
İlk bölümden hepinize hellloooooo
Yeni kurguma hoş geldiniz aşklarım
İlk bölümler, Eliz karakterinin çocukluğundan başladığı için kısa olacaklar. Sıkılmayın diye elimden geldikçe kısa tuttum.
Umarım severek okursunuz.
Hadi koşub bölümeeeee
Pencereme düşen yağmur damlalarını izlemeye dalmışken, düşüncelerim beni akan yağmurun suyuyla birlikte sanki sürüklüyor gibiydi.
Küçük bir çocuk için belki bazı şeyleri anlamak zor olabilir, ama ben her şeyi çok net görüyordum. Annemin ben doğunca bizi terk edişini, babamın yeniden evlenişini, hayatıma giren Leyla’yı…
Her şey gözlerimin önünde oldu. Kimse bana sormadı; ama yine de, hayatımın yeni düzenini kabul ettim. Başka da çarem yok gibiydi, yine de hayatımdan memnundum.
Leyla, bir kere bile bana kötü davranmadı. Hep nazik, hep sıcaktı bana karşı. Tıpkı bir anne gibiydi bana. Annemin yokluğunu hiç aratmamıştı, bana her zaman bir anne olmuştu. Ben 4 yaşındayken hayatımıza giren mucize gibi birşeydi. 5 yılda hayatımın merkezi, güzeller güzeli annem olmuştu. Onun sayesinde gerçek annemi bile merak etmiyordum, lütfen gittiğin yerde kalmaya devam et!
Babamla birbirlerine her baktıklarında, birbirlerine duydukları aşkı çok iyi görebiliyordum. İkisi de birbirlerine hayranlıkla bakıyorlardı, onlar sayesinde küçük yaşımda aşkın ne kadar güzel bir his olduğunu görüyordum. Arada bir kendi aralarında ufak tefek kavgalar olsa da birbirlerine karşı saygıları ve sevgileri asla eksilmiyordu.
Leyla’nın; yani annemin de babamdan önce bir evlilik yaptığını biliyordum. Onlar anlatmasalar da, abisiyle aralarında geçen bazı telefon konuşmalara kulak misafiri olmuştum.
“Üstüne getireceği kadından da çocuğu olmadı, ettiğini buldu!”
“Sen en güzelini yaptın Leyla, o şerefsiz senden sonra gün yüzü göremedi. İnşallah daha beter olur!”
“Sana kısır dedi, şimdi de kendisi kısır damgası yedi. Ahın yerde kalmadı bacım, için rahat olsun.”
Leyla annem bana Türkçeyi öğretmişti, onun sayesinde konuşulan her şeyi anlayabiliyordum. Abisi telefonda hep bu tarz şeyler söylerdi. Bende bir gün merak edip anneme, kısır ne demek diye sormuştum. O da bana; ‘bizim oralarda, çocuğu olmayan kişilere kısır denilir.’ Demişti. O an anlamıştım, Leyla annemin bir çocuğu olmamıştı. Bu sebepten ötürü, babamdan önceki evliliği bitmişti. Çocuğu olmuyor diye insan sevdiğini bırakır mıydı hiç? Ben olsam bırakmazdım.
Leyla annem, herşeye rağmen bana çok güzel bir anne olmuştu ama bazen gözlerinin derinliklerinde bir şeyler saklı gibiydi. Bunu görebiliyor ve hissediyordum. Sanki kalbinde kocaman bir boşluk varmış da, beni o boşluğu doldurmak için seviyormuş gibi. Bu yüzden mi bana bu kadar çok sarılıyordu bana? Belki de, ama önemli değil. Ben ona alıştım. Leyla, üvey annem değilde, öz annemden bile daha öz gibiydi.
Leyla’nın Mardin’den geldiğini öğrendiğimde, o şehir benim için bir masal diyarı gibi görünmüştü. Eski taş evler, daracık sokaklar, gökyüzüne uzanan minareler… Leyla orayı anlattıkça gözlerim kapanır, Mardin’in o sıcak sokaklarında yürüdüğümü hayal ederdim. Ama en çok aklımda kalan şey, Leyla’nın Mardin’deki yiğeni Boran’dı. Sanki o çocuk başka bir dünyadan gelmiş gibiydi; Leyla ondan bahsederken, yüzü hep aydınlanırdı.
“Boran çok özel bir çocuk,” derdi Leyla. “Onunla tanıştığında, seni de çok sevecektir.”
Başlarda Boran’ın adını duyduğumda fazla bir şey hissetmemiştim. Sonuçta onunla hiç tanışmamıştım, sadece fotoğraflarını görmüştüm. Yine de zamanla, Boran’ın adı her geçtiğinde içimde tuhaf bir heyecan uyanmaya başladı. Leyla, ona olan sevgisini öylesine anlatıyordu ki, ben de bu sevgiyi içimde hissetmeye başladım. Bir çocuk, bir başka çocuğu hiç görmeden nasıl sevebilir ki? Ama ben Boran’a karşı böyle bir his geliştirmeye başladım. Sanki onu yıllardır tanıyormuşum gibi, sanki onunla aramızda görünmez bir bağ varmış gibiydi.
Bir akşam Leyla yine Boran’dan bahsediyordu babamla bana. “Onu o kadar çok özledim ki, burnumda tütüyor.” Gözleri dolmuştu, onu ne kadar özlediğini görebiliyordum.
Babam derin bir nefes aldı, Leyla annemin üzülmesine asla dayanamazdı. “İstersen yıllık iznini kullanıp, Boran’ı görmeye gidebilirsin.” Annemin elini tutup, destek vermek istercesine sıktı. Ama annemin gözlerinde ki tedirgin bakışları görmüştüm. Neden korkuyordu ki? “Oraya gitmek istemiyorum, Nicolas. Sebebini de anlatmama gerek yok sanırım.” Hüzün çökmüştü annemin üstüne, ister istemez bende üzülmüştüm. Annemi mutsuz görmek istemiyordum. Bu yüzden konuyu değiştirmek istedim. “Boran’la evlenip, onu buraya getireceğim anne. Lütfen üzülme.” Şaşkınca bana baktıklarında, ne dediğimi henüz idrak edememiştim. Söylediklerimi fark ettiğimde ise, artık çok geçti. Mükemmel! Konuyu berbat bir şekilde değiştirdiğime inanamıyordum!
Hızla oturduğum yerden kalkıp, odama doğru koştum. Odamın kapısını arkadan kilitleyip, utanç kaynağımla baş başa kalmaya karar verdim. Tabii ben odama koşarken, babamla annemin arkamdan şen kahkahalar attığını duymuştum. Annemi mutlu etmiştim ama aynı zamanda kendimi de rezil etmiştim. Aferin bana!
Kafamı dağıtmak için, yeni başladığım kitabı çalışma masamdan alıp, pencere kenarındaki tekli koltuğuma yerleştim. Kaldığım sayfayı açtığımda, karşımda o vardı; Boran. Annemde olan binlerce fotoğraftan birisiydi ve benim kitaplarıma çok güzel ayraçlık yapıyordu.
Sayfanın arasından çıkarıp elime aldığım, kitaplarımın ayraçı olan resmi inceledim. fotoğraflarında hep aynı şey vardı. Küçük siyah saçlı, parlak gözlü bir çocuk… Ama onu gerçekte tanımak, ona dokunmak, gözlerinin içine bakmak istiyordum. Annemin anlattığı her hikaye, her söz, Boran’ı zihnimde daha da büyütüyordu. Sanki onu görmeden aşık oluyordum. Bu duygu beni korkutuyor muydu? Belki biraz, ama daha çok yüzümde aptal bir gülümseme olmasını sağlıyordu.
Boran’dan ne kadar bahsedilirse, o kadar hayal ediyordum onu. Akşamları yatağıma yattığımda, kafamın içinde onunla konuşuyordum. Gözlerimi kapatır kapatmaz Boran’la Mardin’deydik. Beni küçük elleriyle tutuyor, dar sokaklarda birlikte koşuyorduk. Bazen Mardin’in eski taş evlerinde saklambaç oynuyorduk. Bu rüyalar o kadar gerçekçi geliyordu ki, uyandığımda hala onun gülüşünü duyabiliyordum.
Bir sabah uyandığımda, Boran’ın adını fısıldadım. Kimse duymadı. Ama kalbimde bir yerlerde, sanki Boran benimleydi. Henüz onunla tanışmamış olmam, bunu değiştirmiyordu. Ben, onun gözlerini hayal edebiliyordum. O gözlerdeki masumiyeti, sıcaklığı… O kadar gerçekti ki.
Bir gün annen, Mardin’den yeni bir telefon aldı. O gün ilk defa Boran’ın sesini duydum, uzaktan, telefondan. Kalbim hızla atmaya başladı. İlk defa sesini duyuyordum. Bu küçücük, incecik erkeksi ses beni derinden etkiledi. Telefon kapandıktan sonra bile, o ses aklımdan gitmedi. Beni hiç tanımayan bir çocuğun sesi nasıl bu kadar içimi titretebilirdi? Anlayamıyordum, ama Boran’ı düşünmeden duramıyordum.
O günden sonra, her akşam yatağa girdiğimde Boran’la ilgili yeni hayaller kurmaya başladım. Bazen onu karşımda dururken, bazen elimi tutarken hayal ediyordum. Onunla konuşuyordum, kahkahalar atıyorduk. Ben deliriyor muydum, yoksa o bana hayali arkadaş mı olmuştu bilemiyordum.
Belki de bu duygular, çocuksu bir hayranlıktı. Ama bazen, içimde büyüyen bu hissin sadece hayranlık olmadığını düşünüyordum. Boran’ı tanımak istiyordum, gerçekten tanımak. Bir gün onunla karşılaştığımda ne hissedecektim? Bu sorunun cevabını bilmiyordum, ama kalbimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum.
Boran’ı düşündüğümde, içim hep umutla doluyordu. Henüz onu hiç görmemiş olsam da, sanki ruhum onu tanıyordu. Kalbim onunla atıyordu. Boran, sadece annemin anlattığı bir hikayenin kahramanı değildi artık. O, benim hikayemde de bir yer edinmişti. Ve bir gün, bu hikaye gerçek olacaktı.
Veeee bittiiiii.
Dediğim gibi ilk bölümlerde olay olmadığı için kısa tutacağım sıkılmayın diye..
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere
Seviliyorsunuz muuuaahhhh 💜
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |