14. Bölüm

14

Elif Büşra Arslan
ekalinea











KEYİFLİ OKUMALAR...























 

SİMA

SİMA

SİMA&DARİEN

SİMA&DARİEN

ANFİA DE KARİLYA

ANFİA DE KARİLYA

ANFİA DE KARİLYA

AİLEEN SİVESTA

KAİSEL LEO DE KARİLYA

KAİSEL LEO DE KARİLYA

KAİSEL LEO DE KARİLYA

LİBERTA DE ESANİL

LİBERTA DE ESANİL

ELİJAHDE HELEFNA

 






















 

14





 

Bir defasında babam, hiçbir şeyden korkmadığını söylemişti.

Anlamamıştım doğrusu. Çünkü benim korktuğum o kadar çok, o kadar çok şey vardı ki...

Sarsak adım sesleri mesela. Titrek ellerle açılmaya çalışılan kapı kilitleri, çok sevdiğim kitapların açık uçlu bitmesi, annemi gördüğüm rüyalardan uyanıp durmam... İhanete uğramam mesela. Suna Rüzgar gibi, Sima Rüzgar'ın da ihanete uğraması; Annemle aynı kalp yarasını göğsümde taşımam, çok sevip de yarı yolda kalmam yani. Kanatlı böceklerin üstüme doğru uçması, uyumam gerekirken gözüme zerresinin uğramaması... Saysam bitiremezdim. Her korktuğunda gözlerini sımsıkı yuman o kız çocuğu bendim.

Evet, büyüdükçe değişiyordu korkuların şekilleri, belki boğuyorlardı artık seni ve bana kalsaydı derdim ki, üstüne ne kadar zaman geçerse geçsin silinmiyordu bazıları.

Ancak sonra, çok sonra anlayabilmiştim o adamın geldiği, dikildiği noktayı.

Selim ellerimi ateşe tutmadan öncesinde, ucuna tutunup peşinden gidebileceğim bir tek hayallerim vardı ve parmaklarım kavrulurken onların da kül olup gözümün önünde uçuştuğunu hissetmiştim.

Korktuğum tek bir şey kalmamıştı o noktada benim de. Dahası yoktu. Dahası, olmamalıydı.

Geride bırakmaktan korktuğum ve acımı dindireceğine inandığım sevdiğim biri, değer verdiğim bir yer, korumak istediğim bir şey yoktu. Kalmamı da sağlayacak tek sebep bulamamıştım, sevgim yetmezdi o noktadan sonra kimseye ve kendim de dahildim buna. Çünkü yıllar boyunca, kıramadığım bir istismar döngüsünde sesimi çıkartmadığımdan, öyle öfkeliydim ki kendime, kollarımı kendime sarmam gereken anda şefkatin damlasını hissedememiştim yüreğimde. Bu şekilde anlamıştım zaten o adamı. Bu şekilde gelmiştim onun başından beridir durduğu noktaya.

Akif Rüzgar'ın korkusu yoktu bu hayatta çünkü sevmemişti ömrü boyunca Tanrı'nın yarattığı tek bir kulu, tek bir parçayı dahi. Ne karısı, ne kızı ne de üvey evladı. Seven insanın yüreğinde titreşen korku taneleri olurdu ancak onun kendine bile kapalı olan kör bir yüreği vardı. Benim aksime sesi çıkmadığından değil, kalbine el uzatılmaya değecek bir adam olmadığını çok iyi bildiğindendi bu kayıtsızlığı.

On dokuz sene sonra baba demeye utandığım bu adamla aynı yerde dikiliyor olmak ise sanki kanımı çekmişti bedenimden.

Gözümün önünde uçuşan küller. Küller ya da silinen hayaller. Kulağımın duymadığı bir fısıldı. Bir dua. Bir yakarış. Yaşamak istemiyorum artık. Gözümün algılamaya korktuğu kocaman bir beyazlık. Duyduğumu hissettiğim fakat sonrasında tatlı bir rüya görmüşüm gibi kendiliğinden silinen fısıltılar. Güzelce yaşa, demiş sanki biri. En güzel yerlerde çiçekler açsın yüreğin, kız kardeşim...

Sonra kendiminkinden tamamen farklı bir dünyada başlamıştım her şeye, yeniden. Korkular da yeniden içimi tırmalamaya, zihnimin gerisinden bana bir şeyler fısıldamaya başlamıştı. Çünkü yeniden, tutunacak bir hayal bırakılmıştı avuçlarımın arasına. Kaybedebileceğim bir şey, bir parıltı. Korumam gereken en değerli şey. Başta, ya geri dönersen diyordu benliğim bana. Ya kaybedersen bu şansını da? Sonra Meyza'nın anılarını görmeye başlamıştım. Demişti ki bu defa, ya bildiğin her şey aldatmacaysa? Ya, yerine geçtiğin kadının acısı yerlere göklere sığmayacak kadar fazlaysa?

O sesi hala susturamamıştım mesela. Meyza söz konusuyken yüreğim hiç dinmiyordu. Damarlarımda ve kanımda hissettiğim bir sızlama, içimde hiç bilmediğim köşeleri bile yakıyordu. Meyza, diyordum ben de. Ancak sözlerim tamamlanmıyordu. Neredesin şimdi Meyza?

Ne yaptılar sana?

Meyza'nın ömrünü izlemek, içimde kayıp olduğunu bile bilmediğim bir parçanın tamamlanmasına benziyordu ancak gördüklerimle beraber boğulduğumu hissetmekten öteye geçemiyordum.

Çünkü Meyza, onu izlerken tonlarca ifade sunmuştu bana ancak hiçbirinde gülüşünün sesini duymamıştım.

Bir ışıltıydı o benim için. Belki hayatıma dokunsa, beraber alev alabileceğimizi de bilinmeze sürüklenebileceğimizi de bildiğim. Ancak hiç tutunamamıştım o soğuk ışık parçasına. Ben onu tanıyamadan, kayıp gitmişti parmaklarımın arasından.

İnsanlar kayan yıldızlara bakıp dilek tutarlardı ancak yıldızlar yolculuk ettiği için gökyüzünde kaymazlardı. Onlar parça parça alev alır, evreni aydınlatıp sonsuzlukta kaybolurlardı. Dileklerin hepsi, ölmüş bir ruhun yolculuğuna tutunurdu kısaca.

Meyze Isaber Windfield, benim kayan yıldızımdı ancak iyi dileklerimin hepsi, onun içindi.

Sonra...

Darien vardı bir de.

Darien'le tanışmak, tüm yüreğimi ürpertmişti uzun zaman sonra. Gerçek korkunun ne olduğunu iliklerime kadar hissetmiştim, heyecanımı yok sayıp gerisine baktığımda.

Bazen birine bakınca, size verebileceği potansiyel zararı gözlerinde görürdünüz. Darien'in altın gözlerine bakınca ve satırlardan fırlayıp gerçeğe döküldüğünü anlayınca, ihtimaller dahilindeki bir kalp kırıklığına değil kendi yıkımıma şahit olmuştum. Kalbim resmen yerinde sallanmıştı.

Bu adam, diyip durmuştu zihnimin gerisindeki ses. Bu adam, bu adam, bu adam... Seni mahvedebilir Sima.

Bu adam demiştim ben de. Bu adam, bu adam, bu adam... Belki de beni kırmadan tutabilir ellerimi.

Neyin güveniydi bu, bilmiyordum bile. Deli cesaretiydi ona attığım her adımın arkasında duran. Evet, onu korumak istemiştim yazılan kaderinden ancak bu muydu sadece? Karşımda durup da kaşlarını çattığı ve güneş ışıklarının teninde nasıl kıpraştığını gördükten sonra, hem kurtulmasını, hem de... Sevmesini dilemiştim beni. Bir masal kahramanı olmak istediğimden değildi ama... Ne bileyim, ben mucizelere inansam da hiçbirinin başıma geleceğine inanmazdım ve bir gün onun karşısına geçebilmiştim. Bir mucizeye daha inanmak, yıkımım olacaksa da olsun demiştim. Varsın olsun, yaşanabilecekler buna değmez mi?

Yine de hayatımda daha önce kimseyi kalbime alamamışken birini böylesine sevebileceğim, benim de aklıma gelmezdi. Sanki başından beridir onu beklemişim gibi. Sanki, kalbim kendini sadece ona adamak için on dokuz sene kapatmış gibi.

Her gece uyumadan önce kendime bu kalp fazlasını kaldıramaz diyordum ancak sabah uyanıyordum ve bu kalp, çok daha fazlasını alıyordu içine. Her bir defasında. Sonu yoktu bunun.

Benim için buraya gelmek, bir kabustan uyanıp gündüz düşüne tutulmaktı ve Darien, sayfalarda kalmış bir karakter değil, benim gerçekliğimdi.

İnsanlar bir şeylere tutulur giderdi. Güce mesela. Paraya ya da şöhrete. Diğerlerinin ona duyduğu saygıya ya da beslediği korkuya. Bunun için birini sevmeden önce de karşılarındaki insanda onu ararlardı. Güçse güç, paraysa para. Belki güzellikse güzellik. Her neyi arzuluyorsa işte. Belki kendilerinde olanı, belki eksik parçalarını. Mutlaka, mutlaka bir şeyleri arıyor olurlardı.

Meyza, söz konusu olabileceklerin her birine sahipti. Bana kalırsa iç donduran bir güzelliği vardı ancak Darien en başta yüzüme bakıp da tutulmamıştı bana. Paramı kullanmamıştı. Şimdiye dek ben defalarca öne sürsem bile istememişti elmas madenlerini. Ordumu getirmemi de istememişti. İnsanlar karşıya bakınca tüm çıplaklığıyla öyle kolayca göremezdi her şeyi ancak Darien, öyle değildi. Bir şekilde beklemiş, beni görmüştü. Yıllarca kendimden başka kimsenin duymadığı sesimi o dinlemişti. Evet, sevdiğini söylemişti bana ve beni dünyanın en mutlu kadını yapmıştı bu şekilde ancak saklı gerçek, başından beridir gözlerimin içine bakıp ardında gördüğü kişiyi sevmesiydi. Hiçbir şeyi olmayan, yalnız bir ruhu. Sima'yı. Bütünüyle hem de.

Darien tarafından sevilmek, yüreğimi ışıklar içinde yıkamak gibiydi.

Onu sevmek ise tüm karanlığın karşısında tek başıma dikilmek anlamına gelecekse, sorun yoktu benim için. Bu evren, hissettiyse eğer buraya ait olmadığımı ve kopartacaksa beni sevdiklerimin yanından, bu yarayacaksa sevgilimin kaderini ışıltılar arasında tutmaya; önceki hayatıma dönmem gerektiği anlamına gelse bile gidecektim. Sonra ömrüm boyunca acı çekeceksem de sorun yoktu çünkü Darien yaşamalıydı. Mutlu olmalıydı. Tanrı aşkına, çok mutlu olmalıydı. Ona sunulan sondaki birkaç belirsiz paragrafın çok çok daha ötesinde bir mutluluk olmalıydı bu.

Zihnimdeki ses şimdi diyordu ki, Artık korkmuyor musun yani, ilerleyeceğin yoldan?

Tutmaya çalışsalar da kurtulup ne denli ileri sıçrayacağından?

Peki ya... İlerlerken yapacaklarından?

Hayır.

Yanıt sadece hayırdı.

Sevdiğim insanlar, beni asla tatmadığım bir korkuyla tanıştırmıştı. Daha önce, kimseye bir şey olacak diye yüreğim kanamamıştı. Kimsenin canının acısı yakmamıştı kalbimi. Şimdiye ödüm kopuyordu, Darien'e bir şey olursa diye. Fısıldayan ses, söz konusu oyken bağırmaya da başlamıştı. Ya koruyamazsan onu? Ya kaybedersen bu savaşını da? Ya sevdiğin adamın kaderi, yazıp çizilenden çok daha beterse ve sen kalakalırsan öylece?

Dünyayı siyah beyaz görmek senin kaderin değil mi Sima?

Bu korkular titretirken ruhumun her köşesini, kuşandığım şey bu felaket senaryolarından hiçbiri yaşanmasın diye cesaretti.

Belki akıl almaz bir çelişkiydi ancak cesaretimin kaynağı korkularımdı işte.

Bu yolda kendi başıma gelebilecek olan şeylere dair olan endişelerimden ise bütünüyle arınmıştım. Mutlu bir son dilemediğimden değildi. Her şeyden çok isterdim dilediğimce yaşamayı ancak önceliğim kendi sonum değildi, o kadar.

Kalanların sonu güzel olsun diyeyse elimden geleni yapacaktım.

Böylece bakışlarım, karşı karşıya oturan iki kardeşe kaydı.

İkisi de Kuzey Askerleri'nin kendilerine dokunmasına izin vermemişti. Darien, dokunanın sonunu getirecekmiş gibi bir ifadeyle eve doğru yürürken Kaisel'in ne düşündüğünü anlamayacağım maskesi yüzüne yerleşmişti.

Bunun haricinde benim askerlerim dahil, donan ve sadece kafaları açıkta kalan herkes yaptıklarımdan dolayı biraz şaşkındı. Yani, nasıl olmazlardı ki? Bir zaman öncesinde büyü kullandığında bayılan bendim ve hiç büyü kullandığı görülmeyen de Meyza'ydı.

Buz büyüsü yıllar sonra beklenmedik bir zamanda, öngörülemez bir karmaşanın ortasında ortaya çıkmıştı.

Darien, bana kızgın olmalı ki eve yürüdüğü süre boyunca gözlerini bir kere olsun yüzüme çevirmemişti. Ölümüne bir dövüşün içinden çıkmıştı ancak adımları sağlamdı. Siyah gömleğinin yaka kısmı parçalanmıştı ve bazı yerler koyulaşmıştı. Pelerini çıkmıştı dövüşürken ve kan lekesi olduğunu biliyordum üstündekilerin. Kılıcını bıraktığı yerden almamıştı ve dağınık siyah saçlarından bir elini öfkeyle geçirmiş, ancak düzeltmeye uğraşmamıştı. Sadece, baktığı yeri yakan bakışlarıyla ilerlemeye devam etmişti.

İkisi de salona ilerlerken, evden çıkmak için duvara yapıştırdığım ve buzlar içinde kalan muhafızlara bakmışlardı. Callisto, karmakarışık bir ifadeyle kaşlarını çatarken Liberta etrafa saçılmış buzları ilgili bir ifadeyle incelemişti. Ne yorum yapmıştı, ne de bana bir şey söylemişti. Başındaki ince taçla aynı renk çakıl taşlarını andıran gözleri, tetikte olduğunu saklamaya uğraşmıyordu. Simsiyah saçları kalın örgülerle toplanmıştı. Üstünde sayamayacağım kadar çok hançer vardı. Bacaklarında, kollarında ve anladığım kadarıyla pelerinin içinde. Kaşlarını çatmayı bırakmamıştı ve sık sık, öfkeyle Kaisel'e bakıyordu. Kaisel ise, Liberta'ya yakından düz bir bakış atmış, gözleri biraz tacında oyalanmıştı. Sonrasında kıyafetlerinde. Sarı hareleri düşünceli bir şekilde kısılsa da bir şey söylememişti. Kafasında yüzlerce tilkinin dans ettiğine yemin edebilirdim.

Darien ancak o an bana doğru bir bakış atmıştı. Yüzünde herhangi bir ifade yoktu ve güneş rengi hareleri içimi titretecek kadar donuktu. Aramızda birkaç adımlık mesafe vardı ve kalbim her çarpışında acıyordu çünkü onu görmüştüm, ancak özlemim geçmemişti. Korkunç derecede öfkeliydi bana ama o an, kaşlarımı çatarak karşılık vermedim ona.

Göğsüme yavaşça yayılan ağrıyla, bir pençe kalbimi avucunun içine almış da sıkmaya başlamış gibi hissederken bunu görmezden geldim. Liberta, masadan çektiği sandalyeye ters bir şekilde oturduğunda, sadece ben ve Callisto ayakta kalmıştık.

Callisto, yorgun olduğu her halinden belli olsa da parıltılarla dolu berrak yeşil harelerini bana dikti ve başıyla Darien ile Kaisel'i işaret etti. "Konuştur bakalım." Dedi kollarını da birbirine bağlarken. "Çöz her şeyi, Sima."

Ona ters bir bakış attıktan sonra yutkunarak Darien'e döndüm.

Bakışlarım bir süre yüzünde dolandı. Şimdi aramızda metreler olmadığından, altın gözlerini net bir şekilde görebiliyordum. Gecenin rengini taşıyan saçları, darmadağınıktı. Elmacık kemiği morarmış, dudağı ve kaşı patlamıştı. Kaşından sızan kan yüzünde ince bir çizgi çekmiş, çenesinin altına kadar uzanıyordu ve gözlerinde, tehlikeli parıltılar dolanıyordu. Sanki her an yerinden kalkıp Kaisel'in boğazına bir hançer yaslamaya hazırmış gibiydi. Bana bakmadı ancak benim onu izlediğimi biliyordu. Kollarının arasına atılmamı söyleyen bir yanım vardı. Yanık tenine ve yüz hatlarına baktıkça bu istek çoğaldı. Darien'e yakın olup uzağında durmak, azaptı. Kendimi dizginlemek zorlaştığından diğer prense döndüm.

Kaisel'in, alnındaki yaradan sızan kan yüzünün yarısını kaplamıştı. Elleri bere içindeydi. Rahatça bacak bacak üstüne atmış olmasına rağmen bir gözü şimdiden şişmeye başlamıştı. Ayrıca, sanırım hala kan kaybediyordu. Kanlar süzülüyordu yüzünden ancak Veliaht'ımızın umru değildi.

Şimdi ellerinin etrafında elektrikler yoktu ancak ikisi her göze göze geldiğinde gerilimden havadaki bir şeyler parçalanıyormuş gibi hissediyordum. Onlara baktım ve baktım ancak ikisinin de bana dönmeyeceğini anladığımda dudaklarımdan bıkkın bir nefes kaçtı.

"Birbirinizi öldürmenizi istemiyorum." Dedim doğrudan.

Gerilim mümkünmüş gibi arttı.

Darien, yavaşça gözlerini bana çevirdi. Buz gibi bakışları, göğsümün içinde yırtıcı bir kış başlatırken Kaisel alayla güldü. Dilini, acele etmeden kan bulaşmış dişlerinin üstünden geçirdi. "Ben de etrafta uçan atlar istiyorum Snezhinka."

"Bunu alaya alamazsın." Dedim karşı çıkarak. Yüzünde hala, hala bir gram olsun ciddiyet yoktu. Sanki az önce kardeşiyle birbirlerinin boğazına yapışmamışlar da hala kanamıyorlarmış gibi...

"Snezhinka ne demek Tanrı aşkına?" Diye mırıldandı Callisto ve Darien'in buz gibi bakışları, abisinin yüzüne çevrildi. Çenesi kasılırken, Tanrı şahit, bakışlarla birini öldürmek mümkün olsaydı o an Kaisel yüzündeki gülümsemeyle yüzlerce kez mezara girerdi.

Kafamı iki yana salladım. "Birbirinizi öldürmeye çalışmanızı izlemeyeceğim."

Sonunda, Kaisel'in yüzündeki sırıtış benim sözlerimle yavaşça silindi. Ne denli ciddi olduğumu zaten biliyordu ancak durmaya niyetimin olmadığını şimdi anlamıştı. Donuk gözlerle baktı o da bana. "Sana tam da bunun için, savaştan uzak durup yerinde beklemeni söyledim. İzlemek zorunda değilsin zaten, tatlım."

Darien, yavaşça bana çevirdi bakışlarını. Kaşlarını çatmadı ancak keşke, herhangi bir ifade olsaydı suratında. "Neden Sima?" Diye sordu oldukça düz bir sesle.

Sesi, içimde akan nehirlere karlar yağdırırken elbisemin eteklerini sıkıca kavradım. Şöminelerin sönmüştü, kapılar ve pencereler açıktı. Her biri. Yer buz gibiydi. Çıplak ayaklarımdan göğsüme doğru tırmanan batma hissini umursamadım. Darien'in kayıtsızlığı daha çok batıyordu canıma.

"Birkaç gün içinde, onu öldürmeme karşı çıkacağın kadar acıklı olan hangi masalı anlattı sana da inandın?" Diye devam etti Darien.

Sesine karışan o soğuk alay yüzünden kaşlarım çatıldı ve ellerim daha sıkı bir yumruk halini aldı. Darien yavaşça ellerime baktı. Ardından bakışları yüzüme tırmandı. Kaşı hala kanarken, göğsüme çizik atmışlar gibi hissetmekten alıkoyamadım kendimi. Bana ne denli sinirli olursa olsun canının acıdığını düşünmek bile ruhumu sancıtıyordu. Bas bas bağırıp şifacıları çağırmamak çok zordu ancak bu konuşmanın tamamlanması gerektiğini biliyordum. Acilen hem de. Bunun için bakışlarına aynen karşılık verip çenemi havaya doğru kaldırdım.

"Bu adam seni kaçırdı." Dedi Liberta ciddiyetle, bu dövüşe engel olmaya devam edeceğimi ve geri adım atmayacağımı anladığında. Kafası karışmış gibiydi. Gri harelerinde tonlarca fırtına vardı sanki. Anlamak ister gibi gözleri benim ve Kaisel'in arasında gidip geliyordu. Belki de başından beridir hain olduğuma inanmasına ramak kalmıştı.

"İşte favori cümlem." Diye homurdandı Kaisel. Elini gözlerini devirirken kızıl saçlarının arasından geçirdi. Liberta, odağına onu aldığı anda hareleri geçilmez bir duvarla kuşatıldı. Kaisel, onun bu bakışına karşılık kafasını hafifçe eğdi. Rahatsız olmuş gibi görünmekten çok, meydan okumalara bir tür zaafı varmış gibi delice parıltılar geçti Veliaht Prens'in gözlerinden.

İç çekerek Darien'e döndüm. "Bana masal anlattığı falan yok, Darien." Dedim kaşlarım da çatılırken.

Darien, soğuk gözlerle bana baktı ve bakışları yüzümde dolandı öylece. "Bana artık neden bu adamın ölmesini istemediğini, mantıklı cümlelerle açıkla Sima. Akla yatkın sebeplerle." Dedi hala sabırlı kalmaya çalışan bir ses tonuyla. Akla yatkını özellikle vurgulamıştı. O sabrın sınırının belli ki birkaç, hatta belki de tek adım gerisindeydik.

Kaisel, cevabı kendi de bekler gibi bana dönerken Callisto da kaşlarını çattı. Liberta yeniden bana döndü. İlgilerinin üstümdeki yoğunluğu kafamın içinde uğultulara yol açıyordu.

Bir süre boyunca olduğum yerde dikildim. Ona baktım, beni anlaması için. "Birbirinizi bir kez olsun dinlemediniz bile." Diye mırıldandım, yatıştırıcı bir tonda.

Darien, bu defa kaşlarını çattı. Öfkeyle dudaklarını kıvırdı yeniden. Baş ve işaret parmağıyla burun kemerini sıkıp iç çekti ardından. "Sima biz neden buradayız tam olarak? Sırf keyfimden, oyun olsun diye mi tüm Kuzey'i ve Batı'yı alıp geldim buraya?"

Sert sesi, bir anlığına gözlerimi açıp kapatmamı sağladı.

Benim için buradalardı.

Evet, Kaisel'i öldürmek öncelikleri arasındaydı ancak elini kana taht için değil, benim için bulayacaktı.

Ağırlığımı bir ayağımdan ötekine verdim. "İşler iyi başlamamış olabilir ama-"

"İyi başlamak diye bir şey yok. Öldürmemem için orduları dondurduğun adamın yaptığı şey, bizzat bu savaşı başlatmaktı." Kan donduran sesi, kelimelerin aramızda asılı kalmasını sağlarken bir an olsun Kaisel'e bakmadı. Altın gözlerindeki tüm öfke, tüm fırtına bana yönelikti.

"Teknik olarak savaş başlattığı falan yok." Dedim kafamı eğerek ben de kaşlarımı çatarken.

Kaisel'i savunmak öyle zordu ki ayaklarımı yerlere çarpmak istiyordum. Üstelik kendisinin hiçbir şekilde yardımcı olduğu yoktu bana. Susuyordu ya da sırıtıyordu.

Darien kaşlarını kaldırdı. "Sen benim nişanlımsın, Sima. Seni kaçırmanın değil, saçının teline dokunmanın dahi ölüm bayrağı kaldırmaktan farkı yok. Bunu Batı'ya geldikten sonra öğrenmiş olman gerekirdi."

İçimde dünyalar yıkıldı. Darien, söylediklerine tezat olarak cehennemin buz nehirlerini indirmişti bakışlarına ve sesine.

"O halde farz et ki..." Diyip duraksadım bir anlığına. Gözleri kısıldı. İçim titredi. "Savaşı başlatan buysa farz et ki kendi isteğimle geldim." Gözümü yumdum ve bir an sonra midem kasılırken araladım. "Zorlamadı beni."

Darien'in gözleri, ölümden daha soğuk bakıyordu şimdi. Çenesi kasıldı. Tüm bedeni gözle görülür şekilde gerildiğinde alnında resmen bir damar atmaya başlamıştı. Callisto kafasını iki yana salladı. Şimdi pek de eğleniyor gibi gözükmüyordu. "Pekala, ağzından çıkanı kulağın duymuyor senin." Diye konuştu sertçe.

Kaisel, anlamazca bakıyordu bana. Bu defa, söylediklerime karşı çıkmakla bu olayın nereye varacağını görmek arasında kalmış gibiydi ancak asıl merakı; tamamen bana yönelikti. Ne yapmaya çalışıyorsun? Aklından geçen buydu buydu. İlgi dolu parıltılar harelerinin çevresindeydi.

"Bu söylediğin." Dedi Liberta berrak sesiyle. Kaşları çatık değildi ancak bakışları hançerden keskindi. "Seni düşmanımız yapar Meyza."

Bir anlığına irkildim.

Düşman.

Kötü kadın.

Kurban edilecek olan, kaderiyse yarım.

"Tanrı aşkına, sen kimsin?" Diye mırıldandı Kaisel bana ya da Darien'e sataşmak yerine sonunda Liberta'ya bakarak. Dikkatim bu şekilde dağıldı ve saniyelik olarak girdiğim transtan çıktım. Darien'in bakışlarını üstümde hissediyordum. Kaisel'inse gözleri yoğun bir küçümsemeyle kısıldı. Bir daha tacına baktı Liberta'nın ve Darien'e döndü. "Esanil'in prenses kılıklı komutanlarını mı peşine takıp geldin buraya?" Dedi sonunda alayla

Liberta kafasını eğdi hafifçe. Darien, Kaisel'e ters bir bakış attı aynı anda. Kaisel, orduların armasını gördüğünden, gelenin hangi kraliyete ait olduğunu biliyordu ancak dahası, Liberta'nın Prenses olduğunu da anlamış olmalıydı, aptal bir adam değildi. Liberta bu kışkırtmaya karşılık olarak hafifçe gülümsedi. Ensemden aşağı inen ürperti, Kaisel'in ağzını kapatmak istememe sebep olurken Darien, gözlerini abisinden çekti ve böylece ona döndüm.

"Elçiler ve kaçırılma haricinde, esas mesele taht, değil mi?" Diye sordum elimden geldiğince düz bir şekilde. Callisto gözlerini kısarak yerinde kıpırdandı. Vücudu da gözle görülür şekilde gerilirken odanın ısısı sanki sorduğum şeyler beraber öylece düşmüştü. Darien yine sessiz kalırken bu defa Kaisel doğrudan bana baktı ve kaşlarını çattı.

Sorduğum soru her nedense, hoşuna gitmemişti.

"Sima." Dedi karanlığın yuva kurduğu ses tonuyla. Dur artık, der gibi söylediği gerçek adımın onun ağzından dökülmesi, Darien'in sarı harelerine daha önce orada hiç görmediğim tonda bir kıvılcımın yerleşmesine sebep oldu. Öyle ki, bakışlarına ölümün gölgesi düştü sanki. İsmimi Kaisel'in dudaklarından duyması da belli ki onun hoşuna gitmemişti. Aynı anda "Boşuna tüm bu uğraşın." Diye kollarını birbirine bağlayarak tamamladı cümlesine Kaisel.

Öfke bütünüyle beni sarmalarken "Şu çeneni artık bir kapat!" Diye çıkıştım ona bakarak. Kaşları anında havaya fırlarken bir anlığına sessizlik oldu. Duyduğumuz tek şey buzlardan gelen çatırdamaydı. Elimle dış kapıyı işaret ettim. "İkinizin de askerleri zaten dışarıda! Savaş ciddi anlamda kapımızın dışında yani, tamam! Çok meraklısınız yılların hesabını kapatmaya farkındayım ancak küçük çocuklar gibi somurtmak ya da sızlanıp durmak yerine biraz sakinleşseniz zaten hiçbir derdimiz kalmayacak!"

Kaisel gözlerini kırptı birkaç kere. Darien, öfkesinden bir anlığına sıyrılarak kafasını yana eğdi.

"Konuşup da anlaşamazsak elini kolunu tamamen çekeceksin yani, doğru mu anladım tatlım?" Dedi Kaisel şüpheyle.

"Başka napabilirim?" Diye sordum ters bir şekilde. "Sonsuza kadar sizi ya da askerlerinizi donduracak değilim ya." Gözlerimi devirdim.

Callisto büyük bir dikkatle bana baktı. İçinde bulunduğu gerginlikten o an kurtulmuş, gülmekle gülmemek arasında kalmış gibiydi. "Bir konuşma için kıyameti kopartmak." Dedi kendi söylediğine bile inanamıyormuş gibi. "Tam senlik şeydi zaten."

Birkaç adım atarak Darien'in tam yanında durdum. Oturduğu yerden bana bakmak için kafasını hafifçe kaldırdığında, yapmak istediğim uzanıp yumruk atmaktan mahvolmuş ellerini tutmaktı ancak bunun yerine kendi ellerimi birleştirdim ve iç çektim. Yaralarını yakından görmek içilin burkulmasına sebep olmuştu ve bu sırada bakışları bendeydi. Her zamanki gibi, yüzümün her santimine dikkatle baktı. Saçlarıma, ellerime, kirpiklerime, elbiseme...

Kaisel'e döndüm. "Söylediğim gibi, eğer sen başta saçma sapan hareketlerde bulunmasaydın Darien, taht için sana saldırmayacaktı."

Liberta hafif bir şaşkınlıkla yerinden doğrulurken Kaisel direkt olarak kardeşine döndü ancak Darien'in söylediklerime karşı çıkmamış olması zaten bir onaydı. Kaisel anlamazca ona bakmaya devam ettiğinde Darien, ona tersçe bakarak karşılık verdi.

Kaisel, düpedüz bir şaşkınlıkla hafifçe kaşlarını çattı.

"Tabi-" diyerek araya girdi Liberta. "Halkının acı çekmesine göz yumduğun ve bu zamana kadar darbe yapmasan bile içerden de müdahale etmediğini dikkate alırsak taht için doğru kişi olmadığın ortada."

"Pekala minik politikacı." Dedi Kaisel sert bir şekilde ona dönerek. "İçten müdahaleden bahsediyorsun. Ne yapılmasını önerirdin mesela?"

Liberta bu bir hakaretmiş gibi gözlerini kıstı.

"Küçük bölgeleri yöneten aileler, vergilendirmeyi kanunlara uygun şekilde değil kafalarına göre yapıyorlar. Denetlendirmen yollanmalıydı!"

"Haklısın, denetlendirmen yollanmalıydı çünkü imparatorluk ailesinin bu usulsüzlükten hiç haberi yoktur değil mi?" Dedi Kaisel alayla. Gözlerini devirdi. "O ailelerin hepsi aldıklarından İmparator'a da pay veriyorlar." Elini yeniden kan kırmızısı saçlarının arasından geçirdi hırsla. Öfkeliyken yaptığı bazı hareketler, Darien'inkilerin aynısıydı. "Buyur, sürekli bahsettiğin darbeyi yapmadan onları denetlendirmen yollamaya ikna et. Kabul ederlerse de gönderdikleri adamın kendi taraflarında olmadığına dair kendine masallar anlat." Tükürürcesine suratını buruşturdu Kaisel. "Adı unutulmaya yüz tutmuş bir krallığın prensesini dinlemeye razı gelirlerse tabii."

Liberta'nın su kadar berrak gri bakışlarının üstüne adeta karanlık çökerken ve elleri sımsıkı kapanıp yumruk haline geldi ancak Darien de ben de şaşırmadık. Kaisel'in, Liberta'nın kimliğini anlamadığını düşünmek saçmalıktı. Başından beridir gözlerini kısarak anlaşılmaz şekilde Liberta'nın gri harelerine ve gri mücevherli tacına bakıp duruyordu. Esanil Prenses'i bu zamana kadar kendini ne sebepten gizlemeyi seçmişti bilmiyorum ancak saklanmak buraya kadardı.

"İmparator bizzat işin içindeyse bu sadece onu yok etmek için bir sebep daha olur." Dedi Liberta, kendini sakin kalmaya zorlayarak. "Bunu geciktirdiğiniz her gün, aptal soylularınızın yönetimi altında, halk açlıktan kırılıyor. Ekinlerden ellerine geçen her şeyi lordlarına veriliyorlar. Hasat yoksa hayvanlarını, evdeki eşyalarını, yakacak odunlarını satıyorlar. Neden biliyor musun? O baronlar ya da dükler istedikleri akıl almaz miktardaki vergiler gecikince ne yapıyor sence?" Liberta duraksayıp gülümsediğinde, gülümseyişi zehirli bir sarmaşıktan farksızdı. "Köy meydanlarında derilerini yüzüyor parayı geciktirmiş olan tüm ailenin. Yaşlı ya da çocuk demeden hepsinin, sevgili Veliaht Prens."

Kaisel'in viski rengi gözlerinin içinde adeta yıldızlar patladı. Kıyametin kızıllığı o an gözlerine çökse de düz ifadesinde hiçbir değişim olmadı. Callisto sessizce Kaisel'i izliyordu. Tetikte olmayı bir an olsun bırakmamıştı. Ani bir hareket atağa geçmesine yetecek gibiydi. Darien ise elini çenesine yaslamıştı. Kaşları çatıktı. Bir şeyi çözmeye çalıştığını ya da şüphelendiğini hissetsem bile sessiz kaldım.

"İmparatoru öldürüp başa geçtiğim anda ne olacağını düşünüyorsun?" Dedi bu defa Kaisel, karşılık olarak. "Baştakiler halkı gerçek anlamında canından bezdirmiş olsa da tamamen içlerine girip zehri kökünden arıtmadığın sürece kurduğun tüm planlar domino taşı gibi olacak. En ufak tökezleyişinde sen de devrileceksin." Sesinde öfke yoktu bu defa Kaisel'in. Bakışları gibi soğuk ve dümdüzdü.

Huzursuzca kollarımı birbirine doladım. Kaisel, bunu yapmayı daha önce düşünmüş gibi konuşuyordu.

Ki bu da, öyle gözükmese de halkı önemsediği anlamına gelirdi.

O halde, başka bir çıkış yolu bulabilmiş miydi peki? Öylece bırakmış mıydı her şeyi?

Bir yerlerde kopukluk vardı başından beridir.

Liberta doğrudan Kaisel'in gözlerinin içine bakıyordu.

"Bu zinciri kırmak istiyorsan tek seferde hepsini oyundan çıkarmalısın, yavru aslan. İmparatorun kellesini alıp başa geçmeyle olacak iş değil." Diye devam etti Kaisel. Aslan, Esanil'in Kraliyet armasıydı. Liberta omuzlarını dikleştirdi.

Bu sırada Darien'in, gözlerini bile kırpmadan kardeşine bakıyor oluşu beni ürkütmeli miydi bilmiyordum. Eliyle çenesini ovdu yavaşça. Gözlerinden saniyede ucunu tutamadığım yüzlerce düşünce geçip gidiyordu.

Liberta'nın ifadesi bir an olsun bozulmadı. "Peki bu zinciri kırmak için herhangi bir şey yaptın mı?" Duraksayıp bana baktı. "Kardeşinin nişanlısını kaçırmaktan başka?" Dedi berrak bir sesle.

Kaisel bu defa anında cevap vermedi. Hafifçe kafasını eğdi. Kandan birbirine yapışmış kızıl tutamlar gözlerinin üstüne düştü. Bu tatsız sorgudan hoşlanmıyor olduğunu bir bıçak gibi gözlerini sabitlediği Liberta'dan belliydi ancak Prenses, hiç de oralı olmuyordu bu bakışlar karşısında. Darien, tıpkı delirmiş gibi güldüğünde, bir anlığına irkilerek ona döndüm.

"Ciddi olamazsın." Dedi kafasını iki yana sallayarak. Aklındakilerin vardığı noktanın neresi olabileceğini düşünmek beni korkuttu. Kaisel rahatça kafasını kaldırıp dilini dudaklarının üstünden geçirirken Darien'in bu halini hiç garipsemeden ona baktı. Darien, çıldırmış gibi, ölümün gölgesini taşıyan gülüşüyle kaşlarını kaldırdı. Sanki hayatındaki en saçma şeyi görmüş ya da duymuş gibi öfkeyle çevriliydi bakışları. "Amacın bugün bana kendini öldürtmek miydi?" Diye sordu sakin gibi gözüken, aldatıcı bir sesle. Kaisel, cevap vermeden kardeşine baktığında, Darien de gülümsemeyi kesti. Kimse ne olduğunu anlamadan kalktı ve Kaisel'in yakasına yapışarak onu da kaldırdı.

"Siktiğimin ülkesini kurtarmak için planın bu muydu? Kendini ve aileni katlettirip her şeyi yönetimden uzak kalmış kardeşlerine bırakmak mı!?" Darien, Kaisel'i öfkeyle sarsıyor olsa da o an kimse onu durdurmadı. Herkes donup kalmıştı çünkü.

Başından beridir var olan tutarsızlık... Kaisel'in Darien'in tahtı istemediği düşüncesine ondan duyana kadar inatla inanmayı reddetmesi. Beni kaçırması, lakin bir şey yapmaması. Kuzey'in varisini düşmanı olmasına rağmen sağ bırakması.

Anfia'yı Darien'in yanına göndermesi.

Halk için bir şeyler düşünmesi ancak başa geçmemesi.

Kaisel, yine alayla Darien'e baktı. "Beni öldürebileceğine neden bu kadar eminsin ki kardeşim? Gururumu kırıyorsun bak."

"Sikerim senin gururunu!" Diye bağırdı Callisto beklenmedik bir şekilde. Parçaları birleştirmesi pek de uzun sürmemişti ve şoktan sıyrıldığı an öfkesini kuşanmıştı. "Ulan, tahtı bırakıp siktir olup gitseydin o zaman. Bu ne biçim tezgah! Araya orduları soktun. Araya savaş soktun! Kardeşi kardeşe katlettirmek ne kazandıracak lan sana? Annenin yanında kala kala sıyırdın mı iyice!?" Callisto kılıcını kınından çektiği için Liberta ile aynı anda onun koluna yapıştık ancak o, sanki Kaisel'e zarar vermeden huzurlu bir nefes alamayacakmış gibi ileri gitmeye çalışıyordu.

Darien, Kaisel'i sertçe bıraktı. "Callisto." Dedi sert bir şekilde yalnızca. Callisto, bir anlığına gözünü kapatıp açtıktan sonra aniden, kılıcını gürültüyle yere bıraktı ve biz şaşkınlıkla yere bakarken yumruğunu, Kaisel'e geçirdi. Ardındansa geri çekildi. "Bu sadece Batı'nın Düşesini kaçırma cüretinde bulunduğun içindi." Dedi ve yerdeki kılıcını hiçbir şey olmamış gibi geri aldı. Sanki başından beridir bunu yapmayı bekliyormuş gibi gözükmesine mi kafa yormalıydım Kaisel'in kendine vurulmasına izin vermesine mi bilmiyorum.

Nefesim bir şekilde içime kaçarken Callisto gözlerini bana hiç değdirmedi. Darien de duruma şaşırmış gözükmüyordu. Kaisel eliyle çenesini sıvazlayıp surat astı. Bir şeyler mırıldandı ağzının içinde ancak ne dediği de anlaşılmadı. Kendinden ödün vermeden Darien'in onu kaldırdığı yerine oturup bacak bacak üstüne attı.

Darien, soğuk gözlerle abisini izledi. "Hangi mantıkla nasıl bir plan kurduysan, sikimde değil." Dedi tehditkar bir sesle. "Düzelteceksin bunu."

Liberta da yeniden çektiği sandalyeye kendini bıraktığında, etraf yine birkaç saniyeliğine sessizlik içinde kaldı. Kaisel, Darien'e bir şey söyleyecekti ki Darien'in soğuk altınları bana döndü. Dudaklarımı içine doğru kıvırdım.

İlk defa bu kadar öfkeliydi belki de bana. Sorun, Kaisel'i öldürmesine engel olmam değildi muhtemelen. Darien, beni tanıdığından olayların nasıl gelişmiş olabileceğini tahmin ediyor olmalıydı ama sebebi ne olursa olsun tehlikede olmamdan hoşlanmıyordu. Özellikle kendi isteğimle atladıklarımdan. Bunun için miydi bunca karmaşa der gibiydi ancak söz konusu olan şey ellerini abisinin kanına bulamasıydı.

Hiç de pişman olacakmış gibi gözükmüyordu öldürseydi de abisini.

Kaşlarım çatıldı benim de. "Pişman değilim." Dedim çenemi kaldırarak. "Abini mi öldürseydin?"

Darien yavaşça kafasını sallarken dilini yavaşça alt dudağının üstünden geçirdi. "Pişman değilsin." Dedi anlıyormuş gibi. "Çünkü, elimizdeki antik metinler senin geleceğini belirsiz kılarken, senin onların yönünü kötüye çekmek ister gibi önlere atılıp durmanın ne önemi var, değil mi?"

Bir an, çok kısa bir an Kaisel'le birbirimize baktık.

Darien, bu bakışmayı kaçırmadığı gibi huzursuz bir şekilde kaşlarını çattı. Gözleri de kısıldı aynı şekilde. Yutkundum.

Kaisel biliyordu. Ben de biliyordum. Ona söylemiştim. Meyza'nın yaşadığını hissedemiyordum. Belirsiz olan bir şey yoktu esasında. Bu gerçeği söylemediğim kişi ise, bana ne olursa olsun beraber kalacağımızı söyleyen Darien'di.

Kollarımla kendimi sararken, kalbim kulaklarımın içinde atmaya başladı sanki. Soğuk, tenimi delip geçmek isteyen bir bıçaktı. Dakikalardır buradaydık. Kapılar açıktı. Her yanda, bir yerlere yapışmış askerler ve benim yarattığım buzullar vardı. Şömineler sönmüştü. Dışarıda da buzlar vardı ve esen rüzgar içeri giriyordu. Ayaklarımın çırılçıplak olduğu gerçeği ise sadece komikti ancak işin sonucunda işte buradaydım. Gücüm zarar değilse bile bu defa gücümün yarattıkları zarardı bana.

Kalbim, beni buzların arasında kalmakla cezalandırıyordu. Kuzey'in kutsaması aynı zamanda lanetiydi de.

Kaisel, aniden kaşlarını çatarken iç çektim.

"Önemli olan sonuç, Darien." Dedim bu defa yumuşak bir sesle. Parmağımla Kaisel'i gösterdim. "Bu adam her ne planlıyorduysa, sizin konuşma ihtimalinizi içermiyordu. Kendini öldürtecekti, kim bilir ne sebepten. Oyun oynadı hepimize." Dedim ve kendi söylediklerimi idrak ettiğim an öfkeyle Kaisel'e döndüm. "Gerçekten, aptal mısın sen?!" Diye çıkıştım kendime engel olamazken. "Uzak dur savaştan, geride kal, senin meselen değil, yok bu bir savaş." Gözlerim kısıldı. "Her şey sen bir nevi intihar et, o çok bahsettiğin savaşı da gerinde bırak diye miydi? Bunun için mi kaçırdın beni?!"

"Seni kaçırdığı sonunda dank etti mi yani?" Diye geveledi Callisto, ters bakışlarla.

Kaisel, bıkkınca bir nefes aldı. Aklından ne geçiyordu, bilmiyorum ancak kendini açıklama zahmetine dahi girmedi. Sanki söz konusu olan şey, onların imparatorluğu değilmiş gibi.

"Sima-" Dedi Kaisel ancak aynı anda "Kırdırtma bana o çeneni." Diye çıkıştı Darien aynı anda. "Sima diyor." Bana baktı yeniden. "Bu adam neden senin adını biliyor, Sima? Birkaç gün oldu. Lanet birkaç gün." Dedi bastıra bastıra. "Tüm hayat hikayeni oturup düşmana anlatmaya mı karar verdin o sırada?"

"Devlet sırlarını da döktün mü bari ortaya?" Diye dalga geçti Callisto da yeşil gözlerini kısarak.

Liberta, düz bir surat ifadesiyle konuşulanları dinliyordu.

"Olaylar bu şekilde gelişti." Diye gözlerimi kaçırarak geveledim ağzımın içinde. Darien bana bakarak kaşlarını havaya kaldırırken Callisto söylediğimle birlikte dudaklarını birbirine bastırdı. Daha fazlasını duymak istediklerini anlayarak yutkunduğumda, soğuk soğuk terlediğimi fark ettim. Göğsüm ve ellerim, gözle görülür şekilde nemliydi. Damağımda da... Tanıdık demirimsi tat vardı.

Bir tokat patlıyor yanağımda. Ağzımda aynı tat. Kocaman bir adamın eli yanağımdaki. Bense çok küçüğüm daha. O gün pencere kenarında bir ninni mırıldanmışım kendime ancak kapı açıldıktan sonra başım hep yerde.

Kurtulamazsın Sima, geçmişin peşinde.

İlk başta görüş alanım bulanıklaştı. Sesler, bir uğultu haline geldi akabinde.

"Sima?" Diyerek kaşlarını çattı Darien, yüzüme büyük bir dikkatle bakarken. Göğsümde büyük bir baskı hissederken öksürerek elimi dudaklarıma doğru kapattım. Ağzım, sıcak sıvıyla dolarken bir kere daha öksürdüğümde ellerimin de ıslandığını hissettim. Gözlerimi aşağı doğru çevirmeye cesaret edemedim. Salondaki saniyelik sessizlik sadece şoktandı. Sanki herkesin gördükleriyle kanı buz kesmişti.

Ben mi ürkütmüştüm onları?

Darien'in dudakları aralandı. Dehşet ve endişe, sarı harelerin içine dolandı bir zehir misali.

Kaisel, sönmüş meşalelere, açık kapıya ve buz saçaklarına bir bakış attıktan sonra gözleri hızla bana çevrildi. "Snezhinka, yoksa sen-" Şaşkın bakışlarım onu bulduğunda, Darien'le aynı anda yerlerinden fırladılar. Callisto, kocaman açılmış gözleriyle bana doğru bir adım attı. Liberta'nın yüzü kül yutmuş gibi soluktu. Ellerime bakıyordu.

Ben de baktım, kan bulaşmış ellerime.

Ellerim kanlı.

Ellerim, her daim kanla sarmalı.

Bu zamana dek ne düşmanlarımın, ne kalbimdeki kelebeklerin ne de ruhumda açmaya başlayan çiçeklerin kanı. Küçüklüğümün, geçmişimin, kanı.

Şimdiyse, belki de ilk defa yaşanmamış geleceğimin.

Uğultular arttı. Ömrümde asla hissetmediğim bir korku, her yanımı sarmaladı. Arındım sanmışım her endişemden ve cesaretim kuşandığım kalkanım demişim ancak daha, kalbimden geçen şeyleri bile düzgünce dilime bulayamamışım ki. Her şey yarım. Her şey, çok yarım.

Sen yaşayacaksın kardeşim, diyor tanıdık biri sanki. Gittiğin yerde çiçekler açacaksın.

Sonrasındaysa, yer ayaklarımın altından kayıp gidiyor.

Yana doğru devrilmeden önce Kaisel'in beni belimden yakaladığını hissedebiliyorum ancak Darien'in güneş rengi gözleri kıyamete tutulmuş gibi öfke ve endişeyle çalkalanırken endişe etmemesini ve iyi olacağımı söyleyemiyorum. Her şey algı alanımdan silinip gidiyor. Ellerim uzanmaya çalışıyor Darien'e ancak lüzumsuz bir çaba bu. Kan lekeli ellerim boşluğa düşerken "Sima!" diye bağırdığını güçlükle duyuyorum her birinin. Sonrasında hepsi karanlıkta kayboluyor.

***

Kaisel De Karilya, ağzından yoğun bir şekilde kanlar akan kızı düşmeden hemen öncesinde yakalarken, içinde son birkaç gündür varlığını sürdüren huzursuzluğun gün yüzüne çıkması, belki de şaşırtıcı değildi ancak o huzursuzluğun ortasında her yeri aleve vermeye niyet etmiş endişe kıvılcımlarının bulunması, beklenmedikti.

Bu anlamsız duygu karmaşasının sorumlusu; planlarını kökünden sarsan, teni buz kesmiş ve yüzünün rengi de saçları kadar beyaza çalmış küçük inatçı kadından başkası değildi. Bahçede, soğuk onu bir nöbete tabii tutarken de böyleydi. Canı bedeninden çekilmiş gibi duruyordu ve tıpkı o günkü gibi, yine kollarının arasındaydı.

Kız, güçlerini sorunsuzca kullandığından ve sesi konuşurken bir kez olsun titremediğinden, Kaisel bu defa sorun olmayabileceğini düşünmüştü ancak belli ki Isabel, Darien ile konuşması bitene dek tüm semptomlarını saklamıştı.

Sima'nın kan içinde kalmış yüzüne ve terden birbirine yapışmış saçlarına bakarken kızın bu halinin ona uymadığını düşünmeden edemedi. Kuzey Varisi'nin başta sadece aklı biraz havada olduğunu düşünse de sonra ortaya çıkmıştı ki bu kadın her şeyden önce korkusuzdu ya da onları saklamayı çok iyi biliyordu. Bu yönü gücünden değil, sevdiklerine verdiği değerden geliyordu. Kaçırılmış olmasına ve nişanlısının taht rakibinin eline düşmüş olmasına rağmen ne bir anlığına sözünü sakınmış ne de gözlerini kaçırmıştı.

Halbuki Kaisel'in annesi bile, bazen oğlunun gözlerine bakmaktan kaçınırdı.

Gerçek adının Sima olduğunu iddia eden kadının haylaz bakışları, meydan okumayla büktüğü dudakları ve kaldırdığı ince kaşlarını göz önünde bulundurduğunda ise evet, bu hali ona hiç uymuyordu.

Sima'yı kucağına aldıktan sonra arkasına dönmesine kalmadan, Darien karşısında belirdi ve sanki aksi mümkün değilmiş gibi elleri kıza uzandı. Kaisel'in yüzüne bir saniye olsun bakmamıştı. Tüm dikkati, kadının üzerindeydi.

Kaisel, ilk defa sorun çıkartmadan, doğrudan Sima'yı kardeşinin kollarının arasına bıraktı. Darien, sanki her an eriyebilecek bir kar tanesini parmak uçlarında tutuyormuş gibi dikkatle hareket etti. Vücudu kaskatı kesilmiş ve yüzü karanlık bir ifadeyle çevrelenmiş olmasına rağmen Kuzey Varisi'ne karşı her hareketi yumuşaktı. Darien, eliyle Sima'nın yüzüne düşmüş uzun tutamları geri attığında Kaisel "Şifacı!" Diye tüm köşkü sallayacak kadar gür bir sesle bağırdı.

Darien, bir anlığına abisiyle göz göze geldi ve hemen ardından, sert bakışlarla fakat teşekkür edercesine kafasını eğip doğruldu.

Kaisel'in dudakları aralandı. Şaşırmıştı. Şaşırmıştı çünkü Darien, Sima yerine hasta olan kendisi olsa, kan kusarak ölmek pahasına da olsa yardım istemez ve asla da karşılığında minnet duymazdı, bunu biliyordu.

Bilmediği şey kardeşinin kollarının arasındaki kadın için ne kadar ileri gidebileceğiydi. Snezhinka, yalan söylememişti. Kadının gök mavisi gözlerini parlatan şey her neyse, karşılıklıydı. Darien, belki geniş gülümsemelerle sunmuyordu bunu sevgilisi gibi ancak şimdi gözlerindeki şey, bunun kanıtıydı.

Kaisel, annesinin portesini Darien'in gözlerinin içine bakarak yaktığında ve onu Batı'ya yollarken Darien gözlerini bile kırpmamıştı. Boğazına bir hançer dayadığında, kendi hançerini çekip karşılık verirken ve ölümden kıl payı kurtulurken de dümdüzdü bakışları. İmparatoriçe onu her çağırdığında, kaldığı saraydan her cenaze kalkışında yalnızca sessiz kalır, gözlerini kara toprağa çevirerek yumruklarını sıkar ve beklerdi. Belki intikam için doğru anı, belki sakinleşmeyi. Ancak hiçbirinde, göz bebekleri böylesine titrememiş, altınları delicesine bir korkuyla çevrelenmemişti.

Darien De Karilya, ilk defa kontrol edemiyordu kendini.

Ömründe göreceğini düşündüğü şey değildi bu Veliaht Prens'in.

Darien ilerleyip Sima'yı dikkatlice kanepeye yatırdı. Hemen ardından nefes alıp verdiğinden emin olmak ister gibi gözleri inip kalkan göğsünü buldu ve nefes aldığını gördüğünde kendisi de iç çekti. "Siktir." Diye mırıldandı Darien, gözlerini kapatıp açarken. Ellerini Sima'nın yanaklarına değdirirken parmakları titriyordu. "Buz tutmuş." Onu sıcak tutmak adına kızın ellerini kavrarken, gözleri kanepenin ucundaki yünlü yeşil battaniyeye kaydı. Ardından, hemen karşısındaki şömineye değdi bakışları. Kanepeyi bu şekilde ateşin karşısına ittirenin Kar Tilkisi olduğunu anlamak zor değildi. Kaisel'in battaniyeye sarılıp burada uzandığını düşünmek bile gülünçtü.

Kaisel, içeri giren hizmetlilere bakarak "Tüm kapıları, pencereleri kapatın." Diye emir verdi. Kızıl kaşları hala çatıktı. Bir anlığına, sarı hareleri güneş ışıltılarıyla kaplandı ve elini hedefine doğru hızlıca savurduğunda, parmaklarının ucundan çıkıp giden küçük yıldırım sönmüş şöminenin içindeki odunları tutuşturdu. Ardından aynısını, etraflarındaki meşalelere yaptı. Hızlıca, herkesin bakışları ona dönmüşken. Kıvılcımlar hedefini bulduğu an sessizliği ateşin çatırtıları yardı.

Darien de Karilya, sanki öylesine bir kıyamete değil, kendi kıyametine bakar gibi baktı Sima'nın yüzüne. Kılıcının kabzasına bağlı olan, bir an bile yanından ayırmadığı pembe mendili çıkarttı. Nişanlısının iddiasına göre, işlemelerde ikisinin olduğu mendil. Parmaklarının titrediğini fark ettiğinde diğer eli yumruk haline gelse de, o mendille Sima'nın yüzündeki kanı sildi yavaşça. Kanlara bakarken aldığı nefes o an Darien'e anca zehir olmuş olabilirdi. Göğüs kafesinin böylesine sıkışmasının ya da içinden taşacakmış gibi her yanını kaplayan acının başka açıklaması olamazdı.

Onun için her zaman, ateşe çıplak ayaklarıyla yürüyen kadındı Sima. Kendisine de böyle gelmişti zaten. Rüyalarında Darien'i görmüş, sırf kaderini değiştirmek için Helefna'dan Batı'ya gelmiş ve dört kez evlenme teklifi etmişti. İşleri her zaman kendi bildiği gibi yapan, iki adının da anlamını üstünde taşıyan, küçük ışık parçası. Şimdi renkleri solmuş, ona yakışmayan kırmızılar içindeydi. Solgundu.

Darien, ömründe tatmadığı bir korkunun yüreğini paramparça ettiğini hissetti. Savianna'nın ona bakan tatlı kahvelerinin nasıl da donuklaştığını, buz kestiğini hatırlıyordu. Lalatina'nın kendini kilerde astıktan sonra nasıl kaskatı kesildiğini. Şimdi Sima'nın her zaman yıldız tozu dökülmüş gibi parlayan mavilerinin aynı donuklukla kaplanmasından korkuyordu. Öyle böyle bir korku değildi bu. Aklı sarsılmış, mantığını kaybetmek üzereydi. Deliliğin kıyısındaydı çünkü Sima'nın teni çoktan buzdu ve uzuvlarıysa kaskatıydı. Darien buraya gelirken Sima olmadan tüm ışıkların söneceğini düşünmüştü ancak yanlıştı. Sima zaten ışığın kendisiydi. Sima, parıldayan ve etrafını da parlatabilecek olan tek kişiydi. Gittiğinde sadece etrafın soluk bir gölgede kalacağını düşünmek ise gülünçtü çünkü giderse, Darien beraberinde tüm dünyayı da karanlığa sürüklemekten çekinmezdi.

Sima, onun bu yanına hiç şahit olmamıştı ancak Darien her zaman biliyordu ki Sima'nın yokluğu bir savaş değil ancak kıyameti başlatırdı.

Giderse, ardında bir yıkım bırakmamak için yanında Darien'i de götürmeliydi çünkü artık Darien yaşamını kutsayan tek şeyin Sima olduğunu biliyordu. Onun Sima'sı. Bir gün aniden hayatının ortasına düşen, aklı beş karış havada Kar Tilkisi.

"Buz gibisin Sima." Diye mırıldandı Darien donuk bir sesle. Sima'nın, nişan yüzüğü takılı olan elini tuttu. Hala parmağındaydı kadının, mavi ve sarı taşlı gümüş yüzük. "Buz gibisin, kar tilkisi..." Diye mırıldandı çaresiz bir öfkeyle gözlerini yumarken.

"Fazla güç kullanmasının etkisi mi bu?" Diye sordu Callisto. "Bir şeyi yok gibi gözüküyordu ancak aniden bedeni çökmüş olabilir. Koskoca iki orduyu buza çevirdi."

Kaisel, soğuk bir ifadeyle Callisto'ya baktı.

Ardından, kanepede uzanan kadına. Dudakları mosmordu. Darien, kızın elini sımsıkı kavramıştı. Kafasını yana eğdi. O huzursuzluk büyüdü. Sima'yı bu hale getiren gücünü kullanması değildi. Gücünün yarattığı soğuğun ortasında fazla durmasıydı.

İçeri giren şifacılar koşturarak Kuzey Varisi'nin yanına giderlerken Darien, kan donduracak bir ifadeyle onlara baktı. "En ufak bir sorunda hepiniz ölerek huzuru bulmayı dilersiniz." Dedi bağırmadan ancak çok daha ürkütücü bir şekilde. Şakası olmamasının yanı sıra, sanki şu an bile Sima'nın gözleri kapalı kaldıkça birilerini öldürme ihtimali artıyordu. Şifacılar titreyerek ve hatta göz teması kuramadan başlarıyla onaylarken Callisto "Büyüsü vücudunda ters etki yaratıyor." Diye bilgi verdi onlara.

Kaisel kafasını yana eğdi. "Kalbini kontrol edin." Dedi düz bir şekilde. Tüm gözler ona çevrilirken, Darien de tıpkı onun gibi ifadesizdi. Kaisel, her ne kadar Sima'nın bu gerçeği kimseyle paylaşmamış olduğunu bilse de mevcut durum yüzünden konuşmak zorunda olduğundan huzursuzca iç çekti. Yer, belli ki bugün yerinden oynamaya kararlıydı. "Gücü değil soğuk zarar veriyor ona. Doğrudan kalbine."

Birkaç saniyelik sessizlik tek seferde yok oluşun öncüsüydü. Batı Lordu'nun gözlerinin içine adeta kan çöktü. Belki de kan dökülmeden, birilerinin kanını dökmeden rahat etmeyecekti. Esanil Prensesi dudaklarını içe doğru kıvırdı. Callisto bir anlığına gözlerini yumdu. Odanın havası, Darien'in büyü gücüyle ağırlaşmış ve nefes alınması zor bir hale gelmişti. Batı'nın renkleri onun üstünde parladı. Kıyafetlerinde değil, hayır. Harelerinde ve teninde. Altın rengi gözleri kuzguni saçları yüzünden daha da çok parlıyordu ancak etrafındaki hava her nasıl oluyorsa sadece karanlıktı. Bakan bu ışıltılı varlığın belki de Tanrı'nın bir yansıması olduğunu düşünürdü.

Oysa Darien'in üstünde bugün sadece şeytanın gölgesi vardı.

"Ne demek, kalbine zarar veriyor?" Dedi Darien. Sesi bıçak gibi keskindi. Liberta, ağırlaşan hava yüzünden ellerini boynuna götürmemek ya da kendini dışarı atmamak için tüm iradesini kullanıyordu. Callisto'nun rengi atmıştı. Kaisel ise yüzünde mimik bile oynamadan kardeşine bakıyordu. Darien'in gücü, ona yabancı değildi. Onların kanı aynı güçle kutsanmıştı lakin sadece birine lanetli denmişti.

Kaisel herhangi bir açıklama yapmadı. Lanetli Prens ise gözlerini derin uykunun dibindeki kadına çevirdi.

Hava soğukken ya da korkmuş gözlerle sözlerini duraksattığında elini göğsüne doğru götüren Sima. En çok da kaleye girdiği ilk zamanlar, odası kendi odasına taşınmamışken daima, hep üşüyen Sima. Elleri her daim soğuk olan Sima. Geçmişi hakkında konuşurken elini kalbinden ayırmayan Sima. Lanet vikalis ona saldırdığında, kabus görüp sayıkladığında, dudakları karmaşayla titrediğinde, Anfia'nın önüne atlayıp yaralandığında... Her defasında eli kalbinin üstündeydi.

İşaretler oradaydı. Gözler önünde.

Reddetme isteği her yeri yakıp yıkmaya hazır kavurucu bir rüzgarken şifacı endişeli bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı. Avuç içlerinde parıldayan kutsal ışık, Sima'nın göğsünün üstünde oyalandı. Işık titrekleşti. Adamın dudakları aralandı. Arınmış beyaz ışık, içten yaraları bulduğunda olduğu gibi kırmızıya döndü. "Kalbi kaskatı kesilmiş, Prens'im." Diye mırıldandı şifacı dehşet içinde. Sima baygın olsa da ışık yoğunlaştıkça acı içinde kıvranmaya başladı. Darien'in duyduklarıyla mı, gördükleriyle mi bilinmez, tüm vücudu kaskatı kesildi. Sima'yı kavrayışı sıkılaştı.

"Canını yakmayı kes!" Diye bağırdı kan donduran bir öfkeyle.

Odanın havası daha da boğucu bir hal aldı. Liberta'nın gözleri yaşlarla dolmuştu ancak yerinden kıpırdamıyordu. Şifacı, korku içinde titredi.

"Affedin Lordum, bu bizim engel olabileceğimiz bir şey değil."

"Ölmek mi istiyorsun?" Diye sordu bu defa Kaisel.

Şifacılardan diğeri güçlükle yutkundu. "Leydi'nin vücudu kutsal güce tepki vermiyor." Dedi kendisinin de kafası karışmış gibi. "Sanki bu dünyaya ait değilmiş ya da... Ya da ilahi gücün kendisini içinde taşıyormuş gibi." Dedi adam ve ardından titrekçe iç çekti. Kehribar hareleri bile titriyordu. "Rahipler kendilerini iyileştiremez, bilirsiniz."

Darien'in bakışları donuklaştı. Sima'nın ruhu bu evrene ait değildi. İlahi güce bu yüzden yanıt vermiyor olabilirdi. Öteki yandan, Meyza'nın annesinin Doğu tarafından geldiğini biliyordu. Everia'nın belirdiği ve tüm tapınak üyelerinin geldiği Doğu. Meyza'nın kutsal gücü vardıysa bu, şaşırılacak bir şey olmazdı. Yine de ancak uyanınca anlaşılabilecek bir şeydi. Gözlerini açınca.

"Ciğerleri kanla dolmuş, gözlerini açıp kendine geldikten sonra birkaç kez daha kan kusabilir. Bir ya da iki gün civarı devam edebilir ancak korkmayın. Acı çekmemesi için bitkilerden bir karışım hazırlayacağım. Soğukta durmadığı sürece iyi olacaktır. Uyandığında ise tüm bu durumun sebebini daha iyi anlayabileceğimizi umuyorum." Işık kırmızıdan beyaza döndü yeniden. Şifacılar geri çekildiğinde, Kuzey Varisi'nin vücudu gevşedi. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Darien onun nefes alış verişini izledi bir süre ancak yüzündeki donukluk silinmedi. Bakışları Sima'nın mora çalan dolgun dudaklarına, her zaman neşeyle kırpıştırdığı beyaz kirpiklerine değdi. O anda, Saçlarının beyazının, önceki gibi olmadığını fark etti. Daha önce de, buz kadar açık mavi olan gözlerinin gök rengine kaydığını düşünmüş ancak bunun ışık yanılsaması olabileceğini düşünerek kafasına takmamıştı.

Kaisel, o anda kıza bakarak mırıldandı.

"Gerçek Meyza'nın yaşadığını hissedemediğini, öleceğini söyledi."

Darien dondu.

Callisto, yeşillerini kırpamadan olduğu yerde sendeledi.

Liberta olan biteni anlamamıştı ancak o anda artık hizmetçiler oldukları yerde nefes alamayarak yere çöktü. Gücü Darien'in içindeydi ancak o saniye içinde gökyüzü sanki onun yüzünden kükredi. Yıldırımlar onun yüzünden birbirini buldu ve gök patlıyormuş gibi bir ses duyuldu yukarda. Yer yarılacakmış gibi bir yağmur yağmaya başladı. Bulundukları alan çakan başka bir şimşekle sarsıldı zira yıldırım evin yanındaki toprağa düşmüştü. Köşkün çatısı uçsa bu şaşırtıcı olmazdı. Daha önce verdiği sayısız kayba ve acısını yüreğinin içinde hissettiği tonla heyezana rağmen... İkinci Prens ilk defa, bu denli kontrolsüzdü.

"Kes şunu." Dedi Kaisel kaşlarını çatarken.

"O halde saçmalıkları ağzında gevelemeyi ve sikik imalarda bulunmayı kes." Dedi Darien gür bir sesle.

"Darien." Dedi Callisto kendisi de bayılacakmış gibi durmasına rağmen kafasıyla masum hizmetlileri gösterirken. Bazıları yerde baygındı. Darien büyü gücünü dinginleştirmeye çalışırken gözlerinde yıldırımlar çakıyordu.

"Meyza öldüyse öldü." Dedi Darien kafasını iki yana sallayarak. "Sima yaşayacak."

Ancak evren ve tarih aksini iddia ediyordu.

Yansıma ruhlardan biri öteki hayata geçtiyse ilki maddi hayatını elinde tutamazdı. İmkanı yoktu yeryüzünde ya da başka evrenlerde böyle bir şeyin. Aynı anda var oldukları gibi aynı anda ölmelilerdi. Denge böyle kurulurdu. Geriye, Meyza'nın kendi zaman çizgisinde ne zaman öldüğünü anlamak kalıyordu. Sima, Azize'nin ortaya çıkışından ve Meyza'yı zindana atıp ellerini keseceklerinden bahsetmişti. Darien'in Azize'ye aşık olduğunu... Daha kimse Azize'yle karşılaşmadığına göre zamanları olmalıydı ancak konu bu değildi.

Sima, ölemezdi.

Ölmeyecekti.

Callisto'nun gözleri doldu ve bunu saklamaya bile çalışmadı. Gereksiz inkar ve ertelenemez makus kader. Darien'in acısının her demini yüreğinde hissediyordu. İnsanlar ondan lanetli olduğunu söyleyip kaçınırken, dostunun laneti aslında sadece kendisine miydi?

Bunca acının ve bu amansız yazgının sebebi neydi?

Callisto, hayatında ilk defa görmüştü, tüm kanını adadığı lordunun dudaklarını içtenlikle kavradığını. Sima bunun asla farkında olmamıştı ancak Darien ona alışık olmayanların daima bakışlarını kaçırmasını sağlayacak bir karanlıkla beraber gezerdi. Kuzey Varisi, o karanlığı dizginleyen tek şeydi. Yumuşatan ve kendine katan. Oyunu bozan ve kartları yeniden dağıtan. Şu taht rekabetini bile silip baştan yazdıran.

Bunca şeyin ardından çekip gidecek miydi, aptal buzul parçası?

Daha kaç yaşındaydı ki Sima? Ne kadar yaşamıştı? Meyza'nın geçmişini biliyorlardı ve Sima'nın o geçmişin acısını çektiğini ise Darien onlara söylemişti. Bir de Sima'nın kendi geçmişi vardı ve tüyleri ürpertecek şey şuydu ki Sima'nın kaderi de pek çok yönden Meyza'nınkine benziyordu. Tüm bunlara rağmen, bir de silinip gidecek miydi yanlarından, öylece?

Güneşi gösterip, tam yol ilerleyin dedikten ve herkesi buna inandırdıktan sonra arkasını dönüp gün batımına ilerlemek? Akıl alır şey değildi.

Callisto, Darien'e baktı. Kanlanmış gözlerine. Dostunun gözlerinin dolduğunu, çenesini sıktığını fark etti. Hep tanıdığı sarılarda şimdi sadece yok oluşun sancısı vardı. Sima giderse Darien'in olabileceği kişi ilk defa o an onu irkiltti. Nefesi boğazına takıldı ve farkındalık şiddetle zihninde çınladı.

Darien, Veliaht'a döndü.

Callisto kendini toparlayarak Liberta'ya başıyla bir işaret yaptı. Bu, iki kardeşin gerçekten yalnız kalması gereken andı. Liberta reddetmedi çünkü bu artık aile olayına sapmıştı. Çıktılar ancak iki adamın da gözü onları görmedi.

Kaisel anlamak istercesine kardeşine baksa da o fırtınadan birkaç dala zorla tutunup anlam bulmak imkansızdı. Kafasını yana yasladı. "Kendini iyi hissettirecekse kıza ben de bunun saçmalık olduğunu söyledim."

Darien, Sima'nın yanından elini bırakarak kalktığında, kendini tekli kanepeye bıraktı ve gözleriyle işaret etti. Kaisel kaşlarını kaldırdı ve geçip oturdu. Bacak bacak üstüne attı.

Darien'in gözlerinden karanlık bir ifade geçti. Sima ona gelecekten bahsederken Batı'yı imparatorluk ailesinin mahvettiğini de söylemişti. Kaisel'in amacı gerçekten tahtı Darien'e bırakmak olsa, bunun imkanı olmamalıydı. O halde o gelecekte yanlış olan neydi?

"Ne zaman yaptın bu planı?" Diye sordu Darien gözlerini kısarken. Doğru soruyu direkt olarak sorması Kaisel'i şaşırtmadı.

"Her zaman tahta ilgin olmadığını sanardım, kardeşim." Dedi soluk ve alaycıl bir tebessümle Kaisel. "Kuzey Varisi ile nişanlanma haberini aldığımda bunun aksinin mümkün olduğunu düşündüm ve yıllar sonra ilk defa Batı'ya dikkatimi verdim." İç çekti. "İmparatorluğun kuramadığı düzeni o çorak topraklarda, canavarların ortasında kurduğunu gördüm."

"Bu da seni tahttan çekilmeye itti?" Dedi Darien şüpheyle.

"Darbe kaçınılmaz." Dedi Kaisel de karşılık olarak. "Ancak halk kendilerinden görebilecekleri biri başa geçmediği sürece, illa ki ayaklanacak. Daha fazla acıya tahammülleri kalmadı."

"Sen de onların yıllardır yanındasın diye kendini de öldürtüp her şeyi bana bırakmak ve halk için kahraman olmamı sağlamak istedin." Dedi Darien alayla.

Kaisel sırıttı. "Lanetli olanı değil de laneti kıranı oynamaya daha çok uygun değil misin?" Dedi aynı alayla. Esasında biri aralarındaki havaya elini uzatsa belki de gerginlikten alev alacaktı. "Sürgün edilmiş, aileden uzak kalmış Prens. Önce gittiği yeri kurtardı sonrasında halkı. Senin çıkarttığın darbeye kimse karşı çıkmazdı. Lanet olayı ise... Bilirsin, büyük masallara inanmaya en umutsuz anlarda herkes meraklı olur." Omuz silkti. "Soyluların bunu beklemediği ve senin de hepsini acımadan ortadan kaldırıp yeni bir düzen getirebileceğini var saymak zor değildi. Kuzey'in madenleriyle verilen zarar da telafi edilirdi."

Darien, bu hayatında duyduğu en saçma şeymiş gibi güldü. Sesinin her dalgasında ölüm vurdu kıyıya. Kaisel, sahiden ülke adına karar vermişse, bu Sima'nın anlattığı ve Azize'nin peşinden gittiği gelecekte imparatorluğu yönetmeye uygun olmadığına karar verildiği anlamını çıkartırdı. Belli ki Kaisel o çizgide Darien'in ortadan kalkmasının daha uygun olduğuna karar vermiş, en başta Batı'yı devre dışı bırakmıştı.

Yani tüm felaketler, Sima'nın gelmesini asla istemediği kadının gelişinden sonra ortaya çıkıyordu.

Kaisel, yine huzursuzca iç çekti. Gözleri sere serpe uyuyan ve derin nefesler alan buz saçlı kadını buldu. "Baş belası olduğu belliydi ancak orduları dondurabileceği aklımın ucundan geçmezdi." Diye itiraf etti.

"Eline yüzüne bulaştırdığın her şeyi düzelteceksin." Dedi Darien. "Düzen mi kurmak istiyorsun. O halde yardım edeceğim. Öldürmekten kaçındığın o kadının kanını ise senin yerine seve seve akıtırım." Dedi Darien soğuk bir sesle. Benden saklayamazsın, der gibiydi kelimeleri. Sima'nın bir oyunla öğrenmeye çalıştığı her şeyi Darien avucunun içi gibi biliyordu. Defalarca birbirlerinin boynuna bıçak dayadıkları gerçekti ancak defalarca da aynı masaya oturup kalkmışlardı. O adamın ve kadının önünde, üçü birlikte eğilmişti her seferinde. Üç kardeş ve imparator ile karısı.

Kaisel bir süreliğine duraksadı. Üvey kardeşine baktı. Darien'in gerçeği bilmesi değil başka bir şey durdurmuştu onu.

Sanki Darien, düzen için değil kan akıtmak için bir katliam yapacaktı imparatorluk sarayında. Tutuşmayı bekleyen hazır bir alev fırtınasını andırıyordu Darien. Alevleri henüz hiç bir yere değmemişti. İhtimaller akıp gitti ancak hepsi tek bir sonuca çıktı. Kaisel bir daha Sima'ya baktı.

"O gözlerin bir kere daha ona değerse planı değiştirip kıyıma senden başlamam an meselesi, kardeşim." Diye uyardı onu Darien. "Bir daha onun saçının teline dahi dokunmayacak, lanet gözlerini onun üstünde öylece tutmayacaksın."

Kaisel gülümsedi. "Sima, pek çok açıdan sınırları aşan bir kadın." Dedi eğlenerek.

Darien bunu biliyordu ancak küçük kar tilkisinin kendisinden başka birinin sınırlarında dolanması kabul edilebilir değildi. Kar tanesi en başta Batı'ya düşüvermişti ve bir gün Darien'in ellerinin arasına konmuştu. Öyle kalacaktı.

Bir süre birbirlerine baktılar.

"Eğer her şey olması gerektiği gibi ilerlerse, Batı bağımsızlığını ilan edecek." Dedi Darien tek düze bir sesle.

Batı, zaten şu anda da imparatorluğa hesap ya da vergi veriyor değildi. Herkes, onların sadece canavarlarla uğraşan ve istenmeyen varislerden oluşan bir asker topluluğu olduğunu düşünüyordu. Darien'in yetenekleri her yerde duyulmuştu ancak Batı'nın geldiği durum ve atladığı çağ kimsenin tam anlamıyla şahit olduğu bir şey değildi.

Yine de Darien De Karilya, her şey olması gerektiği gibi ilerlerse derken, darbeden bahsetmiyordu. Onun gözünde tahttakileri indirmek en basit kısımdı. Soylular ise tüm varisler bir olduktan sonra seslerini asla çıkaramazdı. Halk; Darien ve Anfia, Kaisel'i desteklerse tepkisiz kalırdı. Düzen Karilya'ya öyle ya da böyle gelecekti.

Darien için her şeyin olması gerektiği gibi olması, Sima'nın sağlıkla hayatına devam edip her daim gülümsemesi demekti. Kaisel düşüncelerinde yanılmıyordu. Aksi bir ihtimalde, Darien bu katliamı sadece düzen için yapacağını söyleyemezdi ve sonrasında ne olacağını ancak Tanrı bilirdi.

Sima, Darien için delilikle arasında duran tek çizgiydi. Ona inecek tek bir çizik, göklerden yere kan yağdırmasını sağlardı.

"Pekala." Dedi Kaisel iç çekerek. "Herkes tacı takmamı bu denli istiyorsa, ben kimim ki karşı çıkayım?" Ayağa kalktı. "Ve kardeşim, her şeye rağmen seni uyarmalıyım." Bakışları donuklaştı. Uyarısı kardeşinin yapabileceği tüm o şeyler için de bugün olanlardan yana da değildi.

"Nişanlına sandığın gibi bir ilgim yok ancak onu bir kez olsun ağlattığını ya da üzdüğünü görürsem, Darien... Kim kimin gırtlağına çöker, emin değilim."

***




 

Her yer bembeyazdı. Sisler içinde.

Gözümün alabildiği koca alan bana algılayabileceğim hiçbir şey sunmamıştı ancak anca bu kadar dingin olabilirdi içim. Huzur diye nitelendirmek doğru olur mu emin değilim. Gözlerimi kapattığımı hatırlıyorum, acı içinde olduğumu...

Hepsi silinmişti.

Ellerimi kaldırıp baktım. Kan lekeleri de yoktu ve istediğim gibi hareket edebiliyordum, Meyza'nın anılarından birinde değildim ancak nasıl oluyorsa, kendi gerçekliğimde de değildim.

"Sevgili Kızım." Diye yankılandı bugün zihnimin gerisinden bana yapabileceklerimi fısıldayan ses. Sesin kafamın içinde değil, burada yankılanması irkilmemi sağladı. Sandığımın aksine benim hayal gücüm ya da bilinçaltımın ayakta durmam adına yaptığı bir oyun değildi. Burada, varlığını ucundan hissedebildiğim kadim bir enerji yatıyordu. Erkek sesi olduğunu düşündüm duyduğumun.

"Bir cinsiyetim yok." Dedi ses bu defa. Artık, yaşlı bir kadının sesiydi. "Nasıl istersem öyle gözükürüm, evladım." Küçük bir çocuktu şimdi. Anlamadan etrafıma bakındım. Zihnimi okuyordu ancak bu beni korkutmadı. Zaten başından beridir orada değil miydi?

"Kendini bana göstermeyecek misin?" Diye sordum kim olduğundan önce. Sabırsızlığım onu eğlendirmiş gibi hafif bir gülme sesi doldurdu kulağımı. Şefkatli bir tondu gülüşünde can bulan.

"Henüz bir surete bürünecek durumda değilim." Dedi sakin bir şekilde.

Şaşkın bakışlarım anlamadan etrafımda dolandı. Sadece beyaz ve hiçlik. "Neredeyiz?"

İçimdeki durgunluk akıl alır gibi değildi. Sanki endişeden uzak bir diyara düşmüştük. Korkudan ve kalan her şeyden uzak. Öyle ki konuştuğum ve zihnimin içinde olan bir varlık vardı. Bu bile dehşete düşürmüyordu beni. Bastığım yeri göremesem de ayaklarımın altında çimenler olduğunu hissediyordum. Sisin arasına çiçek kokusu sinmişti ve hışırtılar dolduruyordu kulağımı. Yaprağın yaprağa sürtünme sesi gibiydi.

"Senin zihnine döktüğüm bir gerçeklikteyiz."

Bir gerçeklik. Yani böyle bir yer gerçekte de var mıydı?

"Peki neden benim zihnimdesin?" Diye sordum onun gibi durgun bir sesle.

"Bu evrene ait olmayan ruhunu bir şekilde korumam gerekiyor ve bunu da şimdilik ancak sana seslenerek yapabiliyorum."

"Neden ama?" Diye sordum kaşlarımı çatarak. İçim sarsıldı ve bulunduğumuz alan bile gözlerimin kocaman açılmasına engel olamadı. "Benim buradan olmadığımı biliyorsan, Meyza'yı da biliyor musun? Yaşıyor mu?" Kafamı salladım. "Nesin sen? zihnime nasıl sızabiliyorsun? Senin yüzünden gücümü kullandım ve kalbim bu defa neredeyse beni parçalayacaktı. Bana göz kulak oluyorsan da bu bedenin sahibine neden sahip çıkmadın? Asıl onun korunması lazımdı. Etrafında canavarlar vardı!"

"Senin için de aynısı geçerli değil mi?" Dedi çıkışmama rağmen sadece, oldukça sakince. Ne tarafa doğru konuşmam gerektiğini bile bilmiyordum ama bana yönelttiği soru durmamı sağladı. Sesi her nasılsa gölgelenmişti. Bir adamın sesiyle konuşuyordu. "Konuşacak çok zamanımız olacak çocuğum. Şimdilik sadece söylediklerimi dinlemelisin."

Sus pus oldum.

"Beni bul." Dedi bir melodi gibi. "Maddi evrenin içinde, nerede olduğumu bul. Sadece sen yapabilirsin bunu. Sadece senin kanın, çağırabilir beni."

"Neden direkt olarak yerini söylemiyorsun bana?" Diye fısıldadım tonlarca başka sorum olmasına rağmen.

"Bunu yapmamı engelleyen bir büyüyle sarmalandığım için, güzel kızım. Şimdilik tek yapabileceğim sana seslenmek. Bu kadarı bile enerjimi kısıtlıyor, bir süreliğine sesimi duyamayacaksın." İç çekti. "Nasıl bulacağını düşünmene gerek yok. Benden olanlar bana çekilir."

Bulmaca gibi konuşması ve puslu sesi aklımı darmaduman ederken dudaklarım aralandı.

"Sana yeni bir kehanet indiremem ancak aklında tutmalısın. Hiçbir güç insanın içine mühürlenmez. Temas kurduğun insanlar bir yolunu bulursa sana ait büyüyü kullanabilir. Ruhumuzun temas noktası da büyünün sızacağı yer de parmak uçlarımızdır. Ellerini güvenmediğin kimseye değdirme."

Bu bir kehanet değildi ancak bir kıyamet alameti almışçasına gerildi kaslarım.

Sis dağılmaya başladı. Sisin dağılmasıyla beraberse göğüs kafesimdeki ağrı sanki silinmemiş de sadece uyuşturulmuş gibi yeniden belirdi.

"Unutma Sima. Gücün sana zarar değil. Damarlarında akan asıl güç uyandığından kalbin sızlıyor. Mührün kırılışı her zaman sancılı olur. Anahtar çevriline kadar bu sancın. Sonrasında durdurulamaz olacaksın."

"Soğuk kalbimi acıtıyor. Kuzey'in laneti bu." Diye mırıldandım neredeyse küskün bir sesle.

"Öyle bir lanet bu dünyada kimsenin üstüne konmadı, sevgili kızım. Bu sadece dayanma meselesi." Sesi uzaklaşıyordu. Her yer de beraberinde bulanıklaştı. "Sana seslenebilirim ancak henüz cevabın olamam. Yüreğini hisset Sima. Korku düşmesine izin verme içine. Yanında olacağım, sarsılmasın adımların."

Sis dağıldı ve aynı anda uçurumdan düşüyormuşum gibi hissettim.

Bir rüyadan uyanmak değil de gerçeğe kapının ucundan şahit olmak gibi bir histi. Tanıdık ağrı ve ağırlık kapladı her yanımı. Göz kapaklarım yere düşme hissiyle beraber aniden açıldı. Aynı anda doğruldum ancak her yerim sızladı.

Nerede olduğum ya da en son ne olduğu gibi düşüncelerin zihnime yavaşça akmasına izin verdim. Bayılmıştım. Bayılmış ve zihnimdeki sesle konuşmuştum. Bul beni.

Beyazlar içindeki bir odadaydım. Kaisel'le kaldığımız evde kilitli olan odalardan biri miydi bilmiyorum ancak devasaydı oda. Üstümdeki yorgan dahi kırık beyaz renkteydi. Tavan da beyazdı. İşlemelerle doluydu. Duvarlarda ve tavanda parlayan şeyin inci mi elmas mı olduğunu anlayamazken kıpırdandım. Üstümde mercan rengi bir elbise vardı. Geceydi ve odanın her duvarı meşalelerle kaplıydı. Şömine de vardı tabi. Ateş coşkuyla yanıyordu. Sanki bir an bile durulmasına izin verilmemiş gibi. Pencere de perdeler de kapalıydı ve üstüme sinmiş bitki kokusunu alabiliyordum. Oda buram buram bitki kokuyordu. Baş ucumda bir tütsü yandığını fark ettim.

Kapı açıldığında, elinde bir tepsi olan hizmetçiyle göz göze geldik ve dudakları dehşetle çarpılmış bir şaşkınlıkla aralandı. Tepsiyi en yakınındaki masaya bırakıp koştu ve fırlayıp çıktı odadan.

Şaşkınca iç çektiğimde, zihnim biraz uyuşuktu. Sesle konuşmam sanki beş dakikaydı ancak nedense burada beş dakika geçmemiş gibi hissediyordum. Göğsümdeki ağrı içimden sökülüp atılmadıysa da hafiflemişti. Anlamak ister gibi elimi kalbime götürdüm ve iç çektim.

O anda açık olan kapı duvara çarpılarak daha da açıldı ve Darien, bir bakışlık zamanda aramızdaki mesafeyi aştı. Yatağa, yanıma oturdu ve gözleri, tüm sorunları tespit etmek ister gibi yüzümde, bedenimde dolaştı. Bakışları, göğsümdeki elime değdiği an kaşları derince çatıldı. "Ağrın mı var?" Dedi sert bir sesle. Yutkundu. Elini sırtıma götürdü. "Şifacıları çağıracağım. Uzan, Sima."

Başımı salladım hızlıca. "Kötü hissetmiyorum kendimi."

Kaşları daha da çatılırken gözlerinden puslu bir ifade geçti. Yutkunarak yerimde kıpırdandım ancak Darien'in harelerindeki sertlik bir an olsun silinmedi.

Bir şeyler... Vardı.

Sessiz kalarak bakışlarına karşılık verdim ancak gözlerinden de yüzünden de hiçbir şey okunmuyordu. Kızgın mıydı? Bakışlarım ister istemez yüzünün her köşesinde dolandı. Dudağındaki ve kaşındaki yara temizlenmişti lakin şifacılara gitmediği belliydi. Saçları hafifçe nemliydi. Belli ki yeni duş almıştı ve ondan gelen ferah koku da bunu doğruluyordu. Siyah kumaş pantolonla beraber Batı'nın altın işlemelerini taşıyan siyah bir gömlek giymişti ancak pelerini ya da kılıcı henüz üstündeki yeri bulmamıştı. Gözlerinin akınaysa onu son gördüğümden beri... Daha da çok kan çökmüştü sanki. Morluklar da hala oradaydı.

"Daha sonra çağırırız şifacıları. İyi hissediyorum gerçekten." Diyerek uzlaşmaya çalıştım. Kafamı eğdim yavaşça ve Darien, belimdeki elini çekti. İçimde oluşan huzursuzluğu görmezden gelerek "Kaç saattir uyuyorum?" Diye sordum.

"Yirmi beş saattir baygınsın." Dedi gözlerini benden çekerek, düz bir sesle.

Duraksadığımda zihnimden ucunu tutamadığım yüzlerce soru akıp gidiyordu ancak kalbimin sesi kulaklarımda çınlarken tek biri ayrıldı dudaklarımdan.

"İyi misin?"

Darien'in bakışları hızla bana çevrildi. Dudakları, çarpık bir tebessümle süslendiğinde içimde uğuldayan kanlı bir ilahi vardı.

"İyi miyim?" Diye tekrar etti dediğimi, buz saçaklarıyla sarmalanmış bir sesle. Güldü hafifçe. Dudaklarımı birbirine bastırmamı sağlayan, öfkeli bir gülüştü bu. "Sen söyle Sima, sence iyi miyim?" Dedi bakışlarını bir an olsun gözlerimden çekmezken.

Daha önce öfkesinin pek çok tonuna şahit olmuştum. Bir kısmını ise daha dün, Kaisel yanındayken göstermişti. Şaşırdığında ya da endişeliyken de görmüştüm onu. Mutluyken ve sakinken. Bana baktığında ve altınları huzurla kaplanırken. Beni öperken ve dudakları hafifçe kıvrılırken...

Ancak şimdi, bunların hepsinden millerce uzaktı. Tamamen kapatmıştı kendini. Su altındaki öfkesinin bana mı başkasına mı olduğunu bile anlayamıyordum. Helefna'dan geldiğimdeki şüphesi gibi değildi olup biten. Bir şeyler kırılmış, belki de parçalanmıştı. Hissedebiliyordum.

İçim korkuyla çalkalanırken "Orduları dondurmama mı kızdın?" Diye sordum telaşlı bir aceleyle. Terk edilme korkusu muydu aklımı başımdan alan, yüreğimi ısıtan her şeyden kopma düşüncesi mi bilmiyordum bile. Bir elektrik akımına kapılmıştım sanki. "Kaisel ile zorla konuşturduğum için mi?" İhtimaller hızla akıp gitti. Aklımı kaçıracaktım. "Olur olmadık bayıldığımdan mı?" İçimdeki bir tel titredi ancak çıkan ses kan akıttı sadece.

Babamın gözleri üstümde. Parkta düştüğümden dizimi yarmışım o öğle. Evin bir köşesine sinmiş, tutmaya çalışsam da kendimi hüngür hüngür ağlıyorum. Babam uyanıp geliyor salona. Eliyle sakalını sıvazlıyor ve baygın bakışları yırtılmış, kan içinde kalmış fosforlu pembe taytımı buluyor. Aynı anda bir öfke fırtınası yeşeriyor gözlerinde. Bense artık yarılan dizimden değil, bambaşka bir sebepten yumuyorum gözlerimi. "Sen!" Diye bağırıyor adam. "Ceza mısın lan bana?" Öfkeyle bir yerleri karıştırıp bulduğu bir pamuğu fırlatıyor suratıma. "Temizle şunu, canımı sıkma." Diyor. "Başımın tek derdi sensin." Diye mırıldana mırıldana odasına gidiyor. Kanayan yaraya kuru pamuk basılmaz. Biliyorum bir şeylerin eksik olduğunu ama anlamadan bastırıyorum pamuğu yaraya. "Allah'ın belası." Diye konuşuyor adam hala odasından. "Ne çekilmez çile, ne biçim çocuksun sen? Anan gibi sen de, yükten başka hiçbir şey değilsin başıma."

Pamuk yaraya yapışıyor. Temizlemiyor da dikmiyor hiç kimse. Sonra iyileşiyor ama izi hep benimle.

Şimdi dizimde izi olmadığınıysa biliyorum. Yine de sızlıyor. Biri yarama tuz değil, pamuk basmış yine sanki. Akan kanın üstüne, kuru bir top pamuk.

"Ba-başına dert olduğumdan mı?" Diye mırıldandım tam olarak ne dediğimi bilmeden. Sesim kısıldıkça kısıldı. Darien, zaten incelen bir ip kopmuş gibi tamamen bana doğru döndü ancak durduramadım kendimi. Gözlerim yine kapandı. "Yük olduğumdan mı Darien?"

"Yük olduğundan?" Diye sordu Darien, çıldırmış gibi bir inanamazlıkla. Altınları kara bulutlarla kaplandı. "Ne dediğinin farkında mısın sen? Ağzından çıkanı duyuyor musun?" Bana baktı bir süre ancak her ne gördüyse, kaşları daha da çatıldı.

"İstersen bir orduları değil, koca bir ülkeyi dondur Sima." Kafasını iki yana salladı. "Ya da durup dünyanın kalanına savaş aç ve durup peşinden nasıl geleceğimi izle." Duraksadı yeniden. O kara bulutların ardında delilik yüklü parıltılar vardı. "Yük olmak?" Diye tekrar etti, bu komik bile değilmiş, ağzında dahi eğreti durmuş gibi. "Dilersen seni cehennemin dibine ya da dilersen yedi kat göğün üstüne soluksuz çıkartırım Sima, aklını ne tür saçmalıklarla dolduruyorsun sen?"

Bu kez durduğunda, ben de donakalmıştım ancak Darien'in bakışları hiç değişmedi. Dudakları kıvrıldı bir kez daha. Gözlerinden, kırgınlık olduğunu sonunda anladığım o ifade geçip gitti. Tutamıyordum hiçbir anın ucundan ancak Darien'i bir şekilde kırdığımı fark etmek çoktan ruhumu paramparça etmişti.

Zaman donmadı ama akreple yelkovan yüreğime battı.

"Kalbin buz tutuyormuş Sima. Ben yanındayken, yüreğin defalarca kez donup durmuş, elin kalbini hep acı yüzünden bulmuş." Dudaklarım aralandı. "Ve ben bunu, öldürmek için geldiğim, seni kaçıran adamdan öğreniyorum."

Kelimeler oktu. Oktu ve bana değil, içime çektiğim nefese saplanmışlardı. O nefes soluk borumdan çizikler bırakarak geçti. Ben göz bile kırpamazken Darien tepkime karşılık acı bir şekilde gülümsedi. Birinci deprem buradaydı ancak Darien önüne baktığında ikincinin felaket olacağını anladım.

Bitmemişti.

"Meyza'nın." Dedi Kaskatı bir sesle. Gözlerini yumdu. "Sanki bu kahrolası bir şakaymış gibi, Meyza'nın öldüğünü söylemişsin Kaisel'e." Duraksadığında eli yumruk haline geldi. "Öleceğini söylemişsin."

Dudaklarım engel olamadığım şekilde titrerken tırnaklarım avuç içlerime battı. Yalancının mumu yatsıya kadar yanıyordu ve belli ki korkağın sırrının da aynı şekilde vadesi vardı.

"Niyetim saklamak değildi." Dedim tamamen dürüstçe ve aceleyle. "Siz tüm olanı biteni bana açıkladıktan sonra her şeyi kabullenmek zamanımı aldı. Kendime bile itiraf edemedim, söyleyemedim hiç hissettiğim şeyi."

Darien bana baktı düz bir şekilde. "Bu saçmalığa inanmayacaksın." Dedi çenesi kasılırken. Sanki söylemek istediğinin en hafifletilmiş versiyonuydu bu. "Bunu sadece duymaya değil senin kafanda dolanıp durduğunu bilmeye dahi tahammülüm yok, Sima."

İnkar.

Gözlerim kapanıp açıldığında Darien yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Meyza yaşasın ya da yaşamasın, sana bir şey olmayacak." Dedi yemin eder gibi.

Ancak sanki... Sözü verdiği kişi ben değildim.

Kendisiydi.

İnanmak istiyordu. Dahası, ben de inanmak istiyordum söylediklerine ve bu çaresizlik hali beni mahvediyordu. Gözlerimin dolduğunu hissettim.

Darien gözlerimin dolduğunu gördüğünde irkildi.

Kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktım. Altın gözlerinin içindeki sarı çizgilere. Yüzündeki taze yara izlerine. Parlak tenine.

Evet, buradayken bazı şeyleri kabullenmiş ve yüzleşmiştim ancak bunları evden uzaktayken yapabilmemin bir nedeni vardı. Her şeyi, Darien'den uzaktayken kabul edebilmiştim. Ne zaman geleceğini bilmiyorken. Tüm korkularımı onun için yutmaya ya da gömmeye uğraşırken ancak karşımda, gözlerimin içine bakarken değil. Bu harelere bakarken, evime bakarken, çok da zamanım kalmadığını sindirmeye çalışırken değil.

Evet, Darien benim dengemdi. Yerçekimim, hayattaki çapamdı. Onun için her şeyi yapmaya sırf bu yüzden bile hazırdım ve benden sonra hayatta, sağlıklı ya da mutlu kalabildiğini bilmek bana yetecekti ancak... Daha bu kadar kısa süre geçmişken ondan kopacak ya da kopartılacak olmak kan yağmuruna tutulmak gibiydi.

Ayrılmanın ne hissettirebileceğini düşünmemeye ve kaçmaya çalışmıştım şu zamana dek fakat Darien'in sarılarının acıyla kısıldığını görmek, son noktamdı.

Darien benim dengemdi ancak sistemimdeki tüm dengeyi alt üst edebilecek de tek kişiydi.

Darien benim yer çekimimdi ancak ayaklarımın yerden kesildiğini hissettiren de kendisiydi.

Darien benim çapamdı ancak belki de zamanı geldiğinde bağlı olmak bile beni olduğum yerde tutmaya yetmeyecekti.

Ne olduğunu bile anlamadan ağlamaya başlamıştım. Darien'in gözleri kapanırken beni kendine çekti. Sımsıkı sarılırken bir eli kafamın ardını öteki belimin kıvrımını buldu. Sanki bu anın yaşanacağını biliyordu. Başından beridir ne denli kendimi tuttuğumu hissettiğini düşünmeden edemedim.

"K-Korkuyorum!" Diye bir yakarış koptu dudaklarımdan. Darien daha sıkı tuttu beni.

"Biliyorum Kar Tilkisi."

"Ölmek istemiyorum ben."

"Ölmeyeceksin."

"Meyzayı görmek istiyorum. Yaşıyorken, kanlı canlı!" Sessiz kaldı. "Çok, çok, çok acı çekti o!" Diye devam ettim hıçkırıklarımın arasında.

"İstersen intikamını alırız." Dedi gerçekten dilersem Meyza'nın üzülmesine yol açan herkesin ölüsünü ayaklarımın önüne serecekmiş gibi. "Bu şekilde ağlamaya devam edersen Helefna'da taş taş üstünde kalmayacak." Diye devam etti kemiklerimi titreten bir tonda. Hafifçe geri çekildiğinde bir eli yeniden yüzümü buldu ve baş parmağı kayıp giden göz yaşlarımdan birini sildi. Gözlerime baktığında ise tüm vücudu kasılıp kaldı.

"Ama bu Meyza'yı döndürmez ki..." Diyerek iç çektim. Darien dudaklarını birbirine bastırarak yanağımı tekrar sildiğinde ona baktım doğrudan. Bunu diyeceğimi de biliyormuş gibi iç çekti. "Döndürmez." Diyerek onayladı beni.

"Seni bırakma düşüncesi." Diye mırıldandım boğuk bir sesle. "Buna katlanamıyorum. Kalbimin donmasından daha acı verici bunu düşünmek."

Harelerinden karanlık yıldızlar geçti.

"Sana artık benden kaçamayacağını söylemiştim, Sima. Buna rağmen o güzel aklını nasıl tüm saçmalıklarla doldurmayı başarıyorsun? İnanılmaz."

Şaşkınca ona baktığımda, beni gülümsetmeye uğraştığını bildiğimden burnumu çekerek güldüm. "Rolümü çalıyorsun." Dedim omzundan hafifçe ittirerek. "Bu ilişkide peşinden koşan hep bendim."

Kaşlarını kaldırarak elimin üstüne, daha doğrusu nişan yüzüğümün üstüne bir öpücük kondurdu. Kirpiklerinin altından bana bir bakış attığında yanaklarımın yandığını hissettim. "Bu yüzüğü taktığında işler değişti."

Kıkırdayarak burnumu bir daha çektim ve sımsıkı sarıldım yine. Yakınlığımız yetmiyordu çünkü çok uzak kalmıştık. Ancak bunun yerine o geri çekildi ve cebinden çıkarttığı bir mendili burnuma tuttu. Gözlerimi devirerek sümkürdüğümde, "Sümüklü." Diyerek hafif alayla güldü.

"Gömleğini peçete olarak kullanmama izin verecek kadar sevmiyorsun beni." Dedim ben de aynı alayla.

"Dilersen gömleği çıkartabilirim. İstediğin gibi kullan." Dedi tek kaşını kaldırarak.

Yalandan kaşlarımı çatarken beni bu kadar çabuk sakinleştirmiş olması akıl alır gibi gelmemişti ancak umursamadım bu durumu. "Beni bu şekilde mi baştan çıkartacaksın?"

Darien gülümsedi. "Hayır." Dedi koyu bir ses tonuyla. "Çok daha güzel yollar biliyorum."

"Bak sen." Diye mırıldandım usulca. Darien, elinin tersiyle omuzlarıma dökülen uzun beyaz tutamları geriye attı ve hemen ardından boynuma tüy gibi bir öpücük kondurdu. Dudaklarının değdiği yerden başlayan alev sarmalı yüzüme tırmanırken özlem içimi burkuyordu.

Ben iç çekerken göz göze geldik. Darien, gözlerimin içine bakarken hafifçe doğruldu. "Gözlerinin mavisi değişiyor." Diye mırıldandı birden.

"Nasıl değişiyor?" Diye sordum kafamı yana eğerek.

"Önceden tam buz mavisiydi." Dedi karmaşık bir ses tonuyla. "Şimdi gökyüzüne benziyor."

Umut da gök rengidir Sima, senin gözlerinde sadece gökler değil umudun tohumları da var. Sabah akşam dua ediyorum yeşerecekleri yeri bulman adına.

Annemin sesiydi yankılanan.

Annemin sözleriydi bunlar. O dünyada ondan başka kimsenin dudaklarından benim adıma dualar dökülmezdi, biliyordum.

Gözlerimi kırpıştırırken o kaşlarını çattı. Perçemimden bir tutama değdi bu defa parmaklarının ucu. "Göz yanılması diye düşünmüştüm ancak şimdi emin oldum ki saçlarının içinde de renk yansıması var."

"Hangi renk?" Diye sordum dudaklarım aralanırken. Ben sadece matlaştığını düşünmüştüm. Sesimin kesik çıkması Darien'in bana dikkatle bakmasını sağladı.

"Kestane."

"Kestane." Diye tekrar ettim onu.

Anneminkiler gibi, benim saçlarım da kestane olabilir miydi?

Aynaya baktığımda gördüklerimi hala anımsayamıyordum ancak sanki Meyza'nın bedeninde, biraz yer edinmişti ruhum. Bunun başka ne açıklaması olabilirdi ki? Uzun beyaz saçlarıma bakarken ışığın altında gerçekten farklı yansımaları olduğunu fark ettim. Dudaklarım birbirine kapandı böylece. Ne tamamen beyaz, ne tamamen kestane. Ne tamamen buz, ne tamamen gök rengi.

Nedense tamamen eski halime dönmüş olsam, hissedeceğimden daha çok kendim gibi hissettim kendimi. Bir rahatlık yayıldı göğüs kafesimin ortasında. Kuşlar kanat çırptı. Darien, yıldız tozu üflenmiş gibi parlak gözlerle beni izlediğinden hafifçe gülümsedim.

"Eskiden..." Dedi Darien kelimeleri bir an olsun dolandırmadan. "Eskiden, gözüktüğün halin gibi şimdi ki görünüşün."

Kafamı salladım yavaşça. Anlaması şaşırtmamıştı beni.

Gözleri, verdiğim onayla beraber göz bebeklerime yoğunlaştı ve bir eliyle saçımı parmağına dolayıp oynamaya devam etti.

"Hala güzel miyim peki?" Diye sordum oyunbaz bir edayla.

Darien, dünyanın en anlamsız sorusunu sormuşum gibi baktığında, iç çektim. "Hep öylesin Sima." Dedi düz bir şekilde. "Hatta o kadar güzelsin ki-" Duraksadı. "Bazen can sıkıcı oluyor." Diye mırıldandı huzursuz bir sesle.

"Ne demek o şimdi?" Diye sordum yerimde kıpırdanırken. Ancak bu yeterli gelmedi ve bir şekilde, kucağına oturdum. Ya da tırmandım. Her neyse. Darien, kaşlarını kaldırırken bir eliyle kalçamı kavradı.

"Etraftaki herkesin sana kilitlenmesi canımı sıkıyor demek." Dedi kafasını hafifçe eğerken. "Yanına gittiğin herkesin sistemini bozman da cabası."

"Ne sistemi?" Diye sordum şaşkınca.

Kendisinden mi bahsediyordu? Darien, bir anlığına şaşkınlıkla aralanmış gözlerimi baktı ve kafasını iki yana salladı. "Kendinden bu denli habersiz oluşun, beni öldürecek." Diye homurdandı. "Önce kendi bildiğinden başka her şeyi silip atan kız kardeşim, sonra herkesin yanında ayrı bir rol çeviren Callisto." Dedi ve anlamlı bir bakış attı. "Sadece antrenmana gelmenle Batı'nın tüm askerleri..." Diye devam etti. "En başta Batı'ya gelip bana meydan okumanla ben..." Kaşları çatıldı. "İnsanlar sana çekiliyor Sima. Her türlü, inan bana."

Söyledikleriyle birkaç saniye sessiz kalırken Darien'in kaşları tamamen çatıldı. "Neden Helefna'daki o piçin dönmen için havlayıp durduğunu zannediyorsun?" Diye sordu bu durum gerçekten canını sıkıyormuş gibi. "İlk denk gelişimizde gırtlaklayacağım herifi." Diye ağzının içinde bir şeyler daha homurdandı. Bakışları yeniden bana çevrildi. "Şimdi de Kaisel, aklımı sıyıracağım." Dedi öfkeyle mırıldanmaya devam ederek.

"O senin abin." Diye homurdandım ben de. Aralarındaki her sorunu çözseler, gerçekten her şey mükemmel olurdu.

"Düne kadar gördüğünde suratına yumruk atacağını söylediğin abim."

"Attım da zaten." Omuz silktiğimde, gözlerinden bir parıltı geçti. "Ancak o... Yani tamam katlanılmaz kibirli ve pislik ancak-" Huysuzca beni dinlerken dudak büktüm. "Yani o kadar da kötü biri değil."

"Seni kaçırdı."

"Tahtı sana bırakmak için."

"Bu düşüncesi bile onu öldürmek için bir sebep." Dedi gözlerini devirirken.

"Birbirinize çok kötü şeyler yaptığınızın farkındayım." Diye mırıldandım kucağında ona daha çok sırnaşırken. "Ancak ikiniz de çocuktunuz Darien. Sen saraydan ayrıldığında bile yetişkinliğe ulaşmamıştın." Sessiz kaldığı için iç çektim. "Annesi ve babanız-" Diyerek duraksadım yeniden. Darien'in beni saran ellerinin dahi kasıldığını hissettim. "Asıl kötüler, çocuklarını bu şekilde ölüm sarmalına sürükleyenler. Şimdilik, başka kimse değil."

Bir süre beraber sessiz kaldık.

"Deneyeceğim." Dedi sonunda. "Boğazına yapışmamayı. Her şey sonuca varana dek."

Kaisel tahta geçtikten sonra onu boğmaya çalışsa işler bayağı tatsız olurdu ancak şimdilik bunu da zafer sayacaktım.

İkimizin de söylemediği, bitirmediği cümleler vardı.

Darien'in bana olan öfkesinin tamamen geçmediğini biliyordum.

Ya da kırgınlığının.

Ancak daha büyük sorunlar yüzünden bir şeyler geri planda kalıyordu. Büyük bir kavga etmemiş olmamızı şükürle karşıladım yine de.
Asla da olmamasını umut ettim.

Kocaman gülümserken kollarımı boynuna sardım ve Darien gözlerini yumdu. "Bu konuşmayı devam ettirmek için sabretmeye çalışıyorum ancak yardımcı olmamaya yemin ettin, değil mi?"

"Ne alakası var?" Diye sorduğum anda, biraz daha dibine girdiğimden, dudaklarımız birbirine sürtmüştü. Kırkırdamaya çok zamanım olmadı. Ben gülmeye başladığımda, Darien'in dudakları benimkileri buldu.

Akıl alır gibi değildi.

Akıl alır gibi değildi çünkü öpüşü, bunca konuşmanın, bunca kavganın gereksiz olduğunu hissettiriyordu bana. Suyun akıp yolunu bulması gibiydi. Ağzım aralandığında, dili içeri girdi ve eliyle ensemi kavradı. Daha da çekti kendine. Kollarımı boynuna doladım ben de.

Darien, benim dengemdi.

Yer çekimim, bu evrendeki çapamdı.

Darin benim sınırım, evim, gökyüzümdü. Sınırsızlığım ve özgürlüğüm, yer yüzümdü.

Darien, her şeydi.

Ağzımın her noktasını, sanki beni bir daha hiç öpemeyecekmiş gibi öptü. Gözleri kapalıydı ve ikimizden de iniltiler yükseliyordu. Ellerim saçlarının arasına daldı. Darien, beni nefes alıyormuş gibi öpüyordu. Sanki aksi şekilde yaşayamayacakmış gibi.

Her şey silinmişti işte.

Zaten kucağındaydım. Bacaklarımı ona dolamam uzun sürmedi. Altımdaki sertlik aklımı kaybetmeme neden olsa da, yarınımız yokmuş gibi öpüşmeye devam ettik. Hiçbir şeyin önemi kalmamış ve bu evrenin, bize birbirimizden başka daha güzel hiçbir şey veremeyeceğini bilir gibi.

Yaşamak istediğim her his tanesi, her an buradaydı.

Ancak, nefesimin tükendiğini hissettiğinde geri çekildi. Göğsüm hızla inip kalkarken puslu gözlerle bana baktı. "Delireceğim." Dedi bana parlak gözlerle bakarken. Gülümsemem, gözlerinin kısılmasını sağladı. "Sonum olacaksın, Kar Tilkisi." Duraksadı ve biraz geri çekildi. Ardından somurtarak kaşlarımı kaldırdığımı görünce burnuma bir fiske attı. "İyi olduğundan emin olmadan hiçbir şey yok."

"Hiçbir şey yok da ne demek?" Diye sordum gözlerim kocaman açılırken.

"Şifacılarla konuşana dek devam etmeyeceğiz demek."

"O halde niye öptün beni?"

"Aklımı kaçırmamak için."

"Ya ben kaçırırsam şimdi?"

"Arsızlığın başında yine." Diyerek sırıttı hafifçe. Alnıma bir öpücük kondurdu ardından.

Ah, hiçbir fikri yoktu.

Yüksek sesli gülüşüm aramızda yankılandığında, bedenim daha fazlası için sızlıyordu ancak ben Darien'e uzanamadan, zaten açık olan kapıdan içeri daldı biri.

"Uyanmışsın Snez-"

Sesi bizi gördüğü anda kesildi Kaisel'in.

Nasıl göründüğümüzü asla bilmek istemiyordum ancak Kaisel'in gülümsemesi silindi. Hatta somurtur bir hal aldı ve kaşlarını çattı. Ben Darien'in kucağında, üstelik bacaklarımı da ona dolamıştım. İkimizin da saçları dağınık, muhtemelen benim yüzüm kıpkırmızıydı.

Ağzı açılıp kapandı. Sonunda odağına Darien'i aldı.

"Kız kendine gelseydi önce." Dedi sert bir sesle. Kafasını iki yana sallarken Darien, elbisem sıyrıldığı için açıkta kalan bacaklarıma baktı ve beni belimden tutup bir çırpıda yatağın yanına koydu. Ardından da hızlıca bacaklarıma örtüyü kapattı.

"Kaisel..." Dedim neşeyle.

Gözleri kısıldı. "Şifacılar." Diye bağırdı.

Bayılacaktım gerçekten. Bu iki kardeşin ağzından başka sözcük duymak çok zordu.

Gözlerimi devirdiğimde, Darien bana sert bir bakış attı ve dudaklarımı kapattım. Sızlanmaya hiç hakkım yoktu.

"Çabucak iyileşmene bak, Prenses." Dedi Kaisel kafasını yana eğerek. "Hareketli bir yolculuğa çıkacağız, sayende."

Anlamazca Darien'e döndüm.

Cevap vermek yerine somurtmayı tercih etti.

Kaisel'e baktım bu defa ama kapının ardında beliren Callisto'ya kaydı bakışlarım. "Sima." Dedi hafif bir gülümsemeyle ki Darien ve beni yatakta görünce o da kaşlarını çattı.

"Tanrı bizi korusun." Diye mırıldandı ağzının içinde. "Ölümden döndün. Kan kustun. Uyanınca da ilk işin nişanlına yapışmak mı oldu?" Kafasını iki yana salladı.

"O bana yapıştı." Dedim omuz silkerek.

"Piç herif." Diye mırıldandı ağının içinde Kaisel.

"Tanrı bizi korusun." Diye tekrar etti Callisto dik dik Darien'e bakarken. Darien hiç oralı olmadı.

Merakla onlara baktım. "Nereye gidiyormuşuz?"

Darien bu defa yandan bir bakış attı bana. "Sen iyi olana dek hiçbir yere."

"Ben zaten iyi-" Callisto kaşlarını kaldırdı. Sustum. "Peki iyi olduktan sonra nereye?"

"İmparatorluk sarayına gidiyoruz, tatlım." Diyerek viski gözlerindeki neşeli parıltılarla dudak büktü Kaisel. Darien'in gözlerinden de karanlık bir ifade geçtiğinde, yutkundum. "Almamız gereken bir taht, yapmamız gereken bir darbe var."

Darien, ilk defa Kaisel'den duyduğu şeye karşılık yarım bir şekilde dudağını kıvırdı.

Bakışlarım ikisi arasında gidip gelirken kalbim resmen çarpıntı yapmaya başlamıştı.

Bu iki kardeşin birbirlerini öldürmeye çalışması ve savaş çıkartması felaketimiz olurdu ve bu belliydi.

Peki aynı safhada yer almaları diğerleri için tam olarak ne anlama gelecekti?

Callisto ile aynı şeyi düşündüğümüzü bakışlarımız denk gelince anladım ve istemsizce gülümsedim.

Çünkü gerçekten, Tanrı şimdi bizi değil onları korumalıydı.
































Çünkü gerçekten, Tanrı şimdi bizi değil onları korumalıydı

 

Bölüm : 08.04.2025 23:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Elif Büşra Arslan / YAN SİMA / 14
Elif Büşra Arslan
YAN SİMA

212 Okunma

73 Oy

0 Takip
17
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...