Sevgiyle kalın.
-Elif Büşra ARSLAN
SİMA RÜZGAR (ŞİMDİKİ HALİ İLE)
MEYZA ISABEL WİNDFİELD & SİMA OKÇU
15
Bazıları varlığına inanmazdı ama kimimizin bir yuvanın ortasına, kimimizin sadece dört duvar arasına ve bazılarımızın duvarı bile olmamasına nasıl aydınlık getirebilirdik?
Benim yuvam küçükken annemin kollarıydı ve o gittikten uzun bir süre sonra evsiz kalmıştım başımı soktuğum bir çatı olsa da. Şansızlık dememiştim buna o zamanlar. Kader de dememiştim gerçi. Kendi kendime öğrenmiştim bir şeyleri.
İlk regl olduğumda mesela. Koşup derdimi anlatacağım annem yoktu. Okulda derste duyduğum kadar biliyordum her şeyi ve babamın yeni karısına söylesem muhtemelen dinlemezdi bile beni. Harçlığımla kendime ped almış, bütün gün yatakta uzanarak tavanı izlemiştim. Şansızlık mıydı şimdi annemin olmayışı? Derdimi anlatabileceğim tek bir kulun yakınımda olmaması? Ama aynı zamanda oturuyordum sıcak bir odada. Başımı koyabileceğim bir yastığım vardı. Etrafımdaki insanların kalbi kararmıştı belki de ya daha kötüsü olsaydı? Şanslı sayılmaz mıydım aslında? Neye göre bilebilirdim ki şansımın olup olmadığını?
Kışın sık sık hasta olurdum. İki arada bir derede bulduğum boşluklarda atkı veya boyunluk örmeye çaba harcardım. Sıcak kalmalıydım. Üşütmemeliydim çünkü düşersem kendi başıma kalkmak zorunda kalacaktım. Yine de her yıl en az birkaç kere hasta olurdum tüm önlemlerime rağmen. Kalkıp bir bitki çayı kaynatacak kadar bile enerjim olmazdı ancak küçükken annemin ateşimi anlamak için tenime değdirdiği dudaklarını alnımın üstünde hissederdim. İçim kıpır kıpır olurken burnumda limonlu tavuk suyu çorbasının kokusu olurdu. Şimdi bana bakacak kimse yok diye şansız mıydım yoksa en azından bunları zamanında yaşayabildiğim için şanslı mıydım mesela? Yine anlamazdım ama her defasında şükürler ederdim tüm kalbimle. Öyle ya da böyle, iyileşiyordum çünkü. O yatakta yatıp da gözümü açamasaydım bir daha, cenazeme gelecek tek bir Tanrı'nın kulu yoktu da demiştim ki kendime, en azından gömerler seni. Bazı insanların ölüsü bile bulunmuyor Sima...
Şimdiyse, Darien ve Kaisel,'in benim iyileşmemi bekleme kararı vermelerinin üstünden bir buçuk hafta geçmişti. İlk günler, kan kusmaya devam ettiğimden tüm köşk kaos içindeydi. Şifacıları nereden getirttilerse sayıları çoğalmış, üşümemem adına her yanda ateşler yakılmıştı ve eve temiz hava girdiğinden de emin oluyorlardı. Başta, yataktan kalkmama izin vermemişlerdi ve Darien gözünü benim üstümden ayırmayı reddederken Kaisel de aynı şekilde bizimle bizim odamızda oturduğundan, aldıkları nefesten bile rahatsız olup kavga etmişlerdi. Defalarca. Darien onu kovmaya çalıştıkça Kaisel bu köşkün ona ait olduğunu ve canının burada oturmak istediğini söylüyordu. Söz konusu bizim yapacağımız bir darbe varken Darien'in ağzıma çorba tıkmaya çalışması ve Kaisel'in sürekli yeni meşaleler yakıp durması-odada yirmi tane vardı- canımı sıkmıştı ve dayanamayıp patlamıştım. İkisini de odadan kovmuş, eğer girerlerse ikisini de buz küpüne çevireceğimi söylemiştim. Sonuç olarak refakatçim Liberta olmuştu.
Liberta geçirdiğimiz zaman boyunca biraz huysuzdu. Tanıştığımız ilk zamandaki gibi alaycıl bakışlar atmamıştı bana ve onu rahatsız eden şeyin bilgi eksikliği olduğundan şüphelenmiş, canım da sıkıldığından ne varsa ne yoksa anlatmıştım. Neden bana Sima dediklerini, Meyza'nın kaderini bildiğimi, Darien'le neden en başta evlenmek istediğimi ve geri kalan her şeyi. Sima olarak geçen hayatımı bile. Liberta defalarca kez ağzını açıp kapatmış, kaşlarını çatmıştı. Sonrasındaysa, çekip aniden sarılmıştı bana. Bir, belki iki saniyeliğine. Yüzüme uzun uzun bakmış, tanıdığı en güçlü kadınlardan biri olduğumu ve Meyza için de tüm yüreğiyle en iyisini dilediğini söylemişti. O an bir tık ağlamıştım. Çünkü Meyza'nın kendi ömründe, ona yürekten iyi dileklerde bulunan biri olmuş muydu ki?
Liberta da sonra bana kendi krallığını anlatmıştı. Esanil'in ana kalesinin bir dağın üstünde, kayalıkların üstüne kurulduğunu ve askeri eğitimin ne denli sıkı olduğundan bahsetmişti. Kendisi de aynı kılıç eğitimlerinden geçmişti çünkü Kral ve Kraliçe onu sadece diplomatik problemlere değil her türlü şeye hazırlamak istemişti. Liberta'nın anne ve babasıyla arası iyiydi ve anladığım kadarı ile Esanil biraz dış dünyaya kapalı kendi halinde bir krallıktı ancak Liberta sınırındaki şehirlerin hali için bile bir ayaklanma başlatmaya hazırdı. Halkın acısı onun da acısı olmuş, büyüdüğü süre boyunca çıkar yollar düşünüp durmuştu. Bu planlarından birinin bir gece Karilya sarayına girip herkesi katletmek olduğunu ise gülerek söylemişti. Belki bunun gerekli olduğunu ben de düşünmesem biraz tırsabilirdim ancak onun yerine ben de gülmüştüm.
Kaisel ve Darien'in saraya gidince yapacakları buydu sonuçta. Anne ve babalarını öldüreceklerdi. Kaisel tahtı alacaktı.
Anne ve baba. İmparator ve karısı. En başında her cariyesinden çocuk yapan adam ve doğan tüm çocukları katleden karısı. Buna karışmayan adam ve diğerlerinden farklı olup bir gün onun karşısına çıkan cariyesi. Sadece cariye değil gerçi, ölümünden sonra bile oğlunu hayatta tutan bir anne. Darien'in annesi. Her şey çok yanlıştı. Çok, çok yanlıştı.
O hafta iki kere ateşim çıkmıştı. Birden fazla elin gece boyunca alnıma dokunup durduğunu hissetmiştim. Gözümü her araladığımda karşımdaki yüz farklıydı. Limon kokusu vardı yine fakat bu defa hayalimde değildi sadece. Alnımın üstüne konmuş ıslak bir bez, kulağıma fısıldanan yatıştırıcı sözler vardı. "İyi olacaksın Kar Tilkisi, uykuna dön." Demişti Darien. "Uyanmazsan sıkıntıdan prensin boğazını keseceğim." Demişti Liberta. "Şu ateşin düşsün artık, ateşli bir kadın olmaya fazla taktın kafayı." Demişti Callisto. "Snezhinka." Demişti Kaisel normalde konuştuğundan daha uysal bir sesle. "İyileş."
O an biliyordum. Daha önce şans var mı yok mu, neye denir neye denmez anlamasam da bu hayat benim şansımdı. Tek ve en büyük şansım, bu hayatın içinde bana verilen insanlardı.
Bir şekilde iyileşmiştim tamamen. Şimdi ne kan kusuyor ne titreme nöbetleri geçiriyordum ama Darien hemen yola çıkmak istememişti. Kaisel de ona katıldığında ve hiçbir şeyde olmasa da bu konuda fikir birliğine geldiklerinde kafayı sıyıracak hale gelmiştim.
Ancak birkaç gün sonrasında çıkmıştık yola. Darien ata değil benimle birlikte arabaya binmiş, Liberta Callisto ve Kaisel at üstünde ilerlemeyi seçmişlerdi. Darien ve Liberta'nın askerleri geri gönderilmek durumunda kalmıştı çünkü eğer askerler başkentten içeri girerse işler karışacaktı. Zaten Kaisel ve Darien'in amacı ise halk yeterince yorgunken onları daha fazla yıpratmak değildi. Her şey sessizce ve adım adım halledilecekti.
Kaisel'in beni kaçırdığını İmparator ve İmparatoriçe zaten biliyordu. Bekledikleri şey Batı'nın Darien'in elinden alınması ve Kuzey Varisi'ni de geldiği yere geri fırlatmaktı. Çünkü Mantıken Kuzey kendi başına Karilya'ya kafa tutamazdı ancak Helefna'ya saldırmak için diplomatik bir sebep vermek de gereksizdi.
Darien, plana göre Kaisel'in şartlarını kabul etmiş ve Batı'yı kendi elleriyle vermiş bir esir olarak gidiyordu. Bense Kaisel'in yanında götürdüğü, Darien'den vazgeçmiş potansiyel bir müttefiktim ve Liberta ise benim yardımcımdı. Zaten Esanil'in Prensesi'ni bu zamana dek kimse görmediğinden onu saraya istediğimiz gibi sokabilirdik.
İmparatoriçe, Darien'i direkt olarak bir savaş esiri olarak idam ettiremeyeceğinden bunu daha dolaylı şekilde usüle uygun yapmaya çalışacaklardı. Geriye sadece Darien bir hain olarak halka sunulmadan önce o ikisini tahttan indirmek ve Kaisel'e taç takmak kalıyordu.
Şimdiyse kamp yapacağımız alandaydık ve bir gece kalmıştık burada. Kaisel, beni imparatorluğun unutulmuş bir köşesine kaçırdığı için durup dinlenecek bir han yoktu. Yemekten sonrasında yola devam edecektik ve şimdi hepimiz elimizdeki et şişlerle ateşin etrafında oturuyorduk. Darien ise bir süre önce at arabasının olduğu tarafa doğru kaybolmuştu.
Liberta, iştahla elindeki eti yerken Kaisel'in parlak sarı hareleri onun üstünde oyalandı ve Liberta da ona baktı. Ben suratımı buruştururken Callisto iç çekerek gözlerini yumdu.
"İlk defa adabı muaşeretten bu kadar uzak yüksek soylu birini görüyorum. Şaşkınlığımı maruz gör." Dedi alayla Kaisel. Kızıl tutamları eliyle geriye doğru taradı ve keyifle bacak bacak üstüne attı. Liberta kaşlarını kaldırdı.
İkisine dikkatle bakarken aniden üstüme yünlü bir battaniye sarıldı ve Darien her yanımın kapandığından emin olduktan sonra yeniden, sessizce yanıma oturdu. İçimde bazı taşların tıkırdayarak oynadığını hissettim ancak dikkatimin yeniden dağılması uzun sürmedi.
"Bu çubuğa organlarını dizmemi istiyorsun değil mi?" Dedi Liberta tatlı bir gülümsemeyle. Tacını çıkartmış, bir prenses gibi değil, oynayacağımız oyuna uygun şekilde bir hizmetli gibi giyinmişti ancak karanlıkta ateşin ışıkları yüzüne vururken tapılacak güzelliğini saklayamamıştı. Ateşin yansıması gri harelerinde dans ediyordu. Gözlerimi kırpıştırdım. Tüm bu güzelliğe ve gülümsemesine rağmen gözlerindeki ifade kan dondurucu cinstendi.
"Bir de asi." Diye devam etti Kaisel kaşlarını kaldırarak. Başını yana eğdi. "Mükemmel bir prenses."
Darien ikisini de takmadan elime kırılmış cevizlerden birini verdi. Benimse çoktan kaşlarım çatılmıştı.
"İntihara meyilli prensimiz konuştu." Dedi Liberta şekerden tatlı bir ses ve buzdan soğuk gözlerle.
Kaisel'in gülümsemesi hiç de sekteye uğramadı. Bu ikisinin gülümseyen suratlarla ne yaşadıklarını sorguladığım aşamayı çoktan geçmiştim. Yaklaşık olarak Liberta Kaisel'e duvardaki meşaleyi söküp fırrlattığındaydı galiba. Ev alev alacaktı da son anda söndürmüşlerdi. Kaisel'in bununla birlikte tepesi atmış, Liberta'ya küçük bir şimşek fırlatmıştı. Liberta bir anda ters takla atarak kurtulmuştu ama ev yine alev alacaktı. Son anda söndürmüşlerdi...
Gülümsemeleri, bu sefer kamp yerinin alev alacağının haberini bana verdiğinden konu değiştirme amacıyla iç çektim. "Bilye'yi gören oldu mu?"
Kaisel'in keskin bakışları bana çevrildi. Bakışları bayık bir hal adı. "Ucube kuşunu mu diyorsun?"
"O kuş bizim Sima'yı bulmamıza yardım etti." Dedi Liberta bu defa sert bir sesle. "Ortamdaki tek ucube kızıl saçlı ve taç takmak üzere olan bir ahmak."
Gözlerimi kırpıştırdığımda Darien'e baktım. Bana yardım etmesi için en azından. Ama keyifle sırıttığını gördüğümde kaşlarım havaya kalktı.
"Kuşuma hakaret etme." Diye mırıldandım ağzımın içinde.
Callisto gözlerini devirdi. "Kuş dediğin şey lanetli ormandan çıkıp geldi. Yaratık kısaca."
"Yine de..." Dedim bıkkınlıkla.
"Ne yine de?" Dedi Kaisel alayla.
"Sima'yı tersleyip durma." Diye çıkıştı aniden Liberta. Kaisel kaşlarını kaldırdı.
"Tatlım eğer her söylediğime bu şekilde itiraz edeceksen benimle flört etmeye çalıştığını düşüneceğim."
Liberta'nın yüzünde mimik bile kıpırdamadı. Öylece dik dik bakarken kafasını yana eğdi. Gece siyahı saçları aşağı doğru döküldüler. "Evet." Dedi dümdüz bir sesle. Kaisel'in bakışları bir an için o saçlara değdi. "Öyle düşün." Diye devam etti küçümseyici bir şekilde Liberta.
Baygın bir ifade suratıma yerleşirken ayağa kalktım. Gözler bana döndüğünde omuz silktim. "Kamp alanı toparlanana kadar dolanacağım." Dedim sakince ilerlerken. Kaisel ve Liberta'ya baktım. "Siz de yakın burayı. Hiç durmayın."
Çok geçmedi, arkamdan adım sesleri gelmeye başladı. Dönüp bakmama gerek yoktu. Darien'di. Ben öylece herhangi bir yöne doğru ilerlerken, Darien beni durdurmadı. Hızını benim hızıma uyarlamıştı.
Bir süre ilerledikten sonra girdiğim yol daralmaya başladı. İki yanı ağaç olan yolda küçük bir su birikintisi vardı. Eteklerimi geçmek için toplamaya başlamıştım ki Darien'in elleri belime dolandı ve ben ne olduğunu anlamadan birikintinin karşısına bıraktı beni. Yanaklarımın ısındığını hissederken sevinçle gülümsedim.
Darien'in bakışları suratımda dolandı. Dikkatle, her zamanki gibi. Gözlerimde, dudaklarımda, yanaklarımda, kirpiklerimde... Ardından kaşları hafifçe çatıldı ve uzanıp elimi avucunun içine aldı. Bazen şaşırıyordum en ufak temasımızda kalbimin hala çırpınmasına ama sonra kafamı kaldırıp da ona baktığımda yeniden anlam buluyordu her şey. Darien, kalbimi hem pır pır ettiren hem de sancılattıran gerçekleşmiş bir dilek gibiydi benim için. Sert yüz hatlarında ve sık kirpiklerinde dolandı benim de gözlerim. Elini daha sıkı kavradığımda yüzünde herhangi bir mimik oynamadı ama bana biraz daha yaklaşmıştı.
"Eee?" Diye mırıldandım. Hafif bir alay vardı sesimde. "Ailenin beni sevmesi için nasıl davranmalıyım?"
Darien kaşları havaya kalkarken bakışları bir kez daha suratımda gezindi. Hafifçe kıvrıldı dudakları. "İyi bir gelin adayı olmalısın, Kar Tilkisi."
Eğlenerek iç çektim. Gittiğimizde ortada bir nişan yokmuş gibi davranmamız, onun mağlup ve esir rolünü benimse çıkarcı kadın rolünün oynamam gerekecekti halbuki. Gerçi, gönlü alınması gereken bir aile de yoktu ortada. "Nasıl oluyormuş iyi bir gelin adayı?"
Homurdandı. "Başını her türlü belaya sokmayan, uslu biri mesela."
"Ne belaya sokmuşum ben başımı?"
Darien oldukça yavaş bir şekilde dilini alt dudağının üstünden geçirdi ve manalı bir bakış attı.
"Ne?" Dedim tersleyerek. "Olan hiçbir şey benim yüzümden olmadı. Ben belayı değil bela beni buldu hep."
"Konu da bu zaten Sima. Rica ediyorum, bela daha fazla seni bulmasın çünkü ciddi anlamda çıldırmama ramak kaldı."
Gözlerimi kırpıştırdım bir adım daha atıp dibinde biterken. Kafamı kaldırıp gözlerine baktım dikkatle. "Yine de-"
Yavaşça somurttum bu defa. Darien'in erimiş altın gözlerinden bir parıltı geçti. Elleri yeniden belimi buldu. Kendine yapıştırdı bedenimi.
Alçak fakat eğlenen bir sesle mırıldandı. "Bükme dudaklarını."
"Tribimi bile çekemiyorsun yani?"
İç çekti. Belimdeki elleri yüzümü buldu. İçim titrerken parmak ucu dudaklarıma değdi.
"Aklımdan, bulunduğumuz yere pek de uymayan düşünceler geçmesine neden oluyorsun çünkü."
Yanaklarımın yandığını hissettim ancak gülümsememe de engel olamadım. "Nasıl düşüncelermiş onlar?"
Darien okşadı yavaşça yanağımı. Gülümsedi hafifçe. "Seni arkandaki ağaca yasladığım türden."
Tüm kanın yüzüme gittiğini hissetsem de kalbim gümbür gümbür atmaya başlamıştı çoktan. "Şey, yaslayabilirsin aslında."
Darien bir an için duraksayıp yüzüme baktı ve iç çekerken alnıma bir fiske attı. "Sana kıpkırmızı olmuşken böyle şeyler söylememeni söylemiştim." Diye mırıldandı ağzının içinde.
"Yani, neden olmasın?" Dedim masum masum gözlerimi kırpıştırarak. Elimizde bir de ben hastayken bana hiç dokunmadığı gerçeği vardı. O ellerini çekerken benim elim onun iki yanağını buldu. Darien, bir an için gözlerini yumdu. Dinlenir gibi... Dahası, huzurlu gibi. Ardından araladı gözlerini. Aniden içimi öyle yoğun bir sevgi kapladı ki tökezleyecek gibi hissettim bulunduğum yerde. Ama yalpalamadım. Dimdik duruyordum. Kalbim içine sığmayacak bir enerjiyle, göğsümü delmek ister gibi atıyordu.
Darien yavaşça yanağımı öptü. Bir süre yanağımda kaldı dudakları. Biraz daha eğdi kafasını. Tüm bedenimden bir titreme geçerken boynumu öptü bu defa. Derince nefes aldı. Bir eli, kaburgamın üstündeydi. Verdiği nefes boynuma çarparken bir kere daha baştan aşağı titredim. "Darien?" Diye mırıldandım zayıf bir sesle. Darien doğruldu ve ardından sarıldı bana. Saçlarımın üstüne bir öpücük kondurdu.
"Orada başına iş aşmayacak, her şey bitene kadar hiçbir aksilik çıkartmayacaksın."
Gözlerimi kırpıştırdım yeniden. "Bela falan çekmeyeceğim bu defa."
"İyi olur." Dedi sert bir sesle. "Bana o sarayı vaktinden önce yıktırtma."
"Yıkmak falan yok hiçbir yeri." Diye mırıldandım usul usul. "O kadar plan yaptık."
Gözlerinden karanlık bir ifade geçti. "O halde planlananları yoldan çıkartacak eylemlere girişmemeni umut edelim."
Gözleri devirdim ancak aynı anda başımı göğsüne yasladım.
Bu kadar uzun olmasını mantıklı bulmuyordum bazen. Okurken pek sorgulamıyordu insan ama kanlı canlı karşında durması bambaşkaydı. Kısa bir an sonra geri çekilip yüzüne baktım. Dudaklarım kendiliğinden kıvrıldı. Refleks gibi bir şeydi.
Batı'nın havası sağolsun, teni yeterince bronzdu. Sık kirpikleri iç içeydi. Siyah tutamlar gelişigüzelce dağılmış, çok sevdiğim şekilde alnına dökülmüşlerdi. Belirgin elmacık kemiklerine ve yüzüne bakarken sırıtarak "Maşallah." Diye mırıldandım.
Darien kaşlarını havaya kaldırıp anlamazca bana baktı. Açıkla dercesine kafasını hafifçe yana eğdiğinde güldüm. "Şey, çok güzel veya beğendiğimiz bir şey gördüğümüzde böyle deriz. Başına bir şey gelmesin diye."
Darien ilgiyle yüzümü inceledi. "Genelde işe yarar mı?" Diye sordu derin bir ses tonuyla.
Omuz silktim. "Bilmem. Öyle umut etmelisin."
"Maşallah, o halde Sima. Maşallah. İşe yaraması için kaç defa söylenmesi lazım? Bir mi? Söz konusu senken binlerce tekrar gerek gerçi."
Bir anlığına şaşkınca göz kırpıştırdıktan sonra deli gibi gülmeye başladım. Düzgün telafuz bile edememişti!
Darien sorunun ne olduğunu anlamak ister gibi öylece bana baktıktan sonra gözlerini devirdi ve bir uyarı vermeden kolunu bacağımın altından geçirip öylece omzuna attı beni.
Gülüşüm kesildi. "Ay!" Diye şaşkın bir soluk çıktı ağzından. "Nereye?"
"Gülüşünü dinlemek tatlı olsa da dinlenmen lazım, Sima."
Somurtmama engel olamadım sarsıla sarsıla tepe aşağı dururken.
"Tamam da... Niye haydut gibi omzuna attın ki yani?"
Darien cevap vermedi ama bir şekilde sırıttığını hissettim.
***
Dinlenememiştim. Yol tutup durmuştu ve bir noktadan sonra tarihin tekerrür edeceği tutmuş, kendimi çimen, temiz hava diye sayıklayarak bulmuştum.
Çok geçmeden arabayı durdurtup kusmuş, bir şey demeden de yerime geçmiştim.
Darien, neredeyse varana kadar beni kucağında tutmuş, bol su içmemi sağlamıştı ve böylece sık sık da tuvalet molası vermiştik. Bir noktada Kaisel ile Callisto'nun beni boğazlamak istediğini hissetmiştim ancak ne yapabilirdim? Hala akıl alır gibi değildi. Yirmi birinci yüzyılda olmayan her türlü büyüye ve saçmalığa sahip olup at arabalarıyla devam etmek? Saçmalıktı.
Nihayetinde sarayın yakınındaydık. Darien, konuştuğumuz 'mağlup' rolünü oynamak ve tehditle buraya sürüklenmiş gibi aradan inmiş, yerine Kaisel geçmişti. Ben huysuzdum, Kaisel benden huysuzdu.
Şimdiyse beklenenden sıcak bir iklim alanına geçiş yaptığımızdan battaniyeye sarılmayı kesmiş, kıpır kıpır şekilde camdan dışarı bakıyordum.
Kaisel dikkatli bakışlarını üstümde gezdirdi. Bir şeyler homurdandı ağzının içinde.
"Ne diyorsun mıy mıy?" Diye tersledim en sonunda.
Veliaht Prens anlamadığı üslubuma kaşlarını kaldırmakla yetindi.
"Yeniden enerji yumağı haline geldiğini söylüyorum."
"Ne yapayım? Kusayım mı bütün gün?"
"O halin baş etmesi daha kolay." Dedi gözlerini devirerek.
Bakışlarım kısıldı ve kollarımı birbirine bağladım.
"Tamam, Darien ne dese haklı. Nişanlım sonuçta ve başına biraz-" İki parmağımı birbirine yaklaştırıp miktarı gösterdim. "Biraz dert oldum. Ya sen? Sen ne hakla söyleniyorsun acaba?"
"Avucuna gittiğimiz tehlikenin farkında değilsin." Dedi sakince omuz silkerek. "İmparatoriçe pek çok açıdan dikkat edilmesi gereken biri."
Birkaç saniye boyunca dudaklarımı birbirine bastırdım ancak Kaisel bakışlarını benden çekmiş pencereye bakıyordu. Sarı harelerinde o tehlikeli gölgeler kol geziyordu.
"Yani, kendini öldürtüp her şeyi Darien'e bırakman daha mı kolaydı?"
"Bundan kolay olacağı kesin." Diye homurdandı ciddiyetsizce, başından savar gibi.
Bunu yapmak istemezdim. Yani gerçekten. Ama nasıl olduysa Kaisel'e tekme attım. Ayakkabımı zaten çıkarttığımdan pek bir etkisi olmadığına emindim fakat yine de gözleri şokla açıldı.
Omuz silktim. "Değer bilmez pislik."
"Sima..." Dedi sabrı sınanır gibi.
"Tekme mi attın bana? Karşında Veliaht Prens var, farkında mısın?"
"O halde kendini öldürmen mükemmel bir fikirmiş gibi bahsedip durmayı kes!" Dedim sonunda öfkeyle.
Kaşları havalandığında suratımın sinirden kızardığına neredeyse emindim.
"Can, insana öylece verilen bir mal falan değil. Planlarının içine onu almayı koyup değerini öylece ölçemezsin."
Anlamazca baktı bu defa gözlerime. Sanki neye sinirlendiğime anlam veremiyordu sahiden.
Tamam, Kaisel bir noktaya kadar sarkastikti. Karanlık. Ancak belli ki tahtı kardeşine devredip annesinden bu şekilde intikam alacak kadar nefret dolu ama bunu görmeyi isteyecek kadar yaşama tutulu değil. Sevdiği bir tek kardeşi vardı, ondan da ayrı kalmış, Anfia hiçbir şeyden haberi olmadan savaşta Darien'in yanında duracağını ona açıkça belli etmişti.
Halkını düşünüyordu, yine de kalıp yardım istemesine yetecek kadar değil. İkna olmuştu planımıza, fakat bu onun için öylesineydi. Belki cidden layıkıyla yapacak, iyi bir imparator olacaktı ancak ne önemi vardı? Kaybolmuştu.
Kalbimi sancıdı. Titreyen elim göğsümü buldu.
"Artık böyle şakalar yapmak yok." Dedim titrek bir sesle. "İnciniyorum."
Gerçek bir şaşkınlık parıltısı geçti gözlerinden.
"Neden?" Diye sordu anlamayarak. Kaşları çatılmıştı. Anlamıyordu, çünkü nasıl anlayabilirdi, değil mi? Darien'i Karina büyütmüştü, Kaisel'i Aquila. Darien'ın etrafında onun için can veren annesinin arkadaşları vardı, Kaisel'in başından beridir onun tahta çıkması gerektiğini fısıldayan annesinin hizmetkarları.
"Çünkü arkadaşımsın." Dedim sadece, basit bir sesle. Anlaması için gözlerine baktım. Viski rengi gözlerine. "Sen öyle görmeyebilirsin, sorun yok. Ama kader işte, bir şekilde yoldan çıktı ve ben seni öyle görüyorum. Bu yüzden canından bir hiçmiş gibi bahsetmen beni incitiyor."
"İncitiyor." Diye tekrar etti yeniden. "Arkadaş."
Kendime engel olamadım. "Kelime hazneni mi kaybettin?"
Sonrasında kafasını geriye attı ve beklenmedik bir kahkaha attı. Delirmişti, değil mi?
"Tanrı seni bizi sınamak için yollamış olmalı, Snezhinka."
İç çektim. "Darien de böyle söylüyor. Asıl siz bir garipsiniz de neyse bir şey demiyorum." Diye yuvarladım kelimeleri ağzımın içinde.
"Sima..." dedi bir an ciddiyetle. Ona baktım. "O kadına açık verme, gözüktüğünden daha akıllıdır. Ne yapacağını asla belli etmez."
"Merak etme." Diye mırıldandım sessizce. "Kolay kolay manipülasyona gelmem."
"Öyle diyorsan." Dedi fakat yine de huzursuzdu bakışları.
Sonrasında sarayın bahçe kapılarından girdik.
Bir an için yine, ilk güne dönmüş gibi hissettim kendimi. Elijah ile nişanı bozmaya gittiğim o andaki gibi. Görkem, ihtişam ve güç Helefna sarayının etrafında varlığını hissettirdiği gibi Karilya Ana Sarayı'nda da kendini hissettiriyordu. Uğultulu kısık bir ıslık gibi. Aklı baştan alacak bir ortam olduğunu kimse inkar edemezdi.
Helefna sarayı altın sarılarıyla süslenmişken Karilya Sarayı kırmızı ve beyazdı. Etrafta elmas olduğundan şüphelendiğim parlak heykeller vardı. Çeşmeler. Bahçeler. Devasaydı. Her yanda çalışanlar vardı. Hizmetçiler, şövalyeler, gelip giden atlılar... Ancak bizim arabamız yanlarından geçerken herkes neredeyse yere kadar eğiliyor, bir reveransla seslerini kesiyorlardı. Hizmetçilerin köşkte Kaisel'den abartılı derecede korktuğunu düşünmüştüm ancak belli ki durum burada daha vahimdi.
Veliaht Prenslerinin geldiğini haber veren müjdeleyici borozanlar çalındı ancak benim yine içim çalkalandı.
İlk seferinde, Meyza'nın acı çektiğini bildiğim saraya giriyorum diyeydi. Şimdiyse, Kaisel'in, Anfia'nın ve Darien'imin geçmişinin yattığı yere giriyorum diye belki de.
Araba sarayın ana kapısının önünde durdu. Beklemeden ayakkabılarımı giydim ve önce Kaisel indi. Ardından elini uzatıp benim de inmeme yardım etti. Darien, attan tek sıçrayışta indikten sonra Kaisel'in eline bakıp ona vuracağını düşündürten bir bakış attı ancak neyse ki aklı başında davrandı ve gökyüzüne baktı. İç çekti.
"Bu plan pek çok açıdan sakat." Dedi huysuzca.
"Burası susman gereken yer, kardeşim." Dedi Kaisel bana eşlik ederken. Taht odasına yürümeye başlamıştık doğrudan. Kimse bize yaklaşmayı ya da soru sormayı düşünmüyordu bile. Bazı hizmetçilerin titrediğini gördüğüme yemin edebilirdim.
"Burası senin de sakat kalacağın yer, abicim." Dedi ürpertici bir tonda Darien.
Beni Kaisel'in elinden çekip aldı ve yanıma yapıştı. Memnuniyetsiz bakışları lüks sarayın hollerinde dolanıyordu ki bir daha gözlerini devirdi.
"Gözün öyle kalacak." Dedi bu defa Kaisel.
"Hayır." Dedi Liberta hiç ona bakmadan. "Ama bir dahakine senin gözlerini oyup eline tutuşturacağım."
Kaisel bir anlığına tip tip Liberta'ya baktı. Ardından Darien'e döndü. "Esanil'in Prensesinin yüzünü bilen yok nasılsa değil mi? Akıl alır gibi değil ama uğraşmak yerine barbarın tekini yollamışlar."
"Geldiğimizden beri herkes gözüne bakmaktan kaçınıyor farkında mısın?" Dedi Liberta alayla.
Kaisel'in gözlerinden tanıdık kıvılcımlar geçti. "Saygıdan."
"Korkudan." Dedi aynı anda Liberta. Göz göze baktılar. Meydan okuyan bir bakışla. Etraftaki meşaleleri kontrol ettim çaktırmadan çünkü bir koskoca sarayı aleve vermedikleri kalmıştı. Neyse ki taht odasına varmıştık.
Kaisel usulen adının duyurulmasını beklemeden kapıyı ittirip açtı.
"Bir de bana barbar diyor." Diye mırıldandı Liberta ağzının içinde. Ve biz de peşinden içeri girdik. Korkunç bir sessizlik çöktü.
İçeri girdiğimizde, kafamı eğmek yerine çenemi havaya kaldırdım.
Gözleri bir yırtıcının bakışlarıyla ve hafif bir kısılmayla doğrudan Kaisel'e sabitlenirken yutkunmak zorunda kaldım. Tarif etmek zordu.
Tanrı aşkına, bu kadın ulusal bir hazine sayılıyor olmalıydı.
Sarı saçları omuzlarından dalga dalga dökülüyordu. Tacı vardı kafasında. Beyaz, siyah ve kırmızı elmaslarla süslü, nefes kesici bir taç. Omuzları düşük, dar belli kırmızı bir elbise giyinmişti. Altın bilekliği sarmaşık şeklinde dirseğine kadar dönüyordu. Buradan baktığımda kırışıklığı olup olmadığına bile emin olamadım. Düzgün bir burnu, hafif çekik, kum rengi gözleri vardı. Zarafet ile otururken ellerini kucağında birleştirmişti.
Gençliğinde nasıl olduğunu hayal etmeye gerek bile duymadım.
Aquila dikkatle veliahtına bakarken Kaisel babasına başıyla selam verdi. Adam keyiflenerek güldü onun bu saygısız hareketine. Reverans yapması gerekirdi.
Alev alev parlayan kızıl saçların arasına bazı aklar düşmüştü. Teni Darien'in aksine bembeyazken altın gözler aynıydı. Kraliyet kanı. Saf kan. Darien'i sahip olmadığı için çemberin dışına iten kan.
"Oğlum." Dedi İmparatoriçe oldukça yumuşak bir sesle. "Tek değilsin." Gurur sesinde çınladı.
Kaisel bakışlarını ona çevirdiğinde dudağı soğuk bir alayla kıvrıldı. "Kardeşim özlemiştir diye düşündüm evini." O gözlerden geçen oyunbaz parıltılarla bana döndü. "Onu buraya getiriyorken misafirini yalnız bırakmak da olmazdı."
Kaisel'in acımasız sesi bir anlığına kafamı yana yatırmama sebep oldu ancak İmparatoriçe kuş şakıması gibi tiz fakat bir şekilde kulağa hoş gelen bir kahkaha attı. İmparator karısına baktı ve parmağındaki yüzüğü baş parmağıyla çevirdi. Arzu ve... Başka bir şey daha... Hayranlık? Belki. Midem burkuldu.
"Ne iyi düşünmüşsün." Diye mırıldandı İmparator sonunda kafasını avucuna yaslarken. Gözlerinin kenarları gülümsediğinde kırıştı. Darien'e baktı. Bakışları, tepeden tırnağa onun üstünde dolandı. Siyah gömleğinden botlarına dek. Sanki vahşi, aykırı ve ilgi çekici bir şeye bakıyordu.
İki oğluna da aynı şekilde bakıyordu aslında bir noktada. Dehşet hafifçe yüreğimi yokladı. Kanım buz kesti.
Kendi kanından değiller gibi. Sadece ona sahnelenmiş... Bir gösteriden ibaretlermiş gibi.
Darien tehlikeli bir edayla, hafifçe gülümsedi. Omurgamdan aşağı bir ürperti indi.
"Sen de hoşgeldin evlat." Dedi tok bir sesle İmparator.
"Hoş bulduğumu söyleyemem." Dedi Darien rahatça.
Hepimiz rolümüze uygun oynamalıydık ancak belli ki onların normali buydu.
Aquila baktı bu defa üvey oğluna. "Seni o canavar çukurundan hiç çıkartamayacağımızı sanmaya başlamıştım." Dedi ve ihtişamlı bir gülümseme sundu ona. "Gönderdik, fakat dönmek bilemedin." Fakat ölmek bilemedin.
Darien aynı şekilde gülümsedi. Kendinden emin fakat soğuk. "Özlediniz herhalde?" Dedi alayla.
"Ziyadesiyle." Dedi İmparatoriçe zehirli bir tatlılıkta. Ardından bakışları bana döndü.
"Kim derdi ki bir kadın için elçinin kafasını kesip öylece isyan bayrağını çekeceğini." Bakışları öylece yüzümde dolandı. Dağılmış beyaz saçlarıma baktı ilgiyle. Kirpiklerime ve yüzümün her köşesine. Darien kaşlarını çatmamak adına bir savaş veriyordu ancak gülümsemesi kaybolmuştu. Aquila onun askine gülümsedi. "Şaşmamak gerek gerçi." Işıl ışıl bir gülümseyişti süsleyen suratını. "Meşhur Kuzey Varisi?"
Dikkatle elbisemin eteklerini tutup reverans yaptım ve kafamı kaldırdığımda bir aynaydım. Gülümsedim. Işıl ışıl.
Darien benden parçalar görmüştü, çünkü tanımasını istemiştim beni.
Kaisel benden parçalar görmüştü, çünkü düşmanım gibi hissettirmemiş, istemeden de kendinden parçalar sunmuştu.
Elijah ne doğrumu ne yanlışımı görmüştü çünkü ikisini de görmesine gerek yoktu.
Ancak bu defa konu ben değildim.
Konu Darien'e lanetli diyen, yarım kan olduğunu söyleyen, canavarlarla dolu bir bölgeye süren ve ölmesini umut eden bu kadındı. Bir sonraki adımı tam da bunu gerçekleştirmeye yönelik olacaktı.
"Majesteleri." Dedim sevecen fakat sakin bir sesle. "Ne büyük zevk sizle tanışmak."
Kum rengi hareleri kısıldığında İmparator da beni izliyordu. Aquila gülümseyişini bozmadı.
"Benim için de öyle." Dedi bir şeyleri kafasında ölçüp tarttığını saklamaya gerek duymadan. "Dilerim iyi zaman geçirirsin burada. Helefna'nın gelecek düşesini iyi ağırlamak isteriz."
Gelecek Düşes. Helefna'nın. Batı'nın değil.
Yanıma doğru geldi yavaşça. Zambak kokusu doldurdu her yanı. Elini omzuma koydu. Ensemdeki tüyler diken diken olurken bu defa Kaisel'in bakışlarından yırtıcı bir parıltı geçti. "Yine de seni burada görmek bir açıdan beklenmedik. Helefna Prensi ile nişanlıydın. Ancak kader hızla yön değiştiriyor olmalı, değil mi?"
"Ah o nişanın bozulduğunu duymadığınızı söylemeyin sakın." Dedim gözlerimi kırpıştırarak.
"Yoo hayır. Duymamak ne mümkün? En küçük Krallıkların dahi haberi olmuştur. Sonuçta Koskoca Kuzey'in tek varisi kalkıp kendi başına Batı'ya göç etti." Elini omzumdan çekip salladı havada. "Üstelik nişanlar yapılır ve atılır. Şaşırılacak bir şey değil." Gözleri kısıldı. "Dediğim gibi, şaşırılacak olan üvey oğlumun yanına gidişindi."
"O mesele..." Dedim aldırmazca.
Darien'in kaşlarının havaya kalktığını görsem de gözlerine bakmadım.
İmparatoriçe ve belki de İmparator'un en başta Kaisel'e elçiler yollattırıp beni buraya getirmek istemelerinin sebebi, Darien'e bir ordu vermemden deli gibi korkmalarıydı. Omzumu silktim.
"Elijah ile nişanı atan kişinin ben olduğumu da duymuşsunuzdur herhalde."
"Eh, neden nişanı attığımsa hala belirsiz olmalı, değil mi?"
"Prens'in gönlünü sana kaptırmadığı da bilinen bir gerçek, Leydi Meyza."
Bakışlarım kısıldı usulca. "Sevilmemek, bir prensle nişanı atmak için yeterli bir sebep mi sizce?"
"Değil." Dedi kendinden emin bir şekilde. "Yine de insanların yanılsamalara kapılması oldukça kolaydır."
"Ve bazılarımızın yanılsamalara kapılma lüksü olmaz."
"O halde nişanı atmanın asıl sebebi nedir?"
"Yetmemesi." Dedim hala gülümseyerek, anlamasını istercesine. Kum rengi harelerden bir ışıltı, tehlikeli bir his geçti.
"Bir İmparatoriçe olacak olmak mı?" D
"Daha fazlasını alabilecek olmasına rağmen, elindekiyle yetinmeye kalkacak bir adamın imparatoriçesi olmak."
"Yaa." Dedi ve bakışları Darien'e kaydı. "Ve bu seni Batı'ya götürdü. Peki, üvey oğlumun sana istediğini sunabileceğini düşündürten neydi?"
"Canavarlarla dolu lanetli ormanları fethetmesi ve kurak toprakları yaşanabilir hale getirmesi dışında mı?"
"Güçlü bir adam mıydı arzuladığın?"
"En güçlü olandı, arzuladığım."
"Görünen o ki yanlış ata oynadım."
Darien öksürürken Kaisel kafasını yan çevirdi. Güldüğünden şüphe ediyordum. Liberta ağırlığını bir ayağından ötekine verdi. Etkilenmiş bir ifade bakışlarında.
Gülümsedim tekrar. "Gerçi bunu deyim yerindeyse kaçırıldıktan ve evleneceğim adam mağlup edildikten sonra anlamam pek hoş olmadı."
"Ah..." diye mırıldandı Aquila tatlı bir fısıltıyla. "Tatlım, hatanın neresinden dönsen kârdır, öyle değil mi?"
Ardından yavaşça iç çektim ve alay tüm suratımı kapladı.
"İlk defa kaçırıldım ama... Oldukça da iyi ağırlandığımı itiraf etmeliyim. Ne yalan söyleyeyim, beklenmedikti."
Aquila bu defa şaşırdı. Kaşlarını çatmadı ancak gözünün ucuyla Kaisel'e baktı. "İyi ağırlandığını duymak hoş."
Kaisel sırıttı. "Prenses Hazretleri kaçırıldığını söyleyip durmayı çok seviyor ancak sadece bir süre boyunca özel konuğum oldu."
"Özelini sikeyim." Diye mırıltı geldi arkamdan. Gözlerimin büyümemesi için bir savaş vermem gerekti. Tanrı'ya şükür İmparatoriçe duymadı. Benim yerime Liberta arkaya doğru uyarıcı bir bakış attı.
Aquila bana döndü yeniden. "O halde kendinize çekidüzen verdiğinizde hikayeyi senden dinlemeyi isterim."
"Neden olmasın." Dedim yine uysalca. "Yine de yolculuğun yorduğunu tahmin ediyorsunuzdur. Toparlanmam için süre verin bana."
İmparator elini salladı. Odalarımızı göstermek üzere gelen hizmetçiler vardı ancak belli ki Kaisel ve Darien kalacaktı burada. Kısa bir an Darien'e baktım.
Sakin ol, dedim içimden. Onu burada öldürecek halleri yok. Usülüne göre oynamayı sever, demişti Kaisel. Her şeyi en gösterişli zamanda yapmak ister. Partilerini de, cinayetlerini de.
Darien de bir saniyeliğine bana baktı. Dikkatli ol dediğini söylemese de anladım ve hafif bir baş sallamasıyla önüme döndüm.
Odamıza götürülürken Liberta hemen yanımdaydı. Dikkatli bakışlarla etrafı süzüyor, koridorlara bakıyordu. Kafasında bir harita çıkarttığına dair şüphelerim vardı.
Bize gösterilen odada kral boy yatağa bakarken kendisinin özel korumam olduğunu, odada tek başıma kalmamın mümkün olmadığını söyledi hizmetçilere. Nasıl oluyorsa sorgulamadılar. Bir yatak daha getirildi benim onay vermemle. Ardından ben, diğer hizmetçilere gerek olmadığını, Kuzey dışından birinin bana dokunmasına izin vermemin mümkün olmadığını söyledim. Söylerken bana bile saçma gelmişti ancak onlar yine sorgulamadan odadan ayrıldılar.
Liberta ile sırayla banyoya girdik. Önce ben yıkandığımdan, çıktığımda bize verdikleri odayı uzun uzun inceleme fırsatım oldu. Bordo perdeler ve altın süslemeler. Şamdanların dahi altın olduğuna dair şüphelerim vardı. Cömert bir şekilde, devasa bir oda vermişlerdi. Liberta için yatak getirdiklerinde dahi tonla alan kalmıştı. Gevşemiş bir şekilde havluyla saçlarımı olabildiğince kurulayıp ardından taradım. Bir günden fazla sürecek yolculuklar yasaklanmalıydı. Çünkü bu yorgunluk gerçek olamazdı. Yanımda getirdiğim, Kaisel'in köşkte kalırken aldığı geceliklerden birini giyip düşmanın ini falan demeden yatağa girdim. Zaten kafamı yastığa koymamla uyumam bir olmuştu bu defa.
Bir rüya gördüğümü anımsıyordum, ama bu defa hatırlayamadım ne olduğunu. Göğsüme karlar yağmıştı sanki.
Muhtemelen gece yarısı, Liberta'nın beni sarsmasıyla uyandım.
Uykulu bakışlarım ay gibi parlayan gözlerinde ve çatılmış kaşlarında dolandı. "Ne var?" Diye mırıldandım uykulu uykulu.
"Biri penceremize tırmanmaya başladı."
Öylece kendi yastığının altından uzanıp bir hançer çıkarttı. Onunla mı uyumuştu? Bunu hep yapıyor muydu? Neden her gün birileri cama tırmanıyor gibi sakindi?
Bilincimi kazandığım an kendimi savunmak için bir şey aradı gözlerim ancak duvara sabitli şamdanları çıkartabileceğimi sanmıyordum. Masanın üstündeki çaydanlığı aldım. Suikastçı hala tırmanıyorken kafasına isabet ederse muhtemelen düşerdi.
Ben daha cama ilerleyemeden Liberta pencereyi açtı, aşağı baktı ve düz bir bakışın ardından iç çekti. Yeniden yatağına ilerledi sonra. Hançerle beraber öylece uykusuna döndü. Uyurgezer olduğunu düşünmeme kalmadan gelen tıkırtıyla ben de pencereye yöneldim. Çaydanlığı fırlatmak üzere kaldırmıştım ancak Darien, kafasını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı.
"Çaydanlıkla mı etkisiz hale getirmeyi düşündün geleni?"
Sırıttım. "Hiç yoktan iyidir."
Bakışları öylece üstümde dolandı. İç çekti ardından. "Gel."
Kaşlarımı kaldırdım. "Geleyim?"
"Sadece ikinci kattayız. Düşersen de tutacağımı çok iyi biliyorsun." Ardından sıçrayıp geri indi aşağıya.
Belki en azından nereye gideceğimizi falan sorgulamam gerekirdi ama öylece bir bacağımı sarkıtıp sonrasında diğerini de alarak tek bir an düşünmeden atladım. Darien, kollarını birbirine bağlamış öylece beni izlerken gözleri kocaman açıldı ve öne atılıp tuttu beni. İkimiz de yere devrildiğimizde kocaman gülümsedim.
Kaşları çatılırken hızla ayağa kalkıp kollarımdan tutarak beni de kaldırdı. Baştan aşağı vücudumda dolandı gözleri. Hasar kontrolü bitince burnundan derin bir nefes verdi.
"Aptal mısın sen Sima?" Dedi gayet ciddi bir şekildi. Ay ışığı güneş rengi harelerin üstüne sinmişti. İç çektim.
"Aynı şey." Diye mırıldandım nereye gideceğimizi bilmesem de önden yürümeye başlarken.
Darien iki koca adımda yanımda belirdi. Beyaz saten geceliğime düz bir bakış attı. Hava burada sıcak olduğundan askılı elbise olanı giymiştim. Darien yine de omzundaki pelerini çıkartıp bana taktı ve önümü de bağladı. Sonra, sanki gecenin ortasında kalkıp gitmeye hazır olmalıymışım da değilmişim gibi kaşlarını çatarak elimi de avucunun içine aldı. Yürümeye başladık.
İlerlerken, başta yanlış görüyorum sansam da nöbet tutması gereken şövalyelerin boy boy yerde uzandıklarını fark ettim. Bu Darien'in nasıl olup da duvarlara tırmandığını ya da öylece beni alıp götürebildiğini açıklıyordu.
Yine harelerim kısılırken bakışlarım ona döndü.
Darien'se dudağı hafifçe kıvrılırken göz kırpıp önüne döndü.
Öylece gözlerimi kırpıştırdım. Bundan daha seksi çok az şey görmüştüm. Çok çok az şey. Onlar da Darien'le ilgiliydi. Kalbim imkanı olsa kanat çırpıp uçmaya hazırdı. Önceden, yani bana karşı tüm duvarlarını kuşanmışken böyle arsız değildi. Şimdi ne yaptığın biliyor, kalbime oyunlar oynamaktan çekinmiyordu.
Darien yeniden suratıma baktığında sanki üstümdeki etkisini bizzat görebildiği için yüzünde keyifli bir ifade belirdi ve ben de gözlerimi devirdim. Öylece yürümeye devam ettik. Uzun bir süre. Başka bir saray bahçesine giriş yaptığımızda kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Bahçe her an bakımı yapılmış gibiydi ve belli ki çimenler düzenli aralıklarla biçiliyordu ama sarayın aksine boyaları dökülür haldeydi.
Anlamak zor değildi. Burası Darien'in on üç yaşına gelene dek hizmetçileriyle birlikte kaldığı saraydı.
Darien sonunda, arka bahçeye geçtiğimizde bir ağacın altında durdu ve kenara bırakılmış olan örtüyü alıp yere serdi. Buraya beni getirmeyi önceden planladığını fark ettiğimde yanaklarımın ve göğsümün yandığını hissettim. Kendisi otururken beni de oturtup belimden kavradı ve kendine doğru çekti.
Sonrasında bakışlarını öylece etrafta gezdirdi. Ay ışığının yıkadığı bahçe yüzlerce çiçekle süslenmişti.
"Yıllar geçmesine rağmen neden hala bakımlı?" Diye sordum kısık bir sesle.
"Bu işle ilgilenen birkaç kişi var." Dedi kısaca.
"İmparatoriçe nasıl izin veriyor?"
"Haberi yok ve o kadın buranın yakınına dahi adım atmaz."
Kafamı yana eğdim. "Çalışanları da mı söylemiyor?" Diye sordum merakla.
Cevap vermek yerine manalı bir bakış attı. Öylece yüzüne baktım. Darien Batı'daydı ama belli ki elini kolunu başkentten çekmemişti. Başımı göğe çevirdiğimde yıldızların çokluğu gülümsememi sağladı.
"Bu sefer gülümsemene neden olan ne?" Diye sordu merakla karışık değişik bir sesle. Gözleri hafifçe kısıldı.
"Annem yıldızların böyle bol olduğu gecelerde iyi dileklerin üstümüze yağdığını söylerdi."
Gülümseyişim büyüdü. "Bilmem. Zamanında birilerinin senin için dilemiş olduğu tüm güzel şeyler."
"Mesela Anfia'nın senin hakkında tuttuğu dilekler şu an, üstüne yağıyor."
Dudakları alayla büküldüğünde omzuna vurdum. "Ciddiyim ben."
"Peki, üstümüze yağan dilekler ne halta yarıyor?"
"Kabul oluyorlar. Her zaman diledikleri şekilde değil gerçi. Onun yerine ömrüne eklenen bir sene ya da hayatını kurtaracak çok önemli bir saniyenin sana verilmesi gibi düşün."
Bakışları öylece yüzümde dolandı. Elmacık kemiklerimde. Kirpiklerimde ve dudaklarımda.
"Ya da bulacağın biri olarak dönüyor sana, öyle mi?"
Kaşlarım havaya kalktı. Yanaklarımın yandığını hissetsem de sırıttım. "Çok fena biri oldun sen." Diye homurdandım. "Nasıl da biliyorsun işini."
Darien alayla dudaklarını kıvırdı. Altın, bal hareleri sevgiyle kısılmıştı. "Benim tek işim sensin, Sima."
"Hmm." Diye mırıldanarak iyice sırnaştım göğsüne doğru. "Aynı zamanda Batı, Lanetli Orman, ordun ve şimdi güncel olarak taht da senin işin ama, değil mi?"
"Kaçıncı sırada geldiğini mi merak ediyorsun?"
Bakışlarım bir kere daha bahçede dolandı. "Neden bu kadar iyi baktırttın bahçeye? Çok mu zaman geçirirdin?"
"Çok fazla." Dedi kısık bir sesle. "Ana saraya taşındıktan sonra da her boş anımda buraya gelirdim."
O an, gözümün önüne Darien'in çocukluğunu getirmeye çalıştım. Siyah saçlı, altın gözlü bir oğlan çocuğu. İçim sıcacık bir hisle sarmalanırken "Kesin somurtuk bir çocuktun." diye güldüm.
"Aynı zamanda meraklı oğlanlardansındır bir de. Başına çok iş açtın mı hizmetçilerinin?"
"Başa sürekli iş açan Kaisel'di." Dedi homurdanarak.
"Bazen ben antrenman aralarında buraya geliyordum. O da peşime takılıyordu."
"Düello." Gözlerini devirdi. "Salak herif, kılıcıyla yatıp kalkıyordu."
Anfia'nın, Kaisel'in annesinin gözüne girmek için daha bir çocukken bile ne kadar ileri gittiği zamanı anlattığı anı hatırladığımda yutkunmam zorlaştı.
İmparatoriçe ancak bu şekilde okşuyordu başını, demişti Anfia.
Aquila rahminde iki çocuk taşımış, iki tane çocuk dünyaya getirmişti şimdiye kadar. İkisi de anne demiyordu ona.
"Kulağa eğleniyordunuz gibi geliyor." Dedim işi şakaya vurmak için.
"Bir defasında tarantula getirtmişti saraya. Bahçeme gizlice salmaya çalışırken denk geldik."
"Aptal, o yaşında da aptaldı. Kendisi eklem bacaklılardan korktuğu için ben de korkarım, en iyi ihtimalle örümcek beni ısırır ve zehirlenirim diye düşünmüş."
Bakışlarımın boş bir hal almasına engel olamadım. Ben bu iki adamın kardeşlik ilişkilerine akıl ve sır erdiremeyecektim belli ki.
Darien o güne geri dönmüş gibi eğlenerek sırıttığında iç çektim. Panzehiri nasıl bulduklarını falan sorma zahmetine girmedim. Veliaht Prensimiz bugün sapasağlam olduğuna göre bulmuşlardı bir şekilde. Biraz göğsüne yaslanıp kendi kendime düşüncelere dalsam da sonunda yine kafamı kaldırıp ona baktım.
Rüzgar tenimizi okşuyordu ama içimizi dolduran çiçek kokusuydu. Uzaktaki bir iki baykuşu da duyabiliyordum. Yine de huzuru sağlayan bunların hiçbiri değildi.
Darien, durgun göğün, ayın ve yıldız ışıklarının altında bir anlığına zaman algımı kaybetmemi sağladı. Kalbim öylece çırpınıp duruyor, kendi şarkısını mırıldanıyordu. Darien'in üstünde önüne kapatması gereken ipler yine bağlı değildi. V şeklinde aşağı doğru iniyordu açıklık.
Kafasını eğip bakışlarımı fark ettiği anda gözlerinden bir ışıltı geçti.
"Bugün ne güzel bir rol seçtin kendine, oynamak için." Dudakları tehlikeli bir açıyla kıvrıldı. "Yanlış ata oynadın demek?"
"Oynaması gayet de eğlenceli bir rol."
"Öyle olsa gerek." Bakışları yüzümde dolandı. "Yine de insan meraklanmıyor değil. Küçük Kar Tilkisi başka ne roller oynayabiliyor?"
"Bilmem." Diye mırıldandım bir an için sesim mırıltı halini alırken. "Pek çok şey olabilirim."
Oyuncu ses tonu bir ton daha alçaldı. "Öyle demek."
Zihnimde uyarı çanları duvarlara duvarlara çarparken kulaklarıma kadar tırmanan ateşi hissettim açıkçası. Gözlerimi kırpıştırdım. Karşı koyabileceğim ya da direnmeyi aklımdan geçireceğim bir şey değildi. Oldukça basit ve belki de en net gerçekti.
Her daim. İçime nefesimi çektiğim her an.
Su kadar duru, zehir kadar parçalayıcı bir gerçekti.
Darien daha ellerim ona ulaşamadan tuttu beni. Yine de hiç de acele etmeyen bir tavırla birleştirdi dudaklarımızı. Parmakları hafifçe kıpırdadı belimin kıvrımında. Diğer elini, ağır ağır omurgamdan aşağı kaydırdı. Saten gecelik varla yok arası gibiydi. İliklerime kadar titredim dokunuşuyla. Öperken aldığı tepkiyle dudakları kıvrıldı ve ben de kendi dudaklarımı araladım. Alt dudağımı emip bir an sonrasında dilini içeri kaydırdı.
Boşlukta öylece duran ellerim boynuna dolandı.
Darien'in öpüşü yavaştı, sanki tadını çıkartıyordu anın ancak aynı zaman delirticiydi.
İhtiyaçtı bu. Buna ihtiyacı varmış gibi öpüyordu.
Elimi boynundan çekip kendim de geri çekildiğimde Darien uzanıp kısa bir öpücük daha kondurdu.
Kıkırdadım. "Uzak duramıyorsun galiba."
"Hiçbir fikrin yok, Sima." Dedi sadece derin bir ses tonuyla.
Üstünün iplerle bağlı olması gereken kısmına asıldım ve çekiştirdim. Gözlerinden ilgili bir parıltı geçti. Sırıttı aceleci tavrıma karşılık olarak. En sonunda ise üstünü sıyırmaya başladım.
O anın içinde korkacak ya da endişelenecek hiçbir şey yoktu. Zaman yoktu, peşinden koşmamız, yarışa girmemiz gereken. Biz vardık sadece. Parmaklarım gövdesini okşadı. Altın gözlerindeki ifade titreşti. Eli kalçamın yanına kaydı ve bacaklarının arasına çekti beni.
Bayılmamak için kendime birkaç saniye vermek zorunda kaldım.
"Başın dönüyormuş gibi bakıyorsun."
Eğlendiğini belli eden bir gülümsemeyle bir anda yere yatırdı beni. Beyaz tutamlarımın üstüne derin bir öpücük kondurdu. Dikkatle baktım yüzüne. Üstüme doğru eğilmişken, ne denli akıl almaz gözüktüğüne baktım. Kalbim sancıdı. Eğildi ve boynuma uzunca bir öpücük kondurdu.
Titrek bir nefes kaçtı dudaklarımın arasından. Kıkırdadı bu defa. Gülüşü zihnimde çınladı birkaç defa.
"Kendinin hiç farkında değilsin." Dili boynumdaki bir noktanın üzerinden geçti. "Yapabileceklerinin." Biraz daha aşağı doğru kaydı. "Yaptırabileceklerinin..."
Her bir düşünce tanesi kayboldu.
Darien saten elbiseyi sıyırdı. Gecenin hafif esintisi tenime vursa da o an sadece yandığımı hissedebiliyordum. Yardımcı olmak için kollarımı kaldırdığımda tek seferde çıkarttı geceliği.
Bakışları üstümde dolandı sonrasında. Uzun uzun hem de.
O an yanan alevin ulaşmak istediği tek bir nokta vardı. Algılarım kapanmış, sadece Darien'e odaklanmıştım. Bir an sonra ona uzandım. Her ne kadar Darien bana bu tatlı işkenceyi yaşatmaya devam etmek istese de iç çamaşırlarım varken ona sürtündüğümde tüm kaslarının gerildiğini hissettim. Kaşları havaya kalktı.
"Hırçınız biraz." Dedi alayla.
"Senin yüzünden." Dedim ben de rahat bir tavırla.
Güldüm ancak aynı anda biraz daha kaydım üstünde. Dudaklarım göğsüne değdi.
Darien, kollarımı tuttuktan sonra yeniden yere yatırdı beni. İstemsizce somurttum. Bakışları büktüğüm dudaklarıma değdikten sonra eğildi ve beni tüketeceğini çok iyi bildiğim oyununu oynamaya devam etti.
Daha da aşağı kaydı dudakları.
Çıplak göğsü benimkine sürtünürken eli, sırtıma ve oradan da iç çamaşırımın kopçasına gitti. Açtı hiç takılmadan ve çekip çıkartırken, bayılmak ile çığlık atmak arasında gidip gelmeye başladım. Hem göğsüm hızla inip kalkıyor, hem yanaklarımın yandığını hissediyordum ancak nasıl oluyorsa, tüm bunlar yetmiyordu.
Dudaklarına elleri de eşlik etti.
Bir eli belimi kavrarken öteki bacağımdan aşağı doğru inmeye başladı. Dudakları göğsümün üstüne kapandığında ve dilini de hissettiğimde, uyarılmayla baştan aşağı titredim. Dudaklarımdan tiz bir ses çıktı. Kafasını kaldırmasa dahi tenimin üstünde dudaklarını kıvırdığını hissettim.
Ne zaman olduğunu söylemek imkansızdı ancak bir noktada, gerçek anlamda kıvranmaya başlamıştım. Meme ucumu dişlerinin arasına alıp hafifçe ısırdığında inlemekten alıkoyamadım kendimi.
"Ne güzel sesler çıkartıyorsun öyle." Diye mırıldandı Darien boğuk bir sesle.
Gözlerimi kırpıştırdığımda ve kulaklarıma kadar yandığımı hissettiğimde, Darien aşağı inmeye devam etti. Karnımın altına kaydığında tüm bedenimin gerildiğini hissettim ancak o, yavaşça bacaklarımı araladı ve iç bacağıma bir öpücük kondurdu. Kafamı geriye bastırdım. Parmakları dantelli beyaz çamaşırımın kenarındaydı. Nefesini orada hissetmekse zaten çıldırtıcıydı.
O çamaşırı yavaş yavaş sıyırıp attı. İçgüdüsel olarak bacaklarımı kapatmaya çalışsam da elleri buna engel oldu. Bir an sonrasında daha da eğildi. Nefesi, olabilecek en hassas bölgenin üzerindeydi. Hemen sonrasında ise, dili.
Dudakları kıpırdamaya başladı. Emmeye. Dünya altımdan kayıp gitti. Ellerim altımıza serdiği örtüyü sımsıkı kavradı. Kafamı tamamen yere bastırmış, var olabileceğine asla inanmayacağım bir hazzın kıyısında dolanmaya başlamıştım.
Zaten yıldızlara bakıyor olsam da, gözlerimi kapattığımda da onları görmeye devam ettim.
Darien, bu oyunda benimle alay etmekten asla geri durmadı. Tam o noktaya geldiğimde bunu anlayıp geri çekiliyor, ben boşluk hissiyle sersemlerken sonrasında devam ediyordu. Aldığım zevkten ve ulaşamadığım sondan başka hiçbir şeyi düşünemez olmuştum.
"Senin hikayenin iyi adamı olman gerekiyordu." Diye homurdandım nefes nefese bir halde.
Gülerek kafasını kaldırdı ve bana baktı. "Eğlenmek beni kötü adam mı yapıyor?" Dili, yine alay edercesine dudaklarının üstünden geçti. "Nişanlımın tadını çıkartmak?"
Ensemin dahi alev aldığını hissettim. Gözlerim kocaman açıldı. Sesim oldukça alçaldı. "Fazlasıyla kötü."
"Hmm." Diye mırıldandı. "Sabırsız."
Ben de kıkırdadığımda doğruldu ve pantolonunun fermuarını indirdi.
Ellerim ensesine tutundu. Yavaşça kolundan aşağı indiler.
Pantolon gitti. Diğer kumaş parçası da.
Dudaklarımın kuruduğunu ve içimde bir şeylerin kıpraştığını hissettim. Üstümdeki yerinde hafifçe kıpırdandı. Vücudu kaskatı kesilmişti ve o da hızlı hızlı soluk alıp veriyordu. Onun da sınırında olduğunu anlamak zor değildi.
Gözlerimi devirdiğimde gülümsüyordum. "Yani, kötü karakter mi ana karakter mi bilmem ama giderin var belli ki." Güldüğümde gülüşümün üstünden öptü. Göğüslerimiz hızla birbirine çarptı. O da gülümsüyordu ve mutlu olduğunu bilmek üstümüzdeki ışıklardan daha fazlasını yaktı içimde.
Bacaklarımın arasına yerleşti tamamen.
Hareketleri hızlandığında öpüşü de hırçın bir hal almıştı. Elleri doyumsuzdu. Tırnaklarım bilinçsizce omuzlarına gömüldü. Ağzımın içini derinden gelen inlemesi doldurdu. Kalçamı tutarak hafifçe hareket ettiğinde daha iyi şekilde yerleşmişti.
Sonrasında, uyarıcı bir okşayış ve bacaklarımın arasında güçlü bir baskı.
Darien, alaycılığı falan bir kenara bırakmış olmalıydı ki bana alışmam için kaskatı durarak da olsa biraz zaman tanıdıktan sonra hareket edişine uymak için ona tutunmak zorunda kaldım. Bariz bir acı vardı ortada ancak haz, her şeyin üstünü kapatacak raddedeydi.
İlk seferimizin aksine bu defa kırılabilirmişim gibi hareket etmiyordu. Sanki o da bana ve tenime doymuyor, kavrayışları ve öpüşleri, temposu akıl durduracak bir hal alıyordu.
Omuzlarındaki ellerim saçlarını buldu bu defa. Çekiştirdim siyah tutamları. Dudaklarım da teninin üstünde hareket etti. Resmen dünya daha hızlı hareket etmeye başlamıştı. Vuruşları daha da derine inmeye başladığında gözlerim zevkten açılmaya zorlanır bir hal aldı.
Darien çıkarttığı her seste, yaptığı her harekette onun da bana ne kadar ihtiyacı olduğunu hissetmeme izin verdi. Alnıma öpücükler kondurdu. Göz kapaklarımın, burnumun üstüne. Elleri en sonunda belimin iki yanından kavrarken tamamen kendine bastırdı. Tek bir vuruş daha. Boğazından ilkel bir ses yükseldi.
Sonrasındaysa yerle yeksan oldum.
Gece devam etti o andan sonra. Darien beni defalarca kez o uçurumun kenarına çıkartıp defalarca kez yıldızları görmemi sağladı.
Saatler sonra, Darien beni kollarının arasında tutarken uyukluyordum ve ne zaman üstüme geceliğimi geri geçirdiğine dair bir fikrim yoktu. Anlayamadığım bir şeyler mırıldanmıştı ve saçlarımın üstünde tüy gibi dokunuşlar hissetmiştim. İşin sonunda gözlerimi araladığımda, Liberta'nın yanındaki yataktaydım. Darien'in beni buraya getirmek için ne yapmak zorunda kaldığını ise sorgulamayacaktım.
Rüya gibi bir gecenin ardından, sabahın köründe başımda dikilmeseler elbette olmazdı. Hizmetçiler gelmiş, hazırlanmamız gerektiğini söylemişti lakin her nasıl oluyorsa Liberta zaten hazırdı. Bir nedime gibi giyinmişti gerçekten. Saçları topluydu ve huysuz gözükse bile anlaşılmaz derecede tatlı gözüküyordu.
İmparatoriçe, beni çay bahçesinde bekliyordu.
Onu bekletmemek adına kısa bir duş ve kısa bir hazırlık sürecinden geçtim. Buz mavisi askılı elbise olabildiğince sadeydi ancak üstüme tam oturmuştu ve zarifti de. Ellerime kar tanesi işlemeli dantel eldivenler geçirirken hizmetçiler de istediğim doğrultuda saçlarımı yaptı. Kalın bukleler yapmışlardı ve yarısı arkadan örgülerle toplanırken kalanlar dalga dalga dökülüyordu omzumdan aşağı. Örgülere sallantılı, küçük buz mavisi elmaslar taktırdım ve tüm bunlar olurken Liberta yatakta oturup hizmetçilerin her hareketini dikkatle inceledi. Liberta'nın normal bir nedime gibi davranmadığı ortadaydı ancak muhtemelen aynı zamanda korumam olduğunu düşündüklerinden kimse bir şey demiyordu.
Çok geçmeden bahçeye doğru yürümeye başladık. Parmak uçlarımın karıncalandığını hissettim. Küçük iğneler batıyormuş gibi, soğuk bir karıncalanma. İçim eğilip bükülüyordu sanki.
Aquila'yı görecek olmanın üzerimdeki gerçek etkisi buydu.
Liberta'nın biçimli kaşları çatıldı. "Karnın ağrıyormuş gibi gözüküyorsun." Diye fısıldadı kulağıma doğru.
Bakışları anlayışla yumuşadı. İşin aslı, ben nasıl korkunç duygular içindeysem, Liberta'da farklı olamazdı. Bir halkın yardım çağrısı üzerine buradaydı sonuç olarak.
"Bu kadın senin gerginliğini hisseder, Sima." Dedi usulca. "Bahse varırım korkunun da kokusunu metrelerce öteden alır. Yeni doğmuş bebeklere acımayan bir kadın zayıflığını fark ederse sana hiç acımaz." Yutkundu. "Plan bitene kadar, dün ne yaptıysan onu yapmaya devam et."
"Gerginliğim korkudan gelmiyor." Dedim dalgınca. Bir dalgalanma daha içimde yankılandı.
Liberta'nın gözleri ellerime kaydı kısa bir an. "Güzel." Dedi yalnızca. "Yine de onu boğmak istiyor gibi gözükmen işimizi kolaylaştırmayacak."
Huysuzca gözlerimi devirdim ancak haklıydı. Başımla onayladım. Zaten çok geçmeden görkemli bahçenin ortasındaki çardak, görüş alanımıza girdi. Yaklaşırken, kocaman bir gülümseme yerleşti dudaklarıma. İmparatoriçe her ne çayı içiyorsa, kafasını kaldırıp bakmadı bile bize doğru.
Saçları gevşek bir topuz yapılmış, serbest kalan bukleler bilinçlice aşağı sarkıyordu. Başındaki taç bu defa farklıydı. Kum rengi gözlerinde dingin bir ifade vardı. Elbisesi gösterişli ya da abartılı değildi ancak bir şekilde, kafasındaki taç olmadan da gören herkes bu kadının imparatoriçe olduğunu anlardı.
"Ah, bu ne güzellik." Diye seslendim yaklaştığımda, neşeyle.
Kafasını kaldırıp gülümsedi. Bakışları hiç acele etmeden baştan aşağı üstümde dolandı. Beyaz saçlarıma baktı en çok dikkatle. Bakışlarında kötü niyete dair hiçbir şey gözükmüyordu. Ensemdeki tüylerin diken diken olduğunu hissetsem de gülümsememi bozmadan reverans yapıp tam karşısına geçip oturdum. Liberta ayakta, diğer hizmetçilerin yanındaydı mecburen. Kafasını eğmiş, yere bakıyordu ancak her şey için tetikte olduğunu biliyordum.
Masaya binbir çeşit tatlı konmuştu. Tartlardan, şuruplu pankeklere kadar her şey vardı ancak İmparatoriçe hiçbirine elini sürmemişti. İç çekerek tabaklardan birini önüme çektiğimde Liberta'nın onaylamaz şekilde gözlerini kıstığını göz ucuyla görsem de ne yapıyorsam devam ettim. Kahvaltı yapma fırsatım olmamıştı her şeyden önce. Dünden sonra ise enerjiye ihtiyacım vardı en çok. İmparatoriçe her hareketimi dikkatle izlerken kafasını eğdi hafifçe.
"İyi uyuyabilmişsindir umarım." Diye mırıldandı hafif bir gülümsemeyle.
Çöl kumlarını andıran gözlerinin tam içine baktım ve ben de gülümsedim. "Bebekler gibi." Kafasıyla onayladığında devam ettim. "Yine de sarayın içini gezme fırsatım olsun isterdim kısa da olsa, istirahatten önce."
"Yaa." Diye mırıldandı usulca. "Bence de gezmelisin. Karilya saraylarının hepsinin görülmeye değer tonlarca yeri vardır. Helefna sarayı ile kıyas yaptığında hangisini daha çok sevdiğini öğrenmek isterim."
"Nedense burayı daha çok seveceğimi söyleyen bir his var içimde."
Bakışları daha keskin bir hal alırken gülümsemesi hiç bozulmadı. Rahatça yaslandı oturduğu yere. Bakışlarında akıl sır erdirilemeyecek parıltılar dolanıyordu. "Sevgili Windfield Varisi." İç çekti. "Amcanın başa geçer geçmez, daha el kadar çocukken seni varisi ilan ettiğini duydum. Nadir bir vaka doğrusu. Çocuğu olmuyor muydu?"
Bu kadar açık bir şekilde, başka ülkeden de olsa bir Dük Hakkında konuşabilmesi neredeyse afallamama sebep olacaktı ancak tatlı kaşığını ağzıma götürürken yüz ifademi korumayı başardım.
Açıkçası, sorunun gerçek cevabını bilmek imkansızdı ancak bir gerçek vardı ki, Meyza'nın amcası, yeğenini o cehennemden daha erken çıkartamadığı için hayatının her anında pişmanlık yaşamıştı. Meyza'nın, Kuzey'in tahtına geçmesini istemişti başından beridir. Olabilecek en iyi hayatı sunmak istemişti ona, kendince. Evlenmemişti bile. Sadece Kuzey'e adamıştı kendini.
Meyza'nın ölümünden sonra ise isyan çıkarttığı geçiyordu hikayede, üstün körü. Kuzey'in çöküşü. Güçlü bir orduya ve onca zenginliğe rağmen. Karşı taraf mı çok güçlüydü? Öyleyse amcası bunu düşünememiş miydi? Ya da... Sarsılmış mıydı doğru kararlar alamayacak kadar?
"Hayır." Dedim kendimden emin bir şekilde kafamı kaldırırken. "Daha buluştuğumuz anda koltuğun bana ait olduğunu ve kendisinin sadece doğru an gelene dek Dük ünvanını alacağını söyledi."
Gülümsemesi... Hafifçe seğirir gibi oldu. Dikkatli bakmasam neredeyse yakalayamayacağım bir ifadeydi ve neredeyse, neredeyse tiksintiye benziyordu. Bunu çok çabuk toparladı. Gülümseyişi büyüdü.
"Şanslı doğmuşsun, Leydi Meyza."
Yavaşça bakışlarımı üstünde gezdirdim. Nereden bakarsam bakayım tüyler ürpertecek bir güzelliği vardı bu kadının. Manalı bir kıvrım dudaklarımı buldu. "Ve siz İmparatoriçe'm, ya politikaya öyle düşkünsünüz ki başka bir krallığın düklüğünün iç işlerinden bile haberdarsınız, ya da bu ilginiz bana mahsus."
Tehlikeli bir ışıltı buldu gözlerini. Zarifçe kaşlarını kaldırdı. "Benden evime giren bir kadın hakkında pervasızca davranmamı beklememelisiniz, Leydi."
Kelime, ben gözlerimi kırpıştırırken birkaç kere zihnimde yankılandı.
Ev yuva demekti, içinde çocukların mutlulukla yaşaması demekti. Korkuyla ve nefretle büyütülen üç kardeş için saray ev olamazdı halbuki. Anfia, Batı'ya kaçmıştı. Kaisel, ucunda kendi ölümü olan bir isyan planlamıştı. Darien ise... Duramamıştı bile bu sarayda. Onun için sadece ölüm vardı.
Ne eviydi söz konusu olan? Kimin eviydi?
"Devasa bir sarayı tamamen ev olarak benimseyebilmeniz çok hoş." Diye mırıldandım sesimin tonunu yumuşatarak.
"Bu söylediğinden senin yılarca kaldığın Helefna Sarayı'nı hiç ev olarak görmediğini mi çıkartmalıyım?" Kelimelerinin arasına hafifçe doladığı alay iç çekmemi sağladı.
Onaylama amacıyla kafamı salladım.
Duraksamadı. "Çünkü ardında geriye dönebileceğin ve dönünce de başına geçeceğin topraklar var, değil mi?"
Ah... Hiçbir alakası yoktu. Yine de varsayımını bozmak gereksizdi. Ona evimin lanetli diye iftiralar atıp ölsün diye elinden geleni yaptığı üvey oğlu olduğunu söyleyemezdim. Bunun için ona soru yöneltmeye karar verdim.
"Ve bende sizin, dönebileceğiniz ya da dönmeyi tercih ettiğiniz bir yer olmadığını mı varsaymalıyım?"
Cürretim dudaklarının tamamen kıvrılmasını sağladı.
Demek ikinci isimleri kullanmaya geçmiştik. Kaldı ki benim durumumda sanırım üç oluyordu. Bakışlarım öylece yüzünde dolanırken elim beyaz tutamlarımdan birini buldu alışkanlıkla. Parmağıma dolarken iç çektim.
O da aynı şekilde, dikkatle bana bakıyordu. Omuz silkti hafifçe. "Soyum bir sır perdesi değil. Soylu bir ailede doğdum ancak her soylu aile bolluk içinde yaşamıyor." İç çekti. "Çünkü yaşlı ve aptal adamlar, ailelerini yaşatmak için kullanmaları gereken parayı kumarda harcayıp, ardında koca bir borç bırakıp acınası bir şekilde ölebiliyorlar. Sonrasında sorumluluk, ondan da aptal evin iki oğluna kalıyor." Masaya doğru hafifçe eğildiğinde, anlattığı şeye rağmen oldukça iyi bir ruh halinde gibi gözüküyordu. Etrafımızda kuş sesleri ve çevremizde çiçek kokuları varken, absürt durmuyordu da bu hali. "Ve o iki oğlan, babalarından kalan unvanı alabilmek için taş üstünde taş bırakmadılar, Leydi. Kont. Sadece bu. Adlarının önüne konacak tek bir kelime. Ancak onu alan bir şekilde evdeki tüm söz hakkına sahip olacaktı. Hepimizin üstündeki yetki. O tek kelimelik unvan, güç demekti ve insanlar güce sahip olmak için her şeyi yaparlar. Neden sence?"
Onun sevinçli gülümsemesine karşılık veremediğim gibi, sorusuna da cevap vermedim. Cevap vermeyeceğimi anladığında burnunu kırıştırdı. "Çünkü gücü elinde tutacak olan diğer kişi, seni bir hiçmiş gibi ezebilir. Silinir gidersin Meyza. Dünyada işler böyle yürür." Bakışları önündeki bardağa sabitlendi. "İjekiel başa geçtiğinde, bekleyen borçlar başına dert oldu tabi. Çözümü nerede buldu dersin?" Sesi gitgide acımasız bir hal alırken hafifçe kaşlarım çatıldı. "Orada öylece duran, dört tane gencecik kız kardeşi vardı. Satmak için ne kadar da iyi mallar, diye düşündü."
O an, karmakarışık bir ifadeyle orada donakalmamak için yutkunmak zorunda kaldım.
"İlk ablam, açık konuşmak gerekirse domuza benzeyen altmış yaşındaki bir baronla evlendi. Adamın beşinci evliliği falandı. Diğer tüm eşleri ondan önce ölmüştü. Yeterince varisi de vardı. Sadece metreslerine para verip durmaktansa tek seferlik bir ödemenin daha karlı olacağını düşündü. Kızın yaşı da cabası." Yüzüm buruşurken onun ifadesinde tek bir mimik bile kıpırdamadı. "İkinci ablam, rütbeli bir askerle evlendi. Adamın rütbesine rağmen daha önce evlenmemesinin elbette bir sebebi olmalıydı ancak Ijekiel, bunu asla umursamazdı. Düşünmedi bile. Sonrasında ortaya çıktı ki o da bir kumar bağımlısıymış. Bahis olarak defalarca kez masaya ablamı koymuş. Maria, hayatında görüp görebileceğin en naif kadınlardan biri olabilirdi, Leydi Meyza. Kendisini kocasının gemisinden okyanusa atması iki ay bile sürmedi. Asıl soru, borçları kapatan abime tüm bunlarıp yetip yetmeyeceğiydi."
Cevabı biliyordum. Bilmek istemezdim ancak biliyordum. Yine de boğazımı temizleyerek "Yetmedi mi?" Diye sordum durgun bir sesle.
"Sırada ben vardım. Beni evlendirmeyi planladığı adam emekli olmuş bir rahipti ancak tapınağın etrafındakilerin söylemlerinden adamın hiçbir zaman rahip hayatı yaşamadığını anlamıştım. Sonumun Maria ve İlya'dan farklı olması lazımdı ancak kaçamazdım da. Birini bulmalıydım fakat rahipten de, o deniz subayından da, abimden de üstün gelmeliydi. Son sözü söyleyecek kişi ben olana dek, bu saçmalık bitmeyecekti çünkü..." Dudakları yeniden kıvrılırken gözlerini masadan ayırıp yeniden tam bana baktı. "Asla yetmez." Dedi ezbere bildiği bir şiiri okur gibi.
"Asla mı?" Diye sordum bu defa cılız bir sesle.
Başını yavaşça iki yana salladı. "İdrak etmesi, gözüktüğü kadar meşakatli değil." Elini salladı. "Vicdanını kapatarak kazanabileceklerinin her şeyi usulüne göre yapınca elde edeceklerinden fazla olduğunu gördüğünde bir kapı açılıyor, girince geriye dönüşün olmadığı."
Gözlerim kararıyordu neredeyse ancak sakinlik çizgisinden çıkmamak için gülümsedim. Kaisel'in annesi hakkında söylediği her şey zihnimde yankılanmaya başlamıştı.
"Neredeyse abinize hak verdiğinizi düşüneceğim."
Söylemime rağmen o da ifadesini bozmadı. "O kadar da değil." Demekle yetindi. "Ancak onu anlamıyor da değilim." Kum rengi hareler baştan aşağı üstümde dolandı yeniden, esen meltemde sarı saçları hafifçe uçuştu günün başından beridir defalarca kez olduğu gibi. "İnsan bir defa o vicdanını susturup bir şeyler elde ettikten sonra, geriye kazandıklarını korumak kalıyor."
"Size neyi korumak kaldı peki?"
Onayladı başıyla. Görülmemiş şey de değildi fakir fakat soylu bir ailenin kızının, basamakları tümden atlayıp çok üstteki biriyle evlenmesi. Güzellik bazen yetiyordu. Bazen manipülasyon da karışıyordu ancak çoğunlukla evet, güzellik yetiyordu. Yine de şaibeliydi bazı şeyler. Aquila, İmparator'la tanışmak ve gözdesi olmak için napmıştı da yüreğinin sesini kapatması gerekmişti?
Duramadım. Bakışlarımı yeniden kaldırdım ona doğru. "Tahtı yeni doğmuş bebeklerden korumak da her şeye dahil, değil mi?"
Gözlerinden anlaşılmaz bir parıltı geçti. "Başka krallıkların iç işlerini öğrenecek kadar mı politikaya meraklısın yoksa ilgin bana mı mahsus, Leydi?"
"Ah, hayır. Gelmeden önce araştırmadım hiçbir şeyi. Hikayeyi bizzat kızınızdan dinleme fırsatım oldu yalnızca."
Bu defa şaşkınlıkla fakat biraz da alayla baktı. "Vahşi kızım zorlama olmadan da insanlara bir şeyler anlatabilecek kadar iletişim kurabiliyor demek."
Gülümsedim yeniden. "Doğru yaklaşıldığı müddetçe herkesin dili çözülür."
"Eh..." Dedi kafasını eğerek. "Darien seninle evlenmekte hem fikir olduysa ve Kaisel seni güzelce ağırladıysa, bu konuda yetenekli olduğunu söyleyebiliriz. Kızıma gelince-" Duraksayıp gülercesine iç çekti. "Sana iyi bir şeylerden bahsetseydi şaşırırdım asıl. Vefasız kız."
Hangi iyi şeyle, diye çıkışmak istesem de "Söz konusu olan kardeşleri sonuçta." demekle yetindim.
"Hayır, Meyza. Söz konusu olan abisinin tahtına karşı doğmuş tehditler. Eksiği ya da fazlası değil."
Yüzümdeki tebessümü korumak git gide zorlaşıyordu ve İmparatoriçe de gözlerinin arasına dolanan o zehirli küçümsemeyi sakınmıyordu. Bebekler değil. İnsan evlatları değil. Masum canlar değil. Yalnızca tehditler.
"Tek varis olarak bu durumu deneyimlemedin hiç. Rekabetin ne demek olabileceğine dair en ufak bir fikrin yok. Abilerim basit bir kont ünvanı için taş üstünde taş bırakmadılar çünkü bu aileyi yönetmek, diğerlerinin ona baş eğmesi demekti. Burada ise söz konusu olan şey, taht, Leydi. İnsan dünyasında tırmanabileceğin son basamak ve ailenin değil, kalan herkesin karşında eğilmesi."
Sesim titremesin istediğimden ellerim masanın altında yumruk halini aldı. Tırnaklarım avuç içlerime batarken aynı şeyi, Liberta'nın da yaptığını fark ettim. Kafasını eğmiş, elbisesinin üstüne taktığı beyaz önlüğü iki yanından sımsıkı kavramıştı.
Yutkundum. "Çocuklar büyüdükten sonra ne olacağını kendileri belirleyebilirlerdi. Darien ve Kaisel'in yaptıkları gibi. Bir felaket olmadı, neticesinde."
"Bunu henüz bilmiyor olabilirsin ancak Darien'in kendisi başlı başına bir felaket zaten. Daha fazlası kaostan başka hiçbir şey getirmezdi. Birinin bile gücünün Kaisel'inkini aşması muhtemel olarak hepimizi ipe dizerdi."
Sanki şimdiki işleyiş bundan farklı olacakmış gibi.
Kibar gülümseyişimin bile o an içinde buz tuttuğuna emindim. Hafifçe öksürdüm bir kere daha. Çığlıklar atmama da, tabakları onun yüzüne fırlatmaya başlamama da ramak kalmıştı. "Prens Darien, size zorluk mu çıkarttı büyürken?"
"Lanetli olduğuyla ilgili söylentilerden habersiz olamazsın. Ancak inanmakta güçlük çekiyorsan söyleyeyim. Hepsi gerçek. Hayatta olmasının sebebi de bu uğursuz gücü." Memnuniyetsizliği saklamadı bu defa, suratını buruşturdu. "O doğmadan bir gün önce bir kabus görmüştüm. Önümdeki güneş kararıyordu. Eğilip kulağıma bir şeyler fısıldıyordu buz gibi bir sesle. Kan dondurucu bir şeydi ve o zamandan beri ne yazık ki biliyorum, Leydi. Bu çocuğun yaşaması her birimizi kendisi gibi lanetleyecekti."
"Neden diğerlerine yaptığınız gibi onu da... bebekken yani..." Nefes aldım derince. "Öldürmediniz?"
"Annesi yüzünden." Dedi kafasını iki yana sallayarak. "Karina... Çok aptal bir kadındı." Yine o küçümseme ifadesi can buldu suratında.
"Aptal olmasa yaşıyor olmaz mıydı, Leydi?"
"Karina..." Diye başladı yeniden. Genzinden alaylı bir homurtu yükseldi. "Sokaklarda dans eden, geçimini de böyle sağlayan kimsesiz bir kadındı. Bu kadarını biliyor olmalısın. İmparator'un dikkatini de bir çarşıda, dans ederken çekti. İmparator kimliğini gizleyerek çıkmıştı dışarı ancak Karina elbette ki onun varlıklı bir adam olduğunu anlamıştı. Geçmişinden kimseye bahsetmese de sokaklarda yaşayan bir kadının pek de şaşaalı bir hayatı olmadığını tahmin edebiliyorsundur. Ömründe muhtemelen tek bir kez doğru seçimi yaptı ve adama yaklaştı. Gülümsedi. Dans etti. Daha da yaklaştı."
"Bu sizi rahatsız etmedi mi hiç?"
"Bir çocuk doğmadığı sürece kimi cariyesi yapmayı seçtiğinin hiçbir önemi yoktu. Hiçbir zaman olmadı. Önemli olan işin sonunda daima döneceği yerden emin olmaktı. Son adımını daima bana doğru atmalıydı."
İmparator'u hiçbir zaman sevmedi, diye geçirdim içimden.
İç çektim yavaşça. Durgunca konuşuyordu Aquila. "Yine de bu konuyla ilgili bir şeyler canınızı sıkıyor gibi."
"Canımı sıkan şey Karina'nın kendisiydi."
Kıskanmıyor olmasına rağmen mi?
Tiksintiyle burnunu kırıştırdı yeniden. "O kadının hayatta kalma içgüdüsü yoktu. Onca sene kimsesiz nasıl ayakta kalmış, bir fikrim yok. Saray bahçesinde dahi dans eder gibi salınırdı. Yüzünde her zaman her şeyin ardını gördüğünü hissettiren lanet bir gülümseme olurdu." Sonlara doğru sesi katılaşırken içime bir ağırlık çökmüştü.
Mükemmel bir anne olacaktı muhtemelen, demişti Anfia, Leydi Karina için. İmparatoriçe onu sağ bıraksaydı.
Bu defa iç geçiren Aquaila oldu. "İmparator'un ona hayran olduğu belliydi. Beni daha az çağırmaya başlamıştı yanına. Karina eğer doğru adımları atsaydı, o adamı benim elimden alıp muhtemelen ayaklarına dahi kapandırabilirdi. O ise imparatoru... Anlamaya çalışmayı seçti. Gecelerini sohbet ederek geçirdikleri söylentisi tüm sarayda konuşulurdu. Aptaldı cidden. Bir gram zekası yoktu..."
"Yine aksi olsun isterdiniz gibi konuşuyorsunuz."
"Sadece tahammülüm yok, Leydi. İyi biri gibi davranmaya lüksümüzün olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Aksi de bizi ölüme götürüyor. Buna rağmen, göz göre göre bunca aptallık..." Yüzünden soğuk bir ifade geçti. "Hizmetçilere hediyeler dağıttı. Sağlam bir istihbarat bağı kurmak yerine onlarla sözle dostluklar kurdu. Sevdirdi kendini, pekala. Kazancı ne oldu sence, Meyza? Tüm bunlarla uğraşmak yerine soylularla arasını yapmaya çalışmalıydı. Ne olursa olsun, acıdığı maskelerden birini de kendi yüzüne geçirmeliydi." Küçümsemesinin altındaki nefret, tüylerimi diken diken ederken hareleri sanki Karina'yı yeniden görüyormuşçasına bir kinle sarmalanmıştı.
"Yine de kurduğu arkadaşlıklar değil miydi diğer çocukların aksine Prens Darien'i yaşatan?"
"İşleri geciktirdiğini inkar edemem. Yine de Darien, eğer terk edilmiş bir sarayda değil de bir dükün gözetiminde büyüseydi, olaylar sence bu şekilde mi sonuçlanırdı? Sürece değil, sonuca çevirmelisin kafanı. Etrafında gördüğü herkesin öldüğü bir çocukluk geçirdi, ardından lanetli topraklarda geçen acınası birkaç sene ve şimdi eminim senin de çok iyi bildiğin gibi, halka açık bir infaz. Tarih kitapları o çocuğun bir hain olduğunu, annesinin lanetli kanının damarlarında aktığını yazacak. Ne eksik, ne fazla. Darien'in kaderi halkının ondan nefret ettiğini görerek ölmek."
Midem çalkalandığında kusmak istedim.
Gözlerimi kırpıştırarak daha berrak görmeye çalıştım önümü ancak Aquila'nın yerli yerinde duran, tepedeki zafer kazanmış gülümseyişi daha çok bulandırdı midemi.
Kaisel, kitapta Darien uzaktayken Batı'yı ele geçiriyordu, evet. Sonrasında öğrenmiştik ki planı, en başta Darien'in tahta layık olup olmadığına karar vermek, sonrasında ne yapacağına karar vermekti. Burada gerçekleşenin aksine orijinalde verdiği karar Darien'in tahta layık olmadığıysa, Darien ülkesine döndüğünde onu karşılayan son bu mu olmuştu?
Halkı ona lanetler yağdırırken idam mı edilmişti?
Benzer ihtimaller aklımdan geçmemiş değildi, elbette. Ancak şimdi gözlerimin ardında can yakan buz kırıntıları varmış gibi hissediyordum.
O batma hissiyle birlikte gülümsediğimde, kafamı eğdim yine. "Evet." Dedim, tıpkı karşımdaki kadın gibi sakince. "Sürecin cidden, hiçbir önemi yok. Bunun için diliyorum, Prens Darien ile olan başarısız nişanımın da bir önemi yoktur sizin nezninizde."
İmalı sözlerim dudaklarının kıvrılmasını sağladı. "Bunun benim için ne önemi olabilir ki, Meyza? Seni de Darien gibi idam ettiremem, değil mi? Başka bir imparatorluğa mensupsun. Savaş çıkartmak için onlara bahane veremeyeceğimi sen de çok iyi biliyorsun. Ancak... Hadi senin dilinden, açıkça konuşalım. Bunu Kaisel için soruyorsan eğer..."
"Elbette onun için soruyorum." Kaşlarım çatıldı. "Size çoktan Prens Elijah'ı istememe sebebimi söyledim. Helefna doğduğum yer olabilir ancak olmam gereken yer değil. Karilya ise tam tersi. Darien konusunda bir hata yaptım ancak gerçekçi olalım. Helefna'nın Karilya ile arasındaki güç fazlalığı size geçebilir. Kuzey Helefna'ya vermediği askeri desteği size açık yüreklilikle sunar. Kaisel eğer isterse kıtanın tüm topraklarını dahi birleştirebilir ancak bunlardan daha önemlisi..." Kirpiklerimin altından kısa bir bakış attım. "Oğlunuzu cidden kontrol altında tutabileceğinize inanıyor musunuz? İmparator olduktan sonra yani? Sizce, sizin isteklerinize göre mi hareket edecek daima? Darien'i yoldan çekmek ikinizin ortak isteği fakat sonra?"
Öylece durdu. Yüzünde bir an için hiçbir mimik olmadan baktı bana. Ruhumun en içini görmeye uğraşan, zehirli bir bakış. Aklından binbir türlü şey geçtiği doğruydu ancak söylediklerimi değerlendirip değerlendirmediği meçhuldu. Bir önemi yoktu gerçi. Burada olduğumuz süre boyunca tek bir rolü oynamalıydım. Benim, mevcut durumdan kendini kurtarmaya çalışan hırs dolu bir kadın olduğuma inanmalıydı. Darien'i sevdiğime, onun tarafında bulunabileceğime, daha da önemlisi Kaisel'in de planımıza dahil olduğuna ihtimal bile vermemeliydi. Bana karşı gardını yükseltip yükseltmemesi kendi bileceği işti. Söylediklerime inandığı sürece, sonucu fark etmeksizin amacıma ulaşmış olacaktım.
En sonunda, sanki üzerinde yılların bilgeliği varmış gibi derince baktı gözlerime. "Kaisel, eninde sonunda, beni dinler." Dudakları kıvrıldı yeniden. "Bu hep böyle oldu, Leydi."
"Asıl sen, aksine inanıyor olamazsın."
Bu kadının önünde kaç kez dünya dönmeyi bırakmıştı artık saymayı bırakmıştım ancak bir an için o uğursuz his öylece kavradı yüreğimi. Anlamak istemiyordum bile ona bu güveni neyin verdiğini.
"Anfia dahi size dönecek gibi değildi hiç. Hatta şu an hala tek başına Batı'da, değil mi? Bu bile çocuklarınızın sizin sözlerinizi dinleyeceğinin kesinliği olmadığını gösteriyor."
"Anfia'yı tahta geçmesi için yetiştirmedim. Bunun için hala vefasızca ve arsızca davranabiliyor."
"Öyleyse Kaisel'in size dönmesini sağlayacak olan ne, sırtındaki kırbaç izleri mi?"
Liberta kafasını kaldırdı aniden. Gri hareleri öylece açılırken ses çıkartamadı ve yine Tanrı'ya şükür ki İmparatoriçe'nin arkasındaydı. Kimse göremeden kafasını hızla yere geri eğdi ancak elbisesinin eteklerini parçalamak ister gibi sıkıca tuttuğunu görebiliyordum. Parmak boğumları beyaz kesilmişti.
İmparatoriçe bugün bir kez daha, inanamazca araladı dudaklarını. Kaisel ve benim yattığımızı düşündüğüne emindim ancak asıl şaşırdığı şey, izleri kimin bıraktığını biliyor olmamdı. Kaisel'in öylece söylemeyeceğine emindi muhtemelen. Kimseye.
Aquila, hiç beklenmedik bir anda, aniden, kahkaha atmaya başladı. O sessizlik şen kahkahaları ile yarıldı. En sonunda eliyle gözünün altındaki yaşı silerek kafasını iki yana salladı. "Cüretine hayran kaldım Leydi. Sanırım sana öylece zarar veremeyeceğimizi söylediğimden yaşanıyor bu konuşma." İç çekti ve gülümsemesi genişledi. "Yavru bir köpeğe, sadece sopayla vurduktan sonra mamasını verirsen sence ne olur peki, Meyza?"
Tüm kanım tam da o anda içimden çekildi.
Büyü içimde çalkalanıyordu. Oradaydı uzanmam için. Dondur önüne geçeni, diye baştan çıkartıcı bir edayla da fısıldıyordu bana. Tüm sarayı dondur Sima. Tüm Karilya'yı.
"Öğrenir ne zaman ödülünü alacağını. Bir zaman sonra kendi ayağıyla gelir dayağını yemeye. Aç kalmamak için tabii. Durumu insan evlatlarına çevirdiğinde ise işler değişir. Çocuklar en çok sevgiye muhtaçtır. Kaisel, sence o izler sırtında açılırken, nefret mi ediyordu benden?" Gülümsemesi büyüdü. "Oğlum, tüm o yaralar açıldıktan sonra yanıma gelir, kan içinde kalsa dahi, ağlasa dahi bacaklarıma sarılmaya yeltenirdi. İnsanlığın doğası bu."
Sadece onun sözünü dinlediği zamanlarda başını okşardı, dedi zihnimdeki Anfia'nın sesi.
Yürümeye başladığım andan beri, dedi Kaisel.
Gözlerimi kırptım. Bir kere. İki kere.
Kaisel karşılıksız alması gereken sevgiyi şartlara bağlı olarak alabilmişti, tabi sevgi denirse ona da ancak sadece bu bile değildi mesele. Babası zaten ortalarda gözükmüyordu, umurunda değildi dünya. Anfia Batı'ya gitmişti. Koskoca dünya üzerinde alabildiği, görebildiği tek sevdi, kırbaç yaralarından sonra geliyordu ve bu onu nereye getirmişti?
"Anlıyorum." Diye tekrar ettim yeniden, ayağa kalkarken. "Yine de, mevcut koşulları göz önünde bulundurun İmparatoriçem. Sizden öğrenecek çok şeyim var ancak kim bilir, benim de faydam dokunur ilerde size. Ben de öğretebilirim bir şey size." Duraksadım. "Ayrıca da Kuzey'in gücü hafife alınabilecek bir güç değil. Ne madenler, ne askeri açıdan."
Başıyla ciddi bir şekilde onayladı beni.
"Bir hafta sonrasında bir balo vereceğim. Kaisel'in başarıları adına elbette. Kaisel'e orada eşlik edebilirsin. Bu süreçte ben de durumu değerlendireceğim."
Liberta da hızla peşime takıldı ancak dönüp de yüzüne bakamadım dahi. ayaklarım hareket ediyordu, zihnim ise durmuştu.
Parmaklarım buz tutmak üzereydi ancak tonlarca kızgın kum yutmuşu gibi bir ağırlık.
Bir an için yürürken, gözlerimi yumdum. Odanın bir köşesindeydim. Kanepede oturuyordum. Küf ve rutubet kokuyordu etraf. Yağmur yağdığı için daha da baskındı. Annem koltuğun diğer tarafında, oynayabilmem için bir bebek dikiyordu bana eski kumaşlardan. Heyecanlıydım. Annem kafasını kaldırıp bana tebessüm ediyordu. Göz bebekleriyle ruhumu okşuyordu adeta.
"Dışardaki yavru kedi..." Diyerek sızlanıyorum. "Alamaz mıyım onlardan birini anne? Çok iyi bakarım ki ben."
"Evet, kediciği sevmek istiyorum anneciğim."
"Annesi de yavrusunu seviyor ama." Diyor annem. "Ayırmak olur mu peki?"
"Ben de annesi gibi severim ama."
Annem onaylamazca kafasını iki yana sallıyor ama suratında hala dünyanın en şefkatli ifadesi var. "Başkası seni, benim sevdiğim gibi sevebilir mi Sima'm?"
Düşünmüyorum bile. "Ay yok. Olmaz ki öyle anne. Sevemez kimse senin gibi." Kıkırdıyorum. "Kimse de seni, benim sevdiğim gibi sevemez."
Gülümsemesi büyüyor. "Aynen öyle, Gök Gözlüm." Diyor elindeki kumaşları bir kenara bırakıp beni kendine doğru çekerken. "Kimse sevemez çocukları anneleri gibi. Mahrum bırakamayız hiçbir canlıyı bundan."
Anlıyorum bir şekilde dediğini. Kafamı sallıyorum.
Hiçbir canlı mahrum kalmamalı bundan.
Ama kalıyorum ben. O bez bebek hiç bitmiyor.
Ama kalıyor Darien. Annesini sadece bir porteden tanıyor.
Kaisel ve Anfia var bir de. Anneleri yaşıyor da halbuki. Kanlı canlı. Daha az önce karşımda duran kadın, onları doğuran. Başka yavruların kanını taşıyor bu kadın elinde. Çocuklarının kardeşlerinin kanları.
Gelip diyor ki gülümserken, dayak yiyen köpek, yine de döner sahibine.
Dünyanın renkleri soluyor bir kere daha. Kalbi kara bir baba ne demek biliyorum çünkü. Hazırlıklıyım ve şaşırmam da. Ancak Zeynep, hayatımı yokuştan aşağı sürükleyen kadın dahi kendi oğluna gülümseyerek bakıyordu hep. O kadının da kalbi karaydı ancak o dahi, o dahi seviyordu oğlunu. Bana vururdu ancak ona kaldırmazdı elini.
Kılıç sesleri git gide daha da yakından gelmeye başladığında, kafamı kaldırıp antrenman alanına baktım.
Kaisel yüzünde vahşi bir ifadeyle kılıcını askerininkiyle çarpıştırdı. Bu dövüş kaç saattir sürüyordu bilmiyordum, fakat tüm şövalyeler kan ter içindeydi. Bazıları kenarda soluklanıyor, bazıları yaraları için tedavi alıyordu. Dövüştüğü askerin kılıcı metrelerce öteye fırlayıp yere düştü.
Tam o anda alana girdim. Kaisel'in gözlerinden hırsla karışık acımasız bir parıltı geçerken ben neredeyse koşar adımlarla ilerliyordum. Birkaç asker, başlarını kaldırıp şaşkınlıkla bana baktığında, küçümseyen bakışları yendiği askerin üstündeydi ancak belki adım seslerimi duyduğundan, o da askerlerin baktığı yöne döndü tetikte bir şekilde.
Ona doğru şiddetle koştuğumu gördüğü anda, sıkıca kavradığı kılıcı bıraktı ve demirin yere düşerken çıkardığı ses havada yankılandı. Kaisel'in yüzündeki her bir kas gerildi, viski rengi harelerine endişeyle karışık karanlık bir şeyin gölgesi düştü. Ona doğru atıldığımda tereddüt etmeden tuttu beni. Titriyordum.
Bir an duraksadı, ardından katı bir sesle, "Yaralandın mı?" diye sordu.
Kollarımı ona daha sıkı sararken, yüzünü kulağıma yaklaştırdı. "Bir şey mi yaptı?"
Sesim kısıktı. "Yapmadı. İyiyim."
Gözleri, yüzümde bir şeyler arıyor gibiydi. "İyi misin, yoksa senin tarzında iyi misin?"
Derin bir nefes aldım. "Genel anlamda iyiyim."
Sakin tutmaya çalıştığı sesiyle beni de sakinleştirmeye çalışıyordu ama sakinleşmeme gerek yoktu. Güç yüzünden panik atak geçirmiyordum. Sadece üzgündüm. Sarsılmıştım. Toparlardım. Anfia'yı görmek istiyordum.
"Darien'i çağırmamı ister misin?" Diye sordu bu defa kaşları iyice çatılırken, verdiğim cevap onu tatmin etmemişçesine.
Homurdandım. "Yapamayacağını biliyorsun."
"Lazımsa eğer yapacağım, Snezhinka."
Oldu bir de 'Biz düşman değiliz.' diye anons yapsaydı.
Kaisel sertçe belimden tutup hafifçe kaldırarak beni bir adım öteye koydu. Gözleri dikkatle vücudumun her yerinde dolanmaya başladı. Çenesi kasılmış, muhtemelen dişlerini de birbirine bastırmıştı.
"Yaralanmadım," diye tekrar ettim.
Bu defa sesi daha sertti. "Ne söyledi o halde sana?" Altın rengi gözlerinde öfke kıvılcımları çaktı. Belki de benden cevap alamayacağını anladığından Liberta'ya döndü bakışları. "Ne dedi?"
Liberta bir şey söylemeden ona bakmakla yetindi. Kaisel bu defa sinirle elini kızıl saçlarının arasından geçirdi. "Son günlerinde bile canımı sıkmanın bir yolunu buluyor." Diye homurdandı ağzının içinde. Liberta'ya bir kez daha baktı ve öfke tüm yüzüne dağıldı. "İyi." Dedi sertçe. "Konuşmayın. Ben öğrenirim."
Tam dönüp gidecekti ki, Liberta bir adım öne çıkıp omzuna sertçe vurdu. "Kimseyle konuşmayacaksın. Planı mahvedeceksin."
Kaisel'in bakışları bana döndü yeniden. Sessizliğim canını sıkmış gibi dişlerini sıktı. "Sikmişim planını."
İç çekip kendimi toparlamaya çalıştım. "Bir şey olmadı. Sadece... Sarılmak istedim sana." diye mırıldandım.
Liberta, bu ne saçmalık gibi kaşlarını çattığında Kaisel kafasını eğdi. "Sadece sarılmak istedin?" Diye tekrar etti.
Bir anlık sessizlik oldu. Sonra Liberta soğuk bir ifadeyle, "Annen haftaya bir balo verecekmiş," dedi.
Kaisel gözlerini kıstı. Tatmin olmamış gibiydi.
"Annen, sana eşlik edebileceğimi söyledi," diye devam ettim. "Baloda."
Bunu söyledikten sonra bir an duraksadı, ardından kaşlarını çattı. "Baloda. Herkesin önünde?"
Şüphe sesinin her bir noktasındaydı. Bu noktada haksız da sayılmazdı. Söz konusu Aquaila'ydı. Söz konusu annesiydi. Annesi... miydi?
Boğazımda bir düğüm hissettim. Ona bir adım daha yaklaştım yeniden. Tepki vermesine kalmadan bir kere daha sarıldım. Ellerim yatıştırıcı bir şekilde sırtını buldu. Göğsüm sıkışıyordu.
"Snezhinka?" diye mırıldandı. Sesi hala sertti, fakat ne yapacağını bilemez de gibiydi.
Yüzümü göremiyordu, ama o anda boşluğa odaklanan bakışlarım sanki alevlerle kaplanmıştı. Belki de annesini öldürmeye katlanamayacağını düşündüğü için Darien'den emin olduğu an, kendini aradan çıkartmaya çalışmıştı.
Aquila'nın sesi kulaklarımda yankılandı.
O bana gelir, diyordu. Her zaman. Her koşulda. Çünkü Kaisel bedeli olmadan sevileceğine inanmıyordu. Çünkü bu zamana kadar hep böyle olmuştu. Kaisel dönmüştü ona. Ve belki de hayatı boyunca da inandırmışlardı ona karşılıksız şefkat göremeyeceğine.
Öylece... Koşulsuzca. Sadece var olduğu için. Sadece, kendi olduğu için.
Belki, şimdi sarılırken değil. Belki, şimdi onunla konuşurken değil. Annesini kendi elleriyle öldüremeyecekse de, öyle olsundu.
Kaisel anlayacak ve görecekti.
Evet, belki şimdi ona sarıldığımda değil ama birisi ilk defa karşılık beklemeden, onun için intikam aldığında... Kaisel bildiği hiçbir şeyin doğru olmadığını, görecekti.
O günden sonra bir hafta çok hızlı geçti. Günlerin ucundan tutamadım. Darien'i sadece geceleri gizlice görebiliyor olsam da, ruhuma beklenmedik bir sakinlik çökmüştü. Tüm sesler susmuştu sanki. O alev alev yanan korlar, sönmemişti de... Sanki bir şekilde, o parçalarla ne yapmam gerektiğini anlamıştım.
Darien, gözlerimin içine bakmış, bir gece beni göğsüne doğru yatırmıştı. Eski sarayındaydık o gece. Onun odasındaydık. Beyaz tutamlarımı okşamıştı, belki de saatlerce... Kalp atışları, kulağımın hemen altındaydı. Ona küçüklüğüyle ilgili daha çok soru sormuştum. Vücudu başta kaskatı kesilse de, sonunda anlatmıştı burada geçen on üç yılını. Annesi ve ablası gibi gördüğü hizmetçileri... Onları nasıl da kaybettiğini...
Zehrin hedefi Darien'di. Her suikastçının hançeri doğrudan onun göğsüne doğru kalkıyordu ama biri hep onu korumuştu. O hançer asla Darien'e saplanmamıştı. Darien, Kaisel'in aksine, karşılıksız sevginin ne demek olduğunu biliyordu. Ancak o da bunu öğrenmenin bedelini ödemişti.
Şimdi hiçbiri yaşamıyordu. Onu koruyanların hiçbiri... Ne kılıç tutmayı öğreten şövalye ne de annesinin arkadaşları. Saray şimdi bunun için bomboştu.
O gece ağlamıştım. Ağlamış ve nefret etmiştim bir an için aldığım nefesten bile...
İnsanlar böyle kötü olmamalıydı.
Hangimiz içimizde kötülükle doğuyorduk ki? Herkesin kalbi başta paktı. Şartlar ve olaylar, hikayemize yön verebilirdi ancak kötülüğün bahanesi olarak geçmişimizi gösteremezdik.
Babam alkolikti. Dövmüştü beni defalarca kez.
Zeynep ve oğlu ise istedikleri tavırları göremediklerinde vururlardı bana. Yedi yaşımdan, bir başka evrene geldiğim ana kadar, sevgi ve şefkatten çok uzaktaydım. Umuda bir kere tutunmaya çalışmıştım ve ellerimi yakmışlardı o gece.
Yine de... Bir gün çocuğum olursa, tek bir fiske bile vurmazdım bebeğime. Eğer böyle bir şey yapabileceğime dair en ufak bir şüphem olsa, asla doğurmaz, asla da çocukların yanına yaklaşmazdım.
'Biz de böyle büyüdük,' deyip geçiştiremezdin bir şeyleri.
Durum buyken, bu insanlar nasıl... Nasıl gözlerini kapatıp da uyuyabiliyorlardı her gece?
Aquila, vicdanını susturmaktan bahsetmişti. Belki sustururdun, tamam... Ama masumların kanının elinde olduğunu unutmazdın. Çocuklarını istismar eden bir kadın olduğunu unutmaya, hakkın yoktu. Gerçi, o zaten bunu unutmayı seçmemişti.
Taşlar, o gece öylece yerine oturmuştu.
Bu kadın elbette ki deliksiz uykular uyuyabilirdi.
Babam, Zeynep, Selim... Hiçbiri kötülük yaptığını düşünmüyordu ki. Onlara göre sadece... haklıydılar. Bir şeyler yapmış, birilerinin hayatını mahvetmişlerdi ancak haklıydılar.
Darien, yüzüme defalarca kez öpücükler kondurduktan sonra, her kası gerilmişti onun da. Çenemi tutup da doğrudan ona bakmamı sağlamış, kızarmış mavi harelerin içine baktığı an ölümcül bir parıltı düşmüştü bakışlarına. "Bu saraydaki insanları vaktinden önce öldürtme demiştim sana, Sima." demişti. Ardından gözümün kenarına bir öpücük daha. "Bundan sonra akıtacağın her bir gözyaşı, bir adamın ölümü olacak, Kar Tilkisi."
Altın harelerine ve kuzguni tutamlarına sevgiyle bakmıştım bir kere daha. Dünya bundan önce de pek çok defa renklerini kaybetmişti.
Ama onları ömrüme geri getiren her defasında altın gözlü bir adam oluyordu.
"Sen birilerini öldürmeye bahane arıyorsun sanki." Diyorum hafifçe gülerek, yeniden göğsüne yaslanırken. Darien gülümsediğimi gördüğünde iç çekiyor ve onun da dudakları kıvrılıyor hafifçe. Baş parmağıyla belli belirsiz dudak kıvrımımı okşuyor. Göğsümdeki baskı azalıyor. Kuşlar uçuşuyor içimde.
Saat beşte kalkmamız yetmezmiş gibi ağzımıza tek lokma sokamıyoruz saatler boyunca. Liberta korumam olarak baloya gireceğinden o da hazırlanıyor. Esanslı banyolar, yapılan masajlar bitmek bilmez gibi gelse de tüm o saatlerin sonunda, bir şekilde hazır oluyoruz.
Bakışlarım yavaşça elbisemin eteklerine değdiğinde derince iç çektim. Elbisem beyazdı. Etek uçlarına doğru serpilen buz mavisi ve kar taneli işlemeler, üstüne düşen ışığı yakalayarak ince ince parlıyordu. Belden oturan kesimi, göğüs hizasına kadar uzanan küçük elmaslarla süslenmişti. Etekleri kat kat bollaşarak adımlarımı sarmalıyordu. Sırtımda ise cüretkâr bir dekolte vardı. Boynuma doladığım ince elmas zincir sırtımdan aşağı süzülüyordu. Saçlarımı tek omzuma almış, gevşekçe ördürmüştüm. Küçük ama zarif bir taç, başımı süslüyordu.
Bu elbise, benim yanımda getirdiğimlerden biri değildi. Sabah, pencere kenarına bırakılmıştı.
Darien'in nerede yaptırdığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Ancak... nefes kesiciydi.
Liberta ise Kuzey'e mensup biri olarak bilindiğinden su yeşili bir elbise giymişti. Kare yakalı elbisenin yakası incilerle süslenmiş, siyah saçları omuzlarından aşağı dalga dalga akıyordu. Ona baktığımda, bir su perisini andırdığını düşündüm. Fakat o, hala huysuzca homurdanıyordu. Su yeşili onun rengi değilmiş. 'Senin rengin ne?' diye sorduğumda gözlerini devirmiş, 'Mor,' demişti. Yine de elbisesini değiştiremeyeceğinden, yalnızca söylenmekle yetinmişti, Tanrı'ya şükür. Bu kızda sinirini bozan şeyleri parçalama potansiyeli de vardı.
Odadan çıktığımız anda, peşimize bir hizmetçi ordusu takıldı.
Liberta bir adım gerimdeydi. Plana göre, Kaisel bana eşlik etmek için odamın önünden alacaktı ancak gecikmişti. Karilya'nın Dükleri ve diğer yüksek soylular çoktan gelmiş olmalıydı. Ne yapmamız gerektiğini bilemeyerek yarım saat bekledikten sonra ancak çıkmıştık odadan.
Parmaklarımın karıncalandığını hissettim. Başımı kaldırıp önüme baktığımda, arkamızdaki tüm hizmetçiler bir anda durup başlarını eğdi.
Hava değişti. Sarayın görkemli mermer koridorlarında yankılanan fısıltılar kesildi. Sanki zaman bir anlığına durdu.
Aquila ve İmparator, tam karşımda duruyorlardı.
Derin bir nefes alarak reverans yaptım. Doğrulduğumda, omuzlarımı dikleştirdim ve her şeye rağmen yine de gülümsedim.
İmparatorun kızıl saçları geriye yatırılmış, görkemli tacı başında ışıldıyordu. Karısıyla uyumlu renklerde giyinmişti. Ağır pelerini yere kadar uzanıyordu.
Aquila ise... Yine cezbedici, karanlık bir günaha benziyordu.
Kremsi şampanya tonlarında, ağır ipekten bir elbise giymişti. Korsaj, ince işlenmiş altın nakışlarla süslenmiş, bedeni kusursuz bir zarafetle sarmalıyordu. Omuzlarını açıkta bırakan geniş yakası, kırmızı yakutlarla bezeli işlemelerle taçlandırılmıştı. Kabarık kollar, bileklere doğru incelerek altın dantellerle tamamlanıyordu. Elbisenin etekleri, dökümlü ve katmanlı bir şekilde yere süzülüyordu.
Yaşını tahmin etmek hala imkânsızdı. Gerçekten sanki yıllar, bu kadına elini bile sürmemişti.
Gözleri... Oldukça neşeli bir parıltıyla sarmalanmıştı.
Bakışları, acele etmeyen bir tavırla baştan aşağı üzerimde gezindi.
"Göz alınması zor bir kadınsın." Dedi hafifçe başını eğerek. "Oğlumun sana kendini açmasına pek de şaşmamalıyım, belki de."
Nazikçe başımı yana eğdim. "Nazik iltifatınız için teşekkürler," dedim. "Acaba Kaisel—"
"Kaisel aramıza geç katılacak, çünkü ilgilenmesi gereken bazı güvenlik problemleri var."
Arkamda duran Liberta'nın rahatsızca kıpırdanışını hissettiğimde, İmparatoriçenin gülümseyişi büyüdü.
"Sözümü unutmadım elbette." Dedi yumuşak ama keskin bir sesle. "Prens, sana eşlik etmeli."
O anda, ilerimizden gelen adım seslerini duydum.
İmparatoriçe, arkasına dönerek baktı. Kulağımda hafif bir çınlama başladı. Liberta bir anlığına kuralları hiçe sayarak kafasını kaldırdı.
"Ben de özel bir misafir daha davet ettim," dedi İmparatoriçe sakince. "Sözümden caymak istemem."
Gülümseyişim kayboldu yavaşça. Yüzümün rengi atmıştı.
Gözlerimi yeniden açtığımda, karşımdaydı. Kaderin yönü değişsin diye bir çırpıda uzaklaştığım, hikayeye göre asla buraya adım atmaması gereken adam.
Meyza'nın elini kesen, onu zindana atan ve ardından bir ejderhanın önüne fırlatan adam.
Yeşil hareleri kısılırken, gözlerinde korkunç bir yoğunlukla bana baktı. Okuyamadığım binlerce duygu çalkalanıyordu içinde. Neden buradaydı, bilmiyordum. Neden bana böyle bakıyordu, bilmiyordum.
Her şeye rağmen, ben Aileen'e hiç dokunmayacak olsam da hikaye aslına mı dönmeye çalışıyordu? Helefna'ya götürmek için mi gelmişti beni? Bakışlarım donuklaşırken bir adım daha attı.
"Meyza..." dedi, sesi fısıltıdan farksızdı.
Ona bir cevap vermeye kalmadan, Aquila kocasının elini bıraktı ve yanıma geldi.
Yavaşça kulağıma eğildi, öylece yerimde donakalırken.
"Bir dahakine, geceleri âşıklarınla buluşacaksan," dedi alaycı bir fısıltıyla, "Etrafta kimsenin saklanmadığına emin ol, Leydi." Duraksadığında gözlerimin önü karardı. Elijah, tutmam için elini uzattı bana.
Bilmiyordu, tutmak istediği elleri keseceğini bilmiyordu.
Aquila'nın fısıltısı dehşet verici bir nefretle sarmalandı. "Ait olduğun yere dön, Leydi. Seninle paylaşacak bir tahtım yok benim."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |