9. Bölüm
Elif Naz Erkılıç / Geçmişe Dönüş / 7.BÖLÜM: Ankara Yolu

7.BÖLÜM: Ankara Yolu

Elif Naz Erkılıç
elif.naz07

Yer: İzmir – Ankara Yolu / Akşamüstü

Zaman: Saat 19:12

Arabanın içi hafif bir kahverengiyle sarılmış gibiydi. Güneş, batarken gökyüzünü nar çiçeğine boyamış, yolun kenarındaki tarlaları usulca gölgelere bürümüştü. Radyoda kısık sesli bir Türkçe pop şarkısı çalıyordu. Direksiyonda ben vardım. Gözüm yolda, aklım... sessizliğe alışmaya çalışıyordu. Ama Cemre, her zamanki gibi o sessizliği sabırla söküp atıyordu.

“Yaniiii, sonunda dörtlü takım tamamlandı!” dedi heyecanla, arka koltukta Pelin’le yan yana otururken. “Ben vallahi hâlâ inanamıyorum. Pelinişkomun annesi iyileşiyor, Batuşko işleri halledip yetişiyor… Ankara’ya birlikte gidiyoruz! Yazcım bu evrenden sana özel yapılmış bir sürpriz, farkında mısın?”

Gülümsedim. Yüzümdeki tebessüm gerçekti. İçimde bir şey hala susmuyordu, ama ona bugün kulaklarımı tıkamıştım.

“Onlar seni yarı yolda bırakmadı mı?”

Sus... dedim içimden. Bu ses hep vardı zaten. Hep olacaktı. Ama şu an... şimdi değil.

“Gerçekten çok sevindim,” dedim kısık ama içten bir sesle. Göz ucuyla dikiz aynasından Batuhan’la göz göze geldim. Gülümsüyordu. Elimi direksiyondan ayırmadan, sadece başımla onayladım. Yanındaki Pelin de bana dönüp gülümsedi.

“Biz de senin yanında olmak istedik Yaz,” dedi Pelin. Sesi ne çok sıcak, ne çok soğuktu. Kararında. Ayarlanmış gibiydi. Ama ben fark etmedim. Zihnim, kalbime tercüman olmak istemiyordu.

“Yani sevgilim, sergine gelemediğim için o kadar üzülmüştüm ki, telafi etmek istedim,” dedi Batuhan.

Başımı yola çevirdim. “Gerçekten iyi ki geldiniz. Bu benim için çok önemli. İkinizin de burada olması beni... mutlu etti,” dedim.

“Gerçekten mi Yaz? Sahi mutlu musun hâlâ? Güveniyorsun hâlâ onlara?”

Yeter...

Arkamdan Cemre’nin sesi yine fırladı: “Ayyyyy Yazcım! Bak, ne dedim ben sana! Hayat sana bazen böyle şekil yapar! Önce kırar, sonra ‘bak düzeldim’ diye gelir! Tıpkı Batuhan gibi ayyyyy!”

Hepimiz güldük. Benimki biraz gecikmeli geldi. Ama geldi.

Pelin biraz kıpırdandı. “Cemre senin bu pozitifliğini biri şişeleyip satsın artık ya. Her sabah 5 damla alsın insanlar.”

Cemre gözlerini devirdi. “Ay sen var ya! Ama bu kez çok içten dedin, ben inandım! Vallahi Pelin’in gönlünden güzel söz çıktı arkadaşlar, bu gece bir dilek tutun!”

“Dilek tutacaksam,” dedim sessizce, “sadece bu an böyle kalsın isterdim.”

“Ama kalmayacak.”

Kafamı hafifçe salladım. Camdan dışarı baktım. Yolun kenarında kararan bir benzinlik tabelası geçti. Gece yavaşça sızıyordu.

“Yaa,” dedi Cemre yine, “düşünsene! Şimdi gidiyoruz... sonra sabah uyanınca! Yaz’ın sergisi! Belki Ankara’dan sonra yeni bir teklif gelir! Belki İstanbul’a açılırsın kızım! Ünlü ressam Yaz Doğan... pardon pardon, Yaz Polat Hanımefendi! Ayyyyy!”

“Cemreeeee!” dedim gülerek.

“Tamam sustum! Ama senin adına heyecanlanıyorum be canım. Kalbim patlıyor sanki!”

Pelin ve Batuhan da güldüler. Arabanın içi anlık bir sıcaklıkla doldu. Ama o ses... arka koltuktaki neşeye rağmen kulağımda bir taş gibi oturdu.

“Gülüyorlar. Ama neyin üstünü örtüyorsun?”

Bilmiyorum. Belki de hiçbir şeyin... Belki de sadece bir anlığa iyiyim.

Kızılay’a vardığımızda hava çoktan koyulaşmıştı. Arabanın farları kaldırımdaki insanlar üzerinde anlık gölgeler yaratıyordu. Otelin tabelası loş bir şekilde ışıldıyordu.

Hepimiz arabanın kapılarını açıp indik. Cemre yere atlar gibi indi yine, “Yaa çok heyecanlıyım. Odamdan gökyüzü gözüküyor mu acaba, ona göre pijamalarımı seçeceğim!” deyip valizini çekmeye başladı.

Lobide kısa bir işlemden sonra ayrı ayrı odalara yerleştirileceğimizi öğrendik. Herkes anahtarını aldı. Cemre zıplarcasına bana döndü, “Yazcıııım odamız farklı ama ruhlarımız yan yana!”

Gülümsedim. “Sabah erkenden buluşuruz zaten.”

“Ben seni uyandıracağım, biliyorsun değil mi?”

“Elbette.” dedim.

Pelin de hafifçe başını eğdi, “O zaman sabah görüşürüz Yaz.”

“Görüşürüz,” dedim içtenlikle.

Batuhan da “İyi geceler sevgilim,” dedi. Elimi hafifçe tuttu. Isı geçmedi parmaklarımdan ama soğuk da değildi. Sadece... dokundu.

Koridorda herkes kendi odasına çekilirken, içimdeki ses son bir fısıltı bıraktı:

“Hepsi burada. Ama sen hâlâ yalnızsın.”

Duymadım onu. Duymamış gibi yaptım. Anahtarı çevirdim. Kapı açıldı.

Ve yalnızlık... her zaman olduğu gibi, ilk gelen oldu.

 

 

 

Zaman: Aynı akşam – Saat 20:45

Oda yarı karanlıktı. Tavan lambası yanmıyor, sadece masadaki küçük gece lambası loş bir ışık yayıyordu. Akın, yorgunluktan bayılmak üzereydi. Gün boyu eğitime girmiş, sonra üstüne rapor dosyalarını taramıştı. Başını yastığa koyar koymaz göz kapakları ağırlaşmıştı. Tam uykuya dalmak üzereyken kapıdan gelen "tıkk... tıkk..." sesi gözlerini aralamasına neden oldu.

İç çekti. Sesi tanımıştı. Yorgun, ama yumuşak bir sesle seslendi:
“Gel.”

Kapı sessizce açıldı. İçeri giren narin adımları hemen tanıdı. Hazal başını uzattı, kararsız bir ifadeyle.
“Abi... oturabilir miyim?” dedi çekingen bir sesle.

Akın, biraz doğruldu. Kolunu başının altına dayadı.
“Gel kuşum. Ne oturması, istersen uzan bile,” dedi ve kısık bir tebessümle kardeşine yer açtı.

Hazal hafif bir tebessümle yaklaştı, yatağın ucuna ilişti. Birkaç saniye sessizlik oldu. Sonra gözlerini abisine çevirdi.
“İyi misin abi? Uykunu bölmedim değil mi?”
“İyiyim,” dedi Akın hafifçe gözlerini ovuşturarak. “Ama sen bir şey isteyeceksin belli. Hadi bakalım, dök içini. Ne istiyorsun?”

Hazal hafifçe başını eğdi. Yüzünde suçlulukla karışık bir heyecan vardı.
“Yarın... yani yarın Kızılay’da çok büyük bir sergi var. Resim sergisi. Böyle çok büyük çaplı. Hani normalde sadece broşürden görürdüm ya... ilk defa bu kadar kapsamlı bir sergi olacakmış. Gitmek istiyorum abi. Çok. Gerçekten çok.”

Gözleri parlıyordu. Sesi hem istekli hem çekinerek çıkıyordu.
“Yani... bilmiyorum... belki senin için saçma gelir ama… hiç böyle bir şeye gitmedim. Benim için çok özel olurdu.”

Akın kardeşinin yüzüne dikkatle baktı. Çekingenliği, heyecanı... hepsi gözlerinin içindeydi. İçinden bir iç çekti. Kafasında o günkü program döndü ama iç sesi nettir: Bu kız bunu istiyor.

Yavaşça başını salladı.
“Peki kuşum... Tamam. Yarın seni götürüyorum o sergiye.”

Hazal’ın gözleri kocaman açıldı. Gülümsemekle ağlamak arasında bir yerlerdeydi.
“Ciddi misin abi? Gerçekten mi?”

Akın başını iki yana salladı gülerek.
“Yarım ciddi olur mu kuşum? Söz verdim mi biter. Hadi, şimdi bekle bakalım. Nöbetçi astsubayı bir arayayım.”

Telefonunu aldı, kısa bir konuşma yaptı. Nöbet değişiminde kendisi yerine bir arkadaşını yazdırdı. İzin işi de tamamlandı.
Telefonu kapattığında başını kaldırdı, gözleriyle kardeşine bakarak söyledi:
“Tamamdır kuşum. Yarın o çok istediğin sergiye, birlikte gidiyoruz.”

Tam o anda kapı hızlıca açıldı. Odaya Asiye Hanım girdi. Başında tülbent, üstünde kalın hırkasıyla, kaşları çatık bir hâlde oğluna ve kızına baktı.
“Ne oluy’ burda ha? Ne dolanıy’sunuz gece gece? Akın, bu kız niye senin odanda? Ne karıştırıysunuz gene?”

Hazal bir anda toparlandı. Utana sıkıla ayağa kalktı. Cevap veremedi.
Akın gülümsedi. Alışkındı bu sorulara.
“Bir şey yok anne. Hazal bir sergiye gitmek istiyor. Yarın ben götüreceğim onu.”

Asiye’nin gözleri bir anda açıldı. Elleri beline gitti.
“Neeee? Ne sergisiymiş bu? Dersini çalışsın o! İki çizgi çizmiş, bi de sergi gezecen diyisun. Olmaz o iş!”

Hazal başını önüne eğdi. Gözlerinde sönmeye başlayan umut kıvılcımları vardı. Ama Akın izin vermedi.

Ayağa kalktı. Ciddiyetini, yumuşak ama net ses tonuyla birleştirdi.
“Anne, bu kuşumun hevesi. Çok istiyor. Birkaç saatliğine gideceğiz. Hem derslerini de aksatmıyor. Söz verdiririm sana, merak etme.”

Asiye bir süre baktı, oğlunun kararlı bakışlarına. Ardından kızına döndü.
“Bak, gidecen mi’ cidden? Gezeceğin bi’ tablo ha. Boş boş renklere bakacan...”

Hazal hafifçe başını salladı.
“Çok istiyorum anne... sadece bir kere...”

Asiye iç geçirdi. Sonra yüzünde bir yumuşama belirdi.
“Elin oğlunu dinleyip zırvalamıy’san, oğlumu dinleyip heveslenmeyi de bilicen gari... Neyse, Akın senin yanında olsun da... Tamam, gidin gari. Ama fazla oyalanmayun!”

Akın gülümsedi.
“Merak etme anne. Onunla ben ilgileniyorum.”

Asiye göz devirdi. “Hee hee, ilgileniysun da... sonra hele bi’ yorgunluğunda annene kalıyo bu gız!” dedi ama sesi şefkat doluydu.

Hazal’ın yüzü kocaman açıldı. Koşup annesine sarıldı.
“Teşekkür ederim anne!”

Asiye hafifçe öksürdü. “Hee, tamam gari. Hadi şimdi herkes yatsın. Sabah sabah karga bokunu yemeden kalkarsınız...”

Gülüşmeler eşliğinde Akın yatağına döndü, Hazal kendi odasına geçti. Asiye kapıdan çıkarken son bir kez başını çevirdi, oğluna baktı.
“Senin bu kuşuna kıyamayışını seviyorum ama ha... koca oldun hâlâ gözünün nuru bu gız...”

Akın hafifçe başını salladı.
“Öyle anne... o benim kuşum. Kıyamam.”

Kapı kapanırken odada bir süre sessizlik oldu. Ama o gece, üç kalp de aynı duyguyla yattı:
Birbirine kıymak yoktu bu evde. Çünkü birbirine kıymak, kendine kıymaktı.

 

 

 

 

Sahne – Ankara / MİT Operasyon Üssü

Zaman: Gece – Saat 22:06

Odanın içi yoğun bir sessizlikle kaplıydı. Fırtına öncesi bir sessizlikti bu. Kalın dosyaların sayfaları çevriliyor, dijital ekranlar haritalarla doluyordu. Büyük tahta masanın etrafında Bahadır Albay, Timur Aksungur, MİT İstihbarat Başkanı, Özel Kuvvetler Plan Subayı ve birkaç saha analiz uzmanı ayakta ya da dosya başında çalışıyordu. Kağan ve Kâinat, diğer tim görevlileriyle birlikte arka sıralarda yerlerini almışlardı.

“Operasyonun sıfır noktası neresi olacak, Aksungur?” diye sordu Bahadır. Sesi kuru, net, tereddütsüzdü.

Timur ekrana yaklaştı. Parmak ucu bir noktaya dokundu.
“Zagros hattının kuzey cephesi. Kod adı: ‘Kartal Gediği’. Orada son bir kargo sinyali aldık. Uydu taramasına göre sığınak kompleksi en derin seviyede burada yer alıyor.”

MİT görevlisi karşı çıktı.
“Zagros’taki sinyal yanıltıcı olabilir. Birkaç hafta önce aynı sinyal İran hattından da geldi. Sıcak temas yok. Kararsızlık zaaf doğurur.”

Bir diğer ÖKK komutanı araya girdi:
“Bence doğrudan hava baskınıyla giriş yapmalıyız. Risk yüksek ama şaşırtıcı olur. Tim indirmeye gerek kalmaz.”

Bahadır dosyayı kapattı.
“Zemin yapısı müsait değil. Alan dar, uçuş rotaları sınırlı. Kayıp veririz.”

Timur başını iki yana salladı.
“Kayıp vermek bir tercih değil. Güvenli tahliye imkânı olmadan girersek, çıkamayız.”

Masada kısa bir sessizlik oldu. Kimse yüksek sesle konuşmadı. Herkesin yüzünde aynı ifade vardı:
Emin değillerdi.

Kağan kaşlarını çatmış, haritaya bakıyordu. Normalde her ortama bir şaka sıkıştıran bu adam, bu gece tek bir kelime bile etmemişti. Kâinat, elleri arkasında bağlı, gözleri dikkatle masa üzerindeki topografyaya sabitlenmişti.

Sonunda Bahadır konuştu.
“Planın son hali sabah oluşturulacak. Herkes istihbarat birimlerine raporlarını bırakıp dinlenmeye çekilsin. Sabaha karşı yeniden toplanacağız.”

Kâinat ve Kağan kısa bir selam duruşuyla odadan çıkmaya hazırlanırken, Timur başıyla ikisini işaret etti.
“Kağan. Kâinat. Bir dakika kalın.”

Diğerleri odadan birer birer çıkarken, üç adam salonda yalnız kaldı. Işık biraz kısılmış, masanın üstü dağınık kalmıştı. Timur, eliyle kısa bir işaret yaptı.
“Oturalım.”

Sessizlik… birkaç saniye sürdü. Sonra Timur konuştu. Sesi önceki sert tonundan farklıydı ama hâlâ ölçülüydü.

“Yarın Kızılay’da bir sanat sergisi olacak. Kalabalık. Dikkat çekici. Güvenlik her zaman önceliğimiz, biliyorsunuz.”

Kağan başını salladı. “O civarda mı tehdit algısı var?”

Timur gözlerini kaçırmadı.
“Doğrudan hayır. Ama... içim rahat değil. Orada biri var. Dikkatli olunması gereken biri.”

Kâinat gözlerini kısıp dikkatle sordu:
“Kim bu kişi efendim?”

Timur hafifçe iç çekti. “Sadece... korunması gereken biri. Size güveniyorum. Kalabalığa karışın. Uzaktan gözlemleyin. Gerektiğinde müdahale edin. Gölge gibi olun. İsmini vermem gerekmiyor.”

Kağan hiçbir sorgu belirtisi göstermedi. “Emredersiniz.”

Kâinat da hemen onayladı. “Gereken yapılır.”

Timur başını hafifçe eğdi. “Teşekkür ederim.”

O an odada sessizlik oldu. Ama Timur’un gözleri masadaki boş kahve bardağına kaymıştı. Sanki içinde biriken tüm özlemi orada tutmaya çalışıyordu.

Kızım… Seni orada sadece korumak istemiyorum. Sadece yaşamanı değil… yaşadığını görmeyi istiyorum. Ama hâlâ... yanına yaklaşamayacak kadar uzağım.

Bir an için göz kapakları titredi. Ama çenesini sıktı. Omuzlarını dikleştirdi. Sesi tekrar netti.

“Bu sadece bir görev. Onu öyle görün. Ama bir hata olursa… bir gölge bile düşerse, bana rapor vermeden hareket etmeyin. Anlaşıldı mı?”

İki asker birden ayağa kalktı.
“Emredersiniz komutanım.”

Timur oturduğu yerde kaldı. Başını eğmeden, bakışlarını kaçırmadan son kez tekrar etti:
“Gözünüz üstünde olsun. Bu görev... diğerlerinden farklı.”

Kağan ve Kâinat odadan çıkarken aralarındaki tek kelime sessizlikti. Ama ikisi de içten içe biliyordu:
Bu görev sıradan bir koruma görevi değildi. Ve o kız… sıradan biri değildi.

 

Bölüm : 20.07.2025 16:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...