9. Bölüm

9

Elif Büşra Arslan
ekalinea

MEYZA

MEYZA... YA DA SİMA, SİZ HANGİSİNİ DİYORSANIZ...

 YA DA SİMA, SİZ HANGİSİNİ DİYORSANIZ

ELİJAH

Diğer karakterlere uyan görseller buldukça atmaya çalışacağım ama özellikle Darien'i bulmak... Çok zor









Yorum yapmayı ve ve vote vermeyi ihmal etmeyin... -tek motivasyon kaynağım sizlersiniz🏃🏻‍♀️🙌🏻🙌🏻

Sevgiyle ve umutla kalalım
-Büşra



















9




















 

BİRKAÇ GÜN SONRA HELEFNA'DA




"Prensim, Batı Hane'sinden bir mektubunuz var."

Elijah'ın göz bebekleri büyürken kaşları çatıldı ve göğsüne sızan amansız bir ağrıyla nefesi kesiliyormuş gibi hissetti. Buna rağmen kendisine uzatılan zarfı elindeki kılıcı sakince indirip ifadesiz bir yüzle teslim almıştı. Kılıcı yardımcısına verdikten sonra gözleri zarftaki Batı Hanesi'nin armasında dolandı.

Zarfı açmaya koyulduğunda içini kaplayıp arttıkça artan huzursuzluk tamamen kaşlarının çatılmasına sebep olsa da duraksamadı ve parmaklarının hafifçe titrediğinin farkındalığıyla tuttu kağıdı.

Helefna'nın Veliaht Prensi Elijah de Helefna...

Diye başlıyordu mektup.

Küçüklüğünden beridir ne zaman kendisini görse mutlu olduğu her şekilde belli olacak halde "Elijah!" diye seslenen ve mavi gözleri parıldayan kadının sesi yankılandı zihninde.

Hatırlamıyordu, tam olarak o gözlere ne zaman bakmayı kestiğini, Meyza'nın ismini ne zaman neşeyle değil de çaresizlikle ve bir ihtiyaçmış gibi anmaya başladığını hatırlamıyordu...

Her şeyin bu hale gelmesi kendi hatasıydı evet. Lanetler olsun ki ne inkar edecek durumdaydı ne görmezden gelecek ama merak ediyordu, Meyza artık bir zamanlar gözlerini parıldayan hiçbir duyguyu yüreğinde yaşatmıyor muydu da adını tüm resmiyetiyle kaleme alıyordu?

Meyza adını bir daha asla eskisi gibi anmayacak mıydı?

Meyza'nın aşkını görmezden gelen, hatta bundan tiksinen ve bazenleri o aşktan korkan kendisiydi. Durum böyleyken o aşkı artık isteyemeyeceğini çok iyi biliyordu ancak bir zamanlar yanı başında olan kadının kendisine verdiği değeri özleyebileceğini Tanrı şahidi olsun ki ölse dahi tahmin edemezdi.

Çok düşünmüştü. Delirecek raddeye gelecek kadar çok düşünmüştü.

Meyza'nın bir zamanlar geriden onu izlediği her anı, yanına gidip bir merhaba bile demediği tüm zamanları düşünmüştü. Meyza'nın bir şeyler anlatmak ister gibi gözlerinin içine baktığı, kendisinin dinlemek istemez gibi gözlerini kaçırdığı anları düşünmüştü.

Duyulmayacağını sandığı tüm zamanlarda sesini duyup duyuran kadını nasıl da görmezden gelmişti. Hiç kalbine dokunmaz sandığı duygular şimdi nasıl da boynuna dolanmış, o sarsılmaz diye düşündüğü kalbini paramparça etmeye başlamıştı...

Gözleri sonraki satırlara değdi yavaşça.

Doğum günümü kutlamak için oraya gelmeyeceğim çünkü yirmi iki mayısta, Batı'da doğum günüm için resmi bir kutlama yapacağız ve o zaman yaklaştığında size de davetiye yollayacağım elbet. Yüz yüze konuşmak istediklerinizi aciliyeti varsa yazabilir, ya da o günü bekleyebilirsiniz çünkü yakın zaman içerisinde Helefna'ya uğramayı düşünmüyorum.

Ve diğer mektupta endişeniz olduğundan bahsetmişsiniz ancak korkmayın, Batı'da ziyadesiyle mutluyum. Herhangi bir pişmanlığım olması söz konusu değil yani.

Şimdilik kendinize iyi bakın!
Görüşmek üzere.

-Meyza Isabel Windfield

Bir süre boyunca aynı satırlarda dolaşan gözlerini kağıttan kaldırabildiğinde, ne olduğunu umursamadan kumlu zemine oturarak gözlerini açık gökyüzüne doğru kaldırdı.

Kafasında milyonlarca ses, yüzlerce anı dolanmaya devam ediyordu.

Meyza'nın küçükken korkak gözlerle kendisine baktığı ilk anı ve o gün nasıl da ağladığını hatırlıyordu. O gün, Elijah da küçüktü ama kızı bir şekilde güldürmeye çalışmış, gülümseyerek kendini tanıtmıştı çünkü annesi ona aynı sarayda kaldıkları Kuzey Varisi'yle arasının mutlaka iyi olması gerektiğini, gelecekte bu durumun imparatorluk lehine olacağını söylemişti.

Elijah o zaman bile biliyordu, Helefna'nın günü geldiğinde kendisinin olacağını. Elbette başına geçeceği ülkeye fayda getirecek ne varsa yapmak istemişti ve bu, küçük beyaz saçlı kıza elini uzatıp onunla arkadaş olmasını gerektirecekse, daha basiti yok diye düşünmüştü.

Ve düşündüğü gibi de olmuştu gerçekten.

Kuzey Varisi Meyza Isabel Windfield, tanıştıkları gün nasıl için için ağladığını unutup o günden sonra Elijah'a hep gülümseyerek yaklaşmış ve sonrasında bile her zaman Elijah'ı takip etmişti.

Elijah'ın o zamandan sonra Meyza'nın etrafında olmadığını hatırladığı fazla bir anı yoktu ancak daha sonra Meyza'nın sevgisinin aşktan çok takıntıya benzediğini düşünüp "Keşke o gün elini uzatan ben olmasaydım." Dediği anı hatırlıyordu. Hatırlamadığı şey, Meyza'nın tanıştıkları gün neden ağladıydı.

Sormuş muydu ki o gün neler olduğunu? Aradan zaman geçtiğinden mi unutmuştu yoksa kızın ağlaması durunca sebebinin önemi kalmamış da hiç umursamamış mıydı?

Gerçi, saraya henüz yeni gelmişti Meyza o zamanlar. Üvey ailesi katledilmişti değil mi? Kuzey'de herkes üvey ailesinin Meyza'nın üstüne ne kadar düştüğünden bahsederdi ve öz ailesinden sonra onları da kaybetmesi küçük kızı sarsmış olabilirdi pek ala. Daha kaç yaşındaydı ki sanki? Meyza yaşadığı sarayı benimseyememiş, evinin sıcaklığını özleyerek belki de o gün Kuzey'e dönmek istemişti.

O gün, hava güneşliydi ve Elijah zaten Meyza'yla tanışmak için çıkmıştı bahçeye, evet. Davet edilen soyluların çocuklarının çay partisi yaptığını da anımsıyordu.

Meyza o gün onlarla karşılaş mıydı bilmiyordu ancak daha sonra Meyza'nın orada bulunanlardan hiçbiriyle tek kelime bile konuşmadığını, selamlarını havada bırakıp göz ucuyla bile yüzlerine bakmadığını çok iyi biliyordu. Üstelik Meyza aptal bir kadın değildi. Yüksek sosyetede dışlanacağını ve kimseyle düzgün bağlantı kuramayacağını bilerek bunu yapmış olmalıydı. İnsanlar alışmıştı da sonradan Meyza'nın bu soğukluğuna, o gün Meyza'ya tam olarak ne olmuştu Tanrı aşkına? Oradakilerle arasında geçen fakat Elijah'a hiç anlatmadığı bir şeyler yaşanmış olabilir miydi?

Bunları sorgulamak için geç kaldığını biliyordu. Kızgındı ve buna bile hakkı yoktu çünkü ne olduğunu istese o gün bile öğrenebilirdi ama içtenlikle merak etmiş miydi ki? Meyza o günden sonra hep yanındaydı evet ve yanındayken hep gülümserdi de. Her zaman, her koşulda. Ama sorun da buydu. Meyza, kendisine 'sadece' gülümserdi. Sanki kendisinin Elijah'a verebileceği en içten şey buymuş gibi gülümserdi. Bazen bebek mavisi gözlerinin içine açıklanamayacak soğuk bir hüzün konar, kendisinin biraz anlasa kanının donacağı bir kırılmışlığı içinde yaşattığını düşündürtürdü ancak Elijah bir kez olsun o kırgınlığa elini uzatmamıştı.

Yaptığı her antrenmanı izlemek için sabahın erken saatlerinde kalkan, düştüğünü görünce dehşet içinde koşa koşa yanına gelen Meyza... Endişeli hallerini sadece kendisine gösteren Meyza...

Meyza'yla nişanlanma kararı aldıkları gün...

Meyza klasik bir baloda iyi hissetmediğini söyleyerek yanından ayrılmış, sadece imparatorluk ailesine mensup kişilerin kullanabileceği dinlenme odasına girmiş ve ardından balkona çıkmıştı.

Elijah, aslında Meyza'nın kendisinin dikkatini çekmek için böyle bir numara çevirdiğini düşünmüştü çünkü Meyza genelde elini göğsüne götürüp sık sık yüzünü buruştururdu ancak saray doktorları onda ya da kalbinde hiçbir sorun olmadığını söylemişlerdi. Bu tanıdan sonra bile Meyza'nın eli göğsüne gitmeye devam etmişti. Bazen bunu, kendisi Meyza'nın gözlerinin içine bakarken yapıyordu. Nefesi kesiliyormuş gibi duraksaması da cabasıydı.

O gün de Meyza'da hiçbir sorun olmadığını düşünerek, sırf gözler kendi üstüne çevrildi diye takip etmişti balkona kadar onu.

Meyza'nın yanına gittiğinde ise göreceği görüntüye pek de hazır değildi. Kadının gözleri aydan daha parlaktı ve bu görüntü ifadesizce ona bakmasını sağlamıştı Elijah'ın. Meyza'nın güzelliği, gün geçtikçe daha tehlikeli bir hal alıyordu ve Elijah bunu bilerek adımlamıştı o gecenin ortasında yanına.

Meyza o gün, öpmek istemişti Elijah'ı.

Elijah irkilmiş, geri çekilmişti ve Meyza'nın gözlerine bakamamıştı bile o an ama kızın yaptığının bir itiraf olduğunu idrak edebildiği an Meyza'nın yanaklarını iki yandan tutmuş, dudaklarını dudaklarına bastırmıştı. Meyza'nın kendisini sevdiğini ve bir gün beraber olacaklarını biliyordu. Zaten bu daha tanışmadan önce bile kendisi için ihtimaller arasındaydı. Elijah bunun için bir adım atmamıştı çünkü eğer geleceğini bu şekilde olacaksa adım atan kişi Meyza olsun istemişti. Kendi elleriyle güneş doğmamış hayatını daha da karartmaktan, gelecekte en azından bunun için pişmanlık duymaktan korumuştu kendini.

O gece Elijah, Meyza kollarının arasında hafifçe titrerken sadece dudaklarının neden bu kadar soğuk olduğunu düşünmüştü.

Geri çekildiğinde, Meyza'nın yanakları kızarmış, eli çoğu zaman yaptığı gibi göğsüne gitmiş ve "Elijah..." Demişti dehşet verici bir duygu yoğunluğuyla.

"Nişanlanalım." Demişti Elijah, öylesine bir şeyden bahseder gibi. "Madem seviyorsun beni Meyza, nişanlanalım." Kafasını yana eğmişti hafifçe ve puslu gecenini altında sarı saçları uçuşurken Meyza sessizce ona bakmıştı. "İmparatorluk için en iyisi bu olacak zaten..."

Sonrasında...

Sonrasında Meyza sadece hafifçe gülümsemişti. Meyza zaten Elijah'a hep gülümserdi. Her daim. Her şekilde. Kırgındı o gün ancak susmuştu. Meyza asla içine batan duyguları Elijah'a göstermez kanıyorsa da kanını içine akıtırdı.

Meyza'yı bu kadar yaralayan, yıllarca kanatan kişi sadece kendisi miydi yoksa o kan bu saraya geldiği günden öncesinde de mi akıyordu? Ailesinden sonra üvey ailesi de katledildi diye mi her şey kırılmıştı yoksa öz ailesini kaybetmesi en büyük yıkım mıydı?

"Fedor Windfield'ı çağırın." Dedi kendisinin sahip olabileceğini asla tahmin edemeyeceği kadar yakıcı bir öfkeyle. "Daha sonra ise Tanya Olaria, Valeri Hasmar, Beau Kahit ve Simon Tera'yı."

Meyza'nın saraya geldiği gün, saraya davetli olanları...

Meyza'yı görecekti, evet. Görecek, içtenlikle af dileyecekti ancak önce daha önce hiç anlamaya, tanımaya çalışmadığı kadının hikayesini başından dinleyecekti.

Ancak Elijah de Helefna'nın asla tahmin edemeyeceği bir şey daha vardı. Öfkeli olduğu Kuzey Dükü Fedor Windfield iki gün sonrasında başkente geldiğinde, ona sadece kalbini değil tüm geçmişini parçalayacak bir hikaye anlatacaktı. Kendi elleriyle karartmak istemediği geleceğine güneşin sonsuza dek doğmayacağını anlayacağı an olacaktı duydukları.

Elijah De Helefna, Fedor Windfield'dan bir hikaye dinleyecekti, evet.

Kuzeyli küçük bir kızın hikayesiydi.

Gülümsemenin ardındaki tüm gerçeklerdi.

Elijah'ın dinleyeceği o hikaye, sadece felaketin başlangıcı olacaktı.


BATI KALESİ

DARİEN'İN ANLATIMINDAN;

"Şüphe, seni hayatta tutacak tek şey Darien."

Yıllar öncesinden birine aitti bu sözler. Sesi, bir noktadan sonra silinmişti zihnimden ve hatta görünüşü de bulanıklaşıp kaybolmuştu çok öncesinde ancak söylediklerini, bir an olsun unutmamıştım.

Damarımda akan kan izin vermemişti unutmama.

"Kendi bileğine, gücüne kuvvetine ve kılıcına güvenebilirsin ama Karilya sarayında yaşadıkça onların bile sana doğrultulup doğrultulmayacağını bilemezsin, Prens'im. Bunun için lütfen... Kimseye güvenip de sırtını dönememelisin."

Bunları söyleyen kadın, basit bir hizmetçiden başka hiçbir şey değildi ve sarayda kimse için tehlike teşkil etmiyordu ama gayri meşru prense yakınlaşan herkesin başına geldiği gibi, o da can çekişerek ölmüştü. Öldürülmüştü.

'Günahkar bir çocuğun yanında durursan sen de günahkar olursun.'

'Lanetli bir çocuğun arkasında durmak, o sikik laneti senin de kanına bulaştırır, öldürülmen ve hatta acı çekmen onlara hak olur.'

Bu imparatorluk, halkının kanını ellerine bulaştıran, toprakları acı içinde kuruyup giderken altın havuzları içinde yatıp kalkan bir adamın kardeşi tarafından, kendi hayatını ve soyunu halkına adayacağına yemin ettikten sonra kurulmuştu ama onun soyundan gelenler, eninde sonunda kırmışlardı atalarının ettiği kutsal yemini. İlk imparatorlarının benzememek için yeminler ettiği kardeşine benzemişlerdi.

Şimdiki Karilya İmparatoru'nun da elinde kan vardı. En başta kendi çocuklarının, daha sonra halkının kanı. Masumların kanı.

Tarih biri çıkıp dur demedikçe değil karşı koymak için kendini tüketmedikçe tekerrür etmeye siktiri boktan bir şekilde mahkumdu.

Elimdeki kağıtlara gözlerimi ikinci kez çeviremezken pencereden etrafta seke seke dolanan kadını izlemeye devam ettim. Üç gündür, görmüyordum yüzünü o uyanıkken ama şimdi orada, ona gösterdiğim bahçenin içindeydi.

Üç gün.

Üç kahrolası nefes alamadığım gün. Uyumak değil gözümü bile kapatamadığım üç cehennemin içinden kopup gelme gün. Zaman algım bile değişmiş, yıllardan daha ağır boktan bir azap göğsümün orta yerini kasıp kavurmaya başlamıştı.

Sadece nefes alıp veriyor gözlerim açık olsa dahi önümde beliren hiçbir görüntüyü zihnimden silemiyordum.

Üç gün.

Yaşamak için çok kısa bir zaman aralığıydı ama işkencesine dönüşecek gerçekleri öğrenecek biri için asırlardan fazlaydı.

Kaşlarım çatıldı.

Meyza, yeni aldığı renkli elbiselerinden birini giymiş, dünkü yeşil ve ondan önceki günkü sarıdan sonra bugün tamamen turuncuya bürünmüştü. Soylu kadınların bu tür parlak renkleri tercih ettiğini sanmıyordum ancak o mavi ve beyaz giymeyi bıraktığından beridir buradayım diye bağıran renkleri tercih ediyor, içinde bulunduğu çiçek bahçesinden daha renkli giyiniyordu. İşin garibi, uyuyordu da bu hali ona. Sanki şimdi kendisi gibiydi.

Kar rengi saçlarını bugün iki yandan bağlamıştı ve yine bir iş çevirdiği çok belliydi çünkü yüzünde ne zaman bir şey yapmayı düşünse gözüken o haylaz ifadesi belirmişti. Bebek mavisi gözlerinin parladığına emindim ve biliyordum ki beni görseydi her zaman yaptığı gibi beyaz kirpiklerini kırpıştırır dudaklarını birbirine bastırdığı kısa bir andan sonra üç gündür nerede olduğumla alakalı bir hesap sorma girişimine girerdi. Aptal kar tilkisi. Her zaman sınırları geçmeye meyilliydi.

Şimdi yaptığı şeyse çiçek toplayıp onları gülümseyip aynı zamanda değişik surat ifadelerine bürünerek birbirine bağlamaktı. Hatta ara sıra ya kendiyle, ya elindeki çiçeklerle konuşuyor, bir de söylediklerine tepki veriyordu. O küçük kafasından neler geçtiği çoğu zaman yüzüne yansıyordu da bazı zamanlar, sanki sadece kendi dünyasına çekiliyordu. Anlamak imkansız hale geliyordu ancak o zamanlar bile gülümsemeyi kesmiyordu.

Sadece, mavi gözlerindeki parıltılar söner gibi oluyordu ve bu, anlamsızca beni dehşete düşürecek kadar fazla rahatsız ediyordu. Sanki o kadın sadece gülümsemek ve gülümsemesinin gözlerine kadar ulaşması için yaratılmıştı.

Meyza Isabel Windfield.

Ya da Sima.

Deli değilse hiçbir şey değildi ancak gülümsemeye hep devam etmeliydi.

Söylentiler bile değil, Helefna'daki casuslarımızın topladığı tüm o lanet teyitli bilgiler, bize karşımızda var olan Meyza'nın aslında gerçek olmadığını söylüyordu.

Bir kez olsun gülümsediği görülmeyen, soylularla asla konuşmayıp aşağılayıcı bakışlar atan, adından çok cadı diye anılan ve kendi imparatorluğunda sadece veliaht prense olan aşkıyla bilinen Meyza. Çok yabancıydı ancak aynı zamanda sanki tüm bunlar sikik birer yalandı.

Bu kadın Batı'ya geldiğinden beridir gözlerinin içiyle gülüyordu. Sözleri belki yalandı, ancak gülümseyişleri değildi. Kim bakarsa baksın ona, bir aptal bile bunu rahatlıkla söyleyebilirdi.

Buraya geldiğinden beridir söylediklerinin tek birine bile inanmamıştım ve her şeyin başlangıcında her sözünü yalan olarak nitelendirmek bunu yapmak istemeseydim bile can sıkıcı bir zorunluluktu. Meyza'nın masum, parlak gülümsemeleri vardı ancak istediğinde gözünü bile kırpmadan çok da güzel yalan söyleyebiliyor, oyun oynayabiliyordu. Ayağını burktuğunu söylediği gün görmüştüm bunu. Aptalca hareketlerinin, masum gülücüklerinin ve tatlı sesinin ardında istediğinde tehlikeli bir kadındı Sima.

İçinden geldiği gibi davranırken bir an olsun düşünmüyordu ancak ne zaman ciddi bir konu açılsa, beyaz kaşları hafifçe çatılırken ve işaret parmağını iki kez çenesine vururken mavi hareleri zekice parlıyordu. Belki patavatsız, belki umursamazdı ancak buraya geldiğinden beridir etrafa her tarafı ezberler gibi bakması, kimle konuşursa konuşsun dikkatle karşısındakini dinlerken bir şeyleri çözmek ister gibi harelerini kısışı göz ardı edilemezdi.

Onu izlediğimden habersiz etrafında uçan şeye karşılık, muhtemelen bir arıydı, gözlerini kocaman açarak elbisesine rağmen etrafta koşturmaya başladı. "Hoş diyorum hoşt!" diye bağırmayı da ihmal etmemişti. "Bal gibi olabilirim ama bu beni sokabileceğin anlamına gelmiyor, Tanrı aşkına ya!"

Gerçekten, Tanrı aşkına.

Bütün kalenin onu duyabildiğinin muhtemelen farkındaydı ancak elbette ki umurunda değildi.

Gelen belgeler, Meyza Isabel'in donuk karakterinden, geçirdiği öfke krizlerinden, yalnızlığından ve tüm bunlara rağmen etik soylu kurallarına kusursuzca uyduğundan bahsediyordu. Karşımdaki kadınınsa etik soylu kurallarını uyguladığını değil, kenarından geçtiğini bile görmemiştim.

Yemek yiyişi, fincanı tutuşu ve yürüyüşü bile kendi halindeydi. Bazen dikkat etmeye çalışıyordu bunlara ancak, sadece bazen.

Ve yine gelen lanet olasıca o belgeler, Meyza'nın Kuzey'de ailesi tarafından sevildiğini ve üvey ailesinin Meyza'ya çok iyi baktığını da söylemişti.

Callisto'nun üç gün öncesinde Meyza'yla konuştuklarını anlattığında öğrendiklerim ise sadece kıyametti.

Felaketin batıdan çıkıp Helefna'nın üstüne çökeceğini söylüyorlardı ancak bir çocuk için kıyamet, çoktan Kuzey Toprakları'na inmişti.

Şimdi kardan geçilmeyen o topraklar karış karış yanmalı hatta külü bile kalmamalıydı.

Kimse yapmayacaksa da ben yapacaktım bunu.

Sima, Batı'ya ilk geldiğinde ağzından çıkanların sadece bir saçmalık olduğu doğruydu ancak her zaman arkasına saklandığı yalanların bile gerçeklik payı varmış gibi bakmıştı. İlk görüşte aşk? Gülünç bile değildi. Prens Elijah'ın onu kırdığını, üstelik onu asla affetmeyeceğini ve Helefna'ya hiçbir şekilde dönmeyeceğini söylemişti.

Meyza'nın sadece birkaç cümleyle üstünden geçtiği geçmişi kan donduruyordu ancak başkentte tam olarak ne yaşamıştı da sözde sadece aşkıyla bilinen kadın büyüdüğü yere dönmek istemiyordu?

Elijah De Helefna. Gönderildiğim angarya görüşmelerden birinde tanışmış, gelecekte bana sorun çıkarabilecek veya canımı sıkabilecek biri olmadığına ise yıllar öncesinde karar vermiştim.

Şimdiyse piç herif çok fena sıkıyordu canımı.

Elijah Meyza'ya tam olarak ne yapmıştı da Meyza Elijah'ın adını bile duyduğunda yüzündeki gülümsemesi zoraki bir hal alıyordu? Sadece duyguları karşılıksız kaldı diye ömrünün yarısından fazlasını geçirdiği yere dönmek istememesi mümkün değildi. Hele ki onunla çocukluktan beridir arkadaşım saçmalığını zırvaladıktan sonra. Elijah pezevengine olan duyguları devam ediyor gibi de değildi ancak çok değerli arkadaşı olduğunu iddia etse bile onun affedilemez olduğunu soğukkanlılıkla söylüyordu.

Bu, karşılıksız kalan duygu meselesinden farklıydı. Elijah De Helefna denen yarrak kafalı, belli ki bir şekilde, hem de onarılmayacak bir şekilde, Meyza'yı kırmıştı. Bunun düşüncesi bile içimde sebebi bilinmeyen bir öfkenin fitilini ateşlerken piç yetmiyor, şimdi de yazdığı mektuplarla canımı sıkıyordu. Geri dönmüş, pişmanmışım. Hadi oradan yarram.

Gerçekten, Batı'ya gelmek onun vereceği en yanlış karar olacaktı çünkü ismini duymak bile sabrımı sınamaya başlamıştı ve ben canımı sıkan adamları canımı sıkmayacak hale gelene kadar bırakacak bir adam değildim. Sikerlerdi Helefna'yı.

Hiç gülümsemeyen, etrafında kimse olmayan Meyza. Herkesin uzak durduğu, aksini kendisinin de istemediği Meyza. Sözde gözleri buz gibi bakan, insanın kanını donduran Meyza. Bunların hiçbiri gülünç değildi.

Sima istediği zaman etrafına tonlarca insanı toplayabilecek hatta bunu istemese bile farkında olmadan yapabilecek kapasitede bir kadındı. Birkaç gülümsemesi muhtemelen etrafında güvenebileceği insanları toplamasına yeterdi ancak siktiğimin raporları en azından bu konuda yanılıyor olamazdı.

Meyza Helefna'da yalnız kalmayı kendisi mi seçmişti yoksa ona başka bir şans bırakmamışlar mıydı?

Tamam, başta bir casus olduğunu, Batı için iyi emelleri olmadığını ve kesinlikle bir yerlere bilgi taşıyacağını düşünmüştüm ancak göz ardı edemeyeceğim gerçekler vardı.

Vikalis'in ona saldırdığı gün Sima, bilincini kaybettiğinde acı içinde sayıklayıp durmuştu. "Yapma." Demişti. "Gelmeyeceğim." ve "Gelme." demişti. "Lütfen..." diye ağlamıştı uykusunda. O zamanda bile elleri birbirine kenetliydi. Zaten şüpheleniyordum onun Helefna'da zarar gördüğünden, canını yaktıklarından ve korkuttuklarından ancak Anfia'nın önüne geçip yaralanan ve kan kaybeden Sima, canı acısa bile ağzını açmamış sadece dayanabilirim demişti.

Canını yakanlar mı ona acıya karşılık susmasını öğretmişlerdi?

Doğduğum yer bana istemesem bile öfkemi kontrol altında tutmayı öğretmişti ancak küçük bir çocukken bile neye sinirlendiğimi, kimleri mahvetmek istediğimi unutmamıştım. Kontrol altında tuttuğum o öfke zamanla beraber silinmemiş, sadece ortaya çıkmak için doğru anı beklemişti.

Şimdiyse Sima, bana yıllardır içimde tuttuğum öfkeyi kontrol edemeyeceğimi hissettiriyordu.

Belki gerçekten suçluydu, belki Batı'ya zarar verecekti ama sikeyim ki ne fark edecekti? Onu daha çocukken incitmişlerdi.

Kuzey, Meyza'nın geçmişini taşıyordu ve Callisto'nun anlattıkları, aklımdan geçen her ihtimalden karanlıktı.

Geceleri uyumadan önce yatağıma gelişigüzel yayılan, yastıklara sarılarak yorganlara tekmeler atan Sima'ya bazen istemesem bile gözümün daldığı oluyordu.

O zamanlarda bile düşündüğüm şey neden tatlı uykusunda aniden terler dökmeye başladığı, yüzünü buruşturduğu ve nefes alıp verirken vücut ısısının düştüğüydü. O zaman bile bu kadar dertsiz tasasız gülümseyebilen kadını acılarını saklamakta bu kadar iyi hale getiren şeyi anlamaya çalışıp kafayı tırlatacak hale geliyordum fakat hiçbir şey beni Callisto'nun söylediklerine hazırlayamazdı.

"Penelophe benden nefret ediyordu ve kocası ise beni taciz ediyordu. Amcam gerçekleri öğrendiğinde her şey için çok geç olsa da yeğeni Kuzey'deki kimseyi kendine yaklaştırmadığı için kızı başkente yollamak dışında aklına hiçbir şey gelmedi." Böyle söylediğini söylemişti Callisto, Meyza'nın.

"Yalan söylemiyor gibiydi." Diye de eklemişti ancak bunun yalan olmasını binlerce defa Meyza'nın bir casus olup hepimizi sırtımızdan bıçaklamak değil de gerçekten anlattığı sebeplerle gelmesine tercih edebilirdim.

Çünkü bir hainle baş edebilirdim.

Ama duyduğum gerçekle baş edebilmek söz konusu bile değildi.

Yalan olmadığını biliyordum. Biliyordum çünkü lanet olsun ki Vikalisi dondurup uyuduğu iki günden sonra gözünü açar açmaz benden istediği ilk şey onu göndereceksem de hazır olması için beklemem olmuştu. O gün daha bilinci yeni açılmıştı ve ateşi bile tam düşmemişti.

Windfield onun geçmişiydi. Çocukluğuydu ve çocukluğunda Meyza'nın ruhunun ışığını söndürmüşlerdi. Henüz yedi yaşında değil miydi? İki elin parmaklarından bile azdı.

Meyza nasıl dayanabilmişti?

Ortada intikam alacak birisi yoktu çünkü Meyza'nın gaddar olarak bilenen amcası Penelophe'yi de kocasını da astırtmıştı ancak sadece onların ölümünün Meyza'nın yaralarını kapatmadığı kahretsin ki çok netti. Günahı işleyen öldüğünde kurbanların acısı dinse dünyada yaşayan suçlulara ayrılan vadeyi uzatmaz, hemen şu dakikada imparatorluğu onların kanıyla yıkardım ancak siktiğimin tüm Helefna'sı kan gölüne dönse dahi Meyza'nın yaşadıklarını değiştiremeyecektim.

Meyza, doğduğu topraklara dönmekten korkuyordu.

Meyza, o topraklara dönmemek için neredeyse yalvaracak hale geliyor, bana dolu gözleriyle bakıp "Lütfen..." diyordu.

Kuzey'in üstüne örtülen soğuk değil, karanlık hiçbir zaman kalkmayacaktı çünkü o kız karanlığın bazen insanlar olabileceğini çok küçükken, oradayken öğrenmişti.

Bir de her şey yetmezmiş gibi Callisto'ya gittiği yerde etrafındakilerin onun açığını aradığını, en ufak hatasının ölümü olabileceğini söylemişti.

İmparatorluklar böyleydi. Özellikle Helefna gibi karanlık geçmişe sahip ve zoraki bir güçle kurulan, ilk imparatorun insanlara korkuyla boyun eğdirtip sonradan o baskı altında kalan zavallı insanlara halkım dediği bir imparatorlukta, Meyza'nın açığını aramaları çok normaldi.

Windfield'a bahşedilen gücün muazzamlığı sadece Helefna'da değil kalan tüm imparatorluklarda da biliniyordu. Kendi ordusu oluşu bir yana, Helefna'dan bağımsızlık almış özerk bir bölgeydi ve bu gerçek kendi ülkelerinde onlarca orospu evladının gözlerini onlara çevirtiyor olmalıydı.

Sonuçta güç kimde olursa olsun, onu her zaman sahibinden çalmak isteyenler ya da kıskananlar olacaktı. Hoş, tüm bu soyluluk ünvanları ve toprak zırvalıkları olmadan bile Sima, kıskanılacak bir kadındı. Sadece güzelliği için değil. O kadının her şeye rağmen ruhu parlıyordu ve bu da yalan değildi. İnsanlar, kendilerine ait olamayacak ışığı her daim söndürmek isterlerdi.

Bunların haricinde Sima, henüz tam olarak kullanmayı bilmediği gücün potansiyelinin farkında değildi ve o gücün söz konusu olabilecek etkilerini de bizim bilmediğimiz aşikardı.

Neden korktuğunda elini göğsüne götürüyor, her seferinde elleri ve teni buz kesiyordu?

Neden cıvıl cıvıl dolaşmasına ve deli gibi aşık olduğunu iddia etmesine rağmen hissettiği en ufacık bir şefkat parçası gözlerini tereddütle dolduruyordu?

Neden geldiği günden beridir bir an bile aklımdan çıkmıyordu ve en önemlisi... Meyza neden adının Sima olduğunu söylüyordu?

"Zihnimde başka birinin anıları var." Demişti titreyerek ağlarken. O gün nefesinin nasıl kesildiğini, korkudan ne hale geldiğini görmüştüm. Siktiğimin gecesini unutmak mümkün değildi. "Rüyamda bile onun anılarını görüyorum bazen."

Yani geceleri onu ağlatan, mahveden şey sadece bir başkasının hayatı mıydı?

"Kendi anılarımla onun anıları birbirine karışıyor, Darien. Gerçeğin hangisi olduğunu unutmaktan, silinmekten korkuyorum. Anlıyor musun beni?" Demişti. "Bana kim olduğumu unutturma, Sima da de ara sıra."

Ama onun adı Sima değildi ve Kuzey'de de onun söylediğinin aksine Sima diye bir isim yoktu.

Bu dünyada öyle bir kelime hiç var olmamıştı.

Hazine ve çehre. Sima.

"İnanmak zorunda değilsin." Demişti ama sesi inan ne olur der gibiydi.

Söyledikleri, düşündüğünün aksine inanılmaz değildi. Bu dünyada önceki yaşamlarını gördüğünü iddia eden ya da bambaşka bir evrende kendisini gördüğünü söyleyen yüzlerce insan vardı. Antik kitaplar eksikti ancak hatalı değildi. Her ruhun bir geçmişi, her ruhun sahip olduğu bir yansıması vardı.

Bazen bu bağ öylesine güçlü olurdu ki ikisi de birbirinin acısını görür ve aslında çok da farklı olmadıklarını anlarlardı. Çünkü bir yaratılan ruhların kaderleri ya aynı olur ya da sonları birbirine benzerdi.

Bunları bize çok küçükken öğretirlerdi. Helefna ile Karilya aynı teolojik eğitimi veriyordu ancak Sima, nasıl oluyorsa hepsinden habersizdi.

Habersizdi ve söylediği gibi, yansımasının hayatını izliyor olabilirdi. Kendininkiler yetmezmiş gibi kendininkilere benzediğini söylediği o acıları yeniden hissediyor da olabilirdi. Ancak bu nedenlerden hiçbiri neden kendi adını unutmaktan korktuğunu açıklamazdı.

Sima'nın yarım yamalak uyduğu ve bazen yakınına bile uğramadığı görgü kuralları, kendi kendine mırıldandığı bilinmez kelimeleri, elimizdeki raporlardan tamamen farklı oluşu göz önüne alındığında, insanın aklında tek bir soru canlanıyordu.

Meyza, Sima adındaki birini rüyalarında görüyor, onu unutmak istemiyor muydu; yoksa Sima, Meyza'nın yerine geçmiş, kendini unutup geçmişi hatırlamaya başlayan başka biri miydi?

Durun vahamiyetine acı acı bile olsa gülümseyemedim çünkü beni bile şaşırtan tek isteğim, Sima'nın hangi hayatta daha az acı çekmişse onu yaşamış olmasıydı.

Pencereden ona bakmaya devam ederken, elindeki çiçekleri hafifçe indirdi ve sanki ilk defa hissetmiş gibi kafasını kaldırdı. Göz göze geldiğimizde şaşkınlıkla geriye doğru bir adım atıp her zaman yaptığı gibi kar yağmış gibi duran beyaz kirpiklerini kırpıştırdı. Dudaklarını şaşkınlıkla açık tuttuğu birkaç saniyenin ardından, yüzünde bir şekilde ezberlediğim gülümsemesi can buldu. Kaşlarım sanki bu bir alışkanlıkmış gibi çatıldığında, saniyeler öncesinde öfkeden göğsümü kırıp geçen kalbimin atışları kendine çok farklı bir ritim buldu.

Ne olduğu da olacağı da sikimde değildi. Bu kadın ne olursa olsun gülümsemeye devam etmeliydi.

MEYZA'NIN ANLATIMINDAN

Masada oturup somurtarak kollarımı birbirine bağladığımda Anfia bana bakarak gözlerini devirdi. "Meyza..." Dedi elindeki kitabı hafifçe indirirken. İçine çektiği nefesi bıkkınca üflemeyi de ihmal etmemişti. "Neden buradasın?"

"Yalnız kalıp daha çok yabanileşme diye." Dedim ben de onu başımdan savar gibi. Sarı gözleri irrite olmuş bir şekilde kısılırken çilli burnunu kırıştırarak cevap vermeyi yersiz görmüş olacak ki bakışlarını yeniden kitabına çevirdi.

Hayır bari güzel bir şey okusaydı. Antik tarih bilmem ne kadim cart curt teoremleri. Okuyordu ama kendi yüzünde bile bundan zevk alır bir ifade yoktu. Kitabın kalınlığına bakarak gözlerimi üstüne kilitlerken sıkılarak sıcak çikolatan bir yudum daha aldım. Akşamını buna ayırması çok dokunaklıydı.

Anfia ise ona baktığımı bildiğinden yerinde kıpırdandı ancak bu kez sesini çıkartmadı ya da ters bir bakış atmadı. Bence alışıyordu bana. Beraber alışveriş yaptığımız günden beridir, özellikle son üç gündür, sürekli yanındayım. Kahvaltı için yanına geliyor, akşam yine yemeğinde dibinde bitiyordum.

Huzursuz göründüğü doğruydu ancak sivri dilini eskiye göre biraz daha kontrol altında tutuyor ve ona anlattıklarıma boş gözlerle baksa bile hiçbir hikayemi bölmüyor, hepsini dinliyordu. Genellikle ona alakasız şeyler hakkındaki yorumlarını anlatıyordum ve bazen bana karşılık verdiğinde tartışıyorduk ancak sorun yoktu. Tetikte olsa da yanında durmama izin veriyordu. Bence zevk de alıyordu da... Neyse.

Bunun haricindeyse Darien, üç koca gündür yoktu.

Hayır, normalde onu gün içinde zaten fazla görmezdim ancak o, artık geceleri de odaya gelmiyordu. Ya da geliyorsa da ben uyumuş oluyordum ve onu yine görememiş oluyordum. Dün gece sabaha kadar gelmesini beklemiştim ancak güneşin doğmasına yakın bir anlığına gözümü kapattıktan sonra uyuya kalmıştım. Bu dirayet şaka mıydı?

Onunla en son konuştuğumuz zaman, Batı'da resmi bir davet vereceğini söylediği ve bu kararından vazgeçmeyeceğini bana bakışlarıyla gösterdiği zamandı.

Aileen'in buraya gelecek olması beni biraz sarsmıştı, kabul ediyorum. Sonuçta Darien... Sadece Aileen'e aşık olması için yazılan ikinci bir karakterdi. Kendi hikayesinin sonu bile yoktu.

Romanın akışını ne derecede değiştirdiğime gelirsek, bunu sadece tahmin edebilirdim çünkü büyük resme bakmak için elbette ki geriye doğru çekilmek lazımdı. Bense henüz geriye doğru adım atabileceğim bir alana sahip değildim. Belki de o alana en çok sahip olacağım zaman, Aileen geldiği zaman olacaktı. Bilmiyordum, lakin kesinlikle kelebek etkisinden haberdardım.

Sonuçta ben Batı'ya adım attığım andan itibaren bu hikayenin bir kötü kadını yoktu. Kötü kadının olmaması, Aileen'in acı çekmesine gerek kalmadığı ve Aileen ile Elijah'ın aralarında hiçbir engel olmayacağı anlamına geliyordu. Darien'se burada benimleydi ve bu toplantı sayesinde Helefna'ya elçi olarak gitmek zorunda kalmayacaktı.

Darien Batı'da olduğu müddetçe toprakları güvende demekti. Kardeşi veya İmparatoriçe, Darien uzaklaşmadan hiçbir halt yapamazlardı. Zaten ben de Darien'in buradan ayrılmasını en başından beridir istemiyordum ve bu davet otomatik olarak 'onu oraya gitmekten nasıl vazgeçiririm?' sorununa çözüm olmuştu. Böylesi daha güvenliydi.

Hem mayısa kadar daha neler olacağını kim bilebilirdi Tanrı aşkına?

Darien belki bana aşık değildi ancak artık bana karşı bir ilgisi olduğunu biliyordum. Hatta bilmekten öte hissediyordum. Parlak sarı harelerinde bana bakarken oluşan sertlik son zamanlarda yoktu. Aksi tavırlarına son vermiş, kollarını bana açmasa bile benim yaptıklarıma müsaade etmeye başlamıştı. Kararını verdikten sonra odaya gelmemesini saymazsak birlikte uyumamıza bile karşı çıkmamıştı. Aynı odada kalıyorduk. Kısmen.

Çoğunlukla yaptıklarımla veya söylediklerime dalga geçiyor, gözlerini de deviriyor, laf sokuyor ya da benle zıtlaşıyor olsa da bunu da baştaki gibi sertçe yapmıyordu Darien.

Artık gözleri üzerimde daha çok oyalanıyor, yüzüme hep dikkatle bakıyordu. Başta bunu yalan söyleyip söylemediğimi anlamak veya şüpheli davrandığımda beni anlamak için yapsa da şimdi, bir şekilde aynı değil gibiydi. Yine düşünceli bakıyordu ancak gözlerinin takıldığı yer çoğunlukla gülümseyişlerimdi.

Onunla flört etmeye çalıştığımda beni başından savmıyordu ve hatta en son karşılık bile vermişti.

Belki mayıs gelene dek... Severdi de beni.

Sevmeme ihtimalini de göz ardı edemiyordum tabii ama en azından Darien, bir kadınla nişanlıyken bir başka kadınla sevgili olacak bir adam değildi. Olur da aramızdaki her şey anlamsızlaşır ve yazıldığı gibi Aileen'e aşık olursa aramızdakileri düzgünce bitirir, bana zarar gelmesine izin vermeden söz verdiği gibi beni yollardı.

Aileen'e aşık olması fikri, nasıl oluyorsa kalbime beklediğimden daha büyük bir sancının saplanmasına neden olduğunda yüreğim sıkışır gibi hissettiğimden elim sessizce göğsüme gitti.

Kaşlarım çatılırken bu tatsız his karşısında dudaklarımı da birbirine bastırdım.

Bugün Darien'i görebilmiştim. Sabah bir anlığına, birkaç saniyeliğine olsa bile. Penceredeydi.

Bana bakıyordu.

Haberim yokken beni izleyip izlemediğini bilmiyordum ancak o an gözlerinin o an özellikle bende olduğunun farkındaydım.

Bu düşünce beni biraz yatıştırdı.

Ayrıca bu kadar fazla neye çalışıyordu bu adam? İmparatorluk ailesi saçma sapan bir sorun falan mı çıkartmıştı? Darien'in çalışma odasına girmeme de izin vermiyorlardı ancak Darien bugünün sonunda da ortaya çıkmazsa o odaya sahiden dalacaktım.

Görmezden gelemediğim bir diğer gerçek ise o gün Darien'in Callisto ile birlikte ortadan kaybolmasıydı. Callisto hiç şüphesiz benim söylediklerimi ona anlatmıştı ve belki Darien'in benim hakkımda olan düşünceleri büyük ölçüde yön değiştirmişti ancak iş yüzünden değil de benden kaçtığı için benden uzak duruyor olma ihtimali neydi?

Öğrendikleri yüzünden, benle yüzleşemiyor olabilir miydi?

Meyza'nın geçmişi Callisto'nun özellikle bilmesi gereken bir şeydi çünkü beni Meyza'nın hareketleriyle yargılayacaksa bunu hikayenin tamamını bilip yapmalıydı. Ona bunları söylediğim için pişman değildim.

Yine de bu garip bir histi çünkü Meyza, muhtemelen bu geçmişi kimseye anlatmamıştı. Elijah'ın bildiğine dair bir işaret bile yoktu ve kaldı ki ben de anıları rüyamda gördüğümden biliyordum o cümlenin açılımını.

Tanrı biliyor ya, Meyza'yı tanımak beni paramparça ediyordu.

Darien'in de beni mahveden bu geçmişi bilmesiyle alakalı bir sıkıntım yoktu. Benden dinlememişti ancak benimle alakalı en büyük sırrın ne olabileceğine dair en azından bir fikri olmalıydı.

Düşüncelerim arasında boğulmak yerine pencere kenarındaki, siyah elbisesinin altındaki bacaklarını kendine çekmiş Anfia'ya baktım. Odaklanmış bir ifadesiyle göz bebekleri hızlı hızlı hareket ediyor, sanki nefes bile almıyordu. "Kitapları kendin mi getirdin burada kütüphaneden mi aldın?" Diye sordum uysal bir sesle.

"Niye soruyorsun?" Diye sordu o da gözleri yavaşça bana çevrilirken.

Omuz silktim. "Ben de kütüphaneye gittim ancak kitapları pek fazla kurcalama fırsatım olmadı. Ordaki tüm kitaplar elindekiler gibi mi yoksa güzel romanlar da var mı?"

"Karilya'nın en büyük ikinci kütüphanesi burada, Meyza." Dedi Anfia tane tane. Suratında hafif bir gurur ifadesi belirmişti. Sarı hareleri altın tonunda ışıldıyordu. Batı'yla gurur duyması... Abisini seviyordu çok bu kız. "Elbette roman var." Diye devam etti hafifçe dudağı kıvrılırken.

Dik dik yüzüne baktığımda 'ne var?" dercesine gözlerini kıstı. "O halde ne diye o sıkıcı şeyi okuyorsun?" Diye sordum sonunda.

"Kendimi geliştiriyorum." Dedi muazzam bir hızda kaşları çatılırken.

"Pekala geliştirmeye devam et." Dedim ben de gözlerimi devirerek. "Eğleniyorsan ne güzel. Ancak sana da kitap getireceğim. Çünkü seninkileri okumaktan beynin sulanmış gibi duruyor."

"Hiç zahmet etme." Dedi alayla. "Abuk subuk bir şey getirirsin sen, bilmiyorum sanki."

"Romantizm kitabı hiç okudun mu?" Diye sorduğum anda çilli suratını buruşturdu.

"Kalsın Meyza."

"Buradayken ben de hiç okumadım aslında." Diye mırıldandım ayağa kalkarak geniş salonun içinde dolanmaya başladığımda. "Güzellerdir umarım."

Kitabın içinde yazılan kitap düşüncesi sırıtmamı sağladığında Anfia hareketli halime sessizce baktı. Gözleri turuncu elbisemde dolanırken iç çekti ve kitabını kenara koydu. Sessizleşirken kitabı kenara koymasına şaşırmıştım çünkü sabahtan beridir ona yapışık haldeydi.

"O gün ne diye önüme atladın?" Diye sordu lafı dolandırmadan, aniden.

Heh, ben de nerede kaldık diyordum.

"Ne yapacaksın?" Dedim kaşlarımı kaldırırken. "Sonuçta ne dersen diyeyim sizin gözünüze girmek için yaptığımı falan düşüneceksin." diye umursamazca devam ettiğimde biraz sessiz kaldı ve kafasını kenara eğdi. Ciddi bir ifadeyle beni izlemeye devam ediyordu sarı hareleri.

"Aslında senin hakkında farklı şeyler düşünmeye başlamadım değil." Dedi neredeyse ağzının içinde mırıldanarak. Bunu söylemesini gerçekten beklemediğimden ister istemez şaşırırken salonun içinde yürümeyi keserek duraksadım. "Ne gibi?" Diye sordum uysalca.

"Sadece aptal olma ihtimalin çok yüksek." Şaşkınlıktan havaya kalkan kaşlarım çatılıp dudaklarım aralanırken, alaylı ifadesine gözlerimi kısarak baktım. Gerçekten ciddi bir konuşma yapacağımızı sanmamı geçtim, resmen bir şeyleri çoktan düzeltmiş olabileceğimi düşünmüştüm. Heyecanlandırmıştı beni boşuna aptal kadın!

Sırıtmasının büyümesi öylece yanına ilerlememi sağladı. Hemen sonrasında oturduğu geniş divandaki yastıklardan birini almış ve o ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi beni izlerken yastığı hızla kafasına geçirmiştim.

Hatta, hızlı bir hamleydi bu. Anfia beklemediği atak yüzünden koltukta devrilmiş ben de o dehşet verici bir öfkeyle bana bakmaya başlamadan önce bir kere daha aynı yastıkla yüzüne geçirmiştim.

"Kaçık kadın!" Diye bağırdı Anfia bir yastığı tuttuğu gibi yüzüme savururken. "Aptalların beyni az da olsa çalışır, sen de o da o da yok. Düpedüz beyinsizsin!"

"Ya sus ulan, sus!" Dedim birbirimize gerçekten yastıklarla vurmaya başladığımızda. Chelsie "Leydim!" Diye sesleniyordu ama ikimizden birini tutmaya çalışmıyordu, Alvin'se her nedense kapının önünde boş gözlerle bize bakıp odanın dışına çıktı.

"Ulan ne demek?!" Diye cırladı Anfia, bu savaşın ortasında. "Küfür mü ediyorsun bana?"

"Sen küfür duymamışsın!" Diye karşılık verdim ben de. İkimizin de yüzü kızarmıştı ve kollarım ağrımaya başlamıştı. Ara ara koltuğa devrilip kalkıyorduk ve karmaşa sırasında Anfia'nın kitabından bazı sayfalar yırtılmıştı. Ayrıca beyin sarsıntısı da geçiriyor olabilirdim. Eli hiç de hafif değildi. Prensesmiş.

Yemin ederim elimde olsa kan testi falan yaptıracaktım.

İkimiz de birbirimizi ölçüp tartarak durduğumuzda, yastıklar hala elimizdeydi ve ben de kızarmış bir boğaya benzediğime emindim ancak Darien ve Callisto o an içeri girmeyi tercih ettiler. Zaten üç gün içerisinde elbette ki Darien şimdi beni görecekti. Başka ne zaman olabilirdi. Güzel göründüğüm herhangi bir an mı?

Daha neler Sima...

"Birbirinizi boğmaya karar verdiniz yani sonunda?" Dedi Darien, bize doğru sakince yaklaşırken. Callisto, Anfia'nın kızarmış yüzüne ve elindeki yastığa bakıp kaşlarını kaldırdığında yeşil gözlerine anlık şaşkın parıltılar yerleşti ve onun arkasına geçip kanepede sabit durmasını sağlayacak şekilde omzuna elini attı. Diğer eliyle de Anfia'dan yastığı alıp bir kenara koymuştu. Kontrolcü hali Anfia'nın kaşlarının daha çok çatılmasını sağlamıştı.

Darien, yanıma geldiğinde göz teması kurmadan o da benim elimizdeki yastığı aldı ve sonradan bana bir bakış atarak kafasını kenara eğdi. "Yastık savaşı?" Dedi ciddi misiniz der gibi. Bakışları tokalardan biri çıkmış beyaz saçlarımda, kızarmış yüzümde ve en son gözlerimde dolandı.

Anfia hafifçe utansa da gözlerini kaçırmadan Darien'e baktı ve "Meyza başlattı." Dedi sadece.

Darien'in parlak sarı harelerinden ne olduğunu anlamadığım bir ifade geçti ve "Aksi mümkünmüş gibi..." Diye konuştu mırıltıyla. Bir prensesle bir düklüğün varisinin birbirine yastıklarla girişmesine şaşırmış gibi bile durmamasının yanı sıra, üstünde anlamsız bir sakinlik de var gibiydi.

Kaşlarım kendiliğinden çatıldı, çünkü bu adamı sadece üç gündür görmüyor olmama rağmen ne kadar özlediğimi fark etmek beni biraz sarsmıştı. Ya da o özlemin yüreğimin göğsümün üstüne doğru çöküyormuş gibi hissettirmesi huzursuz etmişti beni, bilmiyorum.

Ellerimden ufak karıncalanmalar geçti. Kollarımdan ve parmak uçlarımdan.

Bir tür çekim... Bir tür çekim vardı içimi titreten.

Darien, çatık kaşlarıma bakıp sessiz kalarak o da benim gibi yüzümü inceledi. O çekimin yoğunluğunu taşıyan mavi harelerime dikkatle baktı.

Gözlerinin altında koyu halkalar vardı ve gözlerinin beyazına ise adeta kan çökmüştü. Alnına dökülen simsiyah saçları bugün dağınıktı. Gücünden bir şey kaybetmiş gibi durmasa da bu uykusuz hali kalbime değişik bir sancının yerleşmesini sağladı. Ne diye bu kadar uykusuz kalmıştı sanki?

Gözlerine yazık değil miydi?

"Aptal!" Dedim Darien muhtemelen alakasızca dolmuş gözlerime şaşkınlık ve dehşet içerisinde bakarken "Sim-"

Sonra kanepeden atlayıp, beklemeden kollarımı Darien'e sıkıca doladım. Callisto ve Anfia'nın, hatta Chelsie'nin bakışlarını üzerimde hissetsem de bu umurumda olmadı ve kollarımı elimden geldiğince daha da sıkı sardım ona. Aramızdaki boy farkından dolayı boynuna değil gövdesine sarılıyor olsam da kafamı göğsüne yaslamıştım ve tanıdık koku ciğerlerime dolup zihnimdeki kaosu dindirirken Darien, ani çıkışıma olan şaşkınlığını bırakmıştı. Anlık da olsa kaskatı kesilen bedeni normal haline döndüğünde beklemediğim şeyi yaptı ve hafifçe eğilip bana yardımcı oldu. Gözlerim kocaman açıldığında, Darien sakince benim yaptığım gibi, bana sarıldı.

Hem de sıkıca sarıldı. Gerçekten.

Ellerimi karıncalandıran o his bu yakınlığın bile yeterli olmadığını zihnimin bir taraflarından bana fısıldıyordu ancak kulağımın altında Darien'in kalp atışlarını az çok da olsa duymam, o sesleri bastırmıştı.

Darien, bana sarılırken dikkatliydi. Büyük eli hafifçe sırtımda beni rahatlatmak ister gibi gezindi. İçim, şaşkınlıkla olsa da büyük ölçüde bir rahatlamayla çalkanırken Darien kulağıma doğru eğildi. "Bir şey mi oldu Sima?" Diye sordu yumuşak bir ses tonuyla. Neredeyse... Şefkatle. Sanki ona bir sorun olduğunu söylersem o sorunun kaynağını ortadan sonsuza dek kaldıracakmış gibi güven veren bir şekilde sormuştu bunu. Gözlerimi kırpıştırırken geri çekilmek istemediğim için sadece kafamı geriye attım ve başımı iki yana salladım iyiyim dercesine.

"Özledim sadece." Dedim, gerçeği saklamazken, içimden geldiği gibi. Yine de sesimde ani duygusallıktan oluşan hafif bir çekince vardı.

Darien, ben de seni özledim gibi bir şey demedi ancak kaşlarını çatmadı da. Sadece düz bir ifadeyle, dikkatlice yüzüme baktı. Gözlerimin içine en çok. İç çektim kafam hala gerideyken. Sebebimi duyduktan sonra beni bırakmaması da bir gelişmeydi bence. Hala sıkıca tutuyordu. "Üç gün çok uzun bir süre..." Diye devam ettiğimde, parlak sarı harelerini kapatıp açtı ve dedi ki; "Haklısın." Yutkundu sonra. Sarı harelerden ne olduğunu bilmediğim tonlarca karmakarışık ifade geçti. "Üç gün... Uzunmuş sahiden."

Sonra...

Sonra kalbim durdu herhalde.

Geçirdiğim şok yüzüme yansımadan önce kaşlarımı kaldırdım. Beni mi özlemişti? Şimdi sen beni mi özledin diye sorsam sadece yüzüme bakıp susacaktı, ama beni mi özlemişti?

Yani benim onu özlediğim gibi miydi?

Elimde olmadan kocaman gülümserken yüzüne neşeyle baktım. Yemin ederim o an kalbim şarkısında onun adını mırıldanıyordu. "Umarım artık işlerin bu kadar yoğun olmaz." Dedim ve beni dikkatle tuttuğu kollarının arasından çıkarken, gülümsemem daha da büyüdü. Darien'in kaşları anlamadığım bir şekilde çatılacak gibi olsa da bunu yapmak yerine gülümsememe baktı dikkatle. "Bu kadar uzak kalma bir daha benden." Dedim yerimde dans etmek isteyen bir halde ve sonra olayları ağzı açık, fakat gözlerinde değişik yumuşak bir ifadeyle izleyen Anfia'yı pas geçerek çiçek taçlara koştum.

Aynı anda daha iyi görünmek adına saçımdaki diğer tokayı da çıkartıp beyaz saçlarımı biraz ellerimle taramaya çalışmıştım.

Taçları elime alıp yeniden Darien'in yanına geldiğimde, Darien bu sefer kaşlarını çattı. Tahmin edilebilir bir tepkiydi. Sırıttım ve sarı çiçeklerden oluşan çelengi parmaklarımın üstünde durup uzanarak hızlıca kafasının üstüne koydum. Darien "Tahmin etmeliydim." Gibi bir şey mırıldanarak elini kafasına doğru götürdüğünde "Senin için yaptım!" Dedim hızla, gözlerimi de kocaman açarak.

Taksındı bir zahmet, beraber bahçeye gittiğimiz günden beridir bu görüntüyü hayal ediyordum!

Anfia olduğu yerde donakalmış, abisinin kafasında çiçekler olan görüntüsüne bakıyordu. Callisto'nun yeşil harelerinde dehşete düşmüş fakat gülmek ve gülmemek arasında gidip gelen bir ifade belirmişti. Darien çatık kaşlarıyla bana baktı ama eli havada kalmıştı. "Sima." Dedi huzursuzca. Gözleri kısıldı. "Göreceğini gördüğünü umuyorum."

Anfia kahkaha atmaya başladığında zihnim sesleri ayırt edebilmede fazla iyi bir iş çıkartmıyordu çünkü tüm dikkatimi Darien'e vermiştim. Rönesans dönemi tablolarından daha etkileyici bir görüntüydü bu. Asıl bunu çizmelilerdi. Biri ressam ya da heykeltraş çağırsındı.

Darien, çiçeği kafasından çıkartmadan önce bana birkaç saniye müsaade etti. Bugün şaşırmadığım şekilde üstünde yine siyah bir pantolon, kahverengi deri kayışlar ve birkaç hançer, üstündeyse kalın kumaş bir gömlek vardı. Pelerin takmamıştı. Saçları dağınık, bakışları uykusuzdu ama çok güzeldi, gerçekten. Çiçekler Darien'in göz rengiyle aynı olduğundan uyumlulardı da. Özellikle o gün dikkatimi çeken çiçekleri kullanmıştım.

Callisto karmakarışık bir ifadeyle Darien'i incelerken diğer çelengi kendime gelerek Anfia'nın kafasının üstüne bıraktım ve bu onun gülmeyi anında kesmesini sağladı. "Neden uğraştın bunlar için?" Dedi sakinleşirken, anlamazca. Darien gibi kafasından çıkartmaya çalışmadı çelengi.

Zaten Darien, Anfia'nın çiçekleri sevdiğini söylemişti.

"Yakışır diye." Dedim omuz silkerek. Anfia sessizce gözlerimin içine baktı ve gözleri kısılırken "Teşekkürler o halde." Dedi mırıltıyla.

"Aman Tanrım, ricalar." Dedim ben de ve Darien alayla gözlerini devirirken Anfia omzuma hafif bir yumruk attı yüzünü buruşturarak. "Aptal kadın."

Bu kadının sevgi dili de bir garipti de bir şey demeyecektim.

Callisto ile göz göze geldim. Elimdeki son çelengi gülümseyerek kendi kafamın üstüne koyduğumda "Eksik olmuş bunlar ya..." Diyerek duraksadım ve Callisto'nun ifadesiz harelerine bakarak göz kırptım. "Şaka şaka. Sana yapmamıştım. Alınma. Yakışmaz diye." Callisto soğuk bir ifadeyle gözlerini devirdiğinde Anfia'nın gözleri kısılmıştı çünkü böyle davranmamın muhtemelen bir sebebi olduğunu biliyordu.

Sorarsa söylerdim. Umarım bana sorardı.

Arkamı döndüm ve çiçeği çıkartmış elinde tutan Darien'le göz göze geldim. "Neyse." Dedim Anfia ve Callisto'ya bir bakış atarak. Sormadan Darien'in boştaki elini tuttuğumda, "Bugün bizsiz devam edin."

Anfia kızıl saçlarını eliyle geriye atarken beni şaşırtarak nereye diye sormadı. Belki de ne yapacağımı anlamıştı, bilmiyorum. Callisto da sessizce yüzüme baktı fakat aynı Anfia gibi bir şey söylemedi. Belki o da amacımı anlamıştı. Sonuçta kendini sherlock falan sanıyordu.

Darien herhangi bir tepki vermediğinden, ona bakmadan odamıza kadar sürükledim.

"Salonun dışında konuşsaydık da duymazlardı." Dedi sonunda, odaya girdiğimizde.

"Konuşmak için gelmedik." Dedim ben de sakince ve Darien kaşlarını kaldırdı. İmalı bir sesle "Sima-" Dediğinde omzuna vurdum. "Uyumak için geldik."

Darien, bunu onun uykusuzluğundan ötürü yaptığımı anladığında duraksadı ve gülümser gibi olan ifadesi silindi. "Üstünü giy." Diyerek kendi geceliğimi aldım ve banyoya koşturdum. Çok sürmeden beyaz uzun kollu saten geceliği giymiştim. Tanrı'ya şükür odanın içi sıcacıktı.

Banyodan çıktığımda Darien'in üstünde önü iplerle bağlamalı siyah ince üstü vardı ancak hala yatakta değildi. Kaşları çatıktı. Yatağın örtülerini kaldırıp içine girdim ve yanıma gelmesi için yatağa iki kere pat pat vurdum.

"Gerek yok şimdi uyumaya." Diye konuştuğunda, "Seni özledim." Dedim aniden. "Uyumayacaksan da biraz yanımda dur."

"Üç gün şu açık sözlülüğünden hiçbir şeyi alıp götürmemiş anlaşılan."

"Senin de ketumluğundan."

"Ketum değilim ben." Dedi kaşlarını çatarak. "Ne sordun da cevap vermedim?"

"Aynı kara kediler gibisin." Dedim ben de onu takmadan. "Gözlerin de bir andırıyor zaten."

"Uğursuz mu diyorsun bana?" Dedi dalga geçercesine. Sonra yatağa gelip yanıma uzandı ve farkında mıydı bilmiyorum, damarlarımdan geçen kan sanki elektriklenmeye başlamış, kalbim birkaç küçük kıvılcımla alev almıştı. Gerçi bunun nasıl farkında olacaktı?

Darien'in yakınlığı bu derecede tehlikeliydi işte. Buna rağmen insan o şimşekler yüreğinin her yerinde çaksın istiyordu, kül olacağı anlamına gelse bile.

"Uğursuz değil, sessiz, içine dönük bir şeysin diyorum." Dedim kalp atışlarım titrese de yüzüme yansıtmadan hafifçe gülerek. Yan döndüğünden direkt birbirimize bakıyorduk. Bakışlarını gözlerimin içinde dikkatle gezdirdi.

Güçlükle yutkundum ancak gülümseyişim silinmedi. "Bana soracak bir şeylerin var, değil mi?" diye sordum neredeyse mırıldanarak.

Darien yüzüme daha önce hiç görmediği bir şeyi izlermiş gibi bakıyordu. Anlamak ister gibi. İçimi açıp bakmak, bakıp da her şeyi görüp çözmek istiyor gibi. "Ben sana bir şey sormayacağım." Dedi bir tutam saçımı parmağına dolarken. Nefesimi tuttum. "Sen hazır olduğunda bana her şeyi anlatacaksın, Sima..." diye devam etti ve gözlerinin içine baktım. Aynı anda tuttuğum nefesi de bırakmıştım.

"Hiç hazır olmazsam ne olacak?" Diye sordum şüpheyle, gözlerim kısılırken.

"Bir şey olmayacak." Dedi bana bakmayı keserek yan dönerken. O artık tavana bakıyordu ama benim gözlerim hala ondaydı.

"Yani... Niye geldin, nasıl geldin, amacın ne söylemezsen kovarım diyen birine göre iddialı bir laf." Dudakları kıvrıldı hafifçe.

"Uykum yok." Dedi sonrasında alakasızca. Ses tonu düzdü ve alaylı gülümseyişi kaybolmuştu.

"Daha neler?" Dedim kaşlarımı çatıp doğrulurken ona dik dik bakarak. Gözleri bana çevrildi.

Gözlerinin içi kan çanağıydı, göz altları geçmişimden daha koyu halkalarla süslenmişti ve uykusunun olmadığını mı iddia ediyordu?

Yoksa uykusu olmadığından değil uyuyamadığından mıydı? Bundan önce de günde sadece birkaç saat uyumuyor muydu? Uykuya dalmakta falan mı sıkıntı yaşıyordu ki?

"Gerçi biraz efor harcarsan da uykun gelebilir." Dedim alay ederek. Aslında planım biraz boş yapıp onu sıkarak uyumasını sağlamaktı. "Hazır yataktayız da." Diye devam ettim eğlenerek.

"Öyle mi diyorsun?" Dedi kaşları havaya kalkarken. Sanki gerçekten ilgisini çeken bir teklif duymuş gibi bana doğru dönüp baktığında sarı harelerinde de ilgili bir parıltı vardı. Gözlerim kısıldı.

"Yine de böyle şeyler söylemeden önce sana korkması gerekenin kim olduğu hakkında bir daha düşünmeni söylemiştim." Kafamda yankılanan birkaç gün önceki Darien'in sesiydi.

Kalbimin ritmi biraz yolundan şaşarken dilimi dudaklarımın üstünden geçirdim ve Darien'in bakışları saliselik olarak dudaklarıma değdi. Yatakta biraz kayarak yüzlerimizi de yakınlaştırdığında, Tanrı şahidim, nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırırken "Anlatsana biraz..." Dedi tepkimden keyif aldığını açıkça belli ederek, alayla. "Nasıl efor harcayabiliriz yatakta?"

Ne diyordu buradaki insanlar... Bilmem ne kutsal ışık aşkınaydı, tanrıçalar ve lanetli ormanların falan da aşkınaydı... İmdattı imdat!

Yakınlığımız, zihnime doğru düşünmemi engelleyecek bir sis perdesi indirirken yavaşça yüzüne baktım. Dudağı eğlenceli bir şeyi izliyor gibi güzelce kıvrılmış, sark hareleriyle kısılmıştı. Siyah dağınık saçları alnına gelişigüzel dökülüyordu ve bakışları biraz... Biraz akıl donduruyordu. Aslında şakasına onunla flörtleşdiğimi bilse bile bana takılıyordu. Üç gündür doğru düzgün uyumayan birinin konu buraya gelince enerjisine kavuşması da ayrı ilginçti.

Dudaklarımı birbirine bastırdığım kısa bir anın ardından meydan okumasını kabul ettiğimi belli eden bir ifade gözlerime oturdu. Darien o ifadeye bakarken tehlikeli gülümseyişi büyüdü ve "Gösterebilirim?" Diye fısıldadım ben de onun gibi gülümseyerek.

"Görmek isterim." Dedi o da geri çekilmek yerine. 'Meydan senin' diyordu yani.

Neyi göstereceksin Sima pardon?

Kendime olan yersiz güvenim kaybolmadan önce yatakta tamamen doğrulup oturarak iç çektim ve Darien'e baktım. Beklentiyle kaşlarını kaldırsa da hiçbir şey yapamayacağımı bilir gibi bakıyordu. Sarı harelerinde titreşen alaycıl kıvılcımlar vardı. Gözlerine dikkatle baktığım kısa bir anın sonrasında, okuduğum tonlarca romantizm kitabına güvenerek, biraz kalbim duracakmış gibi hissetsem de hızla, duraksamadan Darien'in üstüne çıktım.

Utanmanın hiç sırası değildi çünkü mantıklı düşününce bu benim şansımdı! Darien madem bana meydan okuyor, istediğimi yapmama izin veriyordu, birazcık yaramazlık sıkıntı olmamalıydı.

Darien, tam olarak kucağına oturduğumda kaşlarını tamamen havaya kaldırsa da eğlenerek aşağıdan bana bakmaya devam etti. Ne kadar ileriye gidebileceğimi görmek istiyor gibiydi. "Eee?" Dedi dilini dudaklarının üstünden geçirdikten sonra. Güldü. Derinden gelen sesi, yeniden duraksamama sebep oldu. "Bu muydu beni yatakta yapılacak aktivite Sima?"

Aslında, bu çok güzel bir oyun olabilirdi. Onun istediği gibi ne kadar ileri gideceğimi ya da gidemeyeceğimi gösterip onunla beraber gülebilir, eğlenebilirdim ve uyumadan önce güne gözlerimi sırıtarak kapatabilirdim. Ama şimdi, avuç içlerim Darien'in göğsünün üstündeyken ve ben onun kucağında oturuyorken, gerçeklik algım biraz değişmişti.

Darien'in kendine has erkeksi güzelliği... Biraz canımı acıtmaya başlamıştı ve bu çok anlamsızdı. Güzel şeyler acıtmamalıydı ve güzel hisler korkutmamalıydı. Değil mi?

Ama ben şimdi kalbim defalarca kez atarken yüreğime sancılar giriyor gibi hissediyordum ve açıkçası ödüm de kopuyordu. Beni irkilten şeyin ne olduğunu anlamak da çok güçtü. Bir gün uyanıp gözlerimi bu dünyada açamamak mı yoksa burada kalsam da hikayenin kendi sonuna ulaşması mı?

Ben kendi mutsuz sonumu bir kere yaşamıştım ama Darien'in başına gelecek kötülüklerle karşılaşması, işin sonunda kalbinin başka biri için atması değil kırılması ihtimali eskiye göre daha fazla parçalıyordu beni. Onun sarı hareleri hep böyle parlamalı, dudakları da bu şekilde kıvrılmalıydı.

Ona baktım. Öylesine değil derin bir şekilde. Aslında nadiren dağınık gördüğüm, alnına dökülen simsiyah saçlarına, ışığın altında parlayan buğday tenine, sert yüz hatlarına, kalın şekilli kaşlarına ve sık kirpiklerine. Elmacık kemikleri belirgindi ve her yutkunduğunda adem elması beni hipnoz etmek ister gibi hareket ediyordu. Dudakları dolgundu ve şekli kalemle çizilmiş gibiydi. Sol gözünün altında daha yeni fark ettiğim, küçük ve soluk kahverengi bir beni vardı. Gözleriyse altının binlerce tonunu taşıyordu ama işin aslında güneş rengiydi. Güneş kadar tehlikeli ve sıcak değil... Tehlikeli ve öldürücüydü.

Darien, sessizleştiğimi fark ettiğinde yüzündeki ifade düz bir hal aldı ve kollarımdan tuttu beni. O kötü hissettiğimi düşünüp beni kucağından atmadan önce "Darien..." dedim buğulu bir sesle. Sesimle duraksayıp sessizce gözlerimin içine baktığında devam ettim. "Öpebilir miyim seni ben?"

Darien, şaşkın parıltılar eşliğinde dudaklarını araladığında kaşları çatıldı hafifçe ve cevap da vermedi. Tepkisi gülümsememi sağladığında o da bunun kırgın bir gülümseyiş olduğunu fark etti ve bu, irkilmesini sağladı. "Özür dilerim-" dedim hemen, onu zorladığımı düşünerek kucağından inecekken ancak bu sefer kolumdan tutup beni durduran o oldu. "Sima-" dedi ve duraksadı. Gözleri yüzümde dolandı hızla. "Pişman olacağın bir şey-"

Gözlerim kocaman açıldı. "Seni öpmekten asla pişman olmam." Dedim ve o ne tepki vereceğini bilemez gibi dik dik yüzüme bakarken bu sefer gerçekten gülümsedim. Rahatlamıştım, çünkü beni reddettiğini düşünmek bile az daha kalbimi donduracaktı. Ya da paramparça edecek. Bilmiyorum. Önemi yoktu.

Hayır, önemi vardı.

Başka bir söylemedim, nasıl yaptığımı ve ne tür bir cesaretin içimi doldurduğunu anlamadan Darien'e doğru eğilip dudaklarına hızla bir öpücük kondurdum ve geri çekildim. Öyle hızlı bir hareketti ki tepki verme fırsatı olmamıştı. Kalbim gümbür gümbür atarken titreyen ellerim dudaklarıma gitti.

Hayal ettiğim onu bu şekilde öpmek değildi ancak heyecandan ölmediğime de şükürler olsundu. Dudakları beklediğimden daha yumuşaktı!

Darien, öylece bana baktı ve içten gelen bir sesle sarı gözlerini kırpıştırdıktan sonra güldü. Erkeksi ve derin gülüşü bugün yüreğimin sağ çıkamayacağı haberini verse de gözlerimin içine baktı sonunda. "Öpmek derken bundan mı bahsediyordun?" Dedi gülerek. "Sen buna öpmek mi diyorsun Sima?" Dedi gerçekten eğlenen bir bakışla fakat aynı zamanda merakla.

Kaşlarımı kaldırarak ona baktığım sırada ellerim hala dudaklarımın üstündeydi. Sonra, Darien şüpheyle duraksadı ve gözlerimin içine daha büyük bir dikkatle baktı. "Daha önce kimseyi... Öpmemiş olamazsın herhalde?"

Yanaklarıma doğru bir ateşin yükseldiğini hissederken bu sefer kaşlarımı çattım. Dudaklarımızı birbirine değdirip geri çekilmiştim ve o benim tecrübem olmadığını mı anlamıştı? Kendisi daha önce kaç kişiyi öpmüştü ki? Daha önce öpüşen kişiler sadece öpücük kondurup geri çekilemez diye bir kural mı vardı ayrıca?

Kim koyuyordu ya bu kuralları?

Cevap vermek yerine gözlerimi kaçırdığımda "Sen..." Dedi ve şaşkın bir solukla duraksadı. "Cidden bambaşka bir şeysin Sima." Dedi fısıltıyla ve sonrasında, ben bakışlarımı ona çevireceğim sırada yattığı yerden hızlıca doğruldu. Bir eli belimi öteki çenemi buldu ve göz göze geldiğimiz kısacık bir andan sonra dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Benim öylece donakaldığım birkaç saniyeden ve ne olduğunu idrak edebildiğim andan sonrasını tam olarak nasıl ifade edebileceğimi bilmiyordum. Darien'in dudakları benimkilerin üstünde yumuşakça hareket ediyordu ve ben de elimden geldiği kadar karşılık vermeye çalışıyordum. Kalbim her atışıyla birlikte o sönmeyecek gibi duran ateşi tüm kanıma karıştırmaya başladığında şaşkındım ve okuduğum tüm roman sahneleri beynimden silinmişti. Evet, tüm baş karakterler daima bunun ne kadar büyüleyici olduğundan abarta abarta bahsediyorlardı ama hiçbiri bir öpüşmenin akıl sağlığını yitireceğin noktaya getirdiğinden bahsetmemişti!

Ellerim, içgüdüsel olarak Darien'in boynuna dolandığında, hep yapmak istediğim şeyi yaparak bir elimi ense köklerindeki saçların içinden geçirdim. Gece karası saçlarının gözüktüğünden daha yumuşak olduğunu zaten biliyordum ama küçük tutamları elimle çekiştirirken bunu hissetmek başkaydı. Darien'in bu hareketimle öpüşürken sırıttığını hissettiğimde dilini alt dudağımın üstünden geçirerek belimi daha sıkı kavradı ve dudaklarım kendiliğinden aralandığında, dili ağzımdan içeri girdi.

Yumuşak öpüşü bu şekilde derinleşerek yavaş yavaş sert bir hal almaya başlamıştı ve kanıma karıştığını hissettiğim ateş şimdi sadece zihnimi eritmiyor hiç olmayacak yerlerin de kıvılcımlara karışarak yanmasını sağlıyordu. Darien, dilini ustalıkla kullanarak ağzımın içini her şekilde keşfederken çenemdeki eliyle yüzümü tutmaya başlamıştı ve bunun bile yeterli gelmediğini hissetmemi sağlayacak o his bir inlemenin dudaklarımdan dökülmesini sağladı.

O derinden gelen inleme sesinin benden çıkmış olması belki beni normal şartlar altında utandırabilirdi ancak o an sadece bedenlerimizin arasındaki mesafeyi umursuyordum. Darien, sanki bu düşüncemi duymuş gibi beni belimden bastırarak kucağında daha çok kendine doğru çektiğinde, beklediğimin aksine dudaklarımız ayrıldı ve ancak o zaman nefesimin tükenmek üzere olduğunu fark edebildim.

Gözlerimi aralayarak nefes nefese Darien'e baktığımda "Tahmin ettiğim gibi." Dedi kendi kendine, ağzının içinde mırıldanır gibi. Onun da göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu ve gözleri yüzümde dolanıyordu. Yüzümün yandığını hissetsem bile kaşlarımı kaldırdım. "Neyi?" Diye sorduğumda gözlerimin içine baktı. Sarı hareleri parlıyordu. Çok güzel parlıyordu ancak ilk defa fark ettim ki gözlerinin içindeki o yumuşak tını, benim içindi. Darien dudakları haylazca bir gülümseyişle süslendi. "Düşündüğümden daha tehlikelisin Sima ama..." Dedi gözleri kısılırken ve duraksayıp bakışlarını dudaklarıma kaydırdı.

"Ama ne?" diye sordum anlamazca ve Darien kafasını kenara eğdi. "Şu saatten sonra, ben senin için daha çok tehlike teşkil ediyorum, inan buna Sima." Dedi kısık bir sesle, kulağıma doğru.

Kısa bir anlığına duraksasam da "Yok öyle bir şey." diyerek alayla güldüğümde, Darien'in bakışları tam olarak şey der gibiydi. 'Görürsün'

"Ne alakası var?" Dedim gözlerim kısılırken. "Ben hep sana yakın olmak istiyordum. Bu nasıl tehlike?"

Darien gözlerini devirdi. "Senin yakın olmak istiyorum diyen sesin ben sana dokunana kadar çıkıyor, Sima." Dedi belimden tutup beni biraz kendine doğru bastırdığında ve gerçekten dediği gibi gözlerim açılırken sesim kesildi. Boynumdan yukarı doğru yükselen sıcaklığa rağmen kaşlarımı çatarak dik dik yüzüne baktım ve "Kibirli pislik." Diye homurdandım ağzımın içinde.

"Az önce-"

"Kibirli pisicik olduğunu söyledim." Dedim sevimlice gülümserken ancak elbette ki Darien bu söylediğimi yemedi. "Yalan söylemek hoş bir alışkanlık değil, kar tilkisi." Dedi ve alnımın ortasına hafif bir fiske attı. Ben yüzümü buruştururken "Dilinin ta en başında törpülemek lazımdı." Dedi ve sonra beni kollarımın altından tuttuğu gibi yatakta yanına koydu.

"Yerim güzeldi." Dedim homurdanarak, ancak Darien bana kulak asmadan yorganı üstümüze çekti. "Sabrımı sınama Sima." Dedi yastığa geri uzanırken. Birkaç saat önceki gerginliğin izlerinin yüzünden silindiğinin farkında olarak "Bana bugün hiç Meyza demedin." Dedim sessizce.

Bana baktığı kısa bir andan sonra gözlerini kapattı. "Dememi mi isterdin?"

"Hayır." Dedim kısık bir sesle. Sonra, yatakta yanına doğru yaklaşıp tam dibine girdim. Darien'se benim bir şey yapmama kalmadan kolunu üstüme atıp beni biraz daha kendini çekti ve çenesini kafama yasladı. Ben de gözlerimi kapattım.

Aslında biraz benden uzaklaşsa, öpüştük diye bağırarak kutlamalar yapabilirdim ve zihnimde de bu gerçek çınlayıp duruyordu ama yine de benden uzaklaşmadığı için gülümsedim.

"Bir şeyler anlat." Dedi sakince. "Kendin hakkında."

Güldüm. "Benim kendim hakkımda anlatabileceğim tonlarca şey var da bence şu noktada sen biraz kendinden bahsetmelisin."

"Bahsetmeye değer bir şey yok." Dedi düz bir sesle ve bu söylediğine yüzümü buruşturdum. "Lanetli olarak bilinen, Batı'ya sürülen, lanetli ormanın fatihi ve aynı zamanda gayri meşru prens. Eminim anlatacak hiçbir şey yoktur ya."

Dudaklarının kıvrıldığını göremesem bile hissettim. "Bu hikayeye ilgi duyan tek kişi sensin."

"Gittiğin resmi balolarda leydilerin gözlerini senden alamadığını duymuştum." Dedim homurdanarak. "İlgi duyan düşündüğünden fazla kişi var demek bu."

"Hiçbiri dört kere evlilik teklifi etmedi." Dedi eğlenen bir ses tonuyla. Kaşlarımı çattım. "Bu ilişkide her şeyi yapan benim zaten." Dedim büyük bir isyanla. "İlk öpen de teknik olarak ben oldum zaten."

"Senin yaptığın öpmek değildi, merak etme." Dedi alay ederek.

"Pardon bay öpüşme uzmanı, seni tatmin edemediysem." Eli yeniden saçlarımı bulduğunda iç çektim. "Düşündüğün kadar tecrübem yok." Dedi, kıskanmamı gerektirecek bir şey olmadığını ima eder gibi.

"Bayılacağım şimdi." Dedim yeniden suratımı buruştururken. Düşündüğün kadar ne demekti? Ne kadar düşündüğümü nereden biliyordu? "Hiç bahsetme. Bilmemek daha iyi." Diye devam ettim kafamı hafifçe iki yana sallarken. Ardından yutkundum. "Seni saraydan kovduran İmparatoriçe miydi yoksa üvey kardeşin mi?" Diye konuya girdim tereddüt ederek. Sorduğum şeylere cevap vereceğini de iddia etmişti bugün.

"Teknik olarak ikisi de." Dedi düz bir sesle. Pekala, bu tahmin edilebilirdi.

"Annen..." Dedim kısık bir sesle. Kitapta bahsetmiyordu. Bir cariye mi yoksa soylu bir kadın mı olduğunu bilmiyordum. Yaşıyor muydu yoksa imparatorluktan sürülmüş müydü?

"Beni doğurduktan sonra imparatoriçe onu zehirlemiş. Tabi, kayıtta kalp krizi diye geçiyor." Bunu söylerken onun sesi her ne kadar dümdüz ve duygusuz çıkmış olsa bile benim kapattığım gözlerim sonunda aralandı. Sustuğumu, hatta dona kaldığımı gördüğünde devam etti. "Helefna'da işler nasıl bilmiyorum ancak Karilya İmparatorluk sarayında pek tatlı aile ilişkileri yok, Sima."

"Anneni hiç görmedin yani..." Dedim söylediği şeyi tamamen duymazdan gelerek.

"Bir portesini görmüştüm." Dedi o da.

"Sana mı benziyordu? Yani, saçları siyahtır herhalde." Tüm imparatorluk ailesinin saçı Anfia'nınki gibi kızıl bakır olduğuna göre, Darien'i onlardan ayıran tek şey saçlarının rengiydi.

"Saçları siyahtı." Dedi onaylayarak. "Gülümsüyordu da resimde." Dedi ve duraksadı. "Ama bana benziyor muydu, hatırlamıyorum." Diye devam etti düz bir sesle.

"Porte sende değil mi?"

"Kaisel porteyi saraydan sürüldüğüm gün yaktı." Gözlerim kocaman aralanırken Kaisel isminin karşılığının zihnimde canlanmasını bekledim. "Veliaht Prens mi?" Diye sordum tereddütle.

"Evet." Dediğinde kaşlarımı dehşet içerisinde çatmıştım ancak her yanı aleve veren his bu sefer öfkeydi. Sahip olabileceğimi aska tahmin edemeyeceğim, her yanı yaksa bile ölüm kadar soğuk bir öfke. "Batı'ya yollandığında kaç yaşındaydın Darien?"

"On altı." Dedi sakince.

"Ve o kaç yaşındaydı?" Diye devam ettim Kaisel'i kastederek.

"On sekiz."

Dudaklarım aralandı. "O yaşta bile senden nefret mi ediyordu yani?" Diye fısıltıyla sorduğumda "Kafanı bunlara yorma Sima." Diye cevap verdi. "Birden fazla varisin olduğu imparatorluklarda birbirini seven çok az kardeş vardır." Sanki doğal olanı buymuş gibi söylemişti ancak söylediğine rağmen sesine sızan öfke kıvılcımlarını hissedebiliyordum. Hislerini çok güzel kontrol ediyor ancak işin korkuncu mükemmel derecede gizleyebiliyordu.

Yine de anladığım bir şey varsa, Darien'in de Kaisel'i aynı ölçüde sevmediğiydi.

"Annenin portesinin tahtla ne alakası vardı?" Dedim isyan içinde.

"Kaisel farklı tür bir piç." Gözlerimin öfkeden fakat çoğunlukla hüzünden dolduğunu hissederek sustuğumda tüm düşüncelerim ve duygularım birbirine girmişti.

"Kaisel'i gördüğüm gün yüzüne yumruk atacağım." Dedim kaşlarım çatık bir halde. Darien'in tutuşu sıkılaştı. "Hayır yapmayacaksın." Dedi ama sırıttığını biliyordum.

"Görürsün." Dedim hırsla ancak sesim titremişti. "Neden bu kadar sakinsin?" Dedim ağlayacak gibi bir sesle. "Bıçaklayacağım onu da babanı da imparatoriçeyi de."

"Zaten bir şiddete meylin eksikti." Dedi Darien güler gibi bir sesle ama kollarının arasında geriye giderek yüzüne baktım. Hala gözleri kapalıydı. Hatta ona baktığımı bilse bile gözlerini açmamıştı. Uykusu vardı sahiden. Çocuk üç gündür uyumamıştı ki. Normali zaten uykusunun olmasıydı.

"Kuzey ordusunu istediğin zaman alabilirsin." Dedim sakince. "Darbe yapmak istediğin gün yanında olacağım." Diye devam ettim hafif alayla.

"Aklımda bulunduracağım." Sesi mırıltı gibi geldiğinden onu daha fazla tutmamak adına eskiden olduğum pozisyona geri geçip ben de ona sıkıca sarıldım ancak Darien "Sima..." Dedi aniden. Çok güzel söylüyordu ismimi. "Callisto bugün bana, senin söylediklerini anlattı."

Sesim içime kaçarmış gibi hissederken Darien, kasıldığımı hissettiğinden parmağını yavaşça okşar gibi omurgamın üstünde oynattı ve kafamın üstüne bir öpücük kondurdu. "Bana da anlat diye söylemedim bunu Sima. Sadece bildiğimi bil diye söylüyorum."

Ona cevap vermedim. Uzun bir süre. Sadece uykunun gelip düşüncelerimi susturmasını bekledim ve ikimiz de sessizlik içinde durduk. Darien uzun bir süre saçlarımı okşadı. Bu beni daha çok mayıştırsa da korku oradaydı ve orada olduğunu biliyordum çünkü Darien'in kolları arasında olsam da üşüdüğümü hissetmiştim. Kalbimin atışları göğüs kafesimi sarsarken gözlerim zihnime sızmaya başlayan uykuya direnmeye çalışıyordu.

Dürüst olmak istiyordum. Aramızda bir şeyler olacaksa da bu benim yalanlarım ya da sessizliğim olmasın istiyordum. Darien, bana inansın istiyordum.

Uyuyup uyumadığını bilmiyorum ama gözlerim kapanmadan önce "Darien..." Dedim ben de. "O benim değil, benim rüyamda gördüğüm kadının geçmişi."

Çaresizce söylediğim şey aslında her şeyin itirafı ve ona anlattığım hikayenin bilmesi gereken son parçasıydı ama ben hemen sonrasında, sanki bana inanacAğını içten içe biliyormuş gibi uykuya daldım.

Darien duraksadığı kısa bir anın ardından kollarını bana daha sıkı dolamış, ne düşündüğünü bilmiyorum ancak gece boyunca da beni bırakmamıştı.

***

Sabah uyandığımda, elbette ki Darien yanımda yoktu ama sabah beşte falan kalkıp çalışmaya giden bir deli olduğunu bildiğimden bu beni rahatsız etmemişti. Chelsie gelmiş, yıkanmama yardım etmiş ve bugün haber vermeden gelen bir elçi tarzı bir şeyler söyleyip süslenmem gerektiğini iddia etmişti ama ne onu düzgün dinleyebilmiştim ne de gelen elçi umurumdaydı.

Banyo yaparken elim dudaklarımı bulmuş, gözlerimi kırpıştırarak uzun uzun dün geceyi düşünmüştüm.

Deli gibi mutlu olduğumu ise ancak uykum açıldıktan sonra anlayabilmiştim.

Dün Darien beni öpmüştü. Öpmüştü beni!

Bu bizi sevgili yapar mı diye düşünmek istiyordum ama biz zaten nişanlıydık. Yani bu bizi gerçek nişanlı mı yapıyordu? Benimle eğlenip haziranda köyüne dön demesi pek komik olmazdı ama Darien'in zaten öyle biri olmadığını biliyordum. Dün söylediğimden sonra cadı olduğumu düşünüp beni yakmaya da çalışmadığına göre evlenebilirdik gibi.

Çocuğumuzun saçı siyah beyaz karışık bir şey olsaydı çok gülerdim. Olur muydu ki?

Gözleri Darien'e benzesindi!

Yüzümdeki gülümseyişin büyüdüğünü hissettim. Herkese mutlu son nasıl yazılır yazarın benden öğrenmesi gerekiyordu.

Ben düşünceler içindeyken Chelsie kıyafet dolabının önünde "Ne giymek istersiniz?" diye sordu. "Gelen elçi Karilya sarayından. Belki kuzey renklerini giymek iyi olabilir."

"Karilya sarayından mı?" Dedim tüm neşem sönerken. Ne diye elçi yolluyorlardı Tanrı aşkına? İletişim kurmak için mektuplar ne güne duruyordu? Gözlerim kısılırken "Sizi görmek için geldiler muhtemelen." Dedi Chelsie, mırıldanarak.

Beni görmek için...

Darien, ailesi tarafından sevilmiyor ve karşılıklı olarak onları sevmiyordu da. Bu da onu bir şekilde taht için tehdit yapıyordu değil mi? Zaten imparatoriçe başka ne diye öldüremediği prensi batıya göndersindi? Taht için teşkil ettiği riski azaltmak ve muhtemelen Darien'in gözden düşmesini istemişti.

Bense Darien'in nişanlandığı, zengin ve ordusu olan kadındım. Üstüne bir de Helefna Prensi'nin eski nişanlısıydım. Darien bu çorak topraklara sürülmüş olsa bile, onunla birlikteydim. Bu Darien'in de yeni bir ordusu var demekti ve Batı'nın göz ardı edilemeyecek miktarda zenginleşeceği anlamına da geliyordu.

İnsanlar bu toprakların lanetli olmadığını anladığında, gözler Darien'e daha çok çevrilecekti değil mi? Sadece Batı halkı değil, Karilya Darien'i sevmeye başladıktan sonra taht savaşı kaçınılmaz hale gelebilirdi.

Gerçi Darien sevilmese bile bence taht savaşı kaçınılmaz hale gelebilirdi. Romandaki gibi Darien Helefna'ya gitmeyecek, Kaisel ve annesi Batı'da karışıklık çıkartamayacaktı ve her nedense içimden bir ses bana Darien'in de yerinde durmayı planlamadığını söylüyordu.

Kaisel'i ve annesini tanımadığım doğruydu ancak özellikle dün duyduklarımdan sonra içimdeki öfke ölçülemez bir miktara ulaşmıştı.

Ne yani bunlar şimdi potansiyel yeni rakiplerini tartmak için adam mı yollamışlardı? Ya da İmparator mu yollamıştı elçiyi?

"Buz mavisi giyeceğim." Dedim Chelsie'ye gülümseyerek. İstediğim gibi bir elbise çıkartıp, beyaz parıltıları olan işlemeli elbiseyi giymeme yardım etti. Elbisenin güzel bir göğüs dekoltesi vardı ancak boyundan bağlamalı şeffaf üst kısım kollarımı kapatıyordu ve kollarımdan sarkacak tüllerde ise kar tanesi işlemeleri vardı. Kuzey'in kızı olduğumu simgeler gibiydi gerçekten.

Meyza Isabel Windfield olduğumu gösterir gibi...

Chelsie saçlarımı salık bıraksa da onları tarayıp kafama elmastan zarif bir taç taktı ve küçük örgülerle beraber kafama sabitledi

Chelsie saçlarımı salık bıraksa da onları tarayıp kafama elmastan zarif bir taç taktı ve küçük örgülerle beraber kafama sabitledi. Bazen bu elmaslar ve altınlarla dünyaya dönsem ne olurdu acaba diye durup düşünüyordum ancak bu defa onu da yapmadım. Chelsie, odadan çıkınca bana misafir salonuna kadar eşlik etti. Kaşlarım çatılmıştı ve elçinin üstüne atlayıp Kaisel yerine ona mı yumruk atsam gibi düşüncelerim vardı ancak sakin durdum.

Misafir odasının süslemeli, birleşik iki kapısı da açıktı, bu sayede girmeden önce içeriye bakabildim. Darien gülümser gibi tehlikeli bir ifadeyle koltuğa genişçe oturmuş, o gülümseme gözlerine ulaşmazken çizmelerinden birini sabırsızca yere vuruyordu. Anfia hırçın bir ifadeyle kollarını birbirine bağlamıştı, abisinin yanında kanepede oturuyordu ve gözü iki elçiden birinde takılı kalmıştı.

Callisto, tekli koltuktaydı. Elindeki hançerle oynuyordu ve gözleri ara ara elçilere değiyordu. Kısaca hepsinin havasında bir değişiklik vardı ama konu bu değildi.

Gelen konuların yüzünde inanılmaz bir rahatlık, laubali bir gülümseyiş vardı.

Darien'in sarı hareleri özellikle elçilerden birine itinayla kenetlenmişti. Sanki gözlerinde şimşekler çakıyordu ve gülümseyişi ölümü vaat ediyordu.

"Buraya..." Dedi at kuyruklu gözlüklü elçi. "Veliaht Prens'imiz Kaisel Leo de Karilya'nın size sizi saraya davet etme onurunu bahşettiğini söylemek için geldim."

Sizi saraya davet etme onurunu bahşettiğini söylemek için...

Kaisel Leo De Karilya.

Veliaht Prensimiz.

Soğuk bir gülümseyiş yüzüme yerleşirken içeri doğru bir adım attım ve hepsinin bakışları bana çevrildiğinde doğrudan elçilere baktım. Adamlardan biri, bana bakarken güçlükle yutkundu ve Darien bana baktığında yüzümde gördüğü ifade gülümseyişinin keyifli bir hal almasını sağladı. Bugün çok işimiz vardı.

 

Bölüm : 08.04.2025 23:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Elif Büşra Arslan / YAN SİMA / 9
Elif Büşra Arslan
YAN SİMA

184 Okunma

71 Oy

0 Takip
15
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...