KEYİFLİ OKUMALAR
SEVGİYLE KALIN
-BÜŞRA
7
Bir defasında, İstanbul'da güzel bir kış günüydü. Kar yağıyordu lapa lapa. Penceredeki buğuyu silip baktığım o dar bahçenin bana sunduğu küçük manzara, etrafın bembeyaz olduğunun habercisiydi. Açıkçası bulanıktı o günlere dair anılarım.
Yine de asla unutmazdım; annem henüz bırakmıştı ellerimi, sönmemişti gözlerinin ışığı.
Anımsamak ne kadar zor olsa da değişik bir dalgınlıkla yağan karı izlediğimi hatırlatıyorum. Evimiz çok da ısınmazdı, tavansa zaten su geçirirdi. Rutubet kokusu evde en baskın olan şeydi ve birkaç kat çorap, bir de eldivenlerimizi giymeden ısınamazdık. Annem o dönemlerde hep bana bir iş bulana kadar dayanmamı, bizi kurtaracağını söyleyip parlakça gülümserdi ancak gözlerimin içine baktığı birkaç saniyenin ardından ben ne olduğunu anlayamadan ağlamaya başlar, sana daha iyi bir hayat yaşatamadığım için özür dilerim Sima'm derdi.
Gözleri maviydi annemin. Masmavi. Uzun kestane rengi saçları yıpranmıştı ancak hep bukle bukleydi. Yüzünde, özellikle de burnunun üstünde yazın kendini gösteren çilleri vardı. Eline biraz zaman geçince yaptığı çikolata damlacıklı kurabiyeleri, kaç yaşıma gelirsem geleyim aynı tatta yapamamıştım. Onun eli değmediğinden, şekerini ne kadar fazla koyarsam koyayım tadı acı gelmiş, zaten sonrasında da zaten boğazımdan geçmemişti.
Annem, o kış gününde canı içinden çıkana kadar odasında ağlamıştı ve ben de kapının arkasından onu dinleyip olduğum yerde titreyip durmuştum, yaşlar benim de gözlerimden süzülmüştü ancak küçük ellerimle yüzümü sürekli siliyordum. Saatler geçmişti. Annem odanın kapısını açtığında yıkadığından dolayı yüzü ıslak, gözleri ise şişmiş ve kırmızıydı ancak bakışları, daha önce onda hiç görmediğim gibiydi.
Kabanını giyerken kafamı okşamıştı. "Başına gelen talihsizlikleri asla hak ettiğini düşünmeyeceğine dair söz ver bana Sima." Demişti. "Yolun kime denk düşerse düşsün, kimin zararı dokunursa dokunsun sana, bunun hak ettiğin bir ceza olduğuna inanma."
Aslında, o zaman çok da anlamamıştım söylediklerini ancak kafamı sallayıp söz verirsem biraz olsun mutlu olacağı inancı içimi sarsmış, ben de coşkuyla "Söz!" demiştim. Kocaman gülümsemişti gerçekten. Biraz olsun rahatladığımı hissederken kalbimin gümbürtüsü kulaklarımı doldurmuştu. Hep gülümsemeliydi benim annem. Ağlayınca bile güzeldi lakin en çok gülümsemek yakışıyordu ona.
"Bugün her şeyi geride bırakıp gideceğiz hazinem." Demişti fısıltıyla bana doğru eğilirken. "Bir iş görüşmesine gideceğim. Ben gelene kadar her şeyini toparlamalısın. Baban zaten gece yarısına kadar zaten gelmez, korkmadan bekleyebilirsin beni." Soğuk eve rağmen sıcak dudaklarını alnımın üstüne kondurduğunda ve avuçlarıyla yüzümü sevdiğinde yanaklarımın soğuk olduğunu görmek gözlerine daha kararlı bir ifade konmasını sağlamış, son kez kapıdan çıkarken "Kurtaracağım seni." demiş ve gülümseyerek gitmişti.
O gün bana son kez gülümsediğini, babam annemden önce eve geldiğinde bile anlamamıştım. Haberleri öğrenen son kişi bendim muhtemelen. Kimse küçük bir çocuğa 'senin annen öldü' demek istememiş, babam haberi alınca bana ne olduğunu bile söylemeden aynı gece yarısı hastaneye gitmişti. Keşke o da hiç gelmeseydi.
Ama gelmişti işte. O geldiğinde, evde aç susuz bekliyor haldeydim ve babamın yüzünde, söyledikleriyle asla uyuşmayacak, beynime kazınıp sonsuza dek benimle kalacak türde bir ifade vardı. "Annen öldü." Demişti ve gözlerimi kırpıştırarak yüzüne bakmıştım.
Kurtarılmayı dilediğim yoktu, gerçekten. Annem yanımdaysa önemli değildi çünkü nerede olduğumun. Annem varsa önemi yoktu babamdan yiyeceğim dayağın, dayanırdım, yemin ederim dayanırdım.
Ancak şimdi annemin beni ellerinden kurtarmak istediği adam, karşımda dikilmiş annen gitti ya, dönmeyecek diyordu. Sesi bile titrememişti. Neredeyse huzurluydu, kurtulmuş gibiydi. Her zaman olduğundan çok daha sakindi.
Karısını sevmiyor olabilirdi ancak kızının annesi ölmüştü, nasıl böyle bakabilirdi gözleri?
Cenazede Zeynep'i gördüğümü anımsayabiliyordum ancak o zaman, onu sadece annemin bir arkadaşı olarak biliyordum. Babamın annemi aldattığı kadın olduğunu, sekiz gün sonra evlendiklerinde anlamıştım. Annemin günlerce odasında ağlaması o an anlam bulmuştu. İhanetin acısını bana hiç yansıtmasa da işin sonunda nasıl da savaşmaya karar verdiğini, parlak mavi gözlerinde yanan o alevi de unutmayacaktım.
Sonra o küçük evden taşınmıştık. Gittiğimiz yerde artık tavan su geçirmiyordu. Rutubet kokusu yoktu ve kat kat çoraplar giymek zorunda değildim.
Ancak ben hep üşümeye devam etmiştim. İnsanın ısınmasını sağlayan ev değil ailesiymiş meğer, her şey gibi annem gittikten sonra görmüştüm bunu ve şimdi kalbimin orta yerindeki soğukluğa bundan dolayı hiç mi hiç şaşırmıyordum.
Meyza ve benim tek farkım, onun kalbindeki kışın ona fiziken de acı çektirmesi, benimse içimdeki kışı görmezden gelip yazı yaşıyormuşçasına gülümseyebilmemdi.
Gözlerimi sıkıca yumarken, "Meyza yaralı mı?" diye sordu Callisto şaşkınlıkla ve o Anfia'nın ayağa kalkmasına yardım ederken Darien yanıma adımlayıp bana doğru eğildi. Altın rengi gözler sorunun nerede olduğunu anlamak için bedenimi tararken yüzümde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordum ancak ağzımdan çıkması gereken hiçbir cümle dudaklarımdan dökülmedi.
Darien'in bakışları kolumdaki yarayı bulduğunda, göz bebeklerinin büyüyüşüne ve bakışlarının kararışına şahit oldum. Kemikli yüz hatları tamamen gerilirken dikkatli bir şekilde hafifçe kolumu tuttu. Yarayı görebilmek adına, elbisenin bileğindeki düğmeyi açarak kolumu sıyırmaya başladı. Tenime az da olsa sürten kumaş acıyla kasılmamı sağladığında irkilerek gözlerini sonunda benimkilerle buluşturdu. Soğuk soğuk terlediğimi hissederken yüreğim göğsümün içine sığamayacak kadar sızlıyordu ve çektiğim acı ne kadar yüzüme yansımıştı bilmiyorum, Darien düz bir ifadeyle yüzüme yapışan saçlarımı geriye ittirirken öfke dolu kıvılcımlar altın harelerde titreşti.
"Birazcık dayanman gerekecek." Diye tok bir sesle mırıldandı ve tenime temas etmemesi için büyük bir dikkatle kumaşı yarayı açıkta bırakacak kadar sıyırdı. Sonrasında kendi işlemeli pelerinini eline aldığı hançerle hızla kesti ve kumaşı koluma bağlamadan önce gözlerimin içine baktı.
"Acıyacak Meyza." Dedi soğuk, fakat her nedense temkinli bir sesle. Sanki bu gerçeği bilmek, hatta dillendirmek bile gözlerindeki parıltıları yoğunlaştırdı.
Bir şey daha vardı... O parıltıların, soğuk bakışın gerisinde. Yine de öfkenin ardına geçmiş duygunun ne olduğunu anlayabilecek kadar kendimde değildim.
Onay vermek için gözlerimi kapatıp açtığımda, siyah kumaşı yaranın üstüne sıkıca ve dikkatle bağladı. Acıyla yüzümü buruştursam ve tüm vücudum kasılıp kalsa da gözlerim açıktı. Darien, bu işi uzatıp canımın daha fazla yanmasını istemiyor gibi hızlıca ellerini kolumdan çekti. Daha sonrasında yüzüme bakarak "Sikeyim, kaleye kadar dayanmalısın İsabel, hızlı gideceğiz." diye mırıldandı derin bir tınıyla. Sesindeki kendini tutmaya çalışan ton, gözlerimi birkaç kere açıp kapatmamı sağladı.
"Sorun değil." Diye mırıldandım dalgınca. Yine de nefes alış verişlerim oldukça sıktı ve yaralı olmayan elim kalbimin üstündeydi. Acı, her yerdeydi. Sadece kolumu değil tüm vücudumu yakmayı ister gibi alev alevdi ve kalbimden gelip kanıma kadar karışan dondurucu soğukluk, duruma ters düşmüştü. Ne olduğunu gerçekten anlamıyordum.
Darien'in sarı harelerinden ürpertici bir ifade geçti o an. Baygın bakışlarıma, titreyen harelerime baktı. "Sorun değilmiş." Diye mırıldandı ağzının içinde ve fark ettiği her detay, daha da fazla gerilmesini sağladı. "Kolunu sabit tutmaya çalış." Diye konuştu gözlerimin içine bakmadan ve sonrasında kolunu dizlerimin arkasından geçirerek dikkatlice kucağına aldı beni. Yavaşça ayağa kalktığında, sarsılmamama özellikle özen gösterdiği belliydi. Sonunda arkasını döndüğünde, sessizdim ve Callisto'nun boş bakışlarıyla karşı karşıya geldim. O, yarama ifadesiz bakışlarla bakarken Anfia'nın yüz ifadesi tamamen karmakarışıktı. Ne hissetmesi gerektiğini bile bilmiyormuş gibi bir hali vardı daha doğrusu. Koluma sarılmış kumaşa yüzünü buruşturarak baktı.
Darien'in bakışları ise göğsüne buz saplanmış adama değdi ve sonrasında bakışları hızla yüzümü buldu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan yüzüme doğru eğildi.
Darien'le alınlarımız birbirine değdiğinde, gözlerim kocaman açılmıştı. Göğsümdeki sancının geçtiği yoktu ancak sanki farklı bir anlam bulmuş gibiydi o acı. Hafifçe geri çekildi ve "Ateşin de çıkıyor Meyza." diye mırıldandı tutuşu sıkılaşırken düşünceli bir sesle.
Ah... En son güç kullandığımda olan buydu çünkü. İki gün boyunca ateşler içinde yatmıştım. Darien'se yeniden büyü kullandığımı gördüğünde aynısının olmasından şüphelenmişti. Sancıyan kalbimin üstündeki elim yumruk halini aldı. Neyse ki şimdi durumum o zamanki kadar kötü değildi.
Darien, muhafızların tuttuğu diğer iki adama baktı ve tek bir şey söylemeden, ürpertici bakışlarla bir baş hareketi yaptı. Adamlar emri almış gibi onları kollarından tutarak bir yere doğru sürüklerken "Kaleye dönüyoruz." Dedi Darien sert bir sesle. "Olabildiğince hızlıca." Diye ekledi arabacıya ithfen ve adam korkuyla yutkunup başını salladı.
Daha sonra, Callisto, ben, Anfia ve Darien aynı at arabasına bindik. Darien, beni kucağından indirmemişti ve Anfia ile Callisto tam önümüzde oturuyorlardı. Ben yorgun bakışlarla soğuk terler dökerken, Darien kafamı göğsüne yaslamamı sağladı.
"Çok mu acıyor?" Diye sordu ondan daha önce duyduğumu düşünmediğim yabancı bir tonda. İç çektiğimde, burnumu dolduran şey direkt olarak onun kendi kokusuydu. Gözlerimi kırpıştırarak bakışlarımı yüzüne doğru çıkarttım.
"Katlanılamaz değil." Dedim kuru bir sesle. Darien kaşlarını çatarak bana bakarken Anfia'nın dudakları aralandı. Yaralı koluma, alev almış gözlerle bir bakış attıktan sonra yutkundu. "Neden önüme atladın Meyza?" Dedi sonunda dayanamayarak ve aynı anda, Callisto'nun yerdeki bakışları hızla bana çevrildi.
"Anfia'nın önüne mi atladın?" Diye sessizliğini bozdu inanamazca fakat dahası anlamazca bir tonda. Yeşil harelerine sönük bir şaşkınlık dolanmıştı şimdi. Darien, kafasını eğerek duyduklarını doğrulamak ister gibi gözlerimin içine baktığında, bakışlarımı kaçırmak yerine sessiz kalarak ben de ona baktım.
O an, Darien yavaşça dilini dudaklarının üstünden geçirdi ve altın harelerinde hiç anlam veremeyeceğim bir duygu titreşti. Kaşları da çatıktı ancak benim Anfia'nın söylediğini sessiz kalarak onaylamış olmam daha da fazla çatmasını sağladı.
Anfia, kendisine cevap ister gibi gözlerini üstüme diken Callisto'ya bakıp iç çekti. "Bizi o durumun içine ben soktum ve kalıp savaşmak istedim." Dedi durumu açıklayarak.
Pekala, normalde bu tür şeyleri izlemeyi severdim ama şu an aile dramasının içinde kalmak için pek de iyi bir zamanımda değildim.
Darien, duyduklarıyla dudaklarını birbirine bastırarak kafasını salladı. Anfia ise abisinin anlık sessizliğinin fırtına öncesi olduğunu anlamış gibi kısa bir anlığına duraksadı fakat devam etti. "Meyza'ya kaçmasını söyledim ancak bırakıp gitmedi."
"Kalıp savaşmak mı istedin?" Diye tekrarladı Darien sert bir sesle, fakat dudaklarını kıvırarak. Callisto gözlerini sımsıkı yumarak elini burun kemerine götürdü ve sakinleşmek ister gibi orayı sıkarken hafifçe kafasını eğdi. Darien'in ise şu an gözlerine bakmıyordum.
Sinirliydi. Tanrım, hem de delicesine.
"Anfia." Dedi ve direkt olarak kardeşinin gözlerinin içine baktı. Sesi soğuktu. Hatta o kadar soğuktu ki Anfia hafifçe suratını buruşturdu. "Muhafızları bırakıp gitmeniz başlı başına bir sorumsuzluk örneğiyken bir de kaçman için fırsatın varken kaçmadığını mı söylüyorsun bana?"
"Sen olsan sen de kaçmazdın!" Dedi Anfia karşı çıkarak ancak Darien'in bir şey demesine kalmadan Callisto elini yüzünden çekip hızla Anfia'ya döndü.
"Tanrı aşkına Anfia, abinle sen bir misiniz?" Dedi ve Callisto, öfkenin her zerresini içinde yaşatan bir sesle. Derince bir soluk aldığında, Anfia dikkatlice ona bakıp kaşlarını çattı. "Darien lanetli ormandaki mistik yaratıkların her seferinde tonlarcasıyla yüzleşiyor. Küçüklüğünden beridir bu işlerin içinde ve en önemlisi kendisini savunmasına yetecek gücü var." Anfia irkilirken sarı gözlerini kırpıştırdı. O gözlerinin içinde bir şeylerin kırılışına, kanım donarak şahit oldum. Aptal Callisto, az önce Anfia'nın kalbini kırmıştı. Zaiyatı ise hesaplayabilecek konumda değildim ne yazık ki.
Anfia, yavaşça gülümsediğinde dudakları Callisto duraksadı ve yeşil harelerinde şaşkınlık kıvılcımları dolandı. Darien, kardeşinin ifadesine bakarak yavaşça nefes aldı ve gözlerini kıstı.
"Meyza güç bela büyüsünü kullanamasa başınıza ne geleceğini sanıyorsun Anfia?" Diye sordu içimi sarsacak kadar soğuk bir sesle. Omurgamdan aşağı doğru inen ürperti, Darien'in kucağında rahatsızca kıpırdanmama sebep oldu ancak bakışları bana çevrilmedi. Anfia, neredeyse titreyerek ellerini yumruk haline getirdi ve ben bir an nefes alamayacağımı hissettim.
Sorduğu sorunun yanıtı, bilmek değil düşünmek bile istemediğim kadar korkunçtu.
Darien kirpiklerinin altından Anfia'yı izlerken sert bir sesle devam etti. "Savaşacak durumda değilken orada bulunman cesaret değil, kibir budalalığı Anfia. Şu hırsını bir kenara koymadığın sürece sana güvenmemi nasıl bekleyebilirsin?"
Kaşlarım çatıldı yavaşça. Açıkçası, belki müdahale edecek gücüm olsa altının aynı tonunu gözlerinde taşıyan kardeşlerin arasındaki bu gergin bakışmayı kesmeye çalışırdım. Ben bile Darien'in söylediği yüzünden kocaman bir yumru yutmuş gibi hissederken Anfia, hafifçe gülümsemeye devam etti ve bakıra çalan kızıl saçlarını eliyle geriye attı. Dudaklarını birbirine bastırmış, gözleri dolmuştu ve sanki kendini tutuyordu bir konuda.
"Kendini kanıtlaman gereken kişiler biz değiliz." Dedi Callisto daha uysal bir sesle ancak Anfia gözlerini kapatıp "Siz değilsiniz zaten." Dedi isyan dolu bir sesle. "Kendimim."
Darien'in kaşları olabildiğince çatılırken "Senin aksine ben yıllardır sarayda kalıyorum abi ve seni temin ederim orası kimsenin Tanrı'nın her günü orada kalmayı dileyeceği bir yer değil." Dedi Anfia ve çenesini hafifçe havaya kaldırdığında gözleri kısıldı. "Sen ve Aurelio güçlerinizi daha çocukken uyandırdınız. İmparatorluk tarihi boyunca hiçbir çocuğun güçlerinin bu kadar geç uyandığı kayıt altına alınmamış. Annemin 'Zaten kusurlu bir varissin, bari gerçek bir prenses gibi davran' diyerek bana neleri dayattığı hakkında en ufak bir fikrin var m?" Yutkunduğunda Callisto'nun tüm bunları yeni duyduğunu belli edecek şekilde zaman algısı donmuş gibi duraksadı ve dudakları aralandı. Ardından kaşları çatıldı ve arabanın penceresinin pervazını tutuşu sıkılaştı.
Ancak Anfia duraksamadı. Darien, gözlerini bile kırpmadan kardeşine bakmaya devam ederken Anfia'nın kırık gülümsemesi büyüdü.
"Katılmadığın o ulusal törenlere sen gelmediğin için her bir gün şükrettim çünkü hepsinde duyduğum tek şey imparatorluk için bir utanç kaynağı olmamdı. Bunu duyacağımı bile bile, yakınımdayken birbirlerine fısıldadılar ve sırf annemin gözleri üzerimde diye konuşanların ağzını bile kapattıramadım. En kötüsü ise kendimi savunma eğitimlerini senin sandığının aksine birinin gözetimi altında alıyor olmamamdı. Her sabahın dördünde kalkarak antrenman yapan şövalyeleri izleyip taklit etmekten başka hiçbir şey yapamadım çünkü ne İmparatoriçe ne de İmparator olduğumdan daha sorunlu hale gelmemi istemediler. Değil kılıç yanımda taşıdığım hançere bile gerçekte dokunmaya iznim yok."
Anfia'nın söyledikleri, sanki kıyametti. Değilse bile o kıyameti getirecek olan, beni tuttuğu için ne derecede kendini zorladığını bildiğim Darien'di. Önce, düzgünce konuşabilmek için, derin bir nefes aldı. Her şeyden önce söyleyeceği ters bir şeyin Anfia'yı ne derecede etkileyeceğini biliyordu ancak duydukları, korkunç bir öfke uyandırmıştı gözlerinde. Soğuk bir öfkeydi bu. Soğuk, ancak her yeri aleve verebilecek kadar karanlık bir öfke. Yaralı kolumu hafifçe hareket ettirerek elimi göğsüne koydum.
Bakışları, çok kısa bir anlığına bana çevrildiğinde, rahatlaması için napmam gerektiğini bilemeyerek sadece gözlerinin içine baktım. Darien, sersemlemiş bakışlarıma bakarken sonunda kasılan bedeni hafifçe gevşer gibi oldu ancak bakışlarındaki sertlik kaybolmadan kardeşine baktı.
"Anfia." Dedi Darien'in sesinde tehlikeli bir ton titreşirken. "Bunları neden bana daha önce anlatmadın?"
"Neden mi daha önce anlatmadım?" Diyerek burnunu çekti Anfia. "Gelip sarayı falan yıldırım yağmuruna tutmaya kalkardın." Dedi ve gözlerini devirdi sonrasında. Sesi yorgun çıkmıştı.
"Sana yemin ederim, yaptıkları tüm hakaretlerin, seni zora soktukları tüm durumların bedelini ödeteceğim Fia." Dedi Darien netçe, gerçekten bu söylediğinin aksinin olmayacağını hissettirerek. Her nedense aksinin olmayacağına dair benim de hiçbir şüphem yoktu. "Saraya dönmen gereken bir sonraki zamanda da ya ben senle geleceğim ya da artık saraya dönmeyeceksin." Dedi katı bir ses tonuyla ardından.
"Kesinlikle." Dedi Callisto sonunda. Yeşil harelerinin beyazına kan çökmüştü sanki.
"Mümkün değil." Dedi Anfia'nın kaşlarını çatarak. "Beni illaki görmek isteyecekler ve gitmezsem seni beni kaçırmakla falan suçlayabilirler. Sen gelirsen de annem seni gördükten sonra babama ne der Tanrı bilir. Olmaz."
"Sikime kadar yolları var." Diye homurdandı Darien. Callisto sonunda gözlerini kısarken iç çekti. "Olanları çok daha erken anlatmalıydın Anfia."
Anfia dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini kaçırdığında Darien kafasını kenara eğdi. "Ve söylediklerinle bugün olanları unutturabileceğini düşünme. Sadece, şimdilik erteliyoruz." Ardından gözleri bana değdi.
"Aynısı senin için de geçerli." Dedi düz bir sesle ancak zar zor açık tuttuğum gözlerimi kırpıştırarak hafifçe gülümsedim. Tanrı'ya şükür daha fazla gerilmemişti ortam. Darien bu ifademe bakarken kaşları çatıldı gözleri yüzümde dolandı. "Ben yaralıyım." Dedim sevimli olmaya çalışan bir surat ifadesiyle ancak bu halimle dışardan nasıl gözükmüştüm hiçbir fikrim yoktu.
"Ve suçlusun." Dedi Callisto kaşlarını kaldırarak.
"Ama yaralıyım." Diyerek gülümsemeye devam ettiğimde Darien gözlerini kapatarak derince bir nefes aldı ve 'Tanrım..." diye mırıldandı. Tekrar açtığında, merakla yüzüne bakıyordum. "Asıl seninle ne yapmak gerek acaba?" Diye mırıldandı dibinde olmama rağmen benim bile duyamacağım kadar kısık bir sesle.
"Bunu dediğime inanamıyorum ancak Meyza'nın gerçekten bir suçu yok." Dedi Anfia, fakat Darien yüzüne sert bir bakış attığında sustu ve somurttu. Ardından Darien'in bakışları yeniden bana çevrildi.
"Anfia'yı koruduğun için sana bir can borçluyum ancak Meyza, yapman gereken doğru şey kaçmaktı, biliyorsun değil mi?" Kafasını salladı iki yana ve ciddiyetle yüzüme baktı. "Sana bir şey olsaydı iki imparatorluk arasında bir savaş çıkabileceğinin farkında mısın?"
"Kim benim adıma savaş çıkartacakmış?" Diye homurdandım ben de.
"Sabah sana yapılan hakaretleri Helefna'nın kişisel algılayacağından ve hiçbirinin cezasız kalmayacağından bahsediyordun?" Diye sordu Callisto kaşlarını kaldırarak.
"Ben yaralıyım." Diyerek kafamı Darien'in göğsüne daha çok bastırdığımda, göğsü hafifçe titredi ve kulağımı düşük volümlü fakat içten ve tok o ses doldurdu. Gülmüş müydü o? Kafamı yeniden kaldırıp ona baktığımda yüzünde düz bir ifade vardı. "Anca kaç Meyza." Diye mırıldandı araba dururken. Yine de altın harelerinde, değişik bir parıltılı vardı.
"Tedavini olduktan sonra daha detaylı konuşacağız." Dedi son olarak ve ben başımın döndüğünü hissederken yalnızca kafamı salladım. Darien yüzüme dikkatle bakarken yeniden kaşları çatıldı ve muhafızlar kapıyı açtığında beni sarsmamaya dikkat ederek indi arabadan. İner inmez, "Şifacıları getirin." diye emir vermiş, birkaç görevli dehşetle bize bakarken Darien kalenin içine olabilecek en hızlı şekilde yürümüştü.
Anfia ve Callisto oldukça geride kalırken Darien hızla girdiğimiz kalenin salonundaki kanepeye beni nazikçe bıraktı ve kapıya döndü. "Siktiğimin şifacıları nerede?" Diye sordu sesine sert bir ton karışırken.
"Dayanabilirim." Diye mırıldandım zayıf bir sesle. Darien bana döndü. Gözleri yüzümde dolandı sessizce. Bugün bunu ne kadar çok yaptığının farkında mıydı?
"Dayanabileceğini biliyorum Meyza." Diye konuştu Darien, az önceye kıyasla daha sakin bir ses tonuyla. "Ancak dayanman gereken bir noktada olmanı istemiyorum."
Söylediği bir anlığına irkilmemi sağlarken yavaşça ona baktım. O ise yanımdan kalkıp pelerinini çıkarttı ve onu bir kenara fırlattıktan sonra elini saçlarının arasından geçirip onları dağıttı. Sabırsız bir hali vardı ve şimdi dağınık duran simsiyah saçları, altın harelerinin olduğundan daha parlak gözükmesini sağlıyordu, sanki bu mümkünmüş gibi. Ona bakmak yıldızlı bir geceye bakmaya benzerdi ancak gözleri güneş rengiydi. Anlayamıyordum bu adamı. Hissettirdiği çelişkiler en son beni mahvedecekti. Yüzüne bakarken her zamanki gibi ne düşündüğünü anlayamadım. Düzdü şimdi bakışları.
Benim için endişelendiğini düşünmeyi gerçekten, tüm kalbimle istiyordum ancak bana göz kulak olmasını endişelenmesine yoramazdım. Söylediği gibi, bana gelecek zarar şu nişanlılık aşamasında direkt olarak Batı'ya da zarar verirdi. Ayrıca Anfia'ya doğru koştuğunda gözlerine yerleşen ifadeyi görmüştüm. Gerçek telaşı, korkuyu. Karşılaştırmaya cüret bile edemezdim.
Onlar, benim sadece küçükken sahip olabildiğim ve zaten çok da geçmeden ellerimin arasından kayıp giden bir bağa sahiplerdi. Elbette ki bunu korumalılardı. İnsanoğlunun sahip olabileceği en güzel şeylerden biriydi bu. Güvende hissetmek, her şeyin yoluna gireceğini hep umut edebilmek. Evde değilken de evinde hissetmek çünkü yuvayı sevdiklerinde yaşatmak. Çoğu insan bu bağı ya kıskanır ya imrenirdi. Ben ikincisiydim. Gerçekten. Kem gözlerle bakamazdım da çünkü Darien'i satırların arasında okurken bile sadece onun için en iyisini dileyebilmiştim.
Tüm bunlara rağmen... İnsanın kalbi bir anlığına burkulmuyor değildi. Ancak sorun yoktu. Bu his; çocuk parklarının yanından her geçtiğimde ve çocuklarını sallayan anneleri ya da babaları gördüğümde, karne aldığımız her günde ailesiyle fotoğraf çekilen arkadaşlarıma baktığımda, okulun tüm yerli malı haftalarına zar zor biriktirdiğim parayla içecek alıp gittiğimde ya da en ufak veli toplantılarından sonra öğretmen 'seninkiler niye gelmedi?' diye kızarcasına sorduğunda bile kendini belli ediyordu zaten.
Suskunca yüzüne baktığımda, içimde pek çok duygu birbirine girmişti ve ben bile hangisinin baskın olduğunu bilmiyordum. Bir şeyler buruktu yalnızca. "Bu halini sevmedim Meyza." Diye mırıldandı Darien aniden. Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Neredeyse somurtuyor diyebileceğim, bir şeylerden rahatsızmış gibi duran bir ifade vardı yüzünde. Tamam, normalde de öyle gülümsediği yoktu ancak şimdi biraz huysuz gibiydi. Darien, çatık kaşlarını düzeltmeden, dikkatle bana baktı.
"Bazen tam bir baş ağrısı olduğun doğru ancak gülümseyip susmadığın zamanlarını, şimdikine tercih ederim." Söyledikleri zihnime ulaşsa bile anlamlarının yankı bulması birkaç saniyemi aldı. Darien, mavi harelerimi hızla çevreleyen şaşkınlığı suskunca izledi.
Bayılıp gidecektim şimdi gerçekten.
Ne söylemem gerektiğine karar veremeden dudaklarımı birbirine bastırdığımda, odadan içeriye hem Callisto ile Anfia, hem de birkaç şifacı girdi. Şifacılar, ip üstünde yürürmüş gibi bir ifadeyle yanıma geldiklerinde, daha da suskunlaşmıştım fakat bu elimde değildi. Sadece onların gerginliği bana da bulaşmıştı ve kimse konuşmuyordu. Ayrıca, yorgundum. Gerçekten gözlerim kararıyordu.
Biri, daha rahat tedavi edebilmek adına pelerinimi çıkarttığında, ortaya çıkan kırık mavi elbisenin gerçekten ahı gitmiş vahı kalmıştı. Kırış kırıştı ve yırtıkları vardı. Yırtıklar ne ara oldu anlamasam da kolumdan dökülen kanların elbisenin çoğu yerine lekeler bırakması da hoş olmamıştı. Ayrıca, bir kol kesiği için fazla kan akmıştı gerçekten.
Darien ayakta dikilirken gözlerinden karanlık bir ifade geçti ve işin garibi, Callisto'nun bile çenesi kasılmıştı. "Orospu çocukları." Diye geveledi ağzının içinde.
"Sargıyı açacağım Leydi'm." Dedi şifacılardan biri dikkatle. Onaylar anlamda kafamı salladığımda Darien "Dikkatli ol." Diye baskın ve tehditkar bir sesle konuştu. Anfia da ifadesiz bir yüzle gözlerini koluma dikmişti. Kahve saçlı genç şifacı güçlükle yutkunarak sargıyı açmaya başladığında, kolum alev alıyormuş değil de kanıma bile kül karışıyormuş gibi hissetsem de dudaklarımı birbirine bastırıp sesimi çıkartmamaya çalıştım. Lakin bu zordu. Darien, yüz ifademi ve vücudumun ne kadar kasıldığını gördüğünde bir anlığına gözlerini kapattı. Tenimin renginin bile solduğunun farkındaydım ve alnımda boncuk boncuk terler birikmişti. Genç şifacı, yarayı dikkatle silerken tutunacak bir yer umuduyla etrafa bakındım ancak hiçbir şey bulamayınca kanepeye tırnaklarımı geçirmeme kalmadan Darien yanıma oturdu ve boştaki elimi avucunun içine aldı.
Baygınca ona baktığım sırada iç çekti ve yarama bakmamam içim kafamı yavaşça omzuna yaslamamı sağladı. "Lord'um, yarayı kapatacağız ancak ilk anda müdahale edemediğimizden bu normalden daha acı verici bir süreç olacaktır. İsterseniz uyuşturucu bitki vermeyi deneyebiliriz fakat etki edene kadar müdahale süresi de riske girecektir."
Aramızda asılı kalan birkaç saniyenin ardından Darien "Sikeyim." Dedi gözleri neredeyse alev alarak. Bakışları şifacıların üstünde "Hızlı etki edecek tek bir bitki bile yok mu?" diye sorduğunda, eğer bakışlarıyla birini öldürebilecek olsa, şifacı çoktan öteki tarafa geçmiş olurdu. Callisto ve Anfia'nın ise bakışları başka bir yol olmadığını biliyormuş gibiydi. İç çektim yavaşça.
"Kaldırabilirim." Dedim Darien'e ithafen.
"Meyza, bunun nasıl bir acı olduğunu bilmiyorsun." Dedi o da sertçe.
"Kaldırabilirim." Diye tekrarladım olabildiğince netçe. Azıcık kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda, aslında blöf attığım falan yoktu.
Benim evimde, yaşadığım, uyuyup uyandığım yerde; ellerimi yakmışlardı benim. Ev babamdan kalmıştı ama bir yuva değildi. Dört duvar vardı ama akşam yankılanan kahkahalar yoktu. Hep soğuktu. Bazen yaz gelmişti, yine üşütmüştü. Kaçmak için senelerce çalıştığım o evde tüm umutlarımı söndürecek şeyi yapmışlardı ve sonrası yoktu. Bunu kaldırabilmiştim. Yani en azından fiziksel olarak, kaldırabilmiştim.
Darien kaşlarını çatmaya devam ederek yorgunluktan ferinin söndüğüne emin olduğum mavi harelerime bakarken kelimeler düğüm olmuş gibi bir ifade belirdi suratında. Elimi tutan eli sıkılaştı. Ben bir şey söylememiştim ancak o sanki beni anlamıştı. Yine de anladığı şey, bir felaketti. Altın harelerinin içindeki bir şeyler paramparça olduğunda, "Başlayın." diye emir verdim Darien'in bir şey söylemesine kalmadan.
Adamlardan biri, yaranın üstüne şeffaf bir jel sürdüğünde ve elinden çıkmaya başlayan yoğun parlak ışığı koluma tuttuğunda, tutabildiğim en güçlü şekilde Darien'in elini tuttum ancak buna rağmen parmaklarımın kavrayışı zayıftı. Darien'se hala bir tür şaşkınlığın, nedeni bilinmez bir öfkenin içinde gibiydi. Yine de dikkati üzerimden çekilmedi.
İlk saniyelerde kanım çekiliyormuş gibi hissettiren acı, hemen sonrasında yakıcı bir hisse büründü. Gözlerim istemsizce dolarken Darien'in bakışları anlaşılmaz bir hal aldı ve kendine doğru çekti beni. Göğsüm hızla inip kalkarken içimde kendini belli eden soğukluğu, Darien de hissetti.
"Vücut ısın düşüyor." Dedi anlamazca. Sonra tahminen şifacılara baktı. "Buz gibi oldu teni. Yanlış bir şey yaptıysanız sonucunun ne olacağının farkındasınız değil mi?" Diye sordu ölümcül bir sesle.
Ben, o sırada bağırmamak için dişlerimi dudaklarıma bastırıyordum. Yaranın kapandığını hissedebiliyordum. Gerçekten. Ancak içim çalkalanıyordu ve kapanan her milim içime ucu kırık iğneler saplıyordu sanki. Tarifi olmayacak bir şeydi.
"Lord'um, şifa ışığının gücü Tanrı'dan gelir. İnsana zarar vermesi imkansızdır, kötü ruhlu mistik yaratıkları bile sadece arındırır. Leydi'nin acı dışında çektiği zorluk kendi içinde bulunan manayla alakalı olmalı."
Darien kaşlarını daha da çok çatarak duraksarken, ışık sanki çoğaldı ve bununla birlikte kısık bir sesle inledim. Darien suskunlaşırken, elimi hiç bırakmadı ve bakışlarını onlardan çekip "Çok az kaldı İsabell."diye mırıldandı kısık bir sesle. Boştaki eliyle soğuk yanaklarıma dokundu ve saçlarımı bir kez daha geriye doğru atıp açıkta kalan yüzüme baktı.
Şifacı geçen birkaç saniyenin sonunda geri çekildi. "İyi dayandınız Leydi'm." Dedi ben kafamı kaldırıp ona bakamazken. "Kaybettiğiniz kan miktarından dolayı, kan yapan şeyler yemenizi tavsiye ediyorum ve bugün dinlenin mümkünse. Kolunuzu hareket ettirmenizde ise sorun yok. Yara tamamen kapandı ancak biraz daha geç kalınsaydı müdahale edemezdik, lütfen bu tür durumlarda acele etmeye dikkat edin bundan böyle."
Söylediklerini onaylamak adına kafamı sallayarak kolumu kendime doğru çektiğimde, uyuyakalacakmışım gibi yorgundum. O ışık beni iyileştirmişti ancak enerjimi de çekmişti sanki.
Kitapta bu tür şeyleri yaşayan hep Aileen olurdu. Yanında da Elijah. Aileen canı yandığı için daha çok bağırarak tepki verdiğinde, Elijah sinirden her yanı birbirine katmıştı. Ben de içimden bir ışık ne kadar can yakabilir ki diye geçirmiştim.
İşte, bundan dolayı bilmediğin şeylerle dalga geçmemeliydin.
Darien'in "Kendi mananın sende ters bir etkisi var." diye konuştuğunu duyduğumda, Anfia ve Callisto sessizce karşıdaki tekli koltuklara oturmuşlardı. Bazı konulardan gerçekten kaçamıyordu insan.
"Meyza, güçlü element büyülerinin insan bedenini zorladığını biliyorum ancak hiçbir büyünün sendeki gibi bir etki yarattığını görmedim." Dedi Callisto. Biraz enerjim olsa dalga geçecektim. Hepsi dedektif gibiydi. Ne hoştu.
Anfia yutkundu. "Ormandaki günden sonra da iki gün kendine gelememiştin." Kafasını eğdi hafifçe. "Ne olduğunu bilmediğine emin misin?"
O an, sadece dudaklarımı birbirine bastırdım ve kitabın bazı sahnelerinin gözlerimin önünden geçmesine izin verdim. Kuzey'in zayıf yanını kuzeylilerden başka kimse bilmemeliydi. Hiç kimse.
Meyza, aşık olduğu Elijah'a güvenip en büyük zayıflığını söylediğinde onu karanlık alevlerin ortasına atıp iki gün boyunca kalbinin donmasına izin vermişlerdi. İnsanı delirme noktasına getirecek bir acı olduğunu yalnızca tahmin edebiliyordum çünkü her geçen saniye daha kötü olan acıya ben sadece iki saat civarı dayanabilmiştim.
Anfia şimdilik kılıçlarını bana doğrultmuyor olabilirdi ancak ona nasıl güvenebilirdim ki? Evet, belki önüne atlamıştım ve evet onu yalnız bırakamamıştım ancak bunlar benim kişiliğimle alakalı olan şeylerdi. Anfia'nın bundan sonra bana aynı gözlerle bakmayacağını bilsem bile güven çok ayrı bir hikayeydi.
En son ne zaman birine güvendin Sima?
Annem, benim için döneceğini söylediğinde ve inandığımda, son seferdi bu. Biliyordum, yedi yaş çok erkendi ancak benim yürüdüğüm yolda başka kimse önüme çıkmamıştı, elini gözüm kapalı tutabileceğim. Diğer yandan Anfia'nın sağında olan Callisto'yu doğru düzgün tanımıyordum bile. Hatta doğru düzgün bile değil, tanımıyordum.
Hafifçe geri çekilerek Darien'e baktığımda iç çekerek "Bilmiyorum." Dedim. Yalan. "Yorgunum." Diye ekledim.
Darien, yüzüme bakarken yalan söylediğimi eminim ki anlamıştı ancak bir şey demedi. Hatta kaşlarını bile çatmadı. Sadece iç çekti ve bakışları dikkatlice yüzümde dolaştı. "Uyu biraz." Dedi sonra.
O sırada, kapı çalındı ve hep birlikte gelen kahyaya döndük. Biraz telaşlı duruyordu açıkçası. Yanımıza doğru hızla adımlarken "Bir mektup geldi." Dedi ve kocaman açılmış gözleriyle "İmparatorluktan." Diye ekledi.
Kaşlarını çatmaktan kendini alıkoyamayan bu defa bendim. Karilya İmparatorluğu'ndan gelen bir mektubun hayırlı olmasını elbette ki beklemiyordu kimse.
"Babam mektup mu yolladı?" Diye mırıldandı dehşet içerisinde Anfia. Adam yutkunarak kafasını iki yana salladı. Darien konuş dercesine onun yüzüne baktı. Yüzünde Anfia'nın aksine hiçbir telaş belirtisi yoktu.
"Helefna İmparatorluğu'ndan." Dedi kahya ve mektubu bana doğru uzattığında, dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Hatta birkaç saniye uzanıp da mektubu almadım bile.
"Prens Elijah de Helefna'dan, Leydi Meyza'ya." İşte o an, Darien'in yüzündeki o düz ifade bozuldu ve kaşları çatıldı.
"Eski nişanlından mı?" Diye sordu Callisto ve Darien'le hala temas halinde olduğumuzdan bedeninin kasıldığını hissettim. Elime bırakılan mektuba, sanki o mektubu ateşe verecekmiş gözlerle fakat yine de sakince baktığında "Çocukluk arkadaşım daha çok." diye bir açıklamada bulundum.
Her şeyden önce, Elijah benden ne istiyordu Tanrı aşkına? Koskoca kitap boyunca Meyza ona bir şey demeden konuşma başlattığı bile olmamıştı.
Ah, tabi Aileen ile ilgili konuşup Meyza'yı uyardığı zamanların dışında.
Darien'le temasımızı keserek tamamen doğruldum ve şüphe verici bir şey olmadığını göstermek istercesine yanlarında mektubu açtım. Zaten güvenlerini kazanmış da değildim ama şüphelisin şüphelisin diye kafayı yemişlerken iyice göze batmaya gerek yoktu.
Tek istediğim uyumaktı ancak ben nelerle uğraşıyordum?
Ne yazdığı konusunda hiçbir fikrim olmadan kağıdı açtığımda kendi el yazısıyla yazılmış sayfayı görmeyi ben de beklemiyordum.
Diye başlıyordu mektup. Sadece Meyza. Kaşlarım çatıldı.
Bunu söylediğim için belki de bana sinirleneceksin ancak itiraf etmeliyim bana başka birine aşık olduğunu ve evlenmek istediğini söylediğinde, sana tam olarak inanmamıştım. Hatta nişanı bozduktan sonra ve aradan iki ay geçtiğinde bile, inanmış değildim söylediklerine. Doğru düzgün veda bile etmeden gidebileceğini aklımın ucundan bile geçirmedim Meyza. Yanlış anlama, senin değil, kendi vedamdan bahsediyorum çünkü sözlerine inanmadığımdan, geri geleceğini sanıyordum. Haliyle veda edecek bir şey de yoktu benim için ancak şimdi inkar edemeyeceğim kadar gerçek, gittin.
Bu zamana kadar yaptıklarımla ve hatta yapmadıklarımla bile seni incitmiş olabileceğim gerçeği ancak sen gittikten sonra zihnime çalındı Meyza. Her şeyden öncesinde, çocukluğumuzu düşündüm uzun uzun. O zamanlardan beri yanımda olduğun ve beni desteklediğin için sana teşekkür bile etmedim, biliyorum. Çünkü sen hep oradaydın Meyza, bir yere kaçtığın yoktu ve ben kelimeleri kullanmayı hiç aklıma getirmedim doğrusu. Senin benim için ne kadar değerli olduğunu bunca zaman boyunca göz ardı edip, o değeri asla sana göstermediğim için üzgünüm ve üzgün olduğum daha çok konu da var ancak bunları, seninle yüz yüze konuşmak istiyorum Meyza. Bunun yanında, aşık olduğunu söylediğin adam için şu anda nasıl hissettiğin konusunda hiçbir fikrim yok ancak yanlış kararlar vermiş olabileceğinle alakalı endişelerim var.
Yirminci yaşını kutlamamız için, nişanın tamamlanmadan önce buraya, evine gel Meyza. Bu seferki doğum gününde söz veriyorum ki yanından ayrılmayacağım. Konuşacak çok şey var.
Allak bullak olmuş bir surat ifadesiyle kafamı kaldırdığımda göz göze geldiğim Anfia kaşlarını kaldırdı. Ben ne okumuştum az önce?
Tanrım, ben ne okumuştum az önce?!
"İyi bir şeyler yazmıyor sanırım." Diye alayla konuştu Anfia ve kaşlarım çatıldı. Onunla birlikte alay edecek moda giremedim. Callisto da kaşlarını çattı. "Tanrım Meyza, ne yazıyordu da böyle kaşların çatıldı?"
"Açıkçası ben de anlamadım." Diye mırıldandığımda, Darien'in dudakları tehlikeli bir tınıyla fakat alaylcıl bir kııvılcımla kıvrıldı. "Geri dön Meyza, pişmanım mektubu değildir umarım." Diye ekledi gözlerini de devirerek ancak sessiz kaldığımda, Anfia'nın yüzünde eğlenen bir ifade belirdi ve Darien'in alaylı gülümsemesi hızla silindi. Altın harelerine ise yavaşça sert bir bakış kondu.
"Öyle denemez." Dedim aceleyle durumu düzeltmek isteyerek.
"Geri dön yazıyor mu?" Diye sordu Anfia.
"Doğum günün için gel yazıyor." Dedim ben de. Darien'in gözleri kısıldı.
"Pişmanım yazıyor mu?" Diye sordu Callisto kaşlarını kaldırarak.
"Yani, pişman olduğu bir takım şeyler olduğu yazıyor."
Darien anlıyormuş gibi kafasını sallayarak eğlenceli bir şey bulmuş gibi yeniden dudaklarını kıvırdığında, yaydığı aura hiç de eğlenceli değildi ve sanki bakışları kararmıştı.
"Yine de biz çocukluğumuzdan beri birbirimizi tanıyoruz. Ve netçe söyleyebileceğim tek şey, bana o anlamda bir şeyler hissetmediği." Dedim durum açıklığa kavuşsun diye.
"Öyledir." Diye bir ses ağzının içinde geveledi Darien ve anlamazca ona döndüm. "Sen etrafındakilerin niyetini anlayabilecek gibi durmuyorsun hiç Meyza." Diye ekledi sonunda ve dik dik yüzüme baktı. "Helefna'da da buradaki gibi saf saf yaşadıysan Tanrı bilir fark etmeden, önce sen onu reddetmişsindir."
"Hiç de öyle değil." Diyerek gözlerimi devirdim. "Sana olanları anlatmıştım."
Darien yüzüme dikkatle baktığında yüzünde herhangi bir duygu emaresi yoktu ancak rahatsız olduğunu hissedebiliyordum. "Bilmesem kıskanıyorsun diyeceğim." Dedim direkt olarak, gözlerimi kısarken.
"Nişanlıma eski nişanlısından mektup gelmesini normal karşılamadığım için kusura bakma Kuzey Prensesi." Diye düz bir tonda cevap verdi.
Tamam belki biraz haklıydı ancak bu savunma yapmayacağım anlamına gelmezdi. İç çektim. "O benim çok senelik arkadaşım."
"Nişanlandığınız için bu savunma geçerliliğini yitiriyor Meyza." Dedi Darien de kaşlarını çatarak.
"Doğum günün ne zaman bu arada?" Diye sordu Callisto alakasız olarak "Yirmi iki mayıs." Diye otomatik olarak cevap verdim ancak hemen ardından gözlerim büyüdü. Yirmi iki mayıs, benim gerçek doğum günümdü. Meyza'nınkini ise bilmiyordum elbette. Zaten nasıl bilebilirdim Tanrı aşkına?
Callisto ve Anfia, tepkime karşılık dikkatlerini bana verdiklerine durumu karıştırmamak adına sadece yerime sindim.
Her şeyden önce, ben Elijah'la nişanı bozduğum gün, Aileen'in oraya çıkmasına dört ay vardı. İki ayı orada Darien'e mektuplar yollayarak geçirmiştim ve 21 marta, yani Aileen'in ortaya çıkacağı tarihe az kalmıştı. Yaklaşık iki ay. Kışın ortasındaydık ancak Batı kışı bir değişik geçirdiği için kışta olduğumuzu anlamak zordu. Hatta Darien, Aileen'e demişti ki kitapta, batıya daha önce kar bile yağdığı olmamış. Sadece kuru soğuk. Bunun için burada tarihi kavramakta da biraz zorlanıyordum.
Darien'le anlaşmamız, temmuzun sonunda bitecekti, tabi onun dediğine göre ben dayanabilirsem. Kısacası yapmam gereken şey, yirmi bir marttan sonra Elihah ve Aileen evlenene kadar Darien'i Helefna'dan uzak tutmaktı. Arada Aileen'i zehirleyecek ve sarayda onlara hayatı dar edecek biri olmadığına göre, düşündüğümden daha çabuk ilerleyebilirdi her şey. Sonuçta onlarınki ilk görüşte aşktı.
Ayrıca Darien buradan ayrılmazsa halkı da katledilmeyecekti. O buradayken, her şey kontrol altında kalırdı ve hatta veliaht Prens'in oynamak istediği pis oyunlar bile ortaya çıkabilirdi.
Tabi bunlar üstünde daha sonra düşünmem gereken şeylerdi.
Bunun yanında, Elijah'ın beni tam olarak hangi tarih için çağırdığını bilmiyordum ve bu gitme ihtimalimi zaten kafada eliyordu. Hem bu zamana dek Meyza'nın doğum gününü düzgün kutladığını bile sanmıyordum, ne demeye gidecektim? Aileen'le evlendikleri ana kadar onu görmeye hiç niyetim yoktu. Zaten böyle bir mektup göndermesi bile çok absürttü. Elijah, Meyza'yla olan arkadaşlığına değer verse anlaşma adı altında onunla nişanlanmazdı. Kadını sevmeyeceğini bile bile nasıl böyle bir şeye evet diyebilmişti zaten?
Sinirle iç çektiğim sırada Darien, dikkatle sarı harelerini üstümde dolandırdı ve "Dinlen artık." Diye konuştu düz bir tonda. Ona bakıp başımı salladım. Gerçekten, gerçekten uyumam gerekiyordu.
Sonrasında, mektupla beraber yukarı çıkarken gözleri üstümden ya da mektuptan ayrılmasa da dönüp öpücük atacak halim olmadığından sadece yürümeye devam ettim.
Chelsie, sipariş edilen elbiselerin teslimatıyla ilgilendiğinden içeri girerken beni görmemişti ve odamda karşılaştığımızda gözleri şok ve dehşetle açılmış adeta çığlık atmıştı. Ona olayları kısaca anlatmıştım ve her dediğimle gözleri kocaman açılırken pek çok şey için bana kızmıştı.
'Kendinizi nasıl tehlikeye atarsınız, ya size bir şey olsaydı, Tanrım yaralandığınıza inanamıyorum, bundan sonra Alvin olmadan hiçbir yere çıkmayın...' Ve daha tonlarcası. İşin sonunda, tatlı Chelsie söylene söylene bana duşta yardım etmiş ve biraz yemek getirmişti. Bir dilim ekmekle yediğim çorbadan sonra ise Darien'in yatağına yatmıştım. Chelsie'nin söylediğine göre benim odamın sadece çarşaflarını sermek kalmıştı ancak ben bugün de burada kalacağımı söyleyince yanakları kızarmıştı ve yalnızca nasıl isterseniz demişti.
İşin aslı, odalarımız ayrılınca sanki aradaki o küçük bağda kopacak gibi hissettiğimden gitmek istememiştim. Darien yanımda olmasa ve çoğunlukla odadayken evraklara baksa da hemen yanımda olduğunu bilmek güzeldi. Hem yatağa da alışmıştım.
Gerçi Darien benimle uyumuyordu. Kanepede yatıyordu.
Chelsie uyumam için odadan çıktıktan sonra kendime kızmış, yataktaki örtüyü alarak kanepeye ben geçmiştim ve yastığa kafamı koyar koymaz da fazla bir şey düşünmeme kalmadan karanlığın içine sürüklenmiştim.
O karanlığın içinde, kar beyazı saçlı kız çocuğunu görmek, beni beklediğim kadar şaşırtmamış ancak çok korkutmuştu. Son gördüklerim, felaketimdi çünkü. O kız gerçek Meyza'ydı.
Küçük Meyza, kulaklarını elleriyle kapatmış ve hiçbir şeyi görmek istemiyormuşçasına gözlerini sımsıkı yummuş, ağlıyordu. Yerinde sarsılarak ağlasa bile yine de sesi çıkmıyordu ama. Meyza yakalanmamak için sessiz kalmayı çok küçükken öğrenmişti ancak ona bunu öğreten ne yazık ki saklambaç oynadığı arkadaşları değildi.
Amcası demişti ki ona, "Yeni bir hayatın olacak Meyza. Unutacaksın silinmez sandığın tüm kötü hatıraları. Seni üzen ne varsa yerini mutlulukla gülümseyeceğin anılar dolduracak. Kendini hazır hissedene kadar Kuzey'e adımını bile atmana gerek yok Meyza. Başkentte sevilecek ve kollanacaksın güzel kızım, yeni anılarını orada biriktirecek başka da hiçbir şeyi dert etmeyeceksin.
Burada kalmak gibi olmayacak imparatorluğun başkentinde yaşamak Meyza. Söz veriyorum sana."
Meyza, aslında çok güzel şeyler anlatan amcası ona güzel kızım dediğinde tir tir titreyerek, korkuyla gözlerini yumduğunda; amcası durumu çaresizlik içinde izlemişti. Boyunu aşan sözler verdiğinin farkındaydı. Meyza'nın yaşadıkları iddia ettiğinin aksine öyle silinip gidecek, unutulacak şeyler değildi.
O, sadece tahtı almaya gelmişti buraya. Kendisi Karilya'dayken Kuzey'in başına geçenler tüm işleyişi bozmuşlar, Kuzey'in onurunu ayaklar altına almışlardı. İsyan çıkartarak tahtı geri aldığında ve Meyza'ya zarar vermek gibi bir amacının olmadığını söylemek için odasına girdiğinde bir şeylerin yanlış olduğunu hissetmişti. Meyza sessizce bir köşeye sinerek sessiz sessiz ağlamış, kimse onu sakinleştirememişti.
Sonra, genç bir hizmetçi göz yaşları içinde olanları anlatmıştı. Penelophe'nin kocası Yurik'in, küçük varis Meyza'nın çoğu gece odasına girdiğini, zamanla Meyza'nın sessizleşip içine kapanmasını ve eski halinden eser kalmazken garip davranışlarda bulunuşunu, kendilerinin korkunç ihtimallerden şüphelendiğini ancak ellerinden hiçbir şey gelmediğini...
Kanı donmuştu Meyza'nın amcası Fedor'un. Kardeşinden kalan tek çocuğu, koruyamamıştı. Eskiden ziyarete geldiğinde mavi gözlerinde zekice parıltılar dolanan ve anlamlı tebessümleri kendisine bahşeden küçük yeğeni için orda olması gereken zamanda yoktu.
Bir yemin etmişti, varisinin sadece Meyza olacağına dair. Kuzey'in varisi hiçbir zaman değişmeyecek, vakti gelince Meyza hak ettiği gibi Kuzey'in Kraliçesi olacaktı.
Zaman geçip gitmişti. Fedor, başkente kuzeyi temsil eden büyük bir malikane yaptırmaya başlamıştı. Bunun yanında Meyza ise, üvey babası Yurik ve Penelophe idam ettirilmiş olsa hala kimseyle konuşmuyordu. Hizmetçilerle bile göz teması kurmuyor, biri üstünü değiştirmek için bile ona dokunmaya kalkışsa çığlıklar atarak kaçıyor ve bir köşede sessizce ağlamaya dönüyordu. Çocuğun hali hepsinin içine batıyordu. Herkesi kasıp kavuruyordu.
Amcası Meyza'nın Kuzey Sarayı'nda kalamayacağını anladığında, yeğeninin başkentte kuzey malikanesinde kalmasına karar vermişti ancak Meyza henüz bir evi yönetmek için çok küçüktü.
İmparator, Meyza çocukluktan çıkana dek ona sarayda bakılabileceğini söylediğinde, Fedor üstüne uzun uzun düşünmüş ve sonunda bu teklifi reddetmemişti. Çünkü İmparatorluk Sarayı'na Meyza'nın yaşıtı pek çok çocuk gelip giderdi. Belki de ihtiyacı olan budur diye düşünmüştü. Kendi yaşındakileri görmesi. Küçük mutlu çocukların arasına karışıp hiçbir şeyi dert etmemesi, sadece oyunlar oynaması.
Dük'ün teklifi kabul etmesi, Meyza daha gelmeden yaşıtları arasında tonlarca dedikodu uyandırmıştı başkentte.
Bir kız çocuğu... Sarayda kalacakmış artık... Beyaz saçlı bir cadıymış... Kuzeyliler yalnızca kuzeydeki beyaz kurtların kanıyla beslenirmiş, saçları bundan beyazmış... Kızdırırsan lanetlermiş seni, kanın bile buz tutarmış...
Hiçbir yetişkin, çocuklarının ağzında dolanan bu söylentilerin ne saçma olduğunu söylememişti. Windfield zaten en üstte olan düklüklerden biriydi. Güçlerini sorgulamaya bile gerek yoktu ve yeni gelen dükün yeğenini resmi varis ilan etmesi Meyza'yı hepsinden daha üstün bir konuma koyuyordu. Kontlar bile altta olduklarını kolay kolay kabul edemezken üst soyluların küçücük bir çocuğun onlardan çok daha üstte olduğunu kabullenmesi zordu.
Dük Fedor, bunları düşünememişti çünkü neredeyse tüm hayatı Kuzey'de geçmişti ya da diplomatik ilişkiler için farklı krallıklardaydı. Evet, aristokratların diplomasideki yerinden çok iyi anlardı ancak yüksek sosyete bambaşka hikayeydi. Fedor'un yeğenini Meyza Isabel'i nereye yolladığı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu.
Meyza, saraya geldiğinde amcası yanında olduğundan bizzat imparator tarafından karşılanmış, amcası gittiğinde ise kendisiyle birlikte gelen hizmetçilerin eline bırakılmıştı. Tabi, imparator da ona bazı hizmetçiler vermemiş değildi ancak Meyza tanımadığı yetişkinleri daha fazla istemiyordu etrafında.
Sarayda kocaman bir odası olan Meyza, geldiği noktaya hiç alışamadığından fazla da ayrılmamıştı odadan. İmparator'un verdiği hizmetçiler saygıda asla kusur etmeseler de saçlarına garip garip baktıklarını yakaladığı oluyor o anlarda da bunu görmezden geliyordu. Birkaç gün geçmesine rağmen hala kimseyle konuştuğu da olmamıştı Meyza'nın. Amcasının dediğinin aksine, onu her gün çay partisine davet edecek kızlar da oyun oynamak isteyen çocuklar da yoktu zaten.
Gerçi Meyza, tüm bunları istiyor da değildi. Yalnız olmak sorun değildi. Kuzey'den uzak olmak, kötü kimseyle bir daha karşılaşmamak yeterliydi. Amcasının dediği gibi burası güvenliyse o odada sonsuza dek bile kalabilirdi. Zaten olanlar, ona gerçek değilmiş gibi geliyordu. Bazen geceleri geçmişi kabusunda gördüğü oluyordu ancak göz yaşları içinde de olsa uyanıyordu sonunda. Yeni yatağında. Yeni hayatında. Her şey sahiden bitmiş miydi?
Peki geçmişin izlerini nasıl silecekti?
O gün, diğer günlerden farklı olarak Meyza bahçeye çıkmak istediğini söylemişti. Şansı varsa İmparator'la karşılaşır ve cesaret edebilirse kitap alabileceği bir kütüphane varsa girip giremeyeceğini sorardı. Meyza okumayı yaşıtlarından çok daha önce öğrenmişti. Eskiden en çok yaptığı şeydi zaten okumak ve koca sarayda zaman geçirmek için yapılacak en iyi şey bu gibi gelmişti ona.
Böylece bahçede yürümeye başladığında, uzaktan onu izleyen hizmetçilerini göz ardı edip çiçeklere falan bakmıştı ancak dikkatini, ilerdeki yuvarlak masa çekmişti. Çeşit çeşit güzel elbiseler ve kıyafetler içindeki, yüzleri gülücükler açan çocuklar. Masada çaylar ve kurabiyeler vardı.
'Amcamın dediği çay partileri sahiden yapılıyor demek ki' diye geçirdi içinden. 'Beni çağırmamış olmalılar.'
Yine de bu duruma üzülmemişti Meyza. Donuk gözlerle onlara baktıktan sonra çiçeklere dönerek yürümeye devam etmişti lakin fark etmişti onu diğerleri.
'Tanrım! Bu kuzey kızı olmalı! Gerçekten de saraydaymış!'
'Tanrı aşkına, saçı sahiden beyaz!'
'Gördünüz mü az önce bize nasıl baktığını?'
'Burada beyaz kurtlar yok, neyle besliyorlar onu?' Gülme sesleri.
'Gözleri çok korkunçtu gördünüz değil mi? Bize saldırır mı?'
'Aptal! Etrafa saldıracak olsa İmparatoriçe onu Prens'in olduğu saraya alır mıydı?'
Meyza, bu konuşmaları duyabildiğini bilip bilmediklerini merak etmesine rağmen aslında duydukları onu biraz eğlendirmişti. Beyaz kurt yediğini falan mı sanıyorlardı gerçekten? En basit büyü temeli dersini anlamaları bile Kuzey kanı taşıyanların neden beyaz saçlı olduğunu açıklardı halbuki. Gerçek babası, bu saçların gurur duyulması gereken asil bir sembol olduğunu söylemişti. 'Kanında kar taneleri olduğunun kanıtı saçların ve gözlerin Meyza Isabel. Bunu asla unutma. Sen kışın çocuğusun'
Meyza'nın unuttuğu yoktu zaten. Babası ölmeden öncesinde okuduğu hiçbir kitabı, öğretmenlerinin ona söyledi hiçbir şeyi unutmamıştı. Gerçi Meyza, gerçekten ilgisini verdiği hiçbir şeyi unutmazdı. Bir kere okuması, görmesi yeterliydi. Sonsuza dek onunla kalırlardı.
Korkusu bundandı. Buraya gelmenin amcasının söylediği gibi o birkaç ayı silememesinden korkuyordu. Okuduğu basit satırları bile zihninden silemiyorken yaşadıklarını unutacağını ummak acizce miydi?
'Sessiz olsanıza, duyabilir sizi.' dedi bir başkası
'Cadı veya değil, babası öleli birkaç ay olmuş'
Bu Meyza'nın duraksamasını sağlayan şey oldu. Soğuk mavi gözlerini masanın etrafında oturan soylu çocuklarına çevirdi.
'Amcası tahtı ele geçirmek için üvey babasını da öldürmüş'
Babasının söylediği o kanındaki kanların tüm vücudunu dondurduğumu hissetti Meyza. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamış, elleri karıncalanmıştı.
'Üvey babası çok seviyormuş üvey kızını. Buradaki ebeveynlerden bile daha fazla zaman geçiriyorlarmış birlikte. Tüm kuzeyde ne şanslı bir çocuk olduğu konuşuluyormuş.'
İşte bu, Meyza'nın kulaklarını kapatıp aniden koşmaya başlamasını sağlayan şey oldu. Duymak istemiyordu. Bu cahil çocuklarla bir daha karşılaşmak bile istemiyordu hatta. Neyden bahsettikleri hakkında en ufak bir fikri yoktu onların.
Nasıl olurda üvey babasını iyi bi adam, amcasını ise bir barbar gibi görebilirlerdi. Amcası Fedor onu kurtarmıştı. Ona yeni bir hayat vaat etmişti, saklanmasına gerek kalmayacağı bir hayat.
Gözlerinin önüne gelen anlar uzaklaştıktan sonra gözlerini kapatıp bir çalılığın altına çökmesini sağladı. Unutmayacaktı işte. Buraya gelmek de hataydı. Hiçbir şey değişmeyecekti. Anıların getirdiği korku ve duyduklarının getirdiği öfke birbirine girmişti ancak korku daha baskındı. Kalbi sancımaya başlamıştı ve etrafındaki havanın soğuduğunu hissedebiliyordu.
Kuzey varisiydi ancak üşümekten nefret ediyordu Meyza. Bundan da nefret ederek kendini sakinleştirmeye çalıştı.
Kötü günlerini unutmayacaktı belki. Zihnindekilerin kolayca silinip gittiği hiç olmamışken ona kabuslar gördürten anıların kaybolmasını beklemek fazla iyimserdi ancak bildiği bir şey vardı.
O çocukların yüzünü de asla unutmayacaktı.
Meyza bir süre boyunca aklında dolananlarla orada için için ağlamaya devam etti. Kafasında çalınmaya başlayan ninninin sesine onu arayan hizmetçilerinin sesi karıştığında, yerinden kalkmaya niyeti yoktu ancak üstüne düşen gölge, kafasını kaldırıp yukarı bakmasını sağladı.
İlk başta çocuğun arkasındaki güneş yüzünden gözleri kamaşsa da görüşü düzeldiğinde çocuğun da güneşten pek farkı olmadığını fark etti. Sarışın, parlak bir gülümsemesi olan çocuk yeşil gözlerini kısarak ona elin uzattı.
"Sen Meyza olmalısın." Meyza ona gözlerini kırpıştırarak şaşkınlıkla bakarken çocuk iç çekti. "Elimi tutmayacak mısın?"
Meyza'nın hissettiği her şey birbirine girmişti ancak hayatında ilk defa kalbinden yayılan soğukluğun anlamsızca içini ısıttığını hissetti. Çocuk adeta güneş gibi parlıyordu ancak Meyza'yı etkileyen şey gülümseyişinin yeşil harelerinin ta içine kadar uzanması oldu.
Çocuğun elini daha fazla havada bırakmayarak içgüdüsel olarak elini ona uzattığında "Ağlaman durdu." Dedi çocuk coşkuyla ve süt dişlerini ortaya çıkartacak kadar gülümsedi. Meyza ona gözlerini kırpıştırarak bakarken çocuk devam etti.
"Ben Elijah, Meyza. Hadi arkadaş olalım!"
Terler içerisinde aniden gözlerimi araladığımda, soluğum kesiliyor gibi bir ses çıkartarak hızla yerimden doğruldum ve derince iç çekmeye çalıştım. Uyanmıştım. Tanrı'ya şükür uyanmıştım.
Birkaç adım sesinin ardından yatağın öbür yanı çökerken Darien, düz bir şekilde yüzüme bakarak bir bardak su uzattı. Ne olduğunu anlamadan sessizce bardağı alarak kafama diklediğimde, içebildiğim en fazla birkaç yudumdu. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu ve saç diplerim terden ıslanmıştı. Kendime gelip gerçeklik algımı kazanmam için birkaç saniye elimde bardakla öylece durdum.
En sonunda kaşlarım çatıldı yavaşça ve ilerdeki kanepeye baktım. Ardından bakışlarım Darien'e döndü.
"Neden yatağa taşıdın beni?" Diye sordum ve Darien kafasını eğdi hafifçe.
"Kanepede yatmana izin verecek halim yok." Dedi bu gayet açık der gibi.
Kaşlarımı kaldırdım. "Kendi odanda kanepede yatman çok saçma." Dedim uyku mahmuru bir ses tonuyla.
Darien, gözlerimin içine bakarak dudaklarını kıvırdı çok hafifçe. "Baş belası bir kar tilkisi yatağımı sahiplenmiş gibi duruyor, yapacak bir şey yok."
Hayatımda, hiç kar tilkisi görüp görmediğimi düşündüm. Zeynep ve Selim evde yokken karşıma çıkan belgeseller gözümün önünden geçerken, karların arasında koşturup duran beyaz tilkiyi anımsadım.
Ama, Darien'in altın harelerinden eğlendiğimi belli eden parıltılar geçince, kalbim hala gördüğüm rüyanın etkisiyle hızlıca atsa da gülümsedim. Darien duraksayarak gülümseyişime dikkatle baktı. "Uykunu aldığını görmek güzel." Dedi ve düz bir tonda devam etti. "Yorgunken her zaman olduğunun aksine... Sessizsin." Dedi bu gerçek onu rahatsız etmiş gibi. Sanki kendisi de bundan rahatsız olmasına anlam verememişti.
"Yaralıydım aynı zamanda." Diye homurdandım üşüdüğümden örtüyü daha çok üstüme çekerken. Ardından pencereye baktım. Gün doğuyordu ve ben Tanrı bilir kaç saattir uyuyordum.
"Sen neden uyanıksın?" Diye sordum merakla ancak daha sonra giyinik olduğunu fark ettim. Siyah bir pantolon ve siyah gömlek giymiş Darien'in belinde kılıcını asabileceği kemer gibi bir şey vardı. Saçları dağınıktı ve siyah tutamlar asice alnına dökülmüşlerdi. "Antrenman." Dedi kısaca.
"Gün daha yeni ayıyor." Dedim dehşet içerisinde. Yani tabi ki erken uyanıp çıktığını biliyordum ancak bu kadarını beklememiştim. Kim bu soğuk sabahta kalkıp dinç bir şekilde kılıç savurmaya giderdi ki delirmediği müddetçe?
"Alışkınım." Dedi Darien de tepkime karşılık alayla.
Daha sonra birkaç saniye sessizlik anında dudaklarımı birbirine bastırdım. Darien de durgunca bana baktı. Odaya aydınlatan fazla ışık yoktu ancak gözleri öyle keskin parlıyorlardı ki sanki buna gerek yoktu.
Geldiğimden beridir anlamlandıramadığım şeylerden biriydi zaten bakışları. İnsana rahatlıkla hançer saplanmış gibi hissettirebilecek bakışları her nedense şu sabahın köründe ona bakarken içimi yatıştırıcı bir hisle sarıyordu.
Aynı anda hem değişik bir güzelliği hem de iç sarsacak kadar nefes kesecek göz alıcı yüz hatları vardı. İnsanın ona bakarken iç çekmemesi imkansızdı. Ya da soluğunun kesilmemesi.
Aklımdan geçenler o an yüzüme yansımış olmalı ki Darien'in gözleri kısıldı. "Tanrı aşkına Meyza, ne geçiyor yine aklından?"
"Ben bu odada kalmaya devam etmek istiyorum." Dedim yanaklarımın hafifçe yandığını hissederken, pat diye. Ardından gülümsedim hevesle. "Yani, tabi koltukta kalmaya devam edemezsin. Ben düşündüm ki aynı yatakta uyuyabiliriz. Tabi bunu istemezsen anlarım ama sonuçta biz nişanlıyız. Bu kadarı sorun olmamalı bence." Darien'in gözlerinden çok kısa bir anlığına şaşkınlık parıltıları geçti. Sonrasında iç çekerek öylece yüzüme baktı ve bu hareketi beni gererken kalbimin pompaladığı tüm kanın alev aldığını hissettim. "Ben zaten çok deli yatmam öyle. Rahatsız etmem seni." Bunları neredeyse mırıldanarak eklemiştim.
Sonunda cevap gelmeyince gözlerimi kaçıracaktım ki Darien, yüzüme bakarak güldü. İçten tondaki gülüşü kulaklarımı doldurduğunda, zaman donuyormuş gibi hissettim. Parmak uçlarım, midem, göğsüm karıncalandı sanki. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Çok kısa sürmüştü fakat hala yüzünde yarım bir gülümseyiş vardı.
"Kuzey kızı, söylerken bu kadar utanacağın tekliflerde bulunmadan önce bir daha düşünmelisin." Dedi kaşlarını kaldırarak.
"Evet mi diyorsun yani?" Diye sordum ben de onu taklip edip kaşlarımı kaldırırken.
Güneş rengi gözleri kısıldı. "Söylediklerimin hangi kısmını evet olarak algıladın?"
"Yani evet mi?" Diye tekrar ederek güldüğümde Darien "Tanrım Meyza..." Dedi ve kafasını salladı iki yana. "Tam bir baş belasısın cidden."
Ama bu da evet değildi ki. Bu adam niye sorularıma cevap vermiyordu benim?
Dikkatle ona bakarken iç çektim. Güne Meyza'nın anısını görerek başlamak, içimdeki havayı ağırlaştırmıştı sanki. Meyza, Elijah'a elini uzatmış ve Meyza adeta hipnoz olmuş gibi onun elini tutmuştu. Sesimi duyamasa da yapma diye bağırmıştım içimden. Yapma Meyza, lütfen yapma. Ellerini kesecek ellere tutunma.
Belki şimdi umut olacak sana ancak bu uzun sürmeyecek Meyza. Elijah gülümseyerek mutlu sonuna yürürken kurban olarak sen seçileceksin. O aşk sadece sana zarar verecek.
Üstelik sadece bu değildi, birbirinden bağımsız anılar akıp durmuştu gözlerimin önünden. Meyza'nın amcasıyla konuşması, amcasının ona söz vermesi, öz babasının ona söyledikleri...
Yutkunamaz hale geldiğimde, gülümsemem kaybolduğundan mı bilmiyorum, Darien'in kaşları çatıldı.
"Çok mu kötü bir kabustu?" Diye sordu temkinle. Sarı harelerinin altında parıldayan duygu meraktı ancak muhtemelen bunun hassas bir konu olduğunu anladığından dikkatliydi. Benimle birlikte gözleri ellerime çevrildi ve kaşları daha da çok çatıldı. Ellerimi birleştirip parmaklarımla oynamaya başladığımda, gözleri onlarda kaldı birkaç saniye boyunca.
Kaşları iyice çatılmış, tamamen karmaşık bir ifade takınmıştı.
"Bugün..." Dedi Darien sonunda yavaşça. "Bugün dayanabilirim dediğinde, bunun sebebi daha önce de bir şeylere dayanmış olman mıydı Meyza?"
Darien, ince bir cam parçasını elinde tutar gibi dikkatli olsa da irkilmekten kendimi alıkoyamadım. Tanrım... Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde "Siktir." Diye mırıldanarak gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı Darien. Yüzündeki her hat gerilmiş, açtığı harelerinde cehennemden kopup gelmiş bir kıvılcım dolanmaya başlamıştı. Sanki o sarı harelerde bir şimşek koptu o an. Küçük cızırtı sesleri.
Ellerini yumruk haline getirmişti.
İç çekmeye çalışırken dudağım titrediğinde ve bir damla yaş yanağımdan aşağı süzüldüğünde "Özür dilerim Meyza, sormamalıydım. Ağlama lütfen." dedi ne yapacağını bilemeyerek bocalamış bir sesle. Elini bana uzatacak gibi oldu ancak durdurdu kendini.
Boğazım düğüm düğüm olsa da "Özür dilemeni gerektiren bir şey yok." dedim çatlak bir sesle ve iç çektim.
Meyza'nın anılarını görmek, bana yabancı hissettirmiyordu. Beni derinden sarsıyordu ancak sanki benim bir parçam gibiydi ve korkutuyordu bu beni.
Senin bir parçan zaten, Meyza dedi gerilerdeki ses.
Başıma aniden saplanan dehşet verici ağrı elimi kafama doğru götürmemi sağlarken bilincimin bulanıklaştığını ve kesik görüntülerin hızla zihnime çakıldığını hissettim. "Meyza değil." Dedim mırıldanarak, acı çeker gibi fakat bilinçsizce.
"Ne demek istiyorsun?" Diye sordu Darien ve eğilerek yüzüme baktı. "İyi gözükmüyorsun, başın mı ağrıyor Meyza?" Ardından gözlerimin hala dolu dolu olduğunu gördüğünde bakışları kararır gibi oldu.
"Meyza, sorunun ne olduğunu söylemezsen sana yardım edemem, konuş benimle Tanrı aşkına." Diye sert bir sesle konuştuğunda gözlerim pencereye çevrildi dalgınca. Tıpkı yedi yaşımdaki gibi. İstanbul'da değildim şimdi. Kar falan da yağdığı da yoktu fakat... Fakat üşüyordum hala. Bu hiç değişmemişti.
Annemi anımsadım. Kocaman mavi harelerini. Yıpranmış kestane saçlarını ve yaptığı kurabiyelerin tadını. Bana gülümseyişini, şefkatle gözlerini kıstığında kırışan göz kenarlarını. Babamı, babamın bana bağırırkenki o ses tonunu. Zeynep'in kibirli gülümseyişlerini, selimin öfkeli ifadelerini...
Aynaya baktığımda ne görüyordum, hatırlamıyordum.
Saçlarım anneminkiler gibiydi ancak gözlerim? Yoktu. Ne renkse gözlerim, o an zihnimde hiçbir şey canlanmadı. Yüzümün hiçbir kıvrımını aklımın ucundan bile geçiremediğimi fark ettiğimde dehşetle sarmalanmış bir korkuyla ağlamaya başladım.
"Meyza değilim ben!" Dedim ellerim inkar edercesine yüzüme giderken.
Darien, irkilirken kendime zarar veririm diye korktuğundan belki, bileklerimi kavrayarak onları hızla yüzümün hizasından indirdi ve bana baktı.
Şimdi mavi olduğunu çok iyi bildiğim gözlerime kilitlendi bakışları ancak orada gördüğü şey yıkımdı. Ağzımdan çıkanlarsa sadece fısıltı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |