
Ateş’in evime gelip bana notu geri vermesinin üzerinden beş gün geçti. Bir daha ne ondan bir arama, ne bir mesaj ne de haber alabildim. Durup durup gözümün önüne gelen o halini bir türlü aklımdan çıkaramıyordum. Notu baş ucumda duran takı kutusunda saklıyordum ve sürekli elim oraya gidiyordu. Göz yaşlarım, notun üstünde resim çizmeye başlamıştı. Ne zaman notu elime alsam duygularıma engel olamıyordum.
Aklımın bir yerinde hâlâ şu soru vardı: Neden yaptı?
Beni suçlamakla eline ne geçebilirdi ki? Zaten ondan uzak durmaya çalışıyordum ve evlilik planlarının önünde somut bir engel değildim. Bana bunu yaparak eline ne geçmiş olabilirdi diye düşündüm defalarca ama bir türlü yeterli bir cevap bulamıyordum.
O gün yine uyanıp ilk olarak onu düşünmeye başladım. Kalp sancım her zamankinden güçlü ve can yakan cinstendi. Sanki sevdiğim birini mezara koymuş gibi hissediyordum. Canım öyle bir yanıyordu ki uyku bile tutmuyordu.
Hiçbir işim olmamasına rağmen erkenden aralamıştım gözlerimi. Yatakta doğrulup uzun bir süre karşımda duran fotoğraf köşesine boş gözlerle baktım. Sonra yine engel olamadım akıp giden göz yaşlarıma.
Artık ailemde farkındaydı bende bir sorun olduğunun. Açıkça soramasalar da benim için endişelendikleri yüzlerinden belli oluyordu her seferinde. Ağlamaktan şişen gözlerim ve sessizliğim de beni yeterince ele veriyordu.
Unutma aşamasının bu kadar sancılı geçeceğini tahmin dahi edemezdim. Hayatımın büyük bir sarsıntı yaşamasına neden oluyordum belki de. Oysa isteğim çok doğal ve olması gereken bir istekti; unutmak, hayatıma devam etmek istiyordum. Kimsenin başına bela olmak gibi bir derdim yoktu.
Yerimden yavaşça kalkarak banyoya gittim. Lavabonun önünde durarak aynada bir süre kendime baktım. Ne kadar aciz durumda olduğumu görmek istiyordum. Yüzümü gördüğüm anda ağlamaya başladım. Ağzımı kapatıyordum çünkü annemin ya da babamın ağladığımı duymasını istemiyordum. Banyo kapısının arkasına çökerek ağlamaya devam ettim. Tüm vücudumu olabildiğince kasmaya devam ediyordum. Bağıra çağıra ağlamak geliyordu içimden ama hayatta her zaman her şeyin bir sınırı vardı.
İzmir’e döndükten sonra kendimi daha iyi hissederim sanmıştım ama o notu aldığımdan bir türlü kendimi toplayamıyordum. Aşk acısını en dipte yaşıyordum resmen.
Bir süre sonra az da olsa sakinleşebilmiştim ve ayağa kalkarak aynaya bile bakmadan yüzümü yıkadım, sonra da kuruladım. Banyodan çıktığım anda annemle yüz yüze gelmiştim. Sanki beni kapının önünde dinlemiş gibi endişeli gözlerle bana bakıyordu.
‘’Günaydın anne.’’ Dedim ama sesim öyle bitkin ve çatallı çıkmıştı ki ağladığım fazlasıyla belli oluyordu. Annem daha fazla bu halime dayanamamış olacaktı ki beni elimden tutup salona götürdü. Ne yaptığını bile soramamıştım çünkü halim yoktu. Beni koltuğa oturtmuş ve sonrasında karşıma oturmuştu.
‘’Ela, bana şimdi ne olduğunu anlatacaksın.’’ Dedi net bir şekilde.
Ne diyecektim? Anne ben bilmeden üniversitedeki öğretmenimle yatmışım ve sonra ona aşık olup tekrar onunla yattım ve tekrar ama onun başka biriyle evlenmesi gerekiyor ama ben buna engel olamıyorum. O da gitmiş beni disiplin kuruluna vermiş. Az kalsın okuldan atılacaktım.
‘’Anne, iyiyim.’’ Diyebildim sadece ama annem bir anda sinirlendi.
‘’Ela! Sana ne olduğunu bilmek istiyorum. Bir anne olarak kızıma neler olduğunu bilmek hakkım değil mi?’’ Diye bağırdığında onun da sabrını taşırdığımı fark ettim.
‘’Anne, lütfen…’’ Dedim yeniden ağlamaya başlayarak. Annem yanıma oturup ellerimi tuttu.
‘’Kızım ben senin annenim. Bana her şeyi anlatamıyorsan eğer, seni neyin böyle üzdüğünü söyleyemiyorsan; o zaman ben anne olmayı becerememişim.’’ Annemin de gözleri dolmuştu. Onu da kendim gibi üzgün görmeye dayanamadım.
‘’Anne ben… aşık oldum.’’ Dediğimde annem hiç şaşırmadan saçlarımı okşadı.
‘’Bebeğim, niye ağlıyorsun o zaman? Aşık olmak çok güzel bir duygu, mutlu olman gerekmez mi?’’ Diye sorduğunda hıçkırıklarıma engel olamadım.
‘’Artık onunla görüşemeyiz. Bitmesi gerekiyordu ve bitti.’’
Annemin şefkatli kolları arasında olmak bile o an bana yetmişti. Kendimi az da olsa toparlayabilmem için bir anne sevgisine ihtiyacım olduğunu bilseydim en baştan anlatırdım anneme.
Annemle uzun uzun konuştuk. Her şeyi tüm çıplaklığı ile anlatamasam da bazı yerlerini anlatmıştım. Ateş’in başkasıyla evlenmek zorunda olduğunu bile biliyordu. Annem, her şeyi bilmediği halde bile bu anlattıklarıma çok şaşırmıştı. Bazı noktalarda diyecek bir şey bulamayıp sadece susmuştu.
‘’Ah Ela… nasıl böyle bir şeyin içine düştün sen?’’ Diye sordu kendi kendine.
‘’Canım çok yanıyor anne…’’ Diyerek ağladım dizinin dibinde. Annem beni ilk defa öyle görmüştü.
Ben her zaman sorunlarını kendi içinde yaşayan ve tek başına bir çözüm arayan sakin, içine kapanık bir kızdım. Kimse beni böyle görmeye alışkın olmadığı gibi anneme de bu halim çok farklı ve acınası gelmiş olmalıydı.
Annem bana sıkıca sarılıp beni kollarının arasına aldı. Defalarca öptü saçlarımı.
Orada annemle aramızda geçen konuşmadan sonra annem benimle daha da ilgili olmaya başladı.
Be sürekli telefonumu elime alıp Ateş’in engelini kaldırıyor ve sonra da hiçbir şey yapmadan yeniden engelliyordum. Kendime hakim olmam gerektiğinin farkındaydım. Hep ona yazmanın sınırından geri dönüyordum. Bu benim için her geçen gün daha da zor oluyordu.
Akşama doğru kapı çaldı ve evde benden başka kimse yoktu. Annemle babam yine hastaneye çağırılmışlardı. Ben de yatağımdan çıkıp yavaşça kapıya doğru gittim. Kapıyı açtığımda karşımda Derya, Gökay ve İbrahim’i görmeyi beklemiyordum. Üçünün de yüzünde endişe dolu bir ifade vardı ama bana bir şey çaktırmamaya çalışıyorlardı. Belli ki annem onları arayıp ne durumda olduğumu anlatmış ve beni yalnız bırakmamalarını istemişti.
‘’Ela!’’ Diyerek coşkulu bir şekilde sımsıkı sarıldı Derya.
‘’Elacığım, görüşmeyeli bayağı uzun zaman oldu.’’ Diyerek Gökay da sarıldı ve sonra İbrahim tam karşımda durdu.
‘’Seni almaya geldik.’’ Dedi gülümsemeye çalışarak.
‘’Arkadaşlar, sağ olun ama ben…’’ Derya cümlemi tamamlamama izin vermedi.
‘’Ama kelimesini duymak istemiyorum Ela. Hemen hazırlanıyorsun yoksa evde başının etini yeriz.’’ Dediğinde başka çarem olmadığını anlayarak onlara itaat etmek zorunda kaldım. Odama giderek siyah, diz üstü, boğazlı elbisemi üzerimi geçirip altıma da termal çorap giydikten sonra makyaj bile yapmadan odamdan çıktım.
Dışarı çıktığımızda beni çocukken ailelerimizle gittiğimiz bir balıkçıya götürdüler. Herkes ekmek arası balık söyledi ama benim canım bir şey yemek istemiyordu. Tabii ki Derya beni asla dinlemeyerek bana da normalde çok severek yediğim balık ekmekten söyledi.
Sürekli sohbet etmeye çalışsalar da benden pek bir karşılık alamıyorlardı. Buraya boşu boşuna gelmiştim çünkü durduk yere onların da morallerini bozacaktım. Başımı avcumun üzerine dayayarak denizi seyretmenin benim için en iyisi olduğuna karar vermiştim ki telefonuma bir bildirim geldi. Telefonuma uzanarak ne geldiğine bakmak istedim ama Derya birden paniğe kapılarak telefonumu elimden çekip aldı.
‘’Ela, aşk olsun! Bizim yanımızda telefona bakmayacaksın değil mi?’’ Hareketleri fazlasıyla tuhaflaşmıştı. Bir şeyler döndüğünü anlamıştım.
‘’Derya, telefonumu verir misin?’’ Dediğimde İbrahim araya girdi.
‘’Ela, bak sana çocukluğumuzdan kalma bir şey göstereceğim, benimle gelir misin?’’
‘’Derya, telefonumu ver.’’ Dedim İbrahim’in sorusunu görmezden gelerek.
‘’Ela…’’ Gökay’ın konuşmasına izin vermeden sinirle Derya’ya bakmaya devam ettim. Artık sabrım taşmıştı.
‘’Derya!’’ Diye bağırdığımda etraftaki insanlar bize dönüp bakmıştı. Derya da daha fazla karşı koyamayarak telefonumu bana geri verdi. Telefonumdaki bildirimin kayıtlı olmayan bir numaradan geldiğini gördüğümde kaşlarımı çatıp telefonumun kilidini açtım ve mesaja tıkladım.
Mesaj açılır açılmaz bir fotoğraf yüklendi. Bu bir davetiyeydi. Daha davetiyeyi okumadan ellerim titremeye başlamıştı. Çünkü daha o an bir şeylerin farkına varmıştım. Davetiyeyi büyüttüğüm anda gözüme çarpan ilk isim onun ismiydi, Ateş Erdem. Kalbim göğüs kafesime çarpıyordu ve nefesimi kesiyordu. Tırnaklarımı avcuma batırmaya başlayıp kendimi ağlamamak için sıkmaya başladım.
Bu onun düğün davetiyesiydi ve tarih… yarındı. Gözlerimi telefondan uzun süre kaldıramadım. Elimi o kadar sıkmışım ki tırnaklarım resmen avcumu delmiş ve avcum kanamaya başlamıştı.
‘’Ela.’’ Derya’nın sesi yeniden kulaklarımı doldurduğunda bir anlığına gözlerimi ona diktim.
‘’Evleniyor…’’ Diyebildim sadece. Sanki bunun bir gün olacağını bilmiyormuş gibi tepki veriyordum.
‘’Ela, canım bir su iç.’’ İbrahim’in uzattığı suyu yanımda oturan Gökay aldı ve bana doğru uzattı ama suyu almadım.
‘’Eve mi gitsek?’’ Dedi Gökay birden.
‘’Benim gitmem gerek.’’ Diyerek bir hışımla yanlarından kalktım. Üçü de benimle birlikte kalktı.
‘’Ben hesabı ödeyeceğim, siz peşinden gidin.’’ İbrahim’in sesini duysam da tepki vermeden hızlı adımlarla yürümeye başladım.
‘’Ela! Dur lütfen.’’ Gökay’ı dinlemeden nereye gittiğimi bilmeden yürümeye devam ediyordum. Yolumu kaybetmiş gibi hissediyordum kendimi. Ne hale geldiğimi düşündükçe hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyordu içimden. Şimdi evleniyordu ve benim elimde hiçbir şey gelmiyordu.
Derya en sonunda beni kolumdan yakalayıp durdurmuştu.
‘’Ela, kendine gel! Nereye gidiyorsun bu halde?’’
‘’Bilmiyorum! Bilmiyorum, tamam mı? Şu geldiğim hale bak! Kalbim nasıl acıyor biliyor musun Derya! Resmen her gün gözünüzün önünde can çekişiyorum! Ailemi de üzüyorum ve onları da kendimle bu acıya mahkum ediyorum! Aşık olduğum adamın düğün davetiyesi geldi bana ya! Bu nasıl bir şey biliyor musun?’’ Bağıra çağıra, ağlaya zırlaya konuşuyordum. Sokaktan geçen insanların hepsi dönüp bana bakıyorlardı ama benim umurumda bile değildi.
‘’Ela…’’ İbrahim yanımıza gelerek omzuma dokundu.
‘’Lütfen izin verin gideyim.’’ Dediğimde İbrahim elini çekti.
‘’Bu halde nereye gideceksin? Önce biraz sakinleş ve sağlam kafayla karar ver ne yapacağına.’’
‘’İbrahim, hangi sağlam kafadan bahsediyorsun? Delirmek üzereyim anlıyor musunuz? Kafayı yemek üzereyim!’’
‘’Ela, durdur o zaman o adamı. Evlenmesine engel ol.’’ Dedi Gökay.
‘’Yapamam. Ona kızgınım, yapamam.’’
‘’Ela, ne olduğunu anlatmayacak mısın?’’ Diye sordu Derya
‘’Hayır Derya… şu an tek isteğim o düğüne gitmek.’’ Dediğimde üçü de şaşkınlıkla yüzüme baktılar
‘’Düğüne mi gideceksin gerçekten?’’ Derya duyduğuna inanamıyor gibiydi.
‘’Evet Derya.’’ Diyerek arkamı dönüm ve yürümeye devam ettim. Onları arkamda bırakıp bir taksiye atladım ve eve döndüm.
Annemle babama okulda acil bir işim olduğuna dair beni merak etmemeleri adına ufak bir not bırakıp birkaç eşya alarak evden çıktım. Otogara giderek Eskişehir’e giden ilk otobüse bilet aldım. Otobüs gelir gelmez de bindim ve Eskişehir’e doğru yola çıktım. O kadına ‘’Evet.’’ Deyişini gözümle görmek kulağımla işitmek istiyordum sadece. Bu çok delice bir düşünceydi belki de ama kendime artık engel olamıyordum.
Gece yarısı Eskişehir’e varmıştım. Hemen tramvaya bindim ve daha önce ailemin kaldığı otelin olduğu durakta indim. Otelden bir oda tutup yerleştikten sonra telefonumu elime aldım. Annem ve babam yol boyunca defalarca aramışlardı ama telefonu açmamıştım. Bana çok kızacak olsalar da şu an onlarla konuşamazdım.
Kısa bir uyku çektikten sonra sabah erkenden uyandım ve bütün gün sadece düğünü düşünüp ağladım. Ben neredeyse çıldırmış bir hale geldiğim sırada kapı çaldı. Resepsiyondan birileri geldi sanarak kapıyı açtığımda karşımda ellili yaşlarda, takım elbiseli, daha önce görmediğim bir adam gördüm. Bana garip bir gülümseme ile bakıyordu.
‘’Buyurun?’’ Dedim sorarcasına. İzin bile almadan içeri girdiğinde vücudumu bir korku ve endişe kapladı. Arkasından kapıyı kapattığında hemen otelin telefonuna sarılıp aşağıdaki resepsiyonu aramaya çalıştım ama adam telefonu sertçe elimden çekip aldı.
‘’Yaramazlık yapma.’’ Diye uyardı beni.
‘’Sen kimsin!’’ Diye bağırdım korku içinde.
‘’Ben Hande’nin babasıyım küçük hanım.’’ Dediğinde şaşkınlıkla yüzüne baktım.
‘’Sizin burada, benim otel odamda ne işiniz var?’’ Diye sordum sinirle.
‘’Seni uyarmaya geldim.’’ Dediğinde söylediklerine anlam veremedim.
‘’Ne uyarması? Neyden bahsediyorsunuz siz beyefendi?’’ Dediğimde üzerime doğru geldi.
‘’İstanbul’a kaçtığınız gün Ateş’i uyardım ama dinlemedi. Bir de seninle konuşalım bakalım. Belki sen Ateş’ten daha akıllısındır.’’
Ateş’in İstanbul’dan kaçıp beni yapayalnız bırakmasının sebebi bu adammış ve ben bunu yeni öğreniyordum.
‘’Lütfen odamdan hemen çıkar mısınız?’’ Sinirlenmemeye çalışsam da elimde değildi.
‘’Beni iyi dinle küçük hanım; Damadım ve kızımdan olabildiğince uzak duracaksın. Bugün onların düğün günü ve sen Eskişehir’e gelerek bir hata yaptın ama tabi olabilir böyle hatalar. Gençsin sonuçta, hepimiz gençken bir takım hatalar yaptık. Mesela ben…’’ Sustu ve bana biraz daha yaklaşıp elinin tersiyle yanağımı okşamaya başladı. ‘’Senin yaşındayken en yakın arkadaşımı öldürmüştüm.’’ Dediği anda dehşet içinde baktım yüzüne. Gerilim gittikçe artıyor ve bu adam beni açıkça ölümle tehdit ediyordu.
‘’Benden ne istiyorsun?’’ Diye sordum sesim titreyerek. Adam bu halimi görünce kısa bir süre güldü.
‘’Ateş’in hayatından çıkacaksın.’’
‘’Biz görüşmüyoruz zaten.’’ Korkudan ağlayacak duruma gelmiştim.
‘’Öyleyse beş gün önce Ateş’in İzmir’de ne işi vardı?’’ Diye sorduğunda cevap bile veremedim.
‘’Bakın… lütfen gidin.’’ Dediğimde adam elini beline atarak belindeki silahı çıkardığında gözlerimi sıkıca kapattım. Korkudan küçük dilimi yutmuştum resmen.
‘’Eğer sizin bir daha görüştüğünüzü görürsem…’’ Cümlesine devam etmeden önce silahı alnıma dayadı. ‘’Ateş’in o küçük beynini dağıtırım.’’ Dediğinde nefesim kesildi. Gözlerimi açıp şok olmuş bir şekilde o adamın tehditkar yüzüne ve alnımda silaha baktım.
‘’Sadece izin verin, düğünde onu göreyim, son kez.’’ Diye yalvardım adama.
‘’Ben acımasız bir insan değilim. Bir daha görüşmemeyi kabul ediyorsan düğünde kızıma görünmeden istediğin kadar görebilirsin Ateş’i.’’ Dedi pis bir şekilde sırıtarak. İstemesem de başımı onaylarcasına salladım. Adam da silahı beline geri koydu ve benden uzaklaştı.
‘’Öyleyse hoşça kal güzel kız.’’ Diyerek kapıdan çıkıp gitti.
Az önce olanlara inanamıyordum. Hayatımda ilk defa ölümle burun buruna gelmiştim ve resmen bir mafya tarafından ölümle tehdit edilmiştim. Ateş’i öldürmekle tehdit etmişti beni.
Öğrendiğim bir şey daha vardı ki Ateş İstanbul’da beni bırakıp gitmemişti. Gitmek zorunda kalmıştı ve artık emin olduğum bir şey vardı ki, o dilekçeyi Ateş yazmamıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.44k Okunma |
2.85k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |