11. Bölüm

11

Elif Büşra Arslan
ekalinea









HER YAZDIĞINIZI OKUYOR OLACAĞIM. Unutmayın ki bana okuduğunuzu hissettirmenizin ve benim destek almamın tek yolu yorumlarınız ve votelerınız.


KEYİFLİ OKUMALAR!!
SEVGİYLE KALIN
-BÜŞRA









 

 

 

SİMA

DARİEN

DARİEN

 













































 

YARI FİNAL






11














 

Bazen küçük çocuklar yaramazlık yaptıklarında , hiç yerinde durmadıklarında ve oradan oraya koşturduklarında, onları durdurmak için bazı hikayeler uydururdu aileleri.

Bak oğlum, devam edersen bu şekilde bağırıp çağırmaya, öcü gelecek, kaçıracak seni. Susmalısın artık. Uslu bir çocuk olursan öcü götürmez seni.

Beni dinle güzel kızım, böyle koşturmaya devam edersen etrafta, ölü nene gelecek, yiyecek seni. Yerinde sessizce oturmalısın ki görmesin seni.

Çocuk aklı tabi, böyle şeyler duyduklarında yaramazlık yapmayı bıraksalar da sonrasında da korkmaya devam ederlerdi. Pencereden bir ses geldi sanki, askılık geceleri canlı gibi, bir şey kıpırdadı kapının yanında...

Ebeveynler bu kısmı hiç düşünmezdi ama daha çocukları küçücükken onlara aşıladıkları korkular uzun süre serbest bırakmazdı yavrularının rüyalarını. Baba... Yemin ederim pencerenin dışında karaltı gördüm diyorum sana.

Anne lütfen sen bak benim yerime... Yatağımın altında bir canavar var.

Sonra... Büyürdü çocuklar. Öyle ya da böyle, değişirdi korkular. Pencereden ya da rüzgardan gelen sesten değil kafalarının içinde dönen fısıltılardan, yatağın altındakinden değil içlerindeki canavardan korkmaya başlarlardı.

Evet, çoğu insan fark etmezdi ancak her insan içinde bir canavarla yaşardı. İyi ya da kötü. Hangisi olacağını yürüyeceğin yol belirlerdi.
Buna inanmıştım her zaman çünkü annem böyle söylemese de öğretmişti bana, yüreğine her rengi sürebilirdin ama kalbini karaya boyarsan izi asla çıkmazdı.

Kötülük her zaman izini elinde, yüreğinde ve zihninde taşıyacağın korkunç bir lekeydi.

Sen mi kazanacaktın, içindeki o canavar mı kazanacaktı? İzin verecek miydin yüreğine pençesini geçirip herkesi kanatmasına, kalbini karaya boyamasına yoksa gücü elinde tutup susturacak mıydın onu orada? Temiz tutabilecek miydin yüreğini?

Annem demişti ki bir defasında; Bak Sima... Kusursuz kimse yok bu dünyada. Çoğu var, kendiyle büyük savaşlar verir ve en sonunda yenilir. Çoğu var, derdi kimseyle değil kendiyledir.

Bazıları da var kendileri kaybetse de izin vermezler içlerindeki karanlığın da kazanmasına. Anahtarı ellerinde tutarlar, ışığa uzanamasalar da karanlığın içine de yuvarlanmazlar. Kimseye zarar vermemek için arafta kalırlar.

O zaman anlamamıştım yine ama demişti ki sonra, benim güzel çehreli kızım, olur ya yorar bu hayat seni. Güzel gözlerin açılır kapanır da hissedemezsin yaşadığını, aldığın nefes boğazına takılı kalır sanki.

Yolunu kaybedersen eğer yeniden bulman için her gün Allah'a dualar edeceğim ama sen o arada kendinle savaşırsan eğer... Sen de izin verme kalbinin anahtarını başkasının tutmasına.

Işığa uzanamasan da karanlığa bulaşma.

Çok sonradan kafede masaların üstünü dalgınca silerken öylece aklıma gelmişti sözleri. Fark etmiştim ki ben ne kendimle savaşmıştım annemin korktuğu gibi, ne de o herkesin içinde olduğunu söylediği karanlığa bırakmıştım kalbimi.

İyilik ve kötülük kavramlarının üstüne uzun uzun düşünmeme gerek yoktu. Bana kalırsa her şey basit ve netti. Zeynep ve oğlu, bir kız çocuğuna hayatı dar edecek kadar kötüydü mesela. Tartışılacak ne yönü vardı?

Babam asla baba olmamasını gerektirecek kadar kötü, annem bu dünyadan öncesinde ışığını hatırlayacağım tek kişi olacak kadar iyiydi.

Dediğim gibi, basitti ve sorgulanamayacak kadar da netti.

Anlamazdım ben zaten, hiç savaşmadan o kalbin anahtarını içindeki yaratığa verenleri. Hayatları kötüydü belki, ama savaşmaya gerçekten değmez miydi? Birileri kendilerini kanattı diye onlar da başkalarını mı incitmek zorundaydı? Acısı böyle mi çıkacaktı?

İntikam meselesi değilse, o başkalarından çıkarttığı acı dönüp dolaşıp yine kendisini vurmayacak mıydı?

İlla kırılacaksa bir şey, o da bu döngüyü oluşturan zincir olmalıydı.

Anlamıyordum ve anlamak da istemiyordum bu insanları. Gerçi, anlamaya çalışsam da faydasızdı zaten.

Yattığım yerden düşüncelerimden sıyrılıp kaşlarımı çatarak doğrulduğumda, Anfia ile aramızda manasız bir bakışma geçti. Bu nedense çok sık yaşanıyordu ve ikimiz de inadına çekmiyorduk gözlerimizi birbirimizden. Bir noktadan sonra iş can sıkıcı bir hal alıyordu ve etraftaki muhafızlar ya da hizmetçiler kıpırdanmaya başlıyordu rahatsızca. Yani haklılardı. Dışardan dakikalarca birbirine kilitlenip dik dik bakan iki kadının görüntüsü belki hoş karşılanabilirdi ancak göz kırpmayacağım diyerek de inat edip kızarık gözlerle ikisi de ağlar gibi bakarken değildi.

"Kitapların eğlendirmiyor seni artık anladığım kadarıyla." Dedi kıstığı sarı harelerinden parıltılar geçerken. Dudaklarını yine bilmiş bir tavırla, hafifçe yukarı doğru kıvırmıştı. Cevap vermek yerine koltuğa yaslandığımda, kaşlarımı kaldırarak ona bakmakla yetindim. Yine de içimde öylesine bir enerji vardı ki ellerim benden bağımsız olarak sürekli hareket ediyordu.

Dizlerimin üstündeki parmaklarımla ritim tutar gibi bacaklarıma vurmaya başladığımda, Anfia yine başlıyoruz der gibi ellerime baktı ve iç çekerek gözlerini devirdi. Enerjilerimizin yükseldiği ve alçaldığı anlar şu son iki haftada anlamıştım ki birbiriyle pek uyuşmuyordu.

Ben etrafta koşturarak şarkılar ve söylerken ve dans ederken Anfia elindeki kitaba bakıyordu ve ben yerimde pineklerken o eline tahta kılıcını alıp ayağa kalkıyor arada bana da savurur gibi yapıp değişik hareketler sergiliyordu.

Bir gün bu enerji patlamalarımız birbirine denk gelecekti de o zaman ne olacaktı ben bile bilemiyordum.

Darien'in sağ kalan elçiyi kaleden göndermesinin üstünden de yine aynı şekilde iki hafta geçmişti. O gün, her ne kadar olanlar anlık olarak beni bir tür şoka sokmuşsa da Darien'e biraz olsun kızmamıştım ancak o, bir türlü sakinleşmek bilememişti. Kolumdaki basit morluk için birkaç şifacı çağırdıklarında Darien hala küfürler ediyordu ve Callisto huzursuz olsa da ağzını açıp tek kelime etmemişti. Sonunda Anfia da koşarak ve telaşla odaya girmiş, olanları öğrenince sakince yerine oturup omuz silkerek "Hak etmişler." Demişti.

Herkes bir bakıma soğukkanlı davranıyordu ancak işlerin pek de hoş ilerlemeyeceği belliydi.

İmparatorluk ailesi yapılana sessiz kalmayacaktı çünkü Darien, onlara durumu açıklayan bir mektup yazmayı bile seçenek dahilinde görmemişti. Savaşsa savaş demiş, konuyu bir nevi bu şekilde kapatmıştı.

Savaş fikri, içimde kışın hüküm sürmesini sağlamakla kalmıyor, beni her şekilde sarsıp sonu olmayan karanlık alevlerin arasına atılmışım gibi de hissettiriyordu ancak işin sonunda bunun kaçınılmaz olduğunu biliyordum. Kitapta da sanki zamanında Batı'yı gözden çıkartmamışlar ya da askerleri ölüme göndermemişler gibi toprakları geri almak istemişler, bunun içinse Darien yokken büyük bir plan döndürmüşlerdi ancak bu sefer, planladıklarını yapmalarına izin verecek değildim. Olacakları biliyorken nasıl öylece oturup gerçekleşmesini bekleyebilirdim?

Her şeyin başında Darien'in kaderini değiştirmek için buraya gelmemiş miydim?

O gece uyumadan Darien'i beklemiş, geldiğinde ise aklımdan geçen her şeyi söyleyerek amcama mektup göndermek istediğimi anlatmıştım. Batı'nın askerleri tartışılamaz derecede yetenekli ve tecrübeli olsalar da, Kuzey ordusundan faydalanmamamız için hiçbir sebep yoktu. Bize olabildiğince güç lazımdı. Koskoca imparatorluk ordusunun Batı'nın sınırına yığıldığını hayal etmek dahi istemiyordum çünkü muhtemelen o tür bir senaryoda aklım değil kalbim infilak edecekti. Darien, gece boyu süren ısrarımın ardından mektubu yollamamı kabul etmişti ve ardından onunla biraz daha tartışarak orduların ihtiyaçlarını ödemek istediğimi söylemiştim.

O ise zamanında yaptığı yatırımlar sayesinde gözükmeyen bir serveti olduğundan bahsetmişti ancak bu konuda pek de açık konuşmamış, neredeyse ağzının içinde homurdanmıştı. Kaleden kaçacağım gibi tehditler ve kaçmaya yeltenirsem onun beni odaya kilitleyecek olması gibi şakaların sonucunda sadece kuzey ordusunun masraflarını karşılamamda anlaşmıştık ancak bu ne saçma bir işti ben bile bilmiyordum. İşin sonunda kandırılan benmişim gibi geliyordu. Kuzey'in masrafını zaten Kuzey ödemeliydi, normal şartlarda onu da mı yaptırmamayı planlıyordu?

Ayrıca çıkacak olan savaşın daha çok taht kavgası mı, yoksa sadece bir savunma mı olacağı konusunda da emin değildim. Darien'in tahtta çok da gözü var denemezdi ancak mevcut yönetimden memnun olmadığı kesindi ve sistemi değiştirebilecek tek kişi kendisiyse bu rolü üstlenirken tereddüt etmeyeceği aşikardı çünkü önceliği halktı her zaman. Onların kabul etmekte zorlanacağı bir hükümdarı tahtta bırakmaya baştan beridir niyeti yoktu. Bunun içinse muhtemelen sadece doğru zamanı bekliyordu.

Yani bu beni geleceğin imparatoriçesi mi yapardı?

Bu kısmın üstüne fazla düşünmemeye gayret ediyordum. Düşününce de delicesine saçma bir fikir gibi geliyordu ancak Darien'i saraydan yollamak için türlü oyunlar çeviren şirret imparatoriçeyi göz önünde bulundurduğumda, benim her türlü daha iyi bir iş çıkarabileceğim kanısına varıyordum.

Yani... Her şey halledilirdi canım.

Bir diğer sorun gündemdeki bu gerginlik ve yeni başlayan hazırlıklar yüzünden Darien'i fazla göremiyor olmamdı. Olası bir savaşa gerçekten hazır olmak adına, yarın ormana gireceklerdi ve kısa sürede ortaya çıkmış yaratıkları ormandan temizleyeceklerdi. Amaç, imparatorluk ordusu ile gerçek savaşta olurlarsa yaratıkların minimum sayıda bulunması ve ormandan dışarı çıkmalarına engel olmaktı. Tabi, tüm bu hazırlığa rağmen ordunun bir kısmı kaleyi korumakla yükümlendirilmişti ve ormana girmek yerine burada kalacaklardı. Biraz da Darien'ler yokken olur da kaleye bir saldırıda bulunurlarsa diyeydi. Aslında böyle bir şey olsa da ormandan çıkma süreleri muhtemelen düşmanların kaleye ulaşma süresinden daha kısa sürerdi ancak Darien biraz fazla tedbirli davranıyordu. Tahmin ediyorum ki Kuzey muhafızları da birkaç güne Batı'ya varırlardı zaten.

Özellikle Darien yanımda değilken, akşam saatlerinde zihnime bir ağrı saplanıyor öylece yatakta dizlerimi kendime çekerek saatlerce oturuyordum.

Bazenleri... Kendi zihnimdeki savaş daha çok yoruyordu beni. Orada sağ kalan hiçbir zaman ben olmuyordum çünkü.

Düşündükçe sanki zihnimden içime bir kan şelalesi akıyordu. Ormanda kaç gün kalırlardı mesela? Darien orayı çok iyi biliyordu ancak adını bile bilmediğim değişik yaratıkların bu kez ona zarar verme ihtimali neydi? Savaş çıkarsa her şeyin düzelmesi ne kadar sürerdi ve o savaşın içinden Darien'in zarar görmeden kurtulacağına inanmak çok mu safça bir düşünceydi?

Kaybetmeyeceğimizi bir şekilde biliyordum çünkü Darien'in askerlerinin Batı'yı kanlarının son damlasına dek koruyacağı belliydi ancak hangi savaş iki taraf da zarar görmeden, kayıplar verilmeden bitmişti ki?

İşin bu kısmı beni sadece sarsmakla kalmıyordu. İçimde var olan depremler, o kan şelalesiyle birlikte yüreğime sızan her duygunun içinde boğulmamı istiyorlardı. O zamanlarda vücudumun ısısı olabildiğince düşüyor ve ben göğsümün ortasındaki ağrıyla olduğum yerde kıvranıp sakinleşmeyi bekliyordum. Darien, ben uyumadan önce odaya gelecek zamana sahip olmadığından bu durumun farkına varmıyordu ve açıkçası her şey bu kadar karışıkken, aniden karşısına çıkıp korktuğumda kalbim donuyor benim demem de hoş olmaz gibi geliyordu.

Yine de doğru zamanı bulduğumda, kesinlikle söylemeye karar vermiştim ona.

Kuzeyliler ne derse desindi. Darien zayıflığımdan vuracak değildi ya beni. Ayrıca tüm hikayeyi görmezden gelip inancımı ona verebilmişsem eğer, bu kadarını da göze almam gerekmez miydi?

Yerine sinen Anfia'ya bir bakış daha attım. Tüm bu olanlar haricinde, Darien Anfia'nın kılıç ustalığını profesyonelce öğrenebilmesi için en iyi şövalyelerinden birkaçını görevlendirmişti ve o zamandan beridir Anfia ne kadar yorgun olursa olsun, sarı gözlerinin ışığı asla sönmüyordu. Bazen gidip onu izliyor ve utansın diye bağırarak tezahüratta bulunuyordum ancak Anfia'nın ne dikkati bozuluyordu ne de utanıyordu. Tam bir ölüm meleği gibiydi. Kızıl saçları oradan oraya savrulurken eğitmenleri bile bazen ona şaşkınlıkla bakıyordu çünkü taktik biliyor olmasa da kesinlikle yeteneksiz biri değildi Anfia. Refleksleri normal birinin sahip olabileceğinin çok daha ötesindeydi. Herkesin beklentisini aşmıştı ve bazen onu ağzım açık izlediğimi antrenmanları bittikten sonra fark ediyordum.

Sonra renkli elbiselerimin eteklerini tutarak seke seke yanına gidip aferin dercesine kafasına vurmaya falan çalışıyordum ama pek müsaade etmiyordu buna. Hemen duşa kaçıyordu. Huysuz bakır kedi.

Darien'in bana yüzük taktığı geziden döndüğümüz gün, işler beklediğim gibi gitmediğinden ve elçi sorunu yaşandığından ertesi sabah Anfia'nın yanına gitmiş ve öğrenmiştim ki hain Darien, kardeşiyle sadece bazı sorunlar hakkında konuşmamış, daha bana yüzüğü takmadan Anfia'ya benimle gerçekten nişanlanacağını söylemişti.

Gerçekten haindi. Yani nasıl olur da söyleyen ben olmazdım? Tamam onlar abi kardeşti ancak şu kalede benim de biraz eğlenme hakkım yok muydu? Bu hak bana çok mu görülüyordu?

Anfia o gün, onunla uğraşmak için dibinde bittiğimde ben daha elimi gözünün önüne sokmadan yüzüğüme bir bakış atmış, "Yakışmış mı yakışmamış mı pek bilemedim." diyerek, olayı bildiğini belirten parlak bakışlarla 'Geç kaldın.' der gibi yüzüme karşı sırıtmıştı. Yani gerçekten hevesim kursağımda kalmıştı ve yazmıştım bunu kenara, intikamı sonradan alınacaktı.

Ve işin sonunda elbette kurbanım olarak Callisto'yu seçmiştim çünkü başka kim kalmıştı ki? Onu koridorda elinde belgelerle kaşları çatık halde bulduğumda hiç beklemeden yüzüğümü gözüne doğru sokmuş "Bil bakalım kim sonsuza dek bu kalede kalacakmış?" Diye sormuştum. Callisto irkilerek kafasını kaldırdığında ve elime baktığında açık yeşil gözleri şaşkınlıkla irileşmiş ve dudakları da aralanmıştı ancak sonrasında en ufak bir tepki vermemişti. Ben beni sinir etmek için sessiz kaldığını sanmıştım ancak ortaya çıkmıştı ki Callisto şaşkınlıktan yerinde donakalmıştı.

Elimi yüzünün önünde sallayarak bilincinin çok farklı bir alemde olduğunu fark ettiğimde kahkahalarla kendimi yere atmış, herkesi başımıza toplamıştım ancak Callisto tüm gürültüye ve kalabalığa rağmen kendine gelememişti. Yüzüğü ilk gördüğü andaki bakışlarıyla, elinde belgelerle öylece koridorun ortasında dikiliyordu.

Darien yanımıza gelip beni yerde bulduğunda, önce bana bir şey oldu sansa da sonra çıkarttığım seslerden gülme krizinde olduğumu fark etmiş, ardından yerinde donakalan Callisto'ya bakakarak durumu anlamıştı. Sonrasında sarı harelerinde 'Sen uslanmazsın' gibi bir bakışla bana bakmış "Bir kere de yerinde dursan kafamı kıracağım." Diye ağzının içinde homurdanmıştı ancak hiç sorun değildi. Buna değmişti.

Özellikle de Darien, Callisto'yu kendine getirmek için önce onu yakalarından tutup sarstığında ve tepki alamayınca yumruğunu yüzüne geçirdiğinde. Kesinlikle buna değmişti. Callisto yanıma, yere düştüğünde ve o kendisine gelerek çenesini tuttuğunda ben olduğu gibi yine gülmeye başlamıştım ve Callisto parmağıyla beni işaret ederek "Evleneceğin şeyin ne olduğunun farkında mısın!" Diye bağırmıştı.

Callisto besbelli ki beni insan olarak görmüyordu ancak tepkisi eğlenmemi sağlarken Darien kolumun altından tutarak ayağa kalkmamı sağlamış, "Düzgün konuş sikik herif." Demişti. Ben kaşlarımı kaldırıp bilmişçesine bir bakışla Callisto'ya baktığımda ise bana dönmüştü. "Sen de artık insanlara bulaşma, Sima." Diye devam etmişti. O an onu onaylamıştım ancak bence ikimiz de bana inanmamıştık. Darien dik dik yüzüme bakmaya başladığında sonunda gülümsemiş, dudağına bir öpücük kondurarak yanından kaçmıştım. Darien de arkamdan "Şimdilik kaç bakalım." Diye seslenmişti ancak yakalanmak beni ancak mutlu ederdi.

Açıkçası, o günden sonra Callisto'yu görseydim alay etmeye devam ederdim ama o da Darien'le birlikte günün çoğunda ortada olmadığından böyle bir şey de yaşanmamıştı. Sıkıntıdan ölmemi istiyorlardı.

Sabırsızlıkla gözlerimi saate çevirdikten sonra hızlıca Chelsie'ye döndüm. "Yaptığım tatlıları kütüphaneye getirebilir misin?" Diye sordum ayağa kalkarken. Anfia kafasını kaldırıp bana bakarken Chelsie, sessiz kalıp beni başıyla onaylayarak dışarı çıktı.

Son üç gün içerisinde fark etmiştim ki Chelsie'nin yüzünden düşen bin parçaydı. Ela gözleri sürekli dalgın, gözlerinin altı ise kapkaraydı. Belliydi ki düzgün uyuyamıyordu kafasında ona yük olan düşünceler vardı. Ona ne sorun olduğunu sorduğumda bir anlığına irkilmiş, sonrasında kardeşinden annesinin hasta olduğuna dair bir mektup aldığını söylemişti. Ona annesinin yanına gidebileceğini ve bunun için para yardımında da bulunabileceğimi söylediğimde ise ela gözleri dolarak kafasını iki yana sallamış, çok teşekkür etse de burada kalmanın daha iyi olacağını söylemişti.

Belki de onun da evinde ya da geçmişinde yüzleşmesi gereken bir şey vardı. Üstelememiştim bunun için teklifimi. Sadece bir sonraki maaşını iki katı olarak vermeyi ve gururunu da incitmeden bunu yapmayı planlıyordum. Sonuçta Chelsie sürekli benim yanımdaydı ve bana göz kulak oluyordu. Üzülüyor olması beni de kanatırdı.

"Sabah sabah tatlı mı yaptın?" Diye sordu Anfia da ayağa kalkarken. "Ben de ne oldu da kahvaltıda hemen dibimde bitmedi diyordum."

"Aç karnına bir şeyler düşünmek pek hoş olmuyor. Öğlen için yapmıştım." Dedim omuz silkerken.

"Tokken düşünebiliyorsun yani?"

Gözlerimi bayarak ona baktığımda, yüzünde güzel bir gülümseyiş olduğunu fark ettim. Gerçekten antrenmanlara başladığından beridir aurasında bir değişiklik var desem yeriydi. Artık kalenin içinde o siyah elbiselerini giymiyor, genelde siyah dar pantolonlar ve koyu tonlarda dökümlü gömlekler giyiyordu ancak acayip de yakışıyordu ona. Antrenmanlarında saçlarının sürekli gözüne girdiğini fark ettiğimden kullanması için bir sürü toka da hediye etmiştim ancak o yine gitmiş onca tokanın arasından siyah bir bandana seçmiş, sadece onu kullanıyordu. Abisi kılıklıydı gerçekten.

Adımlarım istemsizce hızlanırken onun gibi benim de dudaklarım kıvrıldı. Kütüphaneye gidiyorduk çünkü Darien öğlen oraya gelmemiz için sabah bize haber yollamıştı. Ne ara olduğunu bilmesem de kafasını kaldırmaya zamanı yokken benim durumumla alakalı bir şeyler bulmuştu sanırım. Yani kendisinin zaten az çok bir şeyler hakkında tahmini var gibiydi de, doğru kaynakları bulmuştu.

Bana bir gece, Anfia ve Callisto'ya durumumdan bahsetmenin sorun olup olmayacağını sormuştu. Ben de eğer delirdiğimi iddia etmeyeceklerse anlatmakta sorun olmayacağını söylemiştim. Hem bu şekilde onların yanında daha rahat olabilirdim sanırım. Aynı kalede yaşadığımız bir gerçekti ve eninde sonunda zaten her şeyi öğreneceklermiş gibi geliyordu. Süreci hızlandırmakta bir sıkıntı olmamalıydı. Yine de ben her şeyi başa sarmak istemediğimden, Darien onlara anlatmıştı ancak ne kadar ve nasıl anlattığı konusunda bir fikrim yoktu. Ne Anfia'dan ne Callisto'dan bu konuyla alakalı bir şey duymamıştım henüz. Belki önce benim konuyu açmamın daha mantıklı olacağını düşünmüşlerdi ya da hassas bir konu olduğuna inanmışlardı. Bilmiyordum. Anfia benimle dalga geçmediğine göre konuyu baya ciddi değerlendirdikleri kesindi.

Kütüphaneye girdiğimizde, önce girişte bulunan açıklığa konmuş ve uzun bir yemek masasını andıran çalışma masasıyla üstüne yığılmış kitaplar, daha sonra Darien bakış açıma girdi. Masanın üstüne serdiği kitaplardan birine bakıyordu ve bir elini masaya koymuş, hafifçe eğilmişti. Güzel siyah saçları alnına dökülüyordu öylece. Dudaklarıma asılı kalan gülümseyiş o an büyümüş, kalbim hızla çırpınmaya başlarken gözlerimi kısa bir anlığına kırpıştırmıştım. Yeşil elbisemin eteklerini tutarak koşturmaya başladığımda, bakışları bana çevrildi ancak topuklularla koştuğumu fark ettiği anda kaşları çatıldı.

Buna rağmen elini masadan çekerek doğrulmuş, kollarını aralamıştı.

"Sevgilim!" Diye şakıdım kendimi kollarının arasına atarken. Ardından sımsıkı sardım kollarımı boynuna. Onun kolları da beklemeden belime sarıldığında, hafifçe eğildi ve boynuma bir öpücük kondurdu. "Sana oradan oraya koşturmamanı söylemiştim." Dedi saçlarımın arasına doğru, kısık bir sesle. "Düşeceksin bir yerini inciteceksin sonunda."

Dudaklarının değdiği boynumdan başlayan ateş rüzgarı vücudumun her yanına dalga dalga yayılırken, saçlarından gelen ferah koku hoşnutça gülümsememi sağladı. Duş almıştı herhalde. Sırnaşık bir tavırla hafifçe geri çekildiğimde kollarım hala boynuna sarılıydı. Üstünde antrenmanda giydiği her zamanki kıyafetler ve deri kayışlar yoktu. Kılıcı da yanında değildi. Önü iplerle bağlamalı koyu lacivert bir üst giymişti ancak ipleri bağlamakla pek uğraşmış gibi durmuyordu. Gözlerim açıkta kalan göğsüne değdikten sonra bir anlığına yutkunarak ona baktım ancak o, benim bakışlarımı yakalayarak kaşlarını havaya kaldırdı.

"Özledim seni." Dedim yakalandığımı göz ardı ederek yanaklarım yansa da gülümserken. Darien iç çekerek açıkta bıraktığım beyaz saçlarımı yüzümün önünden çekti ve bir eliyle hafifçe yanağımı kavradı. Ona alan tanımak için kollarımı indirmek zorunda kalmak içimden somurtmak istememe sebep olmuştu. "İşi gücü siktir edeceğim en sonunda." Diye mırıldandı ağzının içinde anlaşılmazca, benim lafıma karşılık.

"Efendim?"

"Ben de diyorum, Sima. Özledim seni." Yüzümdeki gülümseyiş mümkünmüş gibi daha da büyüdüğünde, Darien'e bakarak bir elimi saçlarının arasına götürdüm ve şekil verir gibi yaparak hafifçe karıştırdım onları. Duştan sonra kendi halinde kurumuş saçlarından daha çok sevdiğim bir şey yoktu. Gece rengi saçları gözüktüğünden bile yumuşak ve dokunulasılardı. Darien bu hareketime karşılık sadece huzursuzca kaşlarını çatmakla yetindi. Sarı hareleri hafifçe kısılmış olsalar da ışıl ışıllardı ve gözlerimin içine büyük bir dikkatle bakıyor, gözleri yüzümün her bir santimini ezberler gibi bakıyordu.

İç çektim yine, dalgınca. Güneş ışığı duvarları boydan boya cam olan kütüphaneyi tamamen aydınlatıyordu ve Darien'in teni güneş ışığının altında sanki parlıyordu. Kemikli yüzünde düz bir ifade vardı şimdi ve gözleri dikkatle gözlerimin içine kilitlenmişti.

"Bugün erken gel odaya." Dedim hüzünlü bir şekilde iç çekerek. Darien eğlenen bir ifadeyle dudaklarını kıvırdı.

"Sınırlar." Dedi Callisto, hemen yan taraftan homurdanarak. "Bu kadının sınırları yok mu? Tanrı aşkına, durdur şu nişanlını Darien." Kafasını onaylamazca iki yana salladı. "Akıl sağlığım için cinsel hayatınızı öğrenmek istemiyorum."

Neler diyorsun öyle Callisto?

Ben gözlerimi kırpıştırırken tüm yüzüm çoktan alev almıştı ancak Darien benim aksime kaşlarını çattı. "Kapa çeneni Callis." Dedi Darien, sert bir ifadeyle ona dönerken. "Ben kapatmaya gelirsem çenen işlevini kaybedecek."

"Tanrım, gerçekten işlediğim günahı öğrenmeyi çok isterim." Dedi o arada Anfia, alakasızca havaya bakarak. "Bunlara şahit olmamı gerektirecek kadar ne yaptım?" Parmağıyla bizi işaret etmişti bunlar derken.. "Neden ben olmak zorundaydım?" Diye devam etti söylenir gibi. "Gözlerimi ve kulaklarımı yıkamak istiyorum artık."

Darien kardeşine döndüğünde, bakışları yumuşamıştı fakat ben Anfia ve Callisto'ya bakarak inadına dil çıkarttım. Bu benim ifademle, "Alışın." Ya da "İsterseniz gidebilirsiniz." demek gibi bir şeydi. Darien yine bana bakarak bu hareketimi de yakaladığında, artık alıştığından sesini çıkartmasa da alnıma hafifçe fıske attı. Gözlerini yalandan kızar gibi hafifçe kısmıştı. "Ne uslanmaz bir kadınsın."

"Hiç de bile, değilim." Diye söylendim omuz silkerken. Darien, öylecek beni izlerken açık kapının önünde elinde tepsiyle beliren Chelsie, yüzümde kocaman bir gülümsemeyle Darien'in kollarının arasından çıkmamı sağladı. Darien, geriden bana huzursuz olmuş bir bakış atsa da seke seke giderek tepsiyi Chelsie'den aldım. Onun bakışları beni takip etmeye devam ederken, tepsiyi masanın üstüne bıraktım ve üstündeki iki tabağı elime alarak birini Anfia'ya, birini Callisto'ya uzattım. Canım çektiği için sabah browni yapmıştım ve ben zaten kahvaltıdan önce kontrol edilemezce fazla fazla yediğimden, biraz da onlara vermek istiyordum.

"Benim dünyamdaki çok sevdiğim bir tatlı." Dedim gülümseyerek. "Seveceksiniz bence." Hepsi tatlıya değişik bakışlar atarken, Darien onların elindeki tabaklara ve ardından boş kalmış tepsiye ifadesiz bir şekilde bakarak yutkundu. Ardından sarı hareleri yavaşça bana döndü.

Yüzündeki düz ifadeyi gördüğümde, bakışlarımı belki de uzun zaman sonra ilk defa kaçırdım ondan.

Ne kadar görmezden gelmek ya da geride bırakmak istersem isteyeyim, bazı şeyleri silemezdim. Darien'in o günki soğuk sesi yankılandı zihnimde ve bu benim kontrolüm altında bile gerçekleşmedi. Sanki soğuk çivilerle zihnimdeki duvara çakmışlar gibiydi. "Çok tatlı. Bir insanın bunu beğenme ihtimali yok."

Yutkunmam neredeyse imkansız bir hal aldığında, dudaklarımı birbirine bastırarak gözlerimi birkaç kere kapatıp açtım. Ardından, iç çekmeye çalışırken yeniden çevirdim bakışlarımı ona. Kaşları çatılmış, yüzündeki her bir kas gerilmişti. Sarı harelerin içindeyse gözlerinin içinde asla görmeyi tahmin edemeyeceğim türden parıltılar vardı ve bakışlarımız kesiştiğinde, o parıltılar o kadar yoğun ve yürek burkan bir hal aldı ki benim de kaşlarım çatıldı hafifçe. O parıltıların hangi his sayesinde tomurcuklandığını çok iyi biliyordum bu sefer.

Pişmanlıktı gördüğüm.

"Yine de, uğraşınız için teşekkür ederim Leydi Meyza. Bundan sonra böyle şeyler için uğraşmayın."

Kafamı yana eğdim yavaşça. "Tatlı sevmiyorsun diye sana getirtmedim ancak bir dahakine normal yemek yapacağım, onları seversin belki." Diye konuştum, sanki sorun yok der gibi ancak Darien, aslında içimde bir sıkıntı olduğunu direkt olarak sesimden anlamış, olduğu yerde tüm vücudu kaskatı kesilmişti.

"Sima-" Dedi Darien, yutkunarak gözlerini yumarken. Yemin ediyorum ki o an sesindeki ton, kalbimin atışını sarsmıştı.

"Zehirli olduğu için mi kendi tabak getirmedin?" diye sordu Callisto yeşil harelerini kısarken. Bize bakmadığı için fazla bir şey fark etmiş gibi değildi ancak baksa da anlar mıydı bir fikrim yoktu. Anfia onun aksine ilk çatalı tereddütsüzce ağzına attı. "Kendisi sabah kahvaltıda hiçbir şey yemediğine göre muhtemelen bize sadece kalanı getirmiştir."

Ağzı doluyken konuşması gülmekle gözlerimi devirmek arasında kalmamı sağlarken, kalbim göğsümü sıkıştırmaya başlamıştı ve göğüs kafesim bana dar geliyormuş gibi hissederken suratımdaki ifadeyi bozmadan durabilmem çok zordu. Tenimin hissedilir bir şekilde sıcaklığını kaybediyor olmasına da şu tarif edilemez soğuk acıya da anlam veremiyordum. Yani, biliyordum sonuçta. O zaman daha kaleye geleli üç gün olmuştu. Darien'in benden şüphelenmek için birden çok sebebi vardı ve şimdiye kadar o sebepleri silecek bir şey sunmamıştım ona. Darien beni görmekle kalmamış duymuş, bana inandığını söylemişti.

Şu zamana kadar ben çığlık çığlığa bağırırken kim duymuştu ki beni, Darien ben konuşmazken bile gözlerimin içine bakıp bana inandığını söyleyebiliyordu bilmiyordum. Neticede o mahalle benim çığlığımla inlerken kimse zamanında elimden çekip kurtarmaya gelmemişti. Hatta zamanında sonra bile gelmemişlerdi.

Karanlık bazen insanlardı ancak Darien, bana birinin inanırsan her zaman ışık olabileceğini gösteriyordu sanki.

Buna rağmen yüreğim aptal mıydı benim? Neden şimdi canım yanıyordu ki?

Tatlısını Aileen ile yese gülümseyecek olduğu için miydi? Ne değişirdi ki? İşin sonunda benden başka hiçbir şeyi istememiş, beni kimseye değil hiçbir şeye değişmeyeceğini söylemişti.

Göğsümdeki ağrı katlanarak artarken dikkatlice nefes almaya çalıştım. İşin sonunda korkularından kurtulamayan, zihninin içinde kapana kısılıp kalmış bir kadın gibi hissetmeyi sevmiyordum ve bu korkuları bir kenara atacağıma dair kendime söz vermiştim ancak şimdi neredeyse bıraksalar ağlayacakmışım gibi hissediyordum. Üstelik mümkünse bunu Darien'e sarılarak yapmak isterdim.

Sen, dedi tanımaktan nefret ettiğim ses.

Onun yüzünden, yine ona mı ağlayacaksın Sima?

Elimi bilinçsizce göğsüme götürdüğümde iç çektim yeniden. Gerçekten ağlayacağım falan yoktu ama bu korkuların kaynağı Darien'i kaybetmem, kitabın kendi akışına dönecek olması ihtimali olsa bile onun yanındayken sustukları benim inkar etmekten zaten çok ötede olduğum bir gerçekti.

"Güzel olmuş." Dedi Anfia çok da iltifat etmek istemese de gerçekten beğendiğini sesinden belli ederek. Tatlıları sevdiğini sürekli beraber yemek yediğimiz için biliyordum zaten. Callisto ise, zehir mehir derken tabağını kaşla göz arasında bitirmişti. Çiğnemeden mi yutmuştu ne yapmıştı bilmiyorum. Anfia sonunda tabaktaki bakışlarını bana çevirdiği gibi sırıtması silindi ancak o an, ben daha ona ne olduğunu soramadan Darien, kolumdan tutarak beni kendine çevirdi. Koluma dokunduğu gibi kaşları çatılırken bakışları yüzüme çevrildi ve aynı anda elini alnıma koydu. Gözlerini anlamazca kırpıştırırken sarı hareler dikkatle üstümde gezindi. "Tenin buz kesmiş Sima." Dedi sert bir sesle. Kapının önünde bekleyen hizmetçilerden birine baktı. "Pelerin getirin!" Diye seslendi gür bir sesle. Elimi alnımda tuttukça kaşları daha da çatıldı. "Hemen!"

"Soğuğa karşı duyarlılığın vardı değil mi?" Diye sordu Anfia da durumu anlamazken. "Yüzüne bakınca ateşin olduğunu sandım halbuki. Solgun duruyorsun."

Callisto ifadesiz bir yüzle etrafına baktı. "Hava soğuk değil bugün aslında. Kalenin sıcaklığı da oldukça yerinde."

"Stres..." Dedim ağzımdan ne çıktığını ben bile bilmeden. Darien o çatık kaşlarıyla, sanki ruhumu okuyabiliyor gibi dikkatle bakarken güçlükle gülümsedim. Beceriksiz bir gülümseyiş olduğunun farkındaydım ancak bir şey yokmuşçasına elimi salladım. "Bu dünyaya nasıl geleceğimi öğreneceğim ya, strestendir yani."

"En kötü ne olabilir?" Dedi Anfia bana doğru birkaç adım atarken.

Darien masadan çektiği sandalyeye oturmamı sağladığında gözlerimi kırpıştırdım ve yalan söylediğimden, suçluluğun getirisi olan o boğucu his, boynumun etrafına dolanmaya başladı sanki.

"En kötü, çağırılmış lanetli bir ruh ya da benzeri bir şey olduğun ortaya çıkar." Dedi Callisto omuz silkerken. Darien ona sert bir bakış fırlattığında Calis yeşil harelerini kıstı. "İhtimal işte."

"Abim öyle olsaydın da seni yanında tutacak gibi zaten." Dedi Anfia kaşlarını kaldırarak. Dudakları alayla kıvrımıştı. "Rahat ol."

Bunların tesellisinde de bir sıkıntı mevcuttu.

"Sağ olun, içim rahatladı." Dedim gözlerimi devirirken ve önümde her biri açık olan kitap yığınına baktım. "Kötü bir ruh olduğum anlaşılırsa musallat olacağım kişi sensin." Dedim Callisto'ya dik dik bakarken. Ardından Darien'e dönerek sevimlice sırıttım. Sakin olmalıydım. "Nereden başlıyoruz?"

Darien alışık olduğu tavrıma karşılık olarak bu sefer dudaklarını kıvırmasa da iç çekti. "Karilya ve Helefna'nın kuruluşundan."

Ağzım şaşkınlıkla açılırken Darien, hizmetçilerden birinin getirdiği bebek mavisi beyaz işlemeli pelerini eline almış, dikkatle omzuma atıp önüme eğilmişti. Az önce İsa'nın doğumundan başlayacağız gibi bir cevap duyduğum için hala şaşkındım ve benim durumumla imparatorluk kuruluşlarının ne alakası var diye cırlamak üzereydim ancak Darien aniden önüme eğilip pelerinin iplerini bağlarken gıkım çıkmamıştı. İpleri bağladıktan sonra gözlerini kaldırıp bana baktığında dudaklarımı birbirine bastırdım ve bu, bu sefer dudaklarının kıvrılmasını sağlarken, parıltılı sarı hareleri yumuşayarak kısıldı. Geri çekilirken şaşkın yüzüme bakarak burnumun üstüne bir öpücük kondurmuştu. "Konuşacağız." Diye fısıldamıştı kulağıma doğru, ileri bir zamanı kast ederek. Neyden bahsettiğini bildiğimden, sesimi çıkartmamıştım.

Yemin ederim kalbime sığmıyordu bu adamın hareketleri.

Kollarımı birbirine bağlayarak hülyalı bir ifadeyle yerime yaslandığımda, Anfia da kendine karşımda bir sandalye çekti. Darien kitaplardan birini alarak önüme koydu. Yüzüne ciddi bir ifade kondu sonrasında. "Everia, her maddenin bir zıttı olduğunu, bazılarının tersi olmadığını düşünsen de aslında sadece keşfedilmediğini iddia eder." Diyerek gözlerimin içine baktı dikkatle.

Sayfayı çevirdi. Üstünde, yüzü çizilmese de gülümsediği çizilen, eliyle önündeki insan figürlerine gökyüzünü işaret eden bir figür vardı. Kadın mı erkek mi pek belli değildi ancak saçları neredeyse ayaklarına gelecek kadar uzundu. Sadece beyaz renkli cübbesi ve gökyüzü renklendirilmişti. "Ve der ki, buna dünyanızı oluşturan ana madde de dahildir." Diye devam etti Darien. Yüzünde durgun bir ifade vardı ancak, ortama ağır bir hava çökmüştü sanki.

Halbuki olayın daha başındaydık.

Duyacaklarımın pek de güzel şeyler olmayacağını o an hissetmiştim ve belli ki her ne dinleyeceksem iç açıcı olmadığını Anfia ve Callisto da biliyordu. Tabi bu normaldi. Onlar için bu bilgiler temel din veya tarih bilgisi falan olmalıydı. Tanrı bilir kaç yaşında öğrenmişlerdi?

"Everia kim oluyor tam olarak?" Diye bozuntuya vermeden sorduğumda, Darien gülecek gibi olduysa bunu yapmadı. "Din kurucusu." Diye cevap verdi net bir sesle.

"Yani bir tür öncü?"

"Üstün güçleri olan türde bir öncü."

"Yani Tanrı?"

"Pek sayılmaz ama sen ne diye adlandırırsan." Dedi Darien düz bir sesle ve sayfayı çevirdi. İki tane madde çizilmişti bu sayfaya. Siyah ve beyaz resmedilmişlerdi ve birbirlerine dokunmuyor olsalar da çok yakın duruyorlardı. Pek şekilsiz bir şeydi ikisi de. Çamur desem yeriydi. "Dünyayı oluşturan maddenin ilahi bir güç olduğu söylenir." Dedi Darien eliyle beyaz çizimi işaret ederek.

"Bu aynı zamanda ruhlara hayat veren, insanın özünü oluşturan maddedir." Dedi Anfia dalgınca bir sesle. "Aynı zamanda kullandığımız büyü gücünün de kaynağıdır." Dedi Callisto ve böylece kaşlarım çatıldı hafifçe.

Darien kafasını eğdi ve doğrudan bana baktı. "Ancak bu ruhların yaratılmasını sağlayan ilahi güç, her defasında ikiye bölünür ve iki ruh birden meydana gelir. Biri bir dünyaya, öteki ise yansıma dünyaya konulur. Yaratılan her ruhun yansıması karşı dünyanın içinde bulunur ancak asla aynı dünyaya doğmazlar."

"Neden her defasında iki ruh birden yaratılıyor?" Diye sordum anlamazca bir sesle gözlerimi kırpıştırırken.

"Çünkü her iki ruh için bir damla ilahi öz kullanılır. Bir damlanın tamamını hiçbir ruh kaldıramaz." Dedi Anfia dikkatle gözlerime bakarken.

"Bu bilgilerin kaynağı Averia mı?"

"Öyle." Dedi Callisto ve ben de anladığımı gösterircesine başımı salladım. Tanrı olmasa da bir insandan çok daha fazla şey bildiği kesindi en azından.

"Neden yansıma ruhlar aynı dünyaya koyulmuyor?" Diye sordum Darien'e bakarak.

"Evreni düzen içinde tutmak için bir nevi." Dedi Darien sayfayı bir kere daha çevirirken. "İlahi özün tersi olan madde, yaratılan iki dünya arasındaki boşlukta varlığını sürdürür. İki uç ve bir boşluk. Denge böyle sağlanır ve birbirlerine karışmamaları gerekir. Yaşamın olduğu yerde ilahi güç, boşlukta ise kara güç olmalıdır. Bozulmaması gereken bir tabu bu."

"Bizim dünyamızda dünyanın dışını görmemizi sağlayan aletler vardı." Dedim kaşlarımı kaldırarak. "Ancak daha önce hiç yaşam olan başka bir dünyaya daha rastlanmadı."

"Bu dünyaların arasındaki mesafe ya da maddi olarak birbirlerine gözüküp gözükemeyeceklerine dair bir şey yazmıyor." Dedi Darien ciddi bir ses tonuyla. "Sonuçta ilahi gücü ya da kara gücü de gözle görmen mümkün değil. Yalnızca belirli şartlar sağlanırsa hissetme ihtimalin var."

Kafa karışıklığıyla olduğum yere sinerken gözlerimi kıstım. Paralel evren olayına benziyordu ancak bir yandan farkı da var gibiydi.

"Birbirlerine karışmamaları gerekir." Diye tekrar ettim sayfaya bakarken. Callisto kafasını salladı. "Tabi, dengeyi bozmaya cüret eden bazı insanlar olmuş tarihte." Diye mırıldandı alaylı bir sesle.

Kaşlarımı yeniden havaya kaldırdığımda Darien'in gözleri kısıldı. Açıkçası hiç de hayırlı bir olaya benzemiyordu. Bu insanlar bir kere de yerinde dursalar şaşkınlıktan kafayı falan kıracaktım gerçekten.

"Helefna'nın kurucusu, kara maddeyi dünya üzerinde kullanmanın bir yolunu bulup insanları kendisine itaat ettirerek kuruyor imparatorluğunu." Dedi Anfia gülerek. Bundan neden keyif aldığı konusunda hiçbir fikrim yoktu ancak kafamı hızla eğdiğim yerden kaldırıp "Yok artık." diye bir tepki verdim şaşkınlık ve dehşet içerisinde. "Halk bunu bilmiyor mu?"

"Bilmiyor çünkü tarihin gerçeği halka anlatılmaz. Bir nevi kraliyet sırrı sayılır hatta. Gerçek tarihin yazdığı kitaplara halkın dokunabilmesinin imkanı yok." Dedi Darien düz bir sesle. Bu durumun canını sıktığı, sıktığı çenesinden belliydi. "İnsanlar sadece ilk imparatorun bir tür güçle kutsandığına falan inanıyor."

Anfia kafasını yana eğdiğinde gülümseyerek önümdeki kitaptan yirmi sayfa falan atladı. "Eğlenceli kısım birkaç nesil sonra imparatorun kardeşinin bu durumu kabullenemeyip kendi imparatorluğunu kurması."

"Bunu yaparken bu antik kara gücü çağırmayı sağlayan ve yazılı bırakılmış tüm sayfaları da beraberinde götürüyor." Dedi Callisto dilini dudaklarının üstünden geçirirken.

"Lütfen bana yeni kurulan imparatorluğun Karilya olduğunu söylemeyin." Dedim yüzümü buruşturarak ancak kolunu birbirine bağlayan ve kaşlarını kaldıran Anfia durumun umduğumun aksi olduğunu gösteriyordu. "Demek bundan aynı dini ve dili paylaşıyorsunuz." Dedim sayfalara dönerken. Bu nasıl bir hikayeydi Tanrı aşkına?

"Aynen öyle." Dedi Callisto gerek olmasa da beni onaylayarak.

"Anlamadığım şey, bu insanlar kara büyü ya da her neyse, onu kullandılarsa, Everia denilen kişi buna neden engel olmadı? Hani üstün güçleri falan vardı? Halka boyun eğdirilirken neredeydi?"

Darien bir elini omzuma koydu ve dudaklarını kıvırdı hafifçe. "Everia yer yüzünde her zaman bulunmuyordu. Zaman zaman belirip kaybolduğunu düşünebilirsin ve aralıklar da uzun."

Kesinlikle insan değildi yani.

"Tanrı mıydı bu kadın gerçekten?" Diye sordum gözlerimi kocaman açarak.

"Kadın değil aslında." Dedi Callisto tepkime gülerken.

İnanamazca Anfia'ya, ardından Darien'e baktım. "Saçmalamayın." Dedim kafamı iki yana sallarken. "Nasıl erkek ismi o?"

"Aslında erkek de sayılmaz." Dedi Anfia bağladığı kollarını çözüp masaya yaslarken. "Önemi yok o kısmın."

"Pekala." Dedim gözlerimi devirirken. "Karilya'yı kardeşinin ve atalarının kötü yöntemlerini desteklemeyen bir adam kuruyor ve sonra?"

"Onun ve soyunun ülkeyi asla böyle yönetmeyeceğine dair yeminler ediyor." Dedi Anfia huysuz bir ses tonuyla, gözlerini devirerek. Atalarını ne de çok seviyordu öyle.

"Ne hoş." Dedim alayla dudaklarımı kıvırırken. "Hatta durun tahmin edeyim. Kardeşi kullanmasın diye kaçırdığı sayfaları yakmak yerine saklıyor ve o sayfaları onun soyundan gelenler kullanıyor?"

"Kahin mi oldun şimdi de?" Dedi Callisto yeşil harelerini kısarken. Hiç şaşmazdı. Zaten adam en başta niyeti olsa imparatorluğunu daha kurarken falan yakardı kağıtları. Hatta belki kurmadan. Ne demeye saklamıştı, lazım olur diye miydi yoksa aslında kimse bilmeden kendisi de mi kullanmıştı?

"Kahinler geleceği tahmin ediyor geçmişle bir işleri yok." Dedi Anfia, Callisto'ya dik dik bakarken. Alayla güldü sonra ve baştan aşağı gözlerini Callisto'nun üstünde gezdirdi. Ağır ağır. Callisto, bu bakışlar karşısında olduğu yerde gerilmiş, kaşlarını çatarak elleriyle beyaz gömleğinin açıkta bıraktığı göğsünü kapatmıştı. "Kaslarını bu büyüteceğine azıcık da kültür ve medeniyet de kazansaydın keşke." Dedi Anfia sonunda, Callis'i taramayı bitirdiğinde küçümseyici bir sesle.

Callisto ellerini göğsünün üstünden çekti ve dudakları aralandı öylece. "Tebrikler." Dedi alkış çalmaya başlarken. Bakışları anında benim üstüme çevrilmişti. "Lütfen kaledeki herkesi bana düşman etmeye devam et Meyza." Dudaklarını bükerken alkışına devam etti. Edeceğim Callisto.

"Doğru tahmin ettin kar kafa." Dedi Anfia Callisto'yu ya da onun alkışlarını takmayarak. "O güçler Karilya tarihinde de bir şekilde kullanılıyor."

"Yani şu anki imparator da mı kullanıyor?" Diye sordum soğuk bir ifadeyle.

"Hayır." Dedi Darien altın harelerinde net bir ifadeyle.

"Asıl eğlenceli kısmı bu sefer burada." Dedi Callisto da kalçasını masaya yaslarken. Tanrı'ya şükür alkışı bırakmıştı. Aptal adam.

"Altı nesil önceki Karilya imparatoru bu gücü tekrar kullanmak istiyor ancak Everia o sırada yeryüzünde olduğundan bu güce o anda elini uzatan herkesi ortadan kaldırmak için harekete geçiyor. Bu kısım için fazla detay söz konusu değil ama imparator bir şekilde Everia'nın güçsüz düşmesini sağlamış. Büyük bir savaş dönmüş bazı kaynakların dediğine göre. Everia, o savaşın sonunda ortadan kaybolmuş ve bir daha da görülmemiş. Yine de o gün kara büyü mirasını barındıran sayfalar da ortadan kaybolmuş ve imparator da bir daha kullanamamış bu gücü." Darien, durumu bana açık şekilde özetlediğinde durgun bir şekilde yüzüne baktım.

"Kehanette Everia'nın soyundan gelen kız çocuğu diyordu." Dedim kaşlarım çatılırken. Aileen yani.

"Bu kısım biraz muamma çünkü Everia'nın bilinen bir çocuğu yoktu. Eğer Everia'nın güçlerini miras alan birileri varsa ve bir felaket gerçekten ortaya çıkacaksa onu soydan gelenin durdurması çok normal olur." Dedi Anfia dikkatli bir ifadeyle. Everia ne ekrkek ne kadınsa nasıl çocuğu olmuştu mesela? Bu kısmı sonra düşünecektim. Anfia omuz silkti. "Kız ortaya çıktığında sadece Helefna'da değil Karilya'da da azize ilan edilecektir."

Tebrikler Aileen, diye geçirdim içimden. Gerçekten tam bir baş karakterdi.

"Halk imparatorların yediği boklardan asla haberdar değil." Dedim Anfia'ya hitaben, baygın bakışlarla.

"Meyza ve soylu ağzı." Diye mırıldandı Callisto ağzının içinde.

"Callisto ve soylu kıçı." Dedim ben de alakasızca. Callisto suratını buruşturarak bana baktığında masadan kalkmıştım yavaşça. Darien'in bakışları anında bana sabitlemişti.

"Bu kara büyü gücünü çağırabilen insanlar ne yapabiliyor ki tam olarak?" Diye sordum ben de Darien'e bakarken. O anda, sarı harelerinde değişik bir kıvılcım parıldadı ve sonrasında bakışları iç donduran bir hal aldı.

"Tam olarak bilinmese de ilahi gücün tam tersi olduğunu biliyoruz." Dedi kaşlarını çatarak yutkunurken. "İlahi güce sahip rahipler iyileştirir, bu demektir ki kara güç yaralar. İlahi güç duruluk ve netliktir-"

"Kara güç aklı bulandırır." Dedi Anfia araya girerken.

"İlahi güç ruhun özüdür ve kara güç ruhu çürütür." Dedi Darien yeniden.

"Bu iki gücün neden birbirinden uzak durması gerekiyor." Diye sordum kaşlarımı kaldırırken. Darien gözlerimin içine baktı. "Çünkü Sima, karanlık ve ışığı yan yana tutmak gibi bir şey değil bu. İkisi bir araya gelirse biri diğerini bu dünyadan silecektir. Bu tüm dengeyi sarsar. İkisine de olması gereken yerde ihtiyaç var."

"Peki tüm bunların." Dedim yutkunarak. "Benim buraya gelmemle ne bağlantısı var?"

Ve o an, sanki elle tutulur bir gerginlik yeniden aramıza çöktü. Darien'in altın hareleri bulutlandı öylece, ne düşündüğünü yüzüne bakarak anlamak imkansızdı. Sadece, derin derin bakıyordu gözleri. Gerçi hiçbir zaman öylesine baktığı olmamıştı da şimdi o güneş rengi harelerinin ardında saklanan bazı şeyler vardı.

Korku, dedi gerilerdeki ses ihtiyatla. Korkan bir adamın gözleri sana bakan, Sima

Ama Darien, neyden korkacaktı ki? Ne üşütebilirdi onun yüreğini? Anlamazca yerimde duraksadığım sırada ne olduğunu benim bile bilmediğim kelimeler boğazıma dizilmişti sanki. Öylece mavi harelerimi Darien'in gözlerinin içine asılı tuttum.

"Yansıma hayatlarını gördüğünü söyleyen çok insan var." Dedi Callisto kaşlarını yavaşça kaldırırken. Sesindeki tüm alay sönmüştü şimdi. Elini kahve saçlarının arasından geçirdi. Darien, yavaşça bendeki gözlerini alıp ona baktı. "Aynı anda yaratılan ruhlar için görünmeyen bir bağ her zaman söz konusu ancak sadece bazıları bu bağdan haberdar olabiliyor. Ruhunuzu oluşturan özün yoğunluğuyla alakası var bunun." Calis kafasını eğdiğinde, yeşil harelerini doğrudan gözlerimin içine dikti. "Çoğunun kaderi birbirine benzer anlattıkları kadarıyla ancak daha önce seninki gibi bir durumu duymamıştık hiç."

O an, zihnimde ağır bir çanın sallanışı değildi duyduğum. O çan sanki kilometrelerce yukardan zihnimin üstüne çakılmış, her düşüncem sağır kesilirken etrafı kan revan içinde bırakmıştı. Meyza ile hayatlarımızın bazı noktalarda benzediğini biliyordum. Aramızda bir bağ olduğunu ise geçmişinden bir parçayı izlediğim ilk anda, kalbim acıyla sızladığında çoktan fark etmiştim. Onun geçmişi, benim de açık bir yaram gibiydi sanki. Gülümsemesini herkesten çok isterdim, eğer dünyalarımız bir olsaydı ve ellerinden tutabilseydim. Bunlardan hiçbiri, şimdi fark ettiklerim değildi.

Yeni öğrendiğim, eğer anlatılan her şey doğruysa Meyza ile aynı anda yaratılmış olmamızdı.

"Bu kişiler aynı anda doğuyorsa..." Dedim boğuk bir sesle. Kirpiklerimin ardından Anfia'ya bir bakış attığımda, sarı harelerini kaçırmadı gözlerimin içinden. "Ölümleri de aynı zamanda mı oluyor?" Diye sordum içim çalkalanırken.

"Çoğunlukla evet." Dedi Anfia, yalan söylemeden, fakat ondan beklemediğim titrek bir sesle. Yanımda duran Darien'in tüm vücudunun kasıldığını, ellerinin yumruk halini aldığını ve gözlerini bir anlığına sıkıca kapattığını göz ucuyla görebildim. "Everia, insanların ölünce ikinci bir hayatı olduğundan bahseder. Sonsuz bir hayattır ikincisi. Yaşadıklarının karşılığını alacağın yerdir. Biri eğer ikinci hayatına geçtiyse ikincisi tek başına ilk yaşamını fazla sürdüremez. Hayatta da ölümde de bir olmaları lazım."

İyi de Meyza, Aileen ortaya çıktıktan sonra çok da fazla zaman geçmeden, ölmemiş miydi? Ejderha onu alıp gittiğinde, yaşamasının pek de mümkün olmadığı bir durumun içindeydi zaten. İki gün boyunca Sair'de tutup ellerini kesmişler, soğuk ve karanlık ateşlerin arasın tutmuşlardı onu. Eğer orada, hikayenin sonunda yirmi yaşında öldüyse... Kendi dünyamda kalsaydım da fazla zamanım olmayacak mıydı demekti bu? Yirmi olmak üzereydim ben de.

Gerçi... Ben şu an yaşıyordum. Aradaki zamansal farklılığı bir kenara koysak bile, ondan ayrıydım, o yokken yaşıyordum değil mi?

"Yani... Meyza şu an yaşıyor mu?" Dedim kalbim çarpıntılara boğulurken. "Benim bedenimde olabilir mi? Yer değiştirmiş olabilir miyiz yani?"

"Bunu bilemeyiz." Dedi Callisto gözlerini yavaşça kırparken. Meyza sahiden, sahiden yaşıyor olabilir miydi?

Benim hayatımda? O dünyada.

Orada ne kadar hayatta kalabilirdi ki?

Yoksa o da benim gibi daha geriden, ellerimin yakılmasından öncesinden başlamış, benim hayatımın her anını izlemiş miydi? Belki ben değil ama Meyza, kendini o dünyada kurtarabilirdi.

Benim burada yapmaya çalıştığım gibi.

Belki mutluluğu ilk defa yüreğinde hissederdi.

Ancak... Sessizlik çok şey anlatıyordu insana. Hatta böyle anlarda, duymak istemediklerini bile fısıldıyordu sana. Gözlerini üzerime dikmesine rağmen konuşmayan Callisto ve Anfia, altın harelerinin parıltıları kaybolan Darien, bana atladığım bir ihtimal bahsediyorlardı.

Aynı anda ölürler dememişlerdi. Biri ölünce ötekinin fazla zamanı kalmaz demişlerdi.

"Senin yerinde yaşıyor olmasını umut ediyoruz." Dedi Anfia mırıltıyla. Bakışlarım ona çevrildiğinde, kesik bir nefesi çekti içine. Kaşları çatık değildi ancak yüzünün rengi solmuştu hafifçe. Meyza'nın yaşamasını ben de en fazla, tüm yüreğimle umut edebilirdim ancak öldüyse sahiden...

Bu... Bu benim de fazla zamanımın kalmadığı anlamına gelirdi.

O an, şaşırdığım ilk şey, hayata devam edebilmem için değil de Meyza, bir defa olsa yaşadığını hissedebilsin diye ölmemiş olmamasını dilmem oldu. Bu beni bile şaşırtıp sarsmıştı ancak kafa karışıklığım yüzüme yansımasın diye dudaklarımı birbirine bastırmakla yetindim. Yemin ederim o an, göğsümün ortasında koca bir dünya yıkıldı.

"Meyza ölmedi." Dedi Darien, kafasını kaldırarak. Yavaşça ona döndüğümde kalbim bir anlığına dondu çünkü gözlerinin içi kıpkırmızı kesilmişti. Kendinden emin bir ifadeyle kafasını iki yana salladı ve gözlerimin içine baktı. "Öldüyse bile, bu seni etkilemeyecek." Duraksadığında nefes almaya çalıştı ancak bunu başaramadığını görmek, dudaklarımın aralanmasını sağlamıştı. "Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim Sima. Asla." Kalbim, içine doğru çöktü sanki.

O an, Darien'in kızarmış altın harelerinin içinde gördüğüm şey inkardı ama bundan da ötesi, fark etmiştim ki bu masada konuşulan her şey, başından beridir Darien'in aklından geçenler, hatta ona zarar veren ihtimallerdi.

Benim ortadan kaybolabileceğim ya da öylece ölüp gideceğim ihtimaliyle benden çok daha önce yüzleşmişti. Yüzleşmişti ancak... Şartlar böyleyken elimizde inançtan başka hiçbir şey yoktu ancak Darien bana inançtan da fazlasını verebilecekmiş gibi bakıyordu.

Meyza gittiyse bile benim gitmem, onun için ihtimal değildi.

Dudaklarım yavaşça kıvrıldığında, göğsüm kıvılcımlarla yanan bir alevin içine düşmüş gibiydi sanki. Tenimin üstündeki kırağının kırılmasının ve göğsüme yük olan ağırlıkların eriyip kaybolmasının üstümdeki pelerinle hiçbir alakası yoktu. Bir adım atıp Darien'e yaklaştığımda ve kafamı kaldırarak tam gözlerinin içine baktığımda, yaptıklarımın da söyleyeceklerimin de hiçbiri hesapta yoktu. "Seviyorum seni." Dedim gözlerimde gerçeğin yansımalarını taşırken. Tüm içtenliğimle ve yüreğim deliler gibi çırparken söylemiştim bunu. Sesim, az önce ölme ihtimalini duymuş birinden çok bağımsız, oldukça neşeli çıkmıştı. Yanımdaydı ama kelimelerimdeki özlemi o da duymuştu çünkü az önce ışığı sönen altın harelerinden sıcaklığını hissedebildiğim yansımalar geçti. Şaşkınlık ve başka bir şey daha vardı şimdi gözlerinin içinde. Öylece donakalmış, dudakları hafifçe aralanmış halde bana bakıyordu. Parmaklarımın ucunda durduğumda yanaklarını iki yandan tuttum ve dudaklarına hızlıca kondurduğum bir öpücükten sonra hemen geri çekildim. "Çok seviyorum seni, Darien." Diye tekrar ettim, minnettarlıkla.

Minnettardım çünkü yedi yaşındaki bir kız çocuğunun dinmeyecek yalnızlığı da sönmüştü sanki. Parmak uçlarım karıncalanıyor, midem kasılıyordu ona bakarken. Sevdiğimi söylemenin getirdiği mutluluğun o an sahiden tarifi yoktu. İçime sığmayan her his eskiden Meyza'nın fakat şimdi benim sahip olduğum bebek mavisi gözlerden dışarı taşıyormuş gibi hissediyordum.

Darien kaşları hafifçe çatıldığında ne hissedeceğini bilemez gibi bir şekilde öylece yüzüme baktı ancak gözleri gülümsememe ve ardından gözlerime kaydığında derince bir nefesi içine çekti. Hemen ardından kolumdan tutarak beni kendine çekmiş yüzüme daha yakından bakarken kafasını hafifçe kenara eğmişti. "Yine en olmayacak zamanda-" Dedi dikkatle bana bakarken. "En olmayacak şeyleri söylüyorsun Sima."

"Sanki hoşuna gitmedi." Dedim omuz silkerek dik dik ona bakarken. Bu tavrım sonunda alışkın olduğum oyunbaz parıltıların gözlerinin içine serpilmesini sağladığında ben de onun gibi derince iç çektim. Sık kirpikleri ve son zamanlarda güneşin altında kalmaktan hafifçe bronzlaşan teni, dudaklarımı birbirine bastırmamı sağladı. Gökleri kıskandıracak kadar güzel bir adamdı Darien.

Bana geri cevap verip vermemesi hiç önemli değildi o an. Hatta hayatının sonuna dek bana beni sevdiğini söylemese de olurdu.

Bu adam, bana hayatımda ilk defa bir evim varmış gibi hissettiriyordu. Dört çatısı olandan bahsetmiyordum elbette. Şu kocaman kale, çıkan bir fırtınada uçup kaybolsa ve geriye hiçbir şey kalmasa da hissettiklerim değişmezdi. Hayatımda ilk defa, her zaman dönebileceğim biri vardı.

"Yarın sabah gidiyorsunuz değil mi?" Dedim gözlerimi kırpıştırırken. "Bugün yanıma erken gelmek zorundasın Darien." Diye devam ettim kafamı alayla iki yana sallarken.

"Başladı yine." Dedi Callisto gözlerini devirirken. Sesi irkilmemi sağlamıştı çünkü gözlerini bizde değil önündeki kitaplarda tutan Anfia'nın da onun da varlığını unutmuştum birkaç dakikalığına. "Bu insanlarda mahremiyet anlayışı kalmamış." Diye devam etti kafasını iki yana sallayarak.

Ona dönmek yerine sessizce beni izleyen Darien'e baktım. "O halde gidiyorum." Dedim tatlı bir sesle.

Konuyu bu kadar ani şekilde kapatmam, Darien'i aslında huzursuz etmiş olsa bile sesini çıkartmadı. Bunların hepsinin daha sonra, ikimiz baş başayken konuşulacağını biliyordum. Yanağımdan kavrayarak beni kendine daha fazla kendine çektiğinde yalnızca alnımı öptü. Kalbim, kalbim sanırım ilk defa yanıyordu bu kadar. "Geleceğim." Dedi Darien, geceyi kastederek. Sarı harelerindeki parıltı kollarının arasından gülümseyerek çıkmamı sağladı.

Ardından hala masada oturuyor olan Anfia'yı da kolundan tutarak ayağa kaldırdım. O da beni ikiletmedi nedense. Kapıya vardığımızda dönüp bir kere Darien'e el sallamış, Callisto'ya ise dudaklarımı okuyabildiyse eğer hakaret etmiştim.

Darien'in içinin gerçekten hiç rahat olmadığının farkındaydım. Daha ben kapıdan çıkmadan yeniden çatılan kaşları bunun kanıtıydı ancak benim de onu, içindeki tüm o huzursuzluğu ortadan kaldırmadan savaşa göndermek gibi bir düşüncem yoktu.


***

 

"Bugün abini baştan çıkaracağım." Dedim kıyafetlerimin önünde dikilirken, öylece normal bir şeyden bahseder gibi.

Anfia, az önce yudumladığı limonatayı püskürttükten sonra öksürmeye başladı ve gözlerimi kısarak ona döndüm. Biraz da sırıtıyordum çünkü nasıl gülmezdim? Soğuk soğuk davranıp ikide bir laf soktuktan sonra bu tür şeyler duyup komik tepkiler veriyor, üstüne bir de kızarıyordu. Leke olan halıya kısa bir bakış attım. Odada koltuk ve yatak olmasına rağmen gidip yere oturmuştu ve hala prenses olduğunu iddia ediyordu. Bu dünyaya artık gerçekten DNA testi gerekti.

Akşam yemeğinden sonra Anfia'yı odama davet etmiştim ve o da takip etmişti beni ancak neden çağırdığıma fazla anlam da vermemişti. Eline kalan browniyi ve bir bardak limonatayı tutuşturarak susturmuştum onu.

"Sima." Dedi Anfia elinin tersiyle ağzını silerken. "Aniden Batı'ya gelip Darien'e aşığım Darien'e aşığım diye tutturdun tamam." Diyip bir parmağını tuttu. Bana kısa bir bakış atmayı da ihmal etmemişti. "Abim gerçekten sana yüzük taktı, dediğini yaptın evleneceksin, kaleye yapıştın kaldın tamam." Dedi kafasını sallayarak. İkinci parmağını tutmuştu. "Ama!" Dediğinde aniden kafasını kaldırdı ve eliyle üç işareti yaptı. Sarı hareleri de kısılmıştı. "Bırak gece hayatınızı da bilmeyeyim ya! Bırak bilmeyeyim!"

"Yani neden özellikle gece mesela?" Dedim dudaklarımı alayla bükerken. "Gecesi sabahı mı olurmuş?"

"Tanrım beni yanına al!" Dedi gözlerini benden çekerken.

Kıkırdayarak kafamı salladım. "Ağzına bulaşan çikolatayı sil önce sen." Dedim söylediklerini umursamayarak.

"Akıl sağlığımı kaybedeceğim diyorum."

"Kullanılabilecek bir aklın olduğunu bilmen çok hoş. Arada sırada icraata da geçmelisin." Diye karşılık verdiğimde aslında sözler ağzımdan düşünmeden çıkmıştı. Bu kızın sivri dili beni öyle bir hale getirmişti ki normal söylediklerine bile bu şekilde karşılık verdiğim zamanlar oluyordu.

"Senin dünyanda herkes bu kadar arsız mı?" Diye sordu sarı harelerini öylece yüzüme dikerken. Kaşları da çatıktı. Artık birbirimize soktuğumuz lafları görmezden gelebilme aşamasına varmıştık. Ne hoştu. Elimdeki iki gecelikle ona döndüm. "Aynen." Dedim mırıldanarak. "Kocamın kardeşinden fikir almayacağım da kimden alacağım?"

"Görümcenden yani?" Dedi daha önce ona söylediğim şeyi şaşırtıcı bir şekilde hatırlayarak.

"Öğreniyorsun bu işi!" Diye şakıdım ancak Anfia, gülmüyordu. Gözleri elimdeki geceliklere kilitlenmişti.

"Tanrı abimi korusun." Dedi dudakları da aralanırken. "Bu baştan çıkarmak değil. Bu yasa ihlali. Başka bir şey bu."

"Kırmızı fazla iddialı, değil mi?" Dedim ben de memnuniyetsiz bir şekilde onu bir köşeye fırlatarak.

"Sadece kırmızı mı?" Dedi kaşları inanamazca havaya kalkarken. Parmağıyla elimde kalan parçayı işaret etti. "O şey nereni kapatacak tam olarak Sima?"

"Amaç kapatmaması." Dedim gülerek. Elimde kalana ise alıcı gözle bir bakış daha attım. Benim gönlümden geçen de oydu. Yine de geceliği bir kenara koyarak yatağa zıpladığımda, ona bu konuda sataşmaktan vazgeçmiştim. On yedi yaşında falan olduğunu ve bir sarayda büyüdüğünü hesaba kattığımda utanması çok normaldi. Sonuçta modern dünyada falan da değildik ve benim aksime ufkunu açacak kitaplar da okumuyordu.

Yatakta yan dönerek ona baktığımda, iç çektim. Çilli suratı hafifçe kızarmıştı ve kızıl saçları benim odaya gelince zorla taktığım açık mavi bir bandanayla geriye atılmıştı. Dudaklarını birbirine bastırmış, altın hareleri ise güzelce parlıyordu. Sanki biraz kilo da almıştı. İnce hatlı yüzü biraz toparlamış gibiydi ancak bundan da ötesi, buğday tenli yüzünü güzel bir canlılık kaplamıştı. "Antrenmanların başladığından beridir yüzüne renk geldi." Dedim düşünceli bir sesle. "Benim dünyamda aura diye bir kavram var. Açıklarım daha sonra. Böyle verdiğin enerji bile değişmiş gibi."

"Abartma." Dedi o da tıpkı benimki gibi düşünceli bir ses tonuyla. "Yeme düzenim de değiştiği içindir." Diye devam etti mırıltıyla. "O şeyi giyecek misin?"

"Sadece yemekten olduğunu düşünmüyorum." Dedim ben de durgun bir sesle. "Elbette giyeceğim."

"Sporun insan üstünde iyi bir etkisi var." Dedi parmağına artık omuzlarına değen kızıl bakır saçlarından bir tutam dolarken.

"Bence sevdiğin şeyi yapmanın etkisi genel olarak." Dedim hafif bir gülümsemeyle. Gözlerini dikkatle bana çevirdi. "İnsan ruhunu besleyecek şeyler yaparsa ışıltısı dışına taşarmış."

"O okuduğun romantizm romanlarından mı bu da?" Yemin ederim bazen aynı Darien gibi konuşuyordu.

"Hayır sadece tecrübe." Dedim sessizce. Anfia'nın gözleri kısıldığında, bana bakışlarında daha derin bir şey vardı bu sefer sanki. Yüzündeki ifade ise sakindi. Neredeyse mayışmış gibi. "Aynı şekilde istemediğin şeyleri yapmak da ışığını söndürebilir bazen." Diye devam ettim iç çekerek. "İnsan ruhunun ne zaman kanayacağı da ne zaman solacağı da belli olmuyor pek."

"Geldiğin yerde..." Dedi tereddütlü bir ifadeyle kafasını eğerken. Abisininkilerin aynısı renkte fakat onunkilerden daha çekik olan gözlerini hafifçe kırptığında, kaşları da çatılır gibi oldu. "Çok kanattılar seni, değil mi?" Diye bitirdi cümlesini.

Söylediği, birkaç saniye duraksamamı sağlasa da sandığım kadar etkilenmediğimi fark etmek rahatça soluklanmamı sağladı. Göğsüme o beklenen ağrı saplanmamıştı.

"Geride kaldı en azından." Dedim omuz silkerken, hafif bir tebessümle fakat içten bir şekilde.

"Geride kalması artık acıtmadığı anlamına gelmez ki." Dedi ince kızıl kaşları tamamen kısılırken. "Abim anlatmadı bana detaylı, hatta doğru düzgün hiçbir şey anlatmadı ama eski hayatının konusunu sen açmadan benim bir şey söylemememi tembihledi. Neden diye sorduğumda öyle bir baktı ki Sima, yüreğim soğudu sanki. Belki inanmayacaksın, bilmiyorum ama ben bile korktum o an yaşamış olabileceklerin için. Şimdi gerçekten, olanlar için geride kaldı, artık sorun yok diyebiliyor musun?"

Anfia'nın ilk defa çaresiz gelen sesi, irkilmemi sağlayarak ona daha dikkatli bakmamı sağladığında, bu çaresizliğin benim yaşamış olabileceklerimden ötürü değil de kendisi için olduğunu anladım çünkü gözlerimin içine bir şeyi arar gibi bakıyordu. Gerçekten öğrenmek istiyordu, bazı şeylerin geride kalıp kalamayacağını. Artık acıtıp acıtmayacağını.

Korkuyordu. Şimdi ruhuna yük olan bir geçmişin gelecekte de içine ağırlık yapıp yapmayacağını bilmek istiyordu. İlk defa ruhunun kapılarını aralayarak bakışıydı bu bana.

"Anfia..." Dedim sakin bir sesle. "Geçmişin hiçbir zaman senden ayrılmayacak elbette lakin bu, mazini bileklerinde kelepçe olarak taşıman gerektiği anlamına gelmiyor." Dedim kafamı iki yana sallayarak. Anfia oturduğu yerde dikleşirken hala bana dikkatle bakıyordu. "Hayatımda her zaman geriye bakıp durdum." Dedim dürüstçe. Sürekli, eğer ben ileri adım atmak istediğimde kimse beni geriye çekmeseydi şimdi nerede olacağım diye düşünür dururdum.

Sima, derdi zihnimdeki ses. Senin varacağın her yolun sonu belli.

O sesi susturmak, kendi gerçekliğimden kaçmak için kitap okumaya başlamıştım ve o ses gerçekten silinirken Darien'le tanışmış, keşke böyle bir adamı gerçekte de tanısaydım diye bir dilekte bulunmuştum. Yıldız bile kaymıyordu halbuki.

Şimdiyse gerçekti.

"Şimdi ilk defa korkmadan ileriye dönebileceğimi, geleceğime gülümseyebileceğimi hissediyorken, sırf yaralarımın ilk açıldığı zaman anılarımdan silinmiyor diye orada oturup sadece yas tutamam. Çünkü yaraların merhemi geride değil Anfia. Hissedebiliyorum, ben yaşadıkça o anlar solacak. An'larıma kazınmış acıların hiçbirini zaman çizgimden silemem ancak kelepçelerin kilidi elimde duruyorsa eğer, serbest kalmak hakkım değil mi?" Dedim kaşlarımı kaldırırken. Anfia, bacaklarını kendine çektiğinde suskundu ancak bakışlarını hala üzerimden çekmemişti. Anlamak ister gibi bakıyordu bana. Gerçekten, ilk defa anlamak ister gibi.

"Neden..." Dedim teretdütümün beni alıkoymasına izin vermeyerek, bir anlık cesaretle. "Neden yağmuru sevmiyorsun Fia?"

Anfia'nın sarı gözleri, sorunun aniden köküne inmişiz gibi aniden genişlediğinde önce şaşkınlık kıvılcımları parladı gözlerinde ancak birkaç saniye geçmişti ki hafif çekik gözleri alayla doldu. "Dikkatinden de hiçbir şey kaçmasın." Dedi gözlerini devirirken, yorgun bir sesle.

"Dikkatimi üstüne özellikle sen çektin yoksa özel olarak ilgi alanımda değildin." Dedim ben de oyununa karşılık vererek. Eğer konunun ağırlığı onun için bu şekilde hafifleyecekse, benim için hiçbir problem yoktu. Varsın sadece alay ederek konuşsundu ancak öyle yapmadı.

Zaten o andan sonra keşke her şey, sadece şakadan ibaret olsaydı.

"İmparatoriçe istemediği eylemlerde bulunduğum zaman beni kıyafet odasına kilitlerdi." Dedi aniden, öylece omuz silkerek. Sanki bu normalmiş gibi. Sanki ağzıma acı biber sürerdi Sima, der gibi.

Annem değil, imparatoriçe demişti.

Bu hikaye daha başından kırık ve yanlıştı.

"Bu cezalandırma şekli daha Darien ana saraya gelmeden öncesinde başlayıp ben oradan ayrılana kadar devam etti ama geldiğinde de bunu fark etmediği için en ufak bir kızgınlığım yok içimde ona karşı. O zamanlar gözlerini başka yöne çevirmeye fırsatı yoktu. Etrafında ölüm kol geziyordu." Diye devam ettiğinde gözlerini birkaç saniyeliğine yumarak iç çekti. Dudaklarında hafif bir gülümseyiş belirdiğinde, ellerini ensesinin arkasında birleştirmişti ancak benim zihnimde kelimeleri bir döngüye girmişti.

Etrafında ölüm kol geziyordu.

"Tabi, çok normal." Dedi kafasını iki yana sallayarak. "Diğer gayrimeşru kardeşlerimizin hepsi daha kundaktayken ya boğduruldu, ya bir yaşına basamadan hastalıktan öldü. Gerçi tüm saray bilirdi aslında küçücük çocukların zehirlenerek öldürüldüğünü. Katil İmparatoriçe olsa da göz yuman İmparator'du." O alayın ardındaki yoğun ıstırap olduğum yerde irkilmemi sağlarken yattığım yerden doğrulmuştum ancak zihnim algılayamıyordu duyduklarımı.

Gayrimeşru diğer kardeşler de ne demekti?

Daha bebekken öldürülen masum canlardan bahsediyordu. İmparatorluğun başında bu bebeklerin ölüm emrini veren kadınla kendi çocuklarının katline sesini çıkartmayan bir adam mı vardı şimdi?

Daha önce kara güç kullandıklarını duyduğumda bile tepkisiz kaldığım bu soylulara olan sinirim, aniden avuç içlerimi yakmaya, yüreğimdeyse soğuk fırtınalar kopartmaya başladı. Benim masum can diye nitelendirdiğim o bebekler Darien ve Anfia'nın kardeşleriydi. Kaç tane canı daha hiç tanımadan kaybetmişlerdi?

Tanrı aşkına, bunu tanımlayacak kelime bile yoktu. Vahşetten bile öteydi.

"Olanlara hiçbir şekilde müdahale edemedik çünkü biz de küçüktük daha, ne yapabilirdik?" Dediğinde, gözleri dolmamıştı Anfia'nın ve sesi de titremiyordu ancak öyle bir nefret saklıydı ki kelimelerinin arasında, etimle kemiğimle hissettim yüreğinin nasıl bir alev altında kaldığını. İzin verseler, imparatorluk tam şu an yangınların altında kalacaktı sanki. Anfia'nın altın gözleri, tüm topraklarının külleri gördüğünde bile soğumayacakmış gibi yoğun bir kinle doluydu. "Darien, annesi sayesinde hayatta kaldı." Dedi dudaklarını birbirine bastırırken. "O kadın, öldükten sonra bile bir şekilde oğlunu korumaya devam etti. Gerçekten mükemmel bir anne olacaktı muhtemelen, imparatoriçe onu sağ bıraksaydı. Bir cariyeden çok daha fazlasıydı Sima." Dediğinde bakışları yumuşadı. "Ben gördüğümden söylemiyorum tabi bunları. Duyduklarım sadece ancak Leydi Karina, öyle sevilirmiş ki sarayda, o öldükten sonra tüm cariyeler, tüm şövalyeler, her bir saray çalışanı Darien'i korumaya yeminler etmişler. İmparator'un karşısına çıkıp yalvarmışlar Darien'in on üç yaşına basana dek ayrı sarayda kalması için. İmparator, sevdiği cariyesinin kaybının etkisindeyken izin vermiş Darien'in ayrı saraya taşınmasına. Onun bile sarsıldığını söylüyorlar Karina'nın gidişiyle. Tabii... Sonradan doğmaya devam eden çocukları düşünürsen çok da devam etmemiş bu acısı." Kafasını iki yana salladığında benim de gözlerim dolmamıştı, hayır. Ancak Tanrı biliyor ya, kalbim üşümemiş, hatta buz da tutmamış, kendi halinde parçalara ayrılırken boşlukları hayatımda hissedeceğime inanamayacağım bir nefret doldurmuştu.

"Diğer kardeşlerimin tabutları ana saraydan çıkmaya devam ederken Darien'in olduğu saraydan sadece hizmetçilerin cenazesi çıkmış. Biri bıçakla mı saldırmış Darien'e? Önüne atlamışlar. Yemeğinde zehir mi varmış? Önce çalışanları tatmış. İmparatoriçe her zaman onun lanetli bir çocuk olduğunu söylerdi o zamanlar çünkü ona göre hiçbir yarım kan hayata bu kadar sıkı şekilde tutunamamalıydı, o tutunmaya çalışan ellerini kılıcını da aynı şekilde tutamadan kesmelilerdi." Dediğinde yine sırıtmıştı. Gözlerinde dolanan alay bile alev alev yanıyordu. "Abim ana saraya ilk defa geldiğinde ve gözlerimiz buluştuğunda, İmparatoriçe tam yanımda duruyordu Sima. Elimi tutuyordu. Elimi kavrayan kadının karşımda duran çocuğa neler yaptığından haberdardım çünkü İmparatoriçe planları ne zaman başarısız olsa benim yanımda geçirirdi sinir krizlerini. Darien de bana bakarken çok iyi biliyordu her anında onu öldürmeye çalışan, asla rahat nefes aldırmayan o kadının öz çocuğu olduğumu. İmparatoriçe o buluşmadan önce günlerce bana ve Kaisel'e düşmanımızla tanışacağımızı söylemişti. Onu tanımamızı, gözlerine bakıp anlamamızı ve eğer bunu başarırsak hançeri yüreğine daha kolay saplayabileceğimizi anlatıp durdu. Unutmamamız gereken tek şey onun ellerimizde ölecek düşmanımız olduğuydu ancak Darien o gün göz göze geldiğimizde, bana bakıp içtenlikle gülümsedi Sima. Yemin ederim sarayda daha önce hiç görmediğim, gözlerine kadar ulaşan bir gülümsemeydi. Düşmanına değil, kardeşine verdiği gülümsemeydi. Yemekte yanımda oturduğunda, başıma gelen hiçbir şey için seni suçlamıyorum diye fısıldadı kulağıma. Hayal edebileceğimden çok daha güzel bir kardeşsin, dedi. İmparatoriçe'nin aksine onu büyütenler, benim düşmanı olduğumu söylememişti ona. Darien daha saraylarımız ayrıyken beni kardeşi olarak kabul etmişti. Bir avuç hizmetçinin yaptığını, koskoca İmparatoriçe yapamamıştı yani. Üç kardeş o gün bir araya geldiğimizde hepimiz çocuktuk ama o kadının gözleri bunu asla görmedi. Onun için sadece tahtın önünde dikilen piyonlardık."

Ellerimin titrediğini fark ettiğimde, onları yumruk haline getirerek güçlükle gülümsedim. "Ve sonra da sen-" Dedim kafamı hafifçe eğerken. "Annene ilk defa gerçekten karşı çıktın değil mi?" Diye devam ettiğimde, yanılmadığımı biliyordum. Anfia'nın bu seferden alaydan uzakça kıvrılan dudakları bunun kanıtıydı.

"Onun için Kaisel kadar değerli olmasam da beni o doğurmuştu sonuçta ve Kaisel'e bir şey olma ihtimaline karşı da tek yedeği bendim." Dedi omuz silkerek. "Darien ana saraya geldiğinde şiddetlenen ve artan saldırılar yüzünden fazla hayatta kalamayacağı belliydi. Eğitimi iyiydi, sonuçta şövalyeler birliğinin başları onu gönüllü olarak Leydi Karina hatrına yıllarca eğitmişlerdi ama bir noktada görmezden gelinemezdi ki hala bir çocuktu. İmparatorluk ailesinin büyü gücü herkesinkinden fazladır. Kullanması, hele ki küçükken kontrol altına alması inanılmaz zordur. Darien de zorlanıyordu. Güçleri normal imparatorluk mensuplarına göre bile fazla olduğundan zapt edilmesi çok zordu."

İç çektiğinde bakışları gölgelenmişti. "Bir defasında, Darien eğitim alanındayken saldırmışlar ona. Sarayın ardındaki ormana doğru kaçmış, izini kaybettirmiş ancak kaçarken okla vurulmuş. Saraya geri geldiğinde ilk gören bendim onu. Kan revan içerisindeydi ve ölmek üzereydi kan kaybından ancak ben ağlarken senin bir suçun yok, demişti. Ağzından bile kanlar akıyordu bunu söylerken. Kendini sakın suçlama Anfia, dedi. O gece tüm şifacılar benim emrimle onu iyleştirirlerken İmparatoriçe'nin karşısına çıkıp Darien ölürse intihar edeceğimi söyledim. Delirmiştim, çünkü hayatımda daha önce hiç bu kadar korkmamıştım Sima. Darien ölseydi kendimi affedememeyi geçtim, ruhum da sönüp gidecekti sanki. İmparatoriçe ile aramızdaki savaş o gecenin çok daha öncesinde başlamıştı ancak bu benim ilk defa ona gerçekten karşılık verdiğim an oldu. Normalde o şifacıların ortada olmaması, Darien'in o holde ölüme terk edilmesi gerekirdi. Planını bozan bendim. O da delirdi tabii. Bir bıçağı elime alıp boynumu hafifçe kesene kadar da inanmadı bana. İşin sonunda Kaisel tahta çıkmadan önce ölme ihtimalimi göze alamadı. Tabii, Darien bilmiyor o günden sonra biten saldırıların sebebini. Nasıl anlatabilirim ona? Şimdi bile kendini suçluyor, hiçbir şey bilmiyorken bile..."

Bu sefer ben gözlerini sımsıkı yuman ben olduğumda, Anfia devam etti. "İmparatoriçe yine o gece bana dedi ki, Onu şimdi öldüren ben olmasam bile, Kaisel öldürecek Darien'i. Kaisel öldüremese, gittiği bir savaşta yine ölecek. Değişmeyecek bu gerçek ,aptal kızım. O zaman ne yapacaksın? Çocukluk ediyorsun, ev değil burası, saray. O tahta çıkan kişi geçtiği yolda kendi kanını bile akıtacak, tahta oturduğunda her yanı kan gölü olacak. Hem ne olacağını sanıyorsun? Bir felaket olsa da Darien tahtı ele geçirirse, Kaisel'i hayatta bırakacağına inanıyor musun? O da abin değil mi senin? Öz olan, hem de birlikte büyüdüğün gerçek abin." Gözlerimi açtığımda gördüğüm Anfia'nın gözlerindeki o sis, besbelli ki içinde benim sayamayacağım kadar çok kopmuş kıyametlerin sadece artçısıydı. İndirdiği duvarların ardındaki çaresizliğin boyumu aşacağını ve onun yıllardır orada boğuluyor olabileceğini ne tahmin edebilmiştim, ne de görmeye hazırdım bunu.

Benim atladığım gerçekler, kör kaldığım ve hiç düşünmediğim o gerçekler, bir tokat gibi çarpılmamıştı suratıma. Öylece önüme dikilmiş, hadi şimdi de eskisi gibi dur öylece diye fısıldamışlardı. Belli ki İmparatoriçe annesi değildi Anfia'nın ancak Kaisel, hala abisiydi. Benim sana ağırlık yapmasın, kurtul kelepçelerinden dediğim o prangalar onun için annesinin sözleriydi. Bir anahtarı da yoktu üstelik. Çünkü o gece sarayın duvarlarına çarpan her söz sessizce yazgıya kazınmayı bekliyordu hala.

Anfia'nın en büyük kabusu henüz yaşanmamıştı ki onu geride bıraksındı.

"Annem benim kusursuz olmamı istiyordu ancak Kaisel'den beklentisi onun kusursuzluğun bile ötesine geçmesiydi. Bana bir kez bir şey söylüyorsa aynısını abimin kulağına geceleri defalarca kez fısıldardı. Ben sadece yedekken asıl cevheri Kaisel'di çünkü. İmparatoriçe'nin Darien'e olan nefretine herkesten daha fazla şahit olmuş, aynı şekilde büyümesi için gereken her şey de yine o kadın tarafından yapılmıştı. Bunun için Darien ilk karşımıza çıktığı andan itibaren Kaisel'in düşmanıydı çünkü benim aksime o, annesinin sevgisini ancak onun istediği gibi bir oğul olursa alabileceğini çok iyi biliyordu. O kadına bağlıydı her zaman. Tahmin edilemeyecek kadar büyük bir hırsı vardı. İmparator onu görsün, annesi mutlu olsun isterdi çünkü dediğim gibi, o kadın sadece o zamanlarda kafasını okşardı. Darien'e düşman olmadığı tek bir anı olmadı başlangıçtan beri." Duraksadı. "Bana ise... Ne uzak ne yakındı. İmparatoriçe'nin isteğiyle uyguladığı o programda beni görmeye zamanı da çok olmazdı zaten. Ancak bazen denk geldiğimizde... Gözlerimin içine bir bakış atardı, söylemese bile beni sevdiğine inanırdım Sima. Çok kısa sürerdi ve sonrasında da hiçbir şey demeden kaybolurdu zaten. Sonra ne zaman aynı sofraya denk gelsek sevdiğimi bildiği her şeyi kendi tabağında öylece bırakır, sen ye diyerek gözlerimin içine bakmadan bana uzatırdı. Hizmetçilere söylemezdi de başka tabak getirin diye. Aradaki duvarları kaldırdığımızı hiç hissedemesem de onun abim olduğunu yüreğimde hissederdim her zaman."

Kaşları çatıldı sonra Anfia'nın. "Ama Kaisel ve Darien'in arasında dönenler benim gerçekliğe dönmemi söylüyordu sadece. Birbirlerine başta sadece sözlü hakaret ederlerdi. Hakaretler yumruklu kavgalara, sonrasında ölümüne dövüşlere evrildi. Herkes en sonunda kavgaların birinde birinin sağ çıkamayacağını düşünürdü. Kavgaya başladıkları zaman şövalyeler bile ayıramazdı onları. Acımazlardı birbirlerine. İşin içine ne ara hançerlerin, kılıçların ya da büyünün karıştığını hatırlamıyorum bile. Yüzlerinin morarmadığı ya da ikisinin de ölümcül yaralanmadığı tek bir hafta yoktu. Duruldukları tek zaman yanlarına gittiğim zamandı. İkisi de bana zarar gelecek diye aniden ayrılır, küfürlere maruz kalmayayım diye hakaret de etmeden öylece susarlardı ancak ben de her zaman ayırmaya gidemiyordum onların, İmparatoriçe sürekli sosyetenin olduğu yerlere gitmemi istiyordu benden. En azından bazı prenseslik görevlerimi yapabilmeliydim ancak aklım her zaman sarayda kalırdı. Zaman geçtikçe kavgaları da hamleleri de karanlık bir hal aldı. Kaisel'in Leydi Karina'nın portesini yakması son noktaydı."

Son noktaydı çünkü insanın yüreğine atılan çizik, tenine açtığından daha fazla kanar bazen hiç durmazdı.

Kaisel belli ki Darien'in canını bu şekilde yakmaya karar vermişti o son noktada, Darien'in öleceği sanılan bir ormana yollanırken. Sen ölsen de bizim savaşımız bitmez demek miydi bu?

Tanrı aşkına, bu hikaye başından hatalı ve eksikti ancak ilerledikçe sayfalara oluk oluk kan dökülmeye başlamıştı sanki. Mürekkep olmaz, kanınızı kullanın diyen en başta İmparatoriçe, sonra İmparator'du. Her şey bir taht yüzündendi ve Darien'in doğar doğmaz bu savaşa sürüklenmiş olması, içimi sarsmakla kalmıyordu benim. Mahvoluyordum.

"Kaisel İmparatoriçe'nin sevgisinin çocuğuna değil de tahtın varisine olduğunu anladığında çok geç olmuştu Sima, Darien çoktan Batı'ya yollanmıştı fakat dahası, aralarındaki savaş çoktan içlerine kazınmıştı. Artık tahtın da ötesindeydi kavgaları." Dedi kafasını iki yana sallayarak Anfia. "Yer yerinden oynadı Kaisel İmparatoriçe'nin karşısında ilk defa dikildiği gün. Benim karşı çıkmam gibi değildi bu. Kaisel o kadının oyunundaki vazgeçilmez parçaydı ancak İmparatoriçe öyle yanlış hamlelerde bulunmuştu ki Kaisel'in içine ektiği nefret işin sonunda kendisini de yaktı. Yine de o gün Kaisel'in yanında durmadım çünkü... Darien gittiği yerde ölecek sanıyordum. O ordunun sağ çıkmasının imkanı yok, canavarlar onları çiğ çiğ yiyecek demişlerdi. Öfkemi Kaisel'e yöneltmek kolaydı çünkü Darien'in Batı'ya gönderilmesinde onun da parmağı vardı. İmparatoriçe'nin dedikleri bir an olsun aklımdan çıkmıyordu. Abilerimden biri, diğerini işin sonunda öldürmek zorundaydı. Hiç bu kadar net olmamıştı. Eğer tahta yakın doğduysan bu gerçeğe gözlerin kapalı yaşayamazsın, yumdurtmazlar sana gözlerini ancak dediğim gibi, ben her zaman kaçmaya çalışmıştım. Gözüm açık olsa da görmek istemezsen görmezsin ya... Kaçacak yerim kalmamıştı o andan sonra."

Abilerimden biri, diğerini işin sonunda öldürmek zorundaydı. Hiç bu kadar net olmamıştı.

"Kaisel İmparatoriçe ile olan bütün ilişkisini kestiğinde, o kadın bir daha oğluna onun istediği dışında bir adım bile yaklaşamadı. İmparatoriçe'nin gözleri de o boşlukta tamamen bana çevrildi haliyle. Veliaht değildim ya, emirlerini reddedecek gücüm yoktu benim. Karşı çıktığım her sözünde cezalandırıldım, kimsenin de ruhu duymazdı. Önce kilitlendiğim kıyafet odaları, bazen yememin yasaklandığı öğünler bazen odanın balkonuna kilitlenmeler. Aslında fazla ileri gitmiyordu da, bir partiden sonra delirdi yine bir gün. Ben istediği dükün oğluyla yakınlık kurmadım, onun benden habersiz adama verdiği söze uymadım diyeydi. Kıyafet odasına değil, dolaba kilitledi bu sefer beni. Ertesi güne kadar da çıkamadım. Daracık alan..." Dediğinde elin boynuna gitti nefes almakta yine zorlanıyormuş gibi. Dudakları titriyordu hafifçe. "Yağmur yağdı tüm gece. Bir benim çığlıklarım bir gök gürültüsü. Başka hiçbir şey duymuyordum. Birkaç kere bayıldım dolabın içinde, uyandığımda aynı yerdeydim. Kaisel sabah odama ziyarete gelmiş uzun zamandır beni görmediğinden, çay partisine gittiğimi söylemişler. Anfia mı çay patisine gidecek demiş, inanmamış. Tüm sarayı altına üstüne getirmiş. Çalışanlar ölümle tehdit edilince söylemişler yerimi. İmparatoriçe'nin emriydi demişler. Öğlene doğru dolabın kapağını o açtı, buldu beni." Dediğinde dudaklarım aralansa da sesim çıkmadı.

"Kaisel beni bulduğunda, Darien'in bundan sonra hep Batı'da kalacağı haberi de aynı anda geldi. Gideceğim dedim sadece. Kaisel de buna karşılık bir şey söylemedi zaten. İyileşene kadar odasından ayrılmama izin vermedi. Arabayı da o hazırlattı, İmparator'un iznini de o aldı. Dediğim gibi, beni hiçbir zaman düşmanı olarak görmedi ama... İş Darien'e gelince konu başkaydı ve onun yanına gitmemin tahtta onu destekleyeceğim anlamına geldiğini o da biliyordu ama bunun için bana hiç kızmadı."

Bunca zamandır, savaş olayını da öncesini de Anfia açısından hiç düşünmemiş olduğum gerçeği yüreğime kızgın demirler saplarken yataktan kalktım ve hiç düşünmeden yanına oturdum. Onun bir taraf tutmasına gerek olmadığını, Darien'in de böyle bir beklenti de olmadığını ona gönül rahatlığıyla söyleyebilirdim ancak o bunu zaten biliyordu. İşin sonundaysa elde avuçta tek bir gerçek vardı. Abilerinden biri o tahta geçecek, Anfia her koşulda birini kaybedecekti.

Gözlerine dikkatle baktığımda, gördüğüm ve dudaklarımın aralanmasını sağlayan şey suçluluktu. Tam olarak o an anlamıştım ancak onun beklediğinin aksine benim yüzüme suçlayıcı bir ifade yayılmadı. Sadece sessizce, sorun olmadığını söyler gibi gözlerimi kapatıp açtım. Anfia, bana tüm bunları anlatmadan önce bile kendini o kayba hazırlamaya çalışıyordu zaten. Sadece birinin, kaybına.

"Darien benim ailem." Dedi nihayetinde gözleri dolarken, bunu anlamamı ister gibi. "Kaisel de benim abim ve bana hiçbir kötülüğü dokunmadı ancak Darien bana sarayın dışında bir ev verdi Sima. Hep dedim ki kendime, bir gün bir savaş çıkarsa taraf tutmayacağım elbette. İkisi de kanımdan bir parça değil mi sonuçta? Ama Batı'nın benim evim olacağını hesaba katmamıştım hiçbir zaman. Bir yere ait olmanın ne demek olduğunu öğreneceğimi tahmin bile edemezdim, ben sadece saraydan uzaklaşmak istemiştim." Duraksadığında ıslak kirpiklerini kaldırarak bana net bir bakış attı. "Şimdiyse evimi korumak istiyorum. Evimi korumamsa işin sonunda kardeşimin kanının benim de ellerime bulaşması demek, Sima." Dediğinde, artık vereceği tepki umurumda değildi. Kolundan tutup onu kendime çekerek sımsıkı sarıldım. Son noktaydı çünkü Anfia aynı anda, deli gibi titremeye başlamıştı.

Kollarımın arasında ağlayan kişi, Karilya'nın tek prensesi değil, küçük bir kız kardeşti. Ne eksiği vardı ne fazlası. Bugün mahvolmak için çok fazla gerek vardı elimizde. Yüzümüzü yalanlara dönemiyorduk.

"Hayat hiçbir zaman bizim istediğimiz yönde ilerlemez Anfia." Diye fısıldadım, o kollarını kaldırıp da bana sarılamazken. Sadece sessizce ağlıyordu. Öyle ki iç çekişleri olmasa, ben bile duymazdım çaresizliğini. "Hatta bazen ilerlemek istediğimiz yolları da yerle bir eder, yönünü zorla değiştirirken." Dedim kafamı iki yana sallarken. Yine de... Kelimelerim bu noktada tükenip kaldı. Ona ilerde daha güzel yollarda yürüyeceğini söylemek acısını hafifletmeyecekti. Darien Kaisel'i öldürmez senin için de diyemedim çünkü İmparatoriçe sadece o noktada haklıydı. Oyun masası değildi burası. Aynısını emindim ki Kaisel de Darien için söyleyemezdi.

Bu savaş Darien yaşama tutunduğu anda başlamıştı. Kılıçlar da yeni çekilmiyordu. Sadece bu defa birisinin kanı son kez akacaktı ve her şey için son olacaktı bu.

Aklımdan ne söyleyebileceğime dair binlerce şey geçerken, Anfia benim aksime hala bana sarılmıyordu ancak ben onun titreyen bedenini sımsıkı tutmuştum. Söylemesine gerek yoktu, bu can kesiklerini daha önce kimseye göstermediğini, gösteremediğini biliyordum. Acısını ilk defa akıtışıysa bu eğer, onu durdurmayacaktım.

O gece Anfia dakikalar saate dönene dek kollarımın arasında ağladı. Tek yapabildiğim susup o acıya ortak olmak oldu. Sen çok güçlü bir kızsın Anfia, dedim içimden defalarca kez ancak dudaklarım kıpırdamadı. Çözüm veya çıkış bulamadım.

O gece Anfia gelecekte yaşayacağı tüm yası kalbine gömdü. Bu onun, kendini savaşa ve savaşın sonuna hazırlayışıydı.

O saatten sonrasında kollarımın arasında duran küçük bir kız kardeşten çok daha fazlasıydı. Tarihin görüp görebileceği en güçlü prenses, bir ilk bahar gecesinde, kollarımın arasında bu şekilde var olmuştu.

*****

 

Darien De Karilya, oturduğu çay bahçesinde görüşme yapacağı Prens Elijah'ı beklerken, etraf sessizdi ama kendisi de yanında dikilen Callisto da hiç huzurlu değildi. Tam da bunun için Helefna'ya gelmeyi hiç istememişti zaten.

Etrafta kelebekler uçuşuyordu ve bahçenin adı da Kelebek'ti. Bu Helefnalılar baya yaratıcıydı. Kendi kendine gözlerini devirdi. Bahardalardı daha ama Batı'da hiç görülmeyen tarzda tatlı bir sıcaklık vardı burada. Güneş tepelerinde parlıyordu.

Darien, bir elçi olarak buraya gelmişti ancak üstünde Karilya'nın değil Batı'nın renkleri vardı. Pelerini her zamanki gibi siyahtı ve üstüne Batı'nın sembolü altın renginde işlenmişti. Siyah pantolonuna taktığı kayışlarda hançerler ve belinde ise kılıcı vardı. Buraya barış için gelseler de, hayatın ne getireceğinin belli olmadığını kendi sarayında ok yağmuruna tutulduğunda anlamıştı.

Sarı hareleri baygın bir şekilde ilerdeki çiçek topluluğuna odaklandı. İnsanlar Helefna'nın bahçelerinin meşhur olduğunu söylerlerdi ancak Batı'da Anfia için yaptırdığı üç bahçe de şu kelebek bahçesinden güzeldi. Buradaki çiçeklerin de renk çeşitliliği idare ederdi ama yeterince güzel açamamışlardı sanki. Bir şeyler eksikti.

Darien'in tam yanında duran Callisto, ayakta duruyordu ve buraya geldiklerinden beridir her zaman olduğu gibi, bir eli kılıcının üzerindeydi. Her an, her saldırıya hazırmış gibi. Prens Darien de buna gerek olmadığını söylememişti zaten ve bu yabancı imparatorlukta pek de hoş karşılanmadıkları kesindi.

Sonuçta Darien bir savaş kahramanı olsa da lanetli olduğu söylentisi dillerden düşmezdi ve İmparator'un tahtta hak tanımadığı çocuğuydu. Helefnalılara göre buraya barış elçisi olarak gönderilen kişinin Darien olması, bir hakaret sayılırdı ancak Darien'in kulağına çalınan bu sözlerin hiçbiri umurunda değildi. Daha dün, mecburiyetten bir partiye katılmıştı. Parti boyunca viskisini tutarken yerine yaslanmış, kendisi hakkında söylenenleri gözlerinde ateşvari bir parıltıyla, yarı yarıya tehlikeli bir sırıtmayla dinlemişti. Kısmen eğlenceli ve komikti ona göre, insanların bunca cahilliğine rağmen kibirle gülümseyebilmeleri.

Şimdiyse daha geleli ikinci gün olmasına rağmen politik bir konuşma yapması gerekiyordu ve her zamanki gibi uyku tutmadığından şu sikik bahçeye erken gelmişti. Callisto ise bu kadar erken kalkmak zorunda kaldığından hala huysuzdu, kaşlarını çatmayı bir an olsun bırakmıyordu. "Batı'ya döndüğümüzde şu uyku problemini halletmelisin." Dedi gözlerini devirirken Callisto. Darien acele etmeyen bir tavırla ona döndü.

"İt herif." Diye devam etti Callisto. Kafasını onaylamazca iki yana sallamıştı Darien'in ona baygın bakışlar attığını gördüğünde. "Seni düşünen kafamı siksinler değil mi? Suç bende. Bari odanda otur da beni rahat bırak lan. Ne diye peşinden sürüklüyorsun?" Tip tip etrafa baktı. "Her taraf da çiçek polen amına koyayım."

"Ne hoş bir üslup." Diye geriden bir mırıltı geldiğinde, Callisto yerinde irkilerek sıçrarken Darien ona ters bir bakış atarak hafifçe doğruldu ve arkasını döndü. Aynı anda gözleri kısılmış, sarı hareleri dikkatle karşında beliren kadının yüzüne sabitlenmişti.

Kadının kim ol bilmek için dahi olmaya gerek yoktu. Şu dünyada beyaz saçlar ve ona eşlik eden açık mavi hareler sadece kuzey kanının göstergesiydi. Kadının üstünde uzun kollu bir elbise vardı ve kolları, elmas tozuyla süslenmişçesine parlayan el işlemeli bir dantellerle kapatıldığından mevsime uygun gözüküyordu. İnceydi oldukça. Straplez elbisesi belden oturtmalıydı ve eteği aşağı indikçe kabarmıyor, dümdüz şekilde aşağı iniyordu. Beyaz saçları bazı tutamlar serbest kalacak şekilde serbest bir topuz yapılmıştı ve kafasında lacivert elbisesine eşlik eden mavi elmaslarla süslü bir taç vardı. Kadın hafif bir açıyla kafasını eğdiğinde, diğer soyluların her zaman yaptığı gibi gülümsemedi ve eteklerinin kenarından tutarak kusursuz bir reverans yaptı.

Zarafet.

Bu kadına bakınca akla ilk gelen kelime zarafetti.

Callisto kendine gelerek duruşuna çeki düzen verdiğinde, eli hala kılıcındaydı ve kaşları da iyice çatılmıştı. Darien ise mavi hareleri soğuk bir sisle kaplı kadına kaşlarını kaldırarak baktı. Geleceğin imparatoriçesiydi karşılarında duran.

"Lafınıza dahil olduğum için üzgünüm." Dedi kadın kafasını soğuk bir ifadeyle kaldırırken. Hiç de üzgün bir hali yoktu esasında. Sanki kelimeler dudaklarından formalite icabı dökülüyordu. Kadın ince parmaklarını göğsünün üzerine götürdü. Doğrudan, Darien'in gözlerinin içine bakıyordu. "Ben Meyza Isabel Windfield, Prens Darien. Sizinle tanışmak bir onur."

Darien, çok kısa bir an duraksadıktan sonra dudakları, alaycıl kıvılcımlar eşliğinde kıvrıldı. "Pek de onur gibi durmuyor." Dedi ağzının içinde, kısmen mırıldanarak.

Meyza kaşlarını çattı hafifçe. Neredeyse tüm mimikleri ölçülü ve donuktu. Bunu fark etmek Darien'in ciddiyetsiz sırıtışının daha da büyümesine sebep olmuştu. "Efendim?" Diye karşılık verdi Meyza, gözleri hafifçe kısılırken.

"Ben de sizinle tanıştığıma memnun oldum diyorum, Leydi Meyza." Dedi Darien sonunda. Sesindeki ciddiyetsizlik Meyza'nın gözlerini kırpıştırmasına sebep oldu. "İzninizle gidiyorum." Dedi kadın, bir adım geriye çekilmeden önce. Darien kaşlarını kaldırdı. Kaçacaktı demek.

"Çay bahçesine oturmak için geldiyseniz buraya kadar, oturabilirsiniz siz de." Dedi eliyle yanındaki boş yeri işaret ederek. "Nişanlınız Prens Elijah da gelir birazdan."

Nişanlı lafını duyan Meyza'nın göz bebekleri, normal birinin fark edemeyeceği şekilde saniyelik olarak genişlerken, Darien bunun farkındalığıyla hafifçe duraksadı. Kadının suratındaki ve gözlerinin içindeki buz parçalarının kırıldığı tek andı sanki. O sisli harelerine saliselik olarak uğrayan parıltılar aynı anda kayboldu. Meyza yutkundu düz bir ifadeyle. "Prens Elijah bu önemli görüşmeyi sizinle yalnız yapmak isteyecektir." Dedi monoton bir tonla ve kafasını eğdi. "Teklifiniz için teşekkürler yine de, gidiyorum ben." Daha sonra, gerçekten ayrılmak üzere ilerleyecekti ki biri gözüktü uzaktan. Bahçenin ortasındaydı. Elinde bir şey tutuyordu ve kesinlikle telaş içerisindeydi.

"Leydi Meyza!" Dedi kız bağırarak onların olduğu tarafa doğru koşarken.

Darien, veliaht prenses konumundaki kadına kimin bu kadar pervasızca bağırdığını ve sarayda böyle aptal gibi koşturduğunu merak ederek kafasını çevirdiğinde, görmeyi beklediği şey kesinlikle göz yaşları içindeki bir kadın değildi.

Kız koşa koşa yanlarına geldiğinde, kadının kimin huzurunda olduğunu söylemek üzere olan Callisto'yu Darien eliyle durdurdu. Callisto'nun bu görgüsüzlük karşısında kılıcı kavrayan elinin parmak boğumları bembeyaz kesilmişti. Gelen kız masada oturanın kim olduğunu umursamadan, direkt olarak Meyza'nın gözlerinin içine baktı.

"Bahçede geziyordum." Dedi kumral kız gözlerinden yaşlar akarken. "Bu yavruyu buldum." Dediğinde elini açtı ve yaralı kanarya bu şekilde hepsinin görüş alanına girdi. Kuş ölmek üzereydi besbelli. Kanatlarından biri neredeyse kopmuştu. "Birini iyileştirmek için gerekli olan eğitimi henüz gerekli eğitimi almadım ancak denemek istiyorum, Leydi Meyza." Dedi kız kafasını iki yana sallayarak.

"Deneyin o halde." Dedi Meyza anlamazca karşısındaki kadına bakarken. "Bunu neden bana söyleme gereksinimi duyuyorsunuz?" Kız gözlerini kırpıştırdı ve bir elini kuştan ayırdı. "Destek alabilmem için elimi tutar mısınız?" Diye sordu içine kaçmış gibi bir ses tonuyla.

Meyza'nın hafifçe buruşan suratına bir an bakan herkes, cevabın hayır olacağını anlayabilirdi ancak kız, Meyza daha cevap vermeden onun elini sıkıca kavradı. Bu, Darien'in kaşlarının tamamen çatıldığı ve bir şey söylemek üzere ağzını araladığı andı ancak o saniye içinde, etrafı büyük bir ışık kapladı.

Kutsal ışığa benzeyen, büyük bir ışık.

Kadının kuşu tutan avucundan çıkıyordu bu ışık. Ne Darien, ne Callisto, hiçbir ülkede bu kadar şiddetli bir ilahi güçle karşılaşmamışlardı ancak bu ışık, olması gerektiği kadar beyaz değildi. Sanki biraz, kırılmıştı saflığı lakin o ışık etraflarını kapladıktan sonra bu düşünce hızla silinip gitti.

Kız avucunu açtığında, kanarya uçup gitmiş, hatta cıvıldamaya başlamıştı.

Meyza, elini hızla kendine doğru çektiğinde "Özür dilerim Leydi Meyza, çok telaş yapmıştım." Dedi kumral saçlı kız endişeyle.

"Telaşın umurumda değil, Leydi Aileen." Dedi Meyza, ölüm kadar soğuk bakışlarla karşısındaki kadına bakarken. "Bir daha ne olursa olsun, sakın bana dokunmaya cüret etme çünkü yemin ederim, o ellerini bir daha hiçbir şeyi tutamaz hale getiririm. Öylece sıyrılamazsın bundan." Meyza'nın ağzından çıkanları sadece Aileen duymuştu ancak yüzü korkuyla kaplanmamıştı. Aksine Meyza arkasını dönüp giderken dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılmış, birkaç saniye boyunca veliaht prensesin arkasından öylece bakmıştı.

Aileen, Meyza gittiği anda kafasını yanında kalan diğer iki adama çevirdi. Ela gözleri parıl parlıyordu ve dudaklarında gülümseyiş büyümüştü. "Özür dilerim!" Diye şakıdı kafasını eğerken. "Kendimi tanıtamadım!"

Darien az önce neye kaşlarını çattığını hatırlamayarak, dikkatle karşısında kalan kızın yüzüne baktı. Sanki kız bir şekilde... Parlamaya başlamıştı. Az önceye kadar sıradan duran ela gözleri parıl parıldı. Sanki... Gülümseyişi bütün bir şehri aydınlatabilirmiş gibiydi. Darien anlamazca, kafa karışıklığıyla kıza bakmaya devam ettiği sırada normalde yapması gerekenin aksine kadının bu pervasız hareketlerine kızmadı. Sadece sarı hareleri öylece kadının yüzünde dolandı.

Bir şeyler... Yanlış hissettiriyordu.

Callisto, bu görgüsüzlüğe sesini çıkartıp da kılıcını çekmek yerine kızın masum suratına baktı öylece. "Ben Aileen Sivesta." Dedi kız, az önce Leydi Meyza'nın yaptığı kusursuz reveransın aksine yarım yamalak bir reveransla.

O ilahi gücü gördükten sonra sorgulamaya gerek yoktu. Bu kadın, yarım asırdır beklenen Azize'ydi.

Helefna'nın kurtarıcısı, Everia'nın tek öncüsü.

"Darien." Dedi Prens, kendini tanıtmak namına, hafifçe dudaklarını kıvırdığında. Genç adamın kalbi, kıza baktıkça ritminden çıkmaya başladı öylece, sanki göğsüne kara bulutlar doluyordu ancak Aileen, aradığını bulmuş gibi kocaman gülümseyerek Darien'in gözlerinin içine baktığında ve birkaç kez göz kırptığında, Darien sadece olduğu yerde donakalıp durdu.

Callisto, Helefna'ya geldiklerinden beridir ilk defa, sanki bir gücün etki alanına kapılmış gibi elini kılıcının üstünden çekti ve öylece kadına gülümsedi.

Bazı şeyler... Şimdi tam da olması gerektiği gibiydi.







MEYZA'NIN ANLATIMINDAN

"Tanrı beni sınıyor olmalı." Diye sert bir ses duydum geriden ancak ne duyduğumu idrak edebilecek kadar ayık değildi zihnim. "Aklımı kaçıracağım. Yemin ediyorum aklımı kaçıracağım."

Rahatsızca yerimde döndüğümde ve yastığa sarıldığımda, üstüme konulan ağırlık kaşlarımın çatılmasını sağladı. Aradan birkaç saniye geçmişti ki üstüme örtülen şeyden bacağımı dışarı attım.

"Sima-" Diye bir ses duydum hemen sonrasında. Yavaşça gözlerimi aralamaya çalıştım çünkü zihnim uykuya ne kadar gömülmüş olursa olsun, bedenim bu adamın sesine tepki veriyordu. Fısıldayarak, sanki gerçekten sınanıyormuş gibi bir sesle devam etti. "Niyetin sonunda gerçekten beni delirtmek, değil mi güzelim?"

Güzelim mi demişti şimdi bana o?

Gözlerimi açmasam da kaşlarım çatık halde yattığım yerden doğrulduğumda, zihnim resmen çığlık çığlığaydı. Bana güzel bir hitapta bulunacaksa bunu uyurken değil gözlerimin içine bakarken yapmalıydı!

Yatakta oturur hale geçince "Hay sikeyim ya." Dedi Darien. "Hayır uyanmadın. Gözlerini açmayı düşünme bile Sima." Omzuma hafif bir baskı uygulayarak yeniden uzanmamı sağlasa da sonunda dediğinin tam tersini yapıp gözlerimi kırpıştırarak açtım ve ben onun bu kadar yakınımda olmasına alışmaya çalışırken birkaç saniye anlamsız bir bakışma geçti aramızda.

"Uyumaya devam et." Dedi düz bir sesle, gözleri tüm yüzümü dikkatle inceledikten sonra. Elindeki örtüyü yeniden üstüme örtmeye niyetlendiğinde bu sefer kaşlarım tamamen çatıldı ve son kalan uyku halinden de sıyrılarak yeniden doğruldum. "Olmaz." Dedim kafamı iki yana sallarken, biraz uyuşuk bir sesle.

Darien üstüme baktığında, gözleri kısıldı iyice. "Kafanın içinde dönen oyunları görebiliyorum Sima." Dedi kaşlarını kaldırarak. "Emin ol, oyununa eşlik etmeyi de isterdim ama saat çok geç oldu ve senin o koca gözlerinden uyku akıyor." Diye homurdandı kafasını iki yana sallayarak. "İnat etme, uykuna dön kar tilkisi."

"Hayır!" Dedim bu sefer sesimi hafifçe yükselterek. Darien, o bahsettiği uykulu halimden son sözleriyle tamamen sıyrıldığımı, gözlerimin içine baktığı an anladı. "Başlıyoruz yine." Dedi gözlerimin içine bakarken. Muhtemelen neyin peşindeysem onu bırakmayacağımı anlamıştı ve çok haklıydı.

Ona yaklaşıp aniden yanağına bir öpücük kondurduğumda, sarı harelerinden bir parıltı geçti ve beni tutmaya yeltendi ancak ona kalmadan yataktan atlamıştım. "Bekle beni!" Diye seslendim kendimi banyoya atmadan hemen önce. Darien, ben banyoya koşana kadar arkamdan izledi ve yutkundu güçlükle. Gözlerini de yummuştu. "Yemin ederim sınanıyorum." Dedi kendi kendine. Daha sonrasında ne dediğini duyamamıştım çünkü banyonun kapısını hızla kapatıp aynanın karşısına geçmiştim.

İlk işim yüzümü buz gibi bir suyla yıkamak, sonraki işim aslında uyumadan önce şekil verdiğim saçlarımı bir tarak bularak taramak oldu.

Geceye doğru, Anfia uzun bir süre ağladıktan sonra, sabahın köründe yaptığı eğitimlerin de etkisiyle uyuyakalmıştı. Bunun üstünde onu uyandırmamaya gayret ederek sessizce Alvin'i çağırmıştım. Anfia'yı odasına taşımasını rica ettiğimde her zamanki gibi soğuk gözlerle yüzüme bakmış, ardından "Emredersiniz Leydim." Diye mırıldanarak Anfia'yı kucağına alıp odadan ayrılmıştı. Ben de Darien'i beklerken kitap okumaya çalışmıştım ve çoğunlukla okuduklarım değil, Anfia'nın anlattıkları dolanmıştı zihnimde. Hatta bir noktada, hiç susmayacak hale gelmişlerdi. Alışkındım.

Anfia'nın ne kadar canının yandığını tahmin bile edemezdim ve ancak yüreğimin alabildiği kadarını hissetmiştim. O kadarı bile mahvetmişti beni. Yine de işin sonunda, her insanın acısı kendisineydi değil mi? Aynı şeyi yaşasanız bile yaşadıklarınızın kalbinize dokunuş şekli aynı olmazdı. Bir insanın elinin parmakları bile bir değilken iki insanın acısı nasıl bir olurdu? Beni sarsan acı başkasını yıkabilir, birini deviren ıstırap beni sadece güldürebilirdi. Bunun için başkasının acısının ancak onun gösterdiği ve sizin de alabileceğiniz kadarını hissedebilirdiniz.

Anfia'nınsa bana hayatından açtığı kadarı bile benim ruhumda kesikler bırakmaya yetmişti. Bu kız, bunca zaman nasıl içinde tutmuştu bunca ıstırabı bilmiyordum. Darien Batı'ya gönderildiğinde daha on altı yaşındaydı ve orman fethi bittiğinde on sekiz olmuştu. Annesi onu dolaba kilitlediğinde Anfia on üç yaşındaydı demekti bu.

O kadının karşısında dikilip kendimi öldürürüm diye onu tehdit ettiğinde, bıçağı boynuna dayadığında kaç yaşındaydı peki?

Darien, sarayda ben yokken ona zarar vereceklerini tahmin edemedim demişti. Zaten nasıl bilebilirdi ki? Hayatta kalmaya çalışırken etrafına bakmaya fırsatı olmuş muydu ki? Aynı saraydalardı ancak Prens Kaisel'in bile son ana dek ruhu duymamıştı.

Ben savaşta Darien'e bir şey olursa diye aklımı yitirirken Anfia da Darien'in yaşamasını ummuştu ve bu onun için Kaisel'in ölümü demekti. İkisinin de hayatta kalmasını aynı anda isteyemiyor olması kaç kere vurmuştu onu?

Kitap okurken, bu düşünceler eşliğinde uyuyakalmış üstüne bir de rüyamda, Meyza ve Aileen'in Darien'le tanıştığı anı görmüştüm.

Gördüklerimin kitapta yazılanlara benzememesine mi şaşırmalıydım olanlarda huzursuz edici bir havanın hüküm sürmesine mi bilmiyordum. Kitapta Aileen'in Meyza'nın elini tutması da Meyza'nın Darien'le bu şekilde olan tanışması da yoktu.

Darien, Aileen gelene kadar benim bu dünyada tanıdığım, bildiğim Darien gibiydi ancak Meyza yanlarından gittikten sonra, daha doğrusu Aileen ilahi güç kullandıktan sonra bakışları değişmişti.

Hareleri parlayan Darien'i çok iyi biliyordum ben. Gözlerimin içine bakıyor oluyordu o zamanlarda çünkü. Bana hayranlıkla baktığı zamanlar da dudaklarının nasıl kıvrıldığı da gözlerini nasıl kırptığı da ezberimdeydi.

Gördüklerimse... Ne kitapta okuduğum ne de tanıyarak, hissederek öğrendiğim Darien'e benzemiyordu. Çok sevdiğim sarı harelerindeki o parıltıları donuktu. Kalbime soğuk iğneler batırıyorlarmış gibi hissetmiştim. Dudaklarını kıvırışı, sanki yapması gereken bir şeyi zorla yapıyormuş, bu uyması gereken bir tür kuralmış gibiydi. Aşık olduğum adamdan çok uzaktı.

Peki Callisto nasıl çekmişti elini kılıcından? Nasıl öylece, bir anda yumuşardı? Bu adam ben geldikten sonra günlerce gerçek niyetimi anlamak için numara çeviren adamla aynı olamazdı.

Bir şeyler çok yanlış hissettiriyordu ancak bu huzursuz edici, tüyler ürperten hissin kaynağını bir türlü çözememiştim. Eğer gerçekte yaşananlarla kitapta yazılanlar arasında fark varsa artık kitaba güvenemezdim. Hem de hiçbir sahnesine güvenemezdim demekti bu.

Zaten her şeyin başında, bir mantık hatası vardı kitapta. Kutsal kehanetlerin hepsi eninde sonunda doğru çıkıyorsa, Aileen azize olarak görevini yapmamışken felaket nasıl engellenmişti? Ejderhanın Meyza'yı alıp gitmesiyle mutlu sona kavuşmalarının hiçbir mantığı yoktu.

Daha önce bunun üstüne düşünsem de ileriye gidemediğimden ipin ucunu o noktada bırakmıştım ancak şimdi, yerine oturmayan taşlar beni çok fena rahatsız etmeye başlamıştı ve bütün yolların ucu sadece Aileen'e çıkıyordu.

Meyza, Aileen'i elleri hakkında tehdit ediyordu ve hikayenin sonunda elleri kesilen Meyza mı oluyordu gerçekten? Azize olmanın gücü müydü bu, yoksa ilahi adalet adı altına yatırılmış intikam mıydı?

Artık korkacak, geriye kaçacak neyim kalmıştı ki? Darien'e tüm kalbimle inanıyordum ve her sorun beni Aileen'e götürüyorsa eğer, görmeliydim onu, en kısa sürede.

Rüyadan sonra uyandığımda, odada birkaç tur atmış bir daha uyumamak için öylece dolanmıştım çünkü yarın sabah gidecekti Darien. Kendimi oyalamaya çalışırken aklım başka yönlere kayınca Anfia'ya sabah gösterdiğim geceliği giymiş, açıkçası biraz da süslenmiştim ancak yatağa oturduğum an o savaşı da kaybetmiş, yine uyumuştum! Tanrı'ya şükür, Darien sayesinde uyanabilmiştim en azından.

Aynadan kendime baktığımda, yanaklarımın ve kulaklarımın hafifçe yandığını hissettim. Gecelik takımı denemezdi buna aslında ve Anfia'nın verdiği tepki de öylesine değildi. Üstümde beyaz, göğüslerimin çok az bir bölümünü kapatan dantelli bralet gibi şey vardı ve altımda yine dantelden oluşan beyaz bir iç çamaşırı vardı. Takımın son parçası da transparan, parıltılı kumaştı. Üstüne sim dökülmüş gibi parlayan şeffaf kumaş kalçamın hemen altında bitip kollarımı kapatıyor olsa da içimi tamamen gösteriyordu ve iç çamaşırı olarak ne giydiğim gün gibi ortadaydı.

Darien'in tepkisini göz önüne alırsam, o da beğenmişti bence.

Bu düşünce kalbimin göğsümün ortasında hızlanmasını değil kasılıp kalmasını sağladı. "Hadi kızım." Dedim aynadan kendime bakarken. Yanaklarıma yayılan pembeliği umursamadan iç çektim ve ince beyaz kaşlarımı çattım. "Göreyim seni."

Bu seferki savaşın kazananı kesinlikle, kesinlikle ben olacaktım.

Ve sonra, banyodan o şekilde çıktım. Darien, ben odaya girdiğimde bakışlarını delirtici bir yavaşlıkta bana çevirdi. Daha çok gözlerime yani. Kaşlarımı kaldırdım. "Senin için seçmiştim." Dedim geceliği kastederek. Kısmen de sırıtıyordum ve içim kıpır kıpırdı. Öyle ki ağırlığımı bir bacağımdan bir bacağıma veriyor, parmaklarımla oynuyordum bir yandan. "Beğendin umarım." Diye devam ettim duvarın kenarında dikilip gülümsemeye devam ederken.

Elimde olsa, birkaç seksi poz falan vermeye de çalışırdım ancak bunu yapmama izin vermesi gereken zihnim infilak etmek üzereydi. Bir plan doğrultusunda ilerliyor falan da değildim, geceliği giydikten sonrası doğaçlamaydı tamamen. Dikkatle ve heyecanla kafamı kaldırıp Darien'e baktım.

Odayı aydınlatan sarı büyü taşları loş bir ortam sağlıyordu bize ancak asıl Darien'in yıldızlar tarafından kutsanmış gibi hissettiren parlak sarı hareleri içimi aydınlatıyordu sanki.

Darien gözlerini yavaşça kıstığında, dilini dudaklarının üstünden geçirdi. "Sima..." Dedi acele etmeyen bir tavırla yataktan kalkarken. Siyah bir gecelik takımı giymişti ancak üstündeki ince kumaş elbette ki göğsünün tamamını kapatıyor falan değildi. İpler sabah olduğu gibi şimdi de bağlanmamıştı. Bence asıl o istiyordu benim aklımı kaçırmamı.

"Efendim sevgilim?" Diye tatlı tatlı karşılık verdiğimde, aslında sesim biraz titremişti. Yanıma doğru gelirken duyduğu sesimle kaşlarını kaldırdı ve derinden gelen bir sesle güldü. Önümde durduğunda kafamı kaldırarak gözlerinin içine baktım. Gülmesi benim de gülümsememi sağlamıştı.

Darien'e her renk yakışıyordu ancak sık sık giydiği siyahların içinde sanki gece ona böyle güzel gözükebilmesi için binlerce lütuf vermiş gibiydi. Karanlık gökleri andıran siyah saçlarıyla parlak sarı harelerinin oluşturduğu tezat, buğday tenine o kadar güzel uyuyordu ki yüzlerimiz birbirine yaklaşırken fark etmeden nefesimi tutmuştum. O tutamlar güzelce alnına dökülüyordu ve dediğim gibi, ense köklerindeki saçlar da biraz uzamıştı. Yüzü ise her zaman olduğu gibi traşlı ve pürüzsüzdü. Bu kadar yakınımdayken ondan gelen güzel, ferah kokuyu da alabiliyordum ve Darien gözlerini kırptıkça, kalbim kasılıyordu.

"Bayılıyorsun değil mi sınırları geçip durmaya Sima?" Dedi ismimi güzel bir tonlamayla vurgularken. Güzel yüz hattında serserice bir gülümseyiş belirmişti ancak gözlerindeki ifade samimiydi. Kemikli eli belimi buldu dikkatlice. Bedenlerimiz birbirine yapıştığında, o da kafasını eğdi hafifçe.

Kalbinizin boyutu bir elinizle yaptığınız yumruk kadardır denirdi ancak o yumruk kadar kalp tüm bedenimi titretiyordu şimdi. "Söz konusu senken..." Dedim yine de oyunbaz bir tavırla, omuz silkerek. Sanki Darien'e yakın olmak aklımı yitirmemi sağlamıyormuş gibi. Darien'in gözleri gülümseyişimi takip etti. "Sınırları neden umursayayım Darien?" Diye devam ettim, büyük bir özgüvenle, meydan okur gibi gözlerinin içine bakarken.

Darien kafasını yana doğru eğdi hafifçe. "Peki konu senken-" Dedi tok bir sesle. "Söz konusu senken ne yapmalı Sima?"

Omuz silktim. "Benim gibi yap." Diye mırıldandım ben de onun gibi buğulu bir sesle. Darien, neyi ima ettiğimi anladığından, sarı harelerinde derin kıvılcımlar titreşir gibi oldu. "İstediğini yapmalısın yani." Diye devam ettiğimde, niyetim yeniden gülümsemekti ancak Darien'in dudakları tam olarak dudaklarımın kıvrılacağı noktayı buldu o anda. Sanki nasıl gülümsediğimi ezbere bilirmiş gibiydi.

Sonrasında, hayal dahi edemeyeceğim bir yoğunlukta, bacaklarımı titretecek bir tutkuyla öpmeye başladı beni. Daha önce fazla öpüşme deneyimim olduğu için söylemiyordum bunu ama bu seferki, sanki aklımın aynı saniyede buhar olup kaybolmasını sağlamıştı. Konuşan sadece hislerdi.

Şefkat... Tutku...

Ancak en çok da sevgi. Delicesine, kalbimi yerle bir edecek kadar yoğun bir sevgi.

Darien'le aramızda bir tür tensel çekim olduğunu hep biliyordum. Biliyordum çünkü ondan uzakta durabildiğim fazla zamanım yoktu ve hiçbir şey yapmıyorsam bile en azından parmak uçlarım tenini hissetsin istiyordum ve bir zamandan sonra onun da elleri ya da gözleri benden ayrılmaz olmuştu ancak o çekimin bizi bu kadar sarsacağı aklımın ucundan bile geçmezdi.

Sanki başından beridir ikimizin de beklediği fakat sadece geciktirdiği, geciktirdikçe biriken bir duygu patlamasının eşiğindeydik ikimiz de.

Dudaklarım aralandığı anda, Darien'in dili dudaklarımı sıyırarak ağzımın içine girdi ve derinden gelen bir sesle inlememi sağladı bu. Elimden geldiğince karşılık vermeye çalışırken geriye attığım iki adımla sırtım duvarla buluştu ve Darien'in bedeni tamamen benim bedenime yaslandı. Ellerim ensesinin arkasında birleştiğinde, siyah tutamlardan birini parmaklarıma dolayıp çekiştirdim. Bu sefer, içimi titretecek bir sesle inleyen Darien olmuştu ve bu gülümsememi sağladığında, dudaklarımın kıvrıldığını hisseden Darien daha da sert öpmeye başladı beni. Parmak uçlarım, daha fazlasını hissetmek ister gibi karıncalanırken yüreğimin içinde başlayan ve asla söndürmek istemediğim o yangın yavaşça aşağı doğru inmeye başladı.

Nefeslenmek adına hafifçe geri çekildiğimde, Darien de kafasını geri çekti ve göğüslerimiz hızla inip kalkarken gözleri dikkatle yüzüme baktı. Az önce ellerimi geçirdiğim saçları şimdi darmadağınıktı ve bu görüntüsü yeniden gülümsememe sebep oldu. Darien güneş rengi gözlerinde parıltılarla kaşlarını havaya kaldırdığında boştaki elini yüzüme doğru götürdü. Parmakları, yavaşça yanaklarımın üstünde gezindi. "Yüzün yanıyor." Dedi eğlenerek. "Bayan benim için sınırlar söz konusu değil, biraz sınıra dayandı galiba sonunda?" İç çekti. "Bu geceliği giymeye cesaret eden birine göre fazla utanmıyor musun sence de?"

Gözlerimi kısarak omzuna bir yumruk attım.

Gerçekten benimle dalga geçmek onda bir tür alışkanlık yapmıştı sanki.

"Ben mi sınıra dayanmışım?" Dedim aynı şekilde meydan okuyarak kaşlarımı havaya kaldırırken. "Sen değil ben yani?"

Darien kafasını hafifçe yana eğdiğinde gözlerinden bu meydan okumayı sevdiğini gösteren bir bakış geçti. "Bakalım kim sınırdaymış Sima." Dedi benim anlamadığım imali, derin bir ses tonuyla.

Daha sonra kafasını eğdi hafifçe. Beklediğim şey dudaklarımızın yeniden buluşmasıydı ama hayır, kafası doğrudan boynuma doğru eğildi. Sonrasında... Boynuma küçük bir öpücük kondurup sevimli diyebileceğim bir bakış attı aşağıdan bana ancak o bakıştan sonra yeniden eğildi ve asla tatlı ya da masum diyemeyeceğim icraatlerde bulunmaya başladı.

Dilini boynumun üstünde hissetmek gözlerimin kocaman açılmasını sağlarken irkildim ve bu tepkim dudaklarının kıvrılmasını sağladı. Dudakları yavaşça, gerçekten yavaşça boynumdan aşağı doğru inecekken üstümdeki transparan kumaş buna engel oldu ve kaşları çatarak doğruldu yeniden.

"Buna gerek var mıydı?" Dedi anlamazca homurdanarak kafasını iki yana sallarken. "Zaten her şey gözüküyor Sima. Amacı ne ki bu kumaşın?"

"Beğenmedin mi yani?" Dedim kaşlarım çatılacak gibi olurken. Kolumu kaldırıp yüzüne yakınlaştırdım. "Bak parlıyor." Biraz daha yaklaştırdım simleri görebilsin diye. "Fark etmedin mi?"

Darien iç çekti. O açık sarı harelerine bir durgunluk indi sanki. Dudaklarındaki kıvrım düz bir hal alırken derince baktı yüzüme. "Sen zaten-" Dedi yutkunarak kaşlarını çatarken. "Sen zaten her zaman parlıyorsun Sima."

Birkaç saniye boyunca, gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım öylece. Sonra, hayatımda görebileceğime asla inanmayacağım bir şey yaşandı. Darien kaşlarını bana bakarak daha fazla çatarken, yanakları pembeleşti hafifçe.

Kalbim, üstüne inen sıcaklıkla beraber deli gibi çırpınırken göğsümün içinde, onunla dalga geçmeyi çok isterdim onun bana yaptığı gibi ancak bakışlarıma kadar sıçrayan o yoğun duygu, pek bir şey söylememe izin vermedi.

"Darien..." Dedim kocaman bir gülümsemeyle, kalbim bir tüyden daha yumuşak hale gelirken. "Çıkartmayacak mısın üstümü?" Diye devam ettim kaşlarımı kaldırarak.

Darien'in bakışları bana döndüğünde, sarı harelerinden geçen parıltı sanki okyanusta son nefesini vermek üzere olan birinin yeniden hayata dönmesi gibi hissettirmişti. "Sen-" Dedi o parıltılı hareleri üzerimde dolanırken. Gülerek kafasını iki yana salladı. "Gerçekten bambaşka bir şeysin."

Sonrasında kalçamın altında biten kumaşı kavradı ve ben kollarımı kaldırıp ona yardımcı olurken bir çırpıda çıkarıp bir kenara fırlattı kumaşı. Ben de onun üstünü tuttuğumda, gözleri kısıldı ve izin verdi benim de onun üstünü çıkartmama ancak rezilce bir şey oldu ve boyum bunu yapmama tam olarak izin vermedi. İnanamazca ona baktığım sırada üstünü ensesinden kavrayıp tek seferde çıkardı ve onu da bir kenara attı. Dalga geçmek üzere ağzını açmıştı ki kıstığım bakışlarımı görüp bundan vazgeçti.

Daha sonrasında, gözlerim doğrudan kaslarına çevrildiğinde "Yakından daha güzel." Diye mırıldandım dalgınca.

"Bazen içine bir sapık kaçmış gibi bakıyorsun." Dedi Darien, kısmen alayla.

"Hayır aşık bir kadının bakışları bunlar." Dedim ben de alayla kendimi savunurcasına ancak onun da haklı olduğu bir nokta yok değildi. Söz konusu Darien'se düşüncelerim her zaman aşırıya kaçmaya meyilliydi.

"Aşık bir kadın demek." Diye mırıldandı boğuk bir sesle. Kafamı kaldırıp da ona baktım çok kısa bir an. Kısa sürmüştü çünkü hemen sonrasında gözlerim dudaklarına kaymıştı ve bu sefer öpüşmeyi başlatan ben olmuştum. Bir elimle de omzunu sıkıca kavramıştım zira o andan sonra yere yığılsaydım şaşırmazdım. Bacaklarım beni zor tutuyordu ayakta, hele ki Darien da beni öpmeye başladıktan sonra.

Yeniden bedenlerimiz birbirine yapıştığında ve ikimizin de dudaklarından anlaşılmaz mırıltılar döküldüğünde Darien belimi iki eliyle kavrayıp beni havaya kaldırdı ve ben de aynı anda bacaklarımı onun beline doladım. Dudaklarımız Darien birkaç adım atıp beni soğuk çarşafların üstüne, yatağa bırakana ve üstüme eğilene kadar ayrılmamıştı.

"Sima..." Dedi Darien'in sarı hareleri bulutlanırken. "Durmamı isteyeceksen eğer... Bunu söylemek için çok güzel bir zaman bebeğim."

"Düşünme bile." Diyerek kıkırdadığımda bu hızlı yanıtıma karşılık dudaklarını kıvırdı ve başka bir şey söylememe kalmadan dudakları braletin açıkta bıraktığı dolgun göğüslerimi buldu.

O andan sonrasında ise sadece yerimde kıvranıyordum. Bacaklarım ve ellerim titremiş, çoğunlukla tırnaklarımı Darien'in sırtına ya da omzuna geçirerek benden geldiğine inanamayacağım sesler çıkartmıştım. Bu da Darien'in arada kafasını kaldırıp bana oyunbaz gülümseyişler bahşetmesini sağlamıştı.

O braletin ne zaman üstümden çıktığını anımsayamıyordum bile çünkü çoğunlukla gözlerim kapalıydı ve Darien bir noktadan sonra beni çıldıracak noktaya getirmişti. Karnımdan aşağı doğru yayılan ve artık her bir hücremi cayır cayır yakan alev, sanki zihnimin de kontrolünü eline aldığında, gözlerim aralandı. Böylece üstümde duran Darien'in gövdesine ellerimi koymuş, tırnaklarımı da sürterek onları yavaşça aşağı doğru kaydırmaya başlamıştım. Darien, inleyerek kafasını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. Bu sefer ben gülümserken karşılık olarak gözlerini kısmış, dudaklarını da hafifçe kıvırmıştı ancak ben elbette ki ona yetişemiyordum. Çünkü benim yaptığım şeyden hemen sonra elleri iç çamaşırımın kenarlarını bulmuş, izin ister gibi kirpiklerinin altından bir bakış atmıştı. Masum diyebileceğim, gerçekten tatlı bir bakıştı attığı.

Hipnotize olmuş kafamı izin verdiğimi göstermek için aşağı yukarı salladığımda, Darien hiç beklemeden öylece beyaz dantelli iç çamaşırımı da çıkartıp bir köşeye fırlattı. Daha sonra ise, doğrularak gözlerini tüm bedenimin üstünde gezdirdi. Baktığı her yer alevler içinde yanıyormuş gibi hissederken gözlerimin içine baktı en son.

"Sima..." Dedi boğuk sesiyle, tüm kalbimde yankılanacak bir hayranlıkla. "Hayatımda gördüğüm en güzel şeysin sen."

Bu söylediğinin bedenimle alakalı olmadığını, ancak gözlerinin içine dikkatle baktıktan sonra anlamıştım çünkü o sarı harelerdeki hayranlık bir anlık tutkuyla ya da anlık şehvetle belirmemişti. Benim içindi. Olduğum kişi için.

Her zaman bana dikkatle bakan gözleri, sanki her defasında içimi görmüştü de beni o şekilde sevmişti.

O an söylediği haricinde adımı vurgulayış şekli bile kalbimin teklemesini sağlarken cevap vermek üzereydim ki elleri, yavaşça aşağı doğru kaydı.

Bana duraksayıp duygulanmam için fırsat bile tanımamıştı!

Parmağı birkaç saniye sonrasında içimdeydi. Kafamı hızla yastığa doğru bastırdığımda, ve gerçekten tüm bedenim onun elinin altında titrediğinde "Siktir." Diye mırıldandı Darien ağzının içinde. Açıkçası sonrasında da bir şeyler demeye devam etti ancak parmağını hareket ettirmeye başladığında tüm gerçeklik algım değişmiş ya da ben farklı bir boyuta geçmiştim.

Darien ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre sonra elini çekmiş, gözlerimin içine dikkatle bakarak yutkunmuştu. "Sima." Dedi dikkatli bir ses tonuyla. "Hala vazgeçebilir-"

Kafamı iki yana sallayarak direkt tepki verdiğimde, dudakları yine kıvrıldı ve o da iç çamaşırını çıkarttı. Açıkçası, gözlerim aşağı kaydığında, dudaklarım aralanmıştı ve vazgeçme işini bir daha gözden geçirmek üzereydim ancak Darien tepkime güldü ve aceleci davranmak yerine uzun uzun dudaklarımı, yüzümü, boynumu öpmeye devam etti. Hiçbir hareketi haşince ya da beni zorlayacak gibi değildi. Böyle yavaş davranırken zorlandığını görebiliyordum ancak muhtemelen ilk seferim olduğundan, canımı yakmamak ve rahatlamam için elinden geleni yapıyordu.

Gözlerimiz buluştuğunda, parmaklarımız da iç içe geçti. "Canın yanarsa ve durmamı istersen söylemen yeterli Sima." Diye uyardıktan sonra, burnumun ucuna bir öpücük kondurdu.

Sonrasında, en azından belki bir dakikalığında canım acımış ve tüm bedenim kasılıp kalmıştı ancak dayanılamayacak bir şey değildi. Darien elimi hiç bırakmayarak kıpırdamadan durmuş, bedenimin her yanına beni rahatlatmak adına öpücükler kondurmuştu. Ancak ben alıştıktan ve gevşedikten sonra, hareket etmeye devam etti.

Acı geçtikten sonra hissettiklerimin ise herhangi bir tarifi yoktu. Darien, gerçekten yaşadığımız her anın benim için güzel geçmesi adına elinden geleni yapmış, zevkten gözlerimi bile aralayamamamı sağlamıştı. Bir noktadan sonra ise ona kendisini tutmasına gerek olmadığını, canımın acımadığını söylemiştim. Bu sözlerimden sonra Darien gözlerimin içine tereddütle bakmıştı ancak tereddütünün sebebini ancak sonrasında anlayabilmiştim.

Kendini tutmayan Darien... Gerçekten cennetle cehennem arasında yürümek gibi bir şeydi.

Sonunda, ben parmağımı bile kaldıramayacak hale geldiğimde, Darien durmuştu. Yani Tanrı'ya şükürler olsun ki durmuştu. Güneş doğana kadar buna devam edebileceği ve hiç yorulmayacağı çok açıktı ancak onu uyumadan ormana veya savaşa yollayacak değildim. Durmamız gerektiğini söylediğimde değil, gerçekten uykum olduğunu ve yorulduğumu fark ettiğinde somurtarak, huysuzca geri çekilmişti.

"Kandırdın beni." Dedim somurtarak kafamı iki yana sallarken. "O suratınla kandırdın beni, gerçekten."

"Kendini tutmana gerek yok Darien." Dedi Darien, sesini incelterek beni taklit ederken.

"Böyle olacağını bilseydim tut derdim!" Diye cırladım yatakta geri dönmekte de zorlanırken. Beni banyoya götürüp yıkayan da Darien olmuştu ancak Tanrı aşkına, orada da durmamıştı ki!

Gerçekten, benim bugün neye bulaştığım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Savaşı kazanacağım demiştim ancak galip ben miydim o muydu tartışılırdı. Mesela neden hala enerjisi yerindeydi? Neden hiç uykusu yokmuş gibi bakıyordu?

"Bunu sen başlattın." Dedi Darien kaşlarını kaldırarak. "O geceliği giydiğinde."

"Güzel geceliğim de mahvoldu." Dedim kafamı iki yana sallayarak çünkü düzgün bir gecelik giyerken fark etmiştim ki saatler önce üstümde olan dantelli iç çamaşırım biraz yırtılmıştı. Bu hain adamsa ben görmeyeyim diye o an onu hızla fırlatmıştı ancak hizmetçilerden utanacağımı ve onları toplayacağımı tahmin edememişti.

"İstediğin kadar gecelik alabilirsin." Dedi Darien bir eline doladığı uzun beyaz saç tutamına değişik bakışlar atarken.

"Ancak ben onu sevmiştim." Diyerek omuz silktiğimde bakışları bana döndü. Bu sefer bu söylediğime laf etmek yerine, sadece dudaklarını kıvırdı.

Gözlerimi esneyerek kapattığımda omzuma bir öpücük kondurdu. "Uyu artık." Dedi dikkatle bana bakarken.

"Giderken beni mutlaka uyandırmalısın." Dedim iç çekerek.

"Sadece birkaç günlük iş." Dedi Darien düz bir sesle. "Uykunu bölmene değmez, Sima." Diye devam ettiğinde gözlerimi açarak kaşlarımı çattım. "Hayır, uyandırmalısın." Dedim ısrarla. "İnsanların çoğu veda etmeyi sevmez ama ben vedasız ayrılıklardan nefret ederim Darien."

Çünkü annem, ben onu hala beklerken bırakmıştı beni.

Darien'in sarı harelerine gölgeler düştüğünde, beni tutuşu sıkılaştı. Belki de neyden bahsettiğimi, neden vedasız ayrılıkları sevmediğimi anlamıştı. Sonuçta, anlatmıştım ona da bunca zamandır nasıl yaşadığımı.

Aslında, o anda gerçekten göz kapaklarım kapanmak için yalvarıyorlardı bana ancak durup da gözlerimi kapatmadım. Çünkü Darien'in gitmeden önce, duyması gerekenler vardı. Kimseden değil benden duyması gerekenler.

"Biliyor musun?" Diye mırıldandım ona biraz daha sokulurken. "Hayatım boyunca bütün yollarımın aynı noktaya çıkacağına inandım." Dedim yüzümde soluk bir tebessümle.

"Neymiş o nokta?" Diye sordu Darien, düz bir sesle.

"Yalnız bir ölüm." Diye cevap verdiğim anda, nefes alışverişleri sıklaştı. Sessizleşmişti ancak elinin altındaki yastığı sıkıca kavradığını hissedebilmiştim. Yutkundum güçlükle. "Her zaman hayatımı bunun gibi korkularla yaşadım." Dediğimde kafamı salladım iki yana. "Buraya gelene kadar yani..."

Kafamı kaldırarak ona baktığımda, Darien gözlerimin içine tüm dünyayı yakabilecekmiş gibi bir ifadeyle baktı. İnanırdım da eğer bunu yapacağını söyleseydi. Dudaklarından dökülmesi yeterdi. Kalbim artık bu adamın bana söyleyeceği her şeye koşulsuz inanırdı zira.

"Bazen renklerimi kaybettim bazen kendi hayatıma olan inancım kırıldı kaldı ellerimde ancak Darien, ilk defa burada kendime dair bir pişmanlığım, kendime dair içime batan bir acım yok benim. İlk defa eğer başlangıcım farklı olsaydı ya da hayatım sarsılmasaydı nasıl yaşardım diye düşünmüyorum. Çünkü ilk defa, zaten olmam gereken yerde gibiyim. Elimde olsaydı da hiçbir şeyi değiştirmek istemezdim." Darien'in bakışları anlaşılmaz bir hal alırken bu sefer ben kollarımı sıkıca sardım ona ve kafamı göğsüne yasladım yavaşça. Kalbi deli gibi atıyordu ve bedeni kaskatıydı. "O hayatımda ev sıcak olsa da hep üşürdüm Darien. Şimdiyse ilk defa içim donmuyor ama bundan da öncesi ilk defa gerçekten, bir evim var, uzaklaşsam da hep dönebileceğim."

"Uzaklaşmakmış." Dedi Darien ağzının içinde homurdanarak. Sımsıkı tutuyordu gerçekten beni. Sanki gerçekten parmaklarının arasından kayıp gidebilme ihtimalim onu rahatsız etmiş gibi. "Sen o aşamayı geçeli çok oluyor Sima. Bu saatten sonra gitsen de ben bulurum seni."

"Gitmeyeceğim." Dedim gözlerimin içinin bile güldüğünü hissederken. "Çünkü yuvam burada Darien." Bir elimi Darien'in kalbinin üstüne koyduğumda, ikimiz de içinde kaldığımız kaleden bahsetmediğimi biliyorduk.

Darien, bir süre boyunca sessiz kaldı. Ben de uykunun içine sürüklenene dek kalp atışlarını dinledim onun. Ne düşündüğünü bilmiyorum, ara ara hızlandı, ara ara duracak gibi oldu sanki. Rüyalarımın içine sürüklenmeden önce, saçlarımın arasına bir öpücük konduğunu hissettim yalnızca. "İyi uykular Sima'm."

Ve ben yine hayatımda ilk defa, dünyaları içime sığdıramayacak bir mutlulukla uyudum o gece. Darien sadece şunu bilmeliydi. Meyza gerçekten ölmüşse ve fazla zamanım kalmadıysa şu dünyada, onun sayesinde korkularımın hiçbiri dokunamayacaktı bana ve ben hiçbir pişmanlığım olmadan, gidecektim buradan.

****

 

"Ay bayılacağım şimdi." Diye bağırdım ağlamamak adına gözlerimi kırpmamaya çalışırken. "Gitmesen olmaz mı Darien? Callisto kendi başına idare eder ormanda. Zaten sürekli eli kılıcında. Keser hepsini!"

"Darien ormana senden uzaklaşmak için daha istekli girecek eminim." Diye mırıldandı Callisto. Ona ters bir bakış atarak Darien'e daha sıkı sarıldım. Gerçi böyle de sarılınmıyordu ki! Giydiği zırh yüzünden demire sarılmış oluyordum sadece. Sanki odadan çıkmadan önce ona defalarca kez sarılmamışım gibi somurttum böylece.

"Tanrı bana sabırlar versin." Dedi Anfia gözlerini devirirken. "Sal şu adamı artık Sima! Ordu senin abimle vedalaşmanı bekliyor yarım saattir!"

"Ordu çok hevesliyse kendi başına girsin ormana." Dedim omuz silkerek. Darien kafasını iki yana sallayarak güldükten sonra dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Sankinleşerek gözlerinin içine baktım böylece. "Sadece üç gün." Dedi mırıldanarak. Bunu söylerken burnu, hafifçe yanağıma sürtmüştü. "Sonra döneceğim, Sima."

Gerçekten huzursuz bir şekilde geriye çekilip ona bakarken elimde tuttuğum mendili sonunda ona uzattım. Kaşlarını kaldırdı. "Şans getirsin diye." Dedim omuz silkerken. Darien, elimdeki toz pembe mendili alıp garip bakışlar attığında "Beğenmedin mi?" Diye sordum direkt olarak.

"Çok güzel." Dedi Darien de hızla. Sanki hiç düşünmeden cevap vermişti. Kaşlarını çattı sonradan. "Sen mi işledin bu ejderhayı?"

Gözlerimi kocaman açtım. "Ne ejderhası?" Dedim inanamazca. "Sensin o, bak elinde kılıç var." Dedim Darien olması niyetiyle bu iki haftada işlediğim figürü gösterirken. Ardından yanındakini gösterdim. "Bak bu da benim." Dedim tane tane.

"Neden kafanda böcekler var."

"Onlar çiçek." Dedim iç çekerek. Callisto, mendile geriden bir bakış atarak kendi kendine gülme krizine girerken onu umursamadan "Kılıcına bağla onu." Dedim küskün bir sesle Darien'e. İki haftadır o ne olduğunu anlamadığı figürleri yapmaya uğraşıyordum. "Şans getirir belki gerçekten."

"Şansa ihtiyacım yok." Dedi Darien ağzının içinde ancak kısılan gözlerimin içine baktığında mendili kılıcının tutma yerine bağladı. "Ama sen yaptıysan elbette ki yanımda taşıyacağım." Diye devam etti alayla.

Bana takılmasını da umursamadan son kez boynuna sarılarak "Çok dikkatli ol." diye mırıldandım. "Eğer bir zarar gelirse sana, o koca ormanını dondurmak zorunda kalacağım. Sonra Batı yıllarca kışta takılı mı kalır ne olur bilemeyeceğim."

"Sen önce o güçlerini kontrol etmeyi öğren." Dedi Anfia geriden ancak o an ona da sadece ters bir bakış atmakla yetindim.

Benim haricimde herkesin vedalaşması bittiğinden ve gerçekten ordu tam olarak beni beklediğinden, istemeden de olsa çektim kollarımı geri. Sonuçta, Darien beni uyandırdığından beridir vedalaşıyorduk bir nevi. Önce yatakta kollarının arasından çıkmayı reddetmiştim ve Darien, sonunda beni kaldırmayı başardığında sanki kendisi ormana giren kişi değilmiş gibi kaşlarını çatarak binlerce şey saymıştı bana. Canın sıkılsa da delice şeyler yapma, etrafta topuklularla koşma, yanında biri olmadan kalenin dışına adımını atma, hava sıcak gözükse de rüzgar var fazla ince giyinme, geceleri o güzel kafanı olmayacak düşüncelerle doldurma...

Bir de demişti ki, beni düşünmeyi de ihmal etme Sima. Ama bana bakışı daha çok, zaten hiç aklımdan çıkmayacağını bilir gibiydi. Bunu biliyor olması altın harelerini yalancı bir kibirle parlatırken onu uzun uzun öpmüş, sonrasında omuz silkmiştim. Bence asıl sen beni aklından çıkaramayacaksın Darien.

Darien, bu sefer son kez, bana dikkatle baktıktan sonra önüme düşen perçemlerimi geriye atıp alnımı öptü yavaşça. "Üç gün sonra evdeyim Sima." Dedi sadece mırıldanarak, rahatlamamı ister gibi. Geri çekildiğinde, sarı harelerinde dünyanın en güven veren ifadesi vardı belki de. Biliyordum zaten bana döneceğini ancak kalbim huzursuzdu işte. Nasıl engelleyecektim ki?

Yine de o an, bu huzursuzluk yüzünden yüzümü buruşturmak yerine sadece içtenlikle gülümsedim. Çünkü Darien öyle bir ifadeyle bakmıştı ki gerçekten gözlerime, ne demek istediğini tek seferde anlamıştım. Üç gün sonra yanındayım, Sima.

Darien daha sonra arkasını dönmüş ve gerçekten atına binmişti. Daha şimdiden koca bir boşluğun içine düşmüş gibi hissetsem de ona ve hatta Callisto'ya ellimi sallamıştım. Anfia da yanımda dikilmiş, benim aksime daha sakin bir şekilde el sallamıştı ve çok geçmeden görüş alanımızdan çıkmışlardı. Kalenin dışındaki asker topluluğunun sesi de kaybolmuştu.

Darien gidene kadar huzursuz olmasın diye ağlamasam da, o gittikten sonra açıkçası birkaç saat ağlamıştım. Anfia yemekte hala gözlerimden yaşlar süzülürken ağzıma birkaç parça yemek sokuşturmuştu ve en sonunda dayanamayıp yüzüme yastıkla geçirdiğinde kendime gelmiştim. "Gerçekten, bir de bayıl tam olsun Sima!" Demişti gözlerini devirerek. "Üç gün drama kraliçesi, üç gün sonra buradalar."

"Benden öğrendiğin lafları ne cüretle bana söylersin ya?" Demiştim ben de onun gibi gözlerimi devirirken. Anfia, benim kullandığım deyimlere sürekli maruz kaldığından birkaçını kullanmakta artık sorun görmüyordu belli ki.

Sonrasında, tüm gün kitap okumuş, Anfia'nın akşam saatinde yapmaya karar verdiği antrenmanını izlemiştim. O günün en şaşırtıcı olayı Darien'lerin Pelvis dediği kuşun, Anfia ile akşam yemeğini yerken açık penceren içeri girip kucağıma konmasıydı. Anfia, kuşun büyülü ormandan geldiğini öğrendiğinde "Hiç şaşırmadım." Demiş dik dik kuşa bakmıştı. "Bütün ucubelikler senin etrafında dönüyor."

Sonrasında ben vurmuştum ona yastıkla. Bu kısa kavga bittiğinde ise oturup kuşa bir isim düşünmüş, en sonunda ona Bilye ismini vermiştik. Sebebiyse açık mavi gözlerinin güzel cam bilyeleri andırmasıydı. Bilye o gün beni bir yere sürüklemeye çalışmamıştı. Onu yemek masasına bıraktığımda pişmiş tavuk eti yemiş ve Anfia'nın bardağına gidip su içmişti. Sanki kendi eviymiş gibi davranması bana kalırsa biraz komikti. Ayrıca Anfia'nın da onu sevmesine izin vermişti. Ben de yapacak hiçbir şey bulamayınca Chelsie'den ılık su getirmesini istemiş, ne kadar çırpınırsa çırpınsın onu yıkamıştım. Tüylerinden keçelişmiş kanlar çıktıktan sonra daha sevilir bir hayvana dönmüştü. Koyu kırmızı sandığım tüyleri meğerse açık, parlak kırmızıydı.

Yıkandıktan sonra gözlerimin içine değişik bakışlar atmış, kanadıyla eğer yanılmıyorsam pencereyi işaret etmişti. Atlamamı falan ima etmediğine inanmak istiyordum. Bana kalırsa, bir yere gitmemi istiyordu ancak bu işin peşine, Darien varken düşmek daha mantıklıydı. Şimdi kuşu takip etmeye kalksam muhtemelen kıyamet kopardı.

Ertesi gün olduğunda, kahvaltıdan sonra ben hamakta uzanırken ve Anfia yine başka bir şeyler atıştırırken, yanımıza şövalyelerden biri gelmiş, Esanil Krallık armasını taşıyan bir aracın topraklarımıza girdiğini söylemişti. Bilye ise yoktu çünkü gece ortadan kaybolmuştu.

Bunun haricinde, Esanil neresiydi ve kim geliyordu buraya? Neden haber vermeden gelmek gibi bir harekette bulunuyordu? Bu soyluların günler öncesine geleceğini haber vermesi gerekmez miydi? Muhafız, yanlarında sadece aracın içindeki kişiyi korumaya yetecek kadar şövalye olduğunu söylemişti ve belirtmişti ki, aslında göz önünde olan bir yoldan da gelmiyordu gelen her kimse. Sadece Darien'in her yere koyduğu gözcüler sayesinde önceden haberimiz olmuştu bu ziyaretten.

Yani, düşününce gizli yapılan bir ziyaretten ne gibi bir hayır gelebilirdi ki?

Anfia, Esanil Krallığı'nın küçük bir krallık olduğundan ve hem Karilya'ya hem Helefna'ya sınırı olduğundan bahsetmişti. Arada kalmış bir ülkeydi yani. Helefna da Karilya da zamanında Esanil'i ele geçirme girişiminde bulunmak istemişlerdi ancak ikisi de Esanil'in diğer ülkeyle birleşme ihtimalinden çekinmişti ve sonuç olarak Esanil bağımsız kalmayı başarmıştı.

Yine de, ne alakaydı gerçekten şimdi?

Geldiğini öğrendiğimiz araba yüzünden Anfia ile ikimiz de apar topar bir hazırlanmaya, güvenlik önemlerini arttırmaya girişmiştik. Sonuç olarak Anfia, tıpkı abisi gibi Batı'nın siyah ve parıltılı altın rengini üstünde taşıyan bir elbise giymişti ve ben de ister istemez buz mavisi bir elbisenin içinde bulmuştum kendimi. Saçlarımız yapılmıştı ve tüm çalışanlar oradan oraya koşuşturmuştu. Misafir odaları hazırlanmış, aşçılar resmen kısa bir süre içinde savaş vermişlerdi.

Sonundaysa ihtişamlı at arabası gerçekten kalenin önünde durmuş, onunla beraber gelen muhafızlar tek sıra halinde dizilirken ve bize saygılarını sunarlarken Batı'nın şövalyeleri de etrafı doldurmuştu. Herkes, olası bir aksiliğe karşı tetikteydi ve açıkçası çok da sakin bir ifade yoktu Batı şövalyelerinin yüzünde. Her birinin eli kılıçlarındaydı.

Bir anlığına, arabanın kapıları açılana kadar içinde bulunduğum zaman yavaşlamış gibi hissettim. Anfia tam yanımda duruyordu. Benimle aynı hizada. Yüzünde düz ve ciddi sayılabilecek bir ifade vardı. Şövalyelerin gözlerindeki ifade ise bana yabancı değildi. Bu kaleye geldiğim ilk gün, bana da böyle bakmışlardı. Olası bir tehditmişim gibi. Onlara zarar verme ihtimalim varmış ve bu ihtimal gerçekleşirse düşünmeden, gerçekten beni öldürebileceklermiş gibi. Şimdiyse, bu bakışlar bana değil arabadan inecek olan kişiye yönelikti. Koruduklarının arasındaydım ben de. Kötü bir şey olursa, uğruna ölüp, öldürebilecekleri kişilerden biriydim. Anfia gibi bana da yakın duran onlarca şövalye vardı.

Kalp atışlarım kulaklarımda çınlamaya başlarken, göğsüm aslında tatlı bir sıcaklıkla sarmalanmıştı ancak kafamı dik tuttum. Arabadan, yaşlı bir kralın inmesini bekliyor olsam da beklediğimi göremedim elbette. Evren tam olarak ne zaman benim beklediğim doğrultuda ilerlemişti ki?

Arabadan inen, benim bile dünyayı algılayış şeklimi değiştirmeye yetecek kadar güzel olan bir kadındı. Öyle ki eğer bulunduğum pozisyon farklı olmasa gözlerimi kocaman aralar, ağzımı da beş karış açardım.

"Esanil Krallığı'nın birinci ve tek prensesi, Prenses Liberta Esanil!" Diye tanıttı bize onu, kendi muhafızlarından biri. Batı'nın muhafızları, yapılan isim duyurusundan sonra birbirlerine bakmaya başlarlarken Anfia, çenesini dikleştirerek kafasını hafifçe havaya kaldırdı benim gibi.

Bana Esanil'in tek prensesinin asla ulusal balolara katılmadığını, ve iki ülkenin de soylularının onu görmediğini söylemişti. Hatta öyle ki insanlar Esanil kralının kızını çok seviyor olmasından dolayı onu saklıyor olduğunu düşünmüştü bunca zaman.

Şimdiyse kendini ilk defa bize mi gösteriyordu?

Anfia dikkatle altın gözlerini karşısında duran kadının üstünde gezdirirken kaşları çatık değildi ancak yaydığı aura da pek dost canlısı değildi. Onun bu hali, benim de gelen prensese dikkatle bakmamı sağladı.

Prenses, yanındaki hizmetçileriyle birlikte ilerlerken adımları neredeyse kusursuz diyebileceğim kadar orantılıydı. Siyah ve dalgalı uzun saçları toplanmamıştı ancak kafasında gerçekten zarif, gri elmaslar süslü bir taç vardı. İri gri gözleri alabildiğince parlaktı ve dolgun dudakları güzel bir gülümseyişle süslenmişti. O gözlerin içinde dans eden parıltılar, farklı bir anlam taşıyor gibiydiler. Üstünde kahverengi dar bir pantolon ve dökümlü bol bir siyah gömlek vardı. Gömleği pantolonun içine sokuşturulmuştu. Sonuna kadar bağlı olan gömleğinin boğaz kısmında siyah bir zümrüt broş vardı ve belindeyse bir hançer asılıydı. Görmeyi beklediğim şey, kesinlikle bu değildi, tanrı aşkına.

Kız yavaşça kafasını eğdi. Oldukça karakteristik bir yüz hattı olduğundan bana kalırsa zaten unutması kolay biri değildi ancak o bakışları, insana kendini unutturmayacak asıl şeydi. Eğlenceli bir oyunun içine düşmüş gibi bakıyordu.

"Prenses Anfia." Diye saygıyla eğildi kız ve selamlaması kusursuzken birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Anfia da aynı şekilde "Prenses Liberta." Diyerek eğildi. Onun da selamlaması kusursuzdu.

Bu yabani kız çocuğu, isteyince gerçekten, prenses gibi davranabiliyordu demek ki. Dudaklarımı alakasızca gülmemek için birbirine bastırdığım sırada Anfia'nın kısılan hareleri bana değdi. 'Garip bir şey yap ve seni öldüreyim.' Bakışıydı bu. Prensesin bakışları ikimizin arasında gidip gelirken içime çektiğim nefesi yavaşça üfledim. Tanrı aşkına, artık sadece Kuzey'i değil Batı'yı da temsil ediyorum. Darien'in pek umurunda olacağını sanmasam da onun itibarını etkileyecek bir şeyi asla yapmazdım.

Bundan dolayı elimden geldiği kadar düzgün bir reveransla selamladım prensesi. Kafamı kaldırdığımda, Prenses Liberta'nın dudakları yukarı kıvrıldı ve gözleri öylece yüzümde dolandı. "İşte buraya geliş sebebim." Dedi o prenseslik imajını tamamen yıkacak şekilde sırıtırken. Ne demişti o şimdi? "Sizi görmek çok hoş, Meyza Isabel Windfield." Kaşlarımı çatmamak için büyük bir çaba verirken Anfia, hafifçe öksürdü ve Prenses de eliyle kalçasına kadar uzanan saçlarını geriye attı. "Eee, ayakta mı konuşacağız böyle?" Dedi aniden, neredeyse resmiyeti de bir kenara bırakarak. Gözlerinin içindeki o eğlenen ifade, kaşlarımı kaldırmamı sağladı bu kez.

Belki de bu dünyanın prensesleri ya aptal ya da kaçık oluyordu.

Bunun üstünde durulması lazımdı.

"Zaten ne bekliyordum ki?" Diye sordu Anfia, ağzının içinde. Kafasını iki yana sallarken gülümsedi. Söylediğini ben bile zor duymuştum. "Gerçekten, ne bekliyordum yani?" Diye devam etti ancak Prenses dikkatle ona baktığında kafasını eğdi hafifçe. "Size yerleşmeniz için odanıza kadar eşlik etsinler önce. Leydi Meyza ve ben, sizi bekliyor olacağız." Duraksadıktan sonra gülümsedi. "Ve Batı'da misafirlerin yanında silah taşımasını hoş karşılamayız. Aklınızda bulunsun lütfen."

Anfia'nın sesi o an ne kadar sevecen çıkarsa çıksın, bu bir uyarıydı.

Prenses Liberta'nın gözünden anlaşılmaz bir kıvılcım geçti. "Tamamdır o halde." Dedi manalı bir tebessümle. Sonra batı kalesinde sorumlu olanlar, onu ve nedimelerini odalarına götürmek üzere önden ilerlemeye başladılar. Anfia bana bir bakış attı onlar uzaklaşır uzaklaşmaz. "Senin için gelmiş" Dedi o ciddi ifadesinden sıyrılırken. Kızıl kaşlarını alayla havaya kaldırmıştı. "İnanır mısın, hiç şaşırmadım. Ne zaman akıl dışı bir şey gerçekleşse senin adının da işin içinde geçmesi şart." Gözlerini devirdi. "Dünkü kuş da bunun bir örneği."

"Kızı tanımıyorum." Dedim ben de onun gibi gözlerimi devirirken.

Bana baktı yeniden. "Elbette tanımıyorsun. Kimse tanımıyor. İşin saçma tarafı bu."

Bunun üstüne daha fazla konuşmadık çünkü durum zaten Prenses Liberta geldiğinde açıklığa kavuşacaktı. Yine de Anfia durumla daha çok dalga geçmeyi ihmal etmedi. Birlikte misafirlerin ağırlandığı salona geçip oturduğumuzda çok geçmedi, Prenses Liberta da girdi içeri. Üstünü değiştirmemişti ancak hançerini gerçekten bırakmıştı.

Doğrudan geçip Anfia ile oturduğumuz kanepenin karşısına oturduğunda, iri gri gözlerinde özgüvenli bir ifadeyle kafasını kenara eğdi. "Konuya gireyim sizi bekletmeden." Dedi gülerken. Anfia kaşlarını kaldırdı. "Prens Darien darbe yapmayı mı planlıyor?"

Anfia, hiçbir gerginlik belirtisi göstermeden yerine yaslandı. "Bunu nereden çıkarttınız?" Dedi yalnızca, yüzünde düz bir ifadeyle. Prenses Liberta gözlerini bana çevirdi. "Bu alakasız nişandan, Batı'ya varmak üzere olan Kuzey ordusundan ya da kafası kesilen imparatorluk elçisinden belki?"

Yani, uçan kuştan bile haberi vardı. Ne hoştu. Küçücük krallık değil miydi bunlar? Ne tür bir istihbarat kaynakları vardı Tanrı aşkına? "Darien'e aşık olduğum için geldim buraya ben." Dedim bıkkın bir tonla.

"Evet, ben de Prenses Anfia'ya aşığım diye buradayım." Dedi Prenses Liberta kısmen alayla ancak gülmediğimi gördüğümde gözlerindeki alay silindi. "Siz..." Biraz daha duraksadı. Ciddi misiniz?"

"Yalan söylemek için bir sebebim yok." Diyerek omuz silktim.

"Saçmalık bu." Dedi kaşlarını inanamazca çatarken. "Prens Darien'le Helefna'dayken de bir ilişki içinde olsanız bunu bilirdim." En azından dürüsttü. "Yani onu bir ya da iki kez görüp, Helefna varisiyle olan nişanınızı bozdunuz ve bir başka krallığın gayri meşru prensiyle mi evlenmek istediniz?"

"İnanması zor değil mi?" Diye konuştu Anfia sonunda, kendine engel olamadan dudaklarını kıvırırken. "Fazla kafanızı yormayın, aklınızı kaçırırsınız." Prenses Liberta, artık bana alayla ya da eğlenerek değil de çözmeye çalıştığı bir denklemmişim gibi bakıyordu. İç çektim. "Bence Darien'i görseniz anlardınız durumu." Dedim dürüstçe.

"Görmediğimi size düşündüren nedir?" Diye sorduğunda gözlerim kısıldı.

"Yani ayrıyeten de kendiniz mi casusluk oynuyorsunuz?"

"İnsanların saraya kapatılmış bir varis olduğuma inanması çok absürt." Gözlerini devirdi. "Yani, tek varis olmasam da tahtın varisi benim. Babam tacı bana güzel yüzüm hatrına bırakmazdı herhalde."

"Bırakadabilirdi aslında." Diye ağzımın içinde mırıldandığımda Anfia çaktırmadan bana dirsek attı ve ancak o şekilde gözlerimi kırpıştırdım. Ardındansa kaşlarımı çatmıştım. Karşımızda duran kadının gözlerinden geçen o tehlikeli ifadeyi yok sayarsak bir meleğe benzediğinin o da farkındaydı bence.

"Farz edin ki darbe olacak gerçekten." Dedi Anfia hizmetçilerin servis ettiği çaydan bir yudum alırken "Bu sizi neden ilgilendirsin Prenses Liberta?"

"Eğer Leydi Meyza sayesinde Helefna, Batı'yı destekleyecekse biz de Prens Darien'in tarafında olacağız." Dedi kaşlarını havaya kaldırırken. "Bu bir şey ifade eder mi size?"

"Helefna'nın Karilya'nın iç işlerine karışacağını sanmıyorum." Dedim tadımın kaçmasına engel olamayarak. Elijah ve ordusu da desteğini almak isteyeceğim kişilerin başında gelmiyordu.

"Eninde sonunda bir varisi destekleyeceklerdir." Dedi kafasını kenara eğerken. "Ve ben de kazanacağına inandığım tarafın yanında durmak isterim, Leydi Meyza."

"Prens Kaisel'in kaybedeceğine neden eminsiniz? Helefna ordu gönderse bile bunun sadece temsili olacağını biliyor olmalısınız." Diye sordu Anfia.

Liberta dikkatle Anfia'ya baktı. "Batı askerleri lanetli ormanı defalarca kez fethetmediler mi? İmparatorluk askerlerinin yakın krallıkların köylerini yağmalamaktan başka ne tecrübesi var?"

"Bana kalırsa konu kazanacak tarafı destekleyip ülkeler arası ilişkileri iyi tutmak dışında sizin de değişim istemeniz. İmparator'un yönetiminden memnun değilsiniz belli ki." Dedim kafamı kenara eğerek. Liberta alayla gözlerimin içine baktı. "Kim memnun ki?"

"Savaş olup olmayacağı henüz belli değil." Dedi Anfia kaşlarını çatarak. "Kaisel'in kendi ordusu olduğu gerçeğini de unutuyorsunuz ayrıca."

"Kaisel taht için doğru aday olsaydı saraydayken babasının kellesini keser, o tahta çoktan oturmuş olurdu." Dedi Liberta, sonunda gerçekten ciddi bir ifadeyle.

"Ve halk da kralını öldürmüş bir adamı öylece kabul mu edecekti?" Diye sorduğumda Liberta açık gri gözlerini benimkilerin içine çevirdi.

"Soylular ne güne duruyor sizce, Leydi Meyza?" Dedi gülümserken. "Bir kahramanlık öyküsü yazmak, o kadar da zor değil inanın bana. Tüm tarih kitapları bugüne dek böyle yazıldı."

"Bu konuda haklı olsanız da sarayda işleyişin umulduğu gibi olmadığını en iyi sizin bilmeniz gerek." Dedi Anfia. "Gerçekten sırf Kaisel babasını öldürmediği için mi Darien'i destekleyeceksiniz?"

"Kendimce başka sebeplerim olabilir ancak bunun sizin için ne önemi olabilir?" Dedi Liberta, gri hareleri alev alev parlarken. "Size yüz bin kişilik eğitimli bir ordu sunuyorum."

İç çektim. "Eğer bir ittifak kurmak istiyorsanız Darien gelene kadar beklemelisiniz." Dedi Anfia ve Liberta "Hiç sıkıntı değil." Diye karşılık verdi direkt olarak. "Eee, çay haricinde, içecek başka bir şeyiniz var mı?" Gözlerini hizmetçilerden birine çevirdi. "Viski?"

***

Bu sefer sadece Anfia değil, ben de sınanıyordum bana kalırsa. Yaptıklarımın karması mıydı bu? Herkese bulaşıp durduğum için miydi? Yani olaylar nasıl böyle ilerleyebilmişti?

Liberta, tam olarak her yeri birbirine katmaya hazır bir fırtına gibiydi. Geldiği günün akşamı Anfia'nın eğitimine katılmış, başta benim gibi antrenmanı ilgili gözlerle izledikten sonra bir düello talep etmişti ve Anfia da sarı hareleri alev alev yanarken geri çevirmemişti bu isteği.

Sonra Anfia yenilmişti... Birkaç kere.

Benim için izlemesi ilginç ve eğlenceliydi ancak Anfia bu mağlubiyetlerin üstüne fazla eğlenememişti. Liberta, gözle takip edilemeyecek kadar hızla hareket etmişti ve hamlelerinin hepsi hesaplıydı. Dövüş konusunda çok ciddi bir eğitimden geçmiş olduğunu dövüşmekle alakalı hiçbir şey bilmeyen ben bile anlamıştım.

Rekabetleri bittikten sonra Anfia'ya hamlelerini nasıl kusursuz hale getirebileceği hakkında birkaç tavsiye vermişti. Kadın vücudundan anladığından ve buna yönelik tavsiyeler verdiğinden Anfia onu ilgiyle dinlemişti doğrusu. Gözlerindeki alev sönmese de Prenses Liberta'nın dövüşüne karşı bir hayranlık dolanmıştı o alevlerin arasında.

Ertesi gece ise Prenses Liberta yine içmek istemişti. Su gibi içse de sarhoş olmamak gibi bir özelliği olduğunu öğrenmek beni şaşırtmamıştı. Bense kibarlıktan aldığım iki yudumdan sonra kusmuştum. Buna iki tane prensesin şahit olması mı daha saçmaydı ikisinin de buna hiç şaşırmamış olması mı bir fikrim yoktu. Ne yani, zayıf bir içici olduğum yüzümden mi okunuyordu? Anfia ben kustuktan sonra gelip bana su içirmiş, gözlerini devirerek sırtımı sıvazlamıştı ve Prenses Liberta aşçılara bana iyi geleceğini söylediği bir çayın tarifini vermişti. Bunu yaparken kendisinin hala içmeye devam ediyor oluşu ise komikti sadece.

Anfia ise bir yudum bile içmemişti gece boyunca.

Ayık olup Prenses'in hareketlerini gözlemlemeye karar vermiş olduğundan da olabilirdi ancak Prenses Liberta herhangi garip bir eylemde bulunmuyordu. Hep yanımızda durmuştu. Sadece gereğinden fazla açık sözlüydü ve bu da her nedense hoşuma gitmişti. Bize krallığının saçma sapan geleneklerinden ve tahtı aldığında bu gelenekleri nasıl sileceğinden bahsetmişti. Ayrıca Tanrı'ya da inanmıyordu ve bunu da öylece, normal bir şey söylermiş gibi söylemişti. Yani, bana göre normal sayılırdı da Anfia şaşkınlıktan birkaç saniye donakalmıştı. Bu dönemde ateistlere rastlamak zordu ve özellikle halkı yönetecek birinin dinsiz olması kabul edilebilir gibi değildi. Liberta da bunu elbette ki halka açıklamayacağını söyleyip gülmüştü.

Sabahsa Liberta, sanki gece boyunca içen o değilmiş gibi hepimizden erken kalkmıştı. Dışarda kendi kendine antrenman yapmış, gidip turlarca koşmuştu. Bana kalırsa biraz delirmişti ancak bu da sorun değildi. Yani alışmıştım. Bu kaledeki çoğu insan bana göre normal kategorisine girmiyordu.

Kahvaltıda olmasa da akşam yemeğinden sonra, Chelsie'yi de alıp ayrılmıştım yanlarından. Amacım Darien'in bana gösterdiği bahçeye girmekti. Birkaç çiçekten taç daha yapmayı planlıyordum. Bir de belki Bilye'yi görürüm diye düşünüyordum açıkçası. Yani hain yaratık, ben onu yıkadıktan, yemek su verdikten sonra benimle işi bitmiş miydi?

Darien'se ya bu gece, ya da sabaha doğru dönmüş olacaktı.

Şu kısacık zaman diliminde kalbimi saran özlem, gerçekten benim bile aklımı donduruyordu. Ne zaman Liberta garip şeyler anlatsa veya Anfia komik bir hareket yapsa, yanımda Darien'in de olmasını ve onunla birlikte gülmüş olmayı istemiştim. Gerçi o fazla gülmezdi de ben gülerken her zaman olduğu gibi yüzüme derin derin bakardı en azından. Sarı hareleri parıldardı ve çoğu insan bunu fark etmezdi. Ben boş şeylerden bahsederken bile sessizce beni dinlemesini ne kadar sevdiğimi ise daha yeni fark ediyordum. Her cümlesinin sonuna adımı eklemesini ve kendine özgü bir vurgulamayla söylemesini, onun bana yaşattığı her hissi ve her bir hissin kalbimi delicesine sarmalamasını seviyordum.

Çıkık elmacık kemiklerini, genelde çatık olan kaşlarını, güneşin her tonu olan gözlerini ve içimi titreten kirpiklerini sevdiğim gibi seviyordum. Yani... Nasıl sevmezdim ki?

Yanıma geldiğinde, ona öyle sıkı sarılacaktım ki zırhı hala üstünde olsa bile hissedecekti ne kadar sıkı sarıldığımı. Hem bence zaten, o da beni özlemişti. Umarım özlemişti yani. Sadece üç gün diye yokluğumu pek hissetmediyse büyük olay çıkartacaktım.

Umarım yaptığım mendili kaybetmemiştir, diye geçirdim içimden, Darien'in bana gösterdiği ve garip bir isim söylediği çiçeğe bakarken. Silver bişi demişti de, nereden hatırlayabilirdim ki o garip ismi şimdi? Adından bağımsız olarak, gereğinden fazla güzel bir çiçekti. Koyu maviden beyaza. En son geldiğimde solmak üzeydi ancak hala tüm yapraklarını kaybetmemişti. Soluyorken bile güzeldi.

Meyza gibiydi sahiden.

Zaten bahçede bir tane olan çiçeği koparmak yerine uzun uzun baksam da dikkatimi en son yine Chelsie çekti. Ona istediği kadar istirahat izni vermiştim ve Darien gitmeden önce onunla da konuşmuştum. Annesinin yanına iki tane şifacı gönderecektik. Haberi ona şifacılar eşyalarını toparlamayı bitirdiğinde söyleyecektim normalde. Chelsie ise bugün yine dinlenmek yerine yanımda durmak istediğini söylemişti, o andan beridir de ağzını tek kelime için bile aralamamıştı.

Chelsie'nin gözlerinin dolu ve titriyor olduğunu fark ettiğimde "Chelise?" Diye mırıldandım zayıf bir tonla. Yorgundu. Daha doğrusu... Mahvolmuş gibiydi. Birini kaybediyor olduğunu hissetmek... Parçalıyordu onu. Birkaç adım daha yaklaşmıştım. "Her şey yoluna girecek, söz veriyorum sana." Diye mırıldandım belki sarılmama izin verir diye tam yanında dururken. "Annenin yanına gitmesi için iki tane şifacı seçtik. Yarın yola çıkacaklar. Eminim ki-"

"Leydim." Dedi Chelsie titreye titreye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarken. Kalbim kasılıp kalırken, kafasını kaldırdı ve elimi tuttu. "Ö- özür dilerim. Başka çarem yoktu. Özür dilerim."

"Chelsie?" Dedim gözlerimi kırpıştırarak dikkatle yüzüne bakarken. Benden neden özür diliyordu ki?

"Yemin ederim başka çarem yoktu." Kafasını iki yana sallayarak. Yaşlar tüm yüzünü ıslatmıştı şimdi. "Y-Yapmazsam annemin ve kardeşimin öleceğini söyledi!"

Hayır, diye geçirdim inkarla içimden, yüzüm acıyla buruşurken.

Sakin kalmayı başararak Chelsie'nin gözlerine daha dikkatli baktığımda, ela harelerinin içinde hiç görmemiş olmayı dileyeceğim bir duyguyu gördüm. Suçluluktu. Onu mahvetmeye yetecek kadar büyük bir suçluluktu.

"Chelsie..." Dedim gözlerimi yavaşça açıp kapatarak, biraz da yalvarır gibi. Sorun her neyse, halledebiliriz kelimeleri dilimin ucundaydı ancak neyi yaşadığımı çok iyi bildiğimden, sadece gözlerim doldu ve ona öylece bakabildim. Suçluluğu ihanetinden doğuyordu.

Chelsie bir şeyi hızla yırtarak tuttuğu avucumun içine bıraktığında, ben daha elime tutuşturduğu şeyin ne olduğuna bakamadan son bir kez gözlerimin içine baktı. Affedilmeyi dileyen bir bakış değildi. Sadece, sonsuza dük bu yükü taşıyacağını gösteren bir bakıştı ancak hissettiği en büyük suçluluğun, verdiği karardan pişman olmaması olduğunu gördüm gözlerinde.

Etrafımı sarı bir ışık kapladığında ve ışıltıların arasına karıştığımda elime bakmama artık gerek yoktu. Bu, Anfia'nın beni ormanın kenarında bırakıp giderken kullandığı ışınlanma parşömeninin aynısıydı. Chelsie'nin asla elde edemeyeceği, sadece imparatorluk ailesinin elinde bulunan ışınlanma parşömeni.

Başım dönerken kağıdı elimden bıraktım ancak çok geçti. Kalbim ihanetin acısıyla kasıldı, Chelsie'nin bana sevgiyle baktığı her bir an gözümün önünü bulanıklaştırıyordu. Hastayken bana içirdiği çorba, okuduğum kitaplar hakkında yorumlar yapıp utanması, saçımı her zaman şefkatle taraması ve aynadan gözlerimin içine bakarken tüm kalbiyle gülümsemesi...

Bu anların hepsi mi ihanetle lekelenecekti şimdi?

Gözlerim dolu dolu, neredeyse ağlayacak haldeyken geceyi yaran altın ışıkların arasında, Batı kalesinin bahçesinden silinerek kayboldum. Nereye geldiğimi bilmesem de artık evimden çok uzakta olduğumu biliyordum.

Kendimi, dalgaların kıyıya vurduğunu duyabildiğim ve sahile yakın bir yolda, ayakta değil de yerde bulduğumda ve güçlükle gözlerimi araladığımda önümde tonlarca zırhlı şövalye ve atlı vardı. Artık Batı'da değildik ancak gözlerimi dondurucu bir öfkeyle karşıma çevirdiğimde kalbim korkuyla donmadı, buz tutmadı gözlerimin aksine. Sadece öfkeyle sarsılıyordu içim.

"Meyza Isabel Windfield." Dedi karşımdaki adam, yüzünde keyifli, oldukça tekinsiz bir ifade varken. "Tanışabildik sonunda." Diyerek tam önümde durdu ve kalkmam için elini uzattı bana.

Elini düşünmeden, hışımla ittiğimde, sırıtması daha da büyüdü.

Yanılmıştım.

Sadece ben değil, ilk defa annem de yanılmıştı.

Kim olduğunu düşünmeme gerek bile yoktu. Kaisel de Karilya, karanlığı yaran sarı hareleri delicesine parıldarken ve kan kırmızısı saçları rüzgarda uçuşurken gözlerini kıstı. Gülümsemesi bir an olsun silinmemişti.

Canavarları bulmak için her zaman yatağımızın altına ya da içimize bakmamız gerekmiyordu belli ki.

"Arabaya bindirin Kuzey Varisini, yolumuz uzun biraz." Dedi eğlenerek, kafasını kenara eğerken. Darien'le aynı renk gözleri, çok farklı, kana susamış bir ifadeyle parladı. Tam da gözlerimin içine bakıyordu.

Bazen karşımızda dikiliyorlardı.























Bazen karşımızda dikiliyorlardı


KAİSEL










İG; busrrw
ALINTI PAYLAŞTIĞIM TİKTOK HESABIM;ekalineaa

 

Bölüm : 08.04.2025 23:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Elif Büşra Arslan / YAN SİMA / 11
Elif Büşra Arslan
YAN SİMA

184 Okunma

71 Oy

0 Takip
15
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...