28. Bölüm

27. Bölüm

Elçin Karaatlı
elcinkaraatli2024

Çok küçüktüm, annem beni arkadaşıma götürmüştü oyun oynayalım diye. En sevdiğim oyuncağım da yanımdaydı. Kimselerle paylaşamadığım o oyuncağımı istiyordu arkadaşım. Benden almasın oyuncağımı diye ağlamaya başladım ama nasıl ağlıyorum? Sonrasında o arkadaşım da bana daha fazla ağlayıp üzülmeyeyim diye en sevdiği oyuncağı verdi ama ikimiz de üzgündük. İkimiz de iki oyuncakla da oynamak istiyorduk. Bir süre sonra annem bize bakmak için odaya geldi. İkimizin de bir köşede üzgün bir şekilde oturduğunu gördüğünde yüzünde tatlı bir gülümseme oluştu.

 

“Neler yapıyorsunuz bakalım?” Dediğinde ikimizden de ses çıkmayınca bizi ellerimizden tutup ortada buluşturdu. Arkadaşımla birbirimize bakmak yerine farklı yerlere bakmayı tercih ettik. Sonra ben konuşmaya başladım.

 

“Benim oyuncağımı aldı.” Dedim elindeki bebeği işaret ederek.

“Ama sana da kendi oyuncağımı verdim.” Dedi arkadaşım savunmaya geçerek.

“Çocuklar, bütün bu mutsuzluk şu iki oyuncak yüzünden mi?” Diye sordu annem gülümseyerek. İkimiz de onaylarcasına kafamızı salladık.

“Ben ikisiyle de oynamak istiyorum ama Ela ağladığı için kendi oyuncağımı ona verdim.”

“Ama ben de ikisiyle de oynamak istiyorum.” Dediğimde annem ikimizin ortasında dururken birden çekildi ve bizim karşılıklı oturmamızı sağladı. Önce benim elimdeki oyuncağı aldı, sonra da onun elindeki oyuncağı aldı ve tam ortamıza koydu.

 

“Bakın kızlar; bu oyuncaklar mutluluğu temsil ediyor. Siz de bu mutluluğun tamamını istiyorsunuz. Oysa yapmanız gereken o mutluluğu paylaşmak… sen onu mutlu etmek için üzülme, o da seni mutlu etmek için üzülmesin. Mutluluğu ikiye bölün; Yarısı senin yarısı onun olsun.” Annemin sözleri o yaştaki bir çocuk için fazla karmaşıktı ama yine de bir daha o arkadaşımla asla oyuncaklarımız için kavga etmedik.

 

Bugün anlıyordum annemin ne demek istediğini. Artık o sözler benim için daha çok anlam taşıyordu. İnsanların en büyük sorunları da bu değil miydi? Birçok insan, mutluluğu bölüşemediği için ayrı yollara düşmüyor mu?

 

Aradan günler geçti ve ben hâlâ kimseyle görüşmek istemediğim için kaçmaya devam ediyordum.

 

Kliniği hâlâ açmamıştım ve insanlardan gelen mesajları görmezden gelmeye devam ediyordum. Şimdi ne yapmam gerektiğini pek bilmesem de bir yanım İzmir’e gidip biraz her şeyden uzaklaşmam gerektiğini söylüyordu. Ama bir diğer yanımda kaçmanın anlamsız olduğunu kaçarak bir yere varamayacağımı söylüyordu.

 

Yeniden bir yerlerde Ateş’i görmek istemediğim için dışarı çıkmakta korkar hâle gelmiştim. Bu durumu nasıl atlatacağımı bile bilmiyordum.

 

Bütün gün evin içinde yokmuşum gibi sessiz ve hareketsiz bir şekilde yatağımda vakit geçirdim. Bazen telefonumla ilgileniyor bazen de sadece düşüncelerimle boğuşuyordum.

 

Psikolog olmak için uygun olup olmadığımı düşünmeye başladığımda artık ipin ucunun kaçmaya başladığını fark ederek hızlı bir hareketle yatakta doğruldum.

 

“Ne yapıyorum ben böyle?” Dedim kendi kendime öfkelenerek.

 

Hayatımın geri kalanını evimde yatarak yalnız başıma geçiremezdim. Buna hayat denemezdi. Sırf iki tane adam yüzünden kendimi evime kapatamazdım.

 

Kararlarımın ve düşüncelerimin çok çabuk değiştiği doğruydu ama bu seferki daha hızlı olmuş gibiydi.

 

Yataktan kalktım ve güzel bir elbise giydikten sonra uzun zaman sonra ilk defa yüzüme makyaj yaptım. Kendimi güzel hissetmek mutluluğun ilk adımıydı.

 

Elime telefonumu alarak Derya’yı aradığımda üçüncü çalışta telefonu açtı.

 

“Alo! Ela, sonunda çıktın mı depresyondan?” Derya benimle dalga geçiyordu.

 

“Derya, küçük stand-up gösterini kendine saklayıp kahve yapmaya başlasan iyi olur çünkü sana geliyorum.” Dediğimde Derya telaşa kapıldı.

“Ne demek sana geliyorum? Ama şey…” Lafını tamamlayamadı.

“İstemiyor musun beni?” Diye sordum şaşkınlık içerisinde. Normalde asla böyle bir şey yapmazdı.

“Hayır, saçmalama! Gel… gel tabi.”

“Tamam o zaman görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

 

Telefonu kapattıktan sonra çantamı ve arabamın anahtarını alarak evden çıktım. Yüzümde gereksiz bir gülümseme ile arabaya binerek neredeyse batmak üzere olan güneşe selam verdim. Çantamı arabanın arka koltuğuna attıktan sonra arabayı çalıştırıp Derya’nın evine doğru sürmeye başladım. Evlerimiz arabayla çok yakın olduğu için varmam uzun sürmedi. Arabadan indikten sonra arka koltuktan çantamı da alıp arabayı kilitledim. Sonra da Derya’nın adının yazılı olduğu zile bastım. Kapının açılması biraz fazla uzun sürdüğü için çantamdan telefonu çıkardım. O sıra kapı açıldı ve ben de yavaşça içeriye girdim. Dairesi birinci katta olduğu için asansörü kullanmak yerine merdivenleri çıkmaya karar verdim. Merdivenleri çıkarken Derya’nın bana mesaj atmış olduğunu gördüm. Zaten yanına geldiğim için mesajı açma gereği duymadan telefonu yeniden çantama attım. Derya ve Kemal korku dolu bir yüzle beni kapıda karşıladılar. Böyle bir durumda kendimi çok kötü hissettim çünkü onları uygunsuz bir zamanda rahatsız ettiğimi düşünerek utandım.

 

“Hoş geldin Ela.” Kemal’e mahcup bir şekilde gülümsedim.

“Hoş buldum da… şey ben yanlış bir zamanda mı geldim?” Diye sordum çekine çekine.

“Mesajımı okumadın mı?” Derya’nın sorduğu soruyla utancımdan yerin dibine girmek istedim çünkü muhtemelen bana müsait olmadıklarını mesajla yazabilmişti.

“Ya çok özür dilerim ben mesajı görmedim.” Dediğimde ikisi de birbirine bakarak yutkundu. Tam bu sırada arkalarından gelen bir ses tüm dikkatimi dağıttı.

 

“Kemal!” Bu ses Ateş’in sesiydi. Kaşlarımı çatıp ikisinin gözlerine baktım.

“Derya?” İsminin soru sorar gibi kullanmıştım çünkü tüm vücudum gerilmişti. Ben Derya ve Kemal’e gözlerimle hesap sorarken Ateş onların arasından çıkagelmişti. Gözlerimiz buluştuğunda vücudumdaki tüm kan yüzüme hücum etti.

 

“Ela…” Derya’nın sözünü yarıda kestim.

“Telefonda müsait değilim gelme deseydin gelmezdim.” Diyerek arkamı dönüp merdivenlere yöneldiğim sırada Ateş konuştu.

 

“Gerçekten kaçmana gerek var mı?” Dediğinde olduğum yerde kaldım. Arkamı dönüp tam olarak Ateş’in gözlerinin içine baktım.

 

“Kimden kaçıyormuşum?”

“Bence kendinden kaçıyorsun.” Dediğinde sinirle güldüm.

“Ne saçmalıyorsun sen?”

“Fazla kasıyorsun yani.” Ateş’in bu umursamaz donuk tavırları iyice sinirlerimi bozmaya başlamıştı.

“Kalmamı istiyorsan böyle saçma sapan saldırılar yapmana gerek yok.” Diyerek Ateş’i elimin tersiyle iterek içeri girdim. Kemal ve Derya şahit olduklarımı durumu fazlasıyla garip karşılamışlardı.

 

Salona giderek tekli koltuklardan birine geçip oturdum. Hemen ardımdan Derya, Kemal ve Ateş de gelip boş yerlere oturdular. Ortam bir süre çok sessiz kaldığı için Kemal sessizlik bozulsun diye kendince iyi ama genel olarak saçma bir fikir attı ortaya.

 

“Oyun mu oynasak?” Diye sordu.

“Çocuk muyuz biz?” Ateş’in cevabına karşılık güldüm.

“Kemal, Ateş bir öğretmen unuttun mu? Yani yaşlı ve bize uyum sağlayabilecek biri değil.” Sonra yüzümü Ateş’e doğru çevirip o sivri bakışlarıyla karşı karşıya kaldım. “Senin karın kızmıyor mu sana? Eve gitme saatin yok mu?” Söylediklerime karşılık Derya ve Kemal inanılmaz bir şekilde ortamdan rahatsız oldular.

 

“Ee psikolog hanım, Sevgiliniz sizin burada benimle olduğunuzu duyarsa kızmaz mı? O gün kordonda açıkça bunu belirtti bence.” Dedi eliyle yara olan dudağını göstererek. Ben tam konuşacakken Derya araya girdi.

 

“Arkadaşlar, lütfen yapmayın! Bakın biliyorum şu an içinde bulunduğunuz durum çok saçma ve bazı şeyler kabul edilebilir gibi değil ama hayat böyle uygun gördüyse bize de uyum sağlamak düşmez mi?” Dediğinde öfkeli gözlerimi Derya’ya çevirdim.

 

“Ne uyumu Derya ya? Ne saçma sapan bir durum bu böyle! Sen farkında mısın bu adam kim?” O sırada Ateş sinirle ayağa kalktı.

 

“Kimmişim ben?”

 

“Sen korkağın tekisin!” Ben de ayağa kalkıp tam karşısına dikildim.

“Hop! Arkadaşlar tamam ama sakin olun.” Kemal araya girmeye çalıştı.

“Kemal sen karışma!” Diye bağırdı Ateş.

“Niye geldin sen buraya?” Diye sorduğumda Ateş sinirle güldü.

“Ya sanane! Seni ve sevgilini neden bu kadar ilgilendiriyor benim burada olmam? Ben soruyor muyum sana; neden kafedeyken dışarıdan beni izliyorsun diye?” Dediğinde şok ve öfke karşımı bir duygu seliyle birlikte önce Kemal’e dönüp hesap sorarcasına baktım sonra da yeniden Ateş’e doğru döndüm.

 

“Eğer saçmalamaya devam edersen yüzünün geri kalanını da ben dağıtacağım!” Dediğimde Ateş bana doğru gelip aramızda az bir mesafe bıraktı.

 

“Denesene Ela.” Dedi fısıldayarak. O an öfkeyle tokat atmak için elimi havaya kaldırdığımda bileğimi sıkıca kavradı.

“Buna izin vereceğimi düşünmedin herhalde.”

 

Elimi elinden kurtarıp onu önce ittim sonra da beklemediği anda yüzüne sağlam bir tokat attım.

 

“Ela!” Diye bağırdı Derya. Kemal de ne yapacağını bilmeden öylece bize bakıyordu.

 

“İznine ihtiyacım yok!” Ateş şaşkınlığını kenara bırakıp yeniden bana doğru geldi.

 

“Bu kadar mı yaktım canını?” Bu soruyu öyle bir sordu ki sanki bundan keyif alıyormuş gibiydi.

 

“Ne..?” Diyebildim inanamayarak.

 

“Çekip gitmem bu kadar mı yaraladı seni?” Diye sordu dalga geçer gibi. Ben bir süre hiçbir şey diyemeden öylece yüzüne baktım. O sırada Derya ve Kemal’in odadan çıktığını gördüm.

 

“Öğrendiğin şey sana keyif mi verecek?” Diye sordum dolu gözlerle. Cevap vermeyince konuşmaya devam ettim. “Ben sana aşıktım ya… sen benim her şeyimdin! Bu mu seni güldürüyor? Sen korkup başka biriyle evlenmeyi kabul ederken ben dimdik durmak zorunda kaldım. Herkes beni linçlerken sen evliliğinin tadını çıkarıyordun. Şimdi gelmişsin karşıma, dalga geçerek canımın yanıp yanmadığını soruyorsun! Evet yandı! Canım çok yandı tamam mı?” İsyanım öyle büyük vurmuştu ki dışarı, Ateş bile bu kadarını beklemiyor gibiydi. Canımı yakmak istemişti ve başarmıştı ama bunu istemiyor gibiydi.

 

Şimdi pişman gibi bir hali vardı. Benim isyanımdan sonra odayı büyük bir sessizlik kapladı. Kısa sürede söylediklerimden pişman olarak elimi başımdan aşağı kaydırdım ve ağzımda tuttum. Başımı kendi kendime salladım.

 

“Bana bunları söylettiğine inanamıyorum.” Dedim sessizce ama Ateş bunu duymuştu. Bir anlığına gözlerinde yumuşama görmüş gibi olsam da çok sürmedi. Yine o donuk ve umursamaz ifadesini takındı.

 

“Aşık olmak bir aptallıktı Ela. Biz bir aptallık yaptık ve bedelini ikimiz de ödedik.” Dedi gözlerimin içine baka baka. Bu sözleri her şeyden daha çok acıtmıştı canımı. Yüzümde buruk bir gülümseme oluşurken göz yaşlarım gözlerimden akıp gitti. Ona bakmadan konuşmaya başladım.

 

“Sadece… bu aşk beni mutluluktan havalara uçursun istemiştim…” Cümlemi tamamlamada önce yutkunmak zorunda kaldım. “Ama yere çakılmam uzun sürmedi.” Arkamda duran koltuğa gittim ve çantamı alarak Ateş’in yanından hızla geçip gittim. Beni durdurmadı ya da peşimden gelmeye tenezzül etmedi.

 

Kemal ve Derya mutfak masasında başlarını ellerinin arasına almış bir şekilde otururlarken benim koridordan geçtiğimi görür görmez ayağa fırlayıp peşimden geldiler.

 

“Ela!” Derya arkamdan seslendiğinde durup ona döndüm.

“Arkadaşımsın sanmıştım… beni böyle bir durumun içine sokabileceğini hiç düşünmemiştim.” Dedikten sonra hiç beklemeden kapıyı çekip çıktım. Merdivenleri koşarak indim. Nefes almam gerekiyordu ve bu apartmanın duvarları sanki boğazımı sıkıyor gibi hissediyordum.

 

Dışarı çıkıp arabama doğru gittiğimde arabaya binmeden önce bir süre soluklanmak istedim. Elimi arabanın kapısının camına dayayarak derin derin nefesler alıp verdim. Kendimi iyi olduğuma ikna etmeye çalışıyordum ama hiç iyi olmadığım aşikardı.

 

Ben arkam dönük bir şekilde soluklanırken birden biri gelip belimde duran bileğimi tuttu ve kendine doğru döndürdü. Karşımda Ateş’i görmeyi beklemediğim için anlık bir şaşkınlıkla kaşlarımı çattım ama onda başka bir şey vardı. Umursamaz görünmüyordu hatta daha çok benimle ilgilenmeye gelmiş gibiydi.

 

“Böyle gitme.” Dediğinde duyduğuma inanamadım. Az önce bana yukarıda tüm o şeyleri söyleyen adam şimdi peşimden gelmiş gitmememi söylüyordu.

Bölüm : 02.03.2025 23:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...