
Orada bulunmam ile ilgili nasıl bir bahane uydurmam gerektiğini düşünürken Hande hoca üzerime doğru geldi. Elim ayağıma dolaşmıştı resmen. Korkuyla refleks olarak bir adım geri attığımı fark edip anlık bir şekilde gözlerim arkama kaydı. Hande hoca gözlerini şüpheyle gözlerime dikerek sorgulayıcı bir ses tonuyla konuştu.
''Ne yapıyorsun sen burada?'' Soru üzerine gergince boğazımı temizledim. Tam dudaklarımı aralayıp cevap verecekken Ateş ansızın araya girdi.
''Onu ben çağırdım. Teslim etmesi gereken bir ödev vardı, zamanında teslim etmediği için de bugün getirmesini söylemiştim.'' Gözlerim onun gözleriyle buluştuğunda kalbimin hızı değişti. Ama onun bana olan bakışları değişmemişti. Hâlâ soğuk ve katıydı. Sessizce yutkunarak başımı yere eğdim. Hande hoca bir süre daha bana baktıktan sonra hiçbir şey demeden önümden geçip gitti. Ben ise Ateş ile başbaşa kalmıştım. Başımı kaldırıp ona baktığımda eliyle masasının önünde duran koltuklara oturmamı işaret ettiğini gördüm. Şaşırsam da ayaklarım beni oraya doğru götürdü. Oturduktan sonra elimdeki ödevi masaya bırakmak zorunda kaldım. O an ilk defa Ateş kapıyı kapatmadı. Gözlerim bir süreliğine kapıya kaydığında Ateş boğazını temizledi. Hemen ona doğru döndüm. Ellerini masanın üzerinde birleştirmişti.
''Evet Ela, konu nedir?'' Diye sordu ciddi bir ses tonuyla.
''Ben... Ben sadece size dersle alakalı bir konu danışacaktım ama sanırım yanlış zamanda geldim... hocam.''
''Peki, dinliyorum. Nedir konu?'' Bu resmiyet canımı yakıyordu resmen.
''Şey... özür dilerim. Ben unuttum sanırım.'' Ateş derin bir nefes aldı.
''Anladım. Öyleyse hatırlayınca gelebilirsin.'' Bana resmen sözleriyle kapıyı göstermişti.
Daha fazla bir şey demeden ayağa kalktım. Yüzümün asıklığı apaçık ortadaydı. Kendimi bir şeyler söylememek için zor tuttum. Zaten söyleseydim de bu saatten sonra sözlerimin kimse için bir şey değiştirmeyeceği belliydi.
''İyi günler... teşekkür ederim.'' Arkamı dönüp kapıdan çıkıp gittim. Sonrasında aklıma ödevi masada unuttuğum geldi ve telaşla Ateş'in odasına doğru koşmaya başladım. Kapısına geldiğim anda arkası dönük bir şekilde ödevimi incelediğini gördüm. Bir süre orada durup sessizce onu izledim. Duruşu sert ama bakışları yumuşaktı. Onu görmek ve onu izleyebilmek bana çok iyi gelse de bazen bazı şeyler istediğimiz gibi gitmiyordu.
Ödevimi incelemeyi bitirdiğini, yüzünde oluşan tebessümle anlamıştım. Onun gülümsemesi beni de bir anlığına gülümsetmeye yetmişti.
Ateş kendi kendine konuşmaya başlayınca ona doğru kulak kabarttım.
''Beni her şeyinle nasıl bu kadar etkileyebiliyorsun sen?'' Sözlerini duyduğum anda yanaklarımın kızardığını hissettim. Hemen duvarın arkasına saklanıp ellerimi istemsizce kalbime götürdüm. Yüzümdeki gülümsemeyi bir türlü bastıramıyordum. Ama sonra yaşadığımız şeyler gözümün önüne geldi. Olanları hatırladığımda az önce duyduklarımın hiçbir önemi kalmamıştı. Yüzümdeki gülümseme de soldu gitti. Yeniden toparlanıp kapının önüne geçtim ve sonra da yüzü cama dönük olan Ateş'e bakıp kapıyı hafifçe tıklattım. Ateş hemen bana doğru döndü. Yüzünde yine aynı donukluk aynı ciddiyet vardı.
''Hocam, ben ödevimi unutmuşum. Kusura bakmayın, tekrardan sizi de rahatsız ettim.'' Diyerek içeri doğru bir adım attım.
''Alabilirsin.'' Ben masasının önüne gelip ödevime doğru uzandığım sırada telefonum çalmaya başladı. Ateş'in keskin bakışlarıyla karşı karşıya kaldım. Apaçık bir şekilde beni arayanın kim olduğunu merak ediyordu. Cebimden telefonu çıkarıp baktığımda yabancı bir numara olduğunu görüp açtım.
''Alo?'' Dedim meraklı bir ses tonuyla.
''Ela sen misin?'' Ses çok tanıdıktı.
''Evet...''
''Uğur ben. Numaranı Ümit'ten aldım.'' Uğur olduğunu öğrenince boğazımı temizleyip tedirgin bir şekilde Ateş'e baktım. O da meraklı bakışlarla beni izliyordu.
''Anladım Uğur ama ben şu an pek müsait değilim, ödev teslim edeceğim de.'' Ateş ağzımdan çıkan ismi duyar duymaz elinde duran kalemi düşürüp yerinde kımıldandı.
''Ah! Öyle mi? Özür dilerim. Ben sadece geçen gün ki davranışım için özür dileyecektim.'' Sıkkınlıkla iç çektim.
''Özrünü kabul ediyorum. Sorun yok.'' Ateş'in çene kaslarının kasıldığını fark ettim. O yüzden daha fazla konuşmayı uzatmak istemedim.
''Bunu bir ara yüz yüze konuşabilir miyiz?''
''Tabii ki. Ben sana yeri ve zamanı söylerim. Şimdilik kapatmam gerekiyor, görüşürüz.''
''Tamamdır, hoşçakal.''
Telefonu kapatıp cebime koyduktan sonra tekrar ödeve uzandığımda Ateş birden ödevi çekip aldı. Şaşkınlıkla ona baktığım sırada onun ne kadar öfkeli olduğunu görünce yutkunup sadece bakmaya devam ettim. Yaptığı şeye anlam verememiştim.
Masanın etrafından dolaşıp tam önümde dikildi. Ödevimi sinirle masaya vurdu.
''Hocam... Ne oldu?'' Diye sordum korkuyla. Bir süre daha bana öfkeli gözlerle baktı. Sonrasında anlayamadığım bir şekilde yüzünde sakin bir gülümseme belirdi. Bu dengesiz hareketleri beni fazlasıyla endişelendirmişti.
''Ödevini inceledim ve çok beğendim. Böyle çalışmaya devam edersen okulu birincilikle bitirmen kaçınılmaz. Seni tebrik ederim Ela.'' Elini sağ omzuma koyup bir ebeveyn edasıyla sıvazladı. Ne olduğunu anlayamadığım için bu hareketleri olabilecek en kötü şekilde hissettirmeye yetmişti. Aşık olduğum adam sadece nişanlanmakla kalmıyor aynı zamanda bana artık gerçekten öğretmenimmiş gibi davranıyordu. Bütün o yaşananlardan sonra aramızda bir öğrenci ve öğretmen ilişkisi yaratmaya çalışmak dünyanın en saçma şeyi olabilirdi. Üstelik bunu ilk olarak ben deneyerek başarısızlığımın farkına varmış ve bundan vazgeçmiştim. Peki ya o başarılı olursa? İşte bu fikir beni çok korkutuyordu.
Hafif ve tedirgin bir gülümsemeyle sanki birer yabancıymışız gibi ona karşı başımı sallayıp ödevi masadan aldım.
''Teşekkür ederim. Ben artık gideyim, iyi günler.'' Diyerek arkamı dönüp o odadan çıkıp gittim. Neredeyse ağlayacaktım. Nefesimin daraldığını hissederek hızlı adımlarla fakülteden çıktım ve elimle duvara dayanıp güçlü nefesler aldım ve verdim. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi kuvvetli bir şekilde atıyordu. Ona da hak veriyordum; bunca adrenaline dayanamıyordu artık. Aşk, acı, umutsuzluk, heyecan, korku... bütün bunları bazen aynı anda yaşıyordu, şimdi olduğu gibi.
Kendime geldiğimde yavaşça yürümeye başladım. Ben sessizce yürüyüp okulun kapısından çıkmaya hazırlanırken telefonuma mesaj geldiğini ufak bir titreyişten hissettim. Elimi cebime götürerek telefonu aldım ve ekranda gelen mesajın sahibine göz attım. Az önce Ateş'in odasında arayan numaranın aynısıydı, yani Uğur'du. Derin bir nefes alarak mesajı açtım ve okumaya başladım.
''Ela, merhaba. Tekrar rahatsız ediyorum, biliyorum ama gerçekten seninle konuşmak istiyorum. Bugün saat 15.00'da Eflatun'da görüşebilir miyiz? Yerini bilmiyorsan konumunu buraya bırakıyorum. Seni bekleyeceğim.''
Uğur'un bu ısrarcılığı hiç hoşuma gitmese de gidip buluşmaktan başka çarem yoktu. Yavaş adımlarla okuldan çıkıp en yakın tramvay durağına gittim. Saat neredeyse 15.00 olacaktı.
Tramvaydan indikten sonra Porsuk Çayı'nın olduğu kısma girip ileri doğru yürüdüm. İleride bulunan köprülerden biriyle karşı tarafa geçip biraz daha ilerledikten sonra ara sokağa girdim. Eflatun orada bulunan tatlı ve sıcak bir ortama sahip olan herhangi bir kafeydi. Kapısından girip merdivenleri çıktıktan sonra kafenin içine girdiğimde gözlerimle Uğur'u aradım. Alt katta değildi. O yüzden üst kata doğru ilerdim. Dik merdivenleri biraz zorlanarak çıktıktan sonra onu orada, köşede, düşünceli bir şekilde gördüm. Geldiğimi gördüğünde heyecanla ayağa kalktı. Bana elini uzatıp heyecanlı ve tedirgin bir şekilde elimi. Sanki geleceğimden emin değilmiş gibi bir hali vardı.
''Hoş geldin.'' Dedi eliyle oturmamı işaret ederek.
Ben de ''Hoş buldum.'' Dedim otururken.
Uğur’un gözlerinde çok farklı bir heyecan vardı.
‘’Nasılsın?’’ Diye sordu gözlerimin içine bakarak.
‘’İyiyim, peki ya sen?’’
Sonra bana cevap vermedi. Kısa bir süre derin bir sessizliği gömüldü. Ona bir şey olmuştu. Sanki anlatmaya çekindiği bir durum vardı.
Bir süre sonra öne doğru eğilerek ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi. O sırada yüzünü yakından inceleme fırsatım olmuştu. İlk karşılaşmamızda yüzüne hiç bu kadar dikkatli bakmamıştım ya da sonraki karşılaşmamızda…
Gamzeleri vardı hem de dudaklarını her oynattığında ortaya çıkan derin çukurlardı bunlar.
‘’Direkt olarak konuya girmemi ister misin? Diye sordu aniden.
‘’Dinliyorum.’’ Tavırlarım dikkatli ve ciddiydi.
‘’Ben aslında seni en başından beri tanıyorum.’’ Dediğinde şaşırdım.
‘’Nasıl yani?’’
‘’Tanıyorum demeyelim de, kim olduğunu biliyordum. Seni birkaç kez Ümit’in yanında görmüştüm. Yani onun arkadaşı olduğunu biliyordum. O gün seni bankta öyle ağlarken görünce yardım etmek istedim. Eğer bir yabancı gibi davranırsam bana daha kolay içini açacağını ve rahatlayacağını düşündüm. O gün de seni tanımıyormuş gibi davranmamın sebebi aslında kötü niyetli olduğum için değildi. Eğer diğerleri daha önceden tanıştığımızı bilselerdi bir sürü soru soracaklardı ve ben de senin rahatsız olmanı istemedim. Biliyorum, senin yerine karar vermem doğru değildi. Senden özür dilerim.’’
Yaptığı şey üzerine düşündüğümde aslında hiç kötü bir durum olmadığına karar verdim. O sadece iyi niyetli biriydi ve bana yardımcı olmaya çalışmıştı. Böyle bir durumda ona kızamazdım.
Yüzümde belli belirsiz bir tebessüm oluşmaya başladığında Uğur şaşırmıştı. Sonrasında da apaçık bir şekilde gülmeye başlamıştım. Bu hali gerçekten çok masum ve komik görünüyordu. Yaptıkları için ona kızacağıma eminmiş resmen.
‘’Bu kadar uğraşmana gerek var mıydı cidden?’’ Dedim gülerek. Uğur yüzünü yere eğdi.
‘’Biliyorum, aptallık ettim. Özür dilerim.’’ Mahcup görünüyordu.
‘’Özür dileyeceğin bir durum yok. Yaptığın şey iyi bir niyetle yapılmış bir olay olduğu için açıkçası sana kızmadım hatta yaptıklarını tatlı bulduğumu bile söyleyebilirim.’’ Dediğimde Uğur’un yanakları kızardı. Sonra birden yüzündeki gülümseme soldu. Nedenini anlayamadım.
‘’İznin olursa sana bir soru sorabilir miyim?’’ Çekiniyor gibiydi.
‘’Tabii ki.’’ Dedim gülümseyerek.
Uğur önce derin bir nefes alıp verdi. Gözlerimin içine bakarak tebessüm etmeye çalıştı ama gülümsemesinde eksik bir şeyler vardı.
‘’O gün o bankta ağlamanın sebebi… geçen gün yanımıza gelen o hoca mıydı?’’ Sorusunu duyduğum anda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü resmen. Bunu nasıl anlamış olabileceğini düşündüm. Eğer dışarıdan bu kadar belli ediyorsak başkaları da anlamış olabilirdi. Bu ihtimal, karnıma ağrılar girmesine sebep oldu. Yine de bir nedenden ötürü ona güvenebileceğimi biliyor gibiydim.
‘’Evet… ama bunu nasıl anladın?’’
‘’İyi bir gözlemciyim.’’ Dedi buruk bir gülümsemeyle.
‘’İnan bana düşündüğün gibi bir durum yok. Ben onu tanıdığımda, öğretim üyesi olduğunu bile bilmiyordum.’’ Dediğimde kaşları çatıldı.
‘’Yani seni kandırdı mı?’’
‘’Hayır! Yanlış anladın. Aslında durum daha da saçma. Biz… bir gece kulübünde tanıştık ve aramızda yaşanmaması gereken bazı şeyler yaşandı.’’ Uğur söylediklerime karşılık birkaç saniye sustu. Yüzünde artık bir gülümsemeden eser yoktu.
‘’Ona aşık mısın Ela?’’
Sorduğu sorunun cevabını ben de çok düşünmüştüm. Onca yaşanılan şeye rağmen ondan vazgeçemememin sebebi aşk olabilir miydi? Ya da belki de basit bir takıntıdan ibaretti. Ona sahip olduğumu düşününce bile heyecandan yerinden fırlayacakmış gibi atan kalbimi düşününce de bu fikrin ne kadar saçma olduğunun farkına varıyordum. O benim için özeldi çünkü bir ilkti ama ya yaşadıklarımızın ikimiz içinde daha büyük anlamları varsa diye düşünmekten de kendimi alı koyamıyordum. Kafam öylesine karışık bir hâl almıştı ki, artık neye ne tepki vereceğimi ya da yaşananlar hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Bazen aşk kelimesi bana bu durum açısından çok yakın gelirken bazen de bir o kadar uzak kalıyordu yüreğime. Birine sahip olma fikri sadece egomun vermiş olduğu tatmin duygusuyla mı ilgiliydi yoksa gerçekten ona aşık olmuş olabilir miydim? Eğer bu bir aşksa ve ben bu aşkın içinde tutsak kaldıysam, kapıyı bana kim açacaktı? Kendi çabalarımla kurtulabilir miydim?
Yine de sorduğu soruyu düşündüğümde belirsiz bir cevap vermeye karar vermiştim. Zaten daha kendim bile bir cevap bulamamışken ona ne diyebilirdim ki?
‘’Bilmiyorum, sanırım… yani aslında emin değilim.’’ O an Uğur hiç beklemediğim bir harekette bulundu. Elini elimin üzerine koyup gözlerimin içine baktı. Bakışları çok derindi.
‘’Merak etme, ben senin yanındayım. O adamı unutman için elimden geleni yapmaya hazırım.’’
Bu davranışına ve söylediklerine karşılık bir tepki vermek için dudaklarımı aradığımda telefonum çalmaya başladı. Elimi telefonuma götürüp kimin aradığına baktığımda bilinmeyen bir numara olduğunu gördüm. Meraklı bir şekilde açtım.
‘’Alo?’’
‘’Kimsin sen?’’ Karşıdan gelen sesi tanımamak mümkün değildi.
‘’Hande hocam, siz misiniz?’’ Beni neden aramış olabileceğini düşünürken Hande hoca kısık bir sesle konuştu.
‘’Sen… bir öğrencisin..!’’ Sesinde şaşkınlıkla birleşmiş dehşet verici bir ton belirmişti. O an beni neden aradığını anlayıp telefonu yüzüne kapatmıştım. Elim ayağım birbirine dolanmıştı resmen.
Muhtemelen Ateş’in telefonunu kurcalayıp numaramı bulmuş ve kim olduğumu öğrenmek için beni aramıştı. Kim olduğumu anlayıp anlamadığını bilmediğim için içimde daha da büyük fırtınalar koptu. Ne yapmam gerektiğini bilmediğimden hemen ayağa fırlayıp volta atmaya başladım. Korku tüm vücudumu kaplamıştı.
‘’Ela? N’oluyor?’’ Uğur endişeli gözlerle bana bakmaya başlamıştı.
‘’Nişanlısı beni aradı! Kim olduğumu anlamış mıdır?’’ Uğur da ayağa kalkıp yanıma geldi.
‘’Nişanlısını tanıyor musun?’’
‘’Evet çünkü o da bizim bölümün hocası! Hatta geçen sene dersime bile girmişti. Allah’ım, ben ne yapacağım?’’ Ellerim korkudan buz gibi olmuştu. Uğur beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
‘’Peki, tamam bak… seni sesinden tanımış olma ihtimali çok düşük. Whatsapp’ta fotoğrafın var mı?’’ O an stresten Whatsapp’a asla profil fotoğrafı koymadığımı unutup ellerim titreye titreye uygulamayı açıp baktım.
‘’Yok, bak yok!’’
‘’Tamam, o zaman sakin ol. O kadının yanında konuşmamaya çalış. Sesini duymasını engellemelisin. Zaten bu sene dersine girmiyor anladığım kadarıyla. Bu seneyi atlatırsan hiçbir sorun kalmaz.’’ Biraz olsun sözleriyle beni sakinleştirmeyi başarmıştı.
Yaşanan bu olaydan sonra daha fazla kafede oturmamaya kara verip yurda döndüm. Kızlardan sadece ikisi yurttaydı. İkisine de bir şey demeden usulca önlerinden geçip yatağıma yattım. Vücudum stres altında kaldığında kendi kendini hasta ediyordu resmen.
Üşüyor ve bir yandan da yüzümün yandığını hissediyordum. Yorganıma iyice sokulup vücudumu ısıtmaya çalışırken uyuyakalmışım. Gözlerim karanlığa kendini teslim ettikten bir süre sonra bazı sesler duymaya başladım. Sesler bulanıktı ama gittikçe netleşiyordu.
Olduğum yerde sallandığımı fark ettiğimde neler olduğunu anlamaya çalıştım. Bir an deprem olduğunu düşündüm. Sonra Derya’nın endişeli sesi kulaklarımı doldurdu.
‘’Ela! İyi misin?’’ Göz kapaklarım açılmamak için kendini zorluyorlardı.
Soğuk bir el alnımı bulduğunda tanımadığım bir adamın sesini duydum.
‘’Ateşi çok yükselmiş! Hastayı hemen kırmızı alana götürün.’’
Ve o an bir el elimi tuttu hem de hiç bırakmayacakmışçasına, sımsıkı bir şekilde.
‘’Ela! İyi olacaksın. Ben buradayım, beni duyuyor musun?’’ Bu Ateş’in sesiydi.
Rüya görüyor olabileceğimi düşündüm. Hâlâ ortamda neler olduğunu algılayamıyor ya da gözlerimi açamıyordum. Sanırım bana bir şey olmuştu ama ben bunu hatırlamıyordum.
Bilincimi yerinde tutmak saniyeler geçtikçe zorlaşıyordu. En sonunda daha fazla dayanamayıp ağır bir uykuya teslim oldum.
Aradan ne kadar vakit geçtiğini bilmiyordum. Gözlerim yavaşça aralanıp tavanda bulunan beyaz ışıkla savaş verdiler. Başımı yavaşça sağa doğru eğdiğimde kolumdaki serumu fark ettim. Sonrada yüzümü diğer tarafa çevirip Koltukta uyuyan Derya ve Ümit’i gördüm.
Karşı duvarda asılı olan saate baktığımda saatin gece yarısı olduğunu gördüm. Bunca zaman neler yaşamış olabileceğimi düşünsem de bir türlü akıl edemedim.
Araba çarpmış olma ihtimalini düşündüm ama herhangi bir yerimde sargı göremedim ya da ağrım yoktu.
Ben de ne olduğunu onlara sormaya karar verdim.
‘’Derya… Ümit…’’ Sesim zar zor çıksa da onlar hemen uyanmışlardı.
‘’Ela, nasıl oldun?’’ Ümit’in sorusuyla kaşlarımı çattım.
‘’Ne oldu bana?’’ Diye sordum.
‘’Yurtta ateşlenmişsin. İnleyerek yardım istemişsin odadakilerden. Onlar da korkup beni aradılar. Ateşin çok yükselmişti. Biz de hemen ambulansı aradık çünkü uyanmıyordun bir türlü.’’ Derya’nın anlattıkları karşısında şaşkınlıkla bakakaldım. Benim en son hatırladığım; yurda gelişim ve yatağa yatışımdı.
‘’Bizi çok korkuttun.’’ Ümit elini saçlarıma götürdü, Derya’da elimi tuttu.
O an aklıma kısa bir sahne düştü. Ateş’in sesini duyduğum bir an vardı.
‘’Ateş… o burada mıydı?’’ Diye sorduğumda Derya’nın yüzü asıldı.
‘’Evet, kapının önünde bekliyor.’’ Ümit’in cevabıyla kalbim hızlandı.
‘’Hâlâ burada mı? İyi de ona kim haber verdi?’’ Dediğimde Derya kaşlarını çattı.
‘’Onu ben aradım. Başına gelenlerin onun yüzünden olduğunu söyleyip biraz bağırdım. O da hastanede olduğunu duyunca buraya geldi.’’
‘’Derya, sana inanamıyorum. Bunu neden yaptın?’’ Derya birden öfkelendi.
‘’Neden mi? Çünkü o aşağılık herifin teki. Senin duygularınla oynayıp sonra da seni ortada bıraktı.’’ Derya’nın söylediklerine karşılık Ümit araya girdi.
‘’Derya, şu an ne yeri ne de zamanı. Ela, istersen biz çıkalım. Belki senin Ateş hocayla konuşmak istediğin bazı şeyler vardır.’’ Diyerek Derya’yı tutup yavaşça odanın dışına sürükledi.
Birkaç saniye sonra odanın kapısı tekrar açıldı ve bu sefer içeri Ateş girdi. Çok bitkin görünse de hâlâ tüm çekiciliğiyle karşımda duruyordu. Gözlerinde büyük bir hüzün ve pişmanlık vardı. Bana doğru gelip yanımda duran koltuğa oturdu.
‘’İyi misin?’’ Diye sordu kısık bir sesle.
‘’İyiyim hocam.’’ Hâlâ bu saçma sapan öğretmen-öğrenci oyununa devam ediyordum.
‘’Ela…’’ Ve sustu. Söylemek istediği çok şey varmış gibiydi. Derin bir nefes alıp verdi.
‘’Efendim hocam?’’
Konuşmadan önce eğilip bir eliyle elimi tuttu. Diğer elini de saçlarıma götürdü.
‘’Sana bir şey olacak diye çok korktum.’’ Dediğinde yutkunamadım.
‘’Korkacak bir şey yok, ben iyiyim.’’
Ateş’in ellerinin titrediğini gördüğümde şaşırdım.
‘’Senden çok özür dilerim. Sana yaşattığım her şey için çok özür dilerim. Bütün bu olanların buraya varabileceğini düşünemedim. Düşünmem gerekirdi ama düşünemedim.
‘’Hocam, sizin bir suçunuz yok.’’ Daha fazla konuşmama izin vermeyip sözleriyle beni susturdu.
‘’Benim için taşıdığın değeri bilemezsin, anlayamazsın da. Ama hissedebilirsin. Sana bunu hissettirmek için pek vaktim olmadı. Bundan sonra da olmayacak ama belki tek bir an için sana bunu hissettirebilirim. Eğer bunun için gözlerinin içine bakıp seni sevdiğimi söylemem gerekse bile yapacağım.’’ Sözleri kalbimin derinlerinde bir yer etmişti adeta. Bu kadar anlamlı cümleler duymayı beklemiyordum. Şu an beni sevdiğini mi söylüyordu?’’
‘’Hocam, ben…’’ Diyecek bir şey bulamadım.
‘’Ela…’’ Saçımda duran elini yanağıma koydu ve ayağa kalkıp üzerime doğru eğildi. Gözlerimin içine baktı. ‘’Seni seviyorum… Seni, bu güne kadar kimseyi sevmediğim kadar çok seviyorum.’’ Alnını alnıma dayayıp gözlerini kapattı. O anın büyüsüyle ben de gözlerimi kapattım. O an daha fazla bu oyunu sürdüremedim çünkü artık emindim; Ona deliler gibi aşıktım.
‘’Ben de seni seviyorum Ateş.’’ Ona uzun zaman sonra ilk defa adıyla seslendiğimde gözlerini açıp derin bir anlamla gözlerime baktı. İkimizin de söyleyecek bir şeyi kalmamıştı.
Yavaşça dudaklarını benimkilere değdirdi. Bu seferki öpücük başkaydı. Daha masum ve daha dramatik bir öpücüktü bu. Veda öpücüğüydü. Kısa bir süre dudağını dudağıma bastırdıktan sonra dudaklarımız ayrıldı ve alnıma ufak bir öpücük daha kondurdu.
Bazı vedalar sözsüz olurdu. Bizimkisi de onlardan biriydi. Ateş bana kendince veda etmişti. Artık nişanlı bir adam olacaktı. Ama kalbinin benim için attığını bilmek, kendimi biraz olsun iyi hissettirmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.49k Okunma |
2.85k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |