
Gözlerim dolmuştu. Neden yaşamadığım şeyler için, tanımadığım insanlar için gözlerim doluyordu? İstemsizce ağlıyordum. Bir kere bile görmediğim, sesini duymayıp kokusunu hissetmediğim; annem olduğunu söyledikleri biri için neden ağlıyordum? Neden annemin doğum gününü öğrenmek bu kadar dokundu?
21 mart... Nevruz... Baharın gelişini müjdeleyen gün. Gülüşü baharın haberleyicisi miydi? O yüzden mi 21 mart? Nasıl gülerdi annem? Gülüşünü kelebek görse ömrü uzar mıydı?
Bunları düşünürken gözyaşlarıma engel olamıyordum.
"Tamay, tatlım acıktın mı?"
Elimin tersi ile yüzümü silip boğazımı temizleyerek "Geliyorum teyze!" dedim.
"Efendim?"
"Acıktın mı, diye sordum. Bayağı zaman geçti yediklerimizin üzerinden." dedi arkası bana dönük elinde bir şeyler yıkarken. Yüzünü bana dönüp kahverengi gözlerini gözlerime dikti.
"Ne oldu sana? Niye ağladın?"
"B-ben... Yo-yok ağlamadım."
"Ağlamışsın, gözlerinden belli. Ne oldu?" dedi, çenemi tuttu ve kendine çevirdi beni.
"21 mart... Annemin mezarı nerede?" dedim kısık bir sesle.
Derin bir nefes alıp "Off..." diyerek aldığı nefesi geri verdi.
"Burada,"
"Nasıl burada? Burada nerede?"
"İstanbul'da."
O kadar yıldır aynı şehirdeymişiz, birbirimizden habersiz...
Yere çöktüm, dizlerimin bağı çözüldü. Çok karmaşıktı her şey. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir yandan ağlamak istiyordum bayılana kadar mezarında ama hazır hissetmiyordum. Bir yandan da yok olmak istiyordum. Nasıl bir hikayenin içindeydim? Her şey arapsaçına dönmüştü. Nasıl çözülecekti?
Birçok şey yaşamıştım ama hiçbir şey şu anki kadar karmaşık ve çözülemez değildi. Bugünü yaşamamış olsaydım ne olurdu ki? Sabah kalkmamış olsam ve her şey yeniden başlasa?
"Tamay iyi misin? Beni duyuyor musun?" diye sorularla bölündü düşüncelerim.
"B-ben bilmiyorum... Her şey çok karışık."
Koluma girip beni kaldırarak odama götürdü. Beni yatağıma yatırarak telefonunu eline aldı ve birini aradı. Konuştuğu kişinin doktor olduğunu anladım. Artık sayılı kelime duyuyordum. Kendimi bıraktım, gözlerimi kapattım. Vücudumu kontrol edemiyordum. Bedenim ağırlaşmıştı ve kafamı kaldıracak gücüm yoktu. İstemsizce gözyaşlarım akıp yastığımı ıslatıyordu. Bu sefer silmedim, aksınlar istedim. Aktılar... Elbet dinerdi bunlar da diğerleri gibi...
Kapı zilinin çaldığını duydum. Birkaç dakika sonra bana doğru ayak sesleri duydum. Bir şeyler söyleniyordu, duymadım. Yalnızca ismimi duyuyordum ve git gide duyma yetimi kaybediyordum. Tüm sesler bir vızıltıydı benim için. Gözlerim sızlıyordu, kapattım. Bir el omzuma dokundu. Gözlerimi açtığımda etrafı net göremediğimi fark ettim. Tekrar kapattım gözlerimi. Birçok düşünce ve soru işareti vardı kafamda. Ama ben hiçbirini düşünmek istemiyorum. Yoruldum...
17 yaşında bir insan nasıl yorulur? Ya da belki bu yorulmuşluk değil. Ne peki? Bir adı var mı bu hissin? Okul hayatımda ayrı bir savaş veriyorum. Kendi hayatımı yeni yeni öğreniyorum ve annemin mezarının burada, benim büyüdüğüm yerde olduğunu okuyorum. Hani bir kötü olayın arkasından iyi bir olay gelerek o acıyı unutturur ya! Bunlar dizilere mahsus mu? Gerçek hayatta kötü günlerin ardından daha kötüleri mi gelir? Hiçkimsenin hikayesi mutlu bitmez mi? Dertler hiç sona ermez mi?
Ben artık sorgulamak da istemiyordum. Bu sorularla boğuluyordum her gün. Ama gücüm yok artık. Savaşacak, cevap arayacak gücüm yok. Hele şu an... Yavaş yavaş uykuya teslim oluyorum. Ne kadar dirensem de gözlerimi açmak için uykuya galip gelemiyorum.
"Belki de en iyisi uyumak..." diye düşünerek direnişime son verdim...
2 Saat Sonra
Odamın kapısı iki kere tıklatıldı. Yavaşça gözlerimi açtım. Oturur vaziyette toparlandım. Kapı açıldı, gelen teyzemdi.
"Tatlım uyanmamış. İyi misin?"
Başımı salladım.
"Sen uyumadan önce doktor çağırmıştım, biliyorsun. Seni muayene etti, hiçbir şeyin yokmuş. Çok şükür iyisin."
Yavaş adımlarla gelip yatağımın köşesini oturdu. Yüzümü avcunun içine alıp "Seni anlıyorum. Daha önce ve zamanla öğrenmen gereken şeyleri bir anda öğrendin. Kafanda bir sürü soru işareti var, bunlarla uğraşmak seni yoruyor. Defteri okuyunca annenin hislerini anlayıp aynı şeyleri yaşıyorsun ve bunun nasıl olduğunu sorguluyorsun. Tüm bunlar senin ruhsal olarak normalden kat kat fazla yorulmana neden oluyor." dedi kısık sesle.
Gözlerim doldu yeniden. Ona doğru yaklaşıp sarıldım.
"Kendine biraz zaman ver. Daha sonra okursun defteri. Şimdi bunları düşünme. Tatilini dinlenmek için kullan." dedi fısıldayarak.
Başımı salladım. İkimizde kalktık, yatağımın üzerini toplayıp düzenledim.
"İçeride bir arkadaşım var. Kendisi psikiyatr. Sen öyle olunca ne yapacağımı bilemedim. Doktor çağırdım, bir şeyin olmadığını söyledi. Ben de psikolojik bir şeydir diye düşünüp arkadaşımı aradım. Ama konuşmak istemezs-"
"Sorun yok teyze. Ben iyiyim. Hasta gibi değil, yeni bir insanla tanışıyorum farz edelim."
Kıyafetlerimi değişmek için dolabımı açtım.
"Ben içeri geçeyim. Misafirimiz yalnız kalmasın, sen de yanımıza gelirsin kuzum."
Üzerime rahat, ince bir bluz giyip altıma da paçaları lastikli bir eşofman çekip teyzemlerin yanına gittim.
Misafirimiz tekli koltukta oturan bir beyefendiydi. Kıvırcık, kumral saçlara ve yeşil gözlere sahipti. Üzerinde kol kaslarını belli eden boğazlı bir kazak ve siyah kot pantolon vardı. Onu süzdüğümü belli etmemek için yere bakarak teyzemin yanına oturdum yüzüme tebessüm yerleştirerek.
"Merhaba! Hoş geldiniz."
Arkasını yasladığı tekli koltuğun ucuna oturup neşeyle "Merhaba, ben Meriç! Memnun oldum. Teyzen çok bahsetti senden." dedi ve göz kırptı.
"Ben de memnun oldum."
"Tamay, sana tabak yapıp getireyim."
"Yardıma geleyim mi teyze?"
Kafasını iki yana sallayarak bir şeyler mırıldandı ve mutfağa gitti. O sırada Meriç denen psikiyatri tekrar konuşmaya başladı.
"Anlat bakalım Tamay, nasıl gidiyor hayat?"
"Anlatılacak her şeyi teyzem size anlatmıştır."
"Birincisi kastettiğim o değildi. Ben rutin olarak sordum. İkincisi de bana 'Abi' diyebilirsin Tamay'cığım. 'Siz'e gerek yok."
"Hayatımın bir kısmı yeni başlıyor, diğer kısmı ise sıkıntılarla dolu. Yeni başlayan kısmının da mükemmel olduğu söylenemez."
"Neden böyle düşünüyorsun?"
"Kendimle ve ailemle ilgili yeni, özellikle de kötü şeyler öğrenince ister istemez moralim bozuluyor."
"Ailenle yaşasaydın da kötü şeyler olacaktı. Evet, birden öğrendiğin için daha fazla etkileniyorsun ve haklısın da! Ama her ailede kötü olaylar yaşanıyor. Bunu düşünerek rahatlatabilirsin kendini."
"Deneyeceğim!" dedim ve gülümsedim.
Teyzem elinde dolu bir tabakla yanımıza geldi.
"Kusura bakmayın, çok beklettim sizi."
"Ne kusuru canım? Biz de, Tamay'la sohbet ettik. Güzel bir sohbetti, teşekkürler Tamay. Ben artık kalkayım."
"Aa, yeni geldin. Nereye böyle?"
"Hava karardı biraz da işlerim var. Daha sonra uzun uzun kalırım. Memnun oldum Tamay. Görüşmek üzere!" dedi ve hızla kapıya doğru gitti. Teyzem de peşinden gitti. Meriç abi ayakkabılarını giyerken bir şeyler konuşuyorlardı.
Ben bir şeyler yiyerek karnımı doyurdum. Teyzem misafiri yolculadıktan sonra mutağa gitti. Ben de tabağımı alıp yanına gittim. Bulaşıkları yerleştiriyordu. Tabağımı makineye koyup yüzüne baktım.
"Teyze, bir şeye mi canın sıkıldı?"
Belli ki tam dalmışken sorumla dünyaya döndürmüştüm onu.
"Hı? Y-yok bir şey! Sen doydun mu?"
"Doydum teyzecim, ellerine sağlık! İyi geceler öpücüğü verip uyumaya gideceğim."
İyi geceler öpücüğü mü? Bu söz benden mi çıkmıştı? Hayatımda kime söylemiştim bunu?
İkimiz de birbirimize bakıyorduk şaşkınca. Teyzem işini bırakıp bana döndü. Yanağını uzattı, ona doğru yaklaşıp yavaşça bir öpücük bıraktım yanağına. Bana baktığında gözlerinin buğulandığını gördüm. O da beni yanaklarımdan öptü. Sonrasında birbirimize sımsıkı sarıldık. Onu annem gibi görüyordum. Annemle yaşamam gereken şeyleri bir ayda teyzemle yaşadım. Belki de ona her sarıldığımda anneme sarılıyor gibi hissediyordum. Utanmasam beraber uyumayı teklif edecektim.
Hâlâ sarılıyorduk gözümüz yaşlı ve ayrılmak istemezcesine... Buna son vermeliydik. Biraz daha böyle kalırsak ikimiz de ağlayacaktık.
Boğazımı temizleyip "İyi geceler." dileğinde bulunarak odama gittim. Nasıl bir gündü bugün? Acilen final yapmak zorunda kalıp tüm senaryoyu bir bölüme sıkıştıran dizi gibiydi. Bayağı yorulmuştum. Birkaç saat kestirmek yetmemişti. Pijamalarımı giyip yatağıma yattım. Gözlerimi kapatıp yarın olacaklar için enerji depolamaya başladım...
Sabah yüzüme vuran güneş ışığı ile gözlerimi açtım. Yatağımın içinde gerinip yeni bir güne adapte olmamı hızlandırıyordum. Dünkü olaylardan sonra kötü ruh haline sahiptim ama bugünümü böyle mahvedemezdim ve hemen silkelenip enerjimi toplamaya çalıştım. Dolabımı açıp bir tayt ve uzun, salaş bir tunik geçirdim üstüme.
Yavaşça kapıyı açıp etrafa bakındım. Teyzem henüz uyanmamıştı. Banyoya gidip elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra mutfağın yolunu tuttum. Birkaç kahvaltılık çıkarıp sofrayı hazırlamaya başladım. Hep o, beni mutlu etmeye çalışıyordu ama bu kez sıra bendeydi. Onun yaptıklarının yanında benimki hiçbir şeydi, daha büyük bir şey yapmalıydım. Ne yapabilirim mesela?
Doğum günü partisi?
Tabi ya! Bu benim nasıl aklıma gelmez? Aslında iç sesim de benim, neyse konuyu dağıtmayalım!
Sahi, teyzemin doğum günü ne zamandı? Nasıl öğreneceğim bunu? Ya teyzemin ağzını arayacağım ya da Burçak ablaya soracağım. Önce teyzeme planını sorup Burçak ablayı görüp göremeyeceğimi öğrenmiş olurum. Ona göre ne yapacağıma karar veririm.
Planımı da yaptıktan sonra işime geri döndüm. Çayı demleyip hazır hâle getirdim. Sofra neredeyse hazırdı. Dolaptan birkaç meyve çıkarıp güzelce yıkadım. Kesme tahtasının üzerinde küp küp kesip meyve tabağına güzel görünümlü ve iştah açıcı bir şekilde yerleştirdim.Her şey hazır olunca teyzemin odasına gidip kapıyı iki kere tıklattım. Ses gelmeyince yavaşça kapıyı açtım, uyuyordu. Perdelerini ve penceresini açıp "Oo, uykucu kalk artık!" diyerek yanına yaklaştım. Yanağına öpücük kondurarak ona sarıldım. Gözlerini açıp ismimi söyledi. Hemen mutfağa gelmesini söyledim. Annesi tarafından uyandırılan mızmız çocuklar gibiydi.
"5 dakikacık daha uyusam?"
"Teyze hadi, mızmızlık yapma!"
Yattığı yerden doğrulup beni gıdıklamaya başladı.
"Demek teyze mızmızlık yapıyor ha?" diyerek gıdıklamaya devam ediyordu. Gülmekten karnıma sancılar girdi. Teyzeme durmasını söylesem de dinlemiyordu ama uykusu açıldığı için artık yatamayacağını söyleyip yataktan kalktı. Ben de mutfağa geçip onu beklemeye başladım. 20 dakika sonra mutfağa gelip "Hadi, gel de sofrayı hazırlayalım erkenci prenses!" dedi alaycı bir bakışla ve ben "Sofra mı? E, o çoktan hazırlandı!" dedim göz kırparak.
Hayretler içerisindeydi. Birkaç saniye sonra şaşkınlığın yerini gülümseme aldı.
"Sizin böyle marifetleriniz de mi vardı Tamay Hanım?"
"Teyzem sizsiniz!"
Sandalyesini çekip oturdu. Sofraya göz gezdirdi ve kahvaltıya çilek reçeli ile başladı. Her şeyi öyle keyifle yiyordu ki sanki günlerdir açtı veya ilk defa yiyordu bu yiyecekleri. Teyzemi izlemeyi bırakıp ben de kahvaltıma başladım. Kahvaltı boyunca "Doğum günü" konusunu nasıl açacağımı düşünüyordum. Sofrayı toplarken bugünkü planını sorma fırsatı buldum. Henüz plan yapmadığını, mutfağı toparladıktan sonra beraber plan yapabileceğimizi söyledi.
Ders çalışmaya odama gittim. Bu aralar dersleri epey aksattım. Annem gibi olma sözümden vazgeçmeye hiç niyetli değilim ve çalışmadığım günler için de hiçbir bahane üretmeyeceğim. O günleri telafi etmek için elimden gelenin en iyisini yapacağım. Bunun için çok çaba sarf etmeliyim. Kendime çalışma planı yapmak başlangıç için çok iyi bence.
Kaç saatimi aldı bunca şey? 2 saat... O süreyi gereksiz işlere harcayacağıma derslerime harcarsam iyi yerlere gelip "2. Gazal" olabilirim.
Aferin Tamay! Böyle devam et kızım!
"Sen olumlu laflar eder miydin?" dedim hafif sesli bir şekilde. Sonra kendi kendime güldüm.
O sırada teyzem kapıyı tıklattı ve gelmesini söylemekle kapıyı açtı.
"N'oldu kız? Niye kendi kendine gülüyorsun?" dedi ellerini beline koyarken.
"İç sesimle sohbet ediyorduk da..." dedim kıkırdayarak.
Masandan kalkıp teyzeme yaklaştım. Kollarımı beline doladım ve ona sarıldım.
"Seni bugünün planını kurmak için rahatsız ettim. Sevgili Tamay, Hazan Deniz tarafından salona bekleniyorsunuz!"
Salona geçip koltuklardan birine oturduk. Teyzem söze başladı.
"Evet, bugünkü planım eğlenceli aktiviteler yapmak. Aklımda çok fazla şey var. Bunları size soracağım hanımefendi, siz de içlerinden seçim yapacaksınız. Kabulse devam ediyorum. Tamam. Birincisi hayvan barınağına gitmek, ikincisi dağ evine gidip bir günü doğayla geçirmek, üçüncü ve son şık ise alışveriş merkezine gidip kendimize komik kombinler oluşturup birçok fotoğraf çekinerek anı biriktirmek. Ee, hangisini tercih edersiniz?"
Hepsi de mükemmel fikirlerdi.
"Gerçekten zor bir karar olacak bu. Çok iddialı seçenekler mevcut. Biraz zaman istiyorum Hazan Hanım. Karar veriyorum, üçüncü şık daha güzel gözüktü gözüme."
"Tamam, karar verilmiştir. Hadi, hazırlanmak için 20 dakikanız var. Süreniz başladı!"
İkimiz de koşar adım odamıza girdik ve hazırlanmaya başladık. Dolabımı açıp kıyafetlerime göz gezdirdim. Başımı çevirip havanın durumuna baktım. Ekim ayının ortalarındaydık. Hava git gide soğuyordu. Üstüme kalın, kırmızı bir kazak; altıma da siyah kot pantolon giydim.
Banyoya gidip saçlarımı taramaya başladım. Kendimde en beğendiğim altın sarısı saçlarımdı. Daha sonra ise gözlerimdi. Her aynaya bakışımda şükrediyordum.
Teyzem girdi banyoya.
"Teyze bir şey sormak istiyorum. Gözlerimin rengini kimden almışım? Annem ve babamla ilgili bildiklerim defterde okuduklarım kadar fakat orada sadece annemin kahverengi saçlarından bahsediyor. Sen de kahverengi gözlüsün."
"Babanın gözleri mavi. Ablamın gözleri yeşil ve çok güzeldi. Bizim ailede hiç renkli gözlü yok aslında. Anneannemin gözleri renkli ama annem de kahverengi gözlü. Demek ki anneannemden almış gözlerini. Senin babaannenin de gözleri renkli. Ayla halanın gözleri de maviye yakın yeşil. Geriye kalanların kahverengi."
Halamın ismini de ilk defa duyuyordum. Annem defterde bir kere bahsetmişti. Bir de amcam olduğundan bahsediyordu.
"Peki, amcamın adı ne?"
"İki amcan var. Biri evli, diğeri boşanmıştı. Evli olan, Akın. Boşanan amcan ise Görkem."
Küçük amcam boşanmıştı demek! Neden boşandı ki? Ne olmuş olabilir? Akrabalarım nasıl insanlardı acaba?
"Hadi kız! Çabuk ol, geç kalıyoruz." dedi teyzem kolumu dürterek.
Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerimden arındım. Belime kadar olan saçlarımı at kuyruğu yaptım. Teyzem, beni kendisine döndürdü. Eline makyaj fırçasını alıp açık pembe bir allık sürdü yüzüme. Yine pembe renkli dudak kremini sürdü.
"Tamam, hazırsın!" dedi ve beni elimden tutup çevremde döndürdü.
Kendine de hafif bir makyaj yaptı. Dışarı çıkıp botlarımı giydim. Teyzem benim için birçok şey almış benden habersiz. Her mevsime özgü kıyafetim var dolabımda.
Böyle güzel yürekli bir insana sahip olduğum için çok şanslıyım. Ve o güzel yürekli insanın doğum gününü hâlâ öğrenemedim.
"Aklıma bir fikir geldi!"
Teyzem kabanını giyerken "Ne fikri?" diye sordu.
"Burçak abla da bizimle gelecek mi?"
"Bilmem, gelsin mi?"
Başımı "evet" anlamında salladım. Çantasından telefonunu çıkarıp Burçak ablayı aradı. Telefonu kapattıktan sonra geleceğini söyledi. Burçak ablayı evinden alacakmışız.
Aşağı inip arabaya bindik ve yola çıktık. Teyzem arabanın radyosundan bir şarkı açtı. Şarkı eşliğinde yolculuğumuzu sürdürdük. Bir süre sonra mor ile kahverengi tonlarında olan bina önünde durduk. Aşağı inip kapının önüne gittik. Teyzem 2. katın zilini çaldı. Kapının açılmasıyla içeri girdik ve Burçak ablanın evine girdik. Henüz hazır olmadığını söyledi. Salona geçip koltuğa oturduk.
Teyzem; "Tamay'cığım, bu kız hep böyle yavaştır. Ben hep onu beklerim." dedi göz kırparak ve Burçak ablaya takıldı. Burçak abla da odasından teyzeme laf attı fakat sesi çok az geliyordu. Beş dakika sonra yanımıza gelip "Hazırım." dedi. Toparlanıp aşağı indik. Arabaya binip alışveriş merkezinin yolunu tuttuk. Yol boyunca eğlenceli müzikler dinleyip arabada sohbetler ettik. Yaklaşık yarım saat sonra bir otoparka girdik. Otopark tıka basa doluydu, 10-20 dakika kadar park yeri aradık. Tam bir yer bulduk ve teyzem park etmeye hazırlanıyordu ki beyaz, üstü açık bir araba hızlı bir girişle yerimizi kaptı. Teyzemin ani freniyle şoka uğradık. Teyzem birkaç dakika sonra arabadan inip bağırmaya başladı.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Ehliyetini kasaptan mı aldın?!"
Beyaz arabadan kumral, kıvırcık saçları olan, gözünde güneş gözlüğü -bu havada ne alakaysa- olan bir adam indi. Bize döndü ve yavaşça gözlüğünü çıkardı. Beyaz tişört üzerine deri ceket ve altına da siyah bir kot giymişti.
Bu havada niye böyle giyinir ki bir insan?
"Buyurun, ne vardı?" dedi pişkince.
"Ne mi vardı? Hem yerimizi kaptın hem de bir kazaya sebep oluyordun! Bir de hâlâ soruyor musun?"
"Ortada kaza falan göremiyorum. Hepiniz ayaktasınız ve sapasağlamsınız."
"Özür dileceğine dalga geçiyorsun!"
"Amacının bu olduğunu söylesene! Özür dilerim, oldu mu?"
Daha fazla dayanamayıp söze atıldım.
"Sizin gibi birine yakışıyor mu bu sözler? Neden yaşınıza göre davranmıyorsunuz?"
"Wow, küçük hanım da konuşabiliyormuş! Ee, şöyle yapalım... Ben, size kartımı vereyim. Başka bir güne randevulaşıp konuşuruz bunu. Şu an işim var kızlar, hadi görüşürüz!"
Teyzem çok sinirlenmişti, Burçak abla engel olmasa adama saldıracaktı. Haklıydı, adam tam bir sinir bozucuydu. Ne'ydi o tavırlar? Gören de "prens" falan sanacak!
Teyzem biraz sakinleştiğinde arabaya bindik ve bir park yeri bulup arabayı park ettik.
"Teyze, bir zibidi yüzünden günümüz mahvolmasın! Hadi, neşelen!" deyip ona sarıldım.
"Doğru söylüyorsun, buraya eğlenmeye geldik. Kimse buna engel olamaz!" dedi ve saçlarımı öptü.
Güvenlikten geçip hızla kaybolan zamanı telafi etmek için bir mağazaya girdik. Birkaç kıyafet alıp başka mağazalara geçtik. Süslemeler, mumlar, oyuncaklar vb. eşyalar satılıyordu burada. Teyzem beğendiği mumlardan aldı. Burçak abla evi için birkaç biblo bakarken benim gözüme kırmızı renkte, atlı karıncaları olan bir müzik kutusu takıldı. Hemen yanına gidip onu elime aldım. İncelemeye başladım.
Televizyonlarda görmüştüm büyük halini. Dizilerde çok klasik olan ve hep özenilen bir olay bu. Ya anne veya babanla çocukken yaşadığın en güzel anıdır ya da sevdiğin kişi seni götürür ve yine yaşadığın en güzel anı olur lunaparkta geçirdiğin vakit.
Yalan yok, ben de özenirim bu olaya. Ama tabi ki hayallerim ikinci seçenek üzerineydi. Zaten birinci şık, bulunduğum konumda imkansızdı. Ne zaman bir ailem olacağını, gelip beni bulacaklarını düşünsem, çevreme bakıp benim gibi kimsesiz arkadaşlarımla göz göze gelince bunun hiçbir zaman olmayacağını kendime hatırlatıyordum...
Elimdeki oyuncağın düğmesine bastım ve çalıştırdım. Gözümü hiç ayırmadan bu sevimli şeye baktım. Nasıl güzel hayallerimiz var beyinlerimizin içinde? Nasıl heyecanla kuruyoruz bu hayalleri... Konu gerçekliğe gelince o gülen yüzümüz nasıl da düşüyor değil mi? Hep dizi- filmlerde mi oluyor mutlu anılar?
Belki oluyordur böyle güzel şeyler? Kesin annemin yazdığı defterde vardır. Aşka en güzel örneklerden biri onlar...
Haklıydı, sadece okuduğum kısım bile bunu ortaya koyuyordu. Bu arada neredeyse bir gündür okumamıştım ama çok özlemiştim onları. Öğrendiklerim kalbimi yaksa da kimliğimi somutlaştırıyordu. Ayrıca mutlu da ediyordu. Onların hikayesi roman gibiydi. Özenilecek bir hikaye...
Omzuma bir el değdi.
"Çok beğendin galiba!"
Teyzemin sesiydi.
"Ne beğenmesi? Aşık oldu! Kaç saattir dinliyor ve bu güzel eşyaya bakıyor." dedi Burçak abla.
Düşüncelere dalarak dünyadan uzaklaşmıştım ve müziğin çaldığını bile duymuyordum. Hemen kapatıp yerine koydum. Çevreme göz gezdirdim. Çoğu insan bana bakıyordu. Artık ne kadar süre çaldıysa müzik?
"Tuhaf geldi sadece. Daha önce görmemiştim. Ama gerek yok böyle bir şeye." dedim teyzeme bakarak.
"Beğendiysen alayım tatlım."
Kafamı olumsuz anlamda sallayıp teşekkür ettim. Daha fazla hayal kurmama neden olurdu bu oyuncak. Beğenmiştim, hem de çok beğenmiştim. Ama belki bunun gerçeğine ulaşırım bir gün. Tıpkı hayallerimdeki gibi...
Teyzemler birkaç eşya satın aldılar. Gezilebilecek her yeri gezip bol bol fotoğraf çekilerek amacımıza ulaşmıştık. Buradan ayrılıp kafemize gitmeye karar verdik. Otoparka inip arabamıza ilerledik. Teyzemler bagaja aldıklarını yerleştirdiler. Tam arabaya binmeye hazırlanıyorduk ki arkamızdan biri seslendi.
"Küçük hanım, bekleyin!"
Teyzemin tartıştığı adamdı bu. Bana doğru yaklaşıp arkasına sakladığı paketi bana uzattı.
"Lütfen kabul edin! Bu arada ilk karşılaştığımızda olanlardan dolayı çok pardon!"
Sabah yaşadıklarımız olmasa bu sözlerine gülerdim. O nasıl cümleydi ya? "Olanlardan dolayı çok pardon!" Özür dilerim olurdu o cümlenin sonuna. Tam gülmeye hazırlanırken teyzemin ani çıkışından dolayı irkildim.
"Bu ne? Yaptığın şeyleri bir hediyeyle mi kapatacaksın? Senin hediyeni istemiyoruz!"
"Telafi etmek için pardon, dedim. Bu da küçük hanıma bir hediye. Kabul ederseniz mutlu olurum."
Annesine resim çizip topladığı çiçekleri ona veren çocuk gibi gözüktü gözüme. Gözlerini kısıp gülümsüyordu karşımda. Teyzeme döndüm, gözlerini yavaşça kapattı ve onayladığını belli etti. Adamın elinden kutuyu alıp ona teşekkür ettim. Gülümseyerek Arkasını döndü ve pahalı arabasına bindi. Biz de arabamıza binip kafeye gittik. Yerleştikten sonra teyzem ve Burçak abla, bir şeyler getirmeye içeri gittiler.
Ben ise hediyemi sorguluyordum. Durup dururken niye hediye almıştı ki? Hem de o; şımarık, zengin bir çocuk. Sıradan birine, üstelik sabah tartıştığı birine neden hediye aldı? Ve en çok merak ettiğim şey içinde ne var?
Soru sormak yerine paketi mi açsan acaba?
Haklıydı ama içimde tuhaf bir his vardı. Neydi bu his ve neden böyle bir şey yaşıyordum? Açıp açmamak arasında gidiyordum. En sonunda merakım korkuma ağır bastı ve kutuyu açtım.
Gördüğüm şey tesadüf müydü? Yoksa... Beni mi izliyordu?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |