
Ateş o hastane odasında sevdiği kadının gözlerindeki yansımada bir yabancı gördüğü andan beri kendine gelememişti. Her şeyi göze aldığı bir ruh haline girerek ilk iş olarak havalimanına giderek İstanbul'a gidip Halit'i ziyaret edecek ve bütün bu olanların hesabını ondan soracaktı. Öfkeden gözü dönmüş bir haldeydi. Çünkü sevdiği kadın gözlerinin önünde vurulmuştu. Az kalsın ölecekti ve şu anda hafızasını kaybettiği için Ateş'i hatırlamıyordu.
Ateş'in göz yaşları gözlerinden akıp giderken uçakta sakin kalmaya çalışıyordu. Düşünceler kafasında toplanmış adeta çılgınca eğleniyor gibiydiler. Çok uzun sürmeyen uçak yolculuğunun ardından Ateş bir taksiye binerek Halit'in şirketine gitmişti. Şirketin önünde indikten sonra güvenlikler Ateş'i görünce başlarıyla selam verdiler. Ateş ise öfkeden gözü hiçbir şeyi görmeyecek bir halde asansöre doğru ilerledi. Halit'in odasının olduğu kata çıktığında sekreter onu görür görmez ayağa kalktı.
"Ateş Bey, hoş geldiniz ama maalesef Halit Bey şu an bir toplantıda efendim." Dese de Ateş, sekretere kulak vermeden Halit'in odasına daldı. Sekreter kız, telaşlı bir şekilde arkasından geldi. "Ateş Bey, Halit Bey'in haberi var mı?"
"Sevilay! çık buradan ve bana patronunu çağır." Sekreter korkuyla birkaç adım geri atıp kısa bir süre Ateş'e bakakaldı.
"Peki efendim." Diyerek odadan çıktı.
Bu sırada Ateş, Halit'in masasını karıştırmaya başladı. Hızlı hareketlerle bir alt çekmeceyi açıyor bir de üst çekmeceyi açıyordu. Sonra alt dolapta bir kasa olduğunu gördü. Kasanın kilitli olduğunu görünce hızlıca bir şeyler düşünmeye başladı. Halit akıllı adamdı ve asla klişe tarihler koymazdı. Sonra o an Ateş'in aklına Halit'in bilgisayar şifresi gelmişti. Hande, bir gün Ateş'in yanında Halit'in bilgisayarına girmek zorunda kaldığı için Ateş şifreyi görmüştü.
Kasaya aynı şifreyi girdiğinde kasanın kapağı açıldı. Kasanın içinde bir miktar para, bazı belgeler ve bir silah vardı. Ateş silahı eline alır almaz odanın kapısı hızlı bir hamle ile açıldığında Halit içeri girdi. Toplantısı bölündüğü için bayağı kızgın görünüyordu.
"Sen ne halt ediyorsun orada?" Ateş'e doğru sinirli bir halde yürüdüğü sırada Ateş, elindeki silahı Halit'e doğru kaldırdı. Halit silahı gördüğü anda olduğu yerde kaldı.
"Hesap vereceksin!" Halit anlamayan gözlerle bakmaya başladı.
"Ateş, o silahı indir. Neyden bahsettiğini bile bilmiyorum." Dediğinde Ateş alay edercesine bir kahkaha attı.
"Sevdiğim kadını adamlarına öldürtmeye çalışmanın hesabını vereceksin bana." Halit hâlâ söylenen hiçbir şeyi anlamıyordu.
"Bak, o söylediğin şeyi ben yapmadım."
"Şimdi de inkar mı ediyorsun?" Ateş silahı daha da sıkı kavrayıp işaret parmağını tetiğe koydu.
"Ateş, ben böyle bir şey yapsam seni de yaşatmam. Böyle bir şey yapıp seni hayatta bırakacak kadar aptal mı görünüyorum?" Halit iki elini havaya kaldırıp Ateş'e dur işareti yaptı.
"Sen değilsen kim o zaman?" Diye sordu gözleri dolu bir şekilde.
"İndir şu silahı da konuşalım."
"Hayır, sen bana artık yaptıklarının hesabını vereceksin!"
Tam bu sırada odaya Hande girdi. Ateş'i elinde silahla görünce korkuyla ellerini ağzına götürdü.
"Ateş..." Ağzından başka bir şey çıkmadı.
"Hande, çık dışarı." Ateş, Hande'ye aşık olmasa da onunla bir geçmişi vardı ve Hande'nin böyle bir şeye şahit olmasını istemiyordu.
"Hande çık!" Hande babasının sözlerini duymuyormuş gibi davrandı.
"Ateş, ne yapıyorsun sen?"
"Bu babanla aramızda Hande, sen karışma."
"Ateş, bak ben bir şey bilmiyorum." Halit'in sözleri bir türlü Ateş'i tatmin etmiyordu.
"Baba ne oluyor?"
"Ateş, sevgilisini öldürmeye çalışmakla suçluyor beni ama benim hiçbir şeyden haberim..." Halit bir anlığına susup kızına baktı. Yüzünde düşünceli bir ifade belirdi ve birden kaşları çatıldı. İşte o an Ateş de neyin ne olduğunu anlamıştı. Elindeki silah, yaşadığı şokla birlikte yere inmiş ve elinden düşmüştü. Ateş inanamayan gözlerle Hande'ye baktı.
"Sen yaptın..." Ateş'in sözleri dudaklarının arasından bir fısıltı şeklinde döküldüğü anda Hande suçlu gözlerle Ateş'e baktı. Hande'nin çenesi titremeye başladı. Ateş, şok içinde baktı Hande'nin suçluluk dolu gözlerine. Hande'nin ellerine kan bulaşmıştı, hem de Ela'nın kanı...
Ateş, masanın arkasından yavaşça yürüyerek Hande'nin tam önünde durdu. Hande gözlerini yere indirdiğinde Ateş, Hande'nin çenesinden tutup gözlerini gözleriyle aynı hizaya getirdi.
"Ateş..." Hande, ağlamaya başladı.
"Yüzüme bak." Ateş, hayal kırıklığıyla baktı.
"Ateş, kızımdan uzaklaş ve hemen defolup git şirketimden." Halit, orada yokmuş gibi davranmaya devam ediyorlardı.
"Hande, sen ne yaptın?"
"Ateş, ben seni sevdiğim için..." Hande'nin cümlesini tamamlamasına izin vermedi.
"Hande, sen hastasın. Sen... sen bizi öldürdün. Çocukluğumuzu, geçmişimizi öldürdün. Senin tedavi olman gerek." Ateş'in sözleriyle Hande'ye çok ağır gelmişti.
Hande, bu sözlere karşılık hüngür hüngür ağlamaya başladı.
"Ben sadece bir defa olsun beni sev istedim. O kızı değil, beni sev istedim. Ben yıllarca oturmuş bir köşemde sıramı beklerken o kızın bir anda hayatına girip asla benim olmayan sevgini benden almasını hazmedemedim." Ateş, Hande'den uzaklaştığı sırada Hande, Ateş'in kolunu sıkıca kavradı. "Yalvarıyorum bana tiksinirmiş gibi bakma. Ben sana bu kadar aşıkken..."
"Ne aşkından bahsediyorsun sen?"
"Ateş..."
"Umarım bir daha ömür boyu karşıma çıkmazsın Hande. Eğer bir daha karşıma çıkarsan o zaman bu kadar kolay kurtulamazsın. Kendini demir parmaklıklar ardında bulmak istemiyorsan benden ve Ela'dan uzak duracaksın."
"Ateş, ben sensiz yapamam."
"Hande, sus artık. Bırak gitsin." Halit, Hande'yi Ateş'in peşinden gitmemesi için sıkıca tuttu. Ateş de arkasına bakmadan odadan çıkıp gitti.
*******
Ela, hastane odasında neler olduğunu anlamaya çalışırken bir yandan da ağrılarıyla baş etmeye çalışıyordu. Kurşunun girdiği yer fazlasıyla sızlıyor ve Ela'ya büyük bir rahatsızlık veriyordu.
Odasının kapısı yavaşça açıldığında içeriye elinde çiçeklerle İbrahim'in girdiğini gördü. İbrahim'i görünce gülümsemeye çalıştı.
"Güzelim, iyi misin?" Ela, İbrahim'in ona karşı olan hitap şeklini tuhaf bulmuştu. Bu kadar samimi olduklarını hatırlamıyordu.
"İyiyim, teşekkür ederim."
"Ağrın var mı bebeğim?" Hitap şekilleri gittikçe samimileştiği için Ela anlamayan gözlerle İbrahim'e baktı.
"İbrahim, ne oldu bana?"
"Boşver şimdi bunları sevgilim." Dediği anda Ela şok olmuş gözlerle İbrahim'e baktı.
"Ne?"
"Ne oldu canım?"
"İbrahim, sen iyi misin? Ne sevgilisi? Ne diyorsun, ben seni anlayamıyorum." Bu sırada odaya Ela'nın annesi ve babası girdi.
"İbrahim, biraz konuşalım mı oğlum?" Dedi babası. İbrahim, bir Ela'ya bir de onlara bakarak şaşkın bir yüz ifadesiyle odadan çıktı.
"Neler oluyor?" Diye sordu.
"Ela'nın doktoruyla konuştuk. Şu anlık durumunda bir problem yokmuş. Birkaç hafta hastanede yatması gerekebilirmiş." Ela'nın annesinin sözleri İbrahim'in yüzünü güldürmüştü.
"Bu harika bir haber!" Dediği sırada Ela'nın annesi ve babasının gülümsemediğini gördü. Bir problem olduğunu anlamıştı.
"İbrahim, Ela son 5 senesini hatırlamıyor olabilirmiş. Doktor, yaşadığı travmatik olaydan dolayı beyninin kısa devre yapmış olabileceğini söyledi. Yani anlayacağın geçici bir hafıza kaybı söz konusu." İbrahim, duydukları karşısında yıkılmıştı.
"Yani Ela... birlikte olduğumuzu hatırlamıyor, öyle mi?" Dedi sesi titreyerek.
"Maalesef oğlum."
"Peki bu durum nasıl geçecek?"
"Doktor zamanla ufak ufak hatırlayacak dedi ama bu birkaç ay da sürebilirmiş, birkaç hafta da ve hatta birkaç yıl da..." İbrahim, ne yapacağını bilemeyen bir halde ellerini saçlarına götürdü.
Bu konuşmaya Kemal, Derya ve Gökay da şahit olmuştu. İçinde bulundukları durumun ciddiyetinin farkına hızlıca vardılar. Şimdi herkes Ela'yı nasıl iyileştireceklerini düşünüyorlardı.
Aradan 1 Ay Geçti...
Ela, hastaneden taburcu olduktan sonra yeniden İzmir'e ailesinin yanına dönmüştü. 19 Yaşındaki haline geri dönmüş durumdaydı. Hâlâ son 5 yıla dair hiçbir şey hatırlayamıyordu. Gün geçtikçe herkes, bir daha hatırlayamayacağı ihtimalini düşünerek daha da korkuyordu.
Ela, hafızasını kaybettiğini biliyordu fakat bunun eksikliğini pek yaşamıyordu.
İbrahim'e karşı o dönem hiçbir şey hissetmediği için şimdi bu duyguların yokluğu rahatsızlık vermiyordu. Üniversiteyi bitirip mezun olduğunu ve hatta psikolog olarak görev yaptığını ilk öğrendiğinde hazmetmesi bayağı bir uzun sürmüştü. Yaşadığı hiçbir şey gibi bu süreç de onun için hiç kolay değildi. Telefonunun şifresini hatırlayamadığı için kendisine başka bir telefon almak zorunda kalmıştı.
Arada sırada İbrahim geliyor ve Ela'nın durumunu yoklayıp geri dönüyordu. İbrahim de iyice içine kapanmış ve tüm dünyadan kopmuş bir haldeydi. Ela, bu durumdan ötürü bazen kendini suçlasa da İbrahim'e güçlü duygular beslemediği için bunu çok da kafasına taktığı söylenemezdi.
Yine koltukta uzanmış kitap okurken yeni almış olduğu telefonu çalmaya başlamıştı. Derya'nın aradığını görünce göz devirerek telefonu açıp kulağına götürdü.
"Efendim Derya?"
"Ela, hadi bugün dışarı çıkalım."
"Yok, sağ ol." Dediği sırada Ela'nın annesi içeriye gelerek kızına gitmesi için işaretler yaptı. Belli ki bu planlı bir buluşmaydı. Ela sıkkın bir şekilde iç içerek annesine baktı.
"Ya gel işte Ela." Derya'nın sitemine karşılık ne kadar gitmek istemese de daha fazla dayanamadı.
"Peki. Bir saate sahilde buluşalım" Diyerek telefonu kapattı. Ela'nın annesi bu duruma çok sevinmişti çünkü kızı 1 ay sonra ilk defa dışarı çıkıp hastane dışında bir yere gidecekti.
Ela kısa sürede hazırlanıp telefonunu da alıp evden çıktığı sırada İbrahim ile karşılaştı. Meğer İbrahim de Ela'yı görmeye gelmişti.
"Selam."
"Selam, n'aber?"
"İyi işte gördüğün gibi... bize mi geliyordun?"
"Evet, seni görmek istedim." Dediğinde Ela dudaklarını birbirine bastırdı.
"İbrahim, bu duruma biraz ara mı versen? Çünkü ben de herhangi bir hareket yok ve sen her gün böyle kendini yorarken ben çok üzülüyorum. Eminim bir gün sana olan hislerimi hatırlayacağım ama o gün bugün değil maalesef." İbrahim, duydukları karşısında büyük bir tepki veremedi çünkü son 1 ayda çok yorulmuştu. Eskisi gibi yemiyor, içmiyor, gülmüyordu.
"Haklısın Ela. Seni de bu süreçte kendimle birlikte yordum, biliyorum. Sadece seni ne kadar sevdiğimi bu süreçte unutmanı istemiyorum. Sana çok aşık olduğumu bilmeni istiyorum. Şimdi dediğin gibi biraz kendi kabuğuma çekileceğim ama lütfen bunu senden vazgeçmişim gibi algılama. Benim sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım var." Dedi umutsuz bir ses tonuyla.
"Umarım birbirimizi tekrar gördüğümüzde ikimiz de eskisi gibi gülüyor oluruz." Dedi Ela içten bir ses tonuyla.
"Umarım." İbrahim arkasını dönüp gitti. Ela da olduğu yerde durup biraz bekledikten sonra merdivenlerden inerek sahilin yolunu tuttu.
Bir süre yürüdükten sonra Derya ile buluşacakları yere gelmişti ama Derya ortada yoktu. Ela, etrafına bakınırken yanına biri geldi. Gelen kişinin kim olduğunu bilmese de yüzüne aşina gibiydi. Uzun bir süre yüzüne bakarak hafızasını zorlasa da bir sonuç alamadı.
"Merhaba Ela." Dedi güzel, yeşil gözlerin sahibi olan yabancı adam.
"Tanışıyor muyuz?" Diye sordu Ela.
"Hatırladığın, hatırlamadığın her anda tanışıklığımız var. Beni hatırlamasan da gözlerime nasıl bir aşinalıkla baktığını görüyorum."
"Ne demeye çalıştığınızı anlayamıyorum." Dediği sırada Ela hastanede bu adamı gördüğünü hatırladı. "Sen şu hastane odama gelip benden özür dileyen adamsın." Yabancı adam Ela'ya doğru gülümseyerek elini uzattı.
"Yeniden tanışalım o zaman. Ateş ben, Ateş Erdem..."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.44k Okunma |
2.85k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |