
Söyleyecek fazla bir şeyim yok, sadece iyi okumalar ve lütfen sevgiyle kalalım.
Sizi seviyorum.
-Büşra
MEYZA ISABEL WİNDFİELD
6
BİR HAFTA ÖNCESİNDE, HELEFNA SARAYI'NDA;
Elijah, yeşil gözlerini kırpıştırırken elinde tuttuğu incelenmesi gereken kağıtları hafifçe indirip iç çekti. Güneş ışığı belli belirsiz odanın içine düşse de esasında havada bulut yoktu. En azından, Helefna'da dışarda yürümeye uygun bir hava söz konusuydu bugün için. Şu zamana kadar aklının ucundan bile geçmeyen Karilya İmparatorluğu'nda havanın nasıl olduğunu düşünmekten alıkoyamadı kendini.
Çok değil, dört beş ay öncesinde; meşgul olduğunu defalarca söylemesine rağmen her gün çalışma odasının önünde soluğu alan Meyza, şimdi görünürlerde yoktu. Sarı kaşları kendiliğinden çatıldığında, buna kendisi de hayret etti ancak son zamanlarda kendi hakkında ya şaşırıyor ya sinirleniyor ya da düşünceleri yüzünden dehşete düşüyordu zaten.
Elijah, Meyza ile beraber büyümüştü ve kar beyazı saçlı kadının aşkının çocukluklarına dayandığını her zaman biliyordu.
Meyza, çocukken utangaç olduğundan ve insanlara nasıl yaklaşması gerektiğini tam olarak bilemediğinden hep Elijah'ın etrafında dolanır, başka da kimseyle iletişim kurmazdı. Elijah bu durumun zamanla değişeceğini sanmıştı ancak Meyza büyüyüp genç bir kadın olduğunda bile durum aynı kalmıştı. Meyza hep, sadece kendisiyle konuşmuş, sadece kendisine belli belirsiz gülümsemiş, sadece kendisine gerçek duygularını göstermişti. İmparatorluk ailesinin yanında, katıldıkları o sosyete partilerinde ya da ulusal törenlerde bile böyleydi bu.
Meyza her zaman, sadece Elijah'ın gözlerinin içine bakmıştı.
Elijah, küçükken gülümseyerek elini uzattığında küçük kar saçlı kıza, kızın hayatında böyle bir noktaya geleceğini asla tahmin edemezdi. Belki de bilseydi, uzatmazdı bile elini. Çünkü bazen keşke, demişti. O gün ben görmeseydim Meyza'nın ağladığını. Elini ilk uzatan ben olmasaydım ona.
Meyza büyürken, onun bu tavırları yüzünden hakkındaki söylentiler başını alıp giderken ve isminin önüne tonlarca korkunç sıfat yakıştırılırken Elijah bunun normal olduğunu düşünmüştü. Meyza belki kendisine nadiren gülümseyebiliyordu ancak törenlerde, soylulara soğuk soğuk bakmaktan öteye gitmezdi. Kimsenin yanına adımını atmaz, yanına gelmeye cüret eden kişilerin ise gözlerinin içine bile bakmaz hatta konuştuklarında duymazdan gelirdi. Başta belki utandığındandı ancak büyüyünce yanına yaklaşmaya çalışan leydilere küçümseyici bakışlar atar olmuştu ve bunu saklamaya gerek de duymazdı. Bariz bir iğrenme duygusu dolanırdı mavi harelerinde ve Elijah onu bu konuda uyardığında uzun bir sür boyunca duraksamış, ardından sadece 'Senin yakınlığın benim için yeterli Elijah' diyerek garip bir ifadeyle ona bakmıştı. Elijah o an Meyza'nın yüzüne boş boş bakmaktan başka hiçbir şey yapmamıştı çünkü konuşsaydı kadının kalbi kırılacaktı. Meyza'nın insanlara üstten bakmasını sevmiyordu. Meyza'nın kendisinden başkalarının yanına yaklaşmamasını, hatta yeri geldiğinde soğuk bir öfkeyle yaklaşanlara kızmasını sevmiyordu. Meyza'nın etrafına bakarken gözlerine oturan o kan donduran ifadeyi de sevmiyordu ve bunlara rağmen Meyza'nın olabilecek her şekilde sadece kendisine bağlı şekilde yaşaması onu rahatsız ediyor, sanki boğuyordu.
Meyza bir şekilde... Elijah olmasa yaşayamacak, nefes alamayacak haldeydi sanki. Bunu kadının buz mavisi gözlerinde görmek Elijah'ı ne zaman olduğunu hatırlamasa bile ondan uzaklaştırmaya başlamıştı.
Zaten Elijah'ın Meyza ile nişanlanmayı kabul etme sebebi, tam da bu sebeplerden sadece politikti. En güçlü ordulardan birine ve sayısız madene sahip Windfield varisi ile evlenmek imparatorluğu tarihte görülmemiş şekilde yükseltecekti. Bu gerçeği her ne kadar boğucu bulsa da Meyza ona aşıktı ve çift taraflı kâr sağlayan bir anlaşma gibiydi nişanlılıkları. Meyza'nın Elijah'ın kendisini sevmediğini bilmesine rağmen onunla nişanlanması da anlaşmanın kanıtı gibiydi. Hem Meyza'yı tanıyordu. Her şeye rağmen, hiçbir samimiyetinin olmadığı herhangi bir soyluyla evlenmekten çok daha iyiydi bu.
Elijah, yavaşça duraksayarak gözlerini kapattı. Altın kirpiklerinin gölgesi elmacıklarının üstüne düşmüştü. Evet, Meyza'yı tanıyordu değil mi? Her gün kızmasına rağmen çalışma odasına gelip o çalışırken koltuklardan birine oturan ve sessizce yüzünü izleyip sonrasında giden Meyza'yı. Hizmetçilere kendi işleri hakkında esip gürlemesine ve hiçbir işe şahsen elini sürmemesine rağmen bazı günler çok sevdiğini bildiği için yeşil çay getiren ve şekerini bile kusursuz oranda, hep içtiği şekilde ayarlayan Meyza'yı. O çay fincanını uzatırken sadece dudağının bir kenarını belli belirsiz kıvırarak Elijah'ın altın sarısı saçlarına, altın kirpiklerine bakan ve iç çeken Meyza'yı.
Her zaman, kendisinin asla kaldıramayacağı bir sevgiyi taşıdığına inandığı Meyza.
Çocukken Elijah veliaht olmanın ağırlığını küçük omuzlarında hissettiğinde ve bunun katlanılamaz hale geldiğini düşündüğünde onun elinden tutarak sessiz olması için küçük parmaklarını dudaklarına götüren, derslerden kısa bir süreliğine kaçmasını, ilk defa derin bir nefes almaya cesaret etmesini sağlayan Meyza. Ona her şeyde en iyi olmasına gerek olmadığını, zaten kusurlarıyla kusursuz olduğunu söyleyen Meyza. 'Ben senin yapabileceğine inanıyorum Elijah ancak yapamasan da sorun değil. Yanında olacağım.' diyen Meyza. Elijah yoğun eğitiminden dolayı ağır bir şekilde hasta olduğunda bir gün bile başından ayrılmayıp tüm şifacılardan ve hizmetçilerden daha çok ilgilenen, gece bilinci yarı kapalı olmasına rağmen onun için sessizce ağlayarak dualar ettiğini duyduğu ve o gece yukarı bakarak 'Ne olursun umudumu da elimden alma.' diye sayıklayan Meyza. Elijah iyileşir iyileşmez İmparator'un karşısına çıkıp Prens'e bu şekilde davranmaya devam ederse sarayı başlarına yıkacağını söyleyerek tehdit eden, tüm imparatorluğa kızarmış gözleriyle delirmiş bir şekilde kafa tutan Meyza. Elijah için yaptıkları yüzünden, itibarı iyice sarsılan Meyza.
Yüzünü buruştururken eli kalbine doğru gitti. Gözlerini de aralamıştı şimdi.
Meyza Meyza Meyza...
Hiçbir zaman kalbini kendisi için attıramamış ama şimdi yüreğini nefes alamayacağı şekilde sızlatan Meyza.
'Kalbimi hızlandıran başka biri var artık.'
Böyle demişti Meyza, yüzünde hülyalı bir gülümsemeyle. Kendisine de nadiren, hafifçe gülümserdi ancak hiç böylesine bir ifade görmemişti kadının suratında. Ayrıca Meyza'nın anlattıklarına inanması çok güçtü. Hatta imkansız gibiydi neredeyse. Yıllarca, küçük bir kız çocuğuyken bile, kendisini açıklaması imkansız bir yoğunlukta seven ve hep yanında olan Meyza'nın artık onu sevmediği, hatta başka birine aşık olduğu düşüncesine inanmak, imkansızdı gibiydi... Açıkçası inanmamıştı da bunun doğrultusunda ancak ne demişti Meyza? 'Yokluğum eminim ki sözlerimin doğruluğunu kanıtlayacaktır.'
Öyle de olmuştu.
Meyza, özellikle Karilya'nın lanetli prensine aşık olduğunu söylediğinde, delilik diye geçirmişti içinden ancak kızın çevirmeye çalıştığı oyunu bozmamaya karar vermişti. Yine de bunların tamamının yalan olmadığını biliyordu. Meyza sadece isteği doğrultusunda bu tarz bir yalan uyduracak kadar aklı başından gitmiş bir kadın değildi. Karilya Prensi'nin birkaç kez saraya geldiği, birkaç kez de ulusal törenlerine katıldığı da doğruydu. Belki Meyza'yı bu törenlerden birinde görmüş, gerçekten de aşık olmuştu. Bu kısım imkansız değildi. Neticesinde ne kadar cadı derlerse desinler, Meyza inkar edilemez şekilde bir tanrıçanın güzelliğini taşıyordu üstünde. Soyluların çoğu, ona değişik yakıştırmalar yapanlar bile Meyza yanlarından geçtiğinde gözlerini kırpıştırır, birkaç saniye boyunca öylece arkasından bakarlardı. Lakin Meyza buz mavisi harelerini onlara değdirmezdi bir kere bile. Her etkinlikte, her törende, yalnızken veya imparatorluk ailesinin yanındayken bile gözleri bir tek kendisine sabitlenirdi ve geri kalan herkesin içinde soğuk bir ulaşılmazlık hissi uyandırırdı Meyza. Tüm o ürpertici soğukluğa rağmen bütün imparatorluk görürdü Meyza'nın Elijah'a olan aşkını. Tıpkı Elijah'ınkini göremedikleri gibi.
Çünkü Elijah'ın gözleri o anlardan hiçbirinde Meyza'ya çevrilmez, kadının sadece kendisine bakarken parıldayan gözlerine bir kez olsun bakımazdı.
Yine de Elihah şaşkındı. Sonuçta, bakmadığı için Meyza'nın gözlerinin bir başkasına çevrildiği anı da görememişti ve göremediği için inanamıyordu da. Meyza kendisine gelen mektupların çoğunu yakardı. Meyza kendisinden başka kimseyle doğru düzgün konuşmazdı... Prens'in mektubunu nasıl okumuştu ve dahası ne cevap verebilmişti ona?
Bazı etkinliklerde Meyza'yı yalnız bıraktığı doğruydu. Açıkçası o etkinliklerin hangisi olduğunu hatırlamak bile zordu ancak ilgisizliğinin böyle bir sonuç doğurabileceğini aklının ucundan bile geçirmezdi. Meyza sonunda Elijah'a olan karşılıksız hislerinden bıktıysa ve gerçekten kendisini sevecek biriyle beraber olmak istediyse bu onun hakkıydı ancak... Ancak işin sonunda, Meyza Prens Darien'e aşığım deyince Elijah bunun sadece bir numara olduğuna inanmıştı işte. Meyza'ya git ve mutlu ol dediğinde gerçekten gideceğini nasıl bilebilirdi? Sonuçta yer ve gök aşkına, konu Meyza İsabel'di. Dünyada en çok Elijah'ı seven, ve Elijah'ı tüm dünyadan çok seven Meyza Isabel Windfield.
'Yokluğum eminim ki sözlerimin doğruluğunu kanıtlayacaktır.' Saraydan ayrıldıktan sonra iki ay boyunca herhangi bir yere de gitmeyen Meyza, nişan bozulmuş olsa bile Elijah'a tüm bu oyuna yakında son vereceğine inandırmıştı. Daha sonra, neden sık sık Meyza hakkında düşündüğünü anlamaya çalışırken uşağı gelmiş ve o haberi vermişti.
"Leydi Meyza bu sabah Karilya İmparatorluğu'na gitmek üzere yola çıktı. "
Yeşil harelerinin ortasındaki göz bebekleri büyürken hayatında ilk defa aklı durmuştu Elijah'ın. Kelimenin tam anlamıyla. Daha sonra demişti ki içinden, Karilya'ya gitmesi neyi değiştirecek? Belki Meyza içinde bulunduğu durumun bunaltıcılığından da dolayı yalnızca Prens Darien'den hoşlandığını sandı ancak oraya gidince gerçekleri fark edecek. Helefna'ya gelecek felaketin doğuş yeri, reddedilmiş prensin topraklarından bahsediyoruz... Bu saçmalık daha uzun süremez.
Ne kadar geçmişti bunu düşünmesinin üstünden? Kaç gün sonrasında Kuzey Prensesi ve Batı Dükü, Lanetli Prens'in nişan haberi tüm Helefna'ya yayılmıştı? Meyza haklıydı. Çok haklıydı çünkü yokluğu, sözlerinin doğruluğunu çok güzel kanıtlamıştı. Sonuçta ortada bir nişan varsa, kaldı ki farklı imparatorluklara mensup iki yüksek soylu arasında yapılan bir nişansa bunun oyun olan hiçbir tarafı olamazdı. Metrelerce yüksekten düşmüş de kafasını çarptığında her yeri çınlatacak bir ses duymuş gibi irkilmişti o an Elijah. Farkındalıktı yaşadığı.
Meyza, dönmeyecekti.
Tonlarca ihtimal vardı kafasında günlerdir dönüp duran, birbirine takılan ancak hiçbir sonucu olmayan. Reddedilmiş Prens Meyza'nın mirasından, ordusundan yararlanmak için onu kandırmış, aşığım demiş olabilirdi. Belki sonrasında tahta geçmek için aldığı destekle bir savaş başlatacaktı. Bunun dışında, bu evliliği isteyen Karilya İmparatoru bile olabilirdi... Amacı belki de Meyza'yı ve ordusunu aslında Helefna'ya ya da başka bir imparatorluğa karşı kullanmaktı. Günlerce zihnindeki felaketle beraber dönüp duran, her şeyi yıkan düşüncelerdi bunlar ancak değişmeyen tek bir gerçek vardı. Olaylar nasıl gelişmiş olursa olsun...
Meyza artık dönmeyecekti.
Bu, Meyza'nın gözlerinde yaşattığı kıştan bile daha soğuk bir fırtınayı içine kondurmuştu Elijah'ın. Üstelik daha az önce Darien'in Meyza'ya aşık olmasının normal olabileceğini de düşünmüştü. En büyük ihtimallerden biri de buydu ve eğer aşık değilse bile, Meyza orada yaşamaya başladıktan sonra pekala hisleri değişebilirdi.
Görmezden gelemeyeceği son ihtimal, Meyza'nın sözlerinin ağırlığını taşıyorlardı. Belki Meyza'nın nişanı bozmaya gelmeden önceki iki ayı ve saraydan ayrıldıktan sonraki iki ayı Prens'le mektuplaşarak geçmişti. Belki gerçekten tek taraflı bir şey söz konusu değildi. İkisi de aşıktı ve evleneceklerdi.
Sonuç olarak, Meyza gitmişti.
Doğru düzgün veda bile etmeden, üstelik Elijah gideceği gerçeğine bile inanmıyorken gitmişti.
Göğsüne götürdüğü elini çekerken bu ağrıya son vermek istedi ancak yüreği farklı bir tınıda sızlamaya devam etti ve bununla beraber elleri yumruk haline geldi. Her şeyi yakıp yıkmaya başlayabilecek olan sinirini hissedebiliyordu ancak sinirlenecek ne vardı ki?
Gözlerini boş çalışma odasındaki koltuklara çevirdi. Her zaman Meyza'nın oturduğu tek kişilik koyu bordo koltukta, her zamanki mavi elbiselerinden biriyle Meyza'yı hayal etmek zor olmadı. Elini çenesine yaslayıp hafifçe Elijah'a kilitlenen bakışlarını, parıldayan kış rengi gözlerini kırpıştırışını, bazen kendisini izlerken uyuyakaldığında bordo koltuğa gelişigüzel yayılan ve dokunsa elinde eriyecekmiş gibi gözüken parlak beyaz saçlarını... Artık Meyza yoktu. Koltuk hep boş kalacaktı ve her anında gözlerini kendisine sabitlemeyecekti. Buna mıydı öfkesi? Meyza'nın sevgisini taşıyamayacağına inanan, yıllardır gözlerini ona doğru düzgün çevirip bir kez olsun bakmayan kendisi değil miydi? Sinirlenmeye hakkı yoktu ve farkındaydı da durumun ancak hep Meyza'nın kendisi olmadan nefes bile alamayacağına inandıktan sonra kadının yüzünde bir gülümseyle başka birisini sevdiğini söyleyerek doğru düzgün veda bile etmeden gidebilmesine anlam veremiyordu.
Meyza, gitmeden önce kendisinden özür dilemişti. Seni sıktığım için özür dilerim, demişti. Halbuki Elijah'ın Meyza'ya ilgi göstermediği doğruysa da ve onun sevgisi bazen katlanılmaz hale gelse de... Varlığını hiç rahatsız edici bulmamıştı. Ne çocukken, ne başka bir zaman.
"Umuyorum ki yakın zamanda, hayatına doğacak güneşi bulabilirsin." Demişti Meyza. Elijah'ın hayatının güneşinin battığını düşündüğünü Meyza nasıl bilebilirdi ki?
Gerçi... Kendisiyle alakalı en saklı şeyleri bile her seferinde bilen tek kişi Meyza değil miydi?
Yaban mersinini çok sevdiğinden her ziyaretinde yaban mersinli atıştırmalıklar getirip özenle ikram ettiren, her doğum gününde mevsimi olmamasına rağmen en iyilerinden getirtip özenle pastasına koyduran... Oraya buraya para saçıp alelade bir hediye seçmek yerine gerçekten seveceği şeyleri kendi elleriyle, Elijah'ın en sevdiği renkleri, kokuları kullanarak hazırlayıp veren Meyza... Elijah'ın babasına söylemekten çekindiği ve sustuğu ne varsa kendisi yerine bir bir haykıran ve imparatorluk ailesine kafa tutarken bile zindana girmekten korkmayan Meyza... Bunun yanında kendisi ne yapmıştı? Meyza'nın en sevdiği çiçek ne onu bile bilmiyordu. Doğum günlerinde kendisinin seçmediği elmasları ya da elbiseleri ona göndertirdi. Meyza ise onun gönderdiği şey her neyse, en özel günlerinde hep onları kullanır ve bunu yaparken hafifçe gözleri parıldardı. Kendisi hastayken yanından ayrılmayan Meyza hasta olduğunda ne yapmıştı en son? Yanına bile uğramış mıydı ki?
Evet, Meyza'ya umut vermek istememişti ancak umut vermeyeyim derken kalbini kırabilmiş olabileceği gerçeğiyle ancak şimdi yüzleşiyordu. Gitmeden önce özür dileyen Meyza'nın aksine af dilemesi gereken kendisiydi ve bunu bile yapmamıştı. Siniri de kendisine olmalıydı çünkü Meyza gittikten sonra ortaya çıkan ve kalbinin orta yerine yerleşen o koca boşluğa sinirlenme hakkı hiç mi hiç yoktu.
Tüm bu üzüntü... Pişmanlık... Endişe... Öfke ve ne olduğunu bilmediği birkaç duygu daha... Tek bir sebebi olabilirdi tüm bunların.
Meyza'ya değer veriyorum elbette, diye geçirdi içinden kaşları çatılırken.
Neticesinde, her şeyden önce o benim çocukluk arkadaşım. Ona aşık olmamış olmam, ona alışmadığım anlamına gelmez. Meyza hayatımın büyük bir kısmında yanı başımdaydı. Yokluğunun içimi sarsmasından normal hiçbir şey yok.
Daha sonra boş bir kağıt çıkarttı önüne ve dolma kalemi tuttu sıkıca.
Sevgili Meyza... diye başladı mektubuna.
Daha fark edecek tonlarca şeyi olduğundan habersizce ve Meyza gittikten sonra olan boşluğun hangi duyguyla dolacağından bilmeden hareket ettirmeye devam etti kalemini. Bu yırtıp atacağı ve doğru kelimeleri bulmak için saatlerce uğraşacağı ilk mektubuydu ancak son olmayacaktı. Kalemi kağıt üstünde yeniden oynattı.
Seni özledim.
MEYZA'NIN ANLATIMINDAN
Bazen, bazı anlar geçip giderdi hayatınızdan. Öylece. Başka birinin baksa bomboş gözlerle izleyeceği, hatta sizin bile yaşamadan önce görseniz bir anlamı olmaz diyeceğiniz anlar...
Belki öylesine bir sokağın başından geçerken belki gittiğiniz kütüphanede annesinin elini tutan çocuk kocaman gözleriyle size bakıp gülümsediğinde. Belki kendi evinizde öylece oturup bir mandalinayı soyduğunuzda ve oturduğunuz yerden ailenizin gözlerinin içine baktığınızda. Belki sadece kahve dolu kupanızı elinizde tuttuğunuz, gözünüzün evin perdesine takıldığı sessiz sakin bir an.
Hayatınızda unutmamanız gereken şeyler bile silinip giderken hafızanızdan, o yaşarken gayet sıradan gelen an sanki kelepçelerle vurulmuş gibi zihninizin bir köşesine, asla silinip gitmezdi. Hep hatırlayacağınız o bomboş anı özel yapan tek şey unutamamanız olurdu belki de. Ölene dek sizinle kalırlardı.
İşte bu anlar; yaşandığı sırada anlayamadığınız için, gelecekte durup geçmişe baktığınız zaman öylece durduracaktı gerçeklik algınızı. Bunu çok yaşamıştım. On bir yaşında falan vardım ya da yoktum, yemem için bana verilmiş elmayı, yememek için inat edip çöpe atmıştım. Sonrasında çok üzülmüştüm kendi kendime çünkü annem beni böyle büyütmemişti. O hep, avuçlarımda tuttuğum bir parça kırıntıya bile değer vermemi söylerdi. Dışarda belki bu elmayı bile yiyemeyen çocuklar olduğunu biliyordum ancak bunun farkındalığı elmayı çoktan attıktan sonra uğramıştı bana. Asla unutamamıştım. Halbuki çocuk aklıydı işte, hareketimin ahlaki yargılara uyup uymadığı konusunda tartışmaya gerek olmayacak bir yaştaydım. Dışardan bakan kim derdi bu kız çocuğu hayatı boyunca bu anı hatırlayacak diye? Ne tezgaha boyum yetişmediği için üstüne çıktığım tabureyi, ne pembe çizgili çöp kovasını unutabilmiştim. Hep benimle kalmışlardı.
Küçükken mesela, annemle birlikte bir parkın yanından geçerken küçük bir kız çocuğunun koşturup kafasını banka çarptığını görmüştüm. Abisi gelmişti sonra yanına. Ağlayan kardeşine sarılmıştı ve bir şeyler mırıldanmıştı hatırlayamadığım. Öylesine bir andı ve sadece birkaç saniye sürmüştü gördüklerim. O an gördüklerim hakkında ne düşünmüştüm de bu an hiçbir zaman silinememişti benden? Onu bile bilmiyordum. Abim veya kardeşim olmasını istediğim bile yoktu. Ben hep annemle aramdaki bağın özel olduğuna inanmış, bu bağı paylaşma düşüncesine de hoş gözlerle bakamamıştım. Küçüklüğün getirdiği bencillik silindiğinde ise iyi ki demiştim yine. En azından bir masum can daha o evde bizimle birlikte harap olmamıştı.
Bu gibi tonlarca anı vardı zihnimin kuytularına kök salmış olan. Hiçbirini yaşarken aklıma gelmezdi onların bana tutunacağı. Yaşım neredeyse yirmiydi ve ben, ilk defa içinde bulunduğum anın benden asla silinmeyeceğini o anı yaşarken anlamıştım.
Fırtınadaki en güzel tanesi, Meyza'ya ne kadar da uyuyordu adının anlamı.
Darien, soğukça ve her zamanki gibi saklamaya uğraşmadığı bir şüphe içinde yüzüme bakarken güçlükle yutkundum ve gözlerimi kırpıştırdım. Ben, bana Sima diyorlar demiştim. Anlamı çehre ve hazine demiştim. Öylesine takılmış bir ismin anlamını bilip de kendi adımın anlamını nasıl bilmediğimi neyle açıklayabilirdim?
Kitapta Aileen'in adının anlamının parlayan, ışıldayan ışık olduğu belirtilmişti. Meyza'nınsa adının değil anlamı geçmişi bile yarım paragraftı. Nasıl bilebilirdim? Hangi cümleden çıkartabilirdim o anlamı?
Tedirginlik içimi sallamaya başladığında kalbim de orantılı olarak korkuyla çarpmaya başladı. Hissettiğim gerginlikten kulaklarım yanmaya başlamış, ellerim belli belirsiz titriyorlardı. Bilinmezliğin getirdiği korkuydu bu. Darien'in takınacağı tavrın, yapacağı hareketin ne olduğunu bilmemenin getirdiği korkuydu.
"Meyza." Dedi beni irkilten bir ses tonuyla, ismimi bilerek vurgulayarak. Dudaklarımın aralanıp durmasına rağmen hiçbir şey söylemeyeceğimi belki de bakışlarımdan anlamıştı zira gözleri yüzümün her bir santimini dikkatle inceliyordu.
"Seninle alakalı bir şey var." Dedi ben yeniden önüme dönerek kafamı indirirken. "Düşündüğümün bile ötesinde, akıl almaz bir şey." İrkildiğimde, hemen arkamda oturduğundan bunu hissetti ve atın kayışını kavrayan eli sıkı bir yumruk haline geldi. "Ve bu şey her ne ise, boşuna yalanlarla saklamaya uğraşma. Çünkü bulacağım." Diye devam etti benim içimde bir kıyamet başlayıp son bulurken. Enkazdaydım. Enkazdaydım ve çıkamayacaktım çünkü çok haklıydı Darien. Düşündüğünün bile ötesinde, akıl almaz bir şey.
İçime o saniyede düşen fırtına, buz tutmadık tek yer bırakmazken ve dahası üstüme devrilmiş şehirleri bile uçuracak kadar güçlüyken Darien, ben ne olduğunu anlamadan atın üstünden atladı. Ardından, benim de belimden tutup sanki hiçbir şey taşımıyormuşçasına indirdiğinde, arkamızdan gelen at arabası da olduğumuz yerde durdu.
Darien, bazen bal rengine çalan hareleriyle yüzüme soğuk, içimi kırağıyla kaplayacak bir bakış attı ancak daha sonra gözleri, sıkıca birbirine kenetlediğim ellerime değdi. Titredikleri için birbirine kenetlediğim ellerime. Kaşları çatılırken içine çektiği nefesi üfledi ve çok kısa süreliğine sarı harelerini kapattı.
Açtığında "Bu kadar titremeni gerektirecek bir şey yok. Şüpheli de olsan sana zarar verecek değilim Isabel." Diye konuştu tok bir ses tonuyla. Meyza değil de Isabel mi şimdi?
Birazdan onun da anlamını söyleyip test ederse beni, kendimi kaleye gittiğimiz ilk an tepeden atacağım.
"Sağol ya." Diye mırıldandım her ne kadar endişeden dolayı betim benzim atmış olsa da. Benim de kaşlarım çatılmıştı. "İçimi rahatlattın."
"Teselli falan mı bekliyorsun?" Diye konuştu Darien düz bir tonda. "Çok şüpheli durduğun için özür dilerim kuzey varisi. Gel, canımızı falan al. Ama affet bizi sonra olur mu? Gözümüz ardımızda kalır yoksa."
Başladığımız noktaya dönmek üzereydik. Bu adam durup durup kendine reset atıyordu.
Şüphelisin Meyza, ajan mısın Meyza, kim gönderdi seni bilmiyorum Meyza, ne aşkı beni tanımıyorsun ki Meyza, Anca bir aptal bir kere gördüğü adama aşık olduğunu sanıp ülke değiştirir Meyza.
"Birinin sizi öldürmeye niyeti olsa bu iş için beni mi gönderirdi Tanrı aşkına?" Diye konuştum hızlı bir şekilde, gözlerimi devirmeden önce.
"Gücünü ve yeteneklerini saklayıp rol yapmadığını nereden bileceğiz?" Diye sordu o da kaşlarını kaldırarak. İç çekerek kollarımı birbirine bağlasam da parlak sarı gözlerine fazla bakamayarak gözlerimi kaçırdım. "Genel anlamda şüpheli duruyorsam bile en azından bu konuda şüpheli olmadığımı gayet iyi biliyorsun bence." Diye geveledim ağzımın içinde.
"Hayır Meyza, ne konuda şüpheli olduğun hakkında hiçbir fikrim yok ve bu seni her konuda şüpheli hale getiriyor."
Tanrım o kadar engelin üstünden atlayıp da ismimin anlamını bilemeyince mi yere düşüvermiştim? Darien, bulacağını söylediği şeylerin ağırlığının farkında değildi ve ona istediği gerçekleri verirsem deli olduğumu sanardı. Kim kendisinin bir kitap karakteri olduğuna, kaderinin bir başkası tarafından yazıldığına ve müdahale edilmediği takdirde değişmeyeceğine ancak en çok da o kaderin onu çiçeklere bezeli değil de dikenlerle dolu yollardan yürüteceğine inanabilirdi ki?
Aşık olacaksın Darien ancak ikinci karaktersin sen, o kadının sadece gülümsemesinin bile yeterli olduğuna inanıp geri çekileceksin. Çok çalışıp her şeyini verdiğin topraklarda sen yokken halkın katledilecek. Gerçekleri öğrenmen uzun süre imkansız olacak ve kaos çıkacak ülkende. Vatan haini diyecekler sana, ölümlerin suçunu sana atacaklar ve her şeyi düzeltmek için kırık bir kalple geri döndüğün topraklarında sorunlarını nasıl çözdüğünü anlatmadılar bile.
Finalden bile önce, birkaç cümleyle hikayen son buldu. Onların mutlu sonunda sana da bana da yer yoktu.
"İyi." Dedim, korkumdan geriye kül parçası bile kalmazken. "Şüphelenmeye devam et ve herhangi bir şey bulursan beni de bilgilendir lütfen." Öfke dolu birkaç kıvılcımlar bal rengi gözlerinde parıldarken arabalarından çoktan inmiş olan Anfia ve Callisto yanımıza geldiler.
Darien, benden şüphelenmekte belki haklıydı ancak bu noktada neyden korkuyordum? Madem gerçekler inanmayacağı kadar deliceydi, öyleyse onlara ulaşama ihtimali de yoktu. Onun gözlerindeki ifadeye karşılık olarak ben de öfkeyle iç çektiğimde Callisto kaşlarını kaldırdı. "Kavga mı edildi?"
"Keşke." Diye sessizce mırıldandı Anfia ve bu bakışlarımı sessiz kalan Darien'den alıp ona bakmamı sağladı.
"Ne kavgası?" Diye sordum anlamazca. Anfia'ya bu zevki yaşatamazdım. "Darien alt üstü meydana gidiyoruz, niye bu kadar hazırlandın göz alıcı olmuşsun diyordu. Ben de abartmana gerek yok, senden başka kimsenin dikkati üzerimde değil diyordum." Diyerek devam ettim gülerek. Bu sefer gözlerini deviren Darien olurken Callisto, yalanıma inanmasa da dudakları kıvrıldı. Amacım biraz da ortamdaki gerginliği kırmaktı aslında.
Anfia ise gözlerini kısarak altın harelerini meydana çevirdi. "Bu kadının hikayeleri gün geçtikçe daha katlanılmaz oluyor." Dedi arkasına da dönerken ve bu sefer söylediği benim de ciddiyete binmemi sağladığından yüzümdeki gülümseyiş bozuldu. Susmayacaktım.
"En azından benim sadece hikayelerim katlanılmaz." Diye soğuk bir tonda mırıldandığımda "Ne ima ediyorsun?" Diye sesinin oktavını arttırması ve arkasını dönmesi bir saniye sürdü.
"Fazlalık olan, istenmeyen sensin ve buna rağmen küstahça benim mi katlanılmaz olduğumu iddia ediyorsun?" Bir adım daha üstüme doğru geldiğinde Darien'in kaşlarının çatıldığını ve Callisto'nun olası şekilde üstüme atlama ihtimaline karşı Anfia'ya yaklaştığını görebildim. Darien, "Yeter, Anfi-" Şeklinde konuşmaya başlamıştı ki geride durmak yerine ben de ona doğru bir adım attım ve yüz yüze geldik bu şekilde.
"Çocukluk yapan ve abinin kararına saygı duymayıp günlerce sızlanan, bana karşı kendini bilmezce cephe alan, her seferinde mantıksız davranıp konuşan sensin ancak sonradan geldim diye ben mi katlanılmaz oluyorum? Abin istemeseydi bu nişanın devam etme olasılığı olur muydu sence Anfia? Ne olur arada sırada aklını çalıştırmaktan çekinme çünkü aksi takdirde sadece gülünç şeyler zırvalıyorsun." Diye konuştum yüzümde mimik bile oynamayarak. Anfia'nın altın hareleri genişlerken benim de gözlerime küçümseyici bir bakış kondu. Bu şekilde oynamak isteyen kendisiydi. "Ayrıca ben gelmeden önce de davranışların bu şekildeyse bir durup düşünmeni tavsiye ederim. Sırf Darien'in kardeşisin diye sana tahammül ediyor olma ihtimalleri kaç acaba?" Diye devam ettim duraksamadan.
"Sen, ne cüretle-"
"Meyza." Dedi bu sefer Darien, soğuk bir sesle. Ses tonu, bir bıçak gibi aradaki iletişimi keserken Callisto, Anfia'yı belinden tutarak hafifçe benden geriye çekti. Kaşları çatılmıştı. Yeşil harelerinde dolanmaya başlayan sarmaşık öfkeyle çevrelenmişti ancak öfkesi Anfia'ya karşı değildi. Söylediklerime sinirlenmişti ve gözlerimin içine soğuk bir şekilde bakarak bunu göstermekten çekinmedi. Anfia'ya karşı korumacı olmasını anlayabiliyordum ancak daha önce gülümseyen, şakalar yapan adam bir anda tuzla buz olmuştu sanki. O an irkilmekten kendimi alıkoyamadım.
Bu onun gerçek kişiliği miydi?
Yavaşça yerimde duraksarken Darien'in ses tonundaki soğukluk da mı sadece benim için diye düşünerek gözlerimi kırpıştırdım. O an, Darien'e bakmaya ilk defa korkmuştum ancak
"Anlaşmayı öğreneceksiniz." Dedi Darien. Gözleri hem benim, hem Anfia'nın üstünde dolandı.
"Birbirinizi sevmek zorunda değilsiniz ancak... Anfia, Meyza benim nişanlım ve öyle kaldığı müddetçe sözlerine, tavırlarına dikkat etmek zorundasın." Her bir kelimesini vurgulayarak konuşmuştu ve Anfia öfkeyle yutkunup yumruğunu sıkarken Darien bu sefer bende sabitledi bakışlarını. Böylece ben de içimdeki korkuyu yenerek onun gözlerinin içine baktım. O anda yaşadığım duygu karmaşasının yüzüme yansıdığını biliyordum ve bundan olsa gerek Darien konuşmadan birkaç saniye önce sessizce gözlerini yüzümde gezdirmişti. Hafifçe esen rüzgarda siyah saçları uçuşuyordu. Dağılmaya başlamışlardı.
"Sen de Anfia'yayla bu şekilde konuşamazsın Meyza. O benim kardeşimden öte bu ülkenin prensesi, saygı duyup ona göre konuşmayı öğreneceksin yoksa davranışlarını imparatorluğa hakaret olarak algılarım ve adının önündeki sıfat fark etmez, cezası ağır olur sözlerinin."
Yerimde inanamazca dikilmeye devam ederken dudaklarım açılıp kapandı birkaç kere. Sanki içinde bulunduğum zaman donmuş ve yere düşüp parçalandıktan sonra her bir kırığı içime yağmıştı. Yaşadığım haksızlık hissi mi yoksa açılan kesikler mi kan revan içinde bıraktı beni anlayamadan, Anfia abisine çevirdi gözlerini. Bakışları yumuşadı ve dudakları hafifçe kıvrılır gibi oldu. Callisto'nun gözleri de benden çevrilip Anfia'ya döndüğünde onun da öfkesi silindi. Aralarında bir tür... Bağ var gibiydi.
Senin anlayabileceğinin ötesinde bir bağ, diye fısıldadı gerilerdeki bir ses.
Ve Tanrı aşkına...
Darien beni az önce tehdit etmişti.
Anfia bile, bana karşı prenses olduğunu öne sürerek oyununu oynamamışken Darien, onunla arama çizgi çekmem gerektiğini bu şekilde söylüyordu. Anfia yasak bölgeydi. Onun kırmızı çizgisi. Geçmemelisin Sima.
İçimde bir şeylerin alev aldığını hissetsem de aksine ellerim buz kesmişti. "Henüz sizin krallığınıza ait değilim." Dedim kafamı kaldırarak dik bir duruşa geçerken. Gözlerim dolmak üzereydi ancak iç çektiğimde kaşlarımın çatılmasına da gözlerimin dolmasına da engel oldum. Bunun yerine üçü de bana baktığında, o buz gibi alevin gözlerime yerleşmesine izin verdim.
"Eğer nişanlımın kardeşine karşı takınmam gereken tavır buysa, o da bana abisinin nişanlısı olarak değil Helefna'nın meşru kuzey varisi olduğumu unutmayarak bir tavır takınsın." Kafamı yana eğdim hafifçe. "Aksi halde ben de duyduğum sözleri düklüğe hakaret olarak algılarım ve unutmayın ki, Helefna İmparatorluğu olası bir aksilikte sadece Windfield'in yanında bulunacaktır. Aynı şekilde hiçbir sözün cezasız kalmayacağının temennisi bizzat veriyorum."
Darien, bu baş kaldırıma karşılık sessiz kalırken ve gözlerindeki her türlü duygu emaresi sanki soğuk havada buhar olmuş da kaybolmuş gibi silinirken ruhsuz bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. Ben de aynı şekilde bakışlarına karşılık verdim ancak dizlerimin titrediğini bir ben, bir de Tanrı biliyorduk. Anfia'nın sözlerimi idrak etmesiyle birlikte gözlerine yeniden düşmanca bir duygu yerleşti ve Callisto tamamen kaşlarını çattı.
Bu noktaya gelmeyi hiç istememiştim ancak onlar beni buraya sürekleyen onlardı. Bu gerçek canımı sıkarken daha fazla ayakta dikilmenin zor olacağı kanısına vararak arkamı döndüm ve yürümeye başladım.
Ancak sadece birkaç adım atabildim. Darien, yakamdan tutarak beni geri çektiğinde gözlerim büyüdü. "İkiniz yüzünden iki krallık arasında savaş çıkmasına göz yumabilmeniz eminim halklarınız tarafından bilinse çok hoş karşılanırdı." Dedi Darien soğuk bir sesle ve beni, tam olarak Anfia'nın yanına resmen sürükledi.
Biz mi savaş çıkartacaktık?
Kendisi bu konuyu açan kişiydi.
Blöf mü yapmıştı yoksa cezasız kalmaz derken bahsettiği şey imparatorluğun vereceği cezadan başka bir şey miydi?
"Kaleye gidene kadar, her ne sik-" Duraksadı ve öfkeyle iç çekerken elini burun kemerine götürüp gözlerini de kapatırken kısaca sıktı orayı. "Her ne konuda anlaşamıyorsanız bunu halledeceksiniz aranızda. Tamamen." Diye devam etti gözlerini açtığında. Yanımızdan ayrılıp Callisto'ya doğru bir adım attı ve "Aksi halde ikinizi de kaleye almayacağım." diye tamamladı konuşmasını.
"Darien?" Diye soludu Anfia öfkeyle ancak Callisto, arkadaşının söylediği şeye gülümsedi ve Anfia'yı bırakıp Darien'le beraber yürümeye başladı. Kaleden beri takip halinde olan ve dikkat çekmemek için sivil hale bürünmüş muhafızlar, düşündüklerinin aksine dikkat çekecek bir şekilde etrafımıza doluştuğunda, Callisto arkasını dönmeden selam verir gibi elini kaldırıp salladı. "İyi eğlenceler."
Ağzım açık kalarak arkalarından bakarken Anfia kızıl harelerini kısarak sakinleşmek adına derin bir nefes almaya çalıştı. Anfia'ya çocuk gibi davrandığını söylememin üstüne kaç dakika geçmişti de ben de aynı şekilde çocuk muamelesi görüyordum?
"Kutsal ışık aşkına." Dedi Anfia yüzünü sonunda buruşturarak ve bana baktı. Ben de düz bir şekilde ona baktığımda "Abim bu kadar ciddiyse, iyi anlaşmış gibi yapmadığımız sürece kaleye almaz bizi." Diye devam etti soğuk bir sesle. İyi anlaşmak seçeneği bile değildi yani.
"Dışarda mı bırakacak seni?" Diye sordum ben de dediğine hiç inanmayarak. Beni zaten atması yakındı ancak Anfia'yı kapı dışarı etmeyeceğini biliyordum. "Dışarda bırakmaz ancak kaleye de almaz." Dedi açıklama yapmak istemiyor gibi bir tavırla. Gözlerimi devirdim. Konuşmak istemiyorsa hiç konuşmasındı.
"Beni saraya, seni de geldiğin yere falan gönderir." Ardından omuz silkti ve alaycıl bir gülümseyiş yüzümde belirdi.
"Bu işine gelmez miydi? Sen sonra dönebilirsin benim aksime."
Anfia duraksadı ve gözlerinden değişik bir duygu geçti. Huzursuzluk... Belki nefret. Ancak bu sefer bu hisler benim için değillerdi ve hızla silindiler. Soruma cevap vermek yerine duraksayarak bakışlarını yüzüme çevirdi. "Alacaklarını alalım ve dönelim yoksa bu iş uzayacak." Dedi beklediğimin aksine sakin bir hale bürünürken. Ben kaşlarımı kaldırırken yürümeye başladık. Bir süreliğine sessiz bir ateşkes imzalamak gibiydi söz konusu olan ve benim için hiç mi hiç sıkıntı yoktu.
"Sonrasında ne olacak? Dolanıp birlikte dönmemiz yetecek mi Darien'i ikna etmeye?" Diye sordum yine de şüpheyle.
"Darien'in karşısında sataşmayacağım sana artık." Dedi o da bu gerçek çok can sıkıcıymış gibi. "O yokken devam yani?" Diyerek kafamı salladım bu çok mantıklı bir fikirmiş de onu onaylıyormuşumcasına, alayla. Ciddiyetsizliğin sindiği mavi harelerime baktığında, kaşları çatıldı. "Sen defolup gidene kadar, durmayacağım." Dedi bir anlık ciddiyetle.
Söyledikleri alaycıl kıvılcımları bakışlarımdan silmedi ancak gerçek duygularımı yansıtsaydım, kesinlikle gülümsemeye devam edemezdim. Daha sonra ikimiz de sustuk ve herhangi bir şekilde göz göze bile gelmedik.
İlk girdiğimiz dükkan, perde içindi. Kalede kullanılabilecek kadar uzun ve geniş ölçekli perdeleri hazır olarak satın alamayacağımızdan, ancak kataloglardan bakıp özel olarak sipariş edebilirdik. İncelememiz için modeller önümüze geldiğinde, dükkandaki herkesin bakışları dikkatle bizim üzerimizde sabitlenmişti. Muhafızlar, yerel kıyafetler giyseler bile kılıçları pelerinlerinin altından belli oluyordu ve zaten Anfia'nın yüzünü batıdaki çoğu kişi biliyordu. Benim de lordlarının nişanlandığı Meyza Isabel Windfield olduğumu saçlarımı görür görmez anlamış gibiydiler.
Bundan dolayı muhafızlar yüzünden boğucu bir kalabalık arasında kalmamız dışında dükkandaki diğer müşteriler ve görevliler olmak üzere herkesin dikkati bizdeydi ve bu biraz... Can sıkıcıydı.
"Majesteleri, Leydim..." Dedi gözlüğünü hafifçe sabitlemek için ittiren orta yaşlı kumral adam. "Bu seçenekleri beğenmediyseniz diğer katalogları indireyim."
"Beğendim." Dedik Anfia'yla aynı anda farklı modeller gösterirken ve bu paralel olarak kaşlarımızın da çatılmasını sağladı. Ortamdaki hava sanki yeniden buz keserken gülümsedim. "Prenses, zahmet edip de seçim yapmanıza ne gerek vardı? Ben buraya bugün bu iş için gelmiştim zaten."
"Yaşadığım kalenin düzenlenmesinde elbette ki benim de elim olmalı Leydi Meyza." Dedi Anfia da yapmacık bir şekilde gülümserken.
"Yine de gelecekteki düşesin seçim yapması sizce daha mantıklı değil mi?"
"Düşes olduğunuzda her şeyi siz seçerseniz merak etmeyin, Leydi Meyza."
"Şimdi de kısmen o konumda sayılırım, Prenses." Dedim baskın bir sesle ve Anfia'nın gözleri kısıldı. Üstümüzdeki bakışları ikimiz de hissettiğimizden bir süreliğine duraksarken iç çektim ve aldığım nefesi seslice geri verirken ihtimalleri gözden geçirdim. Ardından yüzümde küçük bir gülümseme belirdi.
"Prenses'in seçtikleri yemek odası ve misafir ağırlama odasına uygun şekilde ayarlansın." Dedim uysal bir tonda. "Ben yatak odası ve kalan odaları seçeceğim."
Anfia, abisinin yatak odasına da küçük dokunuşlarda bulunacağımı anladığında kaşları çatıldı ve karşı çıkacak gibi bir yüz ifadesiyle baktı ancak önümüzde duran adam rahatlamış gibi bir gülümsemeyle "Anlaşmaya varmanıza çok sevindim." Dedi. Burada yatak odasına da karışmak istese kendisi kötü duruma düşecekti. Anfia bununla beraber hırsla gözlerini çevirdi ve aramızdaki gerilim elle tutulacak kadar somut hale gelirken başka şeyler seçmeye devam ettik.
İşin aslında, kendi zevklerimize göre hareket etsek de seçtiğimiz malzemelerin arasında fazla fark yoktu çünkü ikimiz de kaleye yakışacak tonlar seçmeye çalışıyorduk. Bir süre sonra, konu ödemeye geldiğinde "Tutarı Windfield Hanesi ödeyecek, faturayı buna göre kesip Batı Kalesi'ne gönderebilirsiniz." dedim gülümseyerek ancak Anfia yüzünde inanamaz bir ifadeyle kısa kızıl saçlarını eliyle kulağının arkasına sıkıştırıp yanıma geldi. "Masrafların hepsini Darien De Karilya ödeyecek." Diye konuştu sertçe.
"Prenses Anfia, alışveriş benim fikrim olduğundan ödemeyi benim yapacağımı gelmeden önce söylemiştim." Dedim kaşlarımı çatarak.
"Darien eğer sana bir şey ödettirirsem beni kazığa oturtur." Diye konuştu o da huysuzca.
"Bu çok saçma." Diyerek karşı çıktım gözlerimi kırpıştırırken. O sırada dikkatimi dağıtan şey, arka tarafta bir yerden "Ne kadar iyi anlaşıyorlar." Diye bir fısıltının gelmesi oldu. Bununla birlikte Anfia ile duraksadık aynı anda. Gözlerimiz birbirine sabitlenmişti.
"Gelin ve damadın kardeşi arasındaki tatlı tartışmalar... Tanrım bana gençliğimi hatırlatıyorlar." Yüzümüzü buruşturmaktan kendimi alıkoyamadım.
Ya körlerdi ya sağır. Bu tartışmaların tatlı hiçbir yanı yoktu.
"Kale'ye biraz canlılık gelmiş olsa gerek. Belki bahsettikleri gibi korkunç bir yer değildir Batı Kalesi, Leydi Meyza taa Helefna'dan gelip burada kalmaya karar verdiyse..."
"Kaleyle ne alakası var? Leydi Meyza çok aşıkmış Lord'umuza."
"Lord'umuza hangi kadın aşık olmaz? Onu gördün mü hiç?"
"Asıl Majesteleri ilk Kuzey varisine aşık olmuş. Yanlış biliyorsunuz siz. Aylarca mektuplar yazıp göndermiş Helefna'ya. Hepsi de aşk mektubuymuş. Defalarca kez evlenme teklifi etmiş."
"Lord'umuz mu defalarca kez evlilik teklifi etmiş? Saçmalığın daniskası."
Gözlerim inanamazca büyürken Anfia'nın dudakları aralandı ve sadece biz değil, etrafımızdaki muhafızların bile yüzünde allak bullak olmuş, gülmekle gülmemek arasında gidip gelen bir ifade belirdi. Kimse ne tepki vermesi gerektiğini bilemiyordu ve duyduklarımız komik olsa da küçük çaplı bir gerginlik de yaratmıştı.
Darien bunları duyarsa halkın içinde nişanımızı bozup beni Windfield'a doğru uçururdu.
Ayrıca evlilik için defalarca kez mektup yazan bendim! Olaylar nasıl bu şekilde yayılmıştı ve insanlar mektupları nereden bilebilirlerdi?!
"Ama Leydi Meyza'ya bir baksana... Ne kadar güzel. Lord Darien'in sert mizacını yumuşatacak kadar kendine aşık etmiş olabilir pekala."
"Hesabı, Lord'umuz adına yazıyorum." Dedi çalışan konuşulanları duyduğumuzu bildiğinden endişeyle kızarmış şekilde ve ben kaşlarımı çatarken Anfia duyduklarımızı göz ardı edip zafer kazanmış bir şekilde gülümsedi. Buna rağmen altın harelerini bana çevirmemişti.
Daha sonra oradan ayrılıp tonlarca farklı yere gittik. Hemen hemen hepsinde hem kimin seçtiği olacak hem masrafları kim ödeyecek kavgası yaşansa da bunu dışarı yansıtmamış, sadece gıcık olmuş bir şekilde gülümseyerek kısık tonda konuşmuştuk.
Burada dedikoduların çarpıtılma ve yayılma hızı korkutucuydu.
İşin sonunda, çevre mağazadakilerin hepsi sanki bu bir emirmiş gibi sadece Darien'in parasını kabul etmişti. Bunun için, Darien ile akşam tartışmak gibi bir planım vardı.
Akşam olmak üzereyken ikimiz de yorulmuştuk ancak daha çok bir bunalmışlık söz konusuydu. Her yere on tane adamla girmenin hiçbir güzel yanı yoktu. Anfia'nın karnı guruldadığında baygın bakışlarımı yüzüne çevirdim ve gözlerini devirdi. "Açım." Diye konuştu kaşları çatılırken. Çilli yüzünü de buruşturmuştu.
"Wow, Anfia." Dedim ben de artık yürümek istemezken. "Sahiden mi? Anlamadım hiç."
"Restorandan yemek istemiyorum. Hepsi çok şaşaalı." Diye konuştu alay edişimi umursamadan yürümeye devam ederken. Prenses olduğunun ne kadar farkındaydı acaba? Şaşaalı diye restorana girmek istememek ne demekti? Bu kızın sarayda yemek yemeye alışkın olması lazımdı.
"Kaleye kadar da dayanamam." Diye ekledi ve benim de karnım guruldadığında kaşlarını kaldırdı. Onun aksine benim yanaklarım kızardığında gözleri bir anlığına yanaklarıma değdi ve alaycıl ifadesi sekteye düşerek silinir gibi olurken iç çekti.
"Atlatalım şu peşimizdekileri." Dedi aniden düz bir tonla. "Yenebilecek güzel bir şey biliyorum."
"Atlatalım derken?" Diye sordum anlamazca ve bir baş hareketiyle arkamızdaki muhafızları işaret etti. Gözlerim açıldığında, Anfia sırıtır gibi oldu. "Korktuğunu söyleme?"
"Korkacak bir şey yok ancak seninle en son yürüyüşe çıktığımda az daha bir kurt tarafından yenecektim." Diye konuştum kaşlarımı da çatarak. Sesime alay sinmiş olsa da ciddiydim.
Anfia omuz silktiğinde, "Sen gelmesen de ben gideceğim Meyza." Dedi ve adımlarını hızlandırdı.
Kalabalığın arasına girerken pelerininin şapkasını kapattığını göz ucuyla görebilmiştim ve tam olarak peşine takıldığımda ben de aynısını yaptım. Amacı kendini Darien'e öldürtmekti ve beni de işin içine katmaya çalışıyordu.
Ama peşine takılan sensin Sima.
Tanrım, ben normal bir dünyadan geldiğimden elbette ki korumasız yürümek gibi şeyler beni korkutmazdı ancak Anfia neden bunu daha önce defalarca kez yapmış gibi rahattı? Bu kız prenses değil miydi? Ben mi yanlış okumuştum kitabı?
Kalabalığa tamamen girdiğimizde adımlarımız hızlanırken geride kalan muhafızların adımlarını hızlandırarak 'Leydim' diye seslendiğini ve kalabalığı yarmaya başladığını görebildim ancak ne olduğunu anlamadan Anfia yan yana gelince kolumu tuttu ve bir ara sokağa saptık.
Daha sonra ise koşmaya başlamıştı. Akabinde ben de koşmaya başladım. Olayın saçmalığına anlam veremeden o sokaktan o sokağa daldığımızda sonunda muhafızlara izimizi kaybettirmiştik. Darien delirecekti.
Dahası muhtemelen ben de delirmiştim.
Neden Darien ile aramızı iyi tutmaya çalışırken Anfia'nın peşine takıldığım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Birkaç saat önce saç baş dalacağım Anfia.
Sonunda bir seyyar satıcının önünde durduğumuzda, çubukta patates satan adama Anfia gözleri parıldayarak baktı ve benim inanamazca bakışlarım arasında kendine altı tane söyledi. "Ona da iki tane verin." Diye mırıldandı beline bağlı keseyi çıkartırken. "Yedi tane." Dedim durumun absürtlüğünü boş vererek gözlerimi kısarken. Anfia kaşlarını kaldırıp şüpheyle bana baktı.
"Sen mi?"
"Ben."
"Yiyecek misin?"
"Başka n'apacağım?"
"Paramı ziyan etmesen iyi olur." Diye homurdandı adama tutarı öderken. Hala yiyeceğime inanmıyor gibiydi. Bunun haricinde Anfia neden yanında bakır para taşıyordu? Yanına yaklaştığımda kulağına doğru eğildim.
"Bu kaçıncı kaçışın?" Diye sordum mavi harelerimde merak parıltıları gezinirken.
"Nereden?" Diye sordu anlamamazlıktan gelerek yüzüme bakmazken. Eliyle kısa kızıl saçlarını geriye attı.
"Kaleden?"
"Hiç kaçmadım."
Mavi harelerimde sadece merakın değil şüphenin de dolaştığını hissederken "Saraydan?" Diye sordum.
Sessizlik, yüzümde küçük bir gülümseme oluşmasını sağladı. Tahminlerim doğruydu. Anfia gerçekten saraydan nefret ediyor olmalıydı ve aslında sebebini anlamıyor da değildim. Annesi Darien'in Batı'ya sürgün edilmesinde rol oynayan yegane kişiydi ve İmparator, gayri meşru diyip resmi himayesine almadığı Darien'i yıllarca umursamamıştı. Öz abisinin ise ne tür bir pislik olduğu konusunda az çok bir fikrim vardı. Darien'in kitabın sonunda bin farklı müsibetle uğraşmasını sağlayan oydu sonuçta.
Darien'e kötü davranan herkesten belli ki nefret ediyordu. Kendi ailesinden bile.
Çünkü üvey olması fark etmeksizin tek gerçek ailesi, Darien'di.
Bu sefer Anfia, şüpheli gözlerle yüzüme baktı. "Senin neden ilk çıkışın gibi durmuyor Meyza?" Diye sordu kısık bir sesle. "Senin gibi bir soylunun böyle satıcıların önünden bile geçmemesi gerek."
"Eh, Helefna'da işler farklı yürüyorsa demek." Diyerek omuz silktim sorusunu alaya vururken. Anfia buna karşılık vermedi ve elimiz patates çubuklarıyla dolarken oradan ayrıldık. Her ne kadar pelerin takıyor olsak da dikkat çektiğimizden Anfia bizi ara sokaklardan yürütüyordu ve bir noktada nereye gittiğini o da anlamamaya başlamıştı bence. Yüzünde hatırlamaya çalışan bir ifade belirdiyse de belki gurur yaptığından dönüp de bana kaybolduk demiyordu.
Patatesi iştahla çiğnerken birkaç çubuk bittiğinde Anfia saklamadığı bir şaşkınlıkla bana baktı.
"Sen sahiden ilk defa yemiyorsun bunlardan, değil mi?"
"Başta seni dört dörtlük yetişmiş bir soylu olduğuma ikna eden ne oldu ki zaten?" Diye sordum bu sefer ben ona dönmeyerek.
"Görünüşün... Sanırım." Dedi ve kafasını eğdi hafifçe. "Dışardan nasıl gözüktüğüne dair bir fikrin var mı?"
"Nasıl?" Diye sordum kaşlarım çatılırken. Bakışlarım ister istemez ona çevrilmişti sonunda. O da bana baktı düz bir şekilde.
"Soğuk. Dokunulmaz gibi."
Bu kitabın kötü kadınının bedeninde olmanın bir getirisi miydi?
"Tanrı aşkına geçen birkaç günde öyle olmadığımı anlaman gerekirdi." Diye konuştum adeta homurdanarak.
"Gözüktüğün gibi değilsin ancak yine de şüphelisin Kuzey Varisi ve amacını bilmediğim sürece benden iyi niyet beklememelisin." Sanki, şu geçirdiğimiz bir saati yanlış anlamamam işin uyarıyordu beni. Elimdeki boş çubukları bulduğumuz çöpe attıktan sonra yeniden ona döndüm.
"Senden hiçbir şey beklediğim yok Anfia." Dedim soğuk bir sesle gözlerinin içine bakarken. "İnsan gibi davran bana yeterli. Ekstradan kibar olmanı zaten istemiyorum."
"Abimi aşksız bir evliliğe sürüklüyorsun." Dedi, asıl sorunun ne olduğunu anlamamı ister gibi. Her şey çok basitmiş gibi konuştuğumdan sinirlenmiş gibiydi ancak bu tavrı benim de içimde bir şeyleri aleve verdi çünkü benim için de hiçbir şeyin basit olduğu yoktu.
"Abin ben olmasam da bu tür bir evlilik yapardı."
"Bilemezsin!" Diye bağırdı boş sokağın ortasında öfkeyle. "Onun bu zamana kadar yaptığı fedakarlıkları bilmiyorsun. Nelere göğüs gerdiği konusunda en ufak bir fikrin yok. Tüm bunların üstüne sırf halkı için hayatını bu kadar büyük ölçüde etkileyecek bir fedakarlık daha yapamaz! Darien seninle evlenirse bunun geri dönüşü olmayacak, bunu nasıl küçümseyebilirsin? Bir de onu sevdiğine inanmamı bekliyorsun!"
"Tanrı aşkına Darien beni sevmezse onunla zaten evlenmeyeceğim!" Dedim ben de artık bağırırken. Anfia yükselen sesimle kaşlarını çatacak gibi olsa da asıl söylediğim şey onu bir anlık boşluğa düşürdü. "Aşksız bir evlilikten kaçıp bir yenisini yapmak için buraya gelmedim ben. Darien eğer beni sevmezse nişanı bozup kelimenin tam anlamıyla defolup gideceğim buradan."
"Darien'in senin kadar şüpheli birini sevmeyeceğini biliyor olman gerek." Dedi Anfia da inanamazca. Şaşkınlık altın harelerine bir sarmaşık gibi dolanmıştı. "Sadece bu umuda tutunup buralara kadar gelmiş olamazsın Meyza. Işık Tanrıçası aşkına, amacın ne senin? Söylediklerine nasıl inanmamı beklersin?"
"Abin sana söylememiş." Dedim dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken. "Yaptığımız anlaşmadan sana bahsetmedi, değil mi?"
"Ne anlaşması?" Diye soludu anlam veremeyerek.
"Altı ay sonra Darien hala beni sevmediğini iddia ederse gideceğime dair bir anlaşma imzaladım onunla."
"Sen..." Dedi bir adım geriye çekilirken. Dehşet altın harelerin içinde ahenkle parıldadı. "Ne yaptım dedin?"
"Bir anlaşma..." Diye tekrar ettim gözlerimi kaçırırken.
"Gerçekten de sadece böyle inanması güç bir umuda tutunarak mı buralara kadar geldin Meyza? Delirdin mi sen? Helefna'nın imparatoriçeliğini bunun için reddettiğini mi söylüyorsun bana?"
"Anfia." Diye soludum gözlerim yeniden onu bulurken. Öfkem sesime yansımıştı ve ellerim yumruk haline geldi. "Senin evin olması gereken saraydan kaçman normal ama ben kendi ülkemdeki saraydan kaçmak isteyemem, sebeplerim olamaz. Bu mudur yani?"
Anfia, o an olduğu yerde duraksadığında daha önce hiç düşünmediği ihtimallerle sarsılırken bildiği gerçekler değil de kafasında ölçüp tarttığı, doğru olduğuna kendisinin karar verdiği her şey başına yıkılmış gibi baktı bana.
Birkaç saniye daha kıyamet gibi bir sessizlikle geçti. Binlerce ihtimalin kafasında bir fırtına yarattığını altın harelerine bakarak söylemek mümkündü ancak ilk defa, tarafsız bir şekilde yüzüme bakıyordu gözleri. Allak bullak olan yüz ifadesi bunun kanıtıydı.
Benim de içimdeki öfke o an durulacak gibi olurken "Tanrım misafirlerimiz var." Diye bir ses geldi ileriden. Anfia'ya sabitlenmiş bakışlarım hızla karşıya çevrildiğinde üç metre ilerimizde duran dört adamdan biriyle göz göze geldim.
Kahve gözlü adamın kaşları havalanırken dilini dudaklarının üstünden geçirdi ve değişik bir şekilde sırıtarak "Gökten düşmüş bir misafir." dedi kısık bir sesle.
Kaşlarım olabildiğince çatıldığında "Kimsenin misafiri olduğumuz yok." Dedi Anfia sert bir sesle. Tartışmamızın getirdiği tüm o duygu karmaşasından tek saniyede sıyrılmıştı ve tetikte duruyordu. Kestane rengi saçlarını at kuyruğu şeklinde toplamış bir diğer adam çekik gözlerini neredeyse aralık bırakmayacak kadar kıstı.
"Bizim mekanımızın önündesiniz ama?" Dedi üstten bir sesle. Onun yanındaki kısa boylu adam, Anfia'ya bir oyuncak bebeği inceler gibi ölçüp tartan bakışlarla baktığında kalbimin hızlandığını ve bambaşka bir öfkenin kanımın içine karıştığını hissettim.
"Sizin mekanınız mı?" Dedi Anfia ve ikimizin de bakışları yanımızdaki gecekonduya değdi. "Durun tahmin edeyim." Dedi ardından kafasını hafifçe eğerek. "Yasadışı bir yer işletiyorsunuz değil mi? Kumarhane? Genelev? Ya da belki kaçak getirilmiş malları satmaya hazırlanıyorsunuz."
"Genelev olsaydı emin ol bir saniye beklemez seni bunun için işe alırdım." Dedi at kuyruklu olan da Anfia'nın üstten üstten konuşmasına sinir olduğunu bunu öfkeyle söyleyerek belli ederken.
Ne demişti o az önce?
Anfia'nın parıldayan sarı hareleri o saniyede alev aldığında, kısa boylu adam bize doğru birkaç adım attı ve yüzünde bir gülümseyiş belirdi.
"Doğrusu iyi de para ederlerdi. Değil mi?" Bunu arkasına döndüğünde diğerlerine sordu.
O an, Anfia'nın yüzünde kan donduran türden bir ifade belirdiğini göz ucuyla anca gördüm fakat beni şaşırtan bu değildi. Kanatları kardan bir melek nefesini yüreğime üflemiş gibi tüm vücudumun buz kestiğini hissettim ve öfke zihnimdeki kaosu sanki parmak uçlarıma indirdi.
Şaşkınlığım bundandı.
Ne yapabileceğimi bilmiyordum ama bir şeyler yapabileceğimi bilmekten öte hissediyordum sanki.
Anfia pelerinin altından bir hançer çıkarttığında buna her nedense hiç şaşırmadım.
"Bu söyledikleriniz için ölmeyi dileyecekseniz." Dedi Anfia sadece, bakışları kararmış bir şekilde gülümserken.
Beni dehşete sürükleyen şey, karşımızdaki dört adamdan ikisinin de hançer çıkartması oldu. At kuyruklu adam birkaç adım geri gitti ve kollarını birbirine bağlarken "Yüzlerine zarar vermeyin." Diye emir verdi karşısındakilere.
Bakışları en başta bana kilitlenen kahve gözlü adamın elinde herhangi bir silah yoktu ancak korkunç bir ilgiyle gözlerime baktı. "Yüzüne asla dokunmam." Dedi mırıldandı yalnızca, tahminen üstü olan at kuyruklu adama. Kalbim tekledi o an sanki.
Kurtar kendini Sima. Duramazsın burada.
Anfia, diğer ikisinin bıçaklarına baktığında "Kaç." Diye mırıldandı dişlerini sıkarak. Bana değil, düşmanlarına bakıyordu.
Kaç.
Zihnimdeki felaket öncesi sessizlik bu kelimeyle paramparça oldu. Gerçeklik algımı yeniden tam olarak o an kazandım.
Anfia, kılıç dersleri alıyor olabilirdi ancak dörde karşı bir savaşamazdı. Kitapta Darien ile Aileen'in mana hakkında bir konuşmalarında Darien kardeşinin hala güçlerinin uyanmadığından bahsetmişti ve hatta Aileen'e buna neyin sebep olabileceğini sormuştu.
Yani Anfia, güçlerini henüz kullanamıyordu.
Gözlerim korkuyla açılırken yapılacak en iyi şeyin kaçmak olduğunu biliyordum. Bunun yanında Anfia'yı elinden tutup sürüklemeye çalışsam bile beni durdurup adamlara saldıracak gibi bir hali vardı ve bunun da elbette ki iyi bir sonu olamazdı.
Adamlar iyice yaklaştığında Anfia "Son kez söylüyorum Meyza. Kaç git buradan, hemen!" Diye bastıra bastıra öfkeyle konuştu. Gözleri düşmanlarından asla ayrılmıyordu. Kalacak ve kesinlikle dövüşecekti. Ellerimin titremeye başladığını güçlükle fark ederken dikkatimi çeken asıl şey Anfia'nın tuttuğu hançerin kabzasını olabilecek en sıkı şekilde kavraması oldu. Gözlerimi kırpıştırdım. Parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Adamların bıçağı nasıl tuttuğuna bakmak için önüme döndüğümde yaşadığım farkındalık kısa bir anlığına gözlerimi yummama sebep oldu.
Anfia, korkuyordu.
Korkuyor olmasına rağmen durup savaşacaktı.
Bunun yanında benim yapabileceğim en mantıklı şey, elbette ki kaçmaktı. Sonuçta kalıp dövüşmeyi seçen Anfia'ydı. Beraber kaçmayı reddetmesi bana vicdan azabı çekecek hiçbir nokta bırakmıyordu. Üstelik meydana hızla gidersem ve o da birkaç dakika olsun kendini savunabilirse yardım getirebilirdim.
Kendisinin beni ormanda nasıl bıraktığını, sonuna kadar karşımda olacağını söylemesini de göz önünde bulundurduğumda, hayatımı riske atmak için tek bir sebebim yoktu.
Üstelik bu hayata gelmemin üstünden ne kadar geçmişti? Bana açık açık düşmanım olacağını söyleyen kadın korkuyorsa ne fark ederdi? Kalıp bu şansımı tehlikeye atmaya, gerçek dünyama dönme ihtimalime değer miydi? Ellerimi yaktıkları gerçekliğime... Tüm renklerini kaybetmiş o dünyaya...
"Kalbin boyanırsa siyaha, en çok sen üzüleceksin buna. Kaldıramazsın yavrum. Annen bilir seni."
Gözlerim açıldığında, iç çekerek birkaç adım attım ve Anfia yarım bir nefesi şaşkınlıkla içine çekerken önüne geçtim. Kaşlarım çatılmış, gözlerime kararlılık dolu bir ifade oturmuştu. Annem biliyordu beni. Yalan değildi söylediği.
"Sakın tek bir adım daha atmaya cüret etmeyin." Dedim uyarı niyetinde ellerimi de kaldırırken. Titrememeleri için kendimi ne kadar sıktığımı sadece Tanrı bilirdi. Ayrıca ellerimi kaldırmıştım ancak mana kullanabilecek miydim ki? Vücut ısımın düştüğünü ve kalbimin attıkça tanıdık şekilde canımı acıttığını hissediyordum ancak bu korkunun da bir etkisi olabilirdi. Sonuçta küçük Meyza da korku içinde ağlarken elini hep kalbine götürmüştü. Yüreği buz tutmuştu korkudan, o yaşına rağmen.
Ancak o dayanabilmişse ben de dayanabilirdim korkunun getirdiği kalp sızlamasına.
"Ne yaptığını sanıyorsun?!" Dedi Anfia dehşet içerisinde arkamdan çıkmaya çalışarak ancak o bir adım kayınca ben de bir adım onun gittiği yöne kaydım ve doğrudan at kuyruklu adama baktım.
"Cidden, güzel Leydi, ne yaptığını sanıyorsun?" Dedi o da alayla. "Dört adama karşı ne yapıp da kazanabilirsin?"
"Kılımıza dahi zarar gelirse sahiplendiğin bu sokağı başına yıkarlar." Diye konuştum sert bir sesle. Bakışlarım doğrudan ona kilitlenmişti. Sonuçta diğerlerine emir veren oydu.
"Kılınızı dahi bulurlarsa bunu yapabilirler tabii." Dedi bana ilgiyle bakan kahve gözlü adam da soğuk bir sesle. Bakışlarım ona kaydığında gözlerindeki yoğun ilgiyi görmek midemin burkulmasına sebep oldu ancak yerimden kımıldamadım.
"Sizin gibi küçük soylu hanımlar en başta bu sokaklara adım bile atmamalıydı." Dedi kısa boylunun yanındaki yeşil gözlü diğer hançerli adam ve aradaki mesafeyi kapatmaya yeltendi ancak "Bir adım daha at ve ölünü bile toparlayamasınlar." Diye konuştum buz tutmuş bir sesle. Gözlerim de aynı soğukluğa ev sahibi yaparken at kuyruklu kahkaha attı. Güldü güldü ve güldü.
Anfia engelleyemediğim şekilde arkamdan çıkarken at kuyruklu adam gülmeyi keserek değişik bir öfkeyle adamlarına döndü. Bakışlarındaki şey hırstı. Yüksek ihtimalle soylulardan nefret ediyordu ve onun aşağılık kompleksinin bir ürünüydü öfkesi. "Hangisini yakalarsanız, tüm gece sizindir." Diye konuştu koyu bir ses tonuyla.
Duvara yaslanmadan önce söylediği son şey buydu.
Kısa boylu adam bu sözün üzerine bıçağını beklemeden göğsüme doğru savurduğunda şaşkınlıktan kıpırdayamayacak durumdaydım ancak Anfia beni hızla sağa çekti ve adamın bir eline aynı hızda tekme atıp bıçağı düşürmesine sebep oldu. "Sana gitmeni söylemiştim!" Diye bağırdı adamın şaşkınlığından faydalanarak hançerini bir saniye düşünmeden adamın omzuna saplayıp geri çekerken.
Kısa boylu sendeleyip yere düştüğünde ve karşımızdaki adamlar dehşet içerisinde duraksadıklarında duvara yaslanan adamın kaşları çatıldı. Sonrasında, şaşkın bir parıltıyla yerinden doğruldu. Benim sözlerimi ciddiye almadıkları gibi, bizden karşı atak gelmesini asla beklemiyorlardı. Onların gözünde eli doğru düzgün kılıç bile tutamayan iki soylu kadın olmalıydık.
Kahve gözlü adam bu sefer öfkeyle Anfia'ya baktığında Anfia ona doğru bir hamle yaptı ancak adam hızla kaçındı. Refleksleri iyiydi ve daha da kötüsü, Anfia'nın çok yakınındaydı. Anfia bir hamle daha yaptığında bir daha hızla kaçındı ve ikisi gözümle takip etmekte zorlanacağım kadar hızlı bir şekilde dövüşmeye başladılar. Anfia bıçağıyla asla duraksamadan art arda saldırıyordu ancak adam hepsini ustalıkla savuşturuyordu. Sokak dövüşünden fazlasıydı bu. Kahve gözlü adam bir şekilde bunun dersini almış olmalıydı.
O anda beni harekete geçiren şey kısa boylu adamın omzunu tutarak yerinden kalkması olmadı. İkisi dövüşürken Anfia'ya yaklaşan yeşil gözlü adam, hançerini sıkıca tuttu ve o saniye, korku kalbimi nefesini üflemekle kalmadı, tüm yüreğimi bir çığın içine sürükledi.
Annen bilir seni.
Gözlerim kapanırken kendini bu hamleden savunamayacağını bildiğim Anfia'nın önüne tek bir saniye daha düşünmek için kendime şans vermeden atladım ve aynı anda yüzümü savunmak için kollarımı refleksle önüme doğru kaldırdım.
Pelerinimin başlığı düşerken hançer kolumu yararak hızla ilerledi. Uzun bir kesik elbisemin kolundaki kumaşı iki ayırarak her yanı kan içinde bırakırken acıyı belki de adrenalinden dolayı o an hissetmedim. Sadece sersemlemiş şekilde dökülen kanlara gözlerimi kırpıştırarak baktığımda yoğun bir acı kalbime saplandı ve parmak uçlarım karıncalandı. Anfia'nın gözleri kocaman açıldığında ve duraksadığında ve dövüştüğü adamın da bakışları bana kaydı.
Tüm bunlardan bağımsız olarak "Saçların..." dedi at kuyruklu adam duvardan tamamen ayrılıp bana doğru adımlamaya başlarken. Dikkatimi hangisinde tutmam gerektiğini bilmiyordum. "Sen-" Duraksadığında adeta gözleri parıldadı. "Batı'ya gelen Kuzey Varisi'sin." Diye tamamladı cümlesini, elini o delice parıltının yayılmasıyla saçlarıma götürürken. Sanki kimsenin yakınından geçemeyeceği ancak kendisinin bulduğu bir şansa ellerini uzatıyordu.
"Dokunma!" Diyerek ittirdim onu iki elimle de ancak bu sadece nefesimi kesecek bir acının kolumu boydan boya sızlatmasına sebep oldu. Ben dişlerimi sıkarken "Neden önüme atladın Meyza!?" Diye bağırdı Anfia soluğu kesilir gibi dehşetle koluma bakarken. Dövüşmesinin etkisiyle nefes nefese kalmıştı ve yanakları kızarmış haldeydi.
Kahve gözlü adam "Meyza." Diye tekrar etti ve kısa boylu olan yalpalasa bile bir adım daha atıp Anfia'nın da başlığını indirdi.
"Delirmiş olmalısın. Işıklar aşkına Meyza, neden önüme atladın?" Dedi Anfia onu gram umursamayarak bana bir daha aynı soruyu yöneltirken. Gözlerinde endişe kıvılcımları gezmeye başladığında derin kesiğe bakarak iç çekti. "Çok kan akıyor. Sarmalıyız."
"Prenses?" Dedi at kuyruklu adam Anfia'nın kızıl saçlarına ve altın harelerine daha dikkatli bakarken.
"Kim olduğumuzu artık biliyorsanız..." Dedim kafamı kaldırarak. "Başınıza neler geleceğini de daha iyi biliyor olmalısınız. Muhafızlar şu an bizi bulmak için her yere bakıyor olmalılar. Yerinizde olsam daha fazla dikilmezdim burada."
"Doğru." Dedi at kuyruklu adam gülümseyerek. Aslında blöf yaptığım yoktu ancak sözlerimden bir gram olsun korkmamıştı. "Daha fazla duramayız burada."
Ardından başıyla bir işaret yaptı. O anlık boşlukta kısa boylu adam Anfia'nın eline hızla bir darbe indirdi. Anfia'nın hançeri metrelerce öteye giderken kahve gözlü adam arkamızda duran gecekondunun kapısını açtı.
"İşleri zorlaştırmayın. Uslu durup girin içeri, yalnızca fidye isteyip para gelene kadar tutacağız sizi. Sonrasında ne biz bu sikik Batı'da durmaya devam ederiz ne de siz bir daha bizi görürsünüz."
Anfia cevap olarak at kuyruklu adama hızla yumruğunu savurduğunda kahve gözlü ileri atılarak o yumruğu tuttu. Kolumdan dökülen kanlar, her yeri kana bulasa bile elimi hızla yaramdan çektim çünkü iki kişi, Anfia'yı kollarından tutarak gecekondunun içine sürüklemeye çalışmaya başlamışlardı. Anfia havaya tekmeler savurarak "Öldüreceğim sizi!" Diye bağırırken ikimiz de o gecekonduya girmenin geri dönüşü olmayacağını çok iyi biliyorduk.
At kuyruklu elini bu sefer yavaşça yanağıma götürdüğünde irkilerek sağlam elimle eline vurdum. "Bizi bir daha görmeyeceksiniz elbet..." Diye mırıldandı o sesin geceler boyu kafamda yankılanacağını bilmeden. Ona olan tavrıma sinirlenmişti. "Ancak unutmayacak anlar yaşamayacağınıza dair söz de veremem."
Anfia "Bırakın!" Diye bağırdığında beni tetikleyen şeyin ne olduğunu bilmiyordum ancak Anfia'nın altın harelerindeki şeyin ne olduğunu çok iyi anlamıştım.
Anlamamış olmayı dilerdim.
Baştaki gibi değil, bambaşka bir korkuydu, gözlerindeki.
Kalbim, tüm kolumu aleve veren acıdan daha çok sancıdığında gözlerimin parladığını ve aynı parıltının ellerimin etrafını sardığını hissettim.
Ne yapacağımı bilemeyerek sadece gözlerimi kapattığımda elimi kahve gözlü adama doğru uzattım ve elimden çıkıp giden parıltılar bedenimden büyük miktarda enerji götürürken ben de geriye doğru savruldum.
Sırtım dar sokaktaki duvara çarptığında "Anfia!" Diye bir bağırış geldi ileriden. Bedenim yere doğru kaydığında gözlerim kararır gibi olsa da acı umrumda olmadı. Anfia iyi mi diye gözlerimi ona çevirdiğimde yalnızca bir buz sarkıtının kahve gözlü adamın göğsüne saplandığını ve çoktan yerde kıpırtısız şekilde yattığını gördüm.
Tanrı'ya şükür, Anfia'yı bırakmışlardı.
"İsaac!" Diye bağırdı kısa boylu adam yerdekine hitaben dehşet içerisinde ve aynı anda Anfia bacakları titrediğinden yere çöktü.
At kuyruklu adam adamının ölmesinin etkisiyle kin dolu bir ifadeyle kılıcını çıkarttığında, "Cadı!" Diye bağırarak üstüme yürümeye başlamıştı ki ileriden gelen adam, tek seferde çıkarttığı hançerini onun omzuna fırlattı. Öyle güçlü bir atıştı ki bu, at kuyruklu yere düştü bıçağın saplanmasıyla birlikte ve acıyla bağırdı.
Panikle gözlerimi gelen adama çevirdiğimde içimi çalkalayan korku yerini dinginliğe bıraktı ve sonunda rahatlamanın da etkisiyle gözlerim doldu ancak Darien, buz gibi gözleriyle yere düşen adama bir bakış attıktan sonra duraksamadan Anfia'nın yanına koştu. Yerdeki kanlara dehşet içerisinde, soluğu kesilir gibi fakat karanlık bir öfkeyle bakmış, hemen ardından kardeşine dönmüştü.
"Fia?" Diye sordu gözlerindeki soğuk ifade kırılırken endişeyle. Diğer adam da Anfia'nın yanına doğru çökerek "Yaralandın mı?" Diye dehşet içerisinde sordu. "Neren acıyor, çabuk söyle!" Konuşan Callisto'ydu.
O an Anfia'nın da gözlerinin dolduğunu görebildim ve kolumun acısı kaybolan adrenalinle birlikte kendini en kötü şekilde belli ederken oturduğum yerden nefes nefese kalmış şekilde yüzümü buruşturdum. Darien kardeşini kendine çekip sarıldı. Alnımdan akan soğuk terleri hissedebiliyordum. Kimse kıpırdamıyordu. Arkalarından gelen muhafızlar bile ayakta dikilmiş, sessizce duruyorlardı.
Kalbim vücudumu titreme döngüsüne sokarken sanki karşımda izleyebileceğim en güzel, en sıcak sahnelerden biri yaşanıyordu. Anfia'nın abisi için tüm dünyayı karşısına almasının sebebini belki biraz olsun anladığımı hissettim o an. Benim anlayamayacağım bağın adının ne olduğu çok açıktı.
Duvara hızla çarpmış olduğumdan, sırtım da sızlarken hangi acıya odaklanacağını şaşırmıştım ancak acıdan gözlerim dolarken bile yaşadığım şok umrumda değildi.
Bunun adı aile olmaktı. Başkalarının sadece dışardan bakarken bile o sıcaklığı hissedebileceği bir bağa sahip olmak...Endişelenmek, korkmak, korumak, kollamak. Bir olmak, hiç tek kalmamak.
"Ben iyiyim." Dedi Anfia net bir sesle, dolan gözleri aksini söylerken. "Meyza yaralandı."
Ancak o an, Darien ve Callisto'nun bakışları sanki varlığımın yeni farkına varmış gibi bana çevrildi.
Annem öldüğünde, tek ailemi kaybetmiştim ben. Buna alışkındım. Bir evde yaşamıştım yıllarca ve bu bir yuvada yaşamak demek değildi benim için. Ailem yoktu, senelerce yalnızdım.
Yine de Bak Sima, diye fısıldadı gerilerdeki o ses. Darien'le göz göze geldiğimizde, harelerine sinen o sıcacık duygu kayboldu. Yalnızlığını unutmak için eline alıp okuduğun kitabın içinde bile yalnızsın.
O an her şey biraz daha rengini kaybetti. Darien'in parlak sarı gözleri, sanki artık griydi.
Adımını attığın her dünya renklerini kaybedecek. Sen hep yalnız kalacaksın.
ELİJAH DE HELEFNA
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |