
KAİSEL DE KARİLYA
LİBERTA ESANİL
ELİJAH DE HELEFNA
SİMA RÜZGAR
ANFİA DE KARİLYA
SİMA & DARİEN
Çok az bir yolumuz kaldı.
Bundan sonraki bölümümüz, final olacak. Yorumlarınızı bekliyorum...
Keyifli okumalar,
Sevgiyle kalın
-Elif Büşra Arslan
17
Bazen kıyametin kopmasını dilerdim.
Hepimiz bu kavramla bir çocukken tanışırız. Dünyanın, hatta tüm evrenin sonunu getirecek büyük bir yok oluştan bahsederler bize. Çocuk akıllarımız bunu kavramakta dahi güçlük çekerken öne çıkan duygu elbette ki korku olur. Çünkü kıyamet ölüm demektir. Ölümü anlayabildiğimizden de değildir korkuşumuz gerçi. Ölüm ayrılık ve bilinmezlik demektir. Bundan bahsederler sürekli. İnsan bilmediğinden de ayrılıklardan da korkar. Çocuklarınsa ödü kopar.
Annem öldüğünde o korkuyu yenip de dilemiştim ilk defa kıyametin kopmasını. Çünkü onun olmadığı bir dünyada geriye kalan yaşamın ne anlamı vardı? Bilinmezlikle başa çıkabilirdim ve ayrılıktan çekinmeme de gerek yoktu çünkü çoktan ayırmıştı bizi dünya.
Hissettiklerimin bana fazla geldiğini hissettiğimde de dilemiştim kıyametin kopmasını. Belki on yedi, belki on sekiz yaşımdayken. Bana bir kalp daha lazım, demiştim. Kaldıramıyor tek başıma benimki. Severken çok sevdiğim gibi üzülürken kuyulara sığmazdı hüznüm. Belki bunun akabinde umuda da sımsıkı tutunmuş ve yürümeye çalışmış, ellerim yandığında yadsınamaz bir çaresizlikle dilemiştim bu sefer ölmeyi. Kıyametin kopmasını değil bu sefer.
Çünkü ilk defa kalanlar hiç mi hiç umrumda değildi. Ben sadece gitmek istemiştim.
Şimşekvari elektrik parçaları bulunduğumuz yeri tümüyle sarstı. Bir tür deprem gibiydi ancak bunun kaynağının birinin öfkesi olduğunu hissedebilirdin. Toprak cızırdıyor, kurumuş yerde can bulmuş birkaç yeşillik de küle dönüyordu. Bu dünyada insanların duyguları büyülerine karışıyordu, besbelli. Bu büyünün sahipleri ise insanın dizlerini titretecek bir hiddet yayıyorlardı etraflarına.
Darien ayağa kalktığında onu bağlamış olması gereken zincirler parçalar halinde yere düştü. Unufak olmuşlardı. Yüzünde ne düşündüğünü belli etmeyen bir ifadeyle öylece Kaisel'e bakıyordu.
Askerler donmuştu. Ne yapmaları ve kime karşı hareket etmeleri gerektiğine dair en ufak bir fikirleri yoktu sanki. Öylece birkaç kişinin yüzüne bakıp duruyorlardı. Kaisel, Darien ve Aquila.
Soyluların çoğu İmparator'un, ya da eski imparatorun, kafasız bedenine bakarak bağırıyor, ve bazıları alandan uzaklaşmaya çalışıyordu. Bayılan birkaç tanesi de yok değildi. Parmaklar kalkıyor, öylece birilerini işaret edip bir şeyler söylüyorlardı. Kaos.
Odaklanmak için doğru zamanı elde ettiğimi fark ettiğimde, bileğimi çevreleyen zincirler çatlayacak kadar buz tuttu ve koparak yere düştüler. Hemen yanı başımda ayakta dikilen Aquila ancak o zaman kendine gelebildi. Yere düşen demirin sesi sayesinde oldu bu. Bakışları bana ve yerdeki parçalanmış zincire çok kısa bir an değdikten sonra "Ne duruyorsunuz!" Diye bağırdı yerlerinde kalakalan askerlere hitaben. "Şu hainleri yakalayın. Derhal!"
Bazı askerler gerçekten de harekete geçtiler ancak Liberta'nın da iplerden kurtulması için gereken boşluk oluşmuştu. Elinde herhangi bir silah olmasa da arbalet tutan askerlerden birinin önce eline, ardından boynuna bir tekme attı. Bacaklarını nasıl o derecede havaya kaldırdığını sorgulayacak konumda değildim ne yazık ki. Yalnızca onu izlemekle yetindim bunun için. İçimde anlamsız bir sakinlik vardı.
Belki Kaisel'in yanımızda olduğunu gördükten sonra başka hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Bilmiyorum. Darien iyiydi. Ben ve Liberta iyiydik. İyi olacaktık.
Darien, Aquila'nın bağırışı yüzünden ona döndü ve keyifsiz bir ifade kapladı suratını. Canı çok fena sıkılmış gibiydi. Parmağını şıklattı. Toprakta gezinen elektrik, Aquila'yı dinleyip harekete geçen askerlerin olduğu yerden yükseldi ve aralarında yıldırımdan bir zincir oluşturdu. Bir an içindi. Hepsi çarpılarak titrerken aralarındaki o zincir etraflarındaki herkesin sıçrayarak geri çekilmesini sağladı. Darien'in bu büyüsü uyarı niteliği taşıyordu.
Darien, soğuk gözlerle askerlere bakarken Kaisel, vahşi bir ifadeyle sırıttı. "Herkesin kararını dikkatle vermesini şiddetle öneriyorum." Dedi karanlık bir imayla. "Aldığım onca eğitimden sonra güvenle söyleyebilirim ki imparatorluğumuzda taht varise geçiyor, imparatorun karısına değil."
"Seni lanet hain." Dedi Aquila olan bitenden korkmak yerine çenesini havaya kaldırırken. Sarı saçları sert hareketiyle sırtına döküldü. Kocası ölmüştü az önce ama eh, elbette mahvolmamıştı. Sadece öfke vardı kum rengi gözlerinde. Elleri yumruk halini aldı. Hayal kırıklığı değil, hiddetti taşıyordu sesi. "Babanı öldürdükten sonra hala onun tahtına oturma hakkına sahip olduğunu mu zannediyorsun? Ne halkın ne de soylu kurulunun seni kabul etmesine imkan yok."
Kaisel yere düşmüş olan tacı eğilip aldıktan sonra acımasız bir soğuklukta gülümsedi. "Kraliyet kanı akıtmak ne zamandan beri günah, Aquila?" Sarı hareleri yine parıltılarla kaplandı ancak bu defa eğlenmiyordu. Zevk aldığı da falan yoktu. Safi soğuk ve acı. Saklamaya uğraşmadı. Annesine ve elinde tuttuğu taca baktı. Kafasını eğdi büyü hala hafifçe aramızda uğuldarken. "Eğer günahsa, varsayıyorum yeni doğmuş sayısız varisin kanına boyamazdın ellerini herhalde?"
İnsanlar bir kere daha öylece kalakaldılar. Ne denli korkunç bir itham olduğunu söylemeye gerek yoktu elbet, ellerini tanrı bilir günahın hangi tonuyla kirletmiş soylular bile bundan dolayı inanamazca döndü Aquila'ya. Kötülük belki herkesin ruhuna bulaşırdı ancak aşılmaması gereken sınırlar vardı, değil mi?
Masumlara dokunulmazdı mesela. Çocuklara, hiçbir şekilde dokunulmazdı. En şeytani yüreklerin bile aklından geçmemesi gereken bir şeydi onlara zarar vermek. Daha öncesinde kötülük yaparken tereddüt etmeyenler bile bu sınırda durup, o sınırı geçmiş kişiye şüpheyle bakardı. Masum bir bebeği öldüren, sana ve halka tam olarak ne yapardı? İşine gelince, kaldırmaz mıydı ortadan herkesi, etrafta uçuşan bir toz tanesi gibi?
Aquila da öylece donakaldı yerinde. Nasıl oluyorsa Kaisel'in bunu dillendirmesine şaşırmıştı. Kum rengi harelerinden bir anlığına savunmasız bir ifade geçti bundan dolayı. Sanki o çocuklar, bebekler, unutulmalıymış gibi. Sanki herkes, kendisi gibi bunun önemsiz bir detay olduğuna karar verecekmiş gibi.
Çocuk katili. Olduğu şey buydu halbuki. Nasıl olurda kafasında kendini akladı diye tüm dünya onu masum bulacak sanardı?
Aquila inkar etmeye çalışmadı. Bunun yerine şaşkınlık yerini keskin bir soğukluğa bıraktı ve iç çekti. Omuzları dikleşti kendini yeniden aklında aklamış gibi. "Kardeşler arasında olan taht kavgası esnasında kan dökülmesi normaldir, Kaisel, bunu yasaklayan bir kanunumuz yok."
Kaisel öylece annesine baktı. Onun rahat tavrına. Hafif rügzarda kan kızılı saçları uçuşuyor ve önüne düşüyor olsa da gözlerindeki tiksintiyi görmemek imkansızdı. "Ne benim, ne Anfia'nın, ne de Darien'in o çocuklarla bir kavgası yoktu."
Aquila kısık bir nefes daha verdi dudaklarının arasından. Bakışları kendinden emin ışıltılarla kaplanmıştı. "Olacaktı."
"Tanrı aşkına." Dedi yılmış bir sesle Kaisel, inanamazca. Kalabalık artık kendi aralarında konuşmayı kesmiş, ikisini dinliyordu. "Yaptığın şeyden dolayı en ufak bir pişmanlığın yok." Gözleri kısıldı. Bu yeni farkına vardığı bir şey değildi, bakışlarından görebiliyordum. Pes etmişlikti bu. "Hiç olmayacak."
"Yaşamasına izin verdiğimiz kardeşine bak." Dedi İmparatoriçe sesini yükseltip elini gelişigüzel şekilde Darien'e doğru kaldırırken. "Kendisinin bir hain olduğu yetmezmiş gibi senin de kanına girdi. Tanrı bilir ne fısıldadı kulaklarına. En ufak bir boşlukta kafana geçireceğin o tacı almak için hepsi ve sen de inandın bir salak gibi!" Küçümseme her kelimesinin arasına sinmişken önüne düşen sarı tutamları hırsla geri ittirdi. "Seni bundan daha güçlü yetiştirmiştim, Kaisel. Seni, bundan çok daha akıllı yetiştirmiştim!"
"Sen kimseyi yetiştirmedin." Dedi Kaisel, tüm bu konuşmanın hiçbir anlamı yokmuş gibi sakin bir sesle. Kaşları çatılmıştı. Artık ne yalandan gülümsüyor ne gösteri yapıyordu. Bir elinde taç, diğer elinde kılıç vardı ve ikisini de öyle sıkı kavramıştı ki bir ağırlıkları olduğunu söyleyemezdiniz. Ama vardı. Birinin, kimsenin yüklenemeyeceği bir ağırlığı vardı. "Sen, hiç kimsenin annesi değildin." Diye devam etti kafasını iki yana sallarken. Kılıcı tutan parmaklarının boğumları bembeyazdı. Darien'in de gözleri o kılıca değdi. Çoktan babasının kanına bulanmış olan kılıç. Hala lekelenmesi gereken o kılıç. Ancak abisinin annesiyle olan hesaplaşmasına müdahale etmeyecekti.
Aquila'nın dudakları inanamaz bir ifadeyle büküldü ve bir kahkaha attı. Midem bulanıyordu. Gözlerimi defalarca kez kırpıştırmak zorunda kalıyordum, baktıklarım bulanıklaşmasın diye. Etrafımda soğuk bir rüzgar estiğini hissettim her nasılsa, saçlarım kıpırdamadı yerinden ancak çarpan yüreğim iç çekti sanki.
"Buna mı inandırdın kendini?" Dedi eski imparatoriçe. "Sırtına yediğin bir iki kırbaç mı söyletiyor sana bunları, oğlum? Halbuki sen her şeyden sonra yine bana gelmez miydin?"
Soylular artık olayı pek de takip edemiyorlardı. Her duydukları şey, yeni bir şaşkınlık fırtınası yaratıyordu. Adeta döngüye girmiştik.
Aquila'nın alaylı sözleriyle içimden gözlerimi kapatmak gelse de bunun yerine karşıma baktım. Kaisel'inse harelerinde kalan her duygu yavaşça silindi. Kırpmıyordu gözlerini, kıpırdamıyordu yerinden. Öylece durmuş, eski imparatoriçe'ye bakıyordu. Annesine.
"Kelime oyunların artık seni kurtarır mı sanıyorsun?" Dedi Kaisel ve başıyla babasının ölüsünü gösterdi. "Bunlara kanan kocan ne yazık ki bu defa gelip tutmayacak elinden. Kurtaracak kimse kalmadı seni."
"Öldür beni." Dedi Aquila dik dik oğluna bakarak. "Soyluların değil ancak halkın, seni annesinin kanını elinde taşıyan bir zalim olarak hatırlasın." Dedi gülümserken. "Öldür beni Kaisel. Sonrasında şanlı zaferler getirsen, halkını altına boğsan da tarihe imparatorluk ailesinin katili olarak geçeceksin. Adını hiçbir zaman saygıyla değil, hep korkuyla anacaklar senin."
Kaisel'in hafifçe çenesi kasılırken bu defa Darien sıkıca kılıcını kavradı. Parmaklarının etrafında dolanan kıvılcımları görebiliyordum. Abisinin bir adım gerisindeydi. Kaisel de ondan farksızdı. Gözleri içinden taşan büyüyle parıl parıldı.
Liberta'nın dahi ağzı şaşkınlıkla aralanmıştı.
Elijah artık şok olmuş gibi gözükmek yerine öylece Aquila'ya bakıyordu. Boşluk vardı gözlerinde.
İnanılır gibi değildi bir kadının ruhunda böylesine kötülük taşıması. İnanılır gibi değildi, böyle bir kadının kendine anne demesi.
Üstelik haksız da değildi. Bugün soylular olan bitene tanık olsalar da halk, elbette ki burada değildi. Yarına kalmaz Kaisel'in İmparator'u öldürdüğü her yerde konuşulacaktı. İnsanlara bunu kötü yönetimden dolayı, halk için yaptığını söyleyebilirdi ancak annesini öldürmesinin bahanesi olmayacaktı. İnanmazlardı. Kaisel ve Darien gidip tüm topraklarda Aquila'nın yaptıklarını anlatacak değillerdi. Yeni imparator böyle bir şeyi açıklamaya kalkışsa saygınlığı kalmazdı en başta.
Ah, Tanrı aşkına.
Tarihe İmparatorluk ailesi katili olarak geçeceksin.
Ama Darien de az kalsın, hain olarak geçmeyecek miydi o tarihe?
Kaisel, yavaşça kılıcı tutan elini oynattı. Darien, öylece abisine baktı. Onu durdurmayacaktı.
Bazı anlarda kıyametin dünyaya erken gelmesini dilerdim, evet. Babam bana vurduğunda dilerdim bunu. Yatağıma uzanıp da yarın kalkmak için bir sebep bulamadığımda, Meyza'nın geçmişini gördüğümde ve sonrasında ruh yansımamın artık yaşamadığını anladığımda, Darien ölecek sandığımda ve Kaisel'in bize ihanet ettiğine inandığımda dilemiştim.
Her şeye rağmen bir çocuk annesini öldürmek zorunda kalsa, yine dileyeceğimi biliyordum. Kaisel, bir elinde kılıç bir elinde taç tutsa da olduğu şey buydu annesinin karşısında. Bir zamanlar saçlarını okşasın diye her şeyi göze aldığı kadının oğluydu. Bunu değiştiremezdik.
Gerek de yoktu değiştirmemize.
Sakindim hala o an, her nedense. Belki az önce esen rüzgardan, belki içimde kopan fırtınalardandı.
Sevgili Çocuğum, dedi zihnimdeki ses, neredeyse her zaman içimde bir yeri varmış gibi. Başından beridir onu duyup da hiç yadırgamamın sebebi neydi bilmiyorum ama sesi de dinginlik yağdırdı içime.
Terazi, senin istediğin yöne kayacak.
Dilersen yağmur ol, dilersen azap.
Rüzgâr, senin istediğin yönde çağlayacak.
Kokma.
Korkma.
Tarih, sen ne yaparsan yap
seni asla cani olarak anmayacak.
Bilmiyordum, bunları duymama gerek olup olmadığını. Kararımı günler öncesinde, çoktan vermiştim. Bunun için Kaisel ve Aquila'nın arasına girdiğimde ve elimi salladığımda, içimde çalkalanan fazla duygu yoktu.
Öfke de dindi o anda.
Ayak altımızda duran yer buz tutup dairesel olarak genişlediğinde aniden kimse adım atamaz hale geldi. Darien'in anında kaşları çatıldı ve öne atılmaya kalkıştı ancak buz tuttu onu. Benimse ayaklarım çıplaktı ama buz ne canımı yakıyor, ne kalbimi donduruyordu.
"Snezhinka ne yaptığını sanıyorsun?!" Diye haykırdı Kaisel bana ve Aquila'ya doğru adım atmaya çalışarak.
"Sima gücünü kullanmayı kes!" Dedi Darien tehlikeli bir ifadeyle.
"Meyza... Ne yapıyorsun?" Diye mırıldandı Elijah.
Darien'e döndüğümde kısa bir an için kafamı oynattım. Dudaklarım oynadığında ne söylediğimi hepsinin okuduğunu biliyordum. Bana güvenin. Karşı çıkışlar bir an için son buldu ve ben de önüme döndüm.
Aquila artık sadece bana bakıyordu. Bir adım atmaya çalıştı ancak atamadığında bakışlarında vahşi bir şeyler belirdi. Kafamı eğdim hafifçe. "Sana rüzgar ekenin fırtına biçeceğini söylemiştim Aquila." Dedim sakince. Parmaklarımın arasında dolanan parıltılara baktım. İlahi ışık parçalarına benziyorlardı. Başından beridir içimde dolanan ve beni yerimde kıvrandıran büyünün kırıntılarıydı. Kesik bir nefes çektim içime. "Bana fırtınanın sen olduğunu söyledin." Dedim düz bir sesle. "Ancak sen fırtınaysan ben kasırgayım, Aqua."
Ona doğru ilerlediğimde belki karşımdakinin ne denli tehlikeli bir kadın olduklarını bildiklerinden Darien de Kaisel de hala huzursuzdu. Darien, adım atamasa bile her an karşımdaki kadını ölümüne çarpmaya hazırdı. Aquila'nın ise suratındaki o ifade bir an olsun silinmedi. Adım atamamasına rağmen. Ayak uçlarında yatan benim büyüm olmasına rağmen. Kan dökemeyeceğimi düşündüğünden belki. Bilmiyordum.
Onu yaptığı her şeyin yanına kar kalacağını düşündüren ne olmuştu, tahmin etmek zor değildi. Kanından kötülük akan herkes böyle düşünürdü. Karmadan güçlü olduğuna inanırlardı. Sonuçlardan kaçabileceklerine emin olmak için her şeyi yaparlardı.
"Tarih oğlunu imparator katili olarak değil, halkın kurtarıcısı olarak anacak." Dedim gülümseyerek. Kulağına yaklaştım yavaşça. "Darien'i hain olarak değil, Batı'nın fatihi ve kralı olarak bilecekler ama sen-" Gülümseyişim büyüdü. "Çocuklarının gözünde anne olarak değil, cani olarak kalacak olsan da halkın ve kalan herkesin gözünde bir hiç olacaksın." Işıltılar etrafımızda arttı. "Yaptığın hiçbir şey anılmayacak. Kitaplardan adını sileceğim, Aquila. Adını iyi ya da kötü anan kimsenin kalmayacağına emin olacağım. Öldürdüğün o çocukların ve annelerinin isimleri tüm tarih kitaplarında geçerken gelecek nesiller senden habersiz olacak. Senin cezan bu. Bir hiç olarak geldin ve yıldızlara kadar yolun vardı. Bir hiç olarak kalmayı tercih ettin."
Fısıldadıklarımla o sakin ifadesi çatladı. Tamamen paramparça oldu sonrasında.
"Sen aptal bir kadınsın Meyza Isabel." Dedi yüksek bir sesle. "Beni yolundan çeksen de kadere karşı koyabilirsin mi sanıyorsun? Geldiğim yerin belli olduğunu söyledin. Pekala, öyle olsun. Senin geldiğin yer belli değil mi peki?" Dedi kafasını yana eğerken. "Önce istismar edilmiş, sonra da sevdiği adam tarafından terk edilmiş zavallı varis değil misin sen?" Gülümsedi soğuk bir şekilde. "Kendi halkın, sana yüz çevirmedi mi? Kanından buz aktığını, bir cadı olduğunu mırıldanmadılar mı ardından? Madem hepimiz geldiğimiz yere döneceğiz, bir adım gerinde neyin olduğunu unutma, Kuzey Kızı. Sen de oraya geri döneceksin elbet."
Elijah bile o an neredeyse Aquila'nın üstüne atlayacaktı. Darien, Kaisel ve Liberta. Hepsi.
Buna gerek kalmadı.
"Çok yazık." Diye bir hayıflanma döküldü dudaklarımdan, Aquila'nın gözleri kocaman açılırken. Eli hızla göğsünü buldu. Ne olduğunu anlaması uzun sürmedi. Bir şeylerin çok yanlış ilerlediğini sonunda hissetmiş olmalıydı. "Durdur şunu." Diye haykırdı elleri ve bacakları buza dönerken.
Buz onu sarmalamıyordu, hayır.
Vücudu buzla bütün oluyordu.
Darien, ona savurmak üzere olduğu kılıcını indirirken Kaisel'in elektriklerle parlayan hareleri duruldu. Liberta fırlatmak üzere olduğu hançeri usulca aşağı indirdi.
Aquila daha fazla konuşamadı çünkü dudakları da buza döndü. Tepeye baktım. Güneş üstümüzde parıldıyordu. Aquila'nın suya dönüşmesi muhtemelen birkaç saati bulurdu ancak ne olursa olsun, bu saatten sonra kurtuluşu yoktu. Kanı dökülmeden doğa ile bütünleşeceği için şükretmeliydi.
Dönüp Kaisel'e baktım.
"Şu tacı taksan iyi olur." Diye mırıldandım gözlerimi kırpıştırırken. "Cinayetten yargılanmak istemiyorum ve... Sanırım bayılacağım."
Sonrası bir anlık bulanıklıktan ibaretti ancak bu defa uyanmam hiç mi hiç uzun sürmemişti ve bunu gözlerimi açtığımda hala Darien'in kucağında olmamdan anladım. Sarayın altınlarla süslü koridorlarında ilerliyorduk. O kadar hızlı yürüyordu ki bir an için başım döner gibi oldu ancak ben sarsılmayayım diye dikkatle kavramıştı bedenimi. Muhtemelen beni bir yere yatırıp şifacı çağıracaklardı ancak buna gerek yoktu.
Dalgınca, kaşları tamamen çatılmış olan Darien'e baktım. Yüzünde, neredeyse bir ülkeyi haritadan silecekmişçesine öfkeli bir ifade vardı ancak dediğim gibi, beni tutuşuna yansımıyordu hisleri. Sarı hareleri vahşi parıltılarla süslenmişti ve siyah tutamlar terden alnına yapışmıştı. Daha yakından bakınca fark ettiğim tenindeki çizikler benim de kaşlarımın çatılmasını sağladı. Ayrıca ardımızdan gelen senkron adım seslerine bakarsak bizi takip eden iki kişi daha vardı. Geriye dönüp onlara bakmak yerine elimi kaldırıp Darien'in yüzüne dokundum usulca.
Kaskatı kesilmiş bedeni bir anlığına rahatlarken bakışları anında bana çevrildi ve hızla yüzümde dolandı hareleri. Yanaklarıma, dudaklarıma, kaşlarıma ve kirpiklerime her zamanki gibi, büyük bir dikkatle teker teker baktı. İç çekti yavaşça. Çatık kaşları düzelmemişti ama ben hafifçe gülümsedim. "Selam?"
"Bir yerin acıyor mu?" Diye sordu düz bir sesle. Kafamı salladığımda bakışları kalbime kaydı. "Ağrın var mı, Sima?"
Başımı tekrar iki yana salladığımda inanmaz bir ifadeyle gözleri kısıldı ancak "Gerçekten." diye tekrar ettiğimde hafif bir rahatlama çöktü ifadesine.
"Uyandı mı?" Diye bir çağırışın ardından biri hızla öne geçti. Liberta'ydı. Darien'in büyük adımlarına ayak uydurmak için adeta koşuyordu ancak bu umrunda değil gibiydi. Hesapçı bakışları önce öylece bedenimde gezindi. Saçları asi siyah bukleler halinde arkasında salınıyorlardı. Yer yer kandan birbirlerine yapışmışları ancak bunun da umrunda olduğunu sanmıyordum. Bedenimi incelemesi bitince endişeli bir şekilde baktı gözlerimin içine ve onun da kaşları çatıldı. "Büyü kullanıp kendinden geçmek gibi bir alışkanlığı hangi cehennemden edindin? Her lanet sefer, Sima."
Darien benim vereceğim cevabı beklemedi. Bir odaya girdik hızla. Odanın her yani bordonun tonlarıyla kaplanmıştı. Üç metrelik o devasa perdeler, halılar, devasa yatağın üstündeki saten çarşaflar. Perdeler pek de ışık geçirmiyordu ancak her yandaki altın varaklı meşaleler devası odayı aydınlatmaya yetmişti.
Darien, sanki kırılacakmışım gibi dikkatle beni yatağa bıraktığında o yatağın içine adeta gömüldüm. Mırıldanıp yatakta dönmek istemediğimi söylemem ancak bunun zamanı olduğunu sanmıyordum. Kaisel de bakış açıma girdiğinde uzandığım yerden hızla kalktım. Darien, neredeyse bileğimden tutup beni geri yatıracaktı ancak "Bir saniye." Diye mırıldandım ağzımın içinde.
Ardından Kaisel'e döndüm.
Onun da saçları birbirine girmişti. Yüzünde, tıpkı dün salona girerken olduğu gibi yer yer kan lekeleri vardı ve bu kanın ona ait olmadığını bilmek içime bir ışık parçası düşürmek gibiydi. Ya da bizden birine. Kaisel'in hesapçı bakışları gelişigüzel şekilde yüzüme değse de hafif bir merak düştü harelerine. Bu kadar acele ne söyleyeceğimi merak etmişti belki de.
"Tatlım, beni özlemiş olsan da şifacılar gelene kadar yerinden kalkmanı istemem." Dedi kaşları havaya kalkarken. Bir adım daha atıp da önünde durduğumda iç çekti ve bir an için çekip bana sarılacakmışçasına kollarını yukarı doğru oynattı ancak buna fırsat vermeden yumruğumu suratına geçirdim. Elim felaket derecede sızlasa ve bunu beklemeyen Kaisel'in yüzünün sağa doğru savrulduğunu görsem de durmadım. Yumruklarım göğsüne inmeye devam etti.
"Sana her ne planlıyorsan bize söylemeni söylemiştim." Neredeyse sakin olarak algılanabilecek bir sesle ancak tüm gücümle göğsüne vurmaya devam ediyordum. "Ne yaptığının farkında değilsin. Beni, bizi ne düşünmeye ittin farkında değilsin. Haber vermeliydin, Kaisel!" Sesim git gide yükselirken Kaisel beni durdurmak için hiçbir şey yapmıyordu. Öylece, boş bir ifadeyle baktı yüzü yeniden bana dönerken. "Elini yaralayacaksın." Diye mırıldandı kaşları hafifçe çatılırken. Gözlerim inanmazca aralandı. Bir yumruk daha indirdim göğsüne. "Konumuz bu mu! Kaisel! Neler olabileceğinin, sana ne yapabileceğimizin farkında mıydın?! Sana canını bir hiçmiş gibi ortaya koymamanı söylemiştim, lanet herif!"
Bir an sonra bir çift güçlü el belimden tutup çekti beni. Darien bedenimi hafifçe göğsüne doğru bastırdığında döndüm ve bu defa onu ittirdim. "Sen peki! Ne cüretle tüm kaosun ortasında beni bayıltırsın, Darien?! Beynin tam olarak nasıl işliyor bilmiyorum ama sen gittikten sonra benim sağ salim kalabileceğimi düşünmen inanılır gibi değildi!" Darien benim aksime sakince iç çekti ve beni yeniden tuttuğunda bir parmağı yatıştırırcasına bileğimin içini okşadı. "Sakinleş, Sima."
Sakinleşmek istemiyordum. Gerçekten.
Ancak Darien'in sesinin üstümde yatıştırıcı bir etkisi vardı. Belki de kokusunun. Ya da direkt olarak varlığının. Bilmiyorum. Bu etki alanından sıyrılmak için yeniden çekildim ve çekilince huzursuzca kaşlarının çatılmasını umursamadan Liberta'nın yanına geçtim.
Dik dik ikisine bakmaya devam ettiğimde Kaisel iç çekerek Darien'in beni yatırdığı yatağa oturdu ve alnını sıvazladı. Sanki az sonra ağzından her ne çıkacaksa onları söylemek bile dert olmuştu kendisine. Birilerine bu zamana kadar yaptıklarının hesabını vermediği ne kadar da belliydi. Suratını buruşturdu. "Olaylar bu şekilde gelişti, Snezhinka. Planlayarak yaptığım bir şey değildi."
Mükemmel mazeret. Gözlerim inanmazca kısılırken onaylamayarak kafamı salladım. "Ama dans ederken çoktan bunu yapmaya karar vermiştin. İnkar etme. Bana söylemek için zamanın vardı."
"Bu tür bir şey için rol yapmanızı göze alamazdım, Sima. Bu sözde prensesin-" Diyerek öfkeyle Liberta'yı gösterdi. "Sanırım ailesi ya da her ne haltsa, peşine koruyucu askerler takmış. Onlar da bir salak gibi yakalanmışlar. Yetmemiş, Esanil Krallığından olduğunu itiraf etmişler."
Şaşkınlık öylece Liberta'nın içine dağılırken vücudu kaskatı kesildi. Oh.
"Onlar-"
"Elbette öldüler." Diyerek kesti sözünü Kaisel soğukça. "Size Aquila'nın aptal olmadığından bahsetmiştim. Sima'yı bir adamla buluşurken gören casus yetmezmiş gibi Esanil askerleri sarayda ortaya çıkınca elbette ki her ihtimalden şüphelendi. Benim sizin yanınızda olmamdan şüphelenmemesi ise mucize olurdu. İkna olmasına yetecek bir şey yapmak zorundaydım."
"Onları öldürdün." Dedi Liberta inanamazca. "Salona girdiğinde yüzündeki kan-"
"Sakın şimdi bana aptal rolü oynamaya kalkma, Prenses." Dedi Kaisel kafasını yana eğerek. "Aquila'yı kandırmanın tek yolu buydu." Ardından bana çevrildi bakışları. "Ve sizden, size ihanet etmiş gibi davranmanızı isteyemezdim, Sima. Salonun her yanında keskin nişancılar vardı. İnanmadığı bir andan sonra, dikkatimden kaçacak bir tanesi bile birinizin ölümü demek olurdu. Salondaki tarafsız bazı soylu aileleri saymıyorum dahi."
Bilgileri sindirmeye çalışarak birkaç kez gözlerimi kırpıştırdığımda "Onun için Liberta'nın kimliğini de ifşa ettin." Diye mırıldandım ağzımın içinde. "Annen aynı tarafta olmadığımıza tamamen inansın diye."
Kaisel beni onaylamadı ancak inkar da etmedi.
Aldığım nefesi verdiğimde omuzlarımın çöktüğünü hissettim. "Korkunç bir şeydi, Kaisel." Diye mırıldandım sessizce. "Senin bize ihanet ettiğini düşünmek. Görmek. Sana karşı- Sana karşı hareket etmek zorunda olmak." Gözlerim dolmasın diye onları birkaç kez kırpıştırdıktan sonra yatağa, yanına oturdum. Yeniden vururum diye beklentiyle kaşları havaya kalktığında dikkatli bakışları üstümdeydi ancak bu defa, sadece sarıldım ona. Kafamı göğsüne yasladığımda derince iç çektim. "Bir daha asla, asla böyle oyunlar oynamayacaksın."
Durdu birkaç saniye için. "Söz veremiyoru-"
"Seni öldürürüm."
"Söz. Pekala... Söz."
Kolları sonunda karşılık vererek beni sardığında saçlarımı okşadı ve hafifçe, teselli etmek ister gibi iki kere sırtıma vurdu ancak geri çekildim. Darien, tüm huzursuzluğuyla bir bana, bir Kaisel'e bakıyordu. Ben de aynı şekilde ona baktım. "Senin geçerli bir bahanen yok, Darien."
Gözlerini devirdi. "Beni aynı durumda senin aksini yapacağına inandıramazsın."
"Hem suçlu hem güçlü, inanılmaz."
Birkaç şifacı oldukça tedirgin bir ifadeyle aynı anda odaya daldıklarında, Kaisel'in tutuşundan sıyrılıp ayağa kalktım. "Çıkın." Dedim onlara karşı yumuşak bir ifadeyle. Sanki canları tehlikede gibi bakıyorlardı bana. Buraya nasıl çağırıldıklarını tahmin etmek zor değildi. Kaldı ki verdiğim emirden sonra ne yapacaklarını bilemeyerek Kaisel'e döndüler.
Kaisel'in kaşları çatılırken Darien iç çekti. "Seni yatağa bağlamamı istemiyorsan Sima, otur yerine."
"Hayır, iyiyim, gerçekten. Size bu konuyla alakalı söylemem gereken şeyler var."
"Bayılıp durmak gibi bir alışkanlık edinmesen iyi olduğuna inanmak daha kolay olabilirdi." Dedi Liberta eliyle saçlarını geri atarak. Dudakları düz bir çizgi şeklindeydi ve gri hareleri hüzünle çevrelenmişti. Muhtemelen askerleri için. Ancak Kaisel ile bu konu hakkında daha fazla tartışmayacağı da belliydi. Haklı olduğunu biliyordu.
"Anlatacağın şeyi kontrol edildikten sonra da anlatabilirsin tatlım." Dedi Kaisel huzursuz bir tonda, bana bakarak.
"Şu adamları çıkartıp bana bir dakika verin." Dedim kollarımı birbirine bağlarken. Kaisel, Darien'e baktı bir an için. Darien kafasını hafifçe sallayınca, Kaisel şifacılara dönüp çıkın der gibi elini salladı. Adamlar, sanki rahatlamış ya da üstlerinden bir yük kalkmış gibi birer birer odayı terk ettiler.
Ancak o zaman iç çekerek en yakındaki koltuğa oturdum ve konuşmamı gerçekten bekleyen kişilere döndüm. Darien, öylece duvara yaslanmış, kollarını birbirine bağlamıştı. Kaisel dizlerinin üstüne dirseklerini ve avuç içine de kafasını yatırmıştı. Liberta ayaktaydı ve ağırlığını bir bacağından ötekine veriyordu.
İç çektim.
"Kafamın içinde bir ses var."
Ortalığa bir sessizlik çöktü. Ellerime odakladığım kısa bir anda bir şeyler söylemelerini bekledim ancak cevap gelmeyince kafamı kaldırdım. Ancak o zaman birbirleriyle bakıştıklarını gördüm. Kaşlarım çatıldı. "Ciddiyim."
"Kafanın içinde bir ses var." Dedi tekrar etti Darien, garip bir ses tonuyla.
"İç ses gibi bir şey mi?" Diye mırıldandı Liberta. Kaisel sanki ruh sağlığımda bir sıkıntı var mı yok mu anlamaya çalışır gibi bakıyordu ki bu da daha da gerilerek yerime yaslanmamı sağladı.
"Hayır elbette." Diye mırıldandım iç çekerken. Daha açıklayıcı olmam gerektiğinin farkındaydım. Burada olmam bir gizemden ibaretken, her şeyin bir anlamı olabilirdi. Kaldı ki kafamın içinde dönenlerin artık bilinç altımın bir parçası olmadığına emindim. "Bu ses, benimle konuşuyor. Buraya geldiğimden beridir. Yani önceden konuşmuyordu, sadece bir şeyler söylüyordu ancak yakın zamanda, sesin sahibi rüyama girdi."
Bu sefer ortaya çöken sessizlik herkesin bir anlığına düşünce bulutuna çekilmesindendi.
"Kara büyü mü?" Diye mırıldandı Liberta. Gri hareleri olayın ciddiyetinin farkına varmasıyla alevlerle çevrelendi. Kaşlarını da çatıp büyük bir ciddiyetle baktı bana. "Birileri kafana girmeye, aklını bulandırmaya çalışıyor olabilir. Kara büyüyle bu mümkün."
"Kara büyü yapabilmeleri için gereken parşömenler asırlar önce kayboldu." Dedi Kaisel de kaşları çatılırken.
"Kaybolmuş olması gerekiyor ama bulunmuş da olabilirler" Diye devam etti Darien ancak kafamı iki yana salladım. "Kötü bir niyeti yok." Dedim titrek bir nefesi içime çekmeden önce. "Ayrıca, onun bir insan olduğunu düşünmüyorum."
"İnsan olduğunu düşünmüyorsun?" Diye tekrar etti bu defa Darien hafifçe duraksarken. Sarı harelerinden belirsiz parıltılar geçti.
"Önceden sadece bir adamın sesine sahipti. Gerçi konuşmuyordu da, sesleniyordu daha çok. Sesi kafamın içinde yankı yapıyordu ancak her nedense bunu hiç yabancı karşılamıyordum. Rüyama girdiği gün, bir cinsiyeti olmadığını söyledi. Yüzünü görmedim ama hem bir kadının hem de bir çocuğun sesine sahip olabiliyordu." Yutkunduğumda üfleyerek önüme düşen birkaç tutamı çekmeye çalıştım. Darien yavaşça yanıma doğru adımladı. Eli yavaşça o tutamları kulağımın gerisine ittikten sonra baş parmağıyla çenemi okşadı. "Başka ne dedi, Tilki?"
"Normalde, içimdeki güçle ilgili sesleniyordu. Tehlikeye düştüğüm ya da tereddüt ettiğim zamanlarda. O tereddüte gerek olmadığı ya da potansiyelimle alakalı şeylerdi..."
"Sonra?" Diye devam etti Darien tehlikeli bir sesle. Kafamı kaldırıp ona baktım. İçim hafifçe titredi ancak göğsümde bir şeyler katışıp yumuşadı kendiliğinden.
"Sonra bana onu bulmam gerektiğini söyledi. Bir tek ben bulabilirmişim. Ve onun da bu evrene ait olmayan ruhumu koruması gerekiyormuş. Meyza'yı da biliyordu. Onu neden korumadığını sorduğumda cevap vermedi ancak durumumuzun çok da farklı olmadığını söyledi. Ayrıca dokunduğum kişilere dikkat etmem gerektiğini, çünkü büyümü kullanabileceklerini söyledi. Büyünün sızma noktası parmak uçlarımızmış."
"Onu bulman gerektiğini söyledi, hm?" Diye tekrar etti bu defa. Sakinmiş gibi gözüküyordu ancak değildi, biliyordum. Durgun ve dalgasız tatlı bir suyun dibinin olmaması gibiydi bu. Tehlike boyutunu bakarak anlamanız mümkün olmazdı. Gözleri aklından her ne geçiyorsa tekinsiz bir şekilde parıldıyordu. Bakışları öylece yüzümde dolandı.
"Daha önce bahsetmememin sebebi, aklımın bir oyunu olduğunu sanmamdı ancak öyle olmadığına emin oldum ve bugün-"
Duraksadığımda Kaisel'in gözleri kısıldı. "Bugün ne oldu, Snezhinka?"
"Sen kılıcını savuracakken korkunç bir sakinlik düştü içime. Üstelik o kılıcı Darien'i öldürmek için kullanacağını sanarken..." İç çekip kafamı iki yana salladım. "Bir yandan da her şey çok yoğundu. Acı yoktu ancak- Dünya ikiye bölünecekmiş gibiydi." Kelimeleri toplayamadığımın ve bunu açıklamanın düzgün bir yolu olmadığının farkındaydım ancak Liberta destek verir gibi gözlerini kapatıp açtığında devam ettim. "Ve sonra her şey... Dondu. Öylece. Hareket eden her şey. Kaldırdığın kılıcın, sen, ağaçtan düşen yaprak ve esen rüzgar dahi. Ancak kılıcını babana doğru kaldırdığını gördüğümde her şey akışına geri döndü."
"Zamanı dondurdun?" Diye fısıldadı Liberta olduğu yerde duruşu değişirken. "Tanrı aşkına, zamanı mı durduğunu söylüyorsun?"
"İnsanlar zamanı donduramaz Sima." Diye mırıldandı Kaisel eliyle yüzünü sıvazlarken.
Kafamı iki yana salladım. "Gerçekten dondu."
Kaisel altın harelerini bana dikti. "Hayır, bunu sana inanmadığım için söylemiyorum ancak gücün bir şeyleri dondurmak olsa bile, zamanın akışına dokunabilecek bir sihir parçası yok. Sadece-"
"Sadece Evaria bunu yapabilir." Diye devam etti Darien.
Liberta'nın dudakları aralanırken Kaisel ve Darien yine bir an için göz göze geldiler. "Everia yüzyıllardır ortada yok." Dedi Liberta kafasını iki yana sallarken.
"Ve Sima'ya onu bulmasını söyledi." Diye devam etti Kaisel. Kafasını yana yatırdığında bakışlarında bir dinginlik vardı ama daha önce hiç bakmadığı şekilde baktı yüzüme. Yeni bir ışık parçasına rastlamış gibi. "Ve sadece onun bulabileceği kısmını da atlamayalım."
"Şifacılar vücudunun kutsal güce tepki vermediğini söylemişti." Dedi Liberta gözlerini kırpıştırarak. "Ya başka bir evrenden olduğunu ya da kutsal gücün kendisini içinde taşıdığını... Biz öteki ihtimali değerlendirmiş olsak da... Aslında ikisi de doğru olmalı. Rahipler kendini iyileştiremez."
"Yani-" Dedim mırıltıyla.
"Yanisi Sima-" Dedi Darien altın harelerini gözlerimde sabitlerken. Sonra yavaşça, hiç acele etmeden bir dizinin üstüne çöktü. Şaşkınlık çığ gibi içime yığılırken elimi avuç içine alıp parmaklarımın üstüne küçük bir öpücük kondurdu. "Yüzyıllardır beklenen azize sensin."
Gözlerimi kırpıştırdım. Birkaç kez daha. Birkaç kez daha. Darien ayağa kalkmadı, hayır. Bunun yerine, Esanil Prensesi de diz çöktü önümde. Sanki yemin edermiş gibi. Sanki bu gönüllü olduğu kutsal bir görevmiş gibi. Kaisel oturduğu yataktan kalktığında dudakları kıvrıldı. Acele etmeden o da diz çöktüğünde, neredeyse çığlık atacak hale gelmiştim.
"Seni koruyacağım Sima. Yolunu açmak için kanımı dökmem gerekse bile. Yemin ederim." Dedi Liberta fısıltıyla.
"Yolunu açmak için kanımı dökmem gerektiğinde bile." Diye tekrar etti Kaisel kafasını da hafifçe eğerken. Yeni imparator olmuşken öylece diz çökmesi dudaklarımın aralanmasını sağlarken "Yemin ederim." diye tamamladı cümlesini.
"Ne pahasına olursa olsun, istediğin yolda yürüyeceksin, Sima." Dedi Darien. Aslında bunun için yemin etmesine hiç gerek yoktu çünkü öyle bir inançla dillendirmişti ki söylediğini, inanmıştım. O an, ne derse desin inanırdım. Yavaşça doğrulduğunda kulağıma doğru eğildi. "Kanım sadece senin için dökülecek. Yemin ederim."
Öyle bir duygu fırtınası vardı ki içimde, hissettiklerimi hissetmek için yüreğim kendi başına yetmiyordu.
"Tanrı aşkına hepiniz ayağa kalkın." Diye mırıldandım kendim de ayağa kalkarken. "Siz- Delirdiniz mi? Bu ne biçim bir yemin böyle? Bu tür bir şeyi istemiyorum. Yani, azize olan ben değilim, Meyza. Onun bedeninde olduğum için güçlerini kullanabiliyorum."
"Siz aynı özden yaratıldınız, Sima. Everia belli ki sadece onu değil, seni de seçmiş. Seçmese emin ol, zerresini kullanamazdın gücünün." Dedi Liberta ayağa kalkarken. Dudakları kıvrıldığında gözlerinde yumuşak bir ifade canlandı.
"Yine de-" Dedim aceleyle. "Ciddiyim. Olası hiçbir tehlikede böyle bir saçmalık için önüme atlamanızı istemiyorum."
Kaisel ayağa kalktıktan sonra alayla kıvrıldı dudakları ancak kimse yorum yapmadı söylediğime. Darien yavaşça beyaz saçlarımın üstünden geçirdi elini. "Şaşırmış gözükmüyorsun."
Kafamı yana yatırdım. "Tahminlerim doğrultusundaydı."
Tek kaşını sorarcasına kaldırdığında omuz silktim. Derken, kapı çarpılarak açıldı yine. Üstü başı dağılmış olan Elijah, peşindeki muhafızlar onu tutamadan odanın içine fırladı ve bakışları beni bulana kadar durmadı. Darien'in bütün vücudunun kaskatı kesildiğini hissettiğimde elini çekti ve sırtını döndü bana. "Ben de seni bekliyordum, piç herif." Diye mırıldandı ağzının içinde.
Omzuna dokundum. "Darien?"
"Meyza?" Diye sordu Elijah da tam aksine sakince. Darien'in duyduğu şeyle beraber adeta Elijah'a kilitlendi. Hangi isim olursa olsun, bana seslenmesini istemiyordu.
"Majesteleri, bağışlayın yalvarırım. Muhafızların kalanı soyluları dağıtmakla uğraştığı için tutamadık." Diye konuştu şövalye kafasını eğerek.
Kaisel kafasını eğdi. "Defol." Dedi sadece ona ve diğer şövalyelere hitaben. Bu onu daha mı çok korkutmalı bilemeyen şövalye emri ikiletmeden diğerleriyle birlikte aynı hızda kayboldu.
Elijah bana bakmaya çalışırken derince iç çekti. "Meyza, iyi olduğundan emin-"
Sonrasında tutamadım. Darien omzundaki elimden sıyrılarak yumruğunu Elijah'ın yüzüne geçirdi. "Bu kadına dokunan parmaklarını tek tek kıracağım." Dedi güneş rengi gözleri tehlikeli parıltılarla dolarken. "Her siktiğimin birini."
Yok artık. "Darien?"
Elijah, beklemediği yumrukla yalpalasa da gözleri kısıldı çenesini ovuşturarak yeniden Darien'e döndü. "Derdin ne lanet herif?"
Darien onun vurarak karşılık vermemesine kaşlarını çatarken "Derdim sensin." Dedi koyu bir ses tonuyla. "Karşılık ver." Dedi sertçe. Elijah'ın öylece yerinde durmasından hoşlanmamıştı.
"Bu saçmalık için burada değilim." Dedi aynı şekilde tehditkar bir ses tonuyla Elijah. Yeşil hareleri öfkeyle çevrelendi. Başı bana çevrilecek gibi oldu ki "Devam et." dedi Darien rahat bir tavırda meydan okuyarak. "Ben de gözlerini yerinden çıkartayım."
Dudaklarımı bir an için birbirine bastırdım. Darien, ilişkimizi ifşa edemediğimiz süre boyunca belli ki Elijah'a kafayı takmıştı. Öfkesini anca şimdi gösterebilmesine şaşırmamalıydım. Balo salonunda onun üstüne atlamaması bile mucizeydi.
Elijah ona ilgisiz bir bakış attı. "Sana soracak değilim."
Kaisel'in yanına adımladığımda "Bir şeyler yap." Diye fısıldadım kulağına doğru. Elijah'ı tıpkı bir şahin gibi izleyen Kaisel bana dönmedi bile. Bunun yerine dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Zevk alır gibi bir hali vardı. "Darien bir şey yapmazsa ben yüzeceğim derisini."
Mantıksız yorumu kaşlarımın çatılmasını sağladı. "Sırf sinirine dokunuyor diye bir ülkenin prensini tartaklayamazsın."
"Dene beni."
Delirmişlerdi.
"Sormanı söylemedim." Dedi Darien kafasını yana yatırırken. "Bunu senin için bir tür yasak olarak düşün. Geçmemen gereken bir tür çizgi. En başta buraya gelmemeliydin, Elijah. Şimdi neyin var neyin yoksa toplayacak, siktir olup lanet ülkene geri döneceksin."
Elijah'ın bakışları yine de bana çevrildi. Darien'in çenesinin kasıldığını görebilsem de Liberta onu omzundan tutarak geri çekmeye çalıştı. "Her şey yeterince karışık." Dedi Darien'e dikkatle bakarken. "Halk üst üste hem yeni bir imparator hem yeni bir savaş haberini kabul etmez."
İç çekerek öne çıktım ve Elijah'a baktım doğrudan. "Neden hala buradasın, Elijah?"
"Sima geri çekil." Dedi Darien uyarır bir tonda.
Bakışlarından gölgeler geçti. "İyi olduğundan emin olmak istedim, Meyza. Bayıldın, farkında mısın?"
Gözlerim yavaşça açılıp kapandı. "İyi olup olmamam seni ilgilendirmiyordu, hatırladın mı? Bunları konuştuk."
"Bunları konuştunuz?" Dedi Darien kaşları havaya kalkarken sesi öfkeyle sarmalanırken. "Tam olarak ne zaman bunları konuştunuz?"
Yanaklarımın içini ısırdım tedirgince. "Saray bahçesine koşmadan hemen önce."
Kaisel'in gözleri şüpheyle kısıldı. Elini kızıl saçlarının arasında geçirdiğinde gözlerinde dolanan ifade hiç de sevecen değildi. "Uyanır uyanmaz bahçeye koşmaya başladığını varsaymıştım?"
"Hmm." Diye geveledim ağzımın içinde. "O konuşmanın er ya da geç yapılması lazımdı." Gözlerimi kaçırdığımda Darien çenemi tutup hafifçe kaldırdı ve gözlerinin içine bakmamı sağladı. Koyu bir gölge düşmüştü sanki ışığı taşıyan altın harelerine. "Bu yapılması gereken konuşma, tam olarak nerede yapıldı Sima?"
"Odasında." Dedi Elijah bulunduğu yerden.
Darien'in dudağı hafifçe yukarı kıvrıldı. Çenemi tutan elinin dahi kasıldığını hissedebiliyordum ki elini aşağı indirdi. O an, onu tutmam gerektiğini biliyordum. Arkasını dönmeden hemen önce bileğine yapıştım ki bu defa Kaisel aniden yumruğunu Elijah'a geçirdi.
"Kadının odasında ne işin vardı piç?!" Dudaklarım dehşet içinde aralanırken bu defa Elijah da karşılık verdi. Yumruk. Bir yumruk daha. Yumruk. Bir yumruk daha.
Liberta düşünmeden Kaisel'in arkasına sarılıp ona geri adım attırmaya çalıştığında Elijah hıncını alamamış olacak ki kanlar akan burnunu elinin tersiyle sildi ve dik dik Kaisel'e bakmaya devam etti. Gözü ve çenesinin moraracağını söylemek şimdiden mümkündü. Tanrı aşkına, bu çocuk ülkesine döndüğünde ne olacağını düşünüyorlardı? Savaşa girme lüksümüz yoktu.
Birkaç adım atıp Elijah ile diğerlerinin arasına girdim, bakışlarımı sarışın prensin üzerine sabitledim.
"Gördüğün üzere sapasağlamım. Endişe etmeni gerektirecek hiçbir durum kalmadı. Ve tekrar ediyorum—kalsaydı bile seni ilgilendirmezdi." Derin bir nefes verdim. "Ama bundan önce sana bir uyarım olacak." Sesim yorgun çıkmıştı. "Azize ilan edeceğiniz kadın ortaya çıktığında... Dikkatli ol. Ellerini koru. Ne bileyim, bir eldiven falan tak. Sadece dikkat et, Elijah. Tarihiniz zaten hatalarla dolu. Tekrara yer verme."
Elijah'ın yüzündeki ifade bir anda değişti, kaşları çatıldı. "Ne demek istiyorsun?"
"Hiçbir şey demek istemiyorum. Bunu benden son uyarı olarak al. Fazlasını da bekleme."
Bakışları hepimizin üzerinde tek tek gezindi. Sonra başını yana eğdi. "Azize'yi çoktan bulduk." Dedi, mırıltı gibi bir sesle.
O an yerimde sendeledim. Darien belimden tutup beni ayakta tuttuğunda gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Bu her açıdan saçmaydı fakat dahası, gerçekleşmemesi gereken türde bir saçmalıktı.
"Ne?"
Henüz ortaya çıkma zamanı değildi. Hikâyenin yönünü değiştirmiş olsam bile, hangi hareketim Aileen'in ortaya çıkışını öne çekmiş olabilirdi? Helefna'da hiçbir şeye karışmamıştım ki.
"Bunu yakında halka ilan edeceğiz."
"Siz... onun Azize olduğundan emin misiniz?"
"Aksi mümkün olsa saraya giremezdi. Saraya kendi ayaklarıyla geldi ve Azize olduğunu söylediğinde ben de inanmakta zorlandım. Ama... daha önce görülmemiş bir büyü gücüne sahip."
"Aileen mi?"
Elijah'ın kaşları iyice çatıldı. "Adını nereden—"
"Ah, Tanrı aşkına." diye mırıldandım. "Saraya mı geldi?"
"Az önce bunu söyledim."
İyi de Aileen'in bir köyde, kutsal gücü ortaya çıkınca diğer insanlar tarafından görülmesi lazımdı. Daha sonra götürülecekti saraya, o da kendi isteğiyle olmayacaktı.
Şimdi bir de, konuştuğum kişinin Everia olduğunu söylüyorlardı. Parçaları birleştirmek zor değildi. Anılarda Aileen'in kuşu iyileştirmeden önce Meyza'nın elini izinsizce nasıl da tuttuğunu hatırlıyordum. Sonrasında etrafı kaplayan kör edici ışığı.
Aileen, gerçek azizenin Meyza olduğunu biliyordu fakat bunun da ötesinde, güçlerini çalmıştı.
Kehanette felaketi yalnızca Everia'nın soyundan gelenin durdurabileceği söylenmişti ancak Aileen ejderhayla karşılaşmamıştı bile. Ejderha Meyza'yı en azından görünen bir sahnede öldürmemiş, onu alıp kaybolmuştu. Felaket sonrasında gerçekleşmiş miydi, durmuş muydu?
Kafamı iki yana salladım. Anılar gün yüzündeydi. Hemen oradalardı. Elijah elbette masum değildi ancak Aileen her nasıl yapıyorsa insanların kafasını bulandırıyordu, artık emindim. Bu, anılarımdaki Elijah'ın dengesiz ifadelerini açıklardı. Bu, ilk defa Aileen ile tanışan Darien ile Callisto'nun neden gardını indirdiklerini de açıklardı.
Darien Aileen'e hiç aşık olmamıştı.
Göğsüm hem rahatlama hem de dehşetle doldu her nasıl oluyorsa.
Elijah'ı gideceği yerde beynini yıkanmaktan nasıl alıkoyabileceğimi bilmiyordum. Bunun için sadece kafamı eğdim. "Gittiğinde, ne olursa olsun ne kadar pişman olduğunu unutma Elijah." Dedim sakince. Elimle göğsünü işaret ettim. "Eğer kalbinin nasıl çırpınıp durduğuna şahit olursam belki, sadece belki bir gün seni affetmeyi düşünebilirim."
"İmkanı varmış gibi." Diye dişlerini sıktı Darien. Sözleri, ortamın biraz daha gerilmesine sebep oldu.
"Beni anladın mı?" diye tekrarladım, gözlerimi bu defa Darien'e çevirmekten kaçınarak. Elijah, sanki gözlerimde bir cevap arar gibi uzun uzun baktı. Omuzlarım istemsizce ağırlaştı, derince iç çektim. "Birbirine tamamen zıt iki şey... Işık doğru açıdan vurursa aynı görünebilir." dedim, acı bir tebessümle. "O yürekte pişmanlık dışında hiçbir şey kalmasın, Helefna Prensi."
Elijah bu defa, neyden bahsettiğimi anlamaktan korkarmış gibi baktı gözlerime.
***
Oturduğum yerde hafifçe kıpırdandım.
Mutluydum ancak anlık olarak gergindim de. Yani, yaşadığımız üç beş güzel anın ardından her daim hayatımızı ekseninden sarsacak haberler aldığımızdan sanırım tetikte durmam normaldi.
Yine de gölgelerin, içine düştüğümüz ışığı kapatması fikrine karşı olduğumdan gülümsedim ve bu gülümseyişim Anfia'nın kaşlarının çatılmasına neden oldu. Huzursuzca avucunu altın işlemeli kırmızı elbisesinin eteğine sildi ve başını salladı. "Toplumun içinde alık alık sırıtma."
Gülümseyişim bozulmadı. "Tebessüm ediyorum, sırıtmıyorum."
Topuzundan sarkan bir tutam kızıl bukleyi parmağını doladı. "Hayır, delirmiş gibi gözüküyorsun."
Verdiğim nefesle omuzlarım çökerken gözlerimi devirdim. Anfia, Karilya Sarayı'na iki hafta önce varmıştı. Callisto ile birlikte, daha fazla dayanamayarak Batı'yı bırakıp buraya doğru yola çıkmışlardı zira tüm imparatorlukta imparatorun ölümü ve imparatoriçenin kayboluşu konuşuluyordu. Bir darbe olduğu teorisi kulaktan kulağa yayılırken Anfia'nın o zaman sahip olduğu en güncel bilgi, Batı'nın imparatorlukla savaşa girmek üzere olduğu ve Kaisel'in beni kaçırmış olmasıydı. Herkes, tacı takanın Kaisel olduğunu da söyleyince Anfia benim ve Darien'in öldüğünü varsaymıştı ve yola da böyle çıkmıştı.
Callisto ona sadece gidip doğrusunu öğrenelim demiş olsa da kendi halinin farkında değildi zira yüzünde renk kalmamıştı ve ikisi yol boyunca konuşmamışlardı. Yanlarına yavaşlamamak için kimseyi almamışlardı ve hiç uyumamışlardı da. Anfia, saray bahçesinde atını durdurup üstünden atladığında Kaisel onu karşılamak için oradaydı ve yüzünde okunması zor bir ifade vardı. Kız kardeşi ise o ifadeyi okumaya bir saniye bile ayırmadan abisine saldırmıştı.
O an Anfia'nın gözlerinden yaşlar boşalıyor olsa da hakiki bir saldırıydı bu. Niyeti, sevdiği herkesi öldürdüğünü sandığı Kaisel'in boğazını kesmekti. Tahtı veya sonrasında olacakları düşünmüş müydü söylemek zordu ancak gözleri, ardını görmekte zorlandığımız bir nefret ve incinmişlikle kaplanmıştı.
Bense, bu saldırıyı ya da yüzündeki ifadeyi görmeden, sadece Anfia'nın da saraya geldiğini duyduğumdan ona koşuyordum ki göz göze gelmiştik ve ikimiz için de içinde bulunduğumuz an sanki donmuştu. Abisinin boğazına dayadığı hançer hafifçe titrerken omuzları çökmüş, dağınık kızıl saçlarının arasında kalan suratı buruşurken kırgınca fısıldamıştı. "Sima?"
Çilli suratı ter içindeydi. Göğsü hızla inip kalkıyordu ve sanki beni görse de gerçekliğimden emin olamıyormuş gibi bakıyordu yüzüme. Altın gözlerini defalarca kez, silinmediğime emin olmak ister gibi kırpıştırmıştı. İçim tarif edilemez bir şefkatle yumuşarken Anfia az ötesindeki, ses çıkartmadığı için fark etmediği ve dudaklarında keyifli bir kıvrım olan Darien'i görmüştü. İfadesine kafayı yormamıştı çünkü her şeyi geride bırakacak tek gerçek, nefes alıyor oluşuydu.
Sonrasında onu ve Callisto'yu alıp her şeyi anlatmak için taht odasına götürmüştük. Elbette ki Darien de küçük kız kardeşini karşılamak için bahçeye inmişti ancak onun Kaisel'e saldırdığını görünce eğlendiğinden, sesini çıkartmamıştı. Her şeyi anlattıktan sonra Anfia, Darien'e sonra hesaplaşacaklarını belirten bir bakış atmıştı ancak sessizdi. Dahası ruh hali de anlaşılmazdı. Birkaç adım atmış ve Kaisel'in önünde durmuştu. Kaisel, Anfia'nın saldırısını durdurmaya çalışmadığı için şimdi boğazında onun bıraktığı küçük bir çizik vardı. Kanama durmuş olsa da Anfia önce o çiziğe, sonra henüz resmi olarak ilan edilmemiş olsa da kafasına taktığı taca bakmıştı.
Ardından yüzüne bakmıştı abisinin. Yıllarca bakamadığı şekilde, bakışlarını kaçırmadan, kendisininkilerin aynısı olan altın harelere bakmıştı. Omuzlarından dünyanın yükü kalkmış gibiydi Anfia, kaldı ki öyleydi de. Bana iki abisinden birini seçmek zorunda olduğunu söylediği ve sabaha dek ağladığı geceyi hala unutmuş değildim. Onun için tüm olanlar mucizeden öte bir şey değildi.
Kaisel de küçük kardeşine bakarken dudakları tanıdık bir kıvrımla süslenmişti ancak gözlerinde onda daha önce hiç görmediğim bir ifade vardı. Anfia "Abi..." diye kısık bir sesle mırıldandığında ve onun kollarına atıldığında, Kaisel bacaklarının kardeşini daha fazla taşıyamayacağını bilir gibi onunla birlikte yere çökmüştü. Onu kucağına doğru çekerken "Şşşh." diye defalarca mırıldanmış, dağınık kızıl saçları okşamıştı.
Tam olarak o an, Kaisel'in gözlerinde gördüğüm ifadenin anlamını biliyordum aslında. Kaisel, kardeşi için dünyaları yakardı ve Kaisel, kardeşi için dünyalar yaratırdı. Bu kadardı işte. "Sakinleş küçük yıldız."
Liberta onları, ömründe göremeyeceğini düşündüğü bir şeye şahit olur gibi izlemişti. Callisto da onlara dalgınca baktıktan sonra Darien'e dönmüştü. Dalgalı kahve saçlarında toprak ve çamur izleri vardı nasıl bir yolculuk geçirdilerse ve açık yeşil harelerinin içi belki yorgunluktan belki başka bir nedenden kanlanmıştı. Bir an sonra Darien'i kendine çekmiş ve sırtına hafifçe iki defa vurmuştu. "Ölmeye cüret etme, Darien." Demişti yalnızca. "Benden önce değil."
Darien, koruması olsa da bir kardeş gibi gördüğü Callisto'nun sırtını sıvazlamıştı sessizce. Yüzüne düşünceli bir ifade yerleşmişti.
Kalan iki haftayı, Kaisel'in tacı devralışını resmen duyurmak ve kutlamalara hazırlanmak üzere geçirmiştik. Varlığını sürdüren Kaisel'in deli bir katil olduğu söylentilerini hafifletmenin en iyi yolu da kutlamalar olacaktı zaten. Neşe dolu bir ortam için gereken her şey düşünülmüştü. Uzun zamandır sadece imparatorluk ailesine hizmet eden hazinenin kilidi açılmış, halkın da ziyafet çekmesi için tüm ayarlamalar yapılmıştı.
Şimdiki cıvıltılı ortamı buna borçluyduk.
Kaisel, konuşmasına başladığında yüzünde gülümseme ya da şefkat olmasa da sözleri, sadece halka yönelikti. Daha fazla acı çekmeyeceklerini, imparatorluk ailesinin görevinin onlara hizmet olduğunu söylediğinde bazıları inanmakta tereddüt etse de çoğu inanmıştı çünkü halkı usulsüzce yöneten lordlar halka sunulan kanıtlarla beraber idam edilmeye devam ediyordu. Uzun zamandan sonra Karilya halkının gözleri, kırmızı saçlı imparatorlarına bakarken umutla ışıldamıştı.
"Ve kardeşim." dedi Kaisel, kafasını yana eğerek hemen yanındaki Darien'e bakarken. "Bunca zamandır herkese lanetli olduğu inandırılan, entrikalar gölgesinde birbirimizin boğazına bıçak dayadığımız sevgili kardeşim." Kaisel, halkına ve soylularına döndü. "Batı'yı canavarlardan arındıran, susuz topraklara yeniden bereket getiren, bunca zamandır sınırlarımızı sarsılmaz iradesiyle koruyan oydu. Batı halkı ona gönülden bağlı... Bu zaferleri sahiplenmemin ya da onların sadakatini talep etmemin hiçbir yolu yok. Batı her zaman özerk bir diyardı. Başında bir lord yokken de—"
Kaisel, kırmızı bir yastık üzerinde getirilen tacı eline aldığında duraksadı. Darien, ağır bir şekilde tek dizinin üzerine çöktü. Gözleri bir an olsun abisinin gözlerinden ayrılmıyordu.
"Bir kral varken de." Diye devam etti Kaisel, tüm nefesler tutulmuşken.
Callisto'nun gözlerinin dolduğunu ve Anfia'nın çoktan birkaç damla yaş döktüğünü gördüm kalbim delicesine çarparken.
"Artık soyadın Karilya olmasa da kardeşim, topraklarınla birlikte taşıyacağın Westerial soy adı senindir. Kılıçlarımız, göğün son ışığı sönene dek birbirine dönmesin; kardeşliğimiz, zamanın dişleriyle aşınmasın."
Kaisel, tacı Darien'in kafasına yerleştirdi.
Sevinç de insanın göğsünü büker, nefes alamaz hale getirirmiş bazen. Yanaklarımı acıtacak kadar sırıtırken ve herkesle beraber ayağa kalkan Darien'i alkışlarken onun da bakışları bana döndü. Ardından göz kırptı.
Çığlık atan bazı genç kızları görmezden gelmek zorunda kalsam da her nasıl oluyorsa, o an daha da kıvrıldı dudaklarım. Batı'ya mensup askerlerin bir kısmı buradaydı, haykırıyor, elleri parçalanacakmışçasına alkışlıyorlardı krallarını. Soyluların bazıları memnuniyetsizce dudak bükse de bazılarının yüzünde en doğrusunun bu olduğunu düşündükleri bilgiç bir ifade vardı.
Sonrasında, gün bitmek bilmedi demek doğru olurdu sanırım. Meydandan ayrılıp balo salonuna geçmemiz, yemek yememiz geceyi bulmuştu. Herkes her an konuşuyor, çocuklar çığlık atıyor ve daha önemlisi, Darien artık kafasında bir taç taşıyordu. Masada otururken onun ve Kaisel'in bazı soylularla sohbet etmesini izledim. Liberta da aktif olarak bu konuşmalara katılıyordu. Ne de olsa idam edilen soyluların yerine yenileri atanacaktı ve yanlış tercihler yapma lüksümüz yoktu. Halk bir daha yanlış yönetim altında acı çekemezdi. Denetmenlerin çoğu ayarlanmıştı ve artık kafalarına göre vergi alamayacak, denetmenlerle olası işbirliğinin önüne geçmek içinse dönüşümlü bir sistem kullanılacaktı.
Müzik salonu doldurmaya başladığında, bazı soyluların genç kızlarının kulaklarına bir şeyler fısıldadığını, ardından hafif adımlarla o tarafa doğru yöneldiklerini gördüm. Kaşlarım istemsizce havalandı.
"Ne bekliyordun ki?" dedi Anfia, dudaklarına yayılan kötücül bir gülümsemeyle. "Kaisel artık imparatorluğun en gözde bekarı. Ona göz koymaları, yani üzerine düşmeleri gayet normal. Muhtemelen bu bir imparatoriçe getirene kadar da devam edecek. Ancak şimdi—" Elindeki üzümü havada çevirerek Darien'i işaret etti. "Darien de gözde bekarlardan biri oldu. Ne de olsa, bir kral. Nişanlı olsa bile evli değil... Ve bu, hâlâ oyunun içinde olduğu anlamına gelir."
Beni kışkırtma çabasına karşılık ona dik dik baksam da kaşlarım, her kelimeyle biraz daha çatıldı. Darien bakışlarını etrafa pek çevirmiyordu fakat çevresinde dolanan kadınları görmemek imkânsızdı. Bakışlarını hızlıca ona kaydırıyor, ardından ışıltılı gülümsemelerle arkadaşlarının kulağına yeni bir şeyler mırıldanıyorlardı.
"Gidip dans edecek misin onunla? Bölge işaretleme misali." Sesindeki alay, gözlerimi devirmek istememe neden oldu ama yerimden kıpırdamadım.
"Ülkenizde kadınlar mı teklif ediyor dans için?" Diye homurdandım.
Anfia kafasını yana yatırdı, dudak kenarında alaycıl bir kıvrım belirdi. "Hayır... pozisyonunu kaybetmek istemeyenler."
Dirseklerimi masaya dayayıp başımı avucuma yasladım. "Harika."
Etrafımızda bakış toplayan tek kişiler onlar değildi. Çoğu soylu, yaşı fark etmeksizin, Anfia'ya göz ucuyla bakıyor, başlarını çevirdikten sonra, sanki istemsizmiş gibi tekrar ona dönüyorlardı. Her ne kadar Anfia, ağabeylerinin imparatorluğun en gözde bekarları olduğunu söylese de kendisi—isteyip istememesine bakılmaksızın—en münasip gelinler arasında yer alıyordu. Onunla evlenecek adamın kazanacağı prestiji düşündüğünde, adaylarını ciddi bir elemeden geçirmesi gerekecekti.
Üstelik mesele yalnızca konum değildi. Anfia, abisinin dediği gibi kızıl bir yıldızı andırıyordu. Çilli yüzü, hafif çekik gözleri, solgun teni ve kalemle çizilmiş gibi duran keskin hatlarıyla bu ailenin genleri, ciddiye alınması gereken bir konuydu. Bakışlarım yeniden Darien'e kaydı. Belli ki bağışıklık geliştiremediğim bir konu.
Darien, bugün kalan her günün aksine bir lord gibi değil, gerçek bir Kral gibi giyinmişti. Üzerinde, gece siyahı kumaştan dikilmiş uzun bir tunik-ceket vardı; kumaşın üzerinde, altın ipliklerle işlenmiş karmaşık motifler omuzlardan bileklere kadar uzanıyordu. Yüksek yakası, hem boynunu çevrelemişti hem de kalan altın işlemeler, yakadan gövdeye doğru simetrik bir düzenle akıyordu. Omuzlarında, her iki tarafta altın gül biçimli broşlarla sabitlenmiş, ağır dokulu siyah uzun bir pelerin duruyordu. Pelerinin kenarları da altın rengi süsler çevrelenmişti ve ışık vurdukça neredeyse alev gibi parlıyordu.
Altında, dar kesimli siyah pantolon ve diz hizasına dek uzanan botlar olduğu vardı ki bu da sadece bir hükümdar değil aynı zamanda savaşçı olduğunu belli eden şeydi.
İç çekmekten alıkoyamadım kendini. Uzun zaman sonra ilk defa saçlarının böylesine dikkatlice şekillendirildiğini görüyordum. Bu defa asi tutamlar alnına düşmemişti öylece, altın tacın altında kalmışlardı. Kaldı ki keskin hatlı yüzünün böylesine açıkta kalması, çırpınan kalbime bakarak söyleyebilirdim ki bana fazla gelmişti. Güneş rengi gözlerini konuştuğu kişiye bakarken kısmıştı ve herkesin bakınca anlayamayacağı bir ilgisizlik dolanıyordu içlerinde.
Derken bakış açıma başkaları da girdi. Bir adam ve iki kızı. Yaşlı adam, bıyığını parmak uçlarıyla düzeltirken iki kadını Kaisel ve Darien'e takdim etti. Kızlar, kusursuz bir şekilde reverans yaptılar. Anfia dirseğiyle yan tarafıma vurunca ona baktım.
"Ravin Fenarin."
Bomboş bakmaktan alıkoyamadım kendimi. Gözlerini devirdi.
"Darien'in içine düşmek üzere olan kız. Dükün kızı."
"Ah."
Pekala, haksız değildi.
Kız, reveransın ardından kafasını kaldırdığında ablasının aksine doğrudan Darien'e bakmaya başlamıştı. Yüzünün iki yanından kalın kumral bukleler dökülüyordu. Kaldı ki ela gözleri bu uzaklığa rağmen görebileceğim şekilde parıldamıştı. Müzik akmaya devam etti. Adam her ne söylediyse Kaisel'in dudakları alayla kıvrıldı. Yüzünü döndü ve beklenmedik bir şekilde elini Liberta'ya uzattı.
Tanrı aşkına.
Liberta'nın beklenmedik teklifle kaşları çatılsa da sonrasında yaşlı adama ve kızına bakıp pek de kibarca diyemeyeceğim bir şekilde gülümsedi. Belli ki Kaisel, dükün kızıyla dans etmek yerine Liberta'yla dans edeceğini söylemişti ve yüzünde de Liberta'nın bunu reddetme ihtimaline karşı tehditkar diyebileceğim bir ifade vardı. Şeytani bir parıltı dolandı Liberta'nın gözlerine ancak yine de elini Kaisel'in avucunun içine bıraktı. İkisi ilk dansı yapmak üzere piste ilerlerken kumral kız tamamen Darien'e kilitlenmişti. Bir dans teklifi beklediği ortadaydı.
İç çektim yeniden. Ayaklandığımda üstüme düşen bakışları umursamadan adımlarımı çıkışa yönlendirdim. Bugün mavi ya da beyaz değil, zümrüt yeşili bir elbise giymeyi tercih etmiştim. Omuzlarıma attığım çiçek desenli ipek şal, attığım her adımda tenimi okşarken kafamı dahi kaldırmadım ancak sırtımdaki karıncalanmaya bakarsam, amacıma ulaşmıştım.
Öylece salondan ayrıldığımda ve nereye gittiğimi bilmeden bazı koridorlar arasında dolanmaya başladığımda, bulduğum bir terasa girdim.
Önceki seferin aksine, bu defa bahçeyi aydınlatan yalnızca ay değildi. Demir direklerin tepesine yerleştirilmiş meşaleler, bahçenin her köşesine ışık serpiyordu. Gece yarısı olmasına rağmen, tüm çiçeklerin rengi ve hatları seçilir durumdaydı. Aralarda süsleme kurdeleleri ve kristal heykeller gibi parlayan taş süsler göze çarpıyordu. Balo salonundan sıyrılıp dışarı yürüyüşe çıkanların kahkahaları ve fısıldaşmaları havaya karışmıştı ve öyle ki bulunduğum yerden bir çiftin el ele yürüyüp birbirlerinin kulağına fısıldadıklarını görebiliyordum.
Yaklaşan adım sesleriyle dudaklarımda istemsiz bir gülümseme belirdi. Gösterişli bir giriş yapmama, diğer leydilerin bakışları önünde dans pistine çıkmama gerek yoktu. Ben gidersem... Darien peşimden gelirdi.
Muzip bir ifadeyle arkamı döndüm. "Darien?"
Bakışları üzerimde ağır ağır gezindi. Kollarını birbirine dolayarak terasın girişine yaslandı.
"Yalnızca canın mı sıkıldı, yoksa başka şeylerin mi peşindesin?"
Omuzlarımı hafifçe silkip dudaklarımı büzdüm, bilemiyorum der gibi. "Ben yalnızca hava almak için ayrıldım salondan. Senin geleceğini nereden bilebilirdim ki?" dedim oyunbaz bir tonla.
Dudaklarına tehlikeli bir kıvrım yerleşti. "Bana masal anlatma, Sima. Dünyanın sonuna gitsen, oraya da geleceğimi çok iyi biliyorsun."
İçimde, beni dengede tutan taşlar sanki yer değiştiriyordu. Gülümsemem yüzüme yayılırken, Darien bakışlarını tam anlamıyla gülümsememde ve gözlerimdeki ifadede sabitledi. Her ayrıntıyı içine çekmek ister gibiydi. İşaret parmağını, sabrını korumaya çalışır gibi, birbirine doladığı koluna hafifçe vurmaya başladı.
"Artık daha çok sorumluluğun var gibi görünüyor. Öyle ki kimsenin seni bırakmaya niyeti yok gibiydi." Diye cıvıldadım. Ardından kendi etrafımda döndüm ve hafif bir reveransla eğildim. "Böyle mi karşılamalıyım seni artık?"
Darien'in geceye rağmen parıldayan sarı harelerinden keyif aldığını gösteren bir ifade geçti.
"Darien demek yersiz mi? Kralım?"
Sonunda gülümserken gözlerini devirdi. Bu defa benim bakışlarım o gülümsemede hülyalı bir şekilde dolaştı. Kalbim, göğsümde kanat çırpıyordu.
"Azizelerin sadece kendi krallığında değil, tüm kıtalarda itibar gördüğünün farkındasın, değil mi?" Diye mırıldandı anlaşılmaz bir tonda.
"Eh, kimse ne olduğumu bilmiyor. Üstelik elimizde... Sahtesi bile var."
"Öğrenecekler." dedi keskin bir tonda. Sesindeki kararlılık, kaşlarımı hafifçe kaldırmama neden oldu. Her ne düşünüyorsa yüzünden okunmuyordu. "Sen bunu saklamak istesen bile—" Yutkundu, bana doğru adım attı. "Ben bunu saklamak istesem bile—" Elimden tutup hafifçe kendine çekti. "İnsanlar sendeki ışığı görecekler, Sima. Er ya da geç... Sadece an meselesi."
Yanaklarımın ısındığını hissedince bakışlarımı bahçeye kaçırdım. "Bu biraz... ağır," dedim mırıltıyla. "İlk söylediğinizden beri kafam karmakarışık. Eğer Kehanet'teki kadın bensem... Bu beni ne yapar, insanların kurtarıcısı mı? Nasıl yapacağım ki bunu? İnsanları dondurmakla bir felaketi durdurmanın aynı olacağını sanmıyorum."
"Kaldır kafanı." dedi Darien, sesi yumuşayarak. Başparmağıyla çenemi hafifçe okşadı. "Gözlerime bak, kar tilkisi."
Yavaşça ona döndüğümde, dudaklarında hafif bir gülümseme vardı. Göğsümdeki düğüm yavaşça çözüldü. "İstemediğin hiçbir şeyi yapmayacaksın," dedi sakin bir tonla. "Işığından söz ederken, bununla herkesi aydınlatmak zorunda olduğunu söylemedim, Sima. Canın ne isterse onu yapacaksın... Ve ben de aksini iddia eden herkesi kendi ellerimle öldüreceğim."
Hafifçe eğilip ipek şalımı kaydırdı ve açıkta bıraktığı omzuma yumuşak bir öpücük kondurdu. "Bu omuzlara hiçbir yük binmeyecek." Ardından boynuma bir öpücük kondurdu ve sonrasında şakağımı buldu dudakları. "O güzel aklına hiçbir şeyi canını sıkacak kadar dolamayacaksın."
Kıkırdayarak gözlerimi devirdim. "Söylediğin kadar kolay olmadığını biliyorsun."
"Yine de canını sıkan herkesi öldüreceğimi söylerken ciddiyim." Diye fısıldadı kulağıma doğru. "Düşeceğini hissettiğin her yerde tutmak için orada beklediğimi göreceksin. Korkacak hiçbir şeyin yok."
"Sana hala kızgınım." Diye homurdandım ve akabinde kaşlarım da çatıldı. "Beni koruma anlayışın tehlike anında bayıltmaksa, teşekkürler ama gerek yok."
"Bu konuyu kapatmıştık." Diye homurdandı boynuma doğru ki bu defa, beni ayartmaya çalıştığına dair şüphelerim vardı.
"Bu konuyu asla kapatmayacağız." Dedim ona yavaşça sarılırken. Kolları otomatik olarak beni sarmalarken iç çekti.
"Bazen kapatacağız?"
"Asla Darien."
"Pekala." Diye mırıldandı ve bir an sonra kollarını çekip hafifçe geri adım attı. Meşalelerin titreyen ışıkları, onun geniş omuzlarının ardında uzun bir gölge düşürüyordu. Elimi tutup bir kere daha kendi etrafımda dönmemi sağladığında şaşkınlıkla ona baktım. Omuz silkti. "Elbise çok yakışmış."
"Öyle mi?" Dedim, yüzüme şaşkın bir mutluluk yerleşirken. "Bütün gün yanıma gelmedin, pek de umursamadığını düşünmüştüm."
Rahat bir tavırda mırıldandı. "Dokunmadan duramayacağım için tören bitene dek beklemeyi seçtim ancak törenden sonra da sen Anfia'yla orada burada dolanmaya başlayınca sizi baş başa bırakayım dedim."
Basitçe söylediği şeyden sonra bir anlığına kelimelerimi kaybettim. O ise durup baştan aşağı gözlerini üstümde dolandırdı. Saçlarım her geçen gün uzuyordu ancak bugün buklelerime ne elmas zincirler taktırmıştım ne de ördürmüştüm. Sadece beyaz elmasla kaplı ancak pek de abartılı olmayan zarif bir taç takmıştım kafama. Darien beyaz tutamlardan birini parmağına doladığında gözleri de aynı ilgiyle o tutama odaklandı. Ardından, diğer eli belime kaydı; parmaklarının sıcaklığını elbisemin kumaşının altından bile hissediliyordum. Diğer eli ise biraz daha aşağıya indi. Yeşil elbisemin yırtmacı yüksekteydi. Öyle ki bütün gün diken üstünde yürümek zorunda kalmıştım. Eli, o yırtmacın içine kayarak baldırımı kavradı, sonra hafifçe kaldırarak belimden bastırıp beni kendine çekti. Göğsü göğsüme değdiğinde, boy farkımız biraz daha kendini belli etmişti.
Güldüm istemsizce. Darien hafifçe eğilerek dudağımın kenarını öptü. "Aklımı başımdan alıyorsun." Dedi yanaklarımızı birbirine bastırırken. "Her gün, aklımı yerle bir ediyorsun. Çabasızca."
"Çabasızca?" Diye mırıldandım. Neredeyse hıçkıracaktım. Alışık olduğum kokusu içime dolduğunda dingilik de zihnimde yerini buldu. Bir kere daha iç çektim.
Alay eder gibi bakışlarını mavi harelerimin üstünde dolandırdı. Bir eli yüzümü buldu ve elmacık kemiğimi okşadı hafifçe "Hiçbir şey yapmadan."
"Şey, sanırım sonunda aynı sayfadayız."
Sorarcasına baktığında sırıttım. "Ben ilk günden beridir senin hayranın sayılırım. Yani, sonunda benim gibi hissettiğini görmek güzel."
Bakışlarından tehlikeli bir kıvılcım geçip gitti ancak haksız değildim. Darien, ilk günden beridir benim hem aklımı, her kalbimi yerinden oynatıyordu. O benim ajan olup olmadığımı düşünürken ben yüzüne bakıp da bastırmaya çalışıyordum içimde çalan her şarkıyı. Bir gün onun yüzünden kesilmesindense en başta ben susturayım diye düşünüyordum çünkü. Bu kalp fazlasını kaldırmaz dedikçe, daha fazlası gelmişti ve gelmeye devam da ediyordu. Şimdi bile, Darien ona bakarken ne kadar soluksuz olduğumdan sanki habersizdi.
Yanağıma götürdüğü eline yaslandım. Darien eğer bana bir şey olsaydı geriye kalan hiçbir şeyin öneminin kalmayacağından bahsediyordu. Krallığının, tahtın, kurtuluşun. Ancak ona bir şey olsaydı benim delirmenin eşiğine geleceğimi ve her şeyi silip yakacağımı göremiyordu. Gelip geçici bir şey değildi bu his. Gittikçe artan, ona baktıkça içimde daha çok dağılan korkunç bir sarmaşıktı.
Yine de tüm odağı üstümdeyken yavaşça elimi ensesine götürdüm. Bir an sonra Darien'in dudakları benim dudaklarımı buldu ve dili, açık bıraktığım ağzımdan içeri girdi. Yumuşak bir öpücük değildi. Tüm duyularım en üstte düzeyde çalışıyormuş gibi her şeyi zirvede hissederken Darien'in öpüşü daha hırpalayıcı, daha yoğun bir hal aldı. Aynı şekilde karşılık verdim ona. Bir an daha sonra ellerimiz birbirimizin saçlarının içindeydi ve terasın duvarına yaslanmış, iç içe geçmiş haldeydik. İkimizin de kafasına sabitlenmiş olan taçlar yerdeydi. Önemi yoktu. Şu anda isterse dünyalar yıkılsın, yeniden kurulsundu. Yıldızlar benim içime sığmış, bense onların ışığından başka hiçbir şey hissedemiyordum.
***
Prens Elijah, sarayından içeri girdiğinde kelimenin tam anlamıyla dağılmış haldeydi. Omuzları düşmüş, adımları yavaş ve dengesizdi. Gözüne kaç gündür uyku girmediğini saymamıştı ancak göz altlarındaki morluklar ve solgun yüzü her şeyi belli ediyordu. Özellikle yolculuk boyunca, son birkaç gününü defalarca kez aklında yeniden canlandırmıştı. Her düşünüşünde, sanki ruhunda yeni bir çatlak açılıyor, eskileri ise mümkünmüş gibi derinleşiyordu.
Sarayın yüksek tavanları ve taş duvarlarındaki serinlik üzerine çöktü, geniş koridorların sessizliği ise içindeki fırtınayı daha da belirgin kılıyordu. Adımlarının yankısı kulağında çınlıyor, her yankıda pişmanlık daha ağır bir yük gibi sırtına biniyordu.
Meyza artık tanıdığı Meyza değildi belli ki ve ihtimal dahi vermediği halde yazdığı o mektup gerçekti. Kalbinin bir başkası için çarpmasından öte bir şeydi şahit olduğu. Elijah, Prens Darien nefes almayı keserse Meyza'nın kendini kaybedeceğini görmüştü artık aşinası olmadığı gök rengi harelerde. Karşılıksız da değildi bu duygu. Darien de Karilya, Meyza Isabel Windfield'e çaresizce aşıktı. Dünyaları onun için yakabileceğine neredeyse emindi.
Elijah'ın aşk hakkında bildiği her şey bulanıklaşmıştı. Birini sevmek kavramı tamamen düğüm olmuştu kafasında. Bir zamanlar Meyza'nın kendisine aynı şekilde baktığını anımsıyordu. Çaresiz bir ıstırapla. Ancak bir fark vardı, değil mi? Meyza şimdi her ne kadar aynı ıstırapla Darien'e baksa da sanki bunun sebebi taşıdığı aşkın onu yaralaması değildi. Sanki, gönlü içine sığmıyordu yalnızca. Hırpalanmış ve ürkmüş gözükmüyordu, Helefna'da kaldığı zamanların aksine.
Meyza'ya burada kaldığı zamanlar boyunca kimse bir fiske dahi vurmamıştı ancak belli ki sevgisizlik bazen silah yerini alıyordu. Anlaşılmamak ve görülmemek de öyle keza ki. Yine de... Yine de Meyza bu yaraları ya çok iyi sarmış, ya da tamamen iyileştirmişti. Buz rengi hareleri göğün ışıklarıyla kaplanmış, umudun kıvılcımlarıyla sarmalanmıştı.
Böylece Elijah, Meyza'yı tamamen kaybettiğini kabullenmişti. Geri dönüşü yoktu bunun.
Çalıların arasına saklanan o ürkek kız çocuğu... Gece geç saatlere kadar çalışsa bile daima onu bekleyen, kaçmak istediği zamanlarda elinden tutup bir adım önünden giden beyaz saçlı buz rengi gözlü kadını kaybetmişti... Sima diye garip bir isimle sesleniyorlardı şimdi ona ve sebebini bilmiyordu bile Elijah. Tanıdığın Meyza artık yok, demişti ona kadın.
Elijah bu sözün ardında bir mecazdan çok daha fazlası olduğunu hissediyordu çünkü yüreği ona kadın hala gözlerinin önünde kanlı canlı durmasına rağmen yas tutmasını söylüyordu.
Yaşayan birinin yası tutulur muydu?
Elijah sadece onu seven kadını değil aynı zamanda nasıl olur da çocukluk arkadaşını da kaybederdi? Gerçekten affedileceği bir gün gelecek miydi? Eğer kalbinin nasıl çırpınıp durduğuna şahit olursam belki, sadece belki bir gün seni affetmeyi düşünebilirim, demişti Meyza ancak doğruyu mu söylüyordu ki? Kadın ona sanki bir katile bakar gibi bakmıştı. O berrak gözlerin nasıl da iğrentiyle kısıldığını nasıl unutabilirdi?
Elijah'ı karşılayan hizmetçiler, dudaklarında gülücükler açarak reverans yaptılar. Elijah, ancak o an etrafına odaklanabildi ve omurgasından aşağı ürpertici bir his kayıp geçti.
"Prens'im! Sevgili azizemiz sizi bekliyordu!"
Elijah'ın kaşları hafifçe çatıldı. Her şey aynıydı. Güneş, her zamanki gibi tüm duvarı kaplayan pencerelerden sarayın koridorlarına doluyor, yerler altın rengine boyanıyordu. Sürekli etrafta dolanan hizmetçiler sayesinde sarayın içine sinmiş temizlik kokusu dahi aynıydı. Ama Elijah'ın ciğerlerine dolan hava, nedense daha ağırdı; görünmeyen bir sis gibi üzerine çökmüş, kalbinin atışını yavaşlatmıştı. Buradan ayrıldığından beridir hissetmediği o keskin baş ağrısı kapısını yeniden çalıyordu adeta. Farkındalık duraksamasına neden oldu.
"Nerede?"
"Sizin odanızda sizi karşılamak için bekliyor Prensim."
O an Elijah'ın kaşları daha çok çatıldı ancak hizmetçiler gülümsemeyi bırakmadı. Geliştirdikleri yakınlığa rağmen, Aileen, onun odasına nasıl izinsizce girebilirdi ve dahası hizmetçiler bunu nasıl normal karşılıyordu?
Tartışmak yerine başıyla onay verdi ve odasına yürümeye başladı.
Güneş ışıkları pencerelerden sızıp düştü yere. Her şey aynıydı. Her şey, aynıydı.
Baş ağrısı, bir çivi gibi çakıldı zihnine. Acıyla iç çekerken altın varaklı kapıyı açtı. Düşünceleri bir fırtına gibi dönüp durmaya başlamıştı. Pişmanlığı, ıstırabı, Meyza'yı gördüğü anda kalbine dolan her bir his tanesi.
Pişmanlıl... Pişmanlık mıydı gerçekten hissettiği o yadsınamaz şey.
Ya... Başka bir şeyse?
Aileen, dışarıyı izlerken oldukça zarif bir gülümsemeyle arkasını dönerek karşıladı prensi. Bal rengi saçları gün batımının altında parıldıyor, gamzeleri göz alıyordu. "Prensim." Diyerek üstünkörü bir reverans yaptı. Üstünde altın işlemeli beyaz ipekten bir elbise vardı. Gerçek bir azize gibi gözüküyordu ve ona bakan kimsenin bundan şüphe etmesine imkan yoktu. Bakışları dikkatle Elijah'ın üstünde dolandı. Elijah yerinden kıpırdamadı.
"Odamdasın?" Dedi Elijah soğuk bir sesle, Aileen ona doğru yürürken.
Azize'nin kaşları havaya kalktı hafif bir şaşkınlıkla lakin duraksamadı. "Bana izin vermeme ihtimaliniz olduğunu düşünmemiştim." Dedi duru bir sesle ve dürüstçe.
Elijah, Aileen ona doğru yaklaşırken genç kadına aynı dikkatle baktı.
"Sana bunu düşündüren neydi?"
Aileen omuz silkti. Gözleri tehlikeli bir dikkatle Prens'in üstünde dolanmaya devam ederken en sonunda ellerine takıldı bakışları. Eldivenli elleri.
Elijah, normalde saraya girer girmez eldivenlerini çıkartıp bir hizmetçiye teslim ederdi ancak Meyza'nın birbiri ardına söylediği garip şeyler aklından bir türlü çıkmamıştı. Azize ilan edeceğiniz kadın ortaya çıktığında, dikkatli ol ellerini koru, demiti Meyza. Bir eldiven falan tak. Sadece dikkat et, Elijah. Tarihiniz zaten hatalarla dolu. Tekrara yer verme...
Şimdi bu sözler bir kez daha zihninde çınladı. Meyza'nın parıldayan yüzünün Azize'den bahsederken nasıl da bulutlandığını düşündüğünde yutkunmakta zorlandı ve aynı anda baş ağrısı daha yoğun bir hal aldı. Meyza'nın kafasındaki sesi boğuk bir hal aldı.
Eli yavaşça ağrıyan göğsünü buldu.
Pişmanlık. Unutmaması gereken his pişmanlıktı.
Pişmanlık. Acı ve Istırap. Pişmanlık
Ağrı arttı.
"Karilya'dan tonlarca haber geldi, siz uzaktayken Prensim. Pek çok şey yaşanmış." Kafasını yana eğdi Aileen. Dudağında muzip bir gülümseyiş vardı. "Taht değişmiş ve yeni bir krallık ilan edilmiş." Gülümsemesi manalı bir şekilde büyüdü. "Bu olaylar sırasında, sevgili Meyza'nızla görüştüğünüzü varsayıyorum."
"Görüştük."
Aileen'in gözleri kısıldı. "Nasıl geçti o haldeyse? Sizi daha temkinli görüyorum, gittiğiniz zamana kıyasla. Bir ihtimal, diken üstünde durmanızı sağlayacak bir şey duymuş olabilir misiniz?"
Aileen ona doğru bir adım daha attı. Elijah'ın zihni resmen o an uyuştu. Tehlike çanları. Hissettiği buydu. Savaş ya da kaç. Anca bir yırtıcının önünde ya da ölüm kalım durumunun içinde sarmalanabileceğin türden bir his. Daha önce gördüğü hiçbir eğitimde karşılaşmadığı türden bir tehlike.
"Zihniniz açılmış, adeta arınmışsınız." Diye iç çekti Azize. Aileen'in gülümsemesi o an baldan daha tatlı, güneşten daha sıcaktı.
Baş ağrısı arttı. Meyza'nın azizeye dair olan tüm sözleri birbirine girip yok olmaya başladığında göğsündeki sızlama hatırlattı ona neyi unutmaması gerektiğini. Unutma... Unutma... İçini parçalayan bu hissi.
Aileen'in yüzündeki gülümseme bozulmasa da keyifsiz bir durumla karşılaşmış gibi zehirli parıltılarla kaplandı gözleri.
Birbirine tamamen zıt iki şey... Işık doğru açıdan vurursa aynı görünebilir.
"Sen-"
"Ne de can sıkıcı ama."
Sonrasında Aileen Helefna'nın Veliaht Prensine uzandı. Güneşin odaya düşen ışıkları bir an için kararmış, hemen ardından eski halini bulmuştu. Helefna'da sıradan bir gündü. Her şey aynıydı.
Prens'in bedeni öylece yere kapaklandı. Azize onu tutma gereksinimi dahi duymamıştı.
Az önce oyalandığı prensin masasına değdi tekrar bakışları. Bir davetiye. Meyza Isabel Windfield'dan.
Onun doğum günü için.
Aileen yerdeki prensin eldivenine uzanırken gülümsedi.
AİLEEN SİVESTA
Kitapla ilgili içeriklerimiz ve daha fazla görsele ulaşmak için tiktokta @aperioo hesabını takip edebilirsiniz. Yıldızlarınızı bekliyorum..
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |