
Biz "Hayatımı değiştireceğim, her şey çok güzel olacak!" deyince her şey değişir mi? Ömrümüzün sonu masallardaki gibi mutlu biter mi? Her yeni güne "Bu sefer farklı olacak!" diye umutla kalkıyoruz. Kaçımızın günü mutlu ve huzurlu geçiyor? Her yeni beslediğimiz umutla biraz daha inciniyoruz. "Değiştim" deyince değişilmiyormuş. "Pollyanna" gibi davranınca Pollyanna olmuyor kimse! Bunu bugün bir kez daha anladım...
Herkes bana, bense önümdeki iğrenç fotoğraflara bakıyordum. Kim yapabilirdi böyle bir şeyi? Kime ne yapmış olabilirim ki? Fotoğraflara bakınca kan beynime sıçrıyordu.
"Kim yaptı bunu? Söyleyin! Bu iğrenç şeyi kim yaptı?"
"Ben yaptım. N'olacak? Ne yapacaksın? Dövecek misin? Hadi döv!"
Arkamı dönüp yüzüne baktığımda pis pis sırıtıyordu. Olayları merakla izliyordu öğrenciler. Hemen yanımda duran öğrencinin gazoz şişesini alarak Azra'nın kafasında parçalama düşüncesi kafamdan çıkmıyordu. Ama yapmadım. O daha iyi bir cezayı hak ediyordu. Müdüre hanım geldi yanımıza. Bir bana bir de Azra'ya baktı. Sonra arkamdaki fotoğraflara baktı.
"Bu ne rezalet? Kim yaptı bunu? Tamay?"
Ne yapmamı bekliyordu benden? Çocuk gibi Azra'yı ona şikayet mi edeyim?
Birkaç dakika sonra "Azra, odama!" dedi.
"Neden? Ben bir şey yapmadım!"
"Ne demek, neden? Yaptığın pisliği görüyorum. Büyük hem de çok büyük bir ceza alacaksın! Doğru odama!"
"Ben bir şey yapmadım. Hiçbir yere gelmiyorum!"
"Sen yapmadıysan kim yapacak?"
"Kimsenin bir şey yaptığı yok. Bunları Tamay hazırlamış. Böyle para kazanacakmış. Değil mi Tamay?"
Herkes tekrar bana bakıyordu. Kalabalığı yarıp koşarak okula gittim. Müdüre hanım da peşimden okula girdi. Sınıfıma gidip çantamı alarak müdürün odasına gittim.
"Teyzemi arar mısınız? Gitmek istiyorum!"
"Tamay, suçlu olan sen değilsin. Onları Azra'nın yaptığını biliyorum."
"Madem Azra'nın yaptığını biliyorsunuz, neden disipline yollamıyorsunuz?"
"Elimde kanıt yok. Bir sürü de yalancı şahiti var. Sen gittikten sonra tüm öğrencilere sordum. Herkes, Azra'yı savundu."
"Bakın, ben buraya okumak için geliyorum! Azra'yla ya da başkasıyla kaybedecek vaktim yok artık. Ben burada olduğum sürece benimle uğraşmaktan vazgeçmeyecek. Ben; kendime, teyzeme ve en önemlisi de anneme verdiğim sözü yerine getireceğim. Azra şu an yaşıyorsa ve sağ salim ayaktaysa bu, verdiğim sözün arkasında durduğum için. Ama böyle giderse duramayacağım. Daha fazla sorun yaşamamak için gitmeliyim."
"Azra'nın ailesini biliyorsun. Zengin bir aileye sahip. Kolları her yere uzanır. Gittiğin okulda da seni bulur o. Ve en kötüsü de oradauğraşacağın kişinin kim olduğunu bilmiyorsun. Ya oradaki kişi müdürse? Ne yapacaksın? Ama burada ben varım ve senin arkandayım! Kafan karışık anlıyorum, gitmenin iyi olabileceğini düşünüyorsun. Bence bir doktora git, 2 günlük rapor al. Zaten hafta sonu teyzenle kalacaksın. Git, dinlen ve iyi düşün! Pazartesi günü yine konuşuruz. Tamay şunu unutma! Seni, öz kızımmış gibi seviyorum ve o güzel yüreğini görüyorum. Sen çok iyi yerlere geleceksin. Ve ben her ne olursa olsun yanında olacağım. Tamam mı?"
"Tamam." anlamında yavaşça gözlerimi kapattım. Telefonu eline alıp teyzemi aradı. Teyzem on dakika sonra geldi ve içeri girdi. Müdüre hanım durumu anlattı, birkaç kağıt imzalattı. Ayağa kalktık ve müdüre hanımla sarılıp vedalaştım. Okulun merdivenlerinden inerken birçok öğrencinin bana baktıklarını ve benim hakkımda konuştuklarını duydum. Kimileri camda kimileri bahçedeydi. Onları görmezden gelerek gözlerim dolu bir şekilde teyzemin arabasına bindim. Derin bir nefes aldım. Ağlamamam lazımdı, en azından okul sınırlarını geçene kadar...
Yine olmadı, yine bela beni buldu! Neyim ben? Bela mıknatısı falan mı? Sabahları nasıl uyanırsan günün öyle geçer, diyorlar. Yalan! Ben ne yaparsam yapayım olmuyor. Ne kadar uzak dursam da gelip beni buluyorlar. Tam her şey düzene girecek, artık her şey güzel olacak diyorum; daha da berbat oluyor. Bir de bugünkü yaşadıklarımı düşününce...
Beynimden bu düşünceler geçerken kendimi tutamadım ve ağlamaya başladım. Camı açıp kafamı dışarı çıkardım. Bir ateş çukurundayım ve kimse kurtarmıyor. Bugün, Azra'ya hiçbir şey yapmadım. Anneme verdiğim sözü tuttum. Tek tesellim bu.
Belki de böyle yoluna girecek her şey. Yavaş yavaş, zamanla değişecek hayatım. Artık buna inanıp toparlanacağım.
"Eğer Allah diyebiliyorsan, hâlâ umut vardır."
Kendimi bu sözle sakinleştirdim. Sağlık ocağına geldik ve teyzemin aile hekimine gidip rapor aldık. Bu işimizi de hallettikten sonra teyzem nereye gitmek istediğimi sordu. Aslında sadece eve gitmek istiyordum. Ama evde ne yapacaktım?
Huzur ve umut takviyesi alsam fena olmazdı. Aklıma annem geldi. Anneannem ona, özgürlüğü seven biri olduğunu söylemişti. O zaman annemin yaşayamadığı özgürlüğü de şu an yaşamalıyım hazır teyzem de yanımdayken.
Teyzeme "Özgürlük ve umudu zirvede yaşayabileceğim bir yere götür, lütfen!" dedim.
"Peki, seni çok güzel bir yere götüreceğim. Dönmek istemeyeceksin!"
Nereye gideceğimizi bilmiyordum ama mükemmel bir yere gideceğimizden emindim. Biraz yol gittikten sonra teyzem "Geldik!" dedi ve arabadan indik.
"Nereye geldik?"
"Vapura bineceğiz!"
On beş dakika sonra vapura bindik. İlk defa biniyordum vapura. Denizi de ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Çok güzeldi deniz.
Teyzemle yan yana oturuyorduk, ben denize bakan tarafta oturuyordum. Teyzem at kuyruğu şeklinde bağlı olan saçlarımı açtı.
"Rüzgarı hisset. Umudun damarlarında dolaştığını, özgürlüğün bedenini kapladığını düşün!" dedi fısıldayarak.
Ayağa kalkıp gözlerimi kapattım. Kollarımı denizi kucaklayabilecek gibi açtım. Rüzgar çok güzeldi. Tatlı tatlı esiyordu, bir anne şefkatiyle yüzümü okşuyordu. Teyzemin beni yanıltmayacağını biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Dönmek istemiyordum. Evim burasıymış gibi hissediyordum. Denizin muhteşem kokusu peki? Annemin kokusundan ve yağmur yağdıktan hemen sonra kokusunu içimize çektiğimiz topraktan sonra en güzel kokuydu. Hatta topraktan daha güzeldi diyebilirim. İçim huzurla dolmuştu. Bir tek özgürlük kalmıştı...
Birkaç dakika sonra çay ve simit satan orta yaşlı bir adam yanımıza geldi. Teyzem iki çay, dört tane de simit aldı.
"İki çayı anladım da dört simidi ne yapacağız? Hepsini biz yiyemeyiz."
"Sana rüzgarı hissettirdim. Umudu da hissetmeni sağladım. Ama özgürlüğü hissedemedin, değil mi?"
Kafamı salladım.
"O zaman bu simidi eline al ve dörde böl. Şimdi bir parçayı al ve yukarı tut!"
Dediklerini yapıp elimi yukarı kaldırdığım anda martılar başıma üşüştüler. Teyzem parçaları onlara fırlatmamı söyledi.
Çok güzellerdi. Bir hayvanı elinle beslemek bu kadar güzel olamazdı...
Kollarımı açtım tekrardan. Kız Kulesi'nin önündeydik. Karşımda Kız Kulesi, altımda deniz; üstümde martılar ve masmavi gökyüzü vardı. Özgürlüğü şimdi çok net bir şekilde hissediyorum. Allah'ım nasıl bir yer burası? Ben nasıl bir atmosferdeyim? Keşke zaman dursa ve bu an hiç bitmese!
"Terapi gibi, değil mi?"
"Evet! Keşke dünyaya tekrar dönmesem ve bu mavi dünyada kalsam!"
"Bir tur daha binebiliriz istersen, ne dersin?" dedi, "Mümkün değil!" dercesine. Her güzel şeyin bir sonu var!
Bir kere daha vapura binmek istemedim. Eğer binersem biraz daha kalmak isteyeceğim ve bunun sonu gelmeyecek. Arabaya bindik ve teyzem, yine nereye gitmek istediğimi sordu. Beni tatlı yemek için bir yere götürmesini istedim.
Çok sevimli bir kafenin önünde durduk. Aşağı inip bu şirin mekana giriş yaptık. Tezgahın başında duran abla "Hazan, hoş geldiniz!" diyerek bize doğru geldi. Teyzemle sarıldılar, bana dönüp "Merhaba! Ben, Burçak. Hazan'ın yakın arkadaşıyım. Sen de Tamay olmalısın!" diyerek elini uzattı.
"Evet, ben Tamay! Memnun oldum efendim."
El sıkıştık.
"Abla dersen daha mutlu olurum. Aramıza resmi sözcükler sokmaya gerek yok! Tamay, teyzenin anlattığından daha güzelmişsin. Gözlerin özellikle! Maşallah diyelim nazarlar değmesin. Bu arada ayakta kaldınız. Oturun şöyle. Ne istersiniz?"
"Benim kuzum, tatlı yemek istedi. Benim de bildiğim en iyi tatlıcı burası. Ama ne yedireceğime karar veremedim."
"Kız sen bir değişmişsin. Biz ilk kez gelenlere ne yediriyorduk?"
"Çalışmayı bıraktıktan sonra unutmuşum. Aslında az oldu bırakalı!"
"Sorumun cevabını alamadım Hazan Hanım!"
"Waffle tabi ki! Ama dondurması çikolatalı. Eminim Tamay da öyle seviyordur."
"Evet, çikolatalı dondurma severim ama daha önce waffle yemedim. Nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum."
"Merakını birkaç dakika içinde gidereceğim. Burçak'ın kafesi emrinde Tamay'cığım! Öhöm... Çok özür dilerim! Burçak ve Hazan'ın kafesi diyecektim. Canım arkadaşım, tekrar işe aldım seni. Kalk, bana yardım et! İtiraz kabul edilmiyor!"
Teyzemle bilrikte tatlı getirmeye gittiler. Bu arada ben de, Burçak abla ile ilgili bazı düşüncelere daldım.
Çok tatlı biri gibi geldi. Ses tonundaki neşe, hayata hep güzel tarafından bakan insanlardaki neşeden. Hayatıma dokunacak bir insan bence. Ama nasıl dokunacağını zaman gösterecek...
Teyzem elinde tatlılarla geldi. Arkasından da Burçak abla masaya gelip büyük 3 bardağı önümüze koydu ve sandalyesine oturdu.
"Hadi, başla Tamay! Bakalım beğenecek misin?"
Teyzem tatlıyı parçalamama yardım etti. Bir parça yedim ve gerçekten bayıldım. Daha önce yememiş olmama üzüldüm.
"Bu nasıl bir güzellik? Bayıldım!"
"Bir de bundan iç!"
"Güzel gözüküyor, bu nedir?"
"Dalgona Kahve. Biraz acıdır ama güzeldir."
Bardağı elime alıp bir yudum içtim. Alışık olmadığım için biraz fazla acı geldi ama içtikçe bağımlı hale geliyordum.
Hem yiyor hem de sohbet ediyorduk. Burçak ablaya iyice ısınmıştım. Çok tatlı birisi. Kendi ablam olsa bu kadar severdim.
"Tamay daldın derinlere, bizi duymuyorsun. Bana destek çık, hadi! Teyzeni burada tekrar çalışması için ikna et! Sana 'Hayır' diyemez."
"Teyze neden çalışmak istemiyorsun?"
"Yüksek lisans yaptığım için çok çalışmalıyım. Geriye kalan zamanlarımı da sana ayırmak istiyorum."
"O zaman siz de hafta sonları buraya gelin! Sadece bir saat çalışıp hem kafa dağıtın hem bana yardım edin. Ne dersiniz?"
Burçak ablanın teklifi güzeldi bence. Hep bir yerlerde çalışmak istemişimdir. Teyzeme baktım. Cevabı ondan bekliyorduk.
"Madem öyle diyorsun, tamam."
"Yaşasın, çak Tamay!"
Bu karara çok mutlu olmuştum. Biraz daha kaldık Burçak ablayla. Daha sonra eve geçtik. Çok özlemiştim burayı. Annemin kokusu ilk günkü gibi özel ve farklıydı benim için...
İçeri girip direkt odama gittim. Birçok güzel ve olumlu duygu vardı içimde. Denizin ve martıların bir araya geldiği manzara bambaşkaydı. Asla unutmayacağım bir görseldi. Belki denizi, martıları, ailemi; annemi ve kendimi tanımadan bir sürü yaş alacaktım. Belki martılar ve denizle karşılaşacaktım yine ama bu kadar güzel olacak mıydı? Bu duyguları bana verecek miydi? Teyzem sayesinde hayatımda bir yeri oldu. İyi ki buldu beni ve iyi ki benim teyzem!
Annemi de yazdığı defterden yavaş yavaş tanıyorum. Uzun zaman oldu okumayalı. Şimdi hazır kendimi toparlamışken okumaya devam edeyim. Biraz okuduktan sonra okul konusunu ne yapacağıma karar veririm. Hem belki annemin yazdıkları bana ipucu olur. Teyzeme defteri okuyacağımı haber verip kapımı kapattım. Yatağıma oturup yastığımı sırtıma doğru dikleştirdim. Arkama yaslanıp defter sayfalarını yavaşça açtım. Kaldığım yeri bulup oradan devam ettim...
Beynimde motivasyon cümleleri kurarken uyuyakalmışım. Pencereden gözüme çarpan güneş ışıklarıyla uyandım. Oturduğum yerde uyumuştum. Uyandığımda da oturur vaziyetteydim. Pencereye doğru baktım. Yeni yeni kendime geliyordum. Gece boyunca üzerim açık kalmıştı, üşüyordum. Üzerime battaniye almak için yan tarafıma döndüğümde Poyraz'ın gözlerini açtığını gördüm.
"Poyraz... Uyandın... Uyandın, beni yalnız bırakmadın. Allah'ım çok şükür!"
"Seni asla bırakmam... Asla!"
Nasıl mutluydum anlatamam. Korkmuştum hem de deli gibi. Ona bir şey olacak korkusu beni bitirdi resmen. O günkü korkuyu tekrar yaşıyorum şu an. Yazarken yaşamak bu olsa gerek!
Allah'ım onu, bize bağışladı. Elini tutarak yanağına bir öpücük kondurdum.
Birkaç saat sonra tüm ev halkı uyanıp bizim yanımıza geldiler. Poyraz'ın uyandığını gören şükür duaları edip Poyraz'a sarılıyordu. Ev bayram yeri gibiydi. Birkaç gün böyle, Poyraz'la ilgilenerek geçti. Poyraz iyice toparlanmıştı. Günün belli saatlerinde yarasını pansuman ediyorduk ve ilaçlarını veriyorduk. Doruk ile Yağız bazen dışarıyı kolaçan edip geliyorlardı. Bir de ihtiyaçlarımızı alıyorlardı. Bunun haricinde kimse dışarıya adım atmıyordu. Poyraz'ı evde zor tutuyorduk. Onu bir tek Emin babam ikna edebiliyordu. Dışarıda her yeri didik didik arayan Boran Ağa ordusu varken Poyraz'ın ortalıkta gezinmesi çok riskliydi. Ayrıca yarası da iyileşmemişti. En önemli bahanemiz de buydu Poyraz'ı evde tutmak için. İyileşince ne olacaktı, bilmiyorum. Bir şekilde Urfa'dan gidecektik herhalde. Rıza istemeye geldiğim memleketimden kaçak gibi dönecektim. Bazı şeyleri kabullenince her şey daha basitleşiyor. Benim de bu durumu kabullenmekten başka bir çarem yoktu.
Elbet bir şekilde her şey yoluna girecekti. Zaman asla durmaz ve hayat devam eder. Evet, olaylar arapsaçına döndü! Hiç çözülmeyecek gibi gözüküyor. Ama geçecek, her şey geçecek. Sadece biraz zaman lazım bize. Eğer olayları çözemeyeceğini düşündüğün noktadaysan akışına bırak! Tabi ki bir şeyler yapacaksın ama küçük ve mantıklı hamleler yap! Şu an tam da bunun zamanı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |