsa harcamamalı mıyım?" Dedim ben de ancak sonrasında ona bakarak kaşlarımı çattım. "Ayrıca bunları laf dinlemez arkadaşın aldı bana. Ben mi istedim?" Duraksadım. "Evet ben istedim ama parasını ona ödettirmeyi düşünmemiştim. Nereden geliyor ayrıca bu çocuğun mal varlığı?"
"Şimdi tam bir casus gibi konuştun." Dediğinde dil çıkarttım. "Sen de hala pislik gibi konuşuyorsun Callisto Arnando."
"Soylu sayılamayacağın konusunda sana katılmak üzereyim." Dedi alayla. O an, ben de onunla biraz daha dalga geçmeyi planlıyordum ancak bir kuş, o kadar hızlı ve alçaktan uçuyordu ki bakışlarımın ona kaymasına engel olamadım. Neye benzediğini uçtuğu sürece anlamam çok mümkün değildi ancak kuş, konacak hiçbir yer yokmuş gibi geldi, ve elime kondu. Gerçekten elime.
Callisto'nun dudakları aralanıp kaşları çatılırken elimdeki varlığa baktım. Callisto'nun ifadesi tam anlamıyla 'Bu dünyanın en saçma olayı' der gibiydi ve buna rağmen belki kendimi pamuk prenses gibi hissedebilir, daha sonra Darien'e bu konuda hava atabilirdim ancak kuş sandığım şeyin, çok da kuş olmadığı o an ortaya çıktı. Gözleri masmavi ve kabarık tüyleri bordoya kayan koyu bir kırmızıydı. Burada bir sorun yoktu. Bu şeyin büyük ayakları, inanılmaz derecede uzun pençeleri vardı. Kanatlarındaki bazı yerlerin keçeleşmiş olduğunu ve ağzını aralayıp "Grr." Diye bir ses çıkarttığında ayrıca bıçaktan keskin sivri dişleri olduğunu gördüğümde, elimdeki şeyi fırlatarak tüm kaleyi oynatacak bir çığlık koparttım.
"Callisto bu ne?!" Diye bağırdım bir şekilde koşturmaya başlarken. Kuş, tepemde uçuyor, üstümde konacak veya saldıracak yer arıyordu ancak deli gibi koştuğumdan bu pek de mümkün değildi. Resmen beni kovalıyordu.
"Meyza kıpırdama!" Dedi Callisto da peşimden bahçede koşmaya başlarken. "Pelvis o. İnsanlara zarar vermezler!"
"Bunun sivri dişleri var!" Dedim bahçede koşturmaya devam ederken. O sırada kaleden bana doğru koştuğunu gördüğüm Darien'in gözlerinde, tehditkar ve tetikte bir ifade vardı ancak beni kovalayanın bir kuş olduğunu gördüğünde adımları yavaşlar gibi oldu ve kaşlarını kaldırarak duraksadı. Ayrıca bu şeyin kuş olduğuna da bin şahit isterdi. "Alsanıza şunu!" Dedim elimle uçan şeyi kovmaya çalışırken. Kuş "Grr, grrr." Diye sesler çıkartarak beni takip etmeye devam ettiğinden koşmaya devam ettim ancak işin sonunda, yanından geçmek üzere olduğum Darien beni belimden tutmuş, daha ileri gitmeme izin vermezken "Sakin ol kar tilkisi." diye kulağıma doğru mırıldanmıştı. Durduğumuz anda kuş gelip koluma kondu ve ben kocaman olmuş gözlerle Darien'e bakarken o da kaşlarını çatıp yaratığa baktı.
"Sima." Dedi anlaşılmaz bir sesle. Kuşa bakarken beni tutan Darien diye mi bilmiyorum, biraz sakinleştiğimi hissederek derin bir nefes aldım. Kuş bir şey yapacak gibi değildi sahiden ancak sanki oldukça zeki bir canlıymış gibi kafasını yana eğiyor, mavi gözleriyle bana bakıyordu. "Tüm bu saçmalıklar seni bulmak zorunda değil mi?" diye sordu Darien hafif sert bir sesle, Callisto yanımıza gelirken.
"Böyle bir şeyin gerçekleşme yüzdesi kaç?" Dedi Callisto gelir gelmez kuşa bakarak. "Tanrı aşkına."
"Neler oluyor?" Diye sordum kuş dişlerinin arasına pelerinimi geçirerek uçmaya çalışmaya başlayınca. "Beni bir yere mi götürmek istiyor? Yavrularına yem olarak mı verecek?"
Darien "Kendisi yavru zaten." Dedi çatık kaşlarla yaratığa bakmaya devam ederek. "Ama ne yapıyor bu piç?" Diye mırıldandı sonra kendi kendine. Callisto kaşlarını kaldırdı. "Meyza'yı bir yere götürmeye mi çalışıyor sahiden?" Duraksadı. "Pelvislerin daha önce orman dışına çıktığını gören olmamıştı."
"Ne ormanı?" Diye sordum şüpheyle. Kuş pelerinimi çekiştirip durduğu için kaşlarım zaten çatıktı. "Darien?"
"Sakin ol, Sima." Dedi Darien de bana bakarak belimdeki tutuşunu sıkılaştırırken.
"Bu şey ormandan mı geldi?" Diye sordum gözlerim kısılırken. "Lanetli olandan mı?"
"Yaratıkların olduğu kısımdan değil en azından." Dedi Callisto alayla. "Bu arada sana Helefna'da tam olarak ne diyorlardı?" Diyerek kafasını salladı. "Şimdi taşlar yerine oturuyor."
"Ne diyorsun ya?!" Dedim isyanla ve Darien iç çekerek kılıcını eline aldı. "Gözlerini kapat Meyza."
"Onu öldürecek misin?" Diye sordum dehşet içinde.
"Seni bırakmaya niyeti var gibi durmuyor." Dedi o da gözlerini devirerek.
"Saçmalama." Dedim yalnızca ve tüm cesaretimi toplayarak kuşa elimi uzattım. Gagasının arasındaki pelerinimin ucunu bırakarak usulca elime kondu. "Seni takip etmeyeceğim." Dedim kuşa hitaben, kaşlarımı çatarak. Sanki beni anlıyormuş gibi duraksadığında "Beni çekiştirme." Diye devam ettim.
"Hayvanlarla mı konuşuyorsun bir de?" Dedi Callisto kaşlarını kaldırırken. "Kaleye ajan soktuğumuzdan şüpheleniyorduk, cadı almışız meğer Ne mutlu bize."
"Pislikleşme." Dedim ona bakarak ancak şu an biri bana evet Meyza Isabel aslında cadıydı dese inanırdım doğrusu. Bu kuş neden gelip bana dadanma gereksinimi duymuştu ve gerçekten nasıl oluyor da sözlerimi anlıyordu? Fantezi dünyası dedik diye tüm absürtlükleri görmem gerekmiyordu. Ormandan çıkıp gelen bir canlıyaysa duyduklarımdan sonra hiç ihtiyacım yoktu. Darien ellerimin arasındaki kuşa bakarak "Onu gönder." Diye huzursuzca mırıldandığında ben de kuşa baktım. "Git hadi."
Kuş birkaç kere gözlerini kırptı. "Git, sonra gelirsin yine." Kuş, sanki üzgünmüş gibi kafasını büktükten sonra "Bir daha gelirsen diye sana bir isim düşüneceğim." Hafifçe elimi salladım. "Git."
Sonra, kuş bana son kez baktı ve gerçekten uçarak uzaklaştı.
Kaşlarımı iyice çatmaktan alıkoyamadım kendimi.
"Pekala Sima, sen burada durup tüm gariplikleri üstüne çekmeden önce gidiyoruz." Dedi Darien bana hitaben ve Callisto'ya döndü. Sarı hareleri hafifçe kısılmıştı. "Olanlar hakkında yaygara çıkarma. Bunu araştıracağım."
"Hadi ama." Dedi Callisto gözlerini devirirken. "Olanlar hakkında kesinlikle yaygara çıkartacağım."
"Siktir git Callisto." Dedi Darien belimdeki eliye beni yönlendirirken. Sonrasında yine dönüp Callisto'ya gözlerimi devirmek ya da dil çıkartmak istedim ancak bunun yerine yaptığım şey orta parmak göstermek oldu. Bir anlık şaşkınlıkla yeşil hareleri parıldarken Darien'in bakışları bana döndüğü an elimi indirdim.
"Uslu dur Sima." Dedi Darien, parlak sarı harelerini üstümde gezdirirken.
"Hiçbir şey yapmadım." Dedim ben de sevimli bir sesle.
"Soyluymuş." Diye mırıldandı Callisto ağzının içinde. "Kıçım." Arkamı dönmesem de ona güldüğümde Darien'in bakışları üstümdeydi ancak o an bakış açıma Eloria girdiği için dikkatim dağıldı. Darien beni kaldırıp tek seferde atın üstüne yerleştirdi. Ardından kendisi atlamıştı arkama.
"Arkana binmem daha mantıklı olmaz mı? Elbise de giymiyorum." Dedim yine önceki gibi bir pozisyonda kendimi bulduğumda. Darien beklemeden Eloria'yı ilerletmeye başladı. Siyah atın ne kadar güzel bakıldığı pırıl pırıl tüylerinden belliydi.
"Arkama geçersen yüzde yüz düşersin sen." Dedi Darien hafif alay eder gibi bir sesle.
"Saçmalıyorsun." Dedim ben de huysuzca, geriye doğru yaslanarak. Kafam Darien'in göğsüne denk geldiğinden ve o da atın yularını tuttuğundan kollarının arasında kalmış gibi olmuştum. Gibi olmamıştım daha doğrusu. Kollarının arasında kalmıştım. Bu bir gülümseyişin dudaklarımda dolanmasını sağlarken "Tam bir baş belasısın." Dedi ağzının içinde mırıldanarak. Yine de sesi, durumdan hiç de rahatsızmış gibi değildi ve hatta, kollarını biraz birbirine yakınlaştırmış, tamamen ona yapışmamı sağlamıştı.
"O kuş neydi öyle gerçekten Darien?" Diye sordum söylediğini görmezden gelerek.
Derin bir nefesi içine çekti. "Sana ormandaki her canlının insanlara zarar vermediğini, ormanın içindeki bir kısmın farklı olduğunu söylemiştim. Pelvisler ormanın o kısmında yaşarlar." Dedi ve duraksadı. Yüzünü görmesem bile şu an kaşlarını çattığını bilmek için ona bakmama gerek yoktu. "Ve ormandan çıktıkları hiç olmamıştı."
"Beni götürmek istiyor gibi duruyordu." Diyerek duraksadım. "Ormana yani."
"İhtimal dahilinde bile değil." Dedi sert bir sesle. "O ormana bir adımını bile atmayacaksın."
"Yani, gitmek için bir sebebim yok zaten." Dedim kafamı çevirip ona bakmaya çalışarak. Bulunduğum pozisyondan dolayı biraz zordu ancak yüzünü görebilmiştim. Kaşları tam da tahmin ettiğim gibi çatılmış, gözleri aklından geçen şeylerle hafifçe kararmıştı. "Kulağa korkunç geliyor." Diye devam ettim. Göz göze geldiğimizde Darien ne kadar eğleniyor olduğumu bakışlarımdan anladı ve yüzündeki ifade yumuşarken düzgün durmam için omzumdan tutup yeniden önüme dönmemi sağladı.
"Rahat dur." Dedi düz bir sesle.
"Öyle sıkılırım ama."
"O halde başka bir şeyle oyalan. Aklından garip fikirler geçmiyorken daha güvende olduğumuza inanıyorum."
"Seninle oyalanmak istiyorum."
Hafifçe duraksadı. "Ele avuca sığmaz bir şey oldun sen." Dedi ve kafamı yana eğdim hafifçe.
"Seni yine öpmek istiyorum." Dedim alakasızca o an. Sesim biraz kısık ve hayal kurar gibi hülyalı çıkmıştı ancak bunu söylemeyi esasında ben de pek planlamamıştım. Darien'in yuları tutuşunun sıkılaştığını göz ucuyla da olsa görebildim. Beklediğim şey Darien'in dalga geçmesi, benim de biraz eğlenmemdi ancak at, kaleden çıkıp biraz ilerledikten sonra yavaşlayarak durdu. Hemen ardından Darien, beni yan oturtturarak ona doğru dönmemi sağladı.
Kalp atışlarım aniden kulaklarımda çınlamaya başladığında dudaklarım aralandı ve göğsüm heyecanla sıkıştı.
Darien, yüz yüze geldiğimiz zaman kaldırdığı kaşlarıyla dikkatle bana bakmaya başladı. Gözleri baştan sona üstümde gezinse de bakışları en son, eldivenleri çoktan çıkarttığım ellerimde durmuştu.
"Bahar geldi sayılır." Dedim hızla.
"Hava hala soğuk." Dedi o da düz bir sesle, bu bir bahane değil der gibi.
"Eldivenler çok kalın ve bir şeylere dokunamamak beni rahatsız ediyor." Dedim açıklama yaparak. Darien, ilgiyle beni dinliyormuş gibi gözükse de o sırada ata bindiğimizde kapattığım pelerinin şapkasını indirdi. Gözleri sırayla örülü beyaz saçlarımda, açıkta kalan yüzümde ve en son gözlerimde durdu.
Ardından bir elimi avucunun içine aldı yavaşça. Sonra diğerini. Onların soğuk olduğunu fark etmesi kaşlarını hafifçe çatılmasını sağladığında "Üşümüyorum Darien." Diye mırıldandım yeniden. "Gerçekten."
Bir süre elimi tutarak onların ısınmasını sağladıktan sonra, ki onun büyük elleri neden sıcaktı hiçbir fikrim yoktu, "Eee?" Dedi kaşlarını kaldırarak.
Ellerini hafifçe sıkarken gözlerim kısıldı. Oyunbaz parıltılar sarı harelerinin içinde dolanıyordu ve çarpıcı bir gülümseyiş güzel yüz hatlarına oturmuştu. Saçlarını onunla tanıştığımız günden beridir kısaltmadığından uzamışlardı ancak rüzgar sağolsun uçuşan tutamlar gözüne girmiyordu. Kalede aynı zamanda üstünü de değiştirmişti ki altın işlemeli takım yerine siyah kumaş gömlek ve benimki gibi bir pelerin takmıştı. Tepedeki aldatıcı güneşin ışıltısı teninin üstündeydi.
Bazen... Bazen ona bakarken içimdeki duygular buhar olmuş ancak ağırlıkları kaybolmamış, yavaşça beni boğmaya başlamışlar gibi hissediyordum. Sanki kalbim de bu baskıya dayanamayıp patlayacaktı sonunda ancak tüm çelişki de burada yatıyordu. Darien nefesimi keserken nefes aldığımı hissettiriyordu bana. Nasıl mümkündü bilmiyorum.
"Ne eee?" Diye sordum anlamazca.
"Ne için durduğumu düşünüyorsun Sima?" Dedi kafasını hafifçe eğerken. Sesi kısıktı. Kalbim bir anlığına teklerken "Seni öpmem için mi?" Diye sordum istemsizce gözlerimi kocaman aralayarak. Gözlerime bakması alaycıl bir kıvılcımın dudaklarında titreşmesini sağladı.
"Konu kendi isteklerini uygulamaya geldiğinde verdiğin tepkiler oldukça komik." Dedi gerçekten alayla.
Dirseğimi karnına geçirdim. "Dalga geçme."
"İmkansız." Dedi o da ve kafasını eğdi sonra. Simsiyah saçları yine alnına döküldü böylece. Ben gözlerimi kırpıştırarak ona bakarken iç çekti ve ellerimi daha sıkı tuttu. Bazen bana, benim görebileceğimden çok daha fazlasını görüyor gibi bakıyordu. Sık kirpiklerini ara ara kırparken pembe atkıma değdi bakışları. Muhtemelen soğuk yüzünden biraz kızarmış yanaklarıma. Geniş göğsü aldığı her nefesle inip kalkarken ben de sessizce onu izledim.
Bakışlarındaki eğlenceli tavır yavaşça silinirken "Ben gelmeden önce Callisto ile ne konuşuyordunuz?" Diye sordu.
Dudaklarımı büktüm. "Bana nasıl tanıştığınızı anlattı."
"Bu kadar mı?" Gözleri yüzümde gezindi. "Seni rahatsız edecek bir şey söylemedi yani?"
"Söylemedi." Dedim kaşlarımı kaldırırken. Darien'in yüz hatları gevşerken "Biraz da ormanı anlattı." diye devam ettim. Callisto'nun kafamın içinde yeniden çınlayan sesi içimi sızlatırken güçlükle yutkundum. "Karilya imparatorluk ailesini de Callisto'nun ailesini de ortadan kaldırmak istiyorum artık." Dedim homurdanır gibi bir ses tonuyla fakat oldukça ciddi bir şekilde.
"İşin biraz zor."
"Dalga geçme dedim." Diyerek somurttuğumda, elleri ellerimden ayrılıp yüzüme değdi. "Yanakların kıpkırmızı." Dedi konuyu değiştirerek.
"Yakınımdasın çünkü." Diyerek güldüm ve bakışları gülüşümde dolanırken yüzünde o her zamanki ifadesiz bakışı belirdi.
Tereddütle birkaç saniye duraksadıktan sonra "Sen... Konuştun mu Anfia'yla?" diye sordum. Bakışları o an biraz gölgelenir gibi oldu. Kaşları da çatılmıştı biraz. "Konuşmaya pek açık değildi." Dediğinde gözlerimi yüzüne diktim.
"Hazır hissettiğinde gelip sana neler oluyorsa ya da olduysa anlatacağından eminim." Dedim söylediğime tamamen inandığımı gösteren net bir ses tonuyla. Yine de bu, onun harelerine oturan huzursuzluğu silemeye yaramadığında devam ettim. "Sen onun ailesisin."
"Onun ailesiyim ancak siktiğimin sarayında ne yaşadığına dair en ufak bir fikre sahip değilim." Dedi kaşlarını çatarak. "Dertleri benimle diye Anfia'ya zarar vermezler sandım." Öfkeyle karışık bir ifadeyle gözlerini kapattı. "Daha dikkatli olmalıydım."
Bu öfkesi kendineydi sadece.
Bu gerçek kalbimi kırıyormuş gibi hissettim bir an. O gürültülü parçalanma sesi gün içinde ikinci kez zihnimde çınladı. Bir insanın kendiyle olan kavgasında aldığı yaralar öyle hemen kapanmazdı. Darien'in canının acıdığı düşüncesi bile ruhumu sancıtıyordu benim. Sırf o acı çekmesin diye bunca yolu gelen, hesapsızca onun hayatına giren kadın için belki bu normal karşılanabilirdi ancak fazlası olduğunu biliyordum. Hep farkındaydım.
Darien başına bir şey geldiğinde üzülüp geçeceğim biri değildi artık ve bu gerçek bile döndürüyordu başımı.
"Sen de daha çocuktun Darien." Dedim yumuşak bir sesle. Gözleri açılırken bakışlarını bana çevirdi. "O zamanlar yapabileceğin fazla bir şey yoktu. Geçmişte olanları değiştiremeyeceğiz ama bundan sonrasında Anfia hep onun yanında olduğunu bilecek. Emin olabilirsin bundan." Duraksadıktan sonra kafamı eğdim. Kalın kaşları çatılır gibi oldu.
"Aile olmanın nasıl bir şey olduğunu size baktıktan sonra hatırladım, Darien." Dedim hafif titrek bir sesle. Darien'in altın hareleri gölgelendiğinde parmağı yanağımın üstünde yavaşça, içimi sızlatacak bir şekilde hareket etti. "Elinizde çok değerli bir şey var ve..." Diye devam ederken iç çektim. "Geçmişi düşünerek bu bağı da kendini de yıpratmak yerine onu korumaya odaklanmalısın."
Darien, sessizce fakat her zamanki gibi dikkatle, içimi okuyabiliyormuş gibi bana bakarken dudaklarımı kıvırdım. Yanağımdaki eline doğru yaslandım iyice ve bu hareketimle bakışları içimi delip geçmeye başladı. "Okuduğum bir kitapta yazıyordu ki içi boş bir sevgi bizi hiçbir yere götürmezmiş bu dünyada ama gerçek olanı her şeyi yapabileceğini hissettirirmiş sana. Anfia eminim ki her şeyin altından kalkabileceğine dair olan hissi senin sayende buluyordur. Buna inanmalısın Darien." Dedim ben de tüm yüreğimle söylediklerime inanarak.
Darien bu inancımın ona kenetlenen gözlerimde ne kadarını gördü bilmiyorum ancak "Hangi kitapmış o?" Diye sordu gözleri kısılırken. Parmağına yavaşça beyaz örgülü tutamlardan birini doladı.
"Sevmezsin herhalde sen. Romantizm kitabıydı." Dedim omuz silkerek.
"Rotamız değişti." Dedi sakin bir tınıda, gözlerini yola değdirerek. Kaşlarımı kaldırdım. "Neden? Yemeğe mi çıkartacaksın beni?"
"Yemeğe mi çıkmak istiyorsun?"
"Hoş olurdu." Diyerek yeniden gülümsediğimde yutkundu. Ardından gözlerimi kıstım. "Yani şimdi biz sevgiliyiz artık değil mi?" Kaşlarını kaldırdığında sarı harelerinde o oyunbaz parıltılar dolanmaya başladı. "Beni öpüp şimdi hiçbir şey değiliz dersen bu komik olmaz ve kaleni terk etmek zorunda kalırım." Diye devam ettim kafamı sallayarak, oldukça ciddi bir sesle.
"Kaleyi terk edip tam olarak nereye?" Dedi o da en az benimki kadar yalandan ciddi bir sesle.
"Bilmem, herhangi bir yer." Diye konuştum pervasızca. Mavi gözlerimi sık sık kırparken bir yandan da elimi sallamıştım 'Bir yer bulunur illa.' der gibi.
"Hmm." Diye mırıldandığında elleri belime kaydı ve herhangi bir uyarı vermeden sanki aramızda çok bir mesafe varmış gibi iyice kendine çekti beni. Gözlerim şaşkınlıkla hafifçe açıldığında dudakları kıvrıldı ve gözleri yüzümde dolandı. "Seni bulmak zorunda kalırdım herhalde." Alenen sırıttı. "Batı Dükü nişanlısını kaleden kaçırtmış diye konuşmaları hoş olmazdı."
"Saklanmak istiyorsam beni bulamazsın." Dedim kalbim titrese de düz bir sesle.
"Seni dünyanın öbür ucunda olsan bile bulurum." Dedi ve beni taklit ederek omuz silkti. "Eğer istiyorsam." Diye eklediğinde bu oyuncu tavrı gülmeme sebep olmuştu.
Ayrıca mevcut yakınlığımız, aklımı şaşırtmıştı biraz. Darien'in göğsüne o kadar yakındım ki kelimeler zihnimde biraz eriyor bile olabilirdi.
"Yani sevgili miyiz?" Diye sordum kalbim çoktan ritmini şaşmışken.
Tekrarladığım soru alayla sarı harelerini devirmesine sebep oldu. "Sevgililik aşamasını geçmiş olabileceğimizi hiç düşündün mü Sima? Nişanlıyız diye falan."
"O ayrı bu ayrı be." Dedim cırlayarak kendime gelirken. "O anlaşmaydı. Bu gerçek. Hangi aşamada olduğumuzu bilirsem ona göre davranabilirim."
"Şimdi de kafana göre davranmıyor musun?"
"Hangi aşamada olduğumuzu bilirsen, sen de ona göre davranabilirsin." Dedim söylediğini görmezden gelerek.
"Bunu şimdiden farklı kılacak olan şey ne?" Diye sordu gözlerini gözlerimin içine dikerken. Altın harelerin parladığını gördüğümde dudaklarımı büktüm. Dudaklarındaki o kıvrım güçlükle yutkunmamı sağladı. "Beni istediğin zaman öpebileceksin ve ben de biraz daha dırdır edebilme hakkına sahip olacağım. Ayrıca sana daha rahat sarılırım falan."
Manalı bir ifadeyle gözlerimin içine baktığında, aslında çok da bir farkı olmadığı benim de yüzüme çarpılmıştı ancak "İyi be-" Diye mırıldandım gözlerimi ondan çekerken. "Böyle takılalım. Ciddi hiçbir şey yok. Yakında beni yatağa atar uyanınca aramızda bir şey yoktu falan da dersin sen." Darien derinden gelen bir sesle güldüğünde ona bakmamak için biraz direnmek zorunda kaldım ve bu zor oldu çünkü yüksek sesle güldüğü zamanlar çok nadirdi. Yüzünü görmesem bile göğsümde bir şeylerin öylece uçuştuğunu hissettim.
"Bence sen beni yatağa sen atarsın bu gidişle." Dedi benimle uğraşmaktan ne kadar eğlendiğini belli eden bir sesle. Pekala, belki bu konuda biraz haklı olabilirdi.
Cevap vermek yerine ileriye bakmaya devam ettiğimde bir eli belimden yüzüme çıktı. "Sima..." Dedi hafif alaylı fakat bu sefer yarı ciddi bir sesle. "Bu işin sonunda evleneceğimizin farkında mısın? Ne önemi var ilişkimize ne isim koyduğunun?"
"Sen koyma isim falan." Diye homurdandığımda parmakları hafif bir baskıyla ona dönmemi sağladı.
Kaşlarım çatıktı ancak Darien iç çektiğinde ve onaylamazca "Çok sabırsız bir kadınsın Sima." Dediğinde anlamazca ona baktım. Bu halim dudaklarının kıvrılmasını sağladı yeniden. "Seni öptüğüm gün zaten senin deyişinle sahte nişanlılıktan gerçeğine geçtik kar tilkisi." Dedi cebinden mavi bir kutu çıkartırken.
Zihnimde bir kaosun çıkmaya başladığı an o andı sanırım. Anlamsızca birkaç saniye dik dik kutuya bakarken ağzımdan yalnızca bir "Yok artık." çıktığında Darien gözlerini devirdi ancak farkında değildi ki sadece bana bakarak bile ritmini bozduğu kalbim infilak etmek üzereydi.
"Nesilden nesile geçen nişan yüzüklerim yok." Dedi düz bir sesle. Kutudan çıkarttığı yüzük dudaklarımın aralanmasını sağladığında başka bir şey bilmiyormuş gibi yeniden "Yok artık." diye mırıldandım. Dudakları kıvrıldığında elimi avuç içine alarak kutudan çıkarttığı yüzüğü parmağıma taktı.
Tam olarak hipnotize olmuş gibiydim. Yüzük gümüş rengindeydi ve Batı düklüğünü simgeleyen dallar ve yapraklar ince halkanın üstüne kazınmıştı. Üstündeki taşsa büyük bir şey değildi ancak rengi... Yarısı sarı yarısı açık maviydi. Göz renklerimiz gibiydi yani...
Biz gibiydi.
Tabi o bunu belki Batı ve Kuzey'i simgelemesi amacıyla bayrak renklerimiz olduğundan koymuş olabilirdi ancak ne önemi vardı? Hayatımda gördüğüm en güzel yüzüktü bu. İçinde Darien'in göz rengi vardı ve... Sanırım kalbim az sonra içimden taşacaktı.
Kutuya uzanarak üstünde taş olmayan yüzüğü elime aldığımda ona takmak istediğimi anlayarak elini uzattı ancak bakışları hala yüzümde dolanıyordu. Yüzüğü parmağına taktığımda onun üstüne kazınan küçük bir kar tanesi olduğunu fark ettim ve dolmak üzere olan gözlerimle yüzüne baktım. Bugün beni ağlatmaya ant içmiş gibi bir hali vardı ancak sanırım hayatımda ilk defa... Mutluluktan ağlayacakmışım gibi bir hisle sarmalanmıştı yüreğim.
Göz yaşlarım daha önce hep ya canım acıdığından ya yüreğim kanarmış gibi sıkıştığından akmıştı. Daha önce hiç kalbim pır pır atarken ağladığım olmamıştı ve kitaplarda okuyunca da şaşırır kalır, nasıl diye düşünüp dururdum. İnsanı ağlatacak mutluluklarda mı var şu hayatta?
Darien'e bakarken iç çektim yavaşça. Kesik bir nefesti bu. Belli ki insanı ağlatacak mutluluklar da, kalbe sığmayacakmış gibi gelen hisler de vardı.
"Artık benden öyle kolay kurtulamayacağını biliyorsun değil mi?" Dedim mırıltıyla fakat tamamen neşeyle.
Darien... Sandığım kadar uzak değildi bana. Ben hep ona yaklaşmaya çalışıyordum da o ilk defa bu kadar yakınımdaydı belki. Kendi istiyordu bunu hem de.
Daha dün beni öpmemiş miydi? Yüzükleri ne zaman hazırlamıştı ki?
"Asıl sen..." Dedi sarı hareleri kısılırken. "Artık benden o kadar kolay kurtulamayacağını biliyorsun değil mi, Sima?"
Sanki kurtulmak isteyen vardı da.
Yoğun bakışları tenimi yakarmış gibi hissederken "Yine de Darien." Diye mırıldandım sırıtarak. "Benim daha önce hiç sevgilim olmadı ve ben bir süre boyunca sevgiliymişiz gibi davranmak istiyorum. Umarım ayak uydurursun bana."
"İstediğini yap Sima." Dedi Darien gözlerini yüzümde dolandırırken. Sonra, yanaklarımı tuttu ve mırıldandı. "Ben de öyle yapacağım."
Dudaklarıma bıraktığı, çok da uzun bir öpücük değildi. Aceleci bir hali de yoktu. Yavaştı ancak kapadığım gözlerimin ardında sanki yıldızları görmüştüm. Büyük eli, yüzümü nazikçe kavradığından içim titrerken ben de ona karşılık verdim fakat daha dudaklarımı aralamadan geri çekilince gözlerimi araladım. Kalbim delicesine atıyordu ve tam olarak nefes alamıyordum ancak Darien parlak sarı hareleriyle yüzüme baktığında elimde olmadan kocaman gülümsedim. Darien'in gözleri kısıldı ve iç çekerken parmağı dudağımın kenarında dolaştı.
"Sima." Dedi elleri belime inip yeniden hafifçe önüme dönmemi sağladığında. Artık yüzünü görmüyor olmak somurtmamı sağlarken "Efendim?" Dedim uysalca. Hareket etmeye başlamıştık.
"Yok bir şey."
"Dalga mı geçiyorsun?" Dedim kaşlarım çatılarak ona dönmeye çalışırken ancak elleri buna engel oldu. "Adını söylemek istedim."
"İsmimi beğeniyor musun?"
"Sana uyuyor."
Hazine ve çehre.
"Hazinen miyim senin?" Diye sordum eğlenerek. Birkaç saniye sonra cevap vermeyeceğini anlamıştım ancak söylediğini çoktan iltifat olarak kabul ettiğimden bana göre sorun yoktu. Daha sonra durgunlaşmıştım birkaç saniye içinde.
Sima, demişti o ses geriden. Bu adam sana doğru biraz geldiyse bile, sen kendini saklayarak uzaklaşmayacak mısın ondan?
Hayır, kesinlikle hayır.
Korkularım vardı, bunu inkar edemez, bu gerçekten kaçamazdım. Gözlerimi araladığımda tanımadığım insanlar beni Meyza diye çağırmaya başladığından beridir vardı hem de. Kafam günlerdir karmakarıştı ve çoğu şeyi de akışına bırakarak kurtulmaya çalışıyordum dertlerimden ancak kendi dünyama dönerim endişesiyle parmaklarımın bile nasıl buz kestiğini, bir şeyleri değiştiremezsem de her şeyi mahvederim diye nasıl nefes aldıkça boğulduğumu Darien bilmeliydi. Gelip parmağıma gerçekten bir yüzük takacak kadar inanıyorsa bana her şeye rağmen, ben de tüm güvenimi ona sunmaktan çekinmeyecektim.
"Annem bana böyle seslenirdi." Dedim kafamı hafifçe kenara eğerken. Bu noktadan sonra, tereddüt edecek neyim vardı ki? Gözlerim önümüzdeki kumlu yola ve kenarlardaki çalılıklara odaklandı. "Güzel çehreli kızım derdi daha doğrusu." Darien sessizce beni dinlerken herhangi bir tepki vermese de devam ettim. "Yüzün gibi kaderin de güzel olur umarım, gibi dileklerde bulunurdu her zaman. Gerçi, bahsettiği yüzün tam olarak neye benzediğini hatırlamıyorum ama derdi ki bana Biricik hazinem. Bulunmaz elmasım..." Yutkunduğumda, sesimin titrememesi benim için şaşırtıcı olsa da ağlayacak gibi hissetmiyordum kendimi. Üstümdeki duygusallık, tatlı bir duygusallıktı. Daha bir şey anlatmış sayılmazdım ancak Tanrı şahit bugün üstümden ruhumu hafifletecek kadar fazla yük kalkmıştı.
"Sakın kötülüğe aldanma, kalbini karaya boyama, derdi her zaman. 'Kalbin boyanırsa siyaha, en çok sen üzüleceksin buna. Kaldıramazsın. Annen bilir seni' Demişti. Söyledikleri biraz zordu çünkü hayatıma hep kalbi kara insanlar girdi Darien. Öz babam kötü biriydi. Annemi her gün döverdi ve annem bizi kurtarmaya karar verdiği gün can verdi. Sonra babam gelip öylesine bir şeymiş gibi 'Annen öldü' dedi bana. Gözlerinde tek bir duygu parçası yoktu. Kabustu sanki. Gerçek olmamalıydı ancak yaşanıyordu işte." Darien'in atın yularını tutuşu sıkılaşırken korkularım birer birer akıp gidiyor ya da buhar oluyordu sanki. Artık kendim için daha fazla sarsmayacaktım yüreğimi. "Daha sonra babam annemin arkadaşıyla evlendi. Onunla aldatıyormuş da meğer annemi ancak çok sonradan anladım ihanetin ne demek olduğunu. Fazla geçmedi, babam da öldü sonra bir kazada. Gidecek bir yerim yoktu. Yaşım da küçüktü. Evlendiği kadınla çocuğunun yanında kaldım." İç çekmeye çalıştığımda Darien, beni durdurmak istemediği için hiçbir şey söylemiyor olmalıydı ki sesini hiç çıkartmıyordu ancak duyacağı şeylerin ne olduğunu hissetmiş gibi tüm vücudu kaskatı kesilmişti. "O kadınla çocuğu, beni kullandılar orada geçirdiğim kalan zamanım boyunca. Üç tane yarı zamanlı işim vardı ve bir de okula gidiyordum ancak hiç arkadaşım olmadı. Hep yorgun olur, derslerde de genellikle uyurdum. Karar vermiştim ki çok çalışıp sizin buradaki deyiminizle şifacı olacaktım. Çalıştım ve sınavı kazandım da. Evi terk edecektim ancak o gün-" Duraksamam sadece bir saniye sürdü. "Selim, yani o kadının oğlu yakaladı beni. Delirdi resmen. Daha önce de çok dayak yemiştim ancak hiç o günkü gibi bir şiddete uğramamıştım Darien. Avazım çıktığı kadar bağırdım. Sokak doluydu ama kimse gelmedi." Sesim bu sefer kısıldığı gibi titremişti de ancak içimde bir gram korku yoktu. Sadece tüm bunları dillendirmesi zordu çünkü günün hatıraları hala bir şekilde zihnimde çizikler bırakıyordu ancak artık akacak kanım
Darien arkamda dururken, daha doğrusu beni kollarının arasında tutarken. "Sima-" Dedi beni durdurmak ister gibi sarsılmış boğuk bir sesle. Dayanamazmış gibi. "Tanrı aşkına." Yutkundu. "Yapma."
Her ne kadar gözlerim anlayışla kısılsa da durmadım çünkü Darien, tanımalıydı beni. Görmeliydi şimdi taşıdığım mavi gözlerin ardında, içerde kim olduğumu. Ellerim yumruk haline geldi. "O gün Selim ellerimi yaktı kazandığım okula gitmemem için. Benim dünyamda buradaki gibi şifacılar yok Darien. Eğer sende bir kesik açarlarsa onu dikerler, izi kalır. Yaralarınla beraber yaşarsın. Ellerim mahvolmuştu ve Tanrı bilir zamanında iyileştirmeye gitmeme bile izin vermeyi düşünmüyordu o çocuk. Kazandığım her şeyi kaybetmiştim ve ellerimin acısından bile fazlaydı bu." Sinirden mi, ona anlattıklarım fazla geldiğinden mi bilmiyorum parmak boğumları ellerini sıkmaktan bembeyaz kesilmişti şimdi. Titriyordu. "O gün ölmek istiyorum diye ağlayıp yalvarmıştım Tanrı'ya ve sonra gözlerimi açtığımda, bildiğim dünyada değildim artık. Başta öldüğümü sandım gerçekten ancak fark ettim ki öyle de değildi. Herkes gibi nefes alıp veriyordum ve Meyza diyorlardı artık bana."
Belki ben de biraz titrediğimden Darien atı durdurmasa bile bir kolunu bana sardı ve çenesini kafamın üstüne yasladı yavaşça. Derin nefesler alıp veriyordu ve elleri hala sımsıkı yumruk şeklindeydi.
"Sana deli saçması gelebilir tabi. Yargılamam gerçekten ancak her bir gün Meyza'nın anılarını görmeye başladım uyandığım andan sonra. Elijah'la nasıl tanıştıklarını ve sonlarının ne olacağını gördüm. Meyza Elijah'ı hayatının merkezine koymuştu belli ki ancak Elijah için durum aynı değildi. Üstelik sadece bu da değil. İlerde Aileen diye bir kız gelecek ve Helefna'nın azizesi ilan edilecek. Elijah o kıza aşık olacak ve sonra söyledikleri felaket gerçekten ortaya çıkacak Darien. Meyza'yı Aileen'e yapacaklarından dolayı kurban edeceklerdi. Üstelik..."
Duraksadığımda kaşlarım çatılmıştı ve Darien'in de kaşlarının çatık olduğuna emindim. "Elijah Meyza'nın ellerini kesecekti. Bu benzerlik beni dehşete düşürürken eskiden neye benzediğimi de unutmaya başlayınca çok korktum. Sima olarak iyi anılarım olmasa da asla kim olduğumu unutmayı istemedim." O kadar hızlı konuşuyordum ki Darien, "Sima." Dedi sonunda yumuşak bir sesle. "Sakin ol, güzelim. Yavaşla." At artık tamamen durduğundan yeniden ona doğru döndüm. "Ama bu kadar da değil." İç çektiğim sırada gözleri yüzümde dolandı ve yaşlarla parlayan gözlerim kaşlarını tamamen çatmasını sağladı. "Bundan sonrasında bana inanmayacaksın."
"Sana inanıyorum." Dedi duraksamadan, kafasını hafifçe eğerek. Siyah tutamlar öylece uçuşurken sarı harelerinde kesin bir ifade vardı.
"Delirdiğimi düşüneceksin." Bir eli sırtımı buldu ve parmakları yavaşça hareket etmeye başladı. Biraz da beni kendine doğru çekmişti.
"Bunu şimdi de düşünüyorum, Sima. Pek bir şey değişmeyecek." Dedi beni rahatlatmak ister gibi hafifçe dudaklarını kıvırırken. Alnıma bir öpücük kondurdu.
"Sevgilin bir ucube." Dedim hayıflanarak.
"Sevgilim bu dünyaya geldiği için her gün minnettar olacağım biri."
"Sen de Aileen'e aşık olacaksın!" Dedim sonunda çıkışarak, suçlar gibi ona bakarken. "Ama o Elijah'ı seçecek. Çok acı çekeceksin ve sen Helefna'dayken Batı'yı mahvedecekler. Meyza'yla birlikte en çok acı çeken kişi sensin."
"Beni gördüğün anılardan mı tanıyordun yani?" Diye sordu Darien anlaşılmaz bir sesle.
"Evet." Diye mırıldandım reddetmeden. Bir kitapta okuduğumu söylemektense böylesi çok daha iyiydi.
"Söylediğin gibi bana aşık değildin?" Diye sordu bu kez onaylamak istercesine. Sanki bu düşünce hoşuna gitmemişti ve kaşları da yine hafifçe çatılmıştı.
"Daha çok hayrandım." Dedim ben de daha sonrasında dudaklarımı birbirine bastırarak. "Ve Batı'ya biraz bu sebepten biraz da senin geleceğini de değiştirmek istediğimden geldim. Aileen'le karşılaşmana ve Helefna'ya gitmene engel olursam her şey çözülür, en kötü ihtimalle tüm felaket bittikten sonra Windfield'a dönerim diye düşünmüştüm." Güldüm yavaşça. "Tabi benden şüpheleneceğini biliyordum ama biraz fazla üstüme geldiğinizi kabul etmelisin. Ah bir de..." Yavaşça gülümsedim. "Gerçekte çok daha güzel bir adamsın. Her hareketimin sonuna dek arkasındayım."
"Aileen dediğin kız..." Dedi Darien durgun gözükse de hafif sert bir sesle. "Onun davete geleceğini düşündüğün için mi o gün dünyan başına yıkılmış gibiydin yani?"
Gerçekten bu adamın gözünden hiçbir şey kaçmıyordu.
"Dünyam başıma yıkılmamıştı. Korktum sadece biraz." Dedim mırıltıya ancak bu söylediğim de hoşuna gitmemiş olacak ki dik dik yüzüme baktı.
"O kıza aşık olacağım diye?"
"Ona nasıl aşık olacağını gördüm diye."
"Bak Sima." Dedi Darien söylediğimin üstüne baskın bir ses tonuyla. "Gördüğün şeyleri tam olarak neye bağlı olarak görüyorsun bilmiyorum ancak emin olabilirsin ki gördüklerinden hiçbiri, şu aşamadan sonra gerçek olmayacak. Hiçbiri." Sertçe olsa da ona inanmamı söyler gibi güven veren bir sesle konuştuğunda kalbim tekleyerek ona baktım. Örgülerden kurtulmuş perçemimi kulağımın gerisine attığında yüzümdeki bakışları her zaman olduğu gibi derindi. "Seni hiçbir kadına değil, hiçbir şeye değişmeyeceğim. O güzel aklından çıkartma bunu."
Hiçbir şeye değişmeyeceğim.
"Bu sözlerini sonra hatırlatacağım sana." Dedim zayıf bir ses tonuyla ancak yüreğim çoktan baş döndürücü bir hisle sarmalanmıştı.
"Hatırlatmana gerek kalmayacak." Dedi o da kısmen alaylı bir sesle.
Aslında, o an yapmam gereken şey haklı olması için dua etmekti ancak sanki kalbime bunca zamandır ağırlık yapan tüm zincirler kırılmıştı ve boşlukları sadece güven doldurmuştu.
Hayatımda yedi yaşımdan sonra kimseye güvenmemiştim ve bunun getirisiyle hiç ihanete uğramamıştım. İnsanlar beni bir kez olsun hayal kırıklığına uğratmamıştı. Bunu kendimi korumak diye adlandırmamıştım hiçbir zaman çünkü bu histen kaçınmak benim tercihim değildi. Risk almayı seven biri değildim ancak birine gözüm kapalı inanabilmeyi her zaman istemiştim. O hissin yüreğimde çiçekler açtırabileceğini de, o çiçeklerin sadece bir mezarın üstüne dikildiğini görebileceğimi de bilerek istemiştim.
Hayatı boyunca olmasa da hayatının büyük bir kısmında yalnız kalan küçük bir kızın isteğiydi her şeyden önce bu. Yedi yaşındaki Sima, hayatında en çok annesini kaybettikten sonra güvenebileceği birini isterdi yanında ve bu büyüdüğünde de değişmemişti. O zamanlar bu çaresizce içinden andığı ve kelimelere dökmekten bile utandığı aciz bir istekti belki ancak şimdi, gerçekti.
İleride ne olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Ejderha Batı'dan çıktıktan sonra ne olacaktı ya da Aileen Batı'ya ayak bastığında hikayemiz ne ölçüde sarsılacaktı bilemezdim ancak Darien yanımda olduğu müddetçe, geceler boyunca zihnimi aşındıran her ihtimale inanmayı reddedecektim.
Gözlerimi kırpıştırarak hareket etmek için son kez önüme döndüğümde arkamdaki Darien'e iyice sokuldum. Yüzümde bir gülümseme belirdi ve şehir merkezine kadar Darien benim saçma sapan sorularıma cevap verip çoğunlukla da benimle dalga geçti. Ona birazcık geldiğim dünyayı anlatmıştım ve o da her şeyi sessizce dinlemişti. Sonrasında öğrenmiştim ki değişen rotamızın varış noktası merkezdeki kütüphaneydi. Çok sorgulamadan yolun bir kısmında da yüzüğüme bakıp sürekli kıkırdamış, Darien'i biraz delirtmiştim ancak attan indiğimizde onun da dudaklarında bir kıvrım vardı.
Kütüphaneci bizi, daha doğrusu Darien'i bir bakışta tanıdığından içeri girişimiz sorunsuz olmuştu ve bu kütüphaneyi halk da kullanabilsin diye yaptırdığını söyleyen Darien'e gülümsemiş, ne olduğunu pek umursamadan adeta kitapların arasında koşturmaya başlamıştım.
Sonra fark etmiştim ki buradaki romantizm kitaplarının isimleri genel olarak gülünçtü. Kızıl leydinin şövalyesi, Lanetli büyücünün gelini gibi isimleri vardı ancak isimlerine rağmen kolumun altına birkaç tane sıkıştırıp Darien'i bulmuştum. Beni gördüğünde kaşlarını kaldırdı.
"Güzel kitaplar buldum." Dedim omuz silkerek.
Kitaplardan birini kolumun altından çektiğinde, Sevimli prensesin acımasız kocası ismini okuyarak dudaklarını tamamen alayla kıvırdı ve bana döndü. "Bayağı güzel duruyor sahiden."
"Kitabı isimlerine göre yargılamamasın."
"Kapağına göre değil miydi o?" Dediğinde omuz silkerek onun tuttuğu devasa kitabın ismine baktım.
"Yansıma dünyalar teorisi mi?" Diye sordum kaşlarımı nerdeyse çatarak. Darien bir elini siyah saçlarının arasından geçirdikten sonra bana baktı dikkatle. "Durumunu anlamamızı sağlayacak bazı kaynaklar olduğunu düşünüyorum." Dedi dikkatli bir ifadeyle kafasını eğerken. "Birinin hayatını rüyalarında görmek, ilk defa rastlanan bir şey değil. Kayıtlara geçen çok kişi de var aslında." Dedi ve yutkundu.
Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında gözlerini kitaplara çevirdi. "Helefna ve Karilya aynı dini inancı taşırlar. Işığın ve saflığın tanrıçası Everia'nın dinine. Everia var olmuş herkesin bir yansıması olduğunu öne sürer."
Kutsal Everia... Hikayede Aileen'in onun soyundan geldiği geçiyordu ancak yansıma teorisi?
Ne demek başkalarının hayatlarını rüyalarında gören kişiler vardı? Başka dünyadan geldiğini iddia edenler de var mıydı?
Başıma gelenin reenkarnasyon benzeri bi durum olduğuna inanmıştım ancak farklı bir mantığı olabileceği, hatta gerçekten bir mantığı olabileceği hiç aklıma gelmemişti.
Darien bizi bunun için mi kütüphaneye getirmişti? İyi de rotamızın değiştiğini, ben ona henüz kalan her şeyi anlatmadan önce söylemişti. Ne kadardır düşünüyordu ki durumumun üstüne bir şeyleri çoktan anlamış gibiydi? Bunun için mi söylediklerime inanması zor olmamıştı?
Darien "Bunlar biraz detaylı konular olduğundan, evde konuşmak en iyisi gerçi." dediğinde dalgınlıkla yere sabitlediğim bakışlarım hızla ona çevrildi.
Ev.
Darien tepkimi fark etmemişti çünkü kitapları kaleye yollamasını söylemek üzere bir görevliye dönmüştü ancak o andan birkaç saniye sonrasında bile kelime zihnimin içinde uğulduyordu. Darien, adamla konuştuktan sonra bana döndü ve yüzüme baktığında kaşları çatıldı hafifçe.
"İyi misin?" Dedi bir sorun olup olmadığını anlamak için yüzüme ve bedenime dikkatle bakarken.
"İyiyim." Dedim kafamı sallayarak gerçekten içtenlikle gülümserken. "Sıkıldım sadece."
Gözleri kısılırken kafasını iki yana salladı ve 'sen iflah olmazsın' gibi bir bakış attıktan sonra elimi tuttu. "Pekala kar tilkisi." Diye mırıldandı kulağıma doğru. "Dönüyoruz o halde."
Onu onaylamak yerine sadece gülümsemeye devam ettiğimde, içimde parlayan ve göğsümü sıkıştıran o kadar çok his vardı ki, bazılarının gözlerime taştığına emindim çünkü Darien gözlerime bakarken kısa bir anlığına duraksamış, sonrasında elimi daha sıkı tutmuştu.
Sonrasında Darien ile tüm yolu geri dönmüştük. İndiğimizde, Callisto bahçedeydi ancak üstünü değiştirmiş ve daha rahat gözüken beyaz bir takım giymişti. Anfia ise ortalarda yoktu. Darien beni attan indirirken "Callisto ile bir şey konuşacağız." Dedi ve şapkamın pelerinini indirdi. "Yemeğe geleceğim ama, ortalıkta boşuna beni arama yani." Diye ekledi alayla.
"Ne arayacakmışım seni?" Dedim omuz silkerken. Sanki üç gün boyunca onunla karşılaşırım diye her akşam çalışma odasının önünden defalarca geçmemişim gibi. "Sen beni ara." diye ekledim ardından ve ona onun gibi alayla dolu bir bakış yolladıktan sonra kalenin içine adımlamaya başladım.
Yanından geçtiğim Callisto bana kafasını sallamış, direkt Darien'in yanına yürümeye başlamıştı ve açıkçası konuşacakları şeyin ciddi bir şey olduğu belliydi ancak o ikisi konu işe geldiğinde hep ciddilerdi. Bunun için amacım üstümü değiştirip duş almak, sonrasında yemeğe kadar Anfia'nın başına musallat olmaktı.
Ona abisiyle gerçekten nişanlandığımızı söyleyecektim.
Aklımda canlandırdığım tepkileri sırıtmamı sağlarken Chelsie'yi bulmak amacıyla etrafa da bakınıyordum fakat gözlerim onun yerine elçilerden tekine değdi. Yanında arkadaşı yoktu. Yüzümdeki gülümseyiş kaybolurken reveransını umursamadan yanından geçecektim fakat gözlüklü elçi, Patrick'di sanırım, kolumu tutarak beni durdurdu.
Dehşet içerisinde kaşlarımı çatarak ona döndüğümde, sanki bir ateşe değmiş gibi elini hızla çekerek kehribar gözlerini benimkilere sabitledi. "Affedin Leydi Meyza." Dedi ancak esasında yüzünde hiç de mahcup bir ifade yoktu.
Normalde bir soyluya böyle izinsizce dokunmanın cezası neydi? Kolunun kesilmesi mi idam edilmesi mi?
Sırf veliaht prensin elçisi diye miydi gerçekten tüm bu özgüven? Sabahkinden farklı olarak, daha büyük bir dikkatle baktım yüzüne. Yirmilerinin sonunda falan olmalıydı. Uzun, kumral ve düz saçları vardı. Yapılı değildi ancak boyu oldukça uzundu. Kumral kaşları seyrekti ve düzgün, biçimli bir burnu vardı. Gözlerindeyse rahatsız edici bir parıltı dolanıyordu şimdi.
"Leydi Windfield." Diye düzelttim serçe. "Adımı söylemen için sana kimse izin vermedi." Diye devam ettiğimde bakışları kısıldı. Bu tavrı parlak öfke kıvılcımlarının içimde dolanmaya başlamasını sağlarken göğüs kafesimde hafif bir soğukluk baş gösterdi.
"Leydi Windfield." Dedi hafifçe gülümseyerek. İtici bir ifadeydi yüzündeki. "Amacım sizi kışkırtmak ya da sinirlendirmek değildi. Tekrardan özürlerimi sunuyorum ancak beni biraz dinleyin lütfen."
Tanrı aşkına, yani benimle ne konuşabilirdi ki?
Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda iç çekti. "Bizimle Karilya Sarayı'na gelirseniz, prensimiz sizi çok iyi ağırlayacaktır. Batıda var olan şartlardan çok daha iyi şartlarda hizmet edilecektir size..."
"Karilya Sarayı'na Darien olmadan adımımı atmayacağımı söyledim zaten." Dedim gözlerimi alayla gözlerinin içine dikerek. "Neyin ısrarı bu? Canına mı susadın sen?"
"Siz Kuzey'in varisisiniz." Dedi aniden, alakasızca. Gözlerindeki delivari parıltı kendini gösterdiğinde buna şaşırmamıştım çok da. Vardı bu adamda başından beridir bir şeyler. "Damarlarınızda annenizden gelen doğunun asil kanı ve babanızdan gelen mutlak gücü taşıyan kuzeyin asil kanı var. Zekanızı kullanmanızı öneriyorum size, eğer Karilya'nın iç işlerinde bir tarafta bulunmak istiyorsanız, kendiniz gibi asillerin yanında durmanız daha münasip değil mi?" Duraksadı. "Bu tarz yarım kanların yanında durmak yerine yani. Büyük bir aşkla buraya geldiğinizin gerçek olabileceği dedikodusundansa sizin aklınızla hareket edebileceğinize inanmak istiyorum. Söz konusu nişansa Veliaht Prensi'mizin el atmasıyla hemen çözülebilir içinde bulunduğunuz durum."
Ama gerçekten yetmişti artık.
Yani her şey başından beridir Kuzey'in getirdiği faydaları Darien'in elinde bırakmamak, beni diğer tarafa süreklemek ya da nişandan vazgeçirtmekti öyle mi?
"Hay sikeyim ya." Dedim bıkkınca, gözlerim öfkeden adeta kararmış şekilde adamın gözlerinin içine bakarken. İrkilerek gözlüklerini geriye ittirdiğinde "Anlayamadım?" Diye mırıldandı o da harelerinin içinde dolanan şaşkınlık karışımı bir öfkeyle.
"Senin diyorum." Dedim sakince kafamı eğerken. Göğsümde dolanan soğukluk parmak uçlarıma kadar yayılırken gülümsedim. "Veliaht prensini de sikeyim, onun asil soyunu da."
Öfkenin patladığı noktada mantık devre dışı kalırdı ve bu denklem doğru orantılıydı. Öfken arttıkça aklın kaybolup giderdi sislerin arasında. Hareketlerin ve sözlerin. Hiçbirinin getirisini düşünemez, sapabileceğin en kötü yola sapar ve aklın başına geldiğinde zararı az olsun diye sadece dua edebilirdin.
Şu noktadan sonra söylediklerimin bana getirisi umurumda değildi de, karşımdaki adamın gözlerinde çağlayan öfke tüm yüzünü kaplarken ve efendisine hakaret etmemin getirisiyle "Sen ne dedin az önce!" diye resmiyeti bırakarak adeta kükrerken gözlerimin önünde bir anı belirmişti.
Babamdı. Evlenmesin diye karşı çıktığımda elini bana kaldırdığında tüm renkleri tekrar tekrar gözlerimin içinden silen babam. Kalbi kara olan ve hayatımı kırmızıya boyamaya yemin eden babam.
Zeynep'ti. Haftalığımın tamamını elimden alırken bana okul harçlığı bırakmadı diye kızdığımda deliren Zeynep, yaşıyorsam ona şükretmem gerektiğini söyleyen Zeynep.
Selim'di. Evin içinde sırf ayaklarım uyuştu diye bir iki tur attığımda hakaretler edip her zaman canının istediğini yaptıran, ellerimi gözlerinde en ufak tereddüt olmadan yakan Selim.
Hangi evrene gidersen git, içi boş fakat kalbi katranla dolu insanları her zaman yolunun üstünde bir yerlerde bulacaktın.
Bu sefer onlardan birine yol verip vermemek bana kaldıysa eğer, susmayacaktım.
"Sen kiminle konuştuğunu sanıyorsun deli piç!" Diye bağırdım öfkesinden bir gram bile etkilenmezken. Anfia şimdi gelsin, küfür nasıl ediliyor öğrensindi.
"Prens'ime söylediklerini geri al." Dedi yerinde kendini tutmak ister gibi titrerken. "Sizin gibi soylulara lanetler olsun!"
"Kes sesini." Dedim ona bir adım daha yaklaşırken. "Söylediklerimin hepsinin arkasındayım ve imparatorun bile önümde dursa aynısını söyleyeceğim ama sen-" Dedim tiksinmiş bir ifadeyle yüzüne bakarken. "Darien hakkında söylediğin her şey için yere çöküp af dileyeceksin."
Kafasını iki yana sallarken "Prens için söylediklerinizi geri alın." Dedi yeniden öfkeyle gözlerini kapatarak.
"Kıçımın prensi." Dedim gözlerimi devirerek. "Bulmuş kendisi yerine havlayacak adamları, bir de buraya yollamış, inanılır gibi de-"
O an, adam da bana doğru bir adım attı ve her şey kısa bir anlığına ağır çekime girdi sanki. Astran'ın bir eliyle kolumu sıkıca kavrarken diğerini bana vurmak üzere, kontrolden çıkmış bir öfkeyle kaldırması ve ben de kendimi savunmak üzere boştaki elimi kaldırmışken onun ardındaki kapının açılması. Benim bir başka kol tarafından hızla geriye çekilmem. Gözlerimin önüne bir elin inmesi.
Sonrası sadece sesti.
Bir adamın dehşet içindeki çığlık sesi ve bir kılıcın tereddütsüzce savrulmasının sesi. Yere düşen bir cismin sesi.
Bağıran kahve saçlı diğer elçi, yere düşen Patrick'in kafası, gözümün önündeki elin sahibi ve Patrick'in kafasını tek darbede kesen Darien'di. Hafifçe titreyerek gözlerimi kırpıştırırken Darien bana baktı. Gözleri üstümde dolandığında bir hasar olup olmadığını kontrol etmek ister gibiydi ve bakışları az önce Patrick'in tuttuğu morarmış bileğime değdiğinde, sarı harelerinde daha önce hiç görmediğim türden bir ifade belirdi. Adeta bakışlarındaki o parlak ışıltı kararmış, ölümü vaat eden kıvılcımlar gözlerinin içinde dolanmaya başlamıştı."Sima'yı götür buradan Callisto." Dedi buz gibi bir sesle. Tam önümde duran yerdeki şeye bakmaktan kaçınırken Darien'in kollarının arasından çıktım yavaşça.
"Bu suç!" Diye bağırdı öteki elçi, ölen eşlikçisinin cesedine bakarak. "Bu resmen bir savaş ilanı!"
Callisto, omzumdan tutarak beni ilerletmeye başladığında hafifçe arkamı dönerek Darien'e baktım. Ellerinin etrafında sarı kıvılcımlar dolanıyordu ve ölümden bile soğuk bir ifade vardı yüzünde. Muhafızlarına bakarak "Yerdeki kancığın kafasını şu elçiye bağlayıp bir ata bindirin, siktirsin gitsin sarayına." Dedi kılıcını kınına sokarken. Ardından öteki elçiye döndü ve dudaklarını kıvırdı öfkeyle. Adamın rengi atmış, bakışları korkuyla dolmuştu. "Siktiğimin savaşına geç bile kaldık."
O SIRALARDA HELEFNA SARAYI
Elijah De Helefna, çalışma masasında otururken loş bir ışıkla aydınlatılmış odasında kendisinden başka kimse yoktu.
Eskiden Meyza'nın gelip oturduğu koltuk zaten çoktandır bomboştu ancak son günlerde genelde etrafında bulunan çalışanlarını da yanına yaklaştırmıyordu. Kafasındaki seslerden başka hiçbir şey duyamıyorken bir de başkalarının konuşmasına tahammül edecek durumda değildi.
Gerçekler.
Bir insan isterse onlara ölene dek kör kalabilirdi. Hatta hayatının sonuna dek yüzündeki gülümsemenin hiç eksilmeyeceği kadar kendini kandırabilir, o tebessüm suratına asılıyken içi rahat bir şekilde ölebilirdi. Nitekim insanlar boşuna cahillik mutluluktur dememişti ancak unutmamak lazımdı ki bu tehlikeli bir oyundu.
Kapıda bekletip kulaklarını tıkadığın, gözlerini aralamaya zahmet etmediğin o gerçekleri yıllarca bekletip bir gün kapının kulpunu çevirir ve gözlerini açarsan, seni ölümünden önce onlar kabrine gömerdi. Bunca zamandır kaçtığın her şey sana sonunu getirmeyi vaat ederken sesini bile çıkartmadan savaşmak zorunda kalırdın.
Kimseyle değil, yüreğinin ortasında kalbinle beraber atan bir şeyle. Vicdanınla.
Sonra görürdün yaşarken çekilen azabın ne demek olduğunu. Gözlerini kapadığın her şey boynuna bir urgan misali dolanıp nefesini kesmeye başladığında ve kulaklarını tıkadığın her söz susmayacak bir ağıtmışçasına zihninde çınlamaya başladığında anlardın.
İnsanlar kendileriyle çok kavga ederdi de bu savaş tam da bunun için bambaşka olurdu. Çünkü insan kendiyle kavgasında acırdı kendine sonunda da o vicdan, zamanında kapattığın için yolunu, sana acımazdı. Gece başını yastığa öylece kondurmaz, uykularını çalarken seni defalarca kez yıkar ve tüm bunların yetmediğini sana bas bas bağırırdı. Eğer kazanırsa inanırdın da buna. Hak ettiğini düşünürdün hepsini. Hatta daha kötüsünü hak ettiğine tüm kalbinle inanacak gibi olurdun da o kalbin paramparça olurdu sen daha inancını yüreğine süremeden.
Bunun için, sonuna kadar kaçamayacağın gerçekleri kapıda bekletmemeliydin. Kaçtığın zamanın artması o kapıyı açtığında seni belki öldürmezdi ancak ölmek isteyeceğine emin olurdu, bunu bilmeliydin.
Elijah vermeye tenezzül bile etmediği o savaşı günler önce, kapıyı araladığı ilk an kaybetmişti.
Fedor Windfield'la konuştuğu an.
Tek öğrenmek istediği, her şeyi öylece bırakıp giden ve arkasına asla dönmeyeceğini söyleyen kızın geçmişinde neler olduğuydu. Tanıştıkları gün neden ağladığı, her şeyin nasıl yokuş aşağı yuvarlanamaya başladığıydı.
Bunun için Elijah karşısına gelen Meyza'nın amcasına bir taht için üvey de olsa kızın ikinci ailesini nasıl katlettiğini, onun ne tür travmalarla boğuştuğundan haberi olup olmadığını öfkeyle sormuştu ancak adam bir aptala bakar gibi bakmıştı gözlerine. O zaman anlamıştı Elijah bir şeylerin kararacağını. Güneşin artık hiç doğmayacağımı. "Ne saçmalıyorsun sen?" Demişti adam dehşet içerisinde. "Meyza'nın yıllardır yanındaydın ve gerçeği sana hiç anlatmadı mı?"
O an yüzü allak bullak bir hal almıştı Elijah'ın. "Sen-" Demişti gözleri kısılırken tereddüte düşmüş bir sesle. "Neyden bahsediyorsun?"
Dük kafasını sallamıştı iki yana. "Bunca senedir..." Demişti mahvolmuş gibi bir sesle. "Bu kız hep yalnız başına mıydı yani?"
Evet. Yalnızdı.
Nasıl bir yalnızlıktı hem de.
"Bana her mektubunda seni nasıl sevdiğinden bahsederdi bu kız, soylularla arasının kötü olduğunu bilirdim ama mektupları bana en azından ikinizin arası iyi diye düşündürtmüştü. Doğru seçimi yaptığıma inanmıştım, Tanrı aşkına." Elijah'ın kalbi hızla atmaya başladığında, besbelli ki biliyordu duyacaklarının felaketi olacağını.
Dük anlatmıştı ona. Meyza'yı nereden çekip kurtardığını anlatmıştı. Neden onu saraya yolladığını, neden kızın en başta hizmetçilerden bile korktuğunu anlatmıştı.
Elijah o an ayağa kalksa, ilk defa dizlerinin üstüne çökerdi belki.
Hayatı boyunca bir imparatorluğun tek varisi olmanın yükünü hissetmişti de omzunda, şimdi kalbine yüklenen onu ilk saniyeden mahvetmişti. Bu yükle yaşanmazdı. Bu acıyla, nefes alınmazdı.
Ancak alınıyordu işte.
Vicdan sana yaşarken azabı tattırırdı.
Meyza'nın soluk ve nadir tebessümleri gelmişti aklına. Diğer insanlara soğuk bakan fakat kendisine parıldayan gözleri. Koca sarayda bir tek kendisine güvenen ancak Elijah'ın yoğun bir takıntıyla dolu olduğuna inandığı kalbi.
Kaç defa, kaç defa Meyza kendisine bir şey söylemek ister gibi bakmıştı da sonrasında vazgeçmişti?
İnsanlar sürekli Meyza'nın üvey babasını ne kadar sevdiğini konuşmuşlardı. O ailede ne kadar sevildiğini... Meyza balolarda onlara sadece bomboş bakışlar atar, bazen eli göğsüne doğru giderdi. Elijah anlam veremez, hatta çoğu zaman tavrına sinirlenir ve ondan uzaklaşırdı.
Yüzünde mimik oynamazken, yüreği acıyla kıvrandığından mı elini kalbine götürüyordu kız sürekli?
Meyza, Kuzey'de, evi olması gereken yerde kendi kıyametini yaşamıştı. Daha kaç yaşındaydı? Kaçıp geldiği yerde, cehennemden çıkıp gelmiş olmasına rağmen, onu yakan ateşi ne kadar sevdiğini konuşuyorlardı. Tanıştıkları gün ağlama sebebi buysa akan her yaş için o sarayın da, Kuzey'in de ayrı ayrı defalarca kez yakılması gerekmez miydi?
Şımarık bir kız çocuğu olduğunu düşünmüştü Meyza'nın karanlıkta uyumak istemediğini, hizmetçilerini defalarca kez yanından kovduğunu duyunca.
Tüm bunlar yalan olmalıydı. Hiçbiri gerçekliğin rengini üstünde taşımamalıydı ancak anlamıştı ki gerçekler çoktan reddedemeyeceği kadar şeffaftı.
Meyza Helefna'da bulunduğu süre boyunca kendisini sevmişti de, hiç sevildiğini hissetmiş miydi ki? Her zaman arkasında duran, desteğini tüm kalbiyle sunan ama Elijah'ın hep kaçtığı Meyza.
Kar tanesi saçlı, buz rengi gözlü Meyza.
Fedor Windfield mektuplardan bahsetmişti. Meyza'nın kendisini ne kadar sevdiğini anlattığı mektuplar.
O kadının sevgisini kendi elleriyle parçalamıştı ve belli ki zamanında yalnızca kendisine tutunan elleri de bizzat yaralamıştı. Nişanı bozduktan sonra kadının Windfield'a dönmek yerine millerce öteye gitmesinden doğal ne vardı?
Elijah o gün odasına bir şekilde dönebildikten sonra hiç uyuyamamıştı. Antrenmanlarına girmemiş, odasından çıkmamıştı. Saray tek prenslerine ne olduğu endişesiyle kaynıyordu şimdi.
Sonunda zihni ne kadar sarsılırsa sarsılsın, kendini çalışma odasına attığından beridir o kan çanağı gözleriyle raporları inceliyordu. Civciv sarısı saçları birbirine girmiş, koyu göz altlarıyla da perişan bir hali vardı. Birkaç gündür durum hiç değişmemişti ve Elijah'ın emriyle, normalde odasının kapısı bile çalınmazdı ancak o gün bir şey oldu.
O kapıya ilk defa delicesine vuruldu ve Elijah keskin gözlerle kapıya baktığı sırada bir muhafız terler içerisinde içeri girdi. Gözlerinde dehşet veren bir şaşkınlık ve heyecan vardı.
"Emrinize karşı geldiğim için canımı bağışlayın majesteleri fakat bunu bilmeniz gerektiğini düşünüyorum."
"Konuş." Dedi Elijah, bu heyecandan hiç etkilenmeyerek bomboş gözlerle.
"Bir kadın. Güçlerini tapınağa kanıtlamış! Helefna'nın azizesi ünvanını alacakmış yarın! Şimdi burada. Sizinle görüşmek istiyor majesteleri!"
Elijah karışık bir ifadeyle kaşlarını çatarken, bunca zamandır gelmesini beklediği azizenin ortaya çıkışı bile göğsünün ortasında atan kalbin acısını dindirmedi. "İçeri al." Dedi sadece, başının deli gibi ağrıdığını hissederken.
Sonrasında adım sesleri doldurdu odayı.
Elijah açık yeşil harelerini yavaşça yerden alıp kapıda dikilen kadına çevirdi.
O anda, odanın havası değişmiş gibiydi ve baş ağrısı hafiflerken kalbi huzursuzca titremeye, belki de hızlanmaya başladı. Kadın pelerinini indirdiğinde açık kumral dalgalı saçları ve parlak ela gözleri ortaya çıktı. "Merhaba Majesteleri." Dedi kadın tüm evreni aydınlatacak ifadeyle, hiç görülmemiş bir gülümseyişle ve beceriksiz bir reveransla.
Elijah o gülümseyişe kaşlarını çatarak bakarken kadın bundan hiç etkilenmemiş gibi neşeyle devam etti. "Kendimi takdim etmem gerekiyor sanırım." Dedi kısık ela harelerini prensin gözlerine dikerken.
"Ben Aileen Sivesta."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |