
Medya; Boran
Yeni bölümden hellllooooooo
Nasılsınız bebeklerim, özlediniz mi beni?
Ben sizi çok özledim.
Bölüme geçmeden önce votenizi alırım, bol bol yorum yapmayı da unutmayın.
Keyifli okumalar diliyorum 💜
4 yıl sonra Elzem'den.. (Arayış kitabının ana karakteridir)
Öyle anlar geliyordu ki, bazen işin içinden nasıl çıkacağımı bilemiyordum. Ama üstün zekam ve insanların bana olan zaafları kullanarak, hemen kendimi girdiğim saçma durumlardan kurtarabiliyordum.
Olmayan dilimin ayarı, sürekli başıma iş açardı, şimdiki gibi. Yiğit, merakla bana bakıyor ve cevap bekliyordu. Ben ise; bu durumdan kaçmak için, ne kadar aptalca da olsa bana göre zekice bir hareket yapmıştım.
Yüksek sesle, "Böcek!" Diye bağırarak, hızla kendimi, Yiğit'in kucağından yere attım. Yere düşerken de, bilerek yaralı olan omzumun üstüne düşmüştüm. "Ah! Omzum!" Yiğit, korkuyla bana bakarken, bende yere düşmenin etkisiyle kanayan omzumu tutuyordum elimle.
Yiğit, oturduğu koltuktan hızla kalkarak yanıma doğru geldi. Düştüğüm yere doğru eğilip, beni dikkatle ayağa kaldırdı. "Elzem, iyi misin?" Endişeli bakışları ve sesiyle, başımı iki yana salladım.
Aslında canım yanmamıştı ama şu an bu durumdan kurtulmak için, Yiğit'in bana olan zaafını kullanmak zorundaydım. Çünkü, Yiğit'e yapabileceğim bir açıklama yoktu. Annesinin neden onu sevmediğini öğrenirse, tüm ailesi dağılırdı ve ben bunu istemezdim. Aklıma başka bir fikir de gelmediği için mecburen, Yiğit'in bana olan sevgisini ve zaafını kullanmıştım.
Acı çeker gibi, yüzümü buruşturdum. "Sanırım dikişlerim patladı." Acıdan dolayı sesimi kesik ve kısık çıkarmaya çalışıyordum. "Doktor," diyerek, acıyla derin bir nefes aldım. Gerçekten Oscar adaylarına taş çıkarırdım. "Lütfen bir doktor çağır, Yiğit. Canım çok yanıyor!" Yiğit'in yüzünde ki endişe ifadesi, daha da büyüyordu. Vurulduğumda bile bir tepki vermeyen benden, böyle bir tepki almayı beklemiyordu.
Yiğit elini belime atarak, beni kalktığı koltuğa oturttu. Endişeli yüz ifadesi değişmezken, oldukça nazik davranıp canımı yakmamaya çalışıyordu. "Sakın hareket etme, hemen geliyorum." Üstüme doğru eğilip, şefkatle saçlarımın arasına bir öpücük kondurarak, odanın çıkışına doğru hızla ilerledi. Kapıya yetiştiğinde, son kez bana korkuyla bakmıştı. Bunu yaptığım için kendimi ne kadar kötü hissetsem de, yapmak zorunda olduğumu da biliyordum.
Yiğit, odadan çıkınca oturduğum koltukta geriye doğru yaslanarak, derin bir nefes aldım. Fazla kasılmıştım ve rahatlamaya ihtiyacım vardı. Şu anlık bu durumu çözsem de, Yiğit'in tekrar beni sorgulayacağını biliyordum. Sıkıntıyla, yüzümü sıvazlamaya başladım. Umarım, Yiğit bu olayı çok sorgulamazdı.
Kapı tıklatılınca, bakışlarım o yöne doğru gitti. "Gel!" Diye, yüksek sesle seslendiğimde, içeriye giren kişiyle gözlerimin parladığına eminim. "Boran!" Sevinçle oturduğum yerden kalkıp, hızla Boran'a doğru atıldım. Sarılışıma, aynı şekilde karşılık verdiğinde gülümsemeden edemedim. "Seni bana, Allah gönderdi." Kollarının arasından çıkarak, sevinçle yüzüne bakıyordum. Boran ise; 'sen yine ne karıştırıyorsun' bakışları atmakla meşguldü. "Anlatacağım ama, sakın yanımdan ayrılmak gibi bir hata yapma!"
Boran hızla başını iki yana salladı. "Her ne halt yediysen, sakın beni karıştırma." Ters ters ona baktığımda, ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Havaalanında, beni bekleyen bir kuzen var. Biraz daha beklesin diye, geçerken yanına uğramak istedim." Beni dikkatle süzdü. Ben ise, sevinç dolu yüzümü buruşturmuş, sinirle Boran'a bakıyordum. "Gördüğüm kadarıyla da turp gibisin, artık gidebilirim."
Gitmek için arkasını dönen, Boran'ın kollarına sıkıca sarıldım. "Kurbanın olam, beni de götür." Boran'ın dudaklarının arasından, erkeksi bir kıkırtı döküldü. "Başın yine belada değil mi?" Başımı olumluca sallayıp, sevimlice omuz silkerek, Boran'a baktım. Şu an buradan gitmek istiyordum, Yiğit'le yüzleşmek istemiyordum. "Kesin o dilini yine tutamadın değil mi?" Dudaklarımı büzerek, Boran'a bakmaya devam ettim. "Kaçır beni, yok et beni, birşey yap bana, Boran ama kurtar beni!"
Boran'ın beni kırmayıp, bir şekilde girdiğim bu durumdan çıkaracağını biliyordum. Ama yine de duygu sömürüsü yapmam lazımdı. Bazen tam bir puşt olabiliyordu kendisi. "Eğer sen yardımcı olmazsan, kendimi buradan aşağıya atarım!" Elimle pencerelerin olduğu tarafı gösterdim. "Sonra oturup ağlarsın, Elzem öldü diye." Gözlerimi doldurdum, hatta öyle ki sağ gözümden bir damla yaş dökülmüştü.
Boran, yaptığım oyunun pekâlâ farkındaydı. Kafasını yere eğerek, dudaklarını gülmemek için birbirine bastırdı. Derin bir nefes alarak, ciddi kalmak için kendini biraz sıktı. "Hadi, üstünü değiştir gidiyoruz. Kardeşimi, zor durumda bırakıp gidecek değilim." Sevinçle ellerimi birbirine çarptım. Boran'ın yanaklarına kocaman sulu birer öpücük kondurdum. "Sen var ya sen, adamsın adam!" Kahkaha atan, Boran kaşıyla üstümü işaret etti. "Yanımda hiçbir şey yok, yolda bana yeni ciciler alırsın değil mi?" Bıkkın bir nefes verdi, adamı iki dakika da bıktırmıştım. "Furkan olsaydı, o böyle yapmazdı! Hain!"
Öyle mi, dercesine kaşlarını havaya kaldırdı ve alayla konuşmaya başladı. "Bunu, Furkan'ı kaçıran sen mi söylüyorsun?" Ufak bir kahkaha attı, kahkahası tamamen alay içeriyordu. "O bile kaçmış senin elinden, sus ve düş önüme baş belası. Yoksa her an vazgeçebilirim, seni kurtarmaktan." Bu fırsatı tepmek istemediğimden, Boran'ın dediğini yaparak önüne düştüm. Hızla kapıya doğru ilerleyip, kapıyı açtım. Bir an önce buradan çıkıp gitmek istiyordum, Yiğit'le yüzleşmek istemiyordum ama kapıda karşılaşmamam gereken 2 kişiyle karşılaşmıştım maalesef.
Doktor ve Yiğit, kapıda durmuş öylece bana bakıyorlardı. Tam da çıkacağımız zamanda gelecekleri tutmuştu. "Sıçtık Cafer, bez getir!" Dudaklarımın arasından, benden bağımsız çıkan cümlelerle, Yiğit bir bana birde arkamda duran Boran'a anlamayan gözlerle bakıyordu.
Aramızda uzun bir bakışma ve sessizlik oluşmuştu. Bir süre, öylece birbirimize bakarken tüm sessizliği, doktorun sesi bozmuştu. "Elzem hanım, dikişleriniz patlamış onlara bakmam lazım." Hüzünle kafamı sallayarak, odada bulunan yatağıma doğru ilerledim. Yatağıma oturduğumda, doktor seri bir şekilde yanıma gelip, hastane önlüğünü omuzumdan aşağıya hafifçe indirerek, dikişlerimi kontrol etmeye başladı.
Doktor bey işini yaparken, gözlerim Boran'a doğru kaydı. Kafasıyla, 'gideyim mi?' dercesine işaret yapınca dudaklarımı büzdüm, bilmiyorum dercesine. Boran durumun ciddiyetini anlamış olmalı ki, gitmedi. Doktor çıkana kadar beklemişti. Arada bir gözüm, Yiğit'e kaydığında ters bir şekilde Boran'a baktığını görmüştüm ama bunu umursamamıştım.
Doktor bey işini bitirip, geçmiş olsun diyerek çıkmıştı odadan. Odada hâlâ bir sessizlik hakimdi. Daha bu sessizlik ne kadar uzayacak diye merak ederken, Yiğit konuşmuştu sonunda. "Neden, Cafer'den bez istedin?" Sorduğu soruyu ilk anlamasam da, sonradan hemen anlamıştım. Ama ben cevap veremeden, Boran cevap vermişti. "Sıçtığımız için." Durumlar böyle olmasaydı, Boran'ın verdiği cevaba saatlerce tepinerek gülebilirdim. Ama şu an ortam bunun için müsait değildi.
Yiğit, bakışlarını benden çekip, sinirle Boran'a bakmaya başladı. Sanırım Boran'ı sevmemişti. "Sana sormadım, Cafer. Karımla konuşuyorum." Dudaklarımı birbirine bastırdım, gülmemem lazımdı. Boran ise, anlamayarak bana bakıyordu 'ne diyor bu?' dercesine. Omuz silkerek, bu duruma karışmak istemedim. Bana da eğlence çıkmıştı, hem Yiğit'le de yalnız kalmamıştık. Beklediği açıklamayı yapmaktan kurtulmuştum. Ona asla annesinin, amcasını öldürdüğünü söyleyemezdim. Bu itiraf, Marsani ailesinin sonu olabilirdi.
"Cafer kim?"
"Sensin."
"Ben, Boran'ım!"
"Cafer kim o zaman?"
"Elzem?"
Şaşkınlıkla onlara baktım. "Ben neden, Cafer oluyorum?" İkisine de tek tek baktıktan sonra, yüzüme kendinden emin bir ifade yerleştirdim. "Hiç Cafer falan olamam. Ben, Elzem Soyder olmaktan gayette mutluy-"
Sözümü bitiremeden, odanın içinde bir hayvan kükreme sesi gelmişti. "Marsani!" Beklemediğim bu ani tepkiyle, irkilmiştim. Sanırım ona, onun soyadını almadığımı açıklamam gerekiyordu. Hem ben, bir erkeğin soyadı altında yaşayabilecek bir kadın değildim. Soyadlarımızın aynı olmasını çok istiyorsa, gidip o benim soyadımı alabilirdi.
"Evet," dedim, e harfini uzatıp, tatlı gözükmeye çalışarak. "Şimdi şöyle ki, kocacım." Şu an sevimlilik yapıp, Yiğit'i yumuşatmaya çalışıyordum ve doğru yoldaydım. Kocam kelimesini duyan, Yiğit'in gözleri parıldamaya başlamıştı. Boran ise bu hallerini bildiği için, korkuyla yapacağım açıklamayı bekliyordu. "Ben senin soyadını almamış olabilirim. Ama olsun, bu kocam olduğun gerçeğini değiştirmez öyle değil mi?" Yiğit'in, yüzünün gerildiğini gördüm. Bu erkeklerde ne meraklıydı, karılarına soyadlarını vermeye. "Hiç öyle bakma bana beyefendi, çok istiyorsan defol git sen benim soyadımı al." Yiğit'in kaşları çatık hale gelince, bende kaşlarımı çattım. "Oradan bakılınca, bir erkeğin soyadı altına girebilecek bir kadına mı benziyorum?"
Yiğit'in yüz ifadesi daha da sinirli bir hâle gelirken. "Bende, Yiğit'sem sana soyadımı vermeden durmayacağım!" Diye, sinirle konuştu. "O iş çok zor." Diyen, Boran'a döndü bakışlarım. Canım arkadaşım ne de güzel tanıyordu beni. "Elzem'e birşey yaptırmak istiyorsan, suyuna gitmen lazım. Şimdi sen böyle konuştun diye, ölsen de almaz artık o soyadı." Yüzümde, kendimi beğenmiş bir ifadeyle Yiğit'e baktım. Tek kaşımı kaldırarak, ona meydan okurcasına baktım ama boşaydı. Ben kimsenin soyadını almayacaktım, çok beklerdi.
"Sen sus, Cafer!"
"Cafer değil, Boran ulan Boran!"
Cafer olayı çok uzayacaktı anlaşılan, ama umrumda değildi. Şu an tek düşündüğüm şey, Yiğit'le baş başa kalmamaktı. "Her kim olduğun umrumda değil, Cafer. Hadi kardeşim, gördün ve git artık. Karımla konuşmam gereken şeyler var." Boran resmen, Cafer olarak kovulmuştu ama olmazdı, gidemezdi. O giderse, Yiğit beni sorguya çekerdi ve ben ne kadar dilimi tutabilirdim bilmiyordum. En ufak sinirimi bozan birşey olursa herşeyi ona anlatabilirdim. Kendime asla güvenmiyordum bu konuda.
"Olmaz!" Diye, aniden çıkıştım. "Yani, Boran gidemez, sen git!" Yiğit şaşkınlıkla yüzüme bakınca, daha ne kadar berbat edebilirim ki diye düşündüm kendi kendime. Gözlerimi sıkıca yumup, derin bir nefes aldım. Gözlerimi tekrar açtığımda, Yiğit'in şaşkın bakan yeşil gözleriyle karşılaştım. "Yani kahve! Evet evet, kahve!" Sonunda mantıklı bir şey bulabilmiştim. Bu yoldan ilerleyebileceğimi düşünerek devam ettim. "Çok ayıp, kocacım. Misafir kovulur mu? Hadi misafirimize kahve getir." Diyerek, Yiğit'e uzaktan bir öpücük attım. Bu gün fazlasıyla bana olan zaafını kullanmıştım ve kullanmaya da devam ediyordum.
Boran beni onaylayan sesler çıkararak. "Elzem haklı, bir de ağa olacaksın çok ayıp hiç yakıştıramadım sana, Yiğit ağa." Yiğit hiçbir şey demeden, sinirle odadan çıkmıştı. Artık kaçabilirdim buradan. Derin bir nefes alarak, yataktan kalktım ve Boran'a baktım. "Hadi kaçalım!" Dedim, içimde ki adrenalin duygusuyla. Uzun zamandır Boran'la başımıza bela almıyorduk, bu çok eğlenceli olacaktı.
***
Hastaneden, Yiğit'e ve ailesine yakalanmadan çıkmayı başarmıştık. Ben ailesinin hastanede olduğunu bilmiyordum ama meğerse, Ömer de Furkan tarafından hastanelik olduğu için, tüm Marsani ailesi hastanedeymiş. Bu sebepten hastaneden çıkış yapmamız, neredeyse yarım saat sürmüştü.
Arabaya bindiğimizde, havaalanına doğru sürmeye başlamıştı, Boran. "Kuzeninin olduğunu bilmiyordum." Boran, kafasını sallayarak beni onayladı. "Aslında kuzenim değil." Anlamaz bir ifadeyle bakınca, açıklama yapmaya başlamıştı Boran. "Halamın üvey kızı oluyor, yani benim hiçbir şeyim değil." Boran umursamaz gözüktüğü için, gelecek kişiyi bende umursamamıştım. Çokta önemli biri olmasa gerekti.
Arabanın camından dışarıya bakıp, Yiğit'i düşünmeye başladım. Şu an kesin deli olmuş bir şekilde beni aradığından emindim, telefonum da yanımda olmadığı için bana ulaşması imkansızdı. Zaten telefonum yanımda olsaydı da bana ulaşması imkansızdı. Telefonun paketini bile daha yeni açmıştım, kendi numaramı ben bile daha bilmiyordum. "Biz birşey unuttuk." Diyen Boran'la, düşüncelerim dağılmıştı. "Neyi unuttuk?" Sorduğum soruyla, erkeksi bir şekilde kıkırdamıştı. Gülmesine bende gülerken, aklıma gelenler içimi huzurla doldurmuştu.
"Hazır mısın?"
"Her zaman, Boran ağam!"
Geldim işte dostum yüzün gülsün be
Yaralarım ağır varsın olsun be
Halimizi bir tek Allah bilsin be
Ben varım yanında yalnız değilsin
Başım ne zaman belaya girse, Boran hep bu şarkıyla beni kurtarmaya gelirdi, şimdi olduğu gibi. O anları hatırlamak, gözlerimi doldurmuştu. Ailemin yokluğu, arkadaşlarıma daha bir bağlılık haline getirmişti beni. Onlar benim hayatımın, en güzel parçalarıydı. Onlarsız, ben bir hiçtim.
Önümüzde dağlar düşmanlar eğilsin
Ben varım yanında yalnız değilsin
Yüzümde ki tebessüm daha da büyürken, Boran'la beraber bağıra çağıra şarkıya eşlik etmeye başlamıştık.
Ne çıkar bu kavga bizi de yormuş
Sırtımızda hançer yarası varmış
Gözlerim kararmış saçım ağarmış
Ben varım yanında yalnız değilsin
Şarkıda; her yalnız değilsin dediğinde, Boran'ın bana bir baba şefkatiyle bakmalarını asla unutmazdım. Furkan'ın bana yaptığı abilik ve Boranın bana yaptığı babalığı ne yaparsam yapayım ödeyemezdim.
Önümüzde dağlar düşmanlar eğilsin
Ben varım yanında yalnız değilsin
Siz olduğunuz sürece ben hiç bir zaman yalnız olmayacağım, bunu biliyordum. Umarım, Marsani... Umarım sende hep var olursun...
Kurşunlar yağarken önündeyim söz
Hapiste mezarda yanındayım söz
Hem başında hem de sonundayım söz
Ben varım yanında yalnız değilsin
Önümüzde dağlar düşmanlar eğilsin
Ben varım yanında yalnız değilsin
Şarkı bittiğinde, Boran'la çocuklar gibi yüksek sesli bir kahkaha atmıştık. Bu şarkı, bizim dostluğumuzun şarkısıydı. Aynı zamanda, benim acil yardım çağrılarımın şarkısı olmuştu zamanla. "Eliz, öldürecek beni." Kahkahasının ardından konuştuklarını, zorda olsa anlamıştım. Şu an ikimiz de, deli gibi gülmeye devam ediyorduk. İkimizin de aklına eskilerin geldiğine eminim, yoksa bu kadar gülmezdik.
Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım, bir an önce gülmemi durdurmak istiyordum. Boranın da benden pek bir farkı yoktu. "Kim bu, Eliz?" Diye sordum, hâlâ kesik kesik gülmeye devam ederken. "Çakma kuzenim." Deyince, nedenini bilmediğim bir gülme krizi daha almıştı beni. Ama bu sefer mutluluktan gelen bir gülüş değildi, acı bir gülüştü ve Boran'da bende bunun farkındaydık. Yine de ben, onlarla çok mutluydum ve mutlu olmaya da devam edecektim.
***
Havaalanına yetiştiğimizde, Boran arabayı güzel bir kadının yanında durdurdu. Sanırım, kuzenim dediği kişi, bu güzel kadındı. Ben onu arabanın içindeyken incelemeye başlamıştım. Boran ise, hemen arabadan inerek, onun yanına gidiyordu.
Sol ayağını ritim tutarcasına, yere vurup duruyordu. Kaşları çatık, Mardin'in sıcak havasından oldukça etkilenmiş gibi gözüküyordu.
Boran, sinirli duran kadının yanına yetişince, adının Eliz olduğunu öğrendiğim kadının kavga edercesine, Boran'a birşeyler söylediğini gördüm. Arabanın içinde olduğum için seslerini duyamasam da, kavga ettikleri her hallerinden belli oluyordu. Sanırım, Boran onu fazlasıyla bekletmişti.
Arabada daha fazla duramayıp indim. Onlara doğru yürüdüm, ne konuştuklarını merak ediyordum. Aslında isteseydim ağızlarını okuyarak ne konuştuklarını anlayabilirdim ama şu an buna üşenmiştim ve yanlarına gitme kararı almıştım.
"Beni beklemek yerine, bir taxiyle gidebilirdin eve!" Kaşlarım çatıldı, hayvan herif bir kadınla böyle konuşamazdı. "Telefonlarını açıp, evin adresi verseydin giderdim. Çokta meraklı değilim senin gelip, beni almana!" Haklıydı.
Boran, sinirle burnundan soluyordu. Döverdim ama ben bunu! "Birincisi ev dediğin yer ev değil, konak!" Başımı salladım, onu onaylamak istercesine. Benim onaylamamla, Eliz bana da tersçe bakmaya başlayınca, sevimli bir şekilde ona gülümsedim. "İkincisi, kime Boran ağanın konağı desen gösterirdi. Ben ağayım, ağa!" Eliyle çevresini gösterdi. "Burada herkes tanır beni."
"Sikeyim, ağalığını!" Boran anlamayan gözlerle, Elize bakarken bende gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Türkçe konuş, birşey anlamıyorum." Eliz, Fransızca konuşup, Boran'a Fransızca küfür ettiği için, Boran'ın anlamaması gayet normaldi ama ben, Fransızca bildiğim için pekâlâ anlamıştım ettiği küfürü.
Eliz'in konuşacağını anladığım sırada hemen söze atıldım. "Ağalığını övdü!" Heyecanla söylediğim şeyle, Boran göğsünü kabartmıştı. Eliz bana ters ters bakmaya devam etse de, ettiği küfürü Türkçe'ye çevirmesine izin veremezdim. Daha ilk dakikadan, iki kuzenin birbirine girmesini istemiyordum.
Yine de, Eliz susmayıp ettiği küfürün arkasında durmaya karar vermişti. "Ağalığını sikeyim, dedim." Açık sözlüğüğü karşısında hayretle ona bakıyordum, bu kadar da açık sözlü olmaya gerek yoktu!
Boran, sinirden kıpkırmızı olmuş bir şekilde, Eliz'e bakıyordu. Boran hak versem de, yine de o hatalıydı. Birini bekletmek çok ayıptı ve Boran'ın beklettiği kişi bir kadındı. En başından, kuzenim dediği kişinin bir kadın olduğunu bilseydim, bekletmesine asla izin vermezdim.
"Genelde ben insanları sikerim, dikkat et." Boran'ın sakin ama tehditkar sözlerini duyduğumda, sertçe ona döndüm. Karşısında bir kadın olduğunun farkında mıydı?
Sinirle, Eliz'in bavullarını alarak arabaya taşımaya başladım. Bu süreç içinde, Eliz ve Boran hararetli bir şekilde kavga etmeye devam etmişlerdi. Onları umursamadan bavulları, arabaya yerleştirmeye devam ettim.
Bavulları yerleştirme işim bittiğinde, Boran'a doğru adımladım. Adımlarım kendimden emin olduğu kadar tehditkârlardı. "Bir süre karşıma çıkma, piç herif!" Diyerek, karın boşluğuna sert bir tekme atmıştım, az bile yapmıştım!
Boran, tekmemin etkisiyle geriye doğru savrulup yere düşerken, bende Eliz'e doğru döndüm. Yüzüme tatlı bir tebessüm yerleştirdim, ilk günden kız zaten yeterince zorbalanmaya mazur kalmıştı. "Hoş geldin, Eliz." Dedim, en içten tebessümümü ona gönderirken.
Eliz, Boran'a attığım tekmeyle şoktan çıkmış gibi hızla bana döndü. Yüzümde ki tebessümü görünce, o da benim gibi gülmeye başladı. "Hoş buldum." Elini uzatarak benimle selamlaşmayı bekledi.
Uzattığı eli tuttuğumda, kaşıyla Boran'ı göstererek kıkırdadı. "Seninle iyi anlaşacağız, Boran'ı beraber de dövebiliriz istersen." Gülerek başımı iki yana salladım. "Boş ver Boran'ı, yoldan gelmişsin hadi biz gidelim, o da ne halt yerse yesin." Arkadaşımı dövmesine tabii ki de müsade etmeyecektim. Ne olursa olsun, Boran'a zarar gelmesini istemezdim. O benim kardeşimdi, onun canı yanarsa benim de canım yanardı.
Az önce bende ona zarar vermiştim ama hak etmişti. Boran zeki bir adamdı, neden bu şekilde karşılık verdiğimi gayette farkındaydı. Zaten anladığı için, benim vurmamın etkisiyle düştüğü yerden bize bakıyordu. Nerede hata yaptığını düşünüp, konuştuklarını tartıyordu ve o da farkına varıp, sarf ettiği kelimeler için pişman olacaktı.
Eliz'le arabaya yetiştiğimizde, ben şoför koltuğuna geçerken, o da yan tarafıma geçip oturmuştu. Emniyet kemerlerimizi taktığımızda, kontakta duran anahtarı çevirerek arabayı çalıştırdım. Hızla gaza basarak, havaalanından çıkmaya başladım. Boran'ı, havaalanında tek başına bırakmıştım.
Yanımda oturan kadına göz ucuyla baktım, hâlâ sinirli gözüküyordu. Gergin olan havayı dağıtmak için. "Çok yorgun musun?" Diye sordum. Sonuçta yoldan gelmişti ve yorgun olup olmadığını öğrenmem gerekiyordu. Boran'ın konağı, bulunduğumuz konuma neredeyse 2 saatlik uzaktaydı. "Ölüyorum desem yeridir." Gülümseyerek başımı salladım. "O zaman seni şimdilik otelimde ağırlamak isterim, konaktan daha yakın. Tabii sende istersen." Böylelikle, Boran'ın arabasını daha erken ona gönderebilirdim.
Yol boyunca sessizlik hakimken aklıma, Yiğit'in gelmesiyle içimde huzursuzluk oluştu. Çok zeki olsam da, bazen aptalca hareketler edebiliyordum. Yaptığım itiraftan nasıl sıyrılacağımı bilmiyordum. Aklım fazlasıyla karışıktı, elimden gelse bir daha kocamla görüşmezdim bile ama bu mümkün değildi. Yiğit, içimde garip duygular açan bir adamdı. Ve ben garip bir şekilde ne kadar kendime itiraf etmek istemesem de, onu kaybetmek istemiyordum. Yiğit beni mutlu ediyordu, ama ben onu mutlu eder miydim bilmiyorum.
"Her an arabada uyuyakalabilirim." Diyen, Eliz'in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Bir kaç saniyeliğine ona baktığımda, gözlerinin içinin uykusuzluktan kızardığını gördüm. "Az kaldı ama istersen sen uyu, yetiştiğimizde ben çıkarırım seni odana sorun değil." Gülümsedim, aklıma Furkan gelmişti. Onu da, uyku hallindeyken oradan oraya taşıyordum. Eliz'i de rahat bir şekilde taşıyabilirdim, yaralı omzuma rağmen.
Eliz dudaklarını aralayıp tam birşey söyleyecekti ki, aniden önüme kıran araçla ani fren yapmak zorunda kalmıştım. Taktığımız kemerler sayesinde bize birşey olmazken, en çok korktuğum şey, Boran'ın arabasına bir zarar gelecek olmasıydı. Boran arabasına fazlasıyla aşık bir adamdı. Arabasına birşey olursa kardeş demez, benim katilim olurdu. Neyse ki birşey olmamıştı.
Sinirle kornaya bastığımda, önde ki aracın bana ait olan araçlardan biri olduğunu görmüştüm. İçinde korumalarımdan birinin olduğuna emin olduğum araca, korna basarak durdurmaya çalıştım.
Yavaşlayıp sağa çeken arabayla, bende yavaşladım ve sağa doğru çektim aracı. "Burada bekle, hemen geliyorum." Eliz yorgunluktan sadece kafasıyla onaylamıştı beni, kim bilir kaç saat havaalanında Boran'ı beklemişti. Puşt herif!
Hızla araçtan indiğimde, diğer araçtan da Sedat'ın indiğini gördüm. Beni görünce rahatlamış gibi bir nefes alıp verdiğini fark ettim. Yanıma hemen gelerek, gözleriyle beni süzdü. Hastaneden kaçtığım için, başıma birşey geldiğini düşünüyorlardı sanırım. Furkan'a bile haber gittiğinden eminim, kesin delirmiştir. Belki de yola çıkıp, buraya bile geliyor olabilirdi.
"Sedat!" Dedim, burnumdan soluyarak. "Böyle araç mı sürülür, az kalsın kaza yapıyorduk." Sedat hemen ellerini önünde birleştirerek, kafasını öne doğru indirdi. "Özür dilerim, Elzem hanım. Sizi odanızda bulamayınca başınıza birşey geldi sandık. Furkan abinin verdiği talimatla, sizi arıyorduk." Tam da tahmin ettiğim gibi.
Şu an, Furkan'ın delirdiğine emindim, Yiğit'i düşünmek bile istemiyordum. İkisinin de gazabından şu an fazlasıyla korkmaya başlamıştım. "Furkan'ı ara, iyi olduğumu ve otelde olduğumu söyle." Telefonunu cebinden çıkararak, Furkan'ı aramaya başladı. Konuşma bitene kadar, Eliz yanıma gelmişti. Fazla yorgun gözüküyordu, bayılmasa iyiydi.
"Hallettim, Elzem hanım." Sedat'a dönerek başımı salladım ama halledildiğini sanmıyordum. Bu işin sonunda hem Yiğit'in hemde Furkan'ın gazabına çok fena uğrayacağıma emindim.
Düşüncelerde boğulmamak adına derin bir nefes alarak, Sedat'a Boran'ın arabasını işaret ettim. "Boran havaalanında, ona arabasını teslim et, ben sendeki araçla otele geçeceğim, herkesi otele gönder."
"Nasıl isterseniz, Elzem hanım." Diyerek beni onayladığında rahatlamıştım. Hava sıcaktı ve Boran güneşin altında havaalanında dımdızlak bekliyordu.
Sedat'a, Boran'ın arabasını teslim edip, kendi arabamı aldığımda, Sedat'a gülümseyerek. "Teşekkür ederim, Sedat. Sen gidip, Boran'a arabasını teslim edebilirsin." Dediğim sırada, Eliz'in; "Orospu çocuğu!" Dediğini duymuştum.
Şaşkınlıkla dönüp, Eliz'e baktığımda, çocukça omuzlarını indirip kaldırdı. "Sedat deme, aklıma bir orospu çocuğu geliyor." Eski sevgilisi olduğunu anlasam da birşey demedim. "Hadi, benim araca geçip otele gidelim."
"Olmaz!"
Sorgularcasına, Eliz'e baktım. "Oha, Elzem! Biz Tesla'ya mı binmiştik?" Gözlerinde ki saf heyecanı görünce, gülümsedim. Yorgun ve sinirli olduğu için fark etmemişti. Arkama dönerek, az önce indiğim arabaya baktım. Boran'ın bu hayatta, annesinden ve bizden sonra tek değer verdiği şey diyebilirdim. "Ben Tesla'yla yolculuğuma devam etmek istiyorum, lütfen." Anlaşılan, Boran bir süre arabasından ayrı kalacaktı, sanırım arabasından bir süre ayrı kalsa ölmezdi.
Ben daha birşey demeden, Eliz'in koştur koştur tekrardan Boran'ın Teslasına bindiğini gördüm. Eliz'in heyecanına gülümseyerek bende geri arabaya döndüm. Arabayı çalıştırdığımda, pencereyi aşağıya indirerek, "Sende ki arabayı, Boran'a götürebilirsin. Bu bizde kalacak, Sedat."
"Orospu çocuğu!" Dudaklarımı birbirine bastırdım, gülmemem lazımdı. Eliz'e döndüm ve, "O Sedat, bu Sedat değil sakin ol." Dedim ama umrunda olmadığına emindim. Bundan sonra, Eliz ne zaman Sedat'ı görürse küfür edeceğinden emindim. Sabır dileyerek arabayı çalıştırdım. Kendimi yorgun hissediyordum, bir an önce otele gidip uyuyup dinlenmek istiyordum. Gerçi Yiğit olmadan uyuyamıyordum ama olsun, hiç olmazsa dinlenebilirdim.
Sedat, arabaya binip uzaklaşmaya başladığında bende arabayı çalıştırarak otele doğru sürmeye devam ettim. Yolda ilerlemeye devam ederken, Eliz'in araba hakkında olan beğenilerini dinlemiştim. "Ay yok, Elzem böyle olmuyor. Benim de sürmem lazım, hadi arabayı bana ver." Tereddütle ona döndüm, uykusu olduğu için emin olamadım ama yüzünde ki heyecana kıyamadım ve onu onayladım.
Yine de emin olmak adına, "Emin misin?" Diye sordum, çok fazla yorgun gözüküyordu.
"Elzem bu hayalimde ki araba, lütfen ben süreyim." Heyecanla konuşan kadına dönüp tekrardan baktım, gözlerinde de aynı heyecan parıltıları vardı. Başımı sallayarak, müsait bir yere çektim arabayı. "Hadi geç ama, lütfen dikkat et. Boran'ın Teslasına birşey olursa bu sefer beni bile yakar." Evet bunu gerçekten yapardı, Boran için Teslası herşeydi.
Yer değiştirdiğimizde, otelin yerini tarif ederek yola koyulmuştuk tekrar, bu kadar uzak olmak zorunda değildi.
"Şimdi ben bu şerefsizin arabasıyla bir yere çarpsam ne olur?" Dehşet içerisinde Eliz'e döndüm. "Sakın!" Hızını artırarak deli gibi kahkaha atmaya başladı. "Sakın, Eliz bizi öldürür. İkimize de acımaz!" Eliz, arabanın hızını daha da arttırdı, söylediklerim umrunda değilmiş gibiydi.
Yol boş olduğu için bir süre, hızla gitsekte tetikte korkuyla bekliyordum. "Eliz bak yavaşla, ben ölmek için hem çok gencim, hem çok zekiyim, hem çok çok çok güzeli-" Emniyet kemerinin izin verdiği kadarıyla, öne doğru savrulduğumda, herşeyin çok geç olduğunu anlamıştım. Dehşetle açılan gözlerimle nereye çarptığımıza bakmaya çalıştım, bir arabaya çarpmıştık.
"Kahretsin!" Çarptığımız arabanın içinden, Yiğit'in çıkması da hayatın bana bir cilvesi olsa gerek!
Yiğit, sinirle indiği arabasından bize doğru ilerlerken, gözleri bana doğru kaydı. Sinirli bakışları yok olurken, dudaklarında çarpık bir gülümseme oluştu. Şu an yok olmak istiyordum, bir an önce üstün zekamla ışınlanmayı bulmam gerektiğini düşündüm. Böyle durumlarda işime fazlasıyla yarayacağına emindim.
Benim olduğum tarafa gelip, hızla kapımı açtığında sevimlice gülümseyerek ona baktım. "Kocam?" Olabildiğince tatlı gözükmeye çalıştım.
"Yemiyorum, in arabadan düş önüme!" Yüzünde sinirle kondurulmuş bir tebessüm, sesinde sinirli olduğuna dair ses tonu beni dehşete düşürdü. Korkuyla başımı sallayarak, sakince arabadan inmeye çalıştım.
Arabadan indiğimde, Yiğit arabaya doğru eğildi. "Karımı bana getirdiğin için teşekkür ederim." Ben teşekkür falan etmiyordum ama, Eliz'i Boran'dan önce ben öldürecektim! Çarpacak başka kimse mi kalmamıştı?
Yiğit elimi tutarak, beni kendi arabasına doğru çekiştirmeye başladı. "Şimdi bana, annemin neden beni sevmediğini açıklayacaksın. Bundan kaçışın yok!" Olmalıydı, bir kaçış yolu olmalıydı.
Kafamda ki tilkiler hızla çalışmaya koyulduğunda, aklıma gelen ilk şeyi yapmıştım. Sağlam olan kolumun dirseğiyle sert bir şekilde, Yiğit'in ense boşluğuna vurarak bayılmasına sebebiyet vermiştim. Yaptığım şeyin saçmalığını, Yiğit'in bayılıp yere serilen bedeniyle fark etmiştim.
"Allah'ım beni yok et!"
Ben ne yapmıştım öyle, kahretsin!
Yeni bölüm için 50 vote gelmeli...
Veee bölümün sonuyla karşınızdayım.
Sizce, Boran Eliz'e neler yapacak arabasını vurduğu için?
Elzem'in yapacaklarını görmek bile istemiyorum. Eliz kendini çok fena yaktı.
Sizleri seviyorum bir sonra ki bölüm görüşmek üzere öpüldünüz muuaahhhh 💜
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |