
İMPARATORİÇE AQUİLA DE KARİLYA
VELİAHT PRENS KAİSEL DE KARİLYA
SİMA RÜZGAR
MEYZA ISABEL WİNDFİELD
PRENS DARİEN DE KARİLYA
DARİEN VE SİMA
Bölüme başlamadan önce söylemem lazım ki uzun zamandır istemesem de bu defa yıldızlarınızı görmek isterim... Destek ve moral için tabii. Satır arası yorumlarınızı da her daim okuduğumu unutmayınız.
Finale çok az bir yolumuz kaldı. Heyecanlıyım!! Bölüm sonunda hazırladığım daha fazla görsel var, ancak bölüm bitmeden bakmanızı tavsiye etmem. Kitabın içeriği doğrultusunda hazırladığım resimler. Öyleyse şimdilik;
Sevgiyle kalın, keyifli okumalar. -Elif Büşra Arslan
16
Bir an için pencere pervazına yaslanmış o kız çocuğuydum. Şekiller eğilip bükülüyorlar, sesler ve görüntüler birbirine karışıyordu. Bir an sonra çalılıkların dibinde ağlıyordum, sarışın bir oğlan beliriyordu karşımda. Elini uzattığında diniyordu ağlayışım.
Bir an için de Selim, ocağın altını yakıp da bir ateş tutuşturuyordu ve gözümü alıyordu parlaklık ancak yine bir an sonrasında, ışığın olmadığı, karanlık alevlerle dolu bir hapshanedeydim. Karşımda aynı sarışın oğlan vardı. Büyümüştü. Elini uzatsaydı bu defa, tutamazdım ancak yardıma geldiği yoktu zaten. Ellerime ne olmuştu peki? Yanmışlardı... Hayır kesmişlerdi. Meyza mı Sima mı? Meyza mı Sima mı? Ben Sima'ydım ve Meyza olmadığım da kesindi elbette.
Ama onun öfkesi benim de öfkemdi.
Belki tarih bize yansıma ruh dediğinden. Belki, ömrü benimkine benzediğinden.
Ya da belki, sadece belki, o rüyaları gördüğüm anlardan birinde, onu ölürse öleceğim yansımam olarak değil de kardeşim olarak görmeye başladığımdan.
Ben buradaydım.
Kardeşim neredeydi?
Renkler titredi sandım ancak her şey yerli yerindeydi. Ellerimin de titremesini beklerdim fakat onlar da kıpırtısızlardı. Her şey aynıydı. Elijah, bana doğru elini uzatmış ve kaşlarını çatmıştı. Gözlerimin içine bakıyordu ve onun da eli hiç titremiyordu. Tutacağımdan emin miydi?
Liberta arkamda dururken, hala İmparator'un ve karısının huzurunda olduğumuzdan bana dokunamadı ama bakışlarını üstümde hissedebiliyordum. Rahatsızca yerinde kıpırdanıyordu. Aquila, zafer harelerine sinerken sırıttı. Kocası ise çoktan bize olan ilgisini kaybetmişti.
"Meyza?" Dedi Elijah yeniden, rica eder gibi fakat sabırsız bir sesle. Söyleyecekleri vardı, bu kadarı aşikardı. Fakat neden? Gözlerine baktığımda ne düşündüğünü belli eden hiçbir şey göremedim.
Kesin olan tek şey, Kaisel'i bulmamız gerektiğiydi. Her şey fevkalede yanlış ilerliyordu. Mantıken güvende olmalıydı çünkü İmparatoriçe, söz konusu aşığımın Darien olduğunu da biliyorsa bile, bu Kaisel'i zan altında bırakmıyordu. Bunun için biraz da olsa rahatlayarak Elijah'a bir daha baktım. Sarmaşıkların örülmüş hali gibi iç içe giren, gösterişli olmayan ancak yeterince kendini belli eden tacı kafasındaydı. Taşlarla süslenmemişti, saf altındı. Altın işlemeleri olan, zümrüt rengi bir pelerin takmıştı ancak yalnızca tek omzundan sarkıyordu. Beyaz bir gömlek ve beyaz bir pantolon. Her şeyi bir prens olduğunu bağırır nitelikteydi.
Elini önümden ittirmek istesem de bunu yapmadım. Yavaşça uzatıp eldivenli elimi avucunun içine bıraktım. Aynı anda kaşlarım çatıldı. "Leydi Windfield." Diyerek düzelttim onu.
Avucunun içindeki ele bir anlığına, garip bir nesneye bakar gibi bakarken duyduğu şeyle kaşları iyice çatıldı ve bakışları yeniden gözlerimi buldu. "Neyden bahs-"
"Artık nişanlı değiliz, Majesteleri. Nitekim arkadaş olduğumuz da söylenemez. Aramızdaki tüm bağ nişanı attığımız gün kesildi. Adlarımızı kullanmasak, daha iyi olur gibi duruyor." Soğuk sesim aramızda yankılanırken şaşkınlık dalga dalga üstüne çöktü. Gözleri oldukça yavaş bir şekilde açılıp kapanırken elimi tutuşu sıkılaştı. İmparatoriçe'ye döndüm. Keyifle izliyordu olan biten her şeyi. Onu gereğinden fazla kışkırtmaya gerek yoktu ancak belli ki o beni çoktan bir tehdit olarak bellemişti. Gülümsedim. "Bizim oralarda bir söz var İmparatoriçe'm."
"Neymiş o?" Diye mırıldandı baldan tatlı zehirli bir sesle.
Kafamı hafifçe yana yatırdım. "Rüzgar eken fırtına biçer. Rica ediyorum, aklınızın bir köşesinde bulunsun bu söz." Kelimeleri bir anlığına sindirmesi gerekmiş gibi duraksasa da sonrasında gülümsedi yeniden. Altın varaklı kapılar görevliler tarafından açılırken hizmetçiler eteklerinin ucundan tuttular. İmparator'un koluna girmişti fakat bakışları son ana dek üstümde kaldı. "Belki aklımda tutabilirdim ancak atlamamak gereken bir gerçek var ki Kuzey Varisi..." Kendinden emin parıltılar süsledi bakışlarını. "Fırtına daima benim."
Kum rengi hareleri sözlerinin hemen ardından tehditkar bir hazla parıldarken isimleri duyuruldu salonda. Elijah'ın bakışları sırayla bana ve İmparatoriçe'ye çevrilip duruyordu. Şaşkınlık daha da yayıldı bakışlarına. İmparatoriçe kapıdan geçtiği anda gülümsemeyi kestim ve kaşlarım çatılırken Elijah'a döndüm. Yeşil gözleri kısılmış, her bir ifademi dikkatle izliyordu. Neden buradaydı?
Hikayeyi yolundan çıkartmıştım belki, ancak buraya gelmemesi gerekirdi. Her şartta bir kurban mı lazımdı? Her şartta, ejderhanın önüne sadece Meyza mı atılacaktı? Dönelim demek için mi gelmişti? Diyemezdi. Nasıl derdi? Romanda geçen o korkunç zindana, Zahim'e girmeyecektim. Tanrı aşkına. Gök aşkına. Kutsal olan her şey aşkına. Zahim'e girmeyecektim. Meyza çoktan o ışıksız alevlere maruz kalmıştı.
Gözlerim kararır gibi olurken Liberta sonunda elini omzuma koydu. "Sakin ol." Diye mırıldandı kulağıma doğru. "Kaisel'i bulacağım. Merak etme. Ancak dişini biraz daha sıkman lazım. Darien partide olsa gerek. Ona da haber vermeliyiz."
Elijah onun fısıltısını duymasa da kaşlarını çatmış, dik dik ve anlamazca Liberta'ya bakıyordu. Bir hizmetçinin yakınıma girmesine izin vermeme falan mı şaşırmıştı? Elini istemsizce daha da sıktım. Çatılan kaşlarımda ve gözlerimde dolandı bakışları. Sanki hepsini ilk defa görüyordu. Altın varaklı kapılar yeniden aralandı.
"Helefna Veliaht Prensi Elijah de Helefna ve Kuzey Varisi Meyza Isabel Windfield!"
Muhtemelen insanlar Helefna Prensi'nin adını duymayı beklemediğinden tüm bakışlar bize çevrildi. Benim bakışlarımsa aceleciydi. Tek bir kişiyi görmeye odaklanmıştım ve salonda gezinen gözlerim sonunda ona sabitlendi. Rahatlayarak derin bir nefes aldım.
Salonun köşesindeydi. Etrafında, orta yaşlarda gözüken birkaç soylu vardı. Elinde viski dolu bir bardak tutuyordu. Dökümlü siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon giymişti. Pelerini Batı'yı temsil eder şekildeydi. Amblem omuz kısmına altın ipliklerle işlenmişti. Nefesimin boğazımda takılı kaldığını hissettim. Uğruna şarkılar yazılacak günah dolu bir gece gibiydi. Tanrım. Tüm bu gecenin ortasındaysa, güneşten iki parça. Gözleri.
Dikkati yanımda dikilen, dahası elimi tutmuş adama sabitlendi. Güneşin bu denli kararabileceğini ömrüm boyunca hayal edemeyecek olsam da Darien'in bakışlarına katil olacağını gösteren vahşi gölgeler düştü.
Herkes bize bakarken herhangi bir işaret vermem imkansızdı. Yeniden bana döndüğünde yalnızca gözlerimi yavaşça açıp kapattım. İyiyim. Dikkatli bakışları emin olmak ister gibi üstümde dolandıktan sonra tehlike dolu bir tınıyla İmparatoriçe'ye döndü. Ne olduğunu anlaması birkaç saniyesini almamıştı.
Ardından da, elinde tuttuğu bardak paramparça oldu.
Duyanlar o yöne dönerken Darien ve İmparatoriçe göz göze geldi. Aquila gülümsedi. Bir baş selamı verdiğinde Darien de gülümsedi. Biliyordu. Aquila, gece buluştuğum kişinin Darien olduğunu biliyordu.
Tanrım, Aquila gelecek olan ölümünü nasıl daha acılı hale getirebilirim diye düşünmüş, cevabı bulmuştu. Merdivenlerin inmeye devam ettik. Elijah, baktığım yöne doğru döndü çatık kaşlarla. Darien de yeniden bana dönmüştü ki göz göze geldiler.
İkisi de bakışlarını kaçırmadı. Elijah'ın yüzüne, onda görmeyi beklemediğim soğuk bir ifade kondu.
Bu sarayı vaktinden önce yıktırtma bana, Sima.
"Majesteleri." Diye sertçe konuştum panik sesime yansırken. Dikkati, manyetik bir alandan kopmuş gibi hızla bana döndü. Bakışları birbirinden ayrılmıştı ki bu da bir şeydi.
"Elijah." Dedi düz ve alçak bir sesle. Gözlerimi kırpıştırdım kaşlarım havaya kalkarken. "Artık nişanlı olmayabiliriz lakin kötü bir şekilde değil, iyi dileklerde bulunarak ayrıldık. Beraber geçen on dört senemizden bahsetmiyorum dahi. Tüm bunları kenara atmana sebep olacak ne oldu, Meyza? Gerçekten adımı söylemeyi bile çok mu görüyorsun bana?" Sesi alçak ve gerçekten anlamak ister gibiydi. Bunun da ötesinde, ardında sebebini anlamadığım çaresiz bir tını vardı. Nitekim bakışları da öyleydi. Bir şeyler söylemek istiyordu hala, henüz söylemediği.
Cevap vermedim o an.
Bu, salonun başına konumlandırılmış tahtlara geçen İmparator ve karısı haricinde herkes için ayakta geçecek balolardan biriydi. O uzun bacaklı masalardan birine geçerken üstümüzde soyluların bakışlarını hissettim. Pek çoğu ya benimle ya Elijah'la sohbet etmek istediğinden yanımıza gelmek ister gibiydi ancak belki de bakışlarım, buna engel oldu.
Öfke artıyor, artıyordu. Ben etrafa bakarken Elijah bakışlarını benden ayırmamıştı. Liberta merdivenlerin sonuna kadar bizimle inse de şimdi kaybolmuştu. Kaisel'i bulmaya gittiyse de yeteneklerinden şüphe ettiğim yoktu. Muhtemelen kimseye gözükmeyecekti.
"Ne oldu?" Diye tekrar ettim onun sorusunu kafamı kaldırıp da gözlerinin içine bakarken.
Meyza.
Meyza olmuştu. Meyza'nın anılarını görmüştüm.
Ağzım bir şeyler söylemek için bir kaç kez aralanıp kapandı ancak bu benim tartışmam bile değildi. Meyza'yla yapması gereken bir konuşma. Fakat Meyza yoktu ve benim söyleyecek, bağırıp çağıracak o kadar çok şeyim vardı ki yalnızca korkunç yoğunlukta bir hisle midemin eğilip büküldüğünü hissettim.
Bakışlarım yüzünde dolandı. Bal kadar tatlı, altın ipliklere benzeyen kirpikleri ve saçları. Hiç el değmemiş vahşi bir ormanı andıran derin yeşil gözleri. O da bana baktı. Ağzımdan çıkacak birkaç kelimeyi bekliyordu. Neredeyse, buna ihtiyaç duyuyor gibi bakıyordu hatta. Neydi ona böyle baktıran? Meyza'nın tüm yüreğiyle, dolu dolu sevdiği adam. Bana bakmaya devam ederken çektiği acıya katlanamıyormuş gibi gözlerini yumdu. "Bak." Dedi bana doğru bir adım atıp yakınıma gelirken.
"Konuşmamız lazım, Meyza. Baş başa. Söylemem gereken çok fazla şey var. Lakin bunun da ötesinde-" Yutkundu. "Prens Darien ile nişanınızın bittiğini İmparatoriçe Aquila bana gönderdiği mektupta belirtti. Olan bitenlerden de bahsetti detay vermese de." Bakışları öylece yüzümde dolandı yine. Sanki ezbere bildiği bir şiirin, farklı bir haliyle karşılaşmış gibi kaşları hafifçe çatıldı fakat devam etti. "Nişan sonlandıysa seni buraya bağlayan hiçbir şey kalmadı. Benimle birlikte dön Isabel. Buradan çıkar çıkmaz." Daha da çatıldı kaşları. Karanlık gölgeler düştü bakışlarına. "Hatta şimdi." Dedi mırıltıyla.
Haksız çıkmayı ne kadar da çok isterdim halbuki. İnanılır gibi olmasa da sahiden, dön diyordu. Daha da kötüsü hatta. Dönelim.
"İmkanı yok." Dedim refleksle, düşünmeye dahi gerek duymadan.
"Evet imkanı- Ne?"
"Delirdin mi?" Diye sordum kafamı iki yana sallarken.
Anlamazca bana baktı. Gözleri kısıldı hafifçe. "Meyza nişan bozulduysa tam olarak nerede kalmayı düşünüyorsun? Batı'ya artık dönemezsin. Burada da sonsuza kadar kalmana izin vereceklerini sanmıyorum çünkü aksi mümkün olsaydı İmparatoriçe bana mektup yazmazdı. Evine dönmelisin." Bir ton daha sertleşen sesiyle kaşlarım çatıldı.
Nişan bozulmadı, diye bağırmak istesem de bunun yerine öylece, dik dik ona baktım. "Evden kastın ne senin?"
Gözlerini kırpıştırdı bir an için. Yutkundu ancak o sert ifade silinmemişti. "Helefna." Diye yanıtladı düz bir sesle.
"Orası senin evin."
"On dört sene boyunca sen de benimle, orada kaldın."
"Ve bir kez olsun evimde hissetmedim."
Çatık kaşları düzelirken dudaklarını birbirine bastırdı. Elini hafifçe kaldırdı ve parmaklarının hafifçe titrediğini görür gibi oldum ama uzanmaya yeltenemeden yeniden indirdi elini.
Kafamı yana eğdim. İşin diğer yönünü düşünmemeye çalıştım. Meyza'nın gerçekten, ömrünün hiçbir anında evinde hissetmediği gerçeğini yani. Düşünmek istemediğimden değil, eldivenin altındaki parmaklarımın öfkeyle buz tutmaya başladığını hissettiğimden.
"Meyza bak... Tanrı aşkına-" Elimi kaldırdım susması için. "Şimdi değil." Dedim sert bir şekilde. "Bunları dinlemek istemiyorum. Sadece, seninle bu gece, şimdi veya bundan sonrasında hiçbir yere gelmeyeceğimi anla ve kabul et. Nasıl yaparsan da yap. Beni bulaştırma."
Yüzüme öylece baktı. Kirpiklerime. Kaşlarıma ve saçlarıma. Burnuma ve alnıma. Sanki, inanamıyordu bir şeylere. Titrek bir nefes verdi.
Kitapda geçiyordu zaten, değil mi?
Meyza ne kadar Elijah'a bakarsa baksın, Elijah'ın gözleri ona çevrilmezdi. Bunun için şimdiki bakışları anlamsız ve ürkütücüydü. Burada bile olmamalıydı. Neden buradaydı? "Ne yazıyordu o mektupta, gelip beni alman gerektiği mi?"
"Nişanının bozulduğu ve prensin bu gece vatan haini ilan edileceği." Dedi düz bir sesle.
"Bu buraya gelmen için yeterli bir sebep değil. Gelmemeliydin."
Kaşları çatıldı. "Isabel, bak-"
"Aquila sana ne yazmış olursa olsun, burada kalmam da, ölmem de, gitmem de umrunda mı sanki? Neden şimdi böyle davranıyorsun?"
Gözleri şokla aralandı. Durdu bir an için. Sonunda, aralandı dudakları. Sesi fısıltı halindeydi. "Nasıl böyle düşünürsün?"
Çünkü Meyza'yı sen öldürdün.
"Düşün bakalım." Dedim sertçe. "Nasıl böyle düşündüğümü."
Elijah bir an için tüm kelimelerini kaybetmiş gibi baktı bana. Her ne hissediyorsa bunun şaşkınlıktan binlerce kat fazlası olduğunu biliyordum ancak acıyla kısılan gözlerine daha fazla bakmadan çevirdim kafamı. Empati belki de ilk defa birine karşı çalışmayı reddediyordu içimde. "Daha fazla bu konuda konuşmak istemiyorum." Diye mırıldandım ağzımın içinde.
Ne düşünüyor olursa olsun şükürler olsun ki cevap vermedi bu defa.
Alana bakındım yavaşça. Darien burada olduğundan mı bilmiyorum, duvar kenarlarına sıralanmış çok fazla şövalye vardı. Öyle ki bazı soylular içkilerini ellerinde tutarak birbirlerine bir şeyler fısıldarken arada tedirgin bakışları şövalyelere değiyordu. Bu kadar güvenlik önlemi, sadece Darien için miydi? İmparatoriçe Kaisel'in bir sorunla ilgilenmeye gittiğini söylemişti. Ne sorunuydu?
Buluştuğum kişinin Darien olduğunu da bildiğinden, bana karşı da tedbir almış da diyebilirdik tabi.
Liberta nerede kalmıştı?
Panik içimde git gide artıyordu.
Darien'i aramak için biraz daha etrafa bakındım ve bulduğumda kaşlarım kendiliğinden çatıldı. İmparatorluk Ailesi'nin yanında, ayakta duruyordu ve güneş rengi gözleri alayla kaplanmıştı. Her ne söylüyorsa, gülümsemesine rağmen İmparatoriçe'nin sinir olduğunu belli eden bir ifade vardı yüzünde.
Elijah'a herhangi bir uyarı vermeden o yöne doğru atıldığımda, adım sesleri usulca peşimden gelmeye başladı. Aquila'nın bakışları önce bana, ardından ardımdaki adama döndü. Gözlerinden bir parıltı geçti. Yanına ulaştığımızda tatminkar bir gülüş vardı suratında. Darien, gülümsemeyi kesti ve öylece Helefna Prensi'ne bakmaya başladı. İmparator ilgiyle kafasını eğerken Elijah tamamen ciddi bir ifadeyle öne çıkıp yanımda durdu.
"Ah, böyle bir yeniden birleşmeye vesile olabilmek ne büyük sevinç benim için." Dedi Aquila. Böylece Elijah da Aquila'ya döndü. Az önce söylediğine herhangi bir yorumda bulunmasa bile "Davetiniz için minnettarım." dedi ondan beklemediğim soğuk bir sesle.
Aquila ondaki ciddiyeti fark etse bile gülümseyişini hiç bozmadı. "Burada olmanız lazımmış gibi hissettim, Prens Elijah."
Elijah'ın kısılan hareleri inceler bir şekilde İmparatoriçe'nin üstünde gezindi. Darien de en sonunda yeniden, alayla kıvırdı dudaklarını. Bakı şları aynı şekilde Aquila'ya yönelikti. "Hislerinize göre kararlar almanız bir noktada takdire şayan olsa da konumunuz göze alındığında bu beni endişelendirmiyor değil." Güldü hafifçe. Kalbim tekledi. "Ülkemiz adına tabii."
İmparator kaşlarını yavaşça kaldırırken hiç de acele etmeyen bir tavırla oğluna döndü.
Aquila da aynı şekilde usulca Darien'e baktı. "Kalbimden geçenler daima aklımdan geçenlerin yansıması, sevgili oğlum. Endişen olmasın." Kıkırdadı. "Ve son kararın İmparator'a ait olduğunu unutmamak gerek. Ağzımdan çıkan her emir onun onayından geçiyor."
Ah, öldürülen bebeklere dahi sesini çıkartmayan, tamamen Aquila'nın kontrolünde olan İmparator, sanki onun aleyhine karar verecekti. Adamın, ben saraya adımımı attığımdan beridir etrafı izlemekten başka yaptığı ne vardı tartışılırdı. Oğlum lafı yüzünden yüzümü buruşturmamaya gayret ederken İmparator karısının söyledikleriyle yerine daha çok yaslandı ve keyifle gülümsedi. Aquila'nın eli, onun kolunun üstündeydi. Parmakları yavaşça aşağı yukarı hareket ediyordu.
"Kalbinizden geçenler aklınızdan geçenlerin yansıması." Diye tekrar etti Darien bu defa içten bir şekilde gülerek. "Bu size seçimlerinizi sorgulayacak ya da pişman olacak nokta bırakmıyor olmalı. Zannediyorum ki her an içiniz rahat yaşıyorsunuz?"
Hava ikisinin gülümseyen yüzlerine rağmen neredeyse gerginlikten çatırdayacaktı. Elijah'ın bakışları ikisi arasında gelip geldi. "Tahmin bile edemezsin." Diye yanıtladı İmparatoriçe.
"Yine de her yaptığınız seçim doğru olamaz." Dedi Darien sakince hafifçe de bir alayla. "Hiç kimsenin yaptığı her seçim, doğru olamaz." Dudağı yeniden yarımca kıvrıldı. "Bazen o uykunun kaçması, insanın ben ne yaptım diyerek kafayı yemesi gerekir." Sesi git gide daha tehlikeli bir hal alırken harelerinde soğuk bir ima vardı. "Çünkü her hata cezasız kalmaz, sevgili İmparatoriçe. Birkaç sonuçla yüzleşmekten kaçtınız diye ömrünüzün sonuna kadar buna devam edemezsiniz."
Aquila gülümsemesini bozmadı ancak sağ gözü hafifçe seğirir gibi oldu. Hatta neredeyse, kaşlarını çatacaktı. "Karmaya hayatı yokuş aşağı giden zayıf halkalar inanır, Prens Darien. İlahi bir güç sandığınızın aksine hiçbir zaman adaleti sağlamaya uğraşmaz. Bunun için sanıyorum ki yeterince güçlüysen, böyle şeylerden korkmaya zaten gerek kalmaz."
Darien oldukça rahat bir tavırla, tahtında oturan kadına üstten bir bakış attı. "Yanlış anlaşıldım." Dedi hafif bir gülümsemeyle. "Karmaya ben de inanmam."
"O halde?"
"Demek istediğim, bir gün biri karma olmak isterse ve dediğiniz gibi güçlüyseniz birkaç çizikle kurtulursunuz evet. Lakin durum tam tersiyse..." Tahta doğru eğildiğinde Aquila'nın kulağının yanında durdu. Gülümsemesi kötücül parıltılarla süslendi. "O zaman tövbe etseniz dahi, tıpkı dediğiniz gibi, Tanrı sizi kurtarmaz. Saklanın derim."
Aquila, sanki Darien her an bir hançer çıkartıp boğazını kesecekmiş gibi gerildi ve boştaki eli yumruk halini aldı. Yine de saklamaya çalışmadığı bir hırs ve tiksintiyle tam yanında duran Darien'e baktı. "Ben her zaman, kazanacak kartlara oynarım." Etrafa yalnızca birkaç saniye için sessizlik çöktü. "Veliaht Prens Kaisel De Karilya!" Yapılan anons, herkesin bakışlarının yeniden merdivene dönmesini sağladı. İmparatoriçe'nin kızgın kumları andıran gözlerinden zevk ve kin dolu kıvılcımlar geçti. "Bunu en iyi senin bilmen lazım, Darien." Diye bitirdi sözlerini.
Göğsüm anlamsız bir şekilde daralırken, elbisemin çekiştirilmesiyle arkama döndüm. Liberta, nefes nefesiydi. Eli hızla inip kalkan göğsünün üstünde duruyordu. Beni hızla birkaç adım geriye çekip, Elijah'ın bakışları altında kulağıma doğru eğildi. "Sarayın tüm giriş çıkışları kapatılmış, Sima. Bu işte çok büyük bir yanlışlık var. Tek başına Darien için bu kadar tedbir almış olamazlar. Kaisel'i dışardayken bulamadım. Konuşmamız lazım-" Sonra sesi kesildi. Merdivenlere doğru tek bir bakış atması yetmişti. Yavaşça o tarafa döndüm. Dünya ayaklarımın altından çekildi.
Kiasel'in yüzünde irili ufaklı kan lekeleri vardı. Sanki üstüne sıçramış gibi. Saçları dağılmış, yakası açılmıştı. Kılıcının yanında olduğunu görebiliyordum ve bordo gömleğindeki koyu yerlerin de kanla ıslanmış olduğunu tahmin etmek zor değildi. Tacı kafasındaydı. Siyah bir taç. Kırmızı yakutlar. Kan rengi.
Yaralanmış mıydı?
Yüzündeki ifade öyle soğuktu ki birkaç adım geriye gitmek istedim. Beni kaçırdığı ilk zamanlarda dahi takındığı bir ifade değildi. Darien'in gözleri hafifçe kısıldı ona bakarken. Bazı ihtimaller akıp geçti. Muhtemelen benim düşünmeye cüret edemediğim ve cesaretim olsa dahi düşünmek istemeyeceğim ihtimallerdi bunlar. Kaisel bize doğru yürümeye başlarken Liberta daha fazla dikkat çekmemek adına bir adım gerime geçti.
İmparator Kaisel'e bakarken homurtuyla karışık bir gülme sesi çıkarttı genzinden. Soylular sus pus olmuş, çoğu korkuyla bakışlarını yere eğmişti ama kimse şok içerisinde değildi. Malikanedeki hizmetçilerin Kaisel'den ne denli korktuğunu anımsadım. Saraya vardığımızda da kimse göz teması kurmamıştı, değil mi? Ellerinde olsa kafalarını yere kadar eğeceklermiş gibi bir hali vardı herkesin. Normali bu muydu... Kailsel'in?
Aquila, parıl parıl bir gülümseyiş sundu oğluna. Kaisel'in donuk bakışları, bende, Darien'de ve Liberta'da dolandıktan sonra Elijah'da kaldı. Onu görmeyi beklemiyormuş gibi birkaç saniyelik duraksamadan sonra ikimizin arasındaki mesafeye, Elijah'ın bana ne denli yakın durduğuna baktı ve gözlerine anlaşılmaz gölgeler çöktü. Yine de bu kısa sürdü. İmparatoriçe'ye kısa bir baş selamı verdi.
Darien diğer herkese olan ilgisini bir kenara bırakmış, Kaisel'in yüzünü bir dikkatle izliyordu. İmparator yine bir homurtuyla güldü. Bir kolunu Aquila tutuyor olsa da ötekiyle pelerininin yakasını çekiştirdi ve Kaisel'e baktı. "Misafirleri korkutuyorsun. Tüm bu kanın kaynağı ne? Yaralandığını söyleme."
"Benim değil." Dedi Kaisel yalnızca. Bakışları salonda gezindi. Soylularda ve şövalyelerde. Bir şeyleri teyit etmek ister gibi. "Halledilmesi gereken işler vardı."
Güvenlik açığı demişti İmparatoriçe. Neyden bahsediyor olabilirdi?
İmparatoriçe aniden tahtından kalkıp, Kaisel'in saçlarına uzandı. Kaisel irkilmedi. Yüzünde herhangi bir duygu da belirmezken annesinin elinin kan kırmızısı saçlarına dalmasına izin verdi. Aquila onun dağınık saçlarını geriye doğru taradı. Kaisel'in alnı da açılınca sarı gözleri daha belirgin bir aldı. İmparatoriçe elini çektiğinde, bir hizmetçi ona sanki emiri biliyormuş gibi mendil uzattı ve Aquila, tamamen geçmeyecek olsa da Kaisel'in yanağında kan lekesini silmeye koyuldu. Kaisel buna da izin verdi. Ensemden soğuk bir ürperti geçti izlediğim görüntüyle.
"Prensim." Dedim Aquila sonunda geri çekilirken. Kalbim sıkıntıya sıkışıyordu. Küçük bir reverans yaptım Kaisel için. Sonrasında gülümsedim. "Sizi görmeyi bekliyordum."
"Beklettiğim için üzgünüm öyleyse." Dedi Kaisel, sonunda hafifçe gülümseyerek. Elijah, Kaisel'e ve bana anlamazca bir bakış atsa ve ben aynı rolü oynamaya devam etsem de Aquila çok rahat bir şekilde yerine oturdu. Elijah burada olduğu için miydi? Beni alıp götüreceğine olan inancından mı geliyordu rahatlığı?
Sadece ben değildim. Herkesin kafası karışıktı. Darien dahi sessizdi. Öylece abisine bakıyordu. Kaisel ile konuşmamız gerektiği kesindi ancak bunu gerçekleştirebileceğimiz bir ortam elimizde yoktu.
"Dans..." Diye mırıldandım aniden. "Sahiden üzgünseniz, telafi adına bana bir dansı çok görmezsiniz umarım."
Kaisel bir an için gözlerimin içine baktı. Hepimizin kafası karışıkken bizim aksimize sanki hiçbir konuda hiçbir şüphesi yokmuş gibi bir bakıştı bu. Bir an sonra yarımca kıvrıldı dudakları. Elini uzattı bana doğru. Elijah'ın bedeninin gerildiğini hissettim. "Sen söylemeseydin dahi Meyza, en sevdiğim misafirimi dansa kaldırmak zaten ilk planımdı."
Elimi avucunun içine bırakırken Darien her an tetikte, abisinin hareketlerini izliyordu. Hayır, diye geçirdim içimden. Müzik, biz ortaya doğru yürümeye koyulduğumuzda başladı. Hafif, çok da hareketli olmayan bir melodi çalıyordu kemanist.
Kaisel, tuttuğu elimi başımın üstüne doğru kaldırıp beni aniden kendi etrafımda döndürdü. Ardındansa aramızdaki mesafeyi kapatarak kendine doğru çekti. "Dans etmeyi bilmiyorum." Dedim tüm oyunları ve her şeyin ağırlığını bir kenara koyup fısıldarken.
"Şaşırmadım." Dedi düz bir sesle o da. "Bırak kendini bana."
Gerçekten, ağırlığım yokmuş gibi beni oradan oraya kaldırıp bırakırken ve bedenimi bir kuklacı, kuklasını oynatıyormuş gibi hareket ettirirken bana sadece orada kaskatı dikilmemek, biraz da ayak uydurmak kaldı. Belki bir de ayağına basmamaya çalışmak.
Yine de alayla gülümsedim. Kaisel, salonun ortasında, müziğin daha da yavaşlamasıyla yüzümdeki gülüşe baktı. Kızıl saçları hırçın bir şekilde annesinin az önce verdiği şekilden çıkmış, bir tutam alnına düşmüştü. "Bırakayım kendimi sana?"
Gözleri, belimin iki yanından tutup da beni havaya kaldırırken yüzümde, en çok da gözlerimin içinde dolandı. Ürpertici bir sakinlik vardı yüzünde.
"Düşmene izin vermem, Sima." Dedi katı bir sesle.
Gülümseyişim o an yavaşça silindi. Suçluluk kalbimi doldurdu yine, yavaşça. Zaten vicdan azabı öldürmezdi kalbin sahibini bir anda, süründürürdü anca.
"Kaisel." Diye fısıldadım gözlerim kısılırken. "Tüm bu kan nereden geldi?" Yutkundum. "Aquila benim gece biriyle buluştuğumu biliyor. Hatta o kişinin Darien olduğunu da anlamış." Bir tur daha döndük. Ayaklarım bir türlü yere basmıyordu sanki. "Ve tüm bu şövalyeler... Bir şeyler olacak, belli. Çabuk karar vermemiz lazım."
Düz bakışları yine öylece yüzümde oyalandı. "Öyle." Diyerek onayladı beni.
"Hepimiz şu an bir araya gelemeyiz."
"Gelemeyiz." Diye onayladı bu defa.
"O halde-"
"Şimdilik sadece bekle Snezhinka."
Kaşlarım çatıldı kendiliğinden. "Ne demek bekle? Aklından bir plan değişikliği geçiyorsa bana da anlat. Kendi başına verdiğin hiçbir karar iyi sonuçlanmıyor. Gördüm daha önce."
"Düşmene izin vermem dedim."
"Konu benim düşüp düşmemem değil." Diye çıkıştım istemeden.
"İnsanlar izliyor, Sima. Düzelt o kaşlarını."
Kaşlarımı çatmayı kestim ancak dokunsalar ağlayacak haldeydim. "Darien bundan hiç hoşlanmayacak."
"Hoşlanmayacak." Diye onayladı yine beni, ifadesiz bir fısıltıyla.
"Kai..." Gözleri, hafif bir şaşkınlıkla kısılırken kaşlarını çatan bu defa o oldu. "Aptalca bir şey yapacaksın. Biliyorum."
"Gerekli olan neyse onu yapacağım."
Yakasından tutup onu sarsmak istesem de bunun yerine kafamı iki yana salladım. "Bu hiçbir anlam ifade etmiyor." Duraksarken öylece yüzüne baktım. "Kendini öne atmanı istemiyorum. Hayatının değerini hesaplayıp da nerde sona erse ne işe yara diye düşünmeni de istemiyorum. İnciniyorum dedim sana. Unutmadın değil mi?"
"Öyle bir şey olmayacak." Diye sert bir sesle kestirip attı bir kenara.
"Pekala..." Gülümsedim burukça. "İnanacağım sana."
"İnanacaksın bana?" Diye tekrar etti bu defa.
İkimizin de aklına aynı şey gelmiş olacak ki gözlerimiz yeniden buluştu.
"Sana inanıyorum."
"Bana inanıyorsun?" Dedi sonunda gözlerini kısarken.
"Evet." Dedim sakince.
Kaisel dikkatle yüzüme bakmaya devam etti. "Bana inanıyorsun?" Dedi yeniden.
Kaşlarımı kaldırdım. "Derdin ne?"
"Neden?" Diye sordu bu defa. Anlamazca bakıyordu. Ya da aptal mısın sen der gibi.
Omuz silktim. "Her türlü bana işkence yapmanın yegane yolunu görerek öğrendin. Sana inansam da inanmasam da bu gerçeği değiştiremeyeceğimden inanmayı seçiyorum."
"Aptal mısın sen?" Diye sordu bu defa kızıl kaşlarını çatarak. Sesi beklediğimden de sert çıkmıştı. "Helefna'nın en güçlü varislerinden biri ve Karilya Prensi'nin nişanlısısın. Batı'nın Düşesi sayılırsın. Her an tetikte kalman, herkesten her kötülüğü beklemen gerek senin."
"Gerek yok buna." Kaisel benim bir şey dememe kalmadan sorarcasına gözlerimin içine baktı. Ben de ona baktım dikkatle. "Demek istediğim, bu soyluların dünyasıyla, tonla entrikayla ya da saçma sapan güç savaşlarıyla ilgilenmiyorum. Umurumda olan tek şey sevdiklerimle daha fazla yan yana durup mutlu kalabilmek. Gerisi pek önemli değil."
Bir şeyler değişmişti işte. Farkındalık beklenenin aksine tonlarca kilo ağırlığında değildi ve bana yük de olmadı. Hayat oyununu oynuyor, usul usul işliyordu tüm büyüsünü hayatlarımıza. O gün bunları söylediğim Kaisel, şimdi tam olarak söz konusu sevdiklerimin arasındaydı.
Müzik durdu. Dans bitti.
Alkış sesleri etrafımızda yankılanmaya başladığında ben bir adım geri gidip ona baktım ancak Kaisel bu defa bana bakmadı. Arkasını döndü ve kalabalığın arasına girip kayboldu.
Önceki yerime geçtikten çok kısa bir süre sonra Liberta'ya olanları anlatmıştım ancak o, adeta delirmişti. Gri hareleri alev alevdi. Kaisel'i bulsa, parçalara ayıracağından şüphe ediyordum ancak Esanil Prensesi beni şaşırtarak, o an ona dans teklifinde bulunan bir soylunun elini tutmuş ve Tanrı bilir neden, piste geçmişti.
Darien'in tetikte bakışlarını ise her an üstümde hissedebiliyordum. Sanki, her an bir şey olmasını bekler gibiydi ve haksız da sayılmazdı. Tahminen, Kaisel ile konuşmamdan hiçbir şey çıkmadığını anlamıştı. Planlar, korkutucu bir şekilde yön değiştirmişti ve salondan öylece çıkamıyorduk da.
Liberta, bir kontla dans ettikten sonra, başkalarıyla da dans etti. Ortaya çıkmıştı ki sadece dövüş konusunda iyi değildi. Benim aksime, dans ederken parıldıyor, sanki suyun düştüğü yere sıçradığını hissettiren bir doğallıkla oradan oraya geçiyor, üstündeki elbiseyle de gerçekten peri gibi gözüküyordu. Dansla bütünleşmişti ve manzara sadece benim dikkatimi çekmemişti. Çoğu soylu Liberta'nın kim olduğunu merak ediyor, daha sonra kulaktan kulağa benim hizmetçim olduğunu duyuyorlardı ancak soylu erkekler yine de ona dans teklif etmeye devam ediyorlardı.
Bir süre önce ortadan kaybolan Kaisel de bizden uzakta kalmış olmasına rağmen Prenses'i izliyordu. Öyle ki, dans ettiği her adama da, sanki yüzlerini aklına kazımak ister gibi dikkatle bakmıştı. Uçuş uçuş elbisesine bakmıştı ardından. Liberta'nın muhtemelen sadece bizim sahte olduğunu algılayabildiğimiz gülüşleri ve kahkahalarıyla sarı hareleri kısılmıştı.
Gözüm dalıp gitmişti.
"Meyza." Sıçrayarak dibimde beliren Elijah'a baktığımda somurtmamak elimde olmadı.
Bu bakışıma yavaşça, düz bir şekilde karşılık verdi ve elini kaldırdı hafifçe. "Dans edelim."
"Defol başımdan." Diye benden çıktığına inanamayacağım bir nefretle konuştum.
Kaşları duyduğu sesimle birlikte havaya kalktı. Göz bebekleri titredi. Demek ki saygı ifadeleri gerçekten buraya kadardı.
"Prens Kaisel ile dans ettin." Sesi yüzündeki ifadeye tezat buz gibiydi. "Benimle mi etmeyeceksin?"
"Prens Kaisel ile düşman ülkelere mensup olmamıza rağmen bana kendimi yokmuşum gibi hissettirmedi hiç." Dedim kafamı yana eğerken. "Varlığımın hep bilincindeydi. Nerede olduğumu biliyordu. Gözlerimin içine baktı, tüm bu zaman. Öte yandan sen-" Durdum. Gözlerimi kırptım birkaç kere. "Sen evim olduğunu iddia ettiğin Helefna'da bana öyle şeyler hissettirdin ki..." Gözlerimi kaçırdım. "Öyle şeyler..."
Nasıl şeyler diye sormadı. Susmuştu. Bana bakıyordu bu defa. Ama neden şimdi bakıyordu? Bana bakmasını istemiyordum. Meyza istemişti bunu. Tüm yüreğiyle. Göremiyordu bile şimdi olanları. Dileği buysa da kabul olduğunu göremiyordu. Ne anlamı vardı tüm bunların? Meyza, ölmüştü.
Ne kadar da geçti her şey için. İçim çalkalandı yine.
Kafamı havaya doğru kaldırdım hızla. "Her şey yeterince karışık ve senden tek ricam daha da karıştırmaman. Başımın çaresine bakabilirim. Sakın endişelendiğini söylemeye falan da cüret etme. Git buradan. Bu akşam." Duraksadım yine. Gözlerinin içine baktım dikkatle. Sesim git gide kısıldı. "Hatta şimdi."
İrkildi. Ne duymayı beklediğini, buraya neden geldiğini bilmiyordum ancak titrek bir nefes aldı. Yine de söylediklerim onu uzaklaştırmaya yetmedi. "Seni burada yalnız bırakmamın hiçbir imkanı yok ne yazık ki, Meyza."Diye mırıldandı bu defa netçe.
Belki de çığlık atmalıydım.
"Yalnız olduğumu nereden çıkart-" Ben cümlemi bitiremeden, çalan müzik tam ortasında durdu. Dans eden herkes de öyle. Kaisel, şimdi tahtta oturmaya devam eden Aquila ve İmparator'un yanında, ayaktaydı. Bir kere elini çırptığında, dağılan tüm dikkat onda toplandı. Liberta, dans ettiği adamı bırakıp yanıma doğru resmen koşarak geldi. Kafası karışmış bir ifade vardı yüzünde. Durmaksızın ettiği danslar yüzünden beyaz yanakları hafifçe kızarmış, siyah dalgalar omzuna dökülmüştü.
"İmparatorluk Ailesi olarak, küçük bir duyurumuz var." Dedi Kaisel gür bir sesle. Ardından, tüm bakışların arasında Darien'in yanına adımladı. Darien, dümdüz bir şekilde karşılık verdi. Ne kafa karışıklığı, ne şüphe, ne başka bir şey.
Bir an için tahta baktım. İmparator oradaydı. Oğullarını izliyordu. İmparatoriçe ise sadece Kaisel'i.
Beklentiyle.
"Geçtiğimiz zamanlarda, Batı'ya iki elçi gönderdim." Dedi Kaisel eğlenir gibi, fakat sakince.
Kaisel, eninde sonunda, beni dinler. Bu hep böyle oldu, Leydi.
Kaisel soylulara baktı. Gülümsedi fakat kan donduran bir ifade vardı sarı harelerinde. "Sevgili kardeşim, bu zamana kadar onu hiçbir şekilde dışlamasak da, lanetli söylemlerine rağmen aramızda tutsak da bu iyiliklerimizi elçilerimden birinin kafasını kesip ötekini haber vermesi için geri yollayarak ödemeye karar verdi."
"Anfia'yı tahta geçmesi için yetiştirmedim. Bunun için hala vefasızca ve arsızca davranabiliyor."
"Öyleyse Kaisel'in size dönmesini sağlayacak olan ne, sırtındaki kırbaç izleri mi?"
"Yavru bir köpeğe, sadece sopayla vurduktan sonra mamasını verirsen sence ne olur peki, Meyza?"
"Bundan da öncesinde, Kuzey Varisi ile nişanını ilan etmişti." Renkleri atan, aralarında fısıldaşmaya dahi korkan soyluların bakışları bu defa bana değdi. Öne çıkmaya çalıştım ancak biri kolumu sertçe tutup geri çekti beni.
İnanamaz gözlerle Elijah'a döndüm ki, devam etti Kaisel. Etrafımızdaki tüm o şövalyeler, nöbet tutan herkes sessiz bir emir almışlar gibi arbaletlerini ve kılıçlarını Darien'e yöneltti. Tek bir yanlış hareket bekliyorlardı. Soğuk bir ter damlasının süzüldüğünü hissettim ensemden. Kalbim hızla atıyor, atıyordu ancak ne duyduklarımı, ne gördüklerimi idrak edebildiğimi sanmıyordum.
Darien kılıçlara dahi bakmadı, devam etmesi için beklentiyle kafasını eğip Kaisel'in konuşmasına müsaade etti. Kaisel de devam etti. "Ardına iki ordu alıp saraya doğru yürümesi uzun sürmedi. Hepiniz bunun ne anlama geldiğini biliyorsunuzdur tabi..."
"Yavru köpekler bu şekilde öğrenir ne zaman ödülünü alacağını. Bir zaman sonra kendi ayağıyla gelir dayağını yemeye. Aç kalmamak için tabii. Durumu insan evlatlarına çevirdiğinde ise işler değişir. Çocuklar en çok sevgiye muhtaçtır. Kaisel, sence o izler sırtında açılırken, nefret mi ediyordu benden?"
Gözlerim doldu kendiliğinden. Sesler bulanıklaşıp, geri geliyordu. Darien sarsılmadan öylece Kaisel'i izlemeye devam ediyor, Kaisel ise sadece, eğlenir gibi bakıyordu kardeşine. Az önce, dans ederkenki gibi değildi gözleri. Birlikte plan yaptığımızdaki gibi değildi. Hastayken başımda beklediğindeki gibi de değildi. Yabancıydı, ama benim haricimde herkesin tanıdığı biriydi sanki. En çok da Darien'in.
Ben Kaisel salona girdiğinde düşünmeye cüret dahi edememiş, dans ederken de aklımdan geçenlerden pişman olmuştum. Darien ise anlamıştı. Tanrım, anlamıştı. Tepkisizliği bundandı.
"Hain." Dedi birisi.
"Yüz karası."
"Lanetli."
Darien devam etmesini bekler gibi abisine baktığında, Liberta yanımdan kayıp geçti. "Hayır-!" Diye tutmaya çalıştım onu ne yapacağını anladığımda. Sıyrılıp gitti.
Hançeri, Kaisel'in göğsünü bulamadan ve şövalyeler aksiyon alamadan Kaisel onu refleksle bileğinden yakalayıp havaya doğru kaldırdı.
Güldü delirmişçesine.
"Bir de, türlü hilelerle aramıza sızan Esanil Prensesi var tabii." Sarstı, herkes baksın diye Liberta'yı. Elijah şaşkınlıkla donakalırken yanımda, İmparator ve imparatoriçe'nin bundan haberi olduğu belliydi. Şaşırmadılar. Liberta tekme atmaya kalkıştı fakat Kaisel'in elinden çıkan küçük elektrik kıvılcımı, Liberta'nın sımsıkı kapattığı elinin gevşemesine ve hançeri düşürmesine neden oldu. Tüm vücudu elektrik akımıyla titrerken zar zor açtığı gözleri nefretle parıldadı. Kaisel'in ise büyüyle parıldayan sarı hareleri Liberta'ya kilitlenirken küçümseyici bir alayla dudaklarını büktü. Büyüsü durdu ancak Liberta'nın bedeni titremeye devam etti.
"Liberta!" Diye bağırdım sonunda kendime gelip de öne fırlarken. Elijah, yeniden kolumdan tutmaya kalktı ki "Dokunma bana!" Diye bir bağırış koptu dudaklarımdan.
Aynı anda dantel eldivenlerin altında kalan elim mavi bir parıltıyla doldu ve saliseler sonra, Elijah'ın bana uzanan parmaklarından omzuna kadar tüm kolu buz tuttu. Muhtemelen anında elimi çekmesem, tüm vücudu donacaktı.
Kaisel, Liberta'yı öylece bıraktı ve Esanil Prensesi herkesin önünde yere düştü. Bakışları hemen ardından bana çevrildi. Elijah anlaşılmaz bir ifadeyle buz tutmuş kolunu kavradı. Kaşları çatıldı ve az önce büyünün çıktığı ellerime baktı ancak yine geri adım atmadı. Bu defa bir şey yapmasına kalmadan yeniden öne fırladım.
"Kaisel." Dedim, neredeyse yalvarır gibi bir sesle, elimde olmadan. Bunu bize yapma.
Yapma. Yapma. Yapma.
Darien sesimi duyduğunda o ifadesiz bakışları aniden sertleşti. Muhtemelen, böyle çaresiz hissetmem onu öfkelendirmişti.
Liberta, ayağa kalktı. Öylece Kaisel'e bakıyordu. Etrafımızdaki askerler, öylesine çoktu ki ne olup ne biteceği su kadar dingin ve açıktaydı aslında.
Birimiz, İmparatorluk ailesinden birini dondurma, elektrikle çarpmaya, ya da bıçaklamaya çalışsa da arbaletler muhtemelen hepimize ateşlenecekti. Göremediğimiz yerlerde dahi tetikçiler olduğuna emindim.
Kaisel bana bakarken iç çekti ve yüzünde düz anlaşılmaz bir ifade belirip kayboldu ancak hemen ardından her şeyi izleyen soylulara döndü. "Darien de Karilya, yarın öğlen saat on ikide soyluların izleyebileceği şekilde idam edilecektir." Dedi, sanki öylesine herhangi bir şey söyler gibi sakince.
Darien gözlerini dahi kırpmadı abisine bakarken ancak benim kafamda binlerce felaket aynı anda yankı buldu. Kaisel bana döndü. Yapma. Yapma. Yapma.
"Meyza Isabel Windfield ve sevgili Prenses Liberta Esanil dilerse idamı izlemek için kalabilirler ancak en geç yarın akşam topraklarımızı terk edecekler. Bu süreçte ikisinin de odasından çıkmasının yasak olduğunu belirtmekte fayda var. Bize, bizim topraklarımızda savaş açmak isterlerse orası ayrı tabii." Diye ekledi soğuk bir alayla.
"Hain." Diye mırıldandı Liberta alev alev gözlerle kafasını iki yana sallarken. "Bu yanına kalır mı sanıyorsun?" Güldü sinirle. "Kanında lanet olduğunu söylediğiniz kişi Darien ama bunu söyleyenler kansızın teki aslında, öyle mi?" Onu öldüreceğine yemin eden bir bakıştı gri harelerindeki. Gözlerimi kırpıştırdım birkaç kere. "Bu imparatorluk, bu taht sana kalsa da kanı lanetli olan sensin, Prens. Açıp kessem kolunu, deşsem kalbini, akacak olanın kan olduğunu yanılgısına kapılma bir an için. Normal bir ölümün olmayacak senin. Acı çekeceksin."
Liberta'nın söyledikleri, herkesin çenesini kapatmasını sağlamıştı. Çoğu kişinin rengi atmış, Aquila dahi rahatsızlıkla yüzünü buruşturmuştu ancak zihnim odaklanamıyordu. Sadece belli sözcükler tekrar edip duruyordu.
Darien idam edilecek de ne demek oluyordu? Bunu diyen kişi neden Kaisel'di. Rol mü yapmıştı tüm bu zaman boyunca? Her an olamazdı. Hangi andan itibaren? Hangi andan itibaren, annesinin yanında durmaya karar vermişti?
Hikaye, olması gereken yöne çevrilecek demenin bir diğer yolu muydu tüm yaşananlar? Ben Helefna'ya dönecektim. Liberta Esanil'e. Anfia muhtemelen saraya derhal geri getirtilecekti. Yeniden, annesinin yanına.
Callisto ve Darien'in yanında duran tüm soylu çocukları, Batı ordusunun tüm elitleri, idam edilecekti.
Darien ile birlikte.
Darien daha Aileen'le dahi tanışmamıştı. Ona aşık olmamıştı. Hikayenin özüne dönmesi öyle gerekliydi ki, aradan yan karakterleri çıkartıyor muydu şimdi?
Kaisel, bunu bize nasıl yapardı?
Ona baktım.
Kan kızılı saçlarına, kan bulaşmış solgun tenine, delilikle parıldayan sarı harelerine. Daha bir saat önce, ondan şüphelendiğim için vicdan azabı çekmiştim. Herkesin aklına gelenin bu olduğu belliydi Kaisel balo salonuna kanla kaplı bir şekilde girdiğinden beridir ancak ben aksine inanmayı seçmiştim sadece.
Diğer herkes öfkelense dahi bir gram şaşırmamışlardı. Sanki, asıl beklenen buymuş gibi. Kaisel, her zaman yaptığı şeyi yapıyormuş gibi.
Kardeşini ölüme yollamaya çalışıyordu ve haksız değillerdi, değil mi? Her zaman yaptığı şey buydu.
Yine de Aquila yanılıyor olmalıydı. İnsan evlatlarını köpek yavrularıyla ya da başka canlılarla bir tutamazdı. İnsanlar, üstüne oyunlar kurup yaptığın hesaplamalarla hareket edebileceğin denekler değildi. Hesaplar düzgün yapılsa dahi doğru bir denklem değildi bu.
"Oğlum, tüm o yaralar açıldıktan sonra yanıma gelir, kan içinde kalsa dahi, ağlasa dahi bacaklarıma sarılmaya yeltenirdi. İnsanlığın doğası bu."
Hayır, dedi bir yanım. Ne olursa olsun hayır.
Birine ne öğretirsen öğret, ne yapmasını söylersen söyle, duyguların ağırlığı yoktur. Onları asla hesaba katamazsın. Yanılırsın. İnsanlar yanıltır. Kaisel de annesini yanıltacak.
Anlayamıyordum.
Kaisel, Darien ile savaşırken ölmeyi düşünmüştü.
Annesinden kurtulmanın tek yolu ölüm müydü onun için? Diğer her yol onun ayaklarının dibinde mi bitiyordu? Bundan başkasını görmediği için miydi? Bundan başka türlüsüne dair bir şeyi hiç... Hissetmemiş miydi?
Anlayamıyordum ve bu zihnime de kalbime de can çekiştiriyordu. Halbuki anlamaya çalışacak vakit dahi yoktu şimdi avucumuzda.
Darien'in önüne geçtim tüm kalabalığın arasında.
O an tüm oklar ve kılıçlar artık sadece Darien'e değil, bana da yönelmişti. Darien kaşlarını çatarken önüme geçmeye çalıştı, "Hayır!" diye çıkıştım sertçe. "Böyle olmaz Darien. Seni almayacaklar. İzin vermeyeceğim."
"Sakinleş." Diye fısıldadı bir eliyle belimi kavrarken kulağıma doğru.
"Ne sakinleşmesi?!" Dedim adeta delirmiş gibi. Onu almasınlar diye tam önünde dururken bakışlarım şövalyelere kilitlenmişti.
"Şu an bir şey yapamayız, Kar Tilkisi." Dedi yine, nasıl oluyorsa beni sakinleştirmek ister gibi. "Sana zarar vermeyeceklerine emin olmam lazım. Benim için sakin duracaksın, tamam mı Sima? Aklım sende kalırsa, düzgün düşünemem."
"Hayır." Dedim kafamı iki yana sallayarak. Güneş rengi hareleri kısıldı yavaşça. Belimdeki tutuşu sıkılaştı. "Götüremezler seni." Diye devam ettim gözlerim yaşlarla dolarken. "Gitmeyeceksin."
"İyi olduğunu bilirsem bana bir şey olmaz." Dedi sertçe. "Söz ver, yarına kadar hiçbir şey yapmayacaksın Sima."
"İdam diyorlar."
"Korkma."
Kaşlarım inanamaz bir ifadeyle birlikte çatıldı. Korkmamak, bu durumda benim için bir seçenek değildi.
Darien, söz konusu kendisiyken benim hiçbir şey yapmadan durabileceğime gerçekten inanıyor muydu? Bunca zaman boyunca, hep gözlerimi ışığa çevirdiğim için mi inanabiliyordu buna? Güzelliklere odaklanalım istemiştim. Geleceği bilmeme rağmen, gölgesi üstümüze düşmesin istemiştim.
Yaşamak istemiştim. Birlikte.
Daha fazlası değil. Ancak daha azı da değil.
Bu savaş anlamına mı gelecekti? Gelebilirdi. İsyan, karışıklık ya da her neyse. Eğer böyle ilerleyeceksek huzura ihtiyacım yoktu. Eğer böyle ilerleyeceksek, şu salondaki herkesi kalpleri durana kadar buzlar altında bırakabilirdim, bu beni de öldürse bile. Darien'in tutuşundan kayıp bir adım attım öne doğru. Kaisel'e inandığımı söylemiştim, evet fakat bunun bir adım gerisi de yok muydu? Anılar hemen oradaydı sanki. Dokunmamı bekliyorlardı.
"O halde bu savaşa engel ol ve Darien'e zarar vermeyi içeren planlar yapmayı kes." Sözlerimin devamı vardı. Ateşin üstüne düştüğü harelerimin içindelerdi. Kaisel onlara bakarken, belki de dilimden dökülmemiş sözlerin hepsini anladı. Hayır, hissetti. Çünkü o planlardan birini bile gerçekleştirmeyi denersen, ölmek pahasına da olsa karşılık vereceğim sana.
Yine de... Her ne kadar içimden geçenler bunlar olsa da dudaklarımın arasından sadece yorgun bir nefes çıktı. Bakışlarım o bana oldukça düz bir şekilde bakarken yumuşadı. Tanrı aşkına. Bu korkunç ihtimal, en azından şimdiyi kapsamamalıydı. Ne olacağını gördüğümde, işler istediğim gibi ilerlemezse zaten verdiğim karardan dönmeyecektim.
"Sana bu planlara son vermeni söylemiştim!" Yaşlar kontrolümde olmadan akmaya başladı. Kaisel dökülen damlalardan birini bakışlarıyla takip etse de sadece yüz kasları gerildi ve başka bir ifade sunmadı bana. "Söz verdin, Kaisel. Bana söz vermiştin."
"Sözümü tutuyorum." Dedi yavaşça. "Bu işe karışma, kenarda bekle ve sonra evine dön, dediğim gibi-"Dudakları kıvrıldı soğuk bir şekilde. "Düşmene izin vermeyeceğim. Sana bir şey olmayacak."
Ona baktım.
Hala yüzünde ve hafifçe boynunda duran silik kan izine. O kanla aynı renk saçlarına. Aşık olduğum adamla aynı tonu paylaşan, biz kardeşiz diye bağıran gözlerine.
Beni, ben donmak üzereyken kollarının arasında, ateşin karşısında tutan adamdı. Kaçırmasına rağmen saçımın tek teline dahi zarar vermeyen adam. Uğruna intikam almak istediğim adam.
Nefes almak zordu. Kalbim donduğu için değil bu sefer.
İmparator'a baktım. Artık tahtta oturmuyordu, ayaktaydı ancak bir tiyatro oyunu izliyormuş gibi kadeh tutuyordu hala elinde.
Aquila'ya baktım.
Çenesini yukarı kaldırmıştı ve gözleri ışıl ışıl bir zaferle kaplanmıştı.
Liberta, şövalyelerden birine saldırmak üzere gibi duruyordu.
Elijah, bakışlarını bir an olsun üstümden ayırmıyordu. Bir eli hala donmuş kolundaydı ve öylece beni izliyordu.
O an, canımı daha çok acıtan şey içine düştüğümüz ihanet miydi yapacağım şey mi bilmiyorum. Kaisel'in tek ihaneti bu da değildi üstelik. İnandığının aksine, sözünü de tutmamıştı.
Darien'in olmadığı bir dünyada ayakta durabileceğimi, hatta var olabileceğimi nasıl düşünebilirdi ki?
Durmadım.
Başından beridir tutunmam için bekleyen o güç ellerime ulaşırken, Kaisel'e doğru atıldım ancak güçlü eller beni sıkıca kavrayıp geri çekti.
Darien'in parmakları , şah damarıma yakın bir noktayı buldu ve ben ne yaptığını anlayamadan hafif bir baskı uyguladı. Bacaklarımdaki güç boşalsa da Darien düşmeme de izin vermedi. Beni kollarının arasında tutarken yere çömeldi. Tüm düşüncelerim ve ışıklar kayıp giderken Darien ölümden soğuk bir ifadeyle, Kaisel'e baktı.
"Ona bir şey olmayacak." Diye mırıldandı tehditkarca. Şövalyeler her yandan dibimize yaklaşırken Kaisel birkaç saniye boyunca öylece Darien'e baktı.
"Olmayacak."
Sonra her yer karardı.
***
Meyza Isabel, adının anlamını ruhunda taşımıyordu. Küçük Savaşçı demekti Meyza. Tanrı'ya adanmış demekti Isabel. Aynı zamanda Mükemmellik Tanrıçası.
Halbuki onu savaşmaya itecek parıltılar yitip gitmişti. Tanrı'ya inanmayı uzun süre önce bırakmıştı. Mükemmel olmaktan çok bir yıkıntı ve kıyamet olduğunu hissediyordu.
Günün büyük bir kısmında odasındaydı. Hizmetçilerini kovuyordu ve artık diğer insanların yüzlerini görmeye katlanabileceğinden de emin değildi. Belki de sonunda söylentilerdeki Meyza'ya dönüşüyordu. Kalbi buzdan olana. Bilmiyordu. Üstüne de düşünmedi. Saatleri aştı ve günleri buldu yalnız başına odasında geçirdiği zaman.
En başta, kalbi sancıdığı içindi.
Meyza, canavarlardan saklanmak için karanlığa sığınmayı yedi yaşında öğrenmiş, ağladığı zamanlarda bir cehennemi yaşadığından göz yaşlarını tutmaya çalışmak gibi bir alışkanlığı da aynı dönemde edinmişti.
Bunun için ağlamıyordu da. Sıkıyordu yumruklarını. Sessizliğe ihtiyacı vardı, biraz olsun kendini duyabilmek için.
Benim suçum, diyordu o sessizliğin ortasında kendine. Benim suçum. Ona kalbimi ben teslim ettim kendi ellerimle.
Kırdığı için ona kızamam.
Benim seçimim.
Tutunacak bir şey ararken çaresizce, elini uzattı bana, evet. Ama tutmayı ben seçtim. Ben doladım parmaklarımızı birbirine. Ben baktım zümrüt yeşili harelerinin içine. Pişman olmayacağım bunun için.
Yine de Meyza uzun bir zamandır asılı kaldığını hissediyordu boşlukta. Eskiden elleri daima, gerçeklemesinin çok da mümkün olmadığını düşündüğü ama hiçbir zaman inanmaktan da vazgeçmediği bir geleceğe uzanmaya çalışırdı. Şimdi ise biliyordu. Kendi içinde sevgiyle yeşeren hiçbir çiçeğin tohumu Elijah'ın kalbinde yaşamayacaktı.
Elijah, aşkın büyüsüne kapılmıştı. Adımları bir hayal dünyasında dolaşıyormuşçasına hafifti. Puslu bir gülümseme dudaklarındaydı ve mutluluktan sarhoş olmuş, hayallere dalarmış gibi bakıyordu. Aileen'e.
Ama Meyza'ya değil. Hiçbir zaman Meyza'ya değil.
Meyza yıllar yılı onun için olmasa dahi Elijah'ın gülümsemeye devam etmesinin dünyalara bedel olacağını düşünmüştü lakin hiç böylesine bir ıstırapla karşılaşacağını tahmin etmemişti.
Şimdi her şey donuktu ve Meyza dokunduğu her şeyin hüznün rengine bulandığını hissediyordu.
Başkente gelmişti, küçük bir kız çocuğuyken. Güneş saçlı bir oğlan ona elini uzatıp tebessüm etmiş ve Meyza belki de... demişti. Belki de hala mutlu olmaya giden bir yol vardır. Belki gerçekten ben de bu hayatta mutlu olabilirim. Sadece yolunu bulmam gerek.
O yolu, bulmam gerek, saklı da olsa.
Elijah'ın adının gerisinde taşıdığı unvan ve kim olduğu o kadar önemsizdi ki. Prens ya da halkın içinden, sıradan biri.
Meyza için Elijah sadece, gelecekti.
Kalbi yıllarca titrek bir kuş gibi çırpınıp durmuştu göğsünde. Aşk demişti başta adına ama fazlasıydı. Aklına, bedenine, ruhuna sığmayan bir histi bu. Ona inancı ve acıyı aynı anda yaşatan uzun bir rüyaydı Elijah. Tüm gönlüyle kabul etmişti onu. Var olabilecek en içten şekilde sevmişti. Anımsıyordu her şeyi, baştan sona.
Elijah sıkıldığında saraydan, tacından ve omzunun üstündeki o koca yükten, veliaht olmayı bir kenara atıp de kaçıp gitmek isterdi bambaşka yerlere. Yeni topraklara. Meyza o gecelerde Elijah'ın yanında durur ve sessiz kalsa da onun elini sıkıca kavrardı.
Kalbi gümbürderdi içinde, bazen gecenin sesi kesilirdi. Tek bir kelimeyi beklerdi sadece. Kaçalım. Üç hece. Elijah bir kere fısıldasa ona bu dileğini, Meyza onunla dünyanın sonuna dahi giderdi. Ancak Elijah hiçbir zaman dudaklarını aralamazdı.
Bizi bekleyen gelecek, derdi Meyza. Elijah'ın gülümseyerek ellerini tuttuğu, içtenlikle sarıldığı, sevgiyle ve güneş ışıklarıyla sarmalanmış bir gelecek.
Bir bebek, belki.
Elijah ile kendisine benzeyen, bir kız ya da oğlan çocuğu.
Sadece huzurun var olduğu, renklerin her gün daha da parladığı bir gelecek.
Bunları düşünmeye cüret etmesinin tek sebebi, Elijah'ın ona gelmesiydi. Seni seviyorum dememişti ama nişanlanalım demişti. Hep beraber kalalım dememişti ancak onu öpmüştü. Ülkesinin çıkarlarına göre hareket ettiğini biliyordu, evet. Ama Elijah ne kadar altında ezilirse ezilsin tacın, hiçbir şey hissetmediği bir kadını yanında tutmazdı. Emindi bundan.
Her şeyden önce çocuklukları birlikte geçmemiş miydi? Arkadaşlardı. Meyza, Elijah dönüp geçmişin hangi anına bakacak olsa oradaydı. Hep yakınında. Elini uzatsa yeniden tutabileceği bir hizada. Seslense, sesini daima duyardı.
Daima, seslenirdi de gerçi. Adımları Meyza'ya çevrilirdi bir noktada, şaşmazdı.
Yalnızca... Giderdi de her defasında.
Hikayenin sonu hiçbir türlü değişmiyorken, biri belirmişti.
Aileen Sivesta.
Kehanetteki kız.
Azize. Everia'nın soyu.
Peki bu, onları nereye getirmişti?
Meyza'nın kırık dünyası parçalanmıştı.
Evet Elijah ne zaman yolunu kaybetse gözleri Meyza'yı arardı ancak Meyza onun hiç mutluyken de kendisine seslendiğini hatırlamıyordu. Elijah yüreğinin heyecanla attığı her anda Aileen'in yanındaydı.
Meyza içten içe biliyordu, canlı tuttuğu tüm o inancına rağmen. Nasıl bilmezdi? Sürekli ondan giden biri onu sevemezdi. Elijah sadece iyileşmeye ve dinlenmeye gelecekti.
Bu hikaye ezelden beridir böyle ilerlemiyor muydu?
Azize'yi ve Elijah'ı bahçede öpüşürken gördüğünde, bazı ışıklar sönmüştü. İhanet hiçbir zaman düşmanlardan gelmezdi. Kafasının ardına binlerce diken batmış gibi hissetmişti Meyza. Yüreği can veriyormuş gibiydi, bu defa kendi avuçlarının arasında.
Elijah neden hala nişanı bozmak için gelmiyordu? Nasıl gelmezdi? Yalnız kaldığı tüm o saatlerin başlangıcında düşünmüştü.
Elijah ona hiçbir zaman sevilme vaadi vermemişti ancak bu da ihanet değil miydi?
Verdikleri söze ihanet.
Elijah... Elijah. Altın saçlı, zümrüt gözlü çocuk.
Elijah'ı sevmek... Ne zamandan beridir kendisine olan sevgisini tüketiyordu?
Evet, bazı seçimler geri alınmazdı. Sonuçları hayatımıza işlerdi. Elijah onlardan biriydi, tamam. Reddetmiyordu. Reddedemezdi.
Ama neden diye sormaktan alıkoyamıyordu kendini. Neden tüm yıllarını sadece ona bakmaya adadın? Kafanı biraz olsun çevirseydin, belki de görürdün hayatın başka şekillerde de aydınlanabileceğini. Sana yeniden hayal kurmayı o öğretmiş olabilir ancak bunun için kalan tüm rüyalarının merkezine onu koymak zorunda mıydın?
Kızmaya nereden başlaması gerektiğini bile bilmiyorken her şey yavaş yavaş silinmeye başlamış, yüreğine bu zamana kadar parmaklarını değdiren her his kar taneleri gibi erimişti.
Meyza Isabel Windfield, boşluğa düşmüş gibi değil, boşluk onun içine düşmüş gibi hissediyordu.
Kuzey'de cehennemi yaşamıştı ama o zaman bile böyle değildi. O zamanların içinde korkmuş, tiksinmiş, kaçmak için elinden geleni yapmıştı ama hiç böyle... Donuklaşmamıştı.
Sevgi de dinermiş.
Meyza bunu fark ettiğinde yalnızca odanın tavanına bakıyordu.
Yorgundu.
Yataktan çıkmak istemiyordu.
Yorgundu. Ağlamak dahi istemiyordu.
Çığlık atmak istediğini hissetmişti bir iki defa. Ancak dudakları kıpırdamamıştı. Eli, buz tuttuğunu hissettiği göğsüne gitmiyordu artık. Attığından bile emin değildi lakin merak ediyordu. Bu şekilde donmaya terk etse, durur muydu kendi kendine?
Her şey silikleşmişti.
İmparator ve İmparatoriçe, ya layık olmadığımı düşünürlerse Elijah'a. Üstüne bir çizgi.
Soylular kesecekler mi benimle ilgili bilmedikleri şeyleri uydurmayı? Bir çizgi.
İmparatoriçe olduğumda, sevecek mi bu halk beni? Bir çizgi daha.
Elijah bir gün... Anlayacak mı ona olan hislerimi? Sevecek mi beni, benim onu sevdiğim gibi? Karaladı üstünü.
Gerçeklik ellerinin arasından kayıp gitti.
Hizmetçiler geliyor, odanın soğukluğu karşısında hayrete düşüyorlar, Meyza'nın üstünü değiştirip bazen de duşa sokuyorlardı. Meyza kımıldamıyordu.
Yataktaydı.
Artık neden diye sormuyordu.
Bir gün odasının kapısı aralandı. Toplu olarak gelen hizmetçilerin aksine yalnızca bir kişi.
Prens yatağın ucunda durdu.
Meyza ona bakmadı. Gözleri açıktı, yatakta yan dönmüştü. Elleri kafasının altındaydı. Buz mavisi hareleri öylesine boş bakıyordu ki Elijah irkildi. Aldığı nefeslerle göğsünün hafifçe hareket ettiğini görmese, kadının öldüğünü düşünürdü.
Çok kısa, çok çok kısa bir an geliş amacının aksine çatık kaşları düzeldi ve göğsü karıncalandı. Çocukluğu. Meyza. Geçmişi.
Kuzey Kızı'nın bembeyaz tutamları karışmış, birbirine girmişti. Teni soluktu. Göz altlarından fazla uyumadığı belli oluyordu. Tüm bunlara rağmense... Hala... Hala.... Hala ne? Düşünceleri birbirine girdi.
Daha önce de Meyza'nın dikkat çekmek için hasta numarası yaptığını düşündüğü olmuştu ama onu hiç böylesine cansız görmemişti. Eli ona uzanmak için havaya kalktı ancak zümrüt gözleri bir anda sislerle kaplandı. Elijah'ın çocukluğu ve gençliği zihninde koca bir gürültüyle parçalandı.
Meyza... Meyza Isabel.
Kuzey Varisi.
Kar saçlı kadın. Bu evrende, onu her şeyiyle, olduğu gibi seven tek kişi.
Nişanlısı. Ancak bundan çok daha öncesinde sırdaşı. En zayıf anlarının şahidi, destekçisi. Yüreği kardan bile yumuşak Meyza.
Düşünceler yer değiştirdi.
Yüreği kardan bile yumuşak tanıdığı tek bir kişi vardı. Aileen.
Hep Aileen değil miydi? Onu tüm yüreğiyle, taçtan ve soyundan daha çok seven tek kişi. Biricik Aileen. Işık. Işık ve umut.
Halkın biricik Azizesi fakat bundan da önce, Elijah'ın tek aşkı.
"Derdin ne senin?" Diye sordu burun kemerini parmaklarıyla ovarken. "Günlerdir yüzünü hiçbir etkinlikte göstermiyorsun. Hizmetçilerin halinden korkuyor. Aklını kaçırdığın konuşuluyor sarayın tüm koridorlarında."
Meyza ona bakmadı.
"Derdin ilgimi çekmekse, başardın ancak kendini daha fazla aç bırakmayacak, lanet yataktan çıkacaksın, Meyza. Biraz daha etkinliklere gelmezsen insanlar sadece senin hakkında değil imparatorluk ailesi hakkında da konuşacak. Aileen hakkında da. Seni bir köşeye atıp Azize'nin gücünden faydalanmak istediğimizi söyleyenler var."
Hayır, insanlar bunları konuşmaya başlamayacaktı, insanlar zaten bunu konuşuyordu.
Fısıltılar her yerdeydi.
Azize'nin Veliaht'la evlenmesini herkes desteklerdi ancak Kuzey Varisi'ne ne olacaktı? Susup köşeye siner miydi ki? Başkente adımını attığından beridir buz cadısı dedikleri kadın, tahtı elinden kaptırmayı kabul edebilir miydi? İmparatoriçelik pozisyonunu, öylece, başka bir kadına teslim eder miydi?
"Konuşmayacak mısın?" Diye inanamazca bir öfkeyle sordu Elijah. Elini altın sarısı saçlarının arasından geçirdi.
Öfke.
Halbuki Elijah ne kadar kaçarsa kaçsın Kuzey Kızı'ndan, öfke duymazdı ona.
Meyza gülmek istedi bir an için. Yapabilseydi belki katıla katıla gülerdi. Yatakta biraz daha kıvrıldı bunun yerine.
"Meyza...?" Dedi Elijah.
O andı. Sesinde çaresiz bir tını vardı.
Meyza sonunda hafifçe kafasını oynattı ve gözlerini ona çevirdi.
Ama Elijah hiçbir şey söylemedi. Bir an için ona baktı ve... Son endişe tomurcukları da silindi. "Kendine gel..." Dedi yeniden kaşlarını çatarken.
Sonrasında bir hışımla, neredeyse kaçar gibi, kapıyı çarpıp kaçıp gitti.
Saray yerinden oynadı ağır kapının çarpılma sesiyle ama Meyza kımıldamadı.
Günler geçti.
Bahçeye inecekti. Çiçeğini görmeye. Sima'yı günlerdir rüyasında görmüyordu. Kestane saçlı kızı her rüyasında gördüğünde sulardı çiçeği ve kendisinden başka kimse de bakmazdı çiçeğine. Solmamış olmasını diledi. Sonra bunu dilemiş olmasına şaşırdı. İçinde umuda dair hiçbir şeyin kalmadığını sanmıştı.
Ayakkabı geçirmemişti ayağına. Ezbere bildiği yolu düşünmeden yürüyordu. Taht odasının önünden geçecekken, gelen seslerle duraksadı.
"Nişanı at." Diyordu İmparatoriçe.
"Kızı Kuzey'e bu halde geri yollarsak amcasının ne yapacağını sanıyorsun?" Diye soruyordu Elijah. "Su bile içmiyor kendi başına!"
"Aklını kaçırdığını söyleriz." Diyordu Helefna'nın Yüce İmparatoru. "Kuzey bize savaş açmayı göze almaz ancak sen, Aileen'i sonsuza dek yanında tutmak için ne gerekiyorsa onu yapacaksın. Evlilikse evlilik. Bir çocuksa, bir çocuk. O kadın Everia'nın soyundan geliyor Elijah. Bunu kavrayabiliyor musun? Yaşlarınızın yakın olması dahi bir işaret!"
"Aileen ile hemen evlenmek istemediğimi mi sanıyorsun?! Sadece-"
"Sadece ne El? Ne zamandan beridir Kuzey Kızı'na değer verir oldun? Onu saraya getiren bizdik, gelince surat asan sendin. Seni onun yanına yollayan biz olduk, gitmek istemeyip köpüren yine sen oldun. Yetim bir kız o gün elini tuttu diye şimdi vicdan yapıyorsun? Sen prenssin ve ülken için ne lazımsa ona göre hareket edeceksin!"
Meyza kapının önünden sıyrılıp geçti.
Adımları artık daha hafifti.
Bana umut etmeyi öğreten Elijah. Elimi tutan zümrüt gözlü huysuz çocuk. Her şeyin başlangıcı.
Oysa nasıl da yalana bulanmıştı her şey. Karşılaşmamışlardı. Elijah'ı ailesi yollamış, o gelmek bile istemişti o gün.
Elijah.
Elijah...
Meyza'nın Elijah'ı, belki de sadece, tüm bu zaman boyunca, sevginin ziyan olmuş haliydi.
Çok yazık, diye düşündü. Adımları her an devrilebilecek gibi sarsaklaşmıştı.
Nasıl da boşunaydı tüm yaşananlar. Bütün ömrü.
Meyza Isabel'in gitmek istediği bir yer yoktu ancak artık kalmak da istemiyordu.
Bahçeye adımını attığında, arkasından geçip önünde durdu biri. Bakmasına gerek yoktu aslında. Biliyordu kimin olduğunu.
Geri çekilmesine kalmadan Aileen uzanıp tuttu elini. Meyza sakince kafasını kaldırdı.
Azize sevinçle gülümsedi.
Meyza'nın bakışları kadının yüzünde dolandı. Sarıya çalan bal tutamlar, güzel örgüler halinde omuzlarına dökülüyordu. Gözleri elaydı. Işıltılarla kaplanmıştı. Üstünde Azize olduğunu belli edecek altın işlemeli beyaz bir elbise vardı.
"Sağlığının pek de yerinde olmadığını duydum Leydim. Sonunda dışarı adım attığını görebilmek çok güzel. Eğer daha iyi hissediyorsan kendini, bir fincan çay içmeye davet etmek istiyorum sizi. Sanıyorum bu düşmanlığı sona erdirmenin vakti geçiyor bile."
Meyza ona baktı. Buz rengi gözlerinden, soğuk bir ışıltı geçerken oldukça yavaş bir şekilde dudaklarını kıvırdı.
Aileen'in kaşları havaya kalktı.
Meyza daha geniş gülümsedi. O hiçbir zaman Azize'yi, düşmanı olarak görmemişti. Kimseyi görmemişti aslında, ilk günden şu anına dek.
Bakışları Aileen'in yüzünden ayrıldı ve bahçenin ilerisindeki çiçeğini buldu. Günlerce susuz kalmasına rağmen hala yaşayan kestane rengi çiçeği.
Kafasını yukarı doğru kaldırdı bu defa. Gökyüzü karşıladı kendisini. Umut gökyüzünde, diyordu birileri zihnin gerisinde.
Günler sonra, güneş ışığı doldu harelerine. Aydınlattı buz harelerinin en içini.
Yanılıyorlardı halbuki. Umut sadece gök yüzünde değil, aynı zamanda gök gözlü bir kızın harelerindeydi.
Meyza, umut ışığının kendi içinde olduğu gibi kız kardeşinin de içinden silinmesine izin vermeyecekti. Uzun zaman sonra, yapmaya karar verdiği tek şey bu oldu.
***
Gözlerimi açtığımda, kafa karışıklığı ya da bulanıklık yaşamadım. Gözlerim net görüyordu baktığı yeri. Sanki uykumda dahi öncesinde olanların farkındaydım ve bir noktaya kadar uyanmak için çabalamıştım. Geçmişin gölgesi gözlerimin önüne düşene kadar.
Kalan algılarım yavaşça açılırken önce, elimde bir ağırlık hissettim. Kafamı hafifçe kaydırdığımda, Elijah girdi bakış açıma. Yatağın yanındaki sandalyede oturuyordu ve elimi sımsıkı kavramıştı. Kafasını eğmişti yere, her ne düşünüyorsa. Az önce gördüğüm anıya ne kadar da benzer bir manzaraydı. Ama orada tutmuyordu Meyza'nın elini.
Hareketliliği hissettiğinde hızla kafasını kaldırdı ve uyandığımı anladığında yeşil hareleri anlaşılmaz bir şekilde büyüdü. "Meyza, iyi misin? Nasıl hissediyorsun?"
Ona bakmayı keserek arkasındaki pencereye odaklandım. Kalbim kasılıyordu. Nefes alamıyor gibi hissediyordum ve daha da kötüsü, sabah olmak üzereydi. Bizi henüz atmadıklarına göre, hala aynı günün içinde olmalıydık. Birkaç saat baygın kalmıştım sadece. Hızla örtüyü üstümden atarak doğruldum ve öteki elimi de ateşe değmiş gibi hızla kendime çektim.
Bir an için gözleri çektiğim elime kayan Elijah'ın bakışlarına karanlık bir ifade çöktü. Ardından, bana baktı yavaşça. "Tam olarak nereye gitmeyi planlıyorsun?"
"Seninle uğraşacak vaktim yok." Diye mırıldandım soğukça.
Kaşları havaya kalktı hafifçe "O adamın yanına gitmeyi mi planlıyorsun? Zindana?" Cevap vermeden, bomboş bir şekilde öylece ona baktığımda mümkünmüş gibi daha da gölgelendi hareleri. Öfkeydi belki de hissettiği. Fakat gel gör ki umrumda değildi.
"Büyünü artık kullanmaya karar verdiğini bizzat kolumu dondurarak gösterdin. Onlar da gücünün potansiyelini biliyor olacaklar ki kapının önünde dahi onlarca şövalye koydular." Durup camı işaret etti. "Camları demir korkuluklarla kapattılar. Sanki atlamaya çalışırmışsın gibi." Kafasını yana eğdi hafifçe. "Atlar mıydın, Meyza?"
"Yolumdan çekil."
"Sorumu cevapla."
"Yolumdan çekilmezsen donan sadece kolun olmayacak."
Öfkeli bir nefes aldı. "Sana ne oldu böyle, Meyza?"
"Bana ne oldu?"
"Tanıdığım Meyza..." Gözlerinden yine anlaşılmaz, tehlikeli ışık parçaları geçti. "Tanıdığım Meyza, baloları geçtim, günlük yaşantısında yanına uğrayanların dahi gözlerinin içine öylece bakmaz." Durdu, sadece bir an için. "Tanıdığım Meyza, kimsenin önüne siper olmaz. Öfkelense dahi sesini yükseltmez. İki aydır tanıdığı bir adam ona ne yapmış olursa olsun, ihanete uğramış gibi bakmaz. Bırak karşı tarafa yalvarmayı, en başta kimsenin ona ihanet etmesine olanak sağlayacak kadar yakınlaşmasına izin vermez." Kafa karışıklığıyla çaresizlik arasında kalmış gibi iç çekti. Elini sarı tutamlarının arasından geçirdi hızla. Son gördüğümden bu yana uzamıştı saçları. Gözlerimin içine bakarken, nefes alış verişleri de hızlandı. Gözleri, yüzümün her bir santiminde dolandı. Dolandıkça, daha da çatıldı kaşları. Boğuk bir sesle, kafasını usulca yana yatırırken konuştu. "Böyle bakmazsın sen, Meyza. Bana bile böyle bakmadın."
Fısıldadım soğuk bir sesle. "Nasıl?"
"Dünyan paramparça oluyor gibi."
Dudaklarımdan delice bir kıkırtı çıktı o an, engel olamadım. Öfke ve endişe öylesine iç içe girmişlerdi ki içimde, sahiden delirmiş gibi hissediyordum kendimi. Meyza benim yerimde olsa ne der bilemediğim için susmuştum, şimdiye kadar. Kaçmaya çalışmıştım. İstememiştim konuşmak.
İkinci bir şansı olsa, ne yapardı Meyza?
Kaçar mıydı? Windfield topraklarının başına mı geçerdi? Hiç yoktan bir hayat mı kurardı kendine? Helefna'da mı kalırdı? Yine sever miydi Elijah'ı? Gerçek cevapları nasıl bilebilirdim? İkinci bir şans verilmemişti ona, benim aksime. Yoktu burada. Ölmeseydi varlığını hissedeceğimi biliyordum ve insanlar, o öldüyse benim de öleceğimi söylese bile bu dünyadan gittiğini kabullenmiştim. Fakat ne uğruna?
Bunca zaman bir ejderha yüzünden öldürüldü sanmıştım. Hapiste geçirdiği zamanda, ölümün kıyısına geldiğini, düşünmüştüm. Daha öncesinde değil. Ama hayattan, nefes almayı bırakmadan çok daha öncesinde kopmuştu. Ne uğruna?
Bakışlarım yüzünde asılı kaldı. Öfke kulaklarımı uğuldattığı gibi kanımı da uğuldatıyordu. "Sana hiç böyle bakmadım?" Diye sordum öfke gülüşüme bulaşırken.
Elijah'ın kaşları çatıldı yeniden.
"Sen nereden bilebilirsin bunu, yüzünü bir kez benden yana çevirdin mi ki?" Sesimin git gide tiksinir bir hal alması mı oldu onu irkilten, sözlerim mi bilmiyordum. Belki de bakışlarımda gördüğü şeydi. Hala bir önemi yoktu. "Benimle ilgili bir şeyler, sana hep ağır geldi. Takıntı dediğin sevgim. Bakışlarım. Sonsuz güvenim... Hiçbirini kaldıramayacağını herkesten çok sen biliyordun ama buna rağmen bırakmadın beni." Ayağa kalktığımda o da ayağa kalktı ancak ittirdim onu var gücümle. Boyu benden uzun, gücüyse oldukça yerinde olmasına rağmen geriledi birkaç adım. "Seni sevmek benim için çok kolaydı. Biliyordun. Ne kadar inkar edersen et, biliyordun. Evim olacak cehennemden çıkıp gelmiştim, lanet sarayınızda tek bir kişiyi tanımıyordum. Saçlarımın rengi onlara yabancı geldiği için bir çocuğun duymaması gereken binlerce şey fısıldadılar yanı başımda. Geldin her şeyin ortasında elimi tutup kaldırdın. Gülümsedin. Ne kadar kolay olacağını biliyordun!"
Bir kere daha ittirdim. "Hiç yanlarına yanaşmıyorsun dediğin o soylular, sen etrafta yokken çocukluğumu yakıp yıkan adamın ne kadar iyi olduğundan bahsediyorlardı. Onun yasını tutmadığıma göre kalpsiz olduğumu söylediler. Kanından buz akan, kalbi buzdan Meyza, hm? Böyle başlamadı mı? Susturmayı aklının ucundan geçirdin mi onları?"
"Meyza..." Dedi titrek bir sesle, yalvarır gibi. "O zaman bilmiyordum-"
"Şimdi biliyorsun yani?"
"Dük Fedor, Windfield'da geçen çocukluğunu, üvey annenle babanın nasıl insanlar olduğunu anlattı."
Güldüm yine alayla. "Ne değişti olanları duyunca senin için? Ne yaptın, vicdan azabı mı çektin? Uyuyamadın mı birkaç gece?"
Bakışları o kişiler aklına gelmiş gibi karardı. "O söylentilerin başlatanlar, artık sosyetede de Helefna'da da değiller. Soylu bile değiller. Ömürlerinin sonuna kadar senin bir kıta uzağında kalacaklar" Kaşlarım havaya kalktı hafifçe. "Bilmiyordum Meyza. Tanrı şahidim ki bilmiyordum. Bilseydim-"
"Yalan söyleme artık." Diye iç çektim sözünü keserek. Kafamı iki yana salladım. "Çok, çok açıktı. Bilecek tek bir kişi varsa o da sendin. Soylu bir kızın ona dokunmalarına izin vermeyip kendi başına banyo yaptığı nerede görülmüş? Sen diyorsun, sen dedin! Öfkelensem de sesimi yükseltmediğimi söyledin. Buna rağmen sırf odama girdikten sonra artlarından kapıyı kapattılar diye delirmem sana normal mi gelmişti? Yedi yaşında bir kız, böyle bir öfkeyle yaşar mı? Bana bilmediğini söyleme!" Gözlerim doldu, elimde olmadan. Meyza'nın sesi olmaya çalışmak bile, öldürüyordu beni. O sustuklarıyla nasıl yaşamıştı? Sesim konuştukça yükselmeye devam etti. "Anlamamayı sen seçtin! Gözünün önünde, o kadar açıktı ki her şey. Dokunuşlardan nasıl da tiksindiğimi ama sana nasıl açık olduğumu da gördün. Başta sen de çocuktun. Ya sonra Elijah? Ya sonra?"
Göğsüne vurdum öfkeyle. "Kolay geldi değil mi? Şımarık bir kız demek, herkese üstten baktığımı düşünmek kolay geldi. Masum bir kızın bana olan sevgisini kullanıyorum demek yerine çarpık hisleri olan bir kadının bana olan takıntısını kullanıyorum demek kolay geldi. Rahatladın mı peki? Nefes alabildin mi bu şekilde?" Bir kere daha vurdum, sertçe. Sarsılıyor, geriliyor, gözlerini acı içerisinde açıp kapatıyor ama beni durdurmuyordu. Yeşil harelerinin içi kanlanmıştı, her ne geçiyorsa aklından. Yetmedi.
"Sana aşık olmama izin verdin. Çekip sarılmadın ama itmedin de. Boşlukta asılı kalmama gönlün razı geldi her zaman. Yetmedi, öptün. Yetmedi, nişanlanalım beni seviyorsan dedin. Sevmiyordun ama nişanlanalım dedin Elijah! Evlilik sözü verdin! Nasıl yapabildin bunu? Ben hayatımda bir tek, sadece sen varsın diye hepsine göz yumduysam da sen nasıl uyuyabildin geceleri, tüm bunların ağırlığıyla?"
Yaşlar gözlerimden çeneme doğru süzülürken artık hüzünden mi öfkeden mi olduklarını ayırt edemiyordum. Canım acıyordu. "Ülken için, değil mi? Helefna için?" Diye sordum yine alayla sesim göz yaşlarımla beraber çatlarken. "O omuzlayamadığın tahtın ağırlığıyla boğuşurken yanında ben vardım. Bir kere kaçalım desen cehenneme dahi geleceğimi çok iyi biliyordun seninle. Demedin ve sen rahatça nefes almaya devam et diye bir an olsun yanından ayrılmadım, Elijah. Bir an olsun boşluğa düşme, uzanman gerekirse ellerimi tut diye. Belki benden istemedin tüm bunları ama benden gelen hiçbir şeyi reddetmedin de. Sonra aynı taht için yakmayı seçtin beni. Ama tutturdun, biz her şeyden önce arkadaşız diyorsun. Değiliz. Ben seni, sen sadece benim senin yanında durmamı sevdin. Biz hiçbir şey değiliz."
Yutkundum güçlükle. Hıçkırıklarım artıyor, bedenim titriyordu. "Nişanı bozmadığın gibi öylece beklememe izin verdin seni. Bir gün olur, bakarsın bana, bir gün olur sarılırsın bana diye diye beklememe izin verdin. Umut ışık olur insanların hayatına ama boş umutlar bazen öldürür, Elijah."
"Meyza..."
"Meyza yok artık. Senin gördüğün, tanıdığın, bildiğin Meyza, yok."
"Böyle söyleme. Yalvarırım, her şeyi de ama bunu söyleme."
"Bir kez senden koptuktan sonra sana geri döneceğime nasıl inanırsın?" Güldüm yine kafamı inanmazca iki yana sallarken. "Gözlerim senden başka yöne çevrildikten sonra, nasıl sana yeniden bakacağımı sanarsın?" Boğazıma kocaman bir yumru oturdu sanki. Gitmiyordu. "Her şeyi kirlettin. Şimdi durduğum yerden baktığım zaman beni gülümsetecek tek bir an var mı sanıyorsun? Soğukça, hırçın bir tavırla öpmeni mi hatırlayacağım beni? Koluna girdiğim zaman kafanı başka yönlere çevirmeni mi hatırlayacağım? Hasta olduğumda numara sanıp gelmemeni belki?"
Cansız bir kıvrımdı bu sefer dudaklarımda canlanan. "Gerçi hep böyleydi, değil mi? Ülken için olduğunu söyleyip yanımda dur, sesini çıkartma yanımda ancak sonra gidip İmparatoriçe'ye sızlan. İmparator'a kız. İmparatorluk ailesi için öp beni, onlar için girmeme izin ver koluma. Onlar için, ağlayan sefil Kuzey Kızı'nı bul bahçede. Onlar için uzat elini. Nasıl olsa tutar ve bırakmaz, değil mi? Nasıl olsa muhtaç sevgiye."
Bu defa söylediklerim, bir an için dehşet içinde bakmasını sağladı bana. Nasıl bildiğimi bilmese de inkar etmeye girişmedi. Sadece bildiğimi bilmek parçalanmasına neden oldu bir şeylerin içinde. Gözlerinde görebiliyordum. Pişmanlık öyle yoğundu ki önümde öylece dizlerinin üstüne çöktüğünde şaşırmadım dahi. Sadece yaptıklarını duymak parçalıyordu onu ama Meyza bu gerçeklerle yıllarca yaşamıştı.
"Meyza..." Dedi titreyen elleri elbisemin eteklerine tutunurken. Harap olmuş gibiydi sesi. "Ben yemin ederim ki-"
"Artık bir önemi yok." Dedim ona tepeden bakarken. "Asıl ben yemin ederim ki, artık hiçbir önemi yok. Kıramazsın istesen de beni ve affetmem, binlerce kez dizlerine kapanıp özür dilesin dahi, Elijah. Hepsi geride kaldı."
Özür dilemen gereken kadın, öldü.
O sarı tutamları kavrayıp daha da geriye çektim başını. "Senin bildiğin Meyza, yok artık."
Zümrüt yeşili gözler yaşlarla kaplandı.
Sonra o gözlerini yumdu. Yaşlar süzüldü yanaklarından. Durmaya çalışmadı. Ardı arkası da kesilmedi damlaların. Yaprak kımıldamadı vicdanımda. Durmadım. "Sana ayrıldığımız gün yalan söylemiştim. Darien bana evlilik mektubu falan göndermemişti. Aksine, ben yollamıştım evlilik teklifini ona. Sadece kaçmak istemiştim. Sen anlamıyor ve şimdi de kabul etmek istemiyor olabilirsin ancak benim Helefna'daki sonum belliydi. Sevgiden uzak kalmış şekilde, insanlar ardımdan lanetler okurken ölecektim. Kaçmam lazımdı. Kavrayabiliyor musun bunu? Helefna'dan... Ancak en çok da senden. Beni ölümüme götürecek olan sendin. Bunun için öylece Batı'ya gittim. Darien teklifimi kabul etmiş dahi değildi gittiğimde. Casus olduğumu sanıyordu benim. Senin ailen tarafından gönderilmiş bir hain olduğumu düşünmüştü."
Duyduğu şeyleri idrak etmeye çalışırken gözlerimin içine baktı ve titrek bir nefesi içine çekti.
Kıkırdadım. "O lanetli dedikleri adam. Beni düşmanı sanmasına rağmen senden iyi davrandı Elijah. Onu yıkmaya ve öldürmeye geldiğimi düşünmesine rağmen, acı çektirmedi bana, bir an için." Kafamı iki yana salladım. "Sonra yaşamayı öğretti bana. Sevmek sadece acı vermezmiş meğer, iyileştirirmiş de. Nefes almamı sağladı, Elijah. Tüm bunlardan sonra senin yanındaki sessiz sakin, güvenilir bir hayatı onun yanında savaşarak vereceğim bir cana tercih ederim sanma sakın."
Elijah'ın aklından ne geçtiğini anlamam imkansızdı o an. Dudakları açıp kapanıyor ama tek bir kelime etmiyordu. Titriyordu. İçine çektiği nefese kadar titriyordu.
"Atlarım." Dedim önceki sorusuna hitaben. Gözleri kapandı bir an için. Kafamı eğdim hafifçe. "Hiçbir yolu yoksa Darien'e ulaşmamın, atlar, kırık kemiklerimle yine ona koşarım." İç çektim. "Bana engel olmaya kalkarsan, seni son nefesine kadar dondurur, yine ona koşarım."
"Ona aşıksın." Dedi sonunda boğuluyormuş gibi bir fısıltıyla.
Kalbim tekledi. Birkaç saniye boyunca sessizliğin aramızda asılı kalmasına izin verdim ancak sonrasında soğuk sesim duvarların arasında çınladı. "Korkarım aşk artık ona hissettiklerimi tanımlamaya yetmiyor."
Kalktı çöktüğü yerden. Başka bir yöne baktı gözlerimden ziyade. Kendini hazırlamaya çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Aynı saniyelerde benim de tonlarca düşünce geçiyordu kafamdan. Nasıl çıkmalıydım odadan? Rüyamda benimle konuşan varlık gücümü kullanmamda bir sakınca olmadığını söylemişti. Yani çok güç kullansam da bayılıp kalmamalıydım mantıken. Zaten öyle bir lüksüm yoktu bu defa.
Derken kapı açıldı. Şövalyeydi. Dikkatli bir ifadeyle süzdü beni. "Uyanmışsınız, Leydim. Prens herkesin saray bahçesinde toplanmasını istedi."
Soğuk bir his omurgamdan aşağı doğru kaydı. "Ne için?"
"İdam." Dedi basitçe.
Panik ve dehşet öylece yükselirken olduğum yerde birkaç kez gözlerimi kapatıp açtım. "İdam?" Dedim boğuk bir sesle. "Öğlen olacağını söylemişti."
"Soylulardan bazıları balodan ayrılmayı reddetti ve hainin düşüşünü görene dek ayrılmayacaklarını söylediler. İdam için yarını beklemeye gerek olmadığını savundular. Veliaht Prens cömertlikle isteklerini kabul etti." Sanki duyduğum kelimeler bana dönerek geliyormuş gibi başım da dönmeye başladı.
Hainin düşüşü. Darien. Kitaptaki gibi. Elijah'ın dikkatli bakışlarını üstümde hissederken "Nerede o?" Diye fısıldadım. Şövalye anlamazca bana baktı. "Prens Darien."
"Saray bahçesinde, Veliahtımızın yanında."
Elbisemin eteklerini elime topladığım sırada Elijah bileğimi tuttu ve hafifçe yanına doğru çekti beni. Beklenenin aksine, zümrüt gözleri anlaşılmadık ve yersiz bir endişeyle kaplıydı. "Derince nefes al."
"Sen-"
"Nefes almıyorsun Meyza." Dedi sertçe. "Derin bir nefes al. Şimdi." Kaşlarımı çatsam da o an için, dediğini yapmaya çalıştım. Vücudumdaki gerilim azalmasa da göğsümdeki sıkışma hafifledi. Öylece ona baktım.
Onun da kaşları çatıktı. Aynı şekilde, ezberliyormuş gibi yüzümün her bir santiminde dolandı bakışları. "Sana yardım etmeme izin ver." Dedi en sonunda sıkıntılı bir sesle. Sanki söylediği şey ona acı çektiriyordu. "En azından senin için bu kadarını yapmama müsaade et, Meyza."
Kolumu, hızla kendime doğru çektim ve eli boşluğa düştü.
"Senden gelen hiçbir şeye ihtiyacım yok." Dedim soğuk bir öfkeyle. "Yolumda durma, yeter."
Sonrası göz açıp kapatıncaya kadar oldu. Parmaklarımın hafifçe açı değiştirmesi, ayak ucumdan başlayıp yerde kayıp giden buzun, kapı önündeki şövalyeyi dondurmasını sağladı. Tamamen. Bu defa, kafası açıkta falan değildi.
Yaşıyor muydu, ölmüş müydü bir fikrim yoktu. Öylece donmuştu.
Koşmaya başladım.
Sesler bir azalıp bir yükseliyordu.
Kapı önünde sahiden yirmiye yakın asker vardı ve adımı bağırıyorlar, bana doğru arbaletlerini kaldırıyorlar ancak ateş edemeden, donuyorlardı.
Suya bir duygu yüklemek imkansızdı. Su şifaydı. Hayattı. Bazen hüzün bazen durgunluk, bazen delicesine bir taşkınlık ve vahşetti. Tek bir şey olamaz, her kalıba sığardı ve buz da sudan oluşurdu.
Ama suyun aksine, buz şimdi sadece öfkeydi.
Ve korku, belki de, değil mi? Öfkenin ardına saklanmış delicesine bir korku. Katıksız, insanın aklını kaçırmasına yol açabilecek kadar saf bir panik. O deliliğin kıyısındaydım.
Ayakkabılarım olmadan sarayın bahçesine doğru fırladığım anda muhtemelen tek bir alana toplanmış soyluların gördüğü de bu oldu. Büyüm yüzünden gözlerimin uğultulu, mavi bir ışıkla parıldadığını hissedebiliyordum. Parmak uçlarım mecazen değil, gerçekten buz tutmuştu.
Bu beni durdurmadı.
O kalabalık şok içerisinde sağa sola çekilirlerken platform gibi yüksek bir alanda dikilen Kaisel'i gördüm. Sıkıca tuttuğu kılıcını. Yanında dikilen İmparator'u.
Dizlerinin üstüne çöktürülmüş olan Darien'i.
Zincirlerle bağlanmıştı ve yetmiyormuş gibi iki yanında üçer şövalye vardı. İkisi omuzlarından kavramış, sanki her an kalkabilirmiş gibi onu yere bastırıyorlardı. Arkadaki her ihtimale karşı arbaletini havada, sırtına doğru tutuyordu. Bir diğerinin elinde de aynı şekilde kılıç vardı.
Kaisel ve Darien aynı anda bana baktıklarında ardımdan gelen askerler durmadı. Kaisel bir an için arkama, peşimdeki kalabalığa baktı ve gözleri bir anlık panikle açıldı. Arbaletler ateşlendi.
Nafileydi. Buz olup bana değemeden yere düştüler.
Kaisel, büyümü bu defa nasıl da duraksamadan kullandığıma baktı ve canı bir şeye sıkılmış gibi iç çekti. O da tereddüt etmedi bu defa. Elleri elektriklerle kaplandı ve gözleri, güneş ışıklarıyla süslenmiş gibi parlarken o kıvılcımları bana yolladı.
Gözlerimi sımsıkı kapattım çünkü buzun, şimşekvari elektrikleri durduramayacağını biliyordum. Kıvılcımlar, tüm bedenimi sarstığında ve zihnimdeki sesler bıçakla kesilmiş gibi sustuğunda Darien her yanını saran zinciri ya da kalbini hedef almış okları umursamadan bana doğru atılmaya çalıştı.
Elleri bağlıydı. Büyüsünün yönünü kontrol edemezdi ancak ben yere düşerken gözlerine karanlık bir ifade çöktü ve bir elektrik patlaması tüm platformu sarstı. "Sima!" Diye haykırdı öfkeli bir sesle. Kaisel dahil platformdaki herkes bu patlamadan etkilenirken okun biri, kör bir atışla koluna saplandı. O an şiddetli çarpıntıya rağmen kalbim, ona edilen ateş yüzünden titredi. Birileri gelmeye, gelmeye, ve gelmeye devam ettiler.
Yere düştüğüm an elektrik kesilmiş olmasına rağmen, hala hafifçe titriyordum. Kaisel beni öldürecek bir elektrikle çarpmamıştı ancak askerlerine o an, "Bağlayan Kuzey Varisini." Diye katı bir sesle emir verdi. Az önceki patlamadan tam olarak etkilenmeyen tek kişi oydu. Aynı elektrik kendi içinde de var olduğundan ve belki de nötrlemenin bir yolunu bulduğundan. Bilmiyordum. Diğerleri Darien'in gücü yüzünden, o bağlı olmasına rağmen tökezlemişlerdi ve kendilerine gelmeye uğraşıyorlardı.
Askerler demir zincirlerle bana yaklaşmakta hiç gecikmediler. Titreyen bedenimi ben çığlıklar atarken kavrayıp sıkıca bağladılar. O an, Liberta'nın da tıpkı benim gibi bağlı olduğunu, güç zoruyla yere çöktürüldüğünü gördüm.
Bir çığlık daha koptu dudaklarımdan. "Bırakın!"
Buz, hedefsizce her yana saçılırken etrafımdakileri değil, bedenime bağlı zincirleri dondurdu hafifçe. Boğuluyordum sanki. Çırpınıyor, bir şekilde ileriye gitmeye çalışıyordum. "Bırakın! Bırakın! Bırakın beni!"
Darien'in gözleri buna dayanamıyormuş gibi bir an için kapandı. En sonunda, doğrudan Kaisel'e baktı. "Sima'yı bırak." Dedi karanlık bir sesle. Gözlerinin içine adeta kan çökmüştü. "Seni şu zincirlerle boğmamı istemiyorsan, Simayı bırak."
"Sima, etkinlik bittikten hemen sonra serbest bırakılacak." Dedi Kaisel sanki herhangi bir etkinlikten bahsediyormuş gibi. Kardeşinin idamıydı. Kardeşini öldürecek olmasaydı, söylediği.
Kan git gide beynime daha da sıçrarken göğüs kafesim kışın içine doğuyormuş gibi soğumaya, ellerim, kollarım ve kalan her yanım ise cehenneme dokunmuşum gibi yanmaya başladı.
Kaisel iki yana kafasını salladı bana ve Liberta'ya dönerken. Yukardan, öylece düz bir bakış attı ikimize. "Tek yapmanız gereken yerinizde durmaktı."
Liberta'nın gözlerine, öfkeden çok daha hiddetli bir duygu çöktü. "Öldüreceğim seni!" Diye haykırdı şiddetle titrerken. Bizim aksimize, büyüsü olmadığı için normal halatla bağlamışlardı ve durduğu yerde o kadar çok çırpınıyordu ki, bileklerinin ip yüzünden kesildiğini fark etmemek imkansızdı.
"Dene." Dedi Kaisel kaşları havaya kalkarken.
Liberta bir an için yerinde dondu. Kaisel'in adil oynanaması mı, üstten bakışları mı, alaycılığı mıydı bilmiyorum, gri hareleri yemin eden bir ifadeyle kaplandı. "Kendi kanında boğulacaksın." Dedi bağırmadan. Kaisel yine de onu duydu. "Bu imparatorlukta, kendinle beraber masum olup can veren herkesin kanında, can çekişerek boğulacaksın. Daha önce de söylediğim gibi, huzurlu bir ölüm asla beklemeyecek seni."
Kaisel'in gülümseyişi bu defa silindi. "Aksine asla inanmadım, Prenses." Dedi buz gibi ifadeyle.
Kocasının aksine platformda dikilmek yerine kalabalığın arasında duran Aquila yavaşça yanıma doğru adımlamaya başladı. Tam yanımda, şövalyelerin uyarılarına rağmen diz çöktü. Kuduz bir köpeğe bakar gibi kısılan kum rengi harelerinin aksine dudakları neşeyle kıvrıldı. Sanki kopan kıyamet de, yaşanmak üzere olan vahşet de gram umrumda değildi.
Gerçi, tam olarak aynısını söylememiş miydi? Vicdanının kapısını kapattığını, yerinde kalmak için yapacaklarının onun uykularını etkilemediğini... Haklı olduğunu düşünüyordu. Tanrım, yaptığı her şeyin yanına kalacağını sanıyordu. "Göründüğünden çok daha aptalmışsın Leydi. Eğer yanlış kişiyi seçmek yerine gerçekten oğlumu sevseydin ve biraz baş eğmeyi bilseydin, sanıyorum seni gelinim olarak seçmekte tereddüt etmezdim."
Yavaşça platforma baktı. Darien'i zapt etmek için toplanan onlarca asker gülümsemesinin aydınlanmasını sağladı. "Ama sanırım, herkes hak ettiği yeri bulmalı, öyle değil mi?"
Kulaklarım, artık sahiden hiçbir şeyi duymuyordu. Kafamı kaldırıp İmparatoriçe'ye bakmadım bile. Elijah kalabalığın arasındaydı, askerlere, beni bırakmalarıyla ilgili bir şeyler bağırıyor, yanıma gelmeye çalışıyordu.
Nerede yanlış yaptık, diye düşündüm zihnimin oldukça gerisinde bir köşede.
En çok ihtiyacım olan anda, bundan öncesinde her an yanımda olan o zihnimdeki ses neredeydi? Bir süre boyunca onu duyamayacağımı söylemişti ama bunu demesinin üstünden günler, haftalar geçmişti. Kalbim geçen her saniyede hızlanıyordu.
Gözlerime bakmayan, Kaisel'e baktım.
Neredeyse, neredeyse abim ve kardeşim yerine koyduğum adama.
Tanıştığımız ilk günkü halinden eser yoktu şimdi. Baksaydı, beni karşılayacak olan tek şey ölümün yansıması olacaktı gözlerindeki. Biliyordum. Bunu bilmek içime çektiğim nefesi dahi kesti.
İhanet miydi bizi buraya getiren?
Hikayenin kendine dönmek için zorlaması mıydı?
Daha intikam alacaktık oysa. Aquila'dan, üç kardeşe yaşattığı her şey için intikam alacaktık. Kaisel annesini öldüremez belki demiştim kendi kendime, daha birkaç gün önce. Ben öldürürüm onun için, diye söylenmemiş bir söz geçmişti kafamın içinden o gün defalarca kez. Bunun vebaliyle yaşamaya hazırdım ve sahiden onun için öldürürdüm de annesini.
O halde şimdi neden buradaydık?
Callisto? Batı'ya gittiklerinde o da mı idam edilecekti sahiden? Anfia? Annesinin ellerine mi düşecekti yeniden? Lanetli ormana ne olacaktı? Bilye, kuşum neredeydi? Liberta güvenle topraklarına dönerdi yüksek ihtimalle. Bahsettiği o acı çeken halk ne olacaktı?
Darien'le göz göze geldik. Beynim dört bir yana uğramaya devam ediyor, yaşayacağımız felaketin peşinden gelecek tüm senaryoları bana gösteriyordu.
Sanki bir önemi varmış gibi.
Sanki, Darien'den bir adım sonrasında ne olacağını, gerçekten de umursayabilirmişim gibi. Darien'in bana bakarken anlaşılmadık binlerce duyguyla kaplanmasını izledim gözlerinin.
Dünya sarsılıyordu.
Yer yerinden oynuyordu.
Kaisel elini kılıcına attı.
Nefes alışverişlerim bir panik atağın ya da ölümün kıyısındaymışım gibi hızlanırken etraf o an için masmaviydi. Doğal olmayan bir mavilik. İnsanların teni, soluduğumuz hava, her şey mavinin bir tonuydu. Bunun gerçeklikle değil, görüşümle bir ilgisi olduğunu her nasılsa biliyordum ve duymuyordum hiçbir şeyi. Duyamıyordum. Gözümü açıp kapatıyor, mavinin farklı tonlarını görüyordum. Nefes alıp veriyor, yalnızca kalbimin çınlamasını işitiyordum.
Kaisel kılıcını salladı ve duymayı beklediğim ses, bu sefer kafamın içinde değil de tam yanımdaymış gibi fısıldadı. Yan Sima.
Büyük bir güç dalgasının ayrıldığını hissettim bedenimden. Sonrasında dondu her şey. Hareketler. Aldığımız nefes. Yere düşen yaprak, hareket eden bulutlar ve üstümüze düşen güneş ışıkları dahi. Kafamı kaldırıp önüme bakarken ve şaşkınlık çiğ taneleri gibi kaplarken içimi, kalbim normal ritmini buldu. Tüm bu donukluktan muaf olan tek kişi bendim ancak gördüğüm şeyden sonra, bıraktım nefesimi tutmayı.
Akmaya başlayan yaşlarla beraber zaman çizgisini buldu yeniden.
Her şey kendi hızını bulduğunda, Kaisel'in savurduğu kılıç hedefini buldu.
İmparatoriçe öylece bakarken karşısına, idrak edemedi gördüğü şeyi. Zaman akışını bulmuş olsa da herkes şimdi gördüğü şey yüzünden kıpırtısızdı.
Az önce Kaisel'in yanında dikilen ve eğlenen bakışlarla olup biteni izleyen İmparator'un kafasındaki taç, bir yöne yuvarlanmaya başladı. Ve kafası ayrı bir yöne.
Kafasız gövdesi gürültüyle yere düşerken Darien doğruldu ve Kaisel sonunda bana baktı. İç çektikten sonra, dudaklarını aşinası olduğum oyunbaz sırıtışı kapladı. Yere eğildi ve kanla lekelenen tacı eline aldı. İnsanlar çığlıklar atarken Aquila'nın suratı, bu sefer benim görüşümden bağımsız, buzun mavi tonuyla kaplandı. Sonunda anlamıştı.
Darbe. Olan buydu.
ig; elifbusrw
tiktok; @aperioo (alıntılar ve görseller için)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |