
Bu arada oylarınız ve özellikle yorumlarınız yazarken çok motive ediyor beni
Keyifli okumalar
Sevgiyle kalın
-Büşra
8
Sima, Sima Rüzgar.
On dokuz yaşındaki sıradan birisi.
Yani, ona sorsalar ayırt edici bir özellik sayamazdı kendine dair ama o bu sıradanlığı kötü bulmaz, kendini olduğu gibi severdi.
Başına gelen talihsizlikleri yaşadıktan sonra bile asla 'neden ben' diye feryat etmemiş, dünyada iyi adamlardan çok kötülerin yaşadığını çok küçükken öğrenmişti.
Çok baharatlı yemekleri sevmezdi ama yemek ayırt etmeyi de istemezdi. Konu yemekse eğer güzel yapıp yapmadığını hiç bilmiyordu çünkü etrafındakiler ona hiç bu konuda iyi bir şey söylememişti. Tabi, kötü bir şey de söylemedikleri gibi...
Eh, ama kendisi yaptığı her yemeği beğenirdi.
Bazen çok erken kalkar bazen öğlene kadar uyumak isterdi ancak hiç öğlene kadar uyuma fırsatı olmamıştı. Yorgunken okula gittiğinde ve özellikle resim derslerinde o kadar hızlı uykuya dalardı ki birkaç kişinin bunu nasıl başardığını sorduğunu duymuştu. Sert bir tahta veya yumuşacık bir yatak fark etmez, her yerde aynı şekilde uyuyabilirdi çünkü bir şeyler okumadığı müddetçe sadece uyuyarak gerçek dünyasından kaçabilirdi.
Cesur biri değildi asla. Yeni şeyler onu heyecanlandırmaktan çok korkuturdu ancak merak etmekten de alıkoyamazdı kendini. Başına da bundan dolayı çok iş açmış, çoğunda arkasına bile bakmadan kaçmıştı.
Hayal dünyası gereğinden fazla genişti. Her gördüğünden etkilenir bin bir çeşit potansiyel hikaye uydurur ve buna zaman harcarken eğlenir, biraz olsun gülümserdi.
Yanında rahat hissedeceği insanlar hiç olmamıştı ancak aslında hayatını mahveden insanlar etrafında olmadığı sürece zaten rahattı. Kimin hangi sözüne ne diyeceğini ve etrafındakilerin kendisi hakkında ne düşüneceğini hiç umursamazdı. Ona göre hayatı bunlara kafa yorması için fazla karmaşıktı.
Kolay kolay utanmazdı da. Ahlaki değerleri değil insanlık değerlerini yerle bir eden insanların içinde büyümüştü ve onları gördükten sonra yaptığı bir iki saçma hareket yanaklarını kızartmaya hiç yetmemişti.
İletişim kurduğu insanlar bazen hızlı konuştuğundan bahseder, yavaşlamasını rica ederdi. O ise bunun farkında değildi. Aslında konuşurken düşüncelerine yetişemezdi.
Hayvanları severdi ve çoğu insanın aksine böceklerden tiksinmezdi. Özel bir sevgi duyduğu falan da yoktu. Ona göre insan olmayan her canlı zararsız ve kabul edilebilirdi.
Bir yandan... Nefret ettiğini düşünürdü insanlardan. Etiyle kemiğiyle tiksinirdi kalbinde merhamet duygusu olmayan herkesten. Okulda veya çalıştığı kafelerde bir köşeden insanları soğuk gözlerle izler, uzaktan onlara baktıkça midesi burkulurdu ancak bir yandan... İnsanlara inanmaktan asla vazgeçmemişti. Kafeden çıktığında o sokak köpeğine yemek getiren insanları gördüğünde, yaşlı birinin yürümesi için gençler onun koluna girdiklerinde, balkonda çiçekleriyle konuşan amcayı duyduğunda, o katı nefret hissi hafifler ve derin bir nefes alırdı.
Belirli bir müzik zevki yoktu çünkü bir anı bir anına fazla uymaz bazen yavaş klasik müzikleri hüzünle ıslık çalar bazen evde tekken kendi konserini verirdi ve çok güzel de dans ederdi. Gördüklerini uygulamakta değişik bir becerisi vardı.
Aslında... Neşeli biriydi de ışığını görmeye kimsenin fırsatı olmadan parıltısını söndürmüşlerdi.
Sorsalar, sanırım güvenmeyi isterdi birilerine. Bir ev dilerdi, yuva diyebileceği.
Yeniden. Sima Rüzgar.
Bendim bu.
Mutlu aileler bana küçükken bile masal gibi gelirdi ve her ailenin içinde en az bir şeytanın yaşadığına inanırdım ancak sonra öğrenecektim ki durum bu değildi. Küçüklüğüm, annem sayesinde katlanılabilir hale gelmiş, Tanrı'ya şükürler olsun ki sevmek ve sevilmek ne demek öğrenmiştim. O yaşlarımdan bana armağan kalan ve annemin yanımda olduğu her anı bir ressam gözüyle betimlerdim fakat şimdi, kendimi anlatamazdım.
Yani... Neyi severdim, neye üzülüp neye gülerdim aklımdaydı ancak aynaya bakınca ne gördüğümü sanki birisi zihnimden özenle silmişti.
Evet ben Sima'ydım değil mi? Sima Rüzgar.
Ama neye benziyordum ki?
Annemin gözlerime bakarken gülümsediği anlar aklımdaydı ancak gözlerimin rengini hatırlayamıyordum. Saçlarımı okşadığını anımsasam da saçların rengi de uzunluğu da yoktu.
Hissettiğim şey dehşetti.
Bir insan nasıl kendini unuturdu? Unutursam benden geriye ne kalırdı fakat dahası bundan sonra daha neyi unutacaktım?
Neyi sevip neyi sevmediğimi mi? Annemi mi? Her şeyi mi?
Sima olduğumu tamamen unutup Meyza olduğuma benim de inanmam demekti bu.
Korku göğsümü sıkıştırıp nefeslerimi keserken ağladığımı gözlerimin önüne inen sisle fark ettim. Darien, beni bileklerimden tutmuştu ancak sert bir tutuş değildi bu, canımı yakmıyordu. Sadece ellerimi yüzüme götürmeme izin vermiyordu ve kaskatı kesilmişti önümde duran devasa bedeni. Sarı hareleri anlaşılmaz bir ifadeyle yüzüme sabitlenmiş, ağlamama karşılık kaşlarını çatmıştı.
"Sakin ol..." Dedi ne yapacağını bilemez bir tonda. "Sakin ol Mey-" Ben yutkunamaz halde yerimde donakalırken o duraksayarak iç çekti. "Sima." Dedi baskın bir sesle ancak harelerinde soru işaretleriyle. İsmimi söylemesi, göğsümdeki baskıyı biraz olsun hafiflettiğinde, ben de karmakarışık bir haldeydim. Ellerimi yüzüme bakarak temkinle bıraktığında, gözlerimi kırpıştırdım ve bu birkaç damlanın dökülmesine sebep olurken Darien biraz daha yaklaşarak elleriyle yüzüme yapışan saçları geriye atıp yüzüme dikkatle baktı. Yaşlarla dolu gözlerimi gördüğünde biraz daha kasılmıştı bedeni. Kaşları da iyice çatıldı bununla akabinde.
"Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ağlama bunun için, lütfen." Dedi anlaşılmazca sakin bir halde ancak kesinlikle sıkıntıya düşmüş gibi bir sesle.
Yine de... Korku ve şaşkınlık beni bırakmıyordu. Gözlerimin önüne getirmeye çalıştığım Sima yoktu ve her başarısızlık kalbimin üstündeki bahçeleri yakıp yıkıyordu. Dudaklarım titreyerek ona baktığımda Darien, ağlamaya devam edeceğimi anladı. Bu gerçekten nefret edermiş gibi yüzünü buruşturarak elini siyah saçlarının arasından geçirdiğinde, içine çektiği nefesi üfledi ve dudaklarını birbirine bastırdı. Kemikli yüz hatlarından dişlerini sıktığını anlayabiliyordum. Gözlerindeki ifadeninse hangi anlamı taşıdığını anlamak imkansızdı. O andan sonra Darien, sadece birkaç saniye daha gözlerimin içine bakabilmişti.
Ardından, ben ne olduğunu anlamadan, yavaşça yanıma geçti ve ben kesik nefesler alırken yatağın başlığına yaslanıp beni de kendine çekti. Göğsüne yaslanmamı sağladığında, şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.
Darien'e benim adım Sima gibi bir şey söylemiştim ve kaldı ki, benim adım Sima'ydı gerçekten. Bu gerçeği unuturum korkusu adeta zihnimi ele geçirmişti ve kimle konuştuğumu kısa bir süreliğine göz ardı etmiştim.
Bundan sonra ne olacağı endişesi de sonunda titrememe sebep olduğunda Darien, o an sadece sakinleşmem önemliymiş gibi kafamı geniş göğsüne yaslamamı sağladı ve o saniyeden sonra kulaklarımı dolduran tek şey onun sakin ritimli kalp atışlarıydı.
"Bak..." Dedi Darien derin bir ses tonuyla. Sanki kendisi de bocalamıştı ve ne söyleyeceğini bilmiyordu. Yüzüm ona dönük değildi ama kaşlarını çattığını hayal edebiliyordum. "İsmini sevmiyorsan eğer, kalede bir daha o ismi duymamanı sağlayacağım." Yutkundu. Ağlamam kesilmişti ancak titremem durmamıştı ve Darien bunu hissettiğinde kollarını etrafıma daha sıkı sardı.
"Sima'nın her nedense takma bir isimden fazlası olduğunu ve işin çok başka olduğunu hissediyorum ancak dilediğin buysa sana o şekilde sesleneceğim." Kalp atışları bir anda hızlandı. "Helefna'da ne yaşadın bilmiyorum ancak istersen, bu nişan bozulsa da bozulmasa da oraya dönmene izin vermeyeceğim, Sima. Bunun için korkma. Artık asla zarar görmeyeceksin. Sana söz veriyorum."
Bu nişan bozulsa da bozulmasa da.
Artık zarar görmeyeceksin, sana söz veriyorum.
"Şimdi sakinleş." Dedi ben içimde binlerce kıyameti taşıyan hisleri yaşatırken. Nasıl sakin olabilirdim?
Darien, ağzından çıkan kelimelerin ağırlığının farkında mıydı? Bana bir söz veriyor, artık asla zarar görmeyeceksin diyordu. Seni göndermeyeceğim demesini geçiyordum. Hayatı boyunca sadece zarar görmüş, kaçmak için uyumuş uyanmış kitap okumuş bir kadına bunları öylece söyleyemezdi. Ona yazılmış kaderde başka bir kadına aşık olmak varken olmazdı en azından.
İnanırsam bu sadece benim değil ikimizin de felaketi olurdu.
"İsmimle bir sorunum yok." Dedim zayıf bir sesle, sonunda zihnim berraklaştığında. "Ancak bana bazen Sima da de lütfen. O da benim ismim ve ben... Unutmak istemiyorum."
"O halde unutturmayacağım." Dedi hızla Darien, güven veren bir sesle.
Tanrım, neden böyle yapıyordu?
Bu aşamada benden deli gibi şüphelendiğini biliyordum. Geçirdiğim histeri krizi onu tepki vermekten alıkoymuş olsa da kafasında benimle alakalı binlerce soru olmalıydı. Konunun basitçe ismimi sevip sevmeme meselesi olmadığı çok açıktı ancak ona ne diyebilirdim ki? Başka bir evrenden gelip bu bedende uyandığımı söylersem beni Helefna'ya yollamasa bile Batı'daki akıl hastalarının olduğu bir yere falan yollama ihtimali çok yüksekti.
Burada uyumak da okuyup gerçeği görmezden gelmek de çözüm değildi, bu çıkmazdan nasıl kaçabileceğimi bilmiyordum.
Bilmiyordum ancak artık gerçekleri içimde tek başıma taşımak da fazla geliyordu bana.
"Bana inanır mısın bilmiyorum..." Dedim güçlükle. İnanmazsa kaybedecek neyin var ki Sima?
Bu senin ilk yalnız kalışın olmayacak.
"Ancak zihnimde başka birinin anıları var." Diye devam ettim Darien sessizce beni dinlerken. Sözlerim irkilmesini sağladığında, bana doladığı kollarını daha güçlü bir şekilde tuttum. Korku yüreğimden silinmemişti. Gözlerimi kırpıştırdım.
Kalbim, delicesine atıyordu ve vücut ısımın düşüşe geçtiğini anlamak için ekstra bir çaba harcamama gerek yoktu. Kaybedecek bir şeyim yoktu ancak belli ki bu gerçek korkmama engel olmuyordu.
Sonuçta, inançsızlık korkunç bir cinayet silahı olabilirdi.
Arkada ceset bile bırakmaz, insanın içine sadece isimsiz mezarlar diker ve sonra yaşa şimdi diye fısıldardı. Tabi, yaşamak denirse yaptığına.
"Rüyamda bile onun anılarını görüyorum bazen." Diye devam ettim bir ürperti omurgamdan aşağı kayarken. Gözlerim dolduğunda güneş ışığı odayı aydınlatmaya başlamıştı ancak dönüp pencereye bakmadım. Şimdi sessiz kaldığımda sadece Darien'in değil kendi kalp atışlarımı da duyuyordum.
"Kendi anılarımla onun anıları birbirine karışıyor, Darien. Gerçeğin hangisi olduğunu unutmaktan, silinmekten korkuyorum. Anlıyor musun beni?" Lütfen, lütfen anla. Dudaklarım titredi. "İnanmak zorunda değilsin." Ama inan ne olur.
Göğsünden gelen koku, sanki karın üstüne yağmur yağmış gibiydi. Zihnimi bulandırmaya hazır bir kış bahçesi gibi... İç çektiğimde gözlerim kapandı ve Darien, bana cevap vermedi ancak kollarını üzerimden çekip deli misin diye sormadı da.
Belki de içten içe çıldırmış olduğumu düşündü.
Gerçi fantastik bir dünyaydı burası. Belki de söylediklerimin gerçek olabileceğine dair şüphe düşmüştü içine, bilmiyorum.
Tek bildiğim, kitabı ne kadar okumuş olursam olayım Darien'in düşüncelerini tahmin etmeye yakın olamadığımdı. Yine de, ben onun hakkında sayfalarca şey okumuşken onun beni hiç tanımamasının haksızlık olduğunu düşünmüştüm. Bunun içindi biraz da itirafım.
Darien, karşısında duran kadını, Sima'yı tanımalıydı çünkü en çok onun hakkı vardı buna, görmezden gelemezdim.
"Kafam karışıyor ve korkuyorum." Dedim içimden geçenleri dile getirerek. İlk defa bu konuda yüksek sesli konuşuyor olmak, her ne kadar kıyameti yaşıyormuşum gibi hissettirse de üstümden tonlarca yükün kalktığını buz tutmuş göğsümün ortasında hissediyordum. "O kadın güzel şeyler yaşamamış Darien. Mutlu olmak istemiş ancak izin vermemişler." Kafamı göğsüne biraz daha bastırdım. "Üstelik yaşadıklarımız bir yönden o kadar benziyor ki bu beni dehşete düşürüyor." Söylediğim son cümle, Darien'in vücudundaki her kasın ölümüne gerilmesini sağladı.
"Benim ellerim... Ve onun da..." Diyerek ağlamaklı bir sesle duraksadığımda, Darien'in kalbi de delicesine atıyordu. Sebebini anlamadım ancak Tanrı şahidim ki o an Darien'in nefesinin kesilişine şahit olmuştum. Zaten sözlerime devam da edememiştim zira adeta gözlerim kararmış, midem tıpkı o andaki gibi bulanmıştı.
Sersemlemiş bir halde sustuğumda, Darien bu sefer devam etmeyeceğimi anladı ve "Meyza..." Dedi sonunda garip bir ses tonuyla.
Saçmalıyorsun.
Nişanı bozmak istiyorum.
Helefna'ya geri dönmelisin.
Delirmişsin sen, Meyza.
Kalamazsın yanımda.
Ancak Darienn bana bunlardan hiçbirini söylemedi. "Yalan söylemediğini biliyorum." Dedi uysal bir ses tonuyla, benim de sakin olmamı ister gibi. Sakinleş.
İçimde akan zaman da çevremdeki de ayrı ayrı dondu sanki. Yalan söylemediğimi... Biliyor muydu?
"Numara yapmıyorsun." Dedi derin bir tınıda. "Söylediklerine inanmak güç, ancak yalan değiller, biliyorum Sima." Diye devam etti.
Hem Meyza diyordu bana hem de Sima.
O an, titremeyi bırakamadım ama içimi buz tutturan o soğuk, dindi. Yıllar sonra ilk defa, birinin sözleri üşümeyi kesmemi sağladığından mı bilmiyorum dehşetle karışık şaşkın bir ifadeyle dudaklarımı birbirine bastırmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Darien, gerçeklik algımı kaybettiğimi fark etmiş gibi kollarımdan tutarak ona dönmemi sağladı. Göz göze geldiğimizde kaşlarının çatık olduğunu gördüm ancak her nasılsa buz mavisi gözlerimin içine baktığında, yüz ifadesi biraz yumuşadı.
Altın harelerinin içinde bir şeyler kırılır gibi oldu ve derince nefes almamı sağlayacak bir ifadeyle baktı bana. Ardından titremeye devam eden dudaklarıma bakarak dudağını kıvırdı hafifçe.
"Yine de başkalarına bu kadar delice şeyler söylememelisin Meyza. Anlarsın ya, herkes normal karşılamaz ve bazıları delirdiğine inanabilir."
Anlamadan birkaç saniye öylece yüzüne baktığımda, onun aksine benim kaşlarım çatıldı ve bir yumruk attım göğsüne doğru. "Sen yanımdayken kimse delirenin ben olduğuma inanmaz, merak etme." Dedim her ne kadar sesim ağlar gibi çıksa da hafifçe gülerek.
"Yerinde olsam o kadar emin olmazdım." Dedi o da beni şaşırtacak kadar uysal bir tonda.
Tanrım, anlattıklarına rağmen beni sakinleştirmeye, kafamı dağıtmaya mı çalışıyordu bu adam? Ona aşık olursam görürdü gününü.
Yapılacak en iyi şeyin konudan tamamen uzaklaşmak olduğunun bilincine vararak kendimi tamamen ondan ayırdım ve içimde oluşan anlamsız boşluğa karşılık kaşlarımı çatasım gelse de içten bir gülümsemeyle dudaklarımı kıvırarak Darien'in gözlerinin içine baktım.
"Eşlik edebilir miyim sana antrenman alanına kadar? Hava almak istiyorum." Dediğimde Darien gülümseyişime düz bir bakış atarak düşünmeden kafasını salladı. Her nedense sanki o da kaşlarını çatmamak için zor duruyordu ve sorumu duymadan onaylamış gibiydi.
Duruma anlam veremeyerek yavaşça iç çektim ve yataktan aşağı bacaklarımı sarkıtırken Darien'in bakışlarının hala üzerimde olduğunu hissediyordum. "Fazla küçüksün." Diye mırıldandı kendi kendine aniden.
Bu sefer gerçekten kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Pardon?"
"Kuzey insanları soğuktan dolayı fazla uzayamıyor herhalde." Dedi sesine karışan o oyunbaz tınıyla. Gözlerimi yataktan inmeden önce ona çevirdim. Ancak bu benim için kötü bir hamleydi.
Darien, yatakta hafifçe doğrulmuş, kafasını eline yaslamış ve biraz oyunbaz bir şekilde dudağını kıvırmıştı. Birbirine girmiş siyah saçları buğday tenine kezat oluştururken vücudunu sarmalayan siyah gömleğinin de birkaç düğmesi açıktı ve pürüzsüz tenini görmek biraz baş döndürücüydü.
Hele ki Darien, bu şekilde siyah saten çarşafların arasında uzanırken.
Bakışlarımı fark eden Darien, kaşlarını kaldırırken önüme döndüm ve "Bu saçma hipotezini neye borçlusun?" Dedim sinir olmuş bir tonda. Dudaklarını anlamlı bir şekilde kıvırırken bakışlarını üzerimde gezdirdi. Bana bakarak mı böyle bir karar vermişti yani?
"Benim boyumda sıkıntı yok." Dedim gözlerimi devirirken.
Hayır, gerçekten yoktu. Boyum bir yetmişe yakındı ancak Darien, tabiri caizse biraz dev gibiydi. Geniş omuzları ve kusursuz oranlı kaslı gövdesi her nasılsa onu kaba göstermek yerine çekici kılıyordu. Boyuysa, tahminen bir doksan falan olmalıydı. Kitapta spesifik bir boy tanımı yoktu ancak Aileen tıpkı benim gibi ona hep kafasını kaldırarak bakıyordu ve ben de omzunun çok az altında kalıyordum.
Yani, Darien'in katıldığı ulusal törende Aileen hariç herkesin gözlerini onun üstüne dikmesini pek ala anlayabiliyordum.
Darien biraz çok bakılasıydı.
Biraz çok ne Sima?
Bu adam sahiden gerçeklik algımla oynuyordu benim.
"Pekala, kar tilkisi, değilsin küçük filan." Dedi Darien de alayla mırıldanarak. Elbise dolabının önüne geldiğimde, hala yatakta oturuyor olması gözlerimin kısılmasını sağladı. Giyineceğimi tahmin edebiliyor olmalıydı.
"Darien?" Diye mırıldandım sorarcasına.
"Gözlerimi kapatacağım." Dedi o da sanki benimle uğraşmak ister gibi.
"Güvenmiyorum." Dedim direkt olarak ona bakarken.
"Bu konuda bana güvenmiyorsan aynı odada kalmamızı nasıl teklif edebiliyorsun?" Diye sordu Darien de alaycıl kıvılcımlar sarı harelerinde titreşirken.
"Kendime Darien, Kendime güvenmiyorum." Diyerek omuz silktim. Hep o mu benimle eğlenecekti? Yanaklarımın kızardığını hissetsem de önüme dönerek devam ettim. "Önünde kıyafetsiz dikilip hiçbir şey yapmadan durabilecek metanetim yok." Diye mırıldandığımda, Darien yataktan kalkmıştı. Acele etmeyen bir tavrı vardı.
"Blöflerin çok tatlı ancak inanılacak gibi değiller." Dedi Darien de arkama geçip aynadan gözlerimin içine bakarken. O saniye içerisinde vücudum kaskatı kesilmiş, bakışlarım bile donmuştu. Darien'in bir eli yavaşça kızarmış yanağıma değdi. "Yine de böyle şeyler söylemeden önce sana korkması gerekenin kim olduğu hakkında bir daha düşünmeni söylemiştim."
Tanrım, bir şeyler oluyordu.
Sihirli bir his, sadece yanaklarımın değil boynumun, hatta kulaklarımın da yanmasını sağlarken yavaşça arkamı dönüp kafamı kaldırarak gözlerinin içine baktım. Kalbim hızlanmıştı ancak bu sefer içime yayılan bir kış değil yangındı. Kıvılcımlar her yandaydı.
"Flört mü ediyorsun sen benimle?" Diye sordum direkt olarak, midem sanki çalkalanırken. Heyecanım sesimden belli oluyordu. Darien duraksayarak kaşlarını kaldırdı.
"Sana senin gibi cevap veriyorum."
"Yani flört ediyorsun?" Diye sorarcasına gözlerinin içine baktığımda dudaklarım elimde olmadan kıvrıldı ve Darien gözlerini devirdi yeniden. "Hayır, Sima. Patavatsızlığın çok gülünç ve cesur hallerini izleyip eğlenmemek elde değil sadece." Dedi kaşları da çatılırken.
"Ancak böyle devam edersen bana kur yaptığını düşüneceğim."
"Yanılacaksın." Dedi Darien aksi bir tonda. Yonolocokson.
"Hiç sanmam." Dedim kararlı bir ifadeyle ve ona doğru bir adım daha attım. "Bana karşı bir yumuşadın sanki sen."
"Düşmanca tavırlardan bıktığını söylemiştin." Dedi o da sorarcasına. "İstersen hemen eskiye dönebilirim?"
"Tanrım hayır." Dedim ben de iç çekerek ve beyaz kirpiklerimi kırpıştırdım. Ardından omuz silktim. "Yine de Darien..." Dedim sonrasında hafifçe kafamı eğerek. Uzun ve gür beyaz saçlarım yanıma doğru salındıklarında gülümseyişim büyüdü. "Teşekkür ederim." Diye bitirdim cümlemi alakasızca.
Bana inanmasan bile bunu etmediğin için.
Darien, ne için teşekkür ettiğimi anında anladı ve yana dökülmüş saçlarıma anlaşılmaz bir bakış attıktan sonra gözleri yeniden yüzüme sabitlendi.
"Yine de Sima..." Dedi o da derin ses tonu zihnimde alarmlar çalmasını sağlarken. Hafifçe kulağıma doğru eğildi. "Unutma, eğer bir gün sana gerçekten yaklaşmak istersem, bunu hangi amaçla yaptığım hakkında en ufak bir şüphe bile olmaz aklında."
Sonra ben sersemlemiş şekilde olduğum yerde dikilirken kapıya doğru ilerledi ve çıkmadan önce duraksadı. "Ve önemi yok, Sima." Diye ekledi az önceki teşekkürüme hitaben. Çıkmadan önce de yüzünde haylazca fakat anlamlı bir gülümseyiş belirmişti.
Adımı öyle bir tınıyla dile getiriyordu ki, bacaklarımın titrememesine hayret ediyordum. Gerçekten, çok güzel eğleniyordu benimle. Birkaç saniye boyunca ardından gittiği kapıya baktım.
İnkar etmesine hiç gerek yoktu. Bana karşı gardını indirdiğinin ve artık o kadar da soğuk olmadığının farkındaydım. Acıdığından mı bir şeyler değişmişti, sempati beslediğinden mi bilemesem de bir şeyler, kesinlikle farklıydı.
Teknik olarak cevap vermese de odasında kalmasını istediğimde evet demediği gibi reddetmemişti de. Bunun benim için onay niteliği taşıdığını tahmin edebiliyor olmalıydı.
Korkmuyor değildim, gerçekten.
Darien'in kitapta hiç yazılmamış yönlerini görmek; bir şekilde kalbimi yakıyormuş gibi hissediyordum, o kalbin içinde yaşayan soğukluğa rağmen. Bu, kitapta sevdiğim karakteri korumak istemekten öteye geçiyordu ve çizgiyi geçmek, ürperticiydi. Hem de hiç olmadığı kadar.
Geriye dönüp dönmeyeceğimi bilmediğim bir dünyada yapmam gereken şey hayatta kalmaya odaklanmak, şansım yaver giderse de sevdiğim karakterleri kurtarmaktı. Birine bağlanmamalıydım çünkü olur da birine bağlanırsam, geriye döndüğümde nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranacaktım? Nasıl bir daha alışacaktım o kaçmak istediğim dünyaya?
"Zaten sen hep yalnız kalacaksın."
Yani, belki bu zamana kadar öyle olmuştu. Çocukluğumdan sonrasında yalnızdım, elimde yalnızca gülümsediğim, kızdığım, eğlendiğim satırlarım vardı. Kapalı bir hayattı yaşadığım.
Ne uzağa gidip merak ettiğim şeyleri görebilmiş ne arkadaşlarımla bir kafede oturup dertsizce sohbet edebilmiştim. Kendim hakkında kurduğum hayallerim de fazla uzağa gitmemişti bu yüzden. Sadece özgürlüğü amaçlamıştım.
Yine de şimdi geriye çekilip bakınca elimde sadece yaşanmamış bir çocukluk, geç kalmak üzere olduğum bir gençlik vardı.
Yalnızdım veya değildim. Doğrular ve yanlışlar birbirine karışmaya başlamıştı ve ayrım yapmak her geçen saniye güçleşiyordu. Geleceği kitabı okuduğumdan birazcık ön görebiliyor olmam netçe önüme bakmamı sağlasa da kitabın içinde olup hiç yazılmayan şeyleri keşfetmek sis perdesini gözlerimin önüne indirmek gibiydi.
Aklım ayrı şeyler fısıldarken kalbim bambaşka bir melodi mırıldanmaya başlamıştı sanki ve şimdi düşünüyordum ki gerçekten her şeye bir kaç adım geriye gidip baktığımda, biraz olsun umut etmekte sakınca olmamalıydı. Görmezden gelmem gereken tonlarca kötü senaryo bulunsa ve ben bir şeyler için son umut edişimde ölmek için tanrıya yalvarmış olsam bile...
Kalbi korkunca donan bir kadının o kalbi yakmasını kabul edebilirdim, hele ki o kalbin yanması ilk defa üşümemesi anlamına gelecekse... Bu hisse tutunmaktan çekinmeyecektim.
En azından bir seferliğine.
Kendime bunu borçlu değil miydim, köşeye çekildiğim onca yıl için?
Amacım hikayeyi tamamen değiştirip yepyeni bir gerçeklik yaratmak değildi ancak şu aşamada attığım küçük adımlar bile bir sürü paragrafı değiştirdiyse ileri doğru gitmeye devam edecektim. Mutlu bir son için.
Biraz da umut için.
Chelsie, söylediğine göre Darien'in yönlendirmesiyle odaya girdiğinde, kızarmış gözlerime bakmış ancak belki de bu konuda konuşmak istemediğimi fark etmiş olacak ki sadece hüzünlü gözlerle yüzüme bakıp "Saçınızı bugün nasıl istersiniz?" Diye sormuştu.
Yüzümü yıkadıktan sonra odaya yeni gelen kıyafetlerden getirmiş, geri kalanını da odaya taşıyacağından ve bu kadar hızlı gelmesinin sebebinin batının en iyi yerinden sipariş edilmesi olduğunu söylemişti. Ayrıca kendi zevklerime göre sipariş ettiğim elbiseleri görünce şaşırdığını da itiraf etmişti çünkü elbiselerim ilk defa sadece beyaz veya mavi değildi.
Toz pembe bir elbiseyi üstüme geçirdiğimde gerçekten içimdeki tüm karmaşaya rağmen mutluluktan havalara uçacak gibiydim. Elbise uzun kollu ve belden oturtmalıydı. Eteği fazla kabarık değildi ve boynu kapalıydı ancak boyuna takılmış kurdelesi beni benden almıştı resmen.
Chelsie, alışılmadık renk seçimiyle çok şirin olduğumu söylemişti ve bu benim ruh halimi daha da parlak bir hale getirirken gülümsemişti bana bakarak. Dalgalı saçlarıma birkaç küçük örgü ekleyen Chelsie onları elbisemle aynı renk küçük kurdelelerle bağladığında, yerimde duramaz haldeydim ve adeta seke seke odadan çıkmıştım.
Darien'in kollarını birbirine dolayarak odanın dışında bekliyor olması beklenmedik olsa da bu duruma takılmadan karşısına geçerek etrafımda döndüm. Aynı anda elbisenin eteklerini iki yandan tutmuştum.
"Nasıl, nasıl?" Diyerek gülümseyerek ona baktığımda, Darien düz bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. Cevap vermemesi moralimi bozamadı ve bir tur daha etrafımda dönüp sonrasında ona yaklaştım. "Nasıl?"
"Yani, alışılmadık." Dedi Darien düz bir tonda. Bakışları saçlarımdaki kurdelelerde dolanmaya başlamıştı yan yana yürürken. İlgisiz bakışları elbisemde de gezindi.
"Daha spesifik ol." Dedim kızarcasına ve gayet olağan bir şey yapıyormuş gibi koluna girdim. Bunu yaparken sormamış olsam da Darien sadece gözlerimin içine kısa bir bakış atıp iç çekti ve önüne döndü.
Sarı harelerinde o rahatsız olduğundaki ifadesi yoktu. Siyah saçları alnına gelişigüzel dökülüyor kemikli yüz hattı yan profilden kusursuz gözüküyordu. Ne kadar güzel bir adam oluşuna bazen hayret ediyordum.
"Böyle giyinmeyi seviyorsan neden hep mavi ve beyaz giyindin?" Diye sordu bakışları hala önündeyken. Adımlarım yavaşladığında gözlerimi kırpıştırdım.
"Helefna'da varlığımla Kuzey'i temsil ettiğim için başka renklere elimi uzatmıyordum." Dedim mırıldanarak. Darien bana döndüğünde altın harelerinde alaycıl bir kıvılcım parladı. "Batı'da da Kuzey'i temsil etmiyor musun?"
"Yani, burada açığımı arayan soylu topluluğu yok sonuçta. Biraz rahat davranmam sorun mu?"
Duraksadı birkaç saniyeliğine ve "Değil." dedi sakin bir ses tonuyla. Ardından kaşları çatıldı, yüzüme değdi parlak sarı gözleri. "Güzel gözüküyorsun." Diye kısaca, mavi harelerimin içine bakarak.
Beklenmedik iltifatı, sadece ruh halimin değil içimdeki bazı hislerin bile parladığını hissetmeni sağlarken gülümsedim. Bu gülümsemenin her nasılsa gözlerime kadar tırmandığına emindim.
"Yakışmış yani?" Diye sordum sırıtarak. Ancak Darien sen iflah olmazsın der gibi bir bakış attı yalnızca.
"Terziden memnun olduğunu varsayıyorum." Diye sordu konudan bağımsızca.
"Yani... Evet." Dedim bunu neden söylediğini anlamazken ve aklıma gelen şey kaşlarımı çatarak ona bakmamı sağladı. Fakat ben dertlerimi dile getirmeden önce kalenin çıkışına geldik ve Darien arkamızdaki Chelsie'ye değişik bir bakış attı. Hemen sonrasında Chelsie elbisemle uyumlu olarak tasarlanmış kalın pembe bir pelerin getirmiş ve onu giymemi sağlamıştı. Böyle bir şey sipariş ettiğimi bile hatırlamıyordum. Hatta kaşla göz arasında Chelsie boynuma atkı da takmış, ellerime eldiven de geçirmişti.
Anlamazca yerimde dikildiğim sırada, bunun Darien'in işi olduğunu bilerek ona baktım dik dik. Doktor soğuğa duyarlı olduğumu söylediği için mi bunları sipariş etmişti? Ne ara yapmıştı ki bunu? İçimde tatlı, sıcak ve kalbimi hızla attıracak garip bir melodi yankılanmaya başladığında gülümsememi bu sefer bastırarak dudaklarımı birbirine yapıştırdım ve ona baktım.
Kendisinin üstündeyse sadece ince siyah gömleği vardı ve düğmeleri tam kapalı bile değildi. Ne söyleyeceğimi anlamış gibi bana baktı.
"Ben antrenmana geçeceğim." Dedi. Üşümeyeceğim demekti sanırım bu.
Yani, çok saçmaydı ama ne diyebilirdim ki? Hasta olacağı varsa çok önceden olurdu zaten. Demek ki gerçekten üşümüyordu. Kitap karakteri olmanın bir getirisi de dayanıklılık falan olmalıydı.
Buradaki adalet bir bana işlemiyordu sanırım.
Gözlerim kısılırken sesimi çıkartmadım ancak dışarı çıktığımızda, alev almış gözlerle ona bakıyordum. "Sipariş ettiğim her şeyin masrafını Batı Hanesi'ne yazdılar. Böyle konuşmamıştık."
"En başta kale için aldığın şeyleri sana öteceğimi düşündürten şey ne oldu?" Diye sordu Darien kaşlarını kaldırarak. Böyle anlaşmamış olmamız? Amacı beni sinirlendirmekse başarıyordu sahiden. Sinir olduğumu fark eden gözlerine oyunbaz parıltılar yayıldı fakat dudaklarını kıvırmadı.
"Sen bu nişanı Kuzey'in ekonomik durumundan yararlanmak için kabul etmemiş miydin?" Diye sordum yine de anlamazca. Darien omuz silkti.
"Kale için yapılan alışverişi karşılayamayacak durumda olsam toprağı canavarların eline bırakır, siktiri-" Duraksadı ve yandan bir bakış attı kaşları çatılırken. "Defolup giderdim, Isabel." Diye tamamladı cümlesini.
"Tamam hadi kale için alınanları geçiyorum, benim kıyafet alışverişimi neden sen karşılıyormuşsun?" Dedim gerçekten duruma bir açıklama bekleyerek. Darien, göz ucuyla yeni kıyafetlerime baktı sessizce.
"Nişanlımın kıyafet masraflarını karşılayamayacaksam-" Gözlerimi devirdim.
"Defolup' giderdin herhalde, değil mi Darien?" Darien, o alıştığım huysuz tavrıyla bana bakıp iç çekti ve onaylamazca kafasını salladı iki yana. Huysuz gözüküyordu ama eğlendiğini hissediyordum her nedense. Öfkeyle şişirdiğim yanaklarıma baktı. Sanki gülümsememek için zor tutuyordu kendini.
Anlamakta zorlanıyordum bu adamı. Hayır kıyafetler de ucuz falan değildi ki. Batı zaten gereğinden fazla bakım isteyen bir bölgeydi, çok gelir gerektiriyordu. İmparatorluk ailesinin yardım ettiğini de hiç sanmıyordum ve Darien'in halkın vergisini de öylesine harcadığını düşünmüyordum.
Anlamamıştım ancak daha fazla kafa da yormadım.
Yürümeye devam ederken, daha önce gezdiğim kalenin arka bahçesinin aslında gündüz gözüyle ne kadar canlı ve huzur verici olduğunu fark etmiştim. Batı, kurak topraklara sahipti evet ancak kale lanetli ormana çok yakın olduğundan kaleye bahçe yaptırabilmişlerdi. Uzaktan gördüğüm etrafı kapalı bahçeye ilgiyle baktığımı fark eden Darien kaşlarını kaldırdı. "Oraya mı gitmek istiyorsun?"
Gözlerimi kırpıştırarak ona döndüm. "Yok." Dedim kısık bir sesle. "Geç kalacaksın antrenmanına."
Kaşlarını kaldırdı. "Yani?"
"Ne demek yani? Geç kalman hoş mu?" Darien, yüzüme sanki ilk defa gördüğü bir canlıya bakar gibi baktığında "Geç kalınca azarlanacak bir adam mı duruyor karşında Sima?" Diye konuştu tavrıma anlam veremeyerek.
"Yani, ben senin için dedim. Bugün programın benim yüzümden yeterince aksadı diye..." Diye sesimin tonunu düşürerek ağzımın içinde geveledim. Darien, iş konusunda biraz fazla dikkatliydi ve sabahın o erken saatinden beridir onu alıkoyuyordum.
"Programı sikeyim." Diye mırıldandı ağzının içinde Darien de ve ne duyduğumu anlamayarak ona baktım. "Efendim?"
"Aksaması önemli değil, diyorum Meyza. Dert edeceğin bir şey yok. Kafanı saçma şeylere yorma." Bu konudaki net tavrı çok da sorgulamayarak kafamı sallamamı sağladı ve hemen ardından ona bakarak gülümsedim. Darien, bu gülüşüme de düz bir ifadeyle bakmış ve sonrasında bahçeye adımlamaya başlamıştık. İçeri girdiğimizde ise adeta aklım başımdan uçmuştu.
Hayatımda hiç bu kadar çiçeği bir arada görmemiştim.
Yani, Helefna sarayındaki kelebek bahçesi de büyüktü ama burada çiçekler o kadar güzel açmışlardı ve hiç görmediğim o kadar çeşit vardı ki, büyülenmiş gibi etrafa bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum.
"İlk defa çiçek görüyor gibi bir halin var." Diye konuştu Darien şaşkın bakışlarıma hitaben, kaşlarını çatarak. Ben de kaşlarımı çatarak sarı harelerinin içine baktım.
"Helefna'da bu kadar güzel çiçekler yoktu."
"Helefna'nın bahçeleri ünlü değil miydi?"
"Yoktu işte." Diye huysuzca mırıldanıp ilk defa gördüğüm birkaç çiçeğe doğru ilerlemeye başladım. Aslında, koşmuştum. Yerimde duramayarak o çiçekten bu çiçeğe atlarken hepsini koklamaya da çalışıyordum.
"Vahşi yaratıklar gibi oradan oraya koşturmaya devam edersen düşeceksin." Dedi Darien soğuk bir sesle, geriden beni izlerken.
Yani, uyarıyorsa da böyle mi uyarıyordu?
"Bir şey olmaz bana." Dedim değişik beyaz bir çiçeğe doğru eğildiğimde. Çiçek, koyu maviden başlayıp yavaşça beyaza doğru evriliyordu ve geniş yapraklarıyla gülü andırıyordu ancak canlılığını kaybetmiş gibiydi. Kaşlarım çatıldı, çünkü çiçek renkleriyle bir şekilde Meyza'yı andırıyordu resmen. Soluyor olması da cabasıydı. Üstelik diğer çeşitlerin aksine sadece bir tane vardı bu çiçekten.
"Siever Sviwen." Darien'in mırıldandığı şey, yüzümü buruşturmama sebep oldu. Neyceydi bu şimdi? "Gümüş kar çiçeği diye de geçiyor ama sadece lanetli ormanda yetişiyor. Kale de ormana bağlı olduğundan getirip yetiştirmeye çalıştılar ancak hem ormandaki soyu tükenmek üzere, hem de buraya adapte olamayan tek çiçek." Diye devam etti ve ben söylediği şeyle çiçeğe garip bakışlar atıp yeniden ona döndüm. Ama kalbim buna hazır mıydı?
Hayır kalbim Darien'e asla hazır olmayacaktı.
Çiçeklerin arasındaki Darien... Tanrı aşkına.
Çizgi romanların arasından fırlamış bir sahne gibiydi. Çiçekler zaten parlak ve güzeldi. Darien ise kalemle çizilmiş bir adam gibiydi. Yeniden gülümsedim ve bu, bu sefer benim kontrolüm dışında gerçekleşti. "Kışın nasıl bu kadar çok çiçek açabiliyor?" Diye sordum ilgiyle. Helefna'dakinin aksine bahçe soğuktu çünkü.
"Çoğu tohum Siever Sviwen gibi ormandan getirildi." Dedi Darien de düz bir ifadeyle. Anlamazca yüzüne baktım.
"Lanetli orman değil mi bu? Mistik yaratıkların var olduğu falan... Nasıl bu kadar güzel şeyler yetişebiliyor? Uyumsuz biraz." Darien'in söylediğim sözlerle beraber altın harelerinde bir kıvılcım titreşti.
"Canavarların olmadığı zamanlar..." Dedi ve yutkundu. Kaşları da hafifçe çatılmıştı. "İnsanı büyüleyebilecek tarzda bir orman."
Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırırken içime yerleşen meraka engel olamadım. Darien de gözlerime yerleşen bu merakı sessizce izledi. Yani, sonuçta Darien'in büyüleyici diye nitelendirdiği bir yerden bahsediyorduk.
Yargılamak istemezdim ama lanetli orman deyince insanın aklında güzel şeyler canlanmıyordu. Ayrıca ormanın sınırına son yaklaştığımda vikalis dedikleri bir kurtla yüz yüze gelmiştim. Beni parçalamak isteyen bir kurt. Yani, Darien'in karanlıktan ve sisten geçilmeyen bir yeri güzel bulma ihtimali de yok değildi.
"Canavarları pek de büyüleyici değil." Dedim homurdanır bir tonda.
Darien hafifçe dudaklarını kıvırdı. "Hepsi gördüğün vikalise benzemiyor. Ormanın bir tarafında zararsız yaratıklar var. Uzak durduğumuz sürece ormandan çıkmıyorlar da saldırmıyorlar da."
İşte bu yeni bir bilgiydi. Yani, en azından kitapta böyle bir şeyden bahsedilmemişti.
Zararsız yaratık. Daha neler duyacaktım?
Sonrasında, biraz daha çiçeklerin arasında dolanmaya devam ettim. Çoğunlukla gelip giderken bakışlarım beyaz çiçeğe takılsa ve Darien beni biraz geriden izlemiş olsa da içimi kıpır kıpır yapan his kaybolmadı.
Değişik sarı renkte bir sarmaşık gördüğümde, Darien'i ona bakması için yanıma getirmek istemiş, ona doğru koşmaya başlamıştım ancak hala alışamadığım topuklunun yumuşak toprakta takılmama sebep olmasına engel olamamıştım.
Düşmeye hazırlanmak amacıyla gözlerimi kapattığımda, aklımdan geçen şey elbiseme yazık olacağıydı ancak düşmedim.
Darien, öteden nasıl fırladıysa, tutmuştu beni.
Yere düşmemenin sevinciyle ona baktığımda "Ay çok sağol!" Diye şakıdım resmen. "Elbise mahvolsaydı çok üzülürdüm." Diye devam ettiğimde, Darien sağlam duracağımdan emin olmak ister gözlerini dikkatle üzerimde gezdirip ellerini belimden çekti. Yani, çekmese de güzel olurdu.
"Elbise için neden üzülesin?" Diye sordu soğuk bir sesle. "İstersen aynısından yüz tane yaptırabilirsin." Bir süre cevap vermeden öylece yüzüne baktığımda Darien gerçekten söylediğime bir anlam yükleyememiş gibiydi.
"Olsun." Diye homurdandım omuz silkerek. "Ben üstümdekini sevdim."
Darien dik dik yüzüme baktıktan sonra "Ne garipsin." Dedi kendi kendine ve kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Ve sana koşturmamanı söylemiştim, Sima. Azıcık olsun söz dinle."
"Çiçekler heyecanlandırdı beni." Diye bir açıklama yaptım başımdan savarcasına.
"Çiçekler mi heyecanlandırdı seni?" Diyip bir süre daha gözlerime bakmasının ardından iç çekti. "Artık anlamaya uğraşmayacağım seni. Gerçekten" Duraksadı ve boş boş durduktan sonra "Çiçekler heyecanlandırmış." Diye mırıldandı ağzının içinde. Neredeyse kaşlarını çatacaktı.
"Burası kaledeki tek bahçe, değil mi?" Diye sordum girdiğimiz yerden çıkarken.
"İki bahçe daha var ancak onlar ormana daha yakınlar." Diye düz bir tonda açıklama yaptı. Adımlarını benim için yavaşlatmış olması dikkatimden kaçmazken yeniden koluna girdim. Bakışlarını önünden çevirip bana baktığında yeniden bu yaptığıma sesini çıkartmadı.
"Bana diyorsun ancak nereden geliyor bu çiçek aşkı?" Diye sorduğumda gerimizde kalan bahçeye omzunun üstünden bir bakış attı.
"Anfia bir ara çiçek kokularından hoşlandığından bahsetmişti." Diye mırıldandı dalgınca ve gerçekten o an ağzım şaşkınlıktan aralandı. Ardından dalgın bakışları beni buldu. Kaşları çatıldı hafifçe çünkü o an gözlerimdeki bakış muhtemelen hep gördüğünden farklıydı. Bunu kendimi görmeden bile söyleyebilirdim.
Anfia çiçek kokuları güzel demişti ve Darien de kaleye üç tane bahçe mi yaptırmıştı?
Adımlarım tamamen yavaşlarken, kalbim farklı bir tınıda atmaya başladı ve göğsümün üstüne çöken duygusallık belki de yalnız olsam beni ağlatırdı. Darien, her ne kadar öylesine bir şeyden bahsetmiş gibi konuşsa da dudaklarım da kıvrıldı ve gözlerinin içine baktım dikkatle. Bakışlarımdaki yoğunluk, onun kaslarının gerilmesini sağlarken "Anfia çok şanslı Darien." Dedim kısık bir ses tonuyla.
Darien, gözlerimin içine dikkatle baktı. Gerçekten dikkatle ve herhangi bir şey söylemedi de. Sadece yüzüme doğru eğildi ve tamamen yüz yüze gelip ben yerimde donakalırken saçlarımı bu sefer kendisi kulağımın arkasına sıkıştırdı. Eli, çok kısa bir süreliğine saçlarımda oyalandı. Yüzünde de her zamanki gibi bir ifade yoktu. Ardından geri çekildi öylece.
Ne olduğunu anlamasam da Darien, sonra bir şey yapmamış gibi önüne döndü ve yürümeye devam etti.
Bunun hakkında ona sataşmanın bu seferlik yersiz olacağının farkında olduğumdan sadece gülümsemeye devam ettim ve daha da duygusallaşmamak adına iç çektim.
"Ön bahçeye de bir şeyler koyabilirmişsin yine de." Dedim sonunda alay ederek. "Bomboş orası, kenara iki ağaç çalı koyacağına daha fazla süslenebilirmiş. Geniş bir yer sonuçta."
"Helefna'da sarayın girişi nasıldı?" Diye sordu Darien gerçekten ilgisiz bir ses tonuyla. Çiçeklerden ve bahçelerden konuşmaktan bıktıysa eğer, hakkı vardı.
"Girişe yakın kocaman bir çeşme vardı." Dedim her ne kadar sadece bir kez görsem de ne kadar etkilendiğimi unutmayarak. "Çok güzel bir heykel vardı çeşmenin ortasında. Ellerinden su akan bir kadındı. Etrafta da bazı çiçekler yok değildi tabi. İlk baharda nasıl gözüktüğünü düşünsene." Dedim gözümün önünden saray geçerken.
Darien, söylediklerime tepkisiz kalsa da yüzüme bakmayı ihmal etmedi. Antrenman alanına girmiştik bile. Zaten soruyu da öylesine sormuştu tahminen, şaşırmamıştım. En azından iyi bir dinleyiciydi.
Geldiğimiz yerde Darien'in arkasında duran alana baktığımda, karşılaşmayı beklediğim son şey üstü çıplak adamların kılıç savuruyor oluşuydu. Beynimdeki düşünceler birer birer silinirken Darien değişen bakışlarımı fark ederek omzunun üstünden baktığım yere bakıp gördüğü şeyle kaşlarını hızla çatarak bana döndü.
"Kaleye geri dönebilirsin Sima. Burada bekle, bir şövalye ayarlayacağım dönmen için."
"İzlemek istiyorum seni biraz." Dedim söylediğine karşı çıkarak.
"Saçmalık." Dedi Darien de ancak ilerden askerlerin sesi gelmeye başlamıştı.
"Lord nişanlısını mı getirmiş?"
"Leydi Meyza bizi mi ziyarete gelmiş?"
"Beraber geldiler."
"İyi anlaşıyor gibiler."
"Kuzey'in meşhur varisi mi gelen?"
Şövalyelerin yavaş yavaş kılıç savurmayı bıraktığını fark ettiğimde gülümseyerek el salladım onlara. Bununla beraber, var olan mırıltı sesleri de kesildi ve Darien yaptığım şeye gözlerini devirdi.
"Kaleye dönüyorsun Meyza." Dedi sert bir tonda.
"Hayır seni izleyeceğim." Diyerek omuz silktim ben de.
Yeniden "Saçmalıyorsun." dediğinde, şövalyeleri dinlemeye devam ettim.
"Tanrı aşkına, gökten düşmüş gibi durmuyor mu?"
"El salladı."
"Leydi askerlere önem veriyor olmalı."
"Lordu'muz kutsanmış resmen."
Yüzümde hınzır bir gülümseme belirdiğinde, Darien arkasını döndü ve askerlerine benim göremediğim bir bakış attı. O andan sonra, antrenman alanına ölüm sessizliği çökmüş, birkaç saniye geçmeden yeniden kılıçların çarpışma sesi gelmeye başlamıştı.
"Sadece bir seferliğine, on dakika uzakta durup izleyebilirsin Sima." Dedi Darien bana dönerken. "O da merakını gidermen için. Sonrasında bir daha buraya adım atmanı istemiyorum."
"Pekala." Dedim ben de usulca kafamı sallayarak. Çok beklerdi.
Darien, yüzüme baktığında her ne kadar şüpheyle gözlerini kıssa da beni oturabileceğim bir yere bıraktı ve sahanın içine girdi. Açıkçası insanlar, buradan çok iyi gözükmüyordu çünkü sahaya en uzak yere oturmuş sayılırdım. Bilerek yapmıştı kesin. Somurtarak durduğum sırada Darien askerlerinin arasında yürümeye başladı ve Callisto, ona selam verdikten sonra terli bir şekilde sahadan çıktı.
Gözleri beni bulduğunda kaşlarını kaldırdı ve yeşil harelerinde dolanan eğlenen bir ifadeyle yanıma adımladı.
"Meyza." Dedi neredeyse alay edercesine. İşte o gülüş. "Darien'i izlemek için mi geldin sabahın köründe?"
Yüzüne bakmadan dudaklarımı büktüm. "Gözüm gönlüm açılsın diye."
"Gözün gönlün mü açılsın diye?" Sordu anlamayarak ancak baktığım yere döndüğünde, üstünde hiçbir şey olmadan antrenman yapan askerleri gördü ve şaşkınlıkla yine bana çevirdi bakışlarını. Gülümseyerek ona baktığımda, kahkaha atmış ve kafasını sallamıştı.
"Fazla açık sözlü olduğunu düşünmüyor musun?" Diye sordu yeşil gözlerini kısarak. Yine de suratında bundan eğlenen bir ifade vardı.
Yüzümdeki gülümseyiş kaybolmadı. "Bilmem..." Diyerek duraksadım. "Peki sen bana karşı fazla tetikte olduğunu düşünmüyor musun?"
O an, belki benim değil ancak Callisto'nun gözlerindeki parıltılar kayboldu. Hala gülümserken kaşlarını kaldırdı ve birkaç saniye boyunca o tekinsiz gülümsemesiyle bana baktı. "Bir şey ortaya atıyorsan konu hakkında daha açıklayıcı olman gerekmez mi?"
"Neyden bahsettiğimi anlamayacak bir adam olduğunu düşünmüyorum." Dedim bakışlarımı antrenman alanına çevirerek.
"Beklenildiği gibi..." Dedi Callisto iç çekerek. "Hiç de hafife alınacak bir kadın değilsin, değil mi Meyza?" Diye sordu Callisto o her zamanki yumuşak tondan daha soğuk fakat alaycıl bir tınıda.
Gözlerimi kırpıştırarak ona döndüğümde gülümsedim ve kafamı eğdim. "Yani, kimseyi hafife almamak gerek Callisto." Dedim yeniden dudağımı bükerken. İç çektim. "İnsan gerçekten, kimin ne düşündüğünü asla bilemiyor, tanışana değil yolları bir olana dek."
"Bunu bilmen çok hoş." Dediğinde ben, yeniden Darien'e dönmüştüm. Bir askerinin omzuna elini koymuş, kendi elindeki kılıcı göstererek bir şeyler söylüyordu.
Callisto'nun bana karşı düşmanca bir tavır almak üzere olduğunun farkında olarak sesimi alçalttım. "Yani, biliyorum ve seni suçlamıyorum bana karşı takındığın tavır için."
"Sana karşı kötü bir davranışım olduğunu iddia etmeyeceksin herhalde?" Dedi Callisto elini kahve tondaki saçlarının arasından geçirirken. İnanamazca çıkan sesine kıvırdığı dudakları eşlik ediyordu ancak gözlerindeki o parıltılar gittiğinden beridir, aramıza giren soğukluğu ölçmenin imkanı yoktu.
"Elbette bunu iddia etmeyeceğim ancak sen de bana karşı içten davrandığını söylemeyeceksin herhalde?" Callisto bana yandan bir bakış attı.
"Her şeyin farkında olup şimdiye kadar sustuysan şimdi neden konuyu şimdi gündeme getiriyorsun?"
Gülümsemeye devam ettim. "Açık değil mi?" Diye sordum soğuk bir ses tonuyla aynı onun gibi. "Rahatsız oluyorum bu tavrından."
Callisto yüzünü buruşturdu. "Kaleye öylece giren birine kollarımızı açıp kabul edelim yani?"
"Hayır ama en azından iki yüzlü gibi davranmana gerek yok. İçinden geldiği gibi davran."
"İçimden geldiği gibi davransam Batı'ya adım atabileceğini mi sanıyorsun?"
Düşünürmüş gibi yapıp duraksadıktan sonra cevabı bulmuş gibi kaşlarını kaldırdım. "Evet?"
"Yanılıyorsun."
"O halde istediğini yap. Seni alıkoyan ne?" Dedim meydan okurcasına. Callisto artık gülümsemiyordu. Öylece yüzüme baktı. "Amacını bilmek ilk önceliğim."
"Bir amacım olmadığı ortaya çıkınca ne yapacaksın peki?" Callisto, bu sefer alay edercesine değil küçümsediğini belli edecek şekilde güldüğünde, sinirlenmekten gerçekten çok uzaktaydım.
Callisto, benimle tanıştığı andan beridir numara yapıyordu ve ben de belki başta değil ancak bir noktada fark etmiştim durumu. Yaralandığımda, soğuk gözlerini üstüme çevirip yaralanmış koluma yüzünde bir mimik bile oynamadan baktığında.
Onu daha dikkatli izleyince de anlamıştım ki bana gösterdiği kişiliğinin gerçek olan tek kısmı arkadaşlarına verdiği değerdi. Benimse onun ikili tavrını görmezden gelerek kendimi kabullendiremeyeceğim çok barizdi.
Anfia'nın karşısında durmanın, onun meydan okumasına karşılık vermenin ne kadar işe yaramadığını da görmüştüm.
"Bu numaralarla geldiğin ülkenin prensini kandırabilirsin ama Meyza, saf kız ayakların Batı'da sökmüyor." Söylediğine karşılık duraksayarak, yavaşça Callisto'ya baktım.
Burada düşmanca bir amaçla durduğuma inandığı anda çıplak elleriyle beni öldürebileceğini sadece gözlerine bakarak söyleyebilirdim. Yeşil harelerindeki tehtitkarlığı, yaydığı korkunç aurayı hissetmemek imkansızdı. Darien'in ona karşı çıkması bile belki umrunda olmazdı, söz konusu arkadaşlarının güvenliğiyse. Güçlükle yutkundum.
"Saf kız ayakları diyorsun..." Dedim düşünceli bir ses tonuyla. Gözleri kısıldı.
"Her şeyin ne derecede farkında olup görmezden gelişine bakılırsa inkar etmeyeceksin herhalde." Dedi gülerek.
"Etrafımdaki insanların gerçek amaçlarını biraz hızlı fark ettiğim doğru." Dedim soğuk bir sesle kafamı dik tutarken, Callisto, tavırlarımın ne kadar arkasında olduğumu görsün istemiştim. "Çünkü bu zamana dek bu şekilde ayakta kaldım ve birinin gerçek kişiliğini ön göremediğimde bu benim kandırılmam demek değil öldürülmem demekti. Helefna tam olarak öyle bir yerdi, Callisto." Diyerek duraksadım. Yeşil harelerine sinen kısa süreli şaşkınlığı gördüğümde devam ettim. "Burada işler nasıl yürüyor bilmiyorum ama orada bir soyluya güvenip tek bir sırrını bile söylersen o sır işin sonunda senin boğazında sarılacak urgana dönüşebiliyordu. İnsan o şekilde büyüyünce istemese de temkinli olmayı öğreniyor." Dedim ve kaşlarını çattığını görebilsem de bakışlarımı ondan aldım.
Beklemiyordu bunların hiçbirini duymayı ama duyması gerekenler bunlardı. Sonuçta, Meyza tek sırrını söylemiş ve o sır onun işkencesine dönüşmüştü. Yalan değildi.
İç çekerek yeniden ona döndüm. "Yine de bu, burada rol yaptığım anlamına gelmiyor, Callisto. Hatta ilk defa durum tam tersi, anlıyor musun?" Dediğimde, öfkesi durulsa da gözlerindeki şüphe tabi ki silinmemişti.
"Farz edelim ki öyle..." Dedi Callisto. Kaşlarını kaldırdı. "Burada daha rahatsın, rol yapmıyorsun, kendin oluyorsun." Gülümsedi. "Anlattığın tüm hikayenin doğru olduğunu, şimdiye dek tek bir yalan bile söylemediğini mi iddia ediyorsun?"
Tek bir yalan bile.
"Daha fazla şüphelenmeyin diye bazı kısımları uydurduğumu inkar etmeyeceğim." Dedim rahatça. Kartları açık oynamak istiyorsa ona uyacaktım.
Callisto beklediği şeyi duymuş gibi gözlerimin içine baktı.
"Hangi kısım yalandı bir gözden geçirelim. Darien'e ilk görüşte aşık olduğun için buraya geldiğin mi ülkendeki prensle nişanı bir görev için değil de aşkın için bitirdiğin kısım mı?" Dik dik yüzüne baktığımda, o gülümsemesi bir anlığına kırılır gibi oldu.
"Çok kitap okuyorsun." Dedim sonunda gözlerimi devirerek. Bir görev uğruna nişanı bitirip buraya gelmek ne saçmalıktı? Çok kitap okuyan bendim ama benim bile böyle fantazilerim yoktu.
"Ve sen de daha az önce yalan söylediğini itiraf etmişken çok güzel masum taklidi yapıyorsun." Dedi Callisto geri adım atmayarak.
"Yani, Darien'e ilk görüşte aşık olduğum kısım belki o zaman dilimi için hoşlantı ve hayranlık olarak değiştirilebilir. Prens'le nişanı sevgisizlik yüzünden bozduğum kısımsa yalan değil."
Callisto yüzüme boş bir bakış attı. "Meyza, senin hakkında hiçbir fikrimizin olmadığını mı sanıyorsun?" Diye sordu soğuk bir sesle. "Prens'le nişanlanana kadar da sonrasında da sadece onun yanında durduğunu, hatta katıldığın törenlerde bile sadece onunla konuştuğunu biliyoruz. Ayrıca geçmişindeki agresif tavırlarından da haberimiz var, Meyza. Hizmetçilerine nasıl davrandığın, Helefna'da her gün nasıl sinir krizleri geçirdiğin... Kimi kandırıyorsun sen?"
"Bu kadar şey bulduysanız sözde gerçek amacımı niye bulamadınız?" Diye sordum ben de tıpkı onun gibi bakışlarım buz tutarken.
"Ulaşamadığımız noktalar var." Diyerek gözlerini devirdi, bu çok bariz değil mi der gibi. "Ve o noktaları da bize sen söyleyeceksin."
"Söyleyeyim." Dedim gülümseyerek. Kendisi istemişti bunu. "Nereden başlamamı istersin?"
Callisto gözlerini kıstı o şüpheli ifadesiyle. "En baştan."
"Pekala." Diyerek omuz silktim. Güldüm. "Beni bölme." Sonrasında iç çektim, çünkü tek bir yalan bile söylemeyecektim. Meyza'nın geçmişini öne sürüyorsa, Meyza'nın geçmişini duyacaktı.
"Annemin çok önceden öldüğünü biliyorsun herhalde. Ve babam da Penelophe ile evlendi. Sonrasında babam da öldü ve Penelophe de başka bir adamla evlendi. Artık bir üvey annem bir de üvey babam vardı." Dediğimde, Callisto neden buradan başladığımı anlamamıştı ve açıkça bir soru işaretiyle yüzüme bakıyordu. "Pekala, o araştırmanızda bundan sonrası hakkında ne öğrendiniz?"
"Üvey annen ve babanın seni ne kadar sevildiği tüm kuzeyde konuşulsa da Penelophe ve kocası Kuzey'i yönetemediği için amcan darbe yapıp yönetimi devralıyor ve üvey ailenin de ölmüş olması sana travma yaratabileceğinden seni varisi ilan edip başkente gönderiyor." Diye direkt olarak, ezberden cevap verdi.
"Yani, güzel hikaye değil mi?" Dedim ilgiyle. Callisto bu tavrımdan hiçbir şey anlamazken iç çektim.
"Gerçeğiyse şöyle; Penelophe benden nefret ediyordu ve kocası ise beni taciz ediyordu. Amcam gerçekleri öğrendiğinde her şey için çok geç olsa da ve yeğeni Kuzey'deki kimseyi kendine yaklaştırmadığı için kızı başkente yollamak dışında aklına hiçbir şey gelmedi."
O an, Callisto'nun ağzı şaşkınlıkla açılıp kapandı ikimizin arasındaki zaman sanki buz tutmak yerine paramparça olurken belirgin bir şekilde yüzünün rengi attı. Vücudu kasılıp kaldığında, söylediklerimin gerçek olabilme ihtimali yeşil harelerine dehşeti kondurmuştu ancak ben tam olarak o harelerin içine bakıp konuşmaya devam ettim. "Sonrasında, kız başkentte üvey babasıyla ne kadar yakın olduklarını konuştuklarını duydu. Hakkında söylenen korkunç şeyleri de öğrendi ve inanır mısın sadece yedi yaşındaydı. Bu sırada da yanında hep tek bir kişi vardı. Tahmin edersin ki o da aynı sarayda yaşayan veliaht prensti. Belki karşılıklı bir aşk olsa hikaye bir şekilde tatlıya bağlanabilirdi ama öyle de olmadı. Yani çocuk kıza geçmişini unutturmaya çalışır beraber yaralarını sararlardı falan. Ama Prens kızı hep arkadaşı olarak gördü ve kızın hakkındaki söylentilerse geçmişin hayaleti gibi hep onu takip etti. Kadın nişanlanırlarsa iş bir şekilde değişir sandı, eh öyle de olmadı ve bir kez daha yanıldı." Beyaz saçlarımı omzumdan geriye attım. "Bir de diğer soylulara kötü davranma meselesi var değil mi? Açıkçası, kendisi hakkında arkasından farklı şeyler söyleyip yüzüne gülümseyecek insanları hiçbir zaman etrafında istemedi. Kaldı ki tüm o korkunç söylemlerin ardındakiler de aynı kişilerdi."
Callisto'nun donmuş gözlerine baktığımda artık ikimiz de gülümsemiyorduk ancak onun aksine ben oldukça sakin gözüküyordum. Sadece gözüküyordum. İçimde bir kıyamet esip gürlüyordu. "Kadın ilk defa her şeyi ardında bitirip yürümeye lanetli dedikleri bir prensi gördüğünde karar verdi. Helefna'da sevilmediğini herkesten iyi biliyordu... Bundan sonrasını zaten biliyorsun, değil mi? Ancak buraya geliyorum ve seni görünce diyorum ki Callisto, burası da oradan çok farklı değilmiş. İnsanlar burada da yüzüne gülümseyip ardından seni yollama planları yapabiliyormuş. Gerçekten zararının dokunup dokunmayacağı, veya düşündüklerinin burada da hiçbir önemi yokmuş. Kötü biliniyorsan öylesindir ve ikinci bir şansın yoktur, değil mi?"
Callisto, yumruklarını sıktığında ne tür duygular içerisinde olduğunu bilmiyordum. Kaşları çatıktı ve yeşil hareleriyse kararmıştı. Söylediklerimin gerçek olup olmadığını tartıyordu belki kafasında ve bir gerçek vardı ki eğer doğru olduğunu öğrenirse o önüme çıkmak için yaptığı maske paramparça olmakla kalmayacak, her tarafını da kanatacaktı.
En çok da yüreğini. Çünkü vicdan orada yaşardı. Tehlikenin elbette ki farkındaydı.
"Yine de, işler beklendiği gibi gitmezse geri döneceğimi Anfia'nın aksine sen zaten çoktan biliyor olmalısın. Tek ricam bu süre boyunca düşmanca hislerini saklamaya devam edeceksen bunu düzgün yapman." Ayağa kalktığımda gülümsedim. "Eh sana güvenmiyorum ama bunlar aramızda tamam mı?" Diyerek göz kırptım.
Arkamı döndüğümde, Callisto hala oturmaya devam ediyordu ve ne bir şey söyledi, ne de yerinden kalktı.
İçimde ne tür bir felaket çıktığını ve her şeyin çoktan yerle bir olduğunu arkamı döndükten sonra çok daha iyi anlamıştım çünkü tüm hücrelerimde hissettiğim ürperti elbisemin kapattığı bacaklarımı bile titretiyordu. Nefes alış verişlerim düzensizleşmiş, gözlerim dolmamak için direniyorlardı. Yüzümdeki gülümseyiş anında kayboldu ve sadece nefes almaya çalıştım.
Callisto, Darien'in uzun süre Batı'ya dönmemesini şüpheli bulmuş ve Helefna'ya onu kendi gözleriyle görmeye gelmiş arkadaşıydı. Helefna'da ise beklediği potansiyel tehlikenin aksine görmeyi asla tahmin edemeyeceği şeydi Darien'in aşık oluşu. Başta, düşmanca bir tavırla yaklaşıp temkinle karşısına çıktığı Aileen'i tanımak, tüm kılıçlarını indirmesini ve bu sefer gerçekten Darien adına mutlu olup kadına gülümsemesini sağlamıştı.
Bunlar belki de Callisto hakkında yazılan nadir paragraflardan biriydi. Ne özel gücünden, ne yeteneğinden bahsedilmişti onun, geçmişinin ise lafı bile geçmemişti. Sadece, Darien'in ona güvendiğini anlamıştık kitabı okurken ama bu güvenin nasıl geliştiği bile soru işaretiydi.
Bunun için, başta Callisto'yu kendim gözlemlemek istemiştim ama bir şeyler yine kitaptan farklıydı.
Aileen'i tanımak, tüm kılıçlarını indirmesini ve bu sefer gerçekten Darien adına mutlu olup kadına gülümsemesini sağlamıştı.
Her şeyden önce Callisto bahsi geçenden çok daha temkinli, ve hatrı sayılır derecede de kurnaz biriydi. Kişiliğini anlayamamak bir yana kitapta Aileen hakkında uzun araştırmalar yapmadan, onu karşı imparatorluğun azizesi olmasına rağmen nasıl kabullenmişti anlayamıyordum.
Aileen iyi olduğuna inandıracak acayip derecede saf bir insan mıydı ki bana karşı günlerdir rol yapan Callisto onunla tanışır tanışmaz Darien'in aşkını destekliyordu?
Bununla birlikte, Callisto'nun bana karşı içten davranmadığının farkına varabilme sebebim söylediklerimin aksine Helefna'daki soylu zırvalığından ötürü kazandığım bir yetenek değildi tabii ki.
Gerçek dünyada da Meyza gibi yolumun hep bana zarar verecek insanlarla bir düşmesi, bir noktadan sonra uzaktan insanları izlediğim gözlerimin bazı şeyleri ayırt edebilmemi sağlamasındandı.
Callisto'ya Meyza'nın geçmişini anlatmıştım, çünkü onlar beni Meyza'nın hareketleri ve Meyza'nın sözleriyle yargılıyordu. Benim ona söylediklerimin önemi yoksa öğrenmesi gereken şey Meyza hakkındaki gerçeklerdi.
Belki bu şekilde hikayeye bütün olarak bakmayı öğrenir de artık önüme buna göre argümanlar çıkartırdı.
Bunun haricinde Callisto, anlattıklarımı Darien'e muhtemelen anlatacaktı ve anlattıklarım önüme nasıl çıkacaktı bilmiyordum ancak Darien, benim ona söylediklerim sayesinde durumu farklı ele alır diye düşünüyordum. Ya da öyle umuyordum.
Her şekilde, işler biraz karışacaktı.
Meyza'nın geçmişini bu şekilde ortaya çıkartmış olduğum gerçeğinden nefret ediyordum lakin şimdi Callisto söylediklerimi araştıracak ve istese de istemese de beni farklı şekilde değerlendirecekti. Bana faydası olacağı kesindi ancak dediğim gibi, tamamen bencilce bir hareket değildi işte.
Kızıyordum insanların Meyza'yı yargılama şekillerine, bilmeden onun hakkında konuşmalarına ve yirmi sene yaşayıp sevildiğini hiç hissetmeden ölmesine.
Benim annem, bana rüyalarımda bile hala aradığım sıcak duygularla dolu bir çocukluk vermişti yedi yaşıma kadar.
İkimizin de hayatı yediden sonra batmıştı sonra belki ancak Meyza, annesinin sevgisini de alamamış, sevilmek ne demek öğrenememişti. Babasıyla ilgili gördüğüm anılardan da anlamıştım ki Dük İvan kızına verdiği değeri onu kızı olduğu için değil de varis olduğu içinmiş gibi yansıtmıştı. Zaten daha da fazla bir şey görmemiştim. Sadece, babasından kızına soylarının ne kadar değerli olduğuna dair birkaç nasihat.
Çünkü Kuzey kanı sözde çok özeldi.
Kalbini atarken donduran, korkunca seni boğan kan.
Bu kız sevilmeyi öğrenmeden aşık olmuştu tüm yaşadıklarından sonra. Belki de sıyrılıp geldiği o soğuk ve korkunç hayattan sonra, Elijah sırf ona içtenlikle gülümseyen ilk kişi oldu diye. Gördüğü ilk iyilik tanesine ellerini uzatmış ve tutunmak istemişti çaresizce.
Bazı yolların geri dönüşü yoktu. Bu yüzden Meyza'nın hikayesini aşamıyordum ben.
Callisto bir yana, Anfia'nın bakış açısı ise değişmediyse de yumuşamıştı ben önüne atladıktan sonra. Belki bu amaçla geçmemiştim önüne ama aklımdan bunun hiç geçmediğini söylesem yalan olurdu.
Burada durup bana biraz farklı bakmalarını sağlamak için birkaç numara çevirmem gerekecekse, geri durmayacaktım. Durmayacaktım çünkü değiştiğini hissetmiştim bir şeylerin ve umut bir kere kalbe sızarsa ya o kalbi çürütür ya da yeniden yaşatırdı.
Ben yaşamak istiyordum burada.
Bu sefer sadece kendim için değildi sanırım bu isteğim, biraz da Meyza'nın huzuru bulması içindi.
Sahanın yakınına doğru birkaç adım daha adım attığımda, Callisto'nun bakışları hala üzerimdeydi ve belki de zorlukla yürüdüğümü fark etmişti. Ya da belki orada oturuyorken bile söylediklerime hiç inanmamıştı. Bilmiyordum.
O an, bütün gerçeklik algımı yıkıp geçen şey, Darien'in ellerinden çıkan şimşek benzeri kıvılcımlarla karşısındaki antrenman aracını havada takla atarak küle çevirdiğini görmem oldu.
Bu, onu ilk kez güç kullanırken görüşümdü. Yerimde donup kalmakla kalmadım, içime çektiğim nefes bile kesildi.
Sarı hareleri kanında şimşekler çakıyormuş ve gökyüzünün oğluymuş gibi parlıyor, elinden çıkan elektrik akımı tenini aydınlatırken etrafa herkesi donduran korkunç bir aura yayıyordu. Kılıç seslerindense duyabildiğim şey kıvılcımların sesi oldu. Ellerinden ve vücudundan çıkan elektrik yerde hızla ilerleyip bir başka aracı da tuzla buz etti.
Darien, yere iniş yaptığında elektrikler yavaşça kayboldu ve parlak gözleri de sanki az önce hayal görüyormuşum gibi eski haline döndüler. Etrafındaki sarı kıvılcımlar kaybolduğunda, onu daha net görebilmiştim.
Hayatımda gördüğüm, en etkileyici anlardan biri olmuştu belki de bu.
Karilya imparatorluk ailesinden Darien'e miras kalan tek şeydi gözlerinin rengi ve içinde parlayan büyü gücü.
Kalp atışlarım delicesine hızlanırken Darien sanki ona baktığımı hissetmiş gibi metrelerce öteden bakışlarını bana çevirdi. Çatık kaşları daha da çatıldığında kendime gelmeyi umarak gülümsedim ve iki elimi birleştirip kalp işareti yaptım.
Darien, 'Bu ne şimdi?' der gibi bir bakış atarken diğer askerlerin de bakışlarının bana dönmesi, daha çok gülümsememi ve kalp yapmayı bırakarak yeniden onlara el sallamamı sağladı.
O andan sonra, Darien, onlara bakarak benim duyamayacağım bir şey söyledi ve Darien bana doğru ilerlemeye başladığında, herkes somurtarak fakat sesini çıkartmadan sahanın kenarına ilerlemiş, gömleklerini giymeye başlamışlardı.
Sonrası, tahmin edilebilirdi.
Darien, bana on dakika dolalı çok oluyor tarzında bir şeyler diyip beni oradan kovmuş peşime de Alvin'i takmıştı. Callisto arkamı döndüğümde çoktan kaybolmuştu ve Alvin'se Chelsie gibi bana açılmamış, tüm yolu sessizce yürüyerek bana eşlik etmişti.
Kahvaltıda da belki Darien'i görürüm umuduyla salonda dolansam da karşılaştığım tek kişi Anfia olmuştu. İş nasılsa, aynı kahvaltı masasına oturmamızla sonuçlanmıştı.
"İyi olduğunu görmek güzel." Dedi Anfia ilgisiz bir sesle, pankekinin üstüne şurup dökerken. Yüzünde abisininkine benzer huysuz bir ifade vardı ve bakışları önündeki tatlıya odaklanmıştı.
"Senden bunu duyuyorum ya, gözüm açık gitmem artık." Dedim ben de eğlenerek. Anfia gözlerini devirdi ve ağzına yemek doluştursa da konuşmaya devam etti. Aynen, baya prensesti. "Benim için hayatını riske atmışken zarar görmeni isteyecek kadar kötü değilim kuzey kızı."
"Emin olmak çok zor." Diye homurdandım ben de çay içerken. Yemin ederim, alışamıyordum buradaki çaylara. Şimdiye kadar bin tane aromalı şey denemiştim, ancak hepsi hafif, çoğunlukla da tatsızdı. Şeker atsan ayrı dertti, atmasan ayrı. Buna itinaden somurturken Anfia alayla kaşlarını kaldırdı.
"Artık memnuniyetsizliklerini saklamaya uğraşmıyorsun herhalde?" Dedi eliyle de saçlarını geriye atarak. Bugün zümrüt yeşili bir elbise giymişti ve ne yalan söyleyeyim, çok da yakışmıştı kendisine. Bakır kızılı saçları küçük zümrütlerle süslenmiş tel tokayla geriye tutturulmuştu ve yüzü daha çok ortaya çıkmıştı. Elbisesinin ise hafif bir de dekoltesi vardı.
"Elbisen çok hoş olmuş." Diye bir yorumda bulundum konudan alakasızca, fikrimi saklamaya gerek duymayarak. Anfia anında kaşlarını çattı. Ben de bu şekilde anında gözlerimi devirdim. "Prensesim diye dolanıp iltifat duyunca donman çok hoş senin de." Dedim ve kafamı yana eğdim. "Abin de böyle senin. İçten içe hoşunuza gidiyor biliyorum. Ama yok hemen bir kaş çatmalar. Hemen bir 'Soçmolomo moyzo.' Siz iflah olmazsınız." Dedim ve kafamı onaylamazca sallayarak çaydan bir yudum daha aldım.
İçtikçe tadı güzelleşmeye başlamıştı ya da akıl sağlığımı korumak için artık kendimi kandırıyordum. Ne çayıydı onu da anlamamıştım zaten ama pembemsi bir rengi vardı.
"Ne biçim kadınsın sen ya?" Dedi Anfia da tıpkı abisi gibi değişik bakışlar atarak. "Etme iltifat falan, kalsın."
"Yarın abine çiçekten taç yapacağım." Dedim yine dalgınca ve alakasızca. Anfia dudaklarına götürdüğü çayı püskürttükten sonra hiçbir şey olmamış gibi ağzını silerek bana baktı dik dik. İnsan bir pardon falan derdi ama o da yoktu. Benim bu kızın prenses olmasına dair ciddi endişelerim vardı.
"Ne yapacaksın?"
"Çiçekten taç."
"Zaten belliydi." Dedi Anfia yerine yaslanarak. Gülümsüyordu. Sorarcasına gözlerine baktım ve bir şey demeyince "Ne diyorsun?" Diye sordum sabırsızlıkla.
"Delirdiğin diyorum." Dedi Anfia omuz silkerek. "Çok belliydi ama hiç bu kadar emin olmamıştım."
Dudaklarımı büktüm. "Çiçekleri sevmez mi diyorsun?"
Yani, geçen gün Darien'i çiçeklerin arasında gördüğümden beridir aklımda canlanan görüntü kafasında çiçekler olan görüntüydü. Gerekirse yapıp Darien'in kafasına o uyurken takardım. Bunu görmeyi her şekilde hak ettiğime inanıyordum.
"Sürprizimi bozma yine de." Diye ekledim iç çekerek. Anfia gözlerini kıstı. "Benim olduğum bir anda vereceksen ağzımı kapalı tutarım."
Eğlendiği şeye bakın.
"Anlaştık." Dedim ben de ve o sırada içeri giren Callisto ile Darien doğrudan masaya doğru yürümeye başladılar. Üstleri değişmişti ve ikisinin de saçları ıslaktı şimdi. Darien yeniden ortadan kaybolmadan önce onu görmek, aptal aptal ve heyecanla gülümsememi sağlarken o bir bana, bir Anfia'ya baktı.
"Anlaşmaya başladığınıza inanmak istiyorum." Dedi gözlerini kısarken.
"Ne münasebet." Dedi Anfia ve ben de "Canım kardeşimle neden anlaşamayayım?" Dedim ona bakarak. Anfia bozuk bir yemek yemiş gibi dehşet içerisinde yüzünü buruşturduğunda, gülmekten kendimi alıkoyamadım. Seni yollayacağım tehditleri yokken tatlı kızdı aslında.
Bunu da halledecektik.
Darien, benim yanıma geçip otururken ekmeğe reçel sürmeye başlamıştım. Callisto da tam olarak Anfia'nın yanına geçip oturdu fakat bakışlarım ona değmedi. Yine de her nasılsa Darien gerildiğimi anlamış gibi bakışlarını Callisto'ya çevirip tekrar bana baktığında kaşlarını çattı.
Yani, pesti gerçekten. Bu adamın ön sezileri başka bir boyuttu.
Durumu yüzüme yansıtmadan "Al bakalım." Diyerek reçelli ekmeği ona uzattım. Darien, dümdüz bir şekilde yüzüme baktıktan sonra "Tatlı sevmediğimi biliyorsun." Dedi neden bunu yaptığımı anlamayarak.
"Evet. Senin için değil zaten." Dedim ben de. Darien'in de Anfia'nın ve hatta Callisto'nun bakışlarını üzerimde hissederken ekmeği biraz daha uzattım. "Benim için."
"Senin içinse bana neden uzatıyorsun Sima?"
"Bana vermen için." Dedim ben de anla artık dercesine.
"Diyorum deli diye, dinlemiyorlar ki." Diye mırıldandı ağzının içinde Anfia.
Darien, sonunda ne istediğimi anladığında gözlerini devirdi. "Ellerin gayet güzel tutuyor."
"Senin elinden tadı başka olur."
"Saçmalıyorsun Meyza."
"Verene kadar yemek yedirtmem sana." Dediğimde, Darien içine çektiği nefesi üfleyerek elimdeki ekmeği aldı. O sırada saçından damlayan su tanesi dikkatimi dağıtmıştı ve ıslak siyah kirpiklerine içim sarsılarak bakmıştım. "Tek seferlik Meyza. Sus diye." Dediğinde, ne dediğini pek de anlayamadan onaylarcasına kafamı salladım.
Darien bakışlarını bana çevirdiğinde bakışlarımı fark ederek kaşlarını kaldırdı. Anfia, ise Darien'in isteğimi kabul etmesi üzerine kaşlarını çatarak "Yok artık abi." Diyerek şaşkınlıkla, dik dik ona bakmaya başlamıştı.
Darien hazırladığım tek lokmalık reçelli ekmeği bana doğru uzattı ve ben de gülümseyerek ağzımı açtım. Sonrasında, sadece ekmeği almakla kalmadım, belki biraz da parmağını ısırmış bulundum. Eh, bilerek.
Darien, gözlerini devirerek elini geri çektiğinde, yüzümün kızardığını hissediyordum ama ağzımdaki biter bitmez "Çok tatlıydı." Diye imalı imalı mırıldandım. Darien, yüzüme, yanaklarıma bakarak iç çekti.
Sonrasında, hiç beklemediğim bir şey oldu. Darien, bana ne düşündüğünü anlayacak hiçbir ifade vermezken gözleri dudaklarıma değdi. Çenemi hafifçe tutarak baş parmağıyla dudağımı sıyırdı ve ben donup kalırken Darien, gayet sıradan bir şey yapar gibi parmağını kendi dudaklarına götürüp parmağına buluşan reçeli ağzına götürdü. Sonrasında gözlerimin içine bakarak hafifçe o oyunbaz parıltılar eşliğinde "Evet." Dedi. Sesi oldukça düzdü. "Tatlıymış Sima."
"Unutma, eğer bir gün sana gerçekten yaklaşmak istersem, bunu hangi amaçla yaptığım hakkında en ufak bir şüphe bile olmaz aklında."
Kıpkırmızı olduğumu hissederken, gözlerim sonunda karmakarışık bir ifadeyle kocaman açıldı ve ağzımı açıp bir şey söyleyemeyince geri kapattım.
Bu adam resmi olarak benim flörtüme karşılık mı vermişti şimdi?!
Flört müydük yani biz şimdi? Sonraki aşama neydi?
Neden hiçbir şey olmamış gibi öylece yerinde oturuyordu?!
Darien, ifademe bakıp tepki vermeden önüne döndüğünde, kahkahasını tutar gibi gözleri parıldadı ve dudakları kıvrıldı hafifçe. Anfia "Tanrım." Diye mırıldandı yukarı bakarak. Gerçekten de, Tanrım, kalpten gideceğim az sonra.
"Işıklar aşkına, Gümüş Hastris aşkına, gördüklerimi zihnimden sil. Şu zamana dek dindar olmadıysam bile kötü biri de değildim." Ellerini birleştirip gözlerini kapattı. "Tam şu an hafızamı kaybetmeyi diliyorum."
Darien, tepki vermeye bile tenezzül etmeden yemek yemeye devam ettiğinde kalbim hızla atıyordu ve yanaklarımdaki ısı kaybolmamıştı. Öylece ona bakmaya devam ediyordum ve en garibi ise deli gibi atan kalbime rağmen üşümüyordum.
Darien kendimi sakinleştirebildikten sonra ona nasıl yapışacağımı tahmin edebiliyor muydu acaba?
Callisto'nun yeşil harelerini üstümde hissettiğimden, o an bir şekilde yüzümdeki hülyalı ve aptalca gülüş kayboldu ve kendime gelip ona bomboş bir akış attım.
Bu sefer... Rol yapmayacaktı sanırım. Kaşları hafif çatıktı ve yeşil hareleri düşüncelerle gölgelenmişti. Biraz, gergin gözüktüğünü söylemek de mümkündü ancak bu bana dik dik bakmasının mantığını açıklamazdı. Onu umursamadan kapının önünde bekleyen Chelise'ye bir işaret yaptım.
Darien'in gözleri bana çevrildiğinde Chelsie önümdeki tabakları almış ve bana bir kağıt, bir mürekkep haznedarı ve bir kalem uzatmıştı. Darien'in kaşları çatıldı ve Anfia kaşlarını kaldırdı.
"Prens'e cevap mı yazacaksın?" Dedi sesine eğlendiğini belli eden tınılar yerleşirken. Kafamı sallayarak onu onayladığımda, Darien'in bıçağı götürdüğü tabaktan çatırdama sesi geldi ve tabak parçalara ayrıldı. Hizmetçiler hemen kırılmış tabağı alırken herkes hayrete düşmüştü ancak Darien hiç istifini bozmadan kapı önündeki kahya Isaak'e döndü. "Tabaklar fazla ince. Yenileriyle değiştirilsin."
Tabaklar ince neydi ve bu adam nasıl kırabilmişti onu öylece? Bıçağı tuttuğu eliyle nasıl bir kuvvet uyguluyordu pankeklere Tanrı aşkına?
Yeni tabaklar getirilirken Anfia konudan şaşmadan bana bakarak. "Burada yazmana gerek yok, biliyorsun değil mi?" Diye sordu. Az önce olanı garip bulan tek ben miydim yani?
"Nasıl olsa göndermeden önce açıp okumayacak mısınız? Ne fark eder?" Dedim ben de gayet olağan bir şekilde.
Anfia'nın o an kaşları çatıldı ve Darien sarı harelerinde boş bir ifadeyle bana döndü. Yine de kimse söylediğimi inkar etmedi.
Eh, zaten inkar edilmesini de bekleyemezdim.
Callisto, yerine yaslandığında "Doğum günün için gidecek misin Helefna'ya?" Diye sordu, aramızda geçen konuşmayı göz ardı edip soğuk bir ses tonuyla. Gerçekten numara yapmayı kesmişti. Ne hoş.
"Elbette hayır." Diye cevap verdim mektubu yazmaya başlarken.
"Özür dileyeceğini söylememiş miydi bu adam? Kaç senelik arkadaşının sözlerini dinlemek için de mi gitmeyeceksin?" Dedi Anfia, sorgulamak için değil de gerçekten meraktan sorarken.
"Kaç senelik arkadaşım orada olduğum süre boyunca özür dilemediyse bu onun sorunu." Dedim ben de sakince. Anfia kaşlarını çatarak kafasını yana eğdi ve kollarını birbirine bağladı. "Aslında, affedici bir görünümün var ancak hiç de öyle değilsin değil mi?"
Affetmek mi?
Sorusu duraksamamı sağlarken, gözlerimi onun altın harelerine sabitledim ve yutkundum. Darien'in bakışları da direkt olarak yüzümdeydi. Sessizdi ancak Elijah konusu açıldığından beridir keyfi kaçmış gibiydi.
"Konuya göre değişir." Dedim kalemi kağıdın üstüne koyarken ve beyaz saç tutamlarını kulağımın arkasına sıkıştırdım. Darien'in tüm dikkati üstümdeydi ve sesime karışan soğukluğu elbette ki fark etmişti. "Ve eğer soruyorsan, Elijah benim çocukluğumdan beridir yanımda olsa da aynı zamanda benim gözümde affedilemez bir adam. Birlikte geçirdiğimiz zaman onu affetmemi sağlayamıyorsa da problem bende değil, ondadır." Tavrımın da elimde olmadan soğuduğunun farkında olsam da bakışlarımı kaçırarak kalemi yeniden ele aldım.
Meyza'nın günahlarının ne kadar affedilebilir olduğunu bilmiyordum ancak o kefaret uğruna bir felaketin ortasına atılmış kadındı. Elijah'sa hangi günahının bedelini ödemişti?
Meyza'ya yanlış umutlar vermesi? Hayır, Meyza artık onun hikayesinde bile yoktu.
Aldatması? Hayır, Aileen uyanmış ve mutlu mesut yaşamışlardı.
Kefaret kitabında herkesin kucak açtığı Elijah'la her ne kadar işleri güzelce bitirmek istemiş olsam da en azından Meyza adına onu affedemeyeceğim açıktı.
Meyza belki onu ejderha kendisini alıp götürdüğünde affetmiş bile olabilirdi, bunu bilemezdim ama onun yerindeyken bu korkunç hikayeyi aynı şekilde devam ettirmeyecektim çünkü göğsümde atan kalp Meyza'nın olsa da o kalbin yanmasını sağlayan şimdi bendim.
Dalgınlıkla kalemi oynatmaya devam ettiğim sırada, Darien iç çekerek kalemi tutan elime dokundu ve irkilerek ona bakmamı sağladı.
"Doğum gününü..." Dedi soğuk gözlerle yüzüme bakarken. Siyah saçları eğildiği için öylece alnına dökülmüşlerdi, yüzünde ise pek bir ifade yoktu ancak eli sıcacıktı. Şaşkınlıkla kalemi bıraktım. "Batı'da resmi bir davetle kutlayalım."
O an, karmaşa içerisinde şaşkınlıkla dudaklarımı araladığımda, Callisto da, Anfia da ve elimi tutan Darien de verdiğim tepkiden tek bir şeyi anladı.
Onların aksineyse ben, sadece kıyametin ne kadar uzağımızda olduğunu anlamıştım.
Batı'da resmi bir davet, bütün Karilya İmparatorluğu'nun davete gelmesinden öte, Helefna'dan olan benim yüzümden Helefna soylularının da gelmesi demekti.
Meyza'nın gerçek doğum gününü bilmemem bile bir yanaydı.
Darien, bu teklifin beni ne kadar korkuttuğunu gözlerime bakarak anlamıştı ve harelerinden tehlikeli olduğu kadar kararlı bir ifade geçti. Elimi tutuşu sıkılaştı. O doğum günü kutlamasının kesinlikle yapılacağını, şimşek çakarmışçasına parlayan gözlerinde gördüm.
Resmi bir davet demek, sadece Meyza'nın geçmişinden insanları görmek demek değil, yirmi bir martta ortaya çıkacak olan Aileen'in de Elijah'ın sevgilisi olarak ya da en kötü ihtimalle sadece Helefna'nın azizesi olarak partiye katılacak olması demekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |