
"İnsanlara nasıl güvenilmez?" adlı hikayemle karşınızdayım. Teşekkürler alkışa gerek yok.
Nasıl söyler bunu teyzeme? Pazartesiye kadar bekleyecekti.
"Nasıl böyle bir şeye izin verirsiniz? Ben varım burada, teyzesi var Tamay'ın." diye bağırdı teyzem.
Efsun Hanım birkaç cümle söyledi ve telefonu kapattı. Teyzem doğumhane önü bekleyen baba adayları gibi odada bir köşeden diğer köşeye gidip geliyordu. Bir süre sonra dayanamayıp ben de ayağa kalktım. Önünde durup ellerini tuttum, koltuğa oturduk. Dolu dolu olan gözlerini gözlerime çevirdi.
"Biliyordun değil mi? Biliyordun ve bana söylemedin."
Kahverengi gözlerinden bir damla düştü.
"Teyze, söyleyecektim. Sadece uygun zamanı bekledim. O, bana söz vermişti. Sana söylemeyecekti. Benden duymanı istedim ama..." diyerek ellerini sıktım.
"İstemiyor musun?" dedi gözlerini kaçırarak.
"Neyi?" diye sordum düşünmeden. Sonra tek nefeste "Hayır!" dedim.
Tekrar baktı bana.
"Seni vermeyeceğim." dedi ve beni kendine çekti.
Kollarımı ona doladım. Sımsıkı sarılıyorduk bizi kimse ayırmasın diye.
"Nasıl olacak?"
Cevap vermedi.
"Teyze, pişman olacağın hiçbir şeyi yapma benim yüzümden." dedim, kafamı kaldırıp ona baktım.
Yine cevap yoktu. Bir şeyler planlıyordu kafasında. Umarım benim yüzümden korkunç bir şey yapmaz...
Kapının çalmasıyla silkelenip kendimize geldik. Teyzem gidip kapıyı açtı. Gelen Burçak ablaydı. Nefes nefeseydi. Biz de onu görünce şaşırmıştık, yarın gelmesi gerekiyordu.
"İyi misiniz? Tamay?" dedi ve koşarak bana sarıldı.
"Komşular söyledi." diye cümlesini devam ettirdi.
Teyzem ışıkları yakıp perdeyi çekti.
"İyiyim." dedim tebessüm ederek.
Burçak abla çantasını ve ceketini çıkarıp bir kenara bıraktı.
"Ne desem bilemiyorum. Hemen evi değiştireceğim. Kuzum çok ama çok özür dilerim!" dedi bana bakarak.
"Sen bir şey yapmadın ki. Özür dilemene gerek yok." dedim ve yanına oturup ona sarıldım.
"Sen neden erken döndün Burçak abla?" diyerek konuyu değiştirdim.
"Durun, bomba olaylar oldu! Anlatıyorum. Biz hazırlandık, onları beklemeye başladık. Sonra geldiler ellerinde çiçek çikolata ile. Neyse başladılar sohbet etmeye. Gidip kahveleri hazırladım. Tam servis edecektim ki zil çaldı. Kardeşimi gönderdik kapıyı açması için. Ben kahve ikram etmeye koyulmuştum. Sıra geldi damatın kahvesini vermeye. Kahve elimden kaydı, üzerine döküldü damat beyin. Ayağa kalktı. Ben hemen ıslak mendil getirdim. Biz gömleği temizlemeye çalışırken bir kız geldi. 'Mehmet!' diye bağırdı tiz sesiyle. 'Yazıklar olsun sana!' deyip çocuğun suratına tükürdü. Çocuk rezil oldu tabi. Onun ailesi kıpkırmızı, bizimkiler şokta... Çok komiklerdi. Çocuk, benden özür dileyip kızın peşinden gitti. Ben de bırakıp döndüm hemen." dedi ve kahkahalara boğuldu.
Ben de kıkırdadım ama teyzem bizden farklıydı. Belki de anlatılanları hiç dinlememişti bile. Burçak abla doğrulup "Hazan neyin var?" diye sorduğunda ben, kahve yapma bahanesiyle mutfağa gittim. Kahveleri hazırlarken bir yandan da içeriyi dinliyordum. Burçak abla, teyzeme sorular soruyordu fakat cevap alamıyordu. Yaklaşık 5 dakika sonra konuşmaya başladı. Olanları Burçak ablaya anlattı ve sıra geldi planına.
"Ben yeğenimi daha yeni buldum. Kimsenin bizi ayırmasına izin vermeyeceğim!"
"E, ne yapacaksın peki?"
"Öncelikle yarın gidip Efsun Hanım'la konuşacağım ve o çift ile görüşeceğim. Sonra da bir avukatla görüşeceğim. Durumu anlatacağım ve yardımcı olmasını isteyeceğim."
"Avukatı buldun mu?"
"Hayır, yarın arayacağım. Hiç tanıdığım avukat yok!"
"Var!" diye bağırdı Burçak abla.
Onları dinlemiyormuş gibi "Bir şey mi istediniz?" diye bağırdım.
"Tatlım, dolapların birinde kurabiye var. Onlardan da getirir misin?"
"Tamam!" diye seslendim.
Konuşulanları dinleyeceğim diye hiçbir şey hazırlamamıştım. Kahve makinesine bardaklarımızı teker teker yerleştirdim. Dolapları karıştırıp kurabiyeyi de bulduktan sonra onları tabaklara koydum. İçeriyi tekrar dinlemeye başladım.
"Olmaz!"
"Ya neden olmasın?"
"Adama 'Hayır.' dedim. Şimdi yardım mı isteyeceğim?"
"Ne alakası var bu konuyla? O, sana teklifini sundu, sen de kabul etmedin. Gerçi neden kabul etmediğini de anlamadım ama... Kız yoksa düşündüğüm şey mi? Hâlâ mı?"
"Tamam, konuyu kapatalım lütfen."
"İyi iyi, demedik bir şey!"
Kahveleri yapıp her şeyi hazırladıktan sonra yiyecekleri içeri götürdüm. Hepimiz elimize kahvelerimizi aldık. Kahve kokusu ortamın tüm olumsuz havasını alıyordu sanki. Kokladıkça huzur buluyor, yudumladıkça kayboluyordum. Kaybolmak...
Kahvelerinde kaybolmak dünyanın en güzel hissi. Bugünkü yaşadıklarımız peki? Elimi tutması, beyaz çiçekleri olan tacım, yediğimiz kestaneler ve kestaneci amca...
Onunla yaşadığım her şey çok güzeldi. Gerçek olamayacak kadar güzel!
"Tamay, neden gülüyorsun? Bir şey mi oldu?" dedi Burçak abla imalı imalı.
Gülümsediğimin farkında değildim.
"Y-yok bir şey!" dedim söyleyecek bir yalan bulamayınca.
Bir süre sadece sessizce kahvelerimizi içtik.
"Bayağı kız çocuğu dünyaya gelmiştir sanırım." diyerek sessizliği her zaman olduğu gibi Burçak abla bozdu.
"Evet..." dedi teyzem gülümseyerek.
Bağdaş kurarak "Hadi bir şeyler yapalım!" dedim.
"Ne mesela?" dedi teyzem gözlerini bana çevirerek.
"Bilmem." dedim ve gülmeye başladık.
Çeşitli fikirler sunduk birbirimize.
"Dışarı mı çıksak?"
"Burçak saatin farkında mısın?"
"İçimdeki enerjiye engel olamadım."
"Benim de içimde müthiş bir enerji var. Teyze, sen? Sen de bizim gibi misin?"
"Ben saat on bire kadar ışık görmüş tavşan gibiyim ama özellikle gece nedenini bilmediğim bir enerji beliriyor vücudumda."
Hepimiz çılgınca gülüyorduk. En sonunda mutfağa gidip bir şeyler hazırlamaya karar verdik. Kasım ayında dondurma yiyecektik. Dondurmamızı hazırlayıp buzluğa koyduktan sonra mısır patlattık. Salona çok güzel ve loş bir ortam hazırladık. Gece lambasının sarı ışığından başka bir ışık yoktu. Yiyeceğimiz şeyleri getirip odanın her köşesine koyduk. Burçak abla, sessiz sinema oynayacağımızı söyledi. Gerekli alanı kurduktan sonra her şey hazırdı. Birkaç tur oynadık ama belli bir süre sonra oyundan sıkılıp bıraktık. Yiyeceklerimizi ellerimize alıp yerken bir yandan da şarkı dinliyorduk.
Saat ikiye kadar oturduk ve sohbet ettik havadan sudan. Uykumuz geliyordu yavaştan fakat teyzem uyumamızı istemiyordu. Tahminimce yarın için endişelenip yatağında düşünceleri ile bir başına kalmaktan korkuyordu.
"Hazan, ne zamana kadar yatmayacağız? Uykum geldi benim!"
"Ya ne uykucusunuz, beraber vakit geçiriyoruz işte!" dedi kollarını bağlayarak ve bize trip atmaya başladı.
Burçak ablayla kıkırdamaya başladık.
"Komik değil!" dedi teyzem dudaklarını büzerek.
Burçak abla, bana göz kırptı ve başıyla teyzemi işaret etti. Hızlıca dizlerimizin üzerinde sürünerek yanına gidip ona sarıldık. O da kollarını açtı ve bize sarıldı. Burçak abla ayağa kalktı, ellerini beline koydu.
"Sayın hanımefendiler, benim bir fikrim var! Buraya yer yatağı yapalım ve beraber uyuyalım. Ne dersiniz?" dedi son cümlesinde sesini yükselterek.
Teyzem düşünür gibi yapınca ben de, Burçak ablaya destek olmak için ayağa kalktım.
"Evet, teyze. Biz hiç beraber uyumadık. N'olur birlikte uyuyalım!"
"Tamam, hadi kuralım yatakları!"
Burçak ablayla sarılıp zıplamaya başladık. Bir süre bu şımarıklığı izleyen teyzem "Durmazsanız vazgeçeceğim!" dedi bir anne gibi.
Birbirimize bakıp yaramazlık yapmış küçük çocuklar gibi başımızı öne eğdik. El birliğiyle yerdeki eşyaları kaldırıp yer yatağını kurduk. Rahat pijamalarımızı giydik, ışıkları söndürüp yatağımıza girdik. Yatağın içinde biraz gülüştükten sonra birbirimize "İyi geceler" dileğinde bulunduk. Arkamı onlara dönüp uyumaya çalıştım. Her zamanki gibi ben ve iç sesim bir araya gelip onu düşündük.
Bugün yaşadıklarımız daha doğrusu yaşattıkları hayal olamayacak kadar güzeldi. Bana söylediği o kelime... Ne demişti? Dildarım, demişti. Ne demekti acaba? Güzel bir şey söyledi herhalde.
Gidip internetten öğrensene!
İç sesimin sözlerini kanıp kalktım. Teyzem henüz uyumamıştı. Nereye gittiğimi sorunca bir eşyamı almam gerektiğini söyledim. Eşyalarımın bulunduğu odaya gidip çantadan telefonumu çıkardım. Bartu almıştı bu telefonu, ben de aynısından ona almıştım. Yılbaşı hediyemizdi bu telefonlar.
Açılma tuşuna bastım ve anında ekrana mesaj düştü. "Kahve Göz" yazıyordu isim olarak. Bartu'dan mıydı mesaj? İyi de Bartu'nun gözleri mavi, ayrıca ben onu "Sarı Kafam" diye kaydettim. Kimdi bu? Mesaja tıkladım.
"Sen uyurken numaramı kaydettim. Bu saatte neden yazdığımı sorarsan, hem iyi geceler demek için hem de yarın buluşmamız lazım önemli."
"Somer, sen misin?"
"Etrafında başkalarına da 'Kahve Gözüm' mü diyorsun?"
"Hayır da, sen nereden biliyorsun sana öyle dediğimi?"
"İç sesinle aramızdaki bir anlaşma diyelim." Dedi ve göz kırpan emojiyi gönderdi.
"İyiymiş... Yarın görüşemeyiz, yurda gideceğim. O çift ile teyzem görüşme yapacak. Sen ne söyleyecektin ki?"
"O aile ile ilgili bir şeydi de. Ama yüz yüze konuşmalıyız."
"Neden, kötü bir şey mi söyleyeceksin?"
"Hayır. Seni görmek için."
"Nasıl ?"
"İyi geceler Okyanus Gözlüm!"
"Sana da Kahve Göz!"
Bu nasıl bir konuşmaydı? Biz ilanı aşk mı ettik birbirimize? Yok canım, dostça gece sohbetiydi.
Allah'ım, bu kız beni delirtecek! Sabır ver!
Sen sus bir kere! "Kahve Göz" olayını nereden biliyor? Neyse uğraşamam seninle, teyzem şüphelenecek.
Çantadan küçük ayıcığımı alıp odadan çıkmaya hazırlanıyordum ki teyzemlerin konuşmalarını duydum.
"Hazan, evlenecek misin?"
"Gerekirse evet!"
"Bak, Tamay'ı alacağım diye geri dönüşü olmayan bir şey yapma! Eğer öyle bir şey olursa Tamay üzülmeyecek mi?"
"Tamam, gelecek şimdi. Duyup üzülmesin..."
Odadan çıktım ve yattığımız yere girip yerleştim. Tekrar arkamı döndüm onlara.
Teyzem neyden bahsediyordu? Ne evlenmesi? Kiminle evlenecekti? Ayrıca Burçak abla haklıydı. Ya beni kurtarmak için kendinden vazgeçerse? Eğer öyle olacaksa o aile ile yaşayıp teyzemi belli günlerde görürüm daha iyi! Bu durumu konuşmamız lazımdı...
Neyi düşüneceğimi şaşırıyordum. Beynim evlatlık meselesi diye bağırırken, kalbim Somer diye fısıldıyordu. Onun adının geçmesi bile konuyu hemen kendine çekiyordu.
"Seni görmek için." dedi. Buna nasıl bir anlam yüklenir ki? O; zengin, şımarık çocuk bana mı aşık olmuştu? Yok artık! Belki de ben öyle uyduruyordum.
Sor o zaman açık açık...
Nasıl sorayım? Ne diyeyim? "Sen bana aşık mısın?" mı? Zaten o söyler.
Senin beklenti içinde olduğunu ne bilsin?
Doğru, bilmiyor. Zamanı gelince öğrenir.
Artık uyuma vakti. Yarın yorucu bir gün olacaktı, bunu çok net hissediyordum. Kendimi uykunun kollarına bıraktım...
Herkesten önce uyanmıştım. Kalkıp hızlıca giyindim. Altıma yeşil keten pantolon, üzerime gri bir kazak giymiştim. Havalar gittikçe soğuyordu. Bugün 2 kasımdı. Adım adım kışa ilerliyorduk. Aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım. Hızlıca ördüm onları. Artık hazırdım. Odaya teyzem girdi. Gözleri kıpkırmızıydı, çok uykusuz görünüyordu. Belli ki uyuyamamıştı.
"Güzelim," dedi, yanıma geldi.
Sarıldım ona. Tahminimden daha çok korkuyordu beni kaybetmekten. Omzumun ıslandığını fark ettim. Teyzem ağlıyordu ve bunu belli etmemek için koşarak banyoya girdi. Burçak abla yanıma geldi.
"Ne oldu?" diye sordu.
Ellerimi iki yana açtım. Başını sallayıp banyoya girdi. Ben de eşyalarımı toplamaya başladım. Yarım saat sonra kahvaltı masasında bir araya geldik. Kimseden çıt çıkmıyordu. Dışarıdan biri, evde kimse yaşamıyor sanırdı. Konuşmadığımız gibi yemek de yemiyorduk. Teyzem hazırlanma bahanesiyle masadan kalktı. Burçak ablayla baş başa kalmıştık. Onun yüzüne baktım. Masanın üzerine ellerini uzatıp ellerimi tuttu.
"Geçecek merak etme, hepsi geçecek. Hadi kalk teyzene kek yapalım. Hepimiz açız."
Ben sofrayı topladım, o da keki hazırlayıp fırına verdi. Kendisi de hazırlanmaya gitti.
Yaklaşık on beş dakika sonra kek pişmişti. Fırını açıp keki çıkarırken kolumu fırının kapağına değdirdim. Küçük bir çığlık attım. Teyzem de, Burçak abla da koşarak mutfağa geldiler.
"İyi misin? Ne oldu?"
"Bir şey yok, yandım sadece."
Burçak abla hemen buz çıkardı ve yanan yere tuttum.
"Hastaneye mi gitsek?"
"Hayır, iyiyim ben! Krem süreceğim ve geçecek." dedim ve odaya gidip çantamdan krem çıkardım.
Bu kremi Efsun Hanım vermişti. Ben on yaşımdayken Bartu'yla kek yaparken de kolumu yakmıştım. O zaman Bartu bu kremi benim koluma sürmüştü. Yanımda taşıyordum o günden beri ve demek ki lazım olacakmış. Çantamı sırtıma alıp aşağı indim. Teyzemler de kıyafetlerimin olduğu küçük valizi alıp getirip arabaya koydular ve yola çıktık.
"Burçak abla, sen de mi bizimle geliyorsun?"
"Evet tatlım! Daha sonra da ev sahibine uğrayacağım."
Teyzem arabayı o kadar hızlı kullandı ki sanki göz açıp kapadık ve okula geldik. Arabadan indiğimde ellerim buz kesmişti. İşte şimdi gerilim başlıyordu. Efsun Hanım'ın odasına gidip oturduk.
"Tamay, iyi misin?"
"İyiyim Efsun Hanım, siz nasılsınız?"
"Hazan Hanım, böyle bir sorumsuzluğu nasıl yaparsınız?"
"Teyzemin bir suçu yok! Ben kapıyı o şekilde açmamalıydım."
"Burada büyükler konuşuyor. Sen karışma Tamay!"
"Ne demek karışma? Benim suçum diyorum size!"
"Tamay dışarı çık!"
"Ama-"
"Çık, dedim."
O kadar sinirim bozulmuştu ki masasındaki kahveyi yüzüne çarpmak istedim. Gözlerim dolu dolu teyzeme baktım. Gözlerini kapatarak çıkmamı istedi. Bir hışımla odadan çıkıp bahçeye gittim. Bahçenin ortasına çöküp bağırarak ağlamak istiyordum.
Haklı olanın her zaman susturulduğu bir dünyada yaşıyoruz maalesef ki! Teyzemin bir suçu yoktu hatta benim de suçum yoktu ki. Suç; o pislik zihninde iğrenç düşünceler barındıran, bir sıfat bulamadığım varlıkta. Kızı yaşındaki birine başka türlü nasıl düşünür bir insan? Kendi annesi, belki kız kardeşi varken başkasının karısına kızına göz dikmek insanlığa sığar mı? Yaptıktan sonra da mı utanmadı? Pişman değil mi hâlâ? Bir genç kızın hayatında yıkımlara sebep olurken hiç üzülmüyor mu ya da kendinden iğrenmiyor mu?
Bu yaşadıklarımdan sonra bir erkeğe güvenmek o kadar zor ki benim için. Elini tutamam, ona sarılamam. En çok sevdiğime, Somer'e... Ona bile şüpheyle bakıyorum. Bartu peki? Çocukluğumu geçirdiğim erkek kardeşim. Erkek kardeşim. Erkek...
Bunları düşünürken nefessiz kalıyordum. Derin derin nefesler almaya başladım boğuluyormuş gibi. Başım dönmeye başladı, gözlerim net görmüyordu. Omzuma bir el dokundu. Kafamı ona çevirdiğimde bir şeyler söylediğini gördüm. Ama ses yoktu. Yüzüne baktığımda o pislik varlığın yüzünü gördüm ve sesimin çıktığı kadar çığlık attım. Olan gücümle koşmaya başladım. O da peşimden koşuyordu. Ben "imdat" çığlıkları atarken o da bana bir şeyler söylüyordu. Bacaklarımda güç kalmamış yere düşmüştüm. Üzerime geliyordu, sürünerek geri geri kaçmaya çalıştım. Sonra... Sonrası yoktu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |