10. Bölüm

Pembe Yalanlar

Elif Açeh
elifezgaceh

Teyzemle annem arasındaki abla kardeş ilişkisini sorgulamadım daha önce. Annem, defterin başlarında bahsetmişti sıkı bir bağları olduğundan. Keşke o zamanlarda da birlikte olsalarmış. Annemler için olaylar nasıl gelişti bilmiyorum ama teyzem de onlarla kaçsaymış keşke. Her şey daha farklı olabilirdi...

Salona gidip kapının arkasından teyzemi izledim bir süre. Kim bilir neler yaşamıştı? Kim bilir dedem onlara neler çektirmişti? Böyle insanlara baba demek ne kadar zor ve anlamsız. Ne denir böylelerine? Ya da baba kime denir? Ben biliyor muydum bu sorunun cevabını? Hakikaten annemin öldüğünü biliyorum, peki babam? Ona ne olmuştu?

"Tamay, neden orada dikiliyorsun? Gelsene yanıma."

"Ben de sana gelecektim. Çalışmaya dalıp dünyayı unutmuşum. Karnım acıktı benim. Sen de acıkmışsındır bayağı zaman geçti kahvaltının üzerinden. Ne yapayım bize?" dedi teyzem güzel sesiyle.

"Yapayım değil, yapalım! Birlikte yapalım her şeyi. Daha çok zaman geçirelim beraber. Ama tabi derslerimizi de aksatmayalım. Şimdi biraz düşüneyim... Aslında ben kahvaltı tarzı takılmayı seviyorum. Yemek yapmaya gerek yok bence." dedim hem isteğimi belirterek hem de yük olmak istemeyerek.

Teyzem hep evde, yüksek lisans yaptığını söylüyor ama bildiğim kadarıyla okurken aynı zamanda çalışabiliyorsun. Teyzem neden çalışmıyordu? Çalışmıyorsa bu ev nasıl ona ait olabilirdi? Kafam iyice karışmıştı...

Benim sözlerim üzerine hazırlanıp güzel bir pastaneye gittik. Her şey vardı bu pastanede: çeşit çeşit poğaçalar, açmalar, sandviçler, kruvasanlar, makaronlar...

İstemediğim kadar çok yiyecek vardı. Mekân bu, görüntüsüyle iştah açan yiyeceklerin yanında duvarlarındaki tablolarla da bir hayli dikkat çekiciydi. Tabloların köşelerinde bu tabloları yapan kişilerin bilgileri yer alıyordu. Benim yaşlarımda bir iki kişi bu tablolardan bazılarının ressamıydı. Onları tanımıyorum ama onlarla gurur duydum ve içtenlikle tebrik ettim.

Pastaneyi incelemeye devam ettim. Zümrüt yeşiliydi bazı duvarlar, bazıları ise küçük küçük taşlardan oluşuyordu. Masaları ahşaptan, koltukları deridendi.

"Çok beğendin burayı galiba." dedi teyzem gülerek.

"Evet, nasıl beğenmeyeyim? Mükemmel bir yer!" dedim pastaneyi süzmeye devam ederken.

"Hadi, oturalım artık." dedi ve eliyle masayı işaret etti.

Biz oturup masadaki menüyü incelerken uzun, simsiyah saçlarını at kuyruğu yapmış; üzerinde siyah önlük olan ve bu önlükten garson olduğunu çıkardığım genç bir kız bizim masamızın önünde durdu.

"Eğer ne yiyeceğinize karar verdiyseniz siparişinizi alabilirim."

Teyzem bana doğru eğildi.

"Buranın kruvasanı çok güzeldir. Kahvaltıdan sonra yiyelim bence." dedi göz kırparak.

Kıza dönerek "Bir serpme kahvaltı alalım, mıhlama var mıydı?" dedi.

Kız başını aşağı yukarı salladı.

"Tamam, iki de çay getirirsen seviniriz." dedi teyzem ve arkasına yaslandı.

"Fikret abi yok mu?"

Kız "İçeride, çağırayım isterseniz?" dedi ve teyzemin onayıyla içeri gitti.

Biraz sonra içeriden; elli yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim, hafif göbekli ve kırlaşmaya başlayan saçlarıyla bir beyefendi bizim masamıza gelip teyzemin yanına oturdu.

"Vay Hazan Hanım, siz buralara uğrar mıydınız?" dedi alaycı bir ses tonuyla.

Teyzem mahcup bir şekilde "Kusura bakma abi, durumları biliyorsun. Anca toparlıyorum." dedi ve beni başıyla işaret ederek "Bak seni kiminle tanıştıracağım!" diyerek konuşmasına devam etti.

"Tamay, benim yeğenim."

"Merhaba kızım! Ben de, bu pastanenin kurucusu ve müdürüyüm. Adım, Fikret." deyip elini uzattı.

Ben de karşılık verdim elini sıkarak. Teyzemle adamın hâl hatır sorma işleri bitine kadar etrafa göz atıyordum. Teyzemin arkasındaki koltuklardan, benim karşıma gelecek tarafta tanıdık bir yüzle karşılaştım. Gülümsedi. Tam dudaklarımı aralamıştım ki, bir elini kaldırıp "sus" işareti yaptı. Hem şaşkın hem de mutluydum. Artık takip etmesini sorgulamıyordum. Varlığı mutlu bile ediyordu.

Garson kız, masasına gidip siparişini sorduğunda gözlerini benden çekip bir şeyler sormaya başladı.

"Okul nasıl gidiyor kızım?"

"Kızım." Bu kelimeyi ilk defa bir adamdan duyuyordum. Birkaç kere de Efsun Hanım'dan duymuştum, onun dışında kimse bana bu şekilde hitap etmemişti. Annemden canlı canlı duymayı isterdim.

Boğazımı temizleyerek söze girdim.

"İyi gidiyor Fikret amca."

Amca mı? Bu ne samimiyet? "Bey"e ne oldu?

Tam düzeltecektim ki Fikret Bey sözü ağzıma tıktı.

"Hazan, bak bu kız hiç senin gibi değil! Hemen ısındı bana."

"Aslında..."

"Tabi ki 'amca' diyeceksin kızım! Teyzen gibi olmayışını beğendim. Biz, teyzenle beş yıl önce tanıştık. Teyzen buraya yeni gelmişti. İstanbul'u tanımıyor, bilmiyor. Şanlıurfa'da bazı insanlara sormuş soruşturmuş ve Kadıköy'ü öğrenmiş. İstanbul'a varır varmaz da buraya gelmiş. Yağmurlu bir günde, dükkanımdan dışarı bakıyordum ki teyzeni gördüm. Herkes şemsiyeli ama onun şemsiyesi yok, yumurtadan yeni çıkmış civciv gibi şaşkın şaşkın etrafa bakınıyordu. Sırılsıklam olmuştu, hemen yanına gidip dükkana getirdim. Sohbet etmeye başladık. Onu işe aldım ve evimin üst katını ona kiraladım. Bana sürekli 'Fikret Bey' diyordu. Ben de onu düzeltip 'Abi' diye tekrarlıyordum. Bir yılda anca alışabildi."

Teyzem de, Fikret amca da gülüyorlardı. Onlar eski günleri yâd ederken ben de tekrar onun gözleriyle karşı karşıyaydım. Bana kaş göz işareti yapmasıyla teyzeme lavaboya gideceğimi söyledim ve lavaboların olduğu yere doğru yürüyüp kapının önünde bekledim. Lavabolar tek kişilikti ve burayı gören bir kamera yoktu. Bunlara neden bakıyordum? Alt tarafı bir şeyler konuşacaktık. Ya teyzem kameralara bakarsa tesadüfen?

Saçmalama kızım ya! Unut şu olmayacak şeyleri. Gelecek şimdi çocuk.

Birkaç dakika sonra yanıma geldi ve beni ittirerek kadın tuvaletine götürdü.

"Ne yapıyorsun?" dedim saçımı başımı düzelterek.

"İyi, sen ne yapıyorsun?" dedi gülümseyerek.

"Komik değil, dışarıda da konuşabilirdik!" dedim kaşlarım çatık bir şekilde.

"Ya teyzen gelseydi, ne diyecektin?"

Haklıydı ama biraz daha nazik mi olsaydı?

"Evet, sustuğuna göre haklılığımı kabul ettin! Öncelikle bir tanışma faslı gerçekleştirelim. Ben, Somer Bozoğlu!" dedi ve elini uzattı.

"Tamay." dedim sadece ve elimi uzattım. Bir süre bakıştık.

"Hediye için teşekkür ederim!"

"Önemli değil. Sen, ona öyle bakınca dayanamayıp aldım. Ve o gün için bir 'Pardon' affettirmesiydi bu hediye." dedi ve sözleriyle kıkırdamaya başladım.

"Neye gülüyorsun?"

"Neden özür dilemiyorsun da 'Pardon' diyorsun?"

Suratı bir anda düşüverdi.

"Yanlış bir şey mi dedim?"

"Hayır" anlamında başını salladı.

"Beni neden takip ediyorsun?"

"Neden sordun? Rahatsız mı oldun?" dedi eğdiği başını kaldırıp bana bakarak.

"Hayır, yani merak ettim!"

"Bilmiyorum. Bana söylediklerinle içime bir şey saplandı."

"İçime?"

"Kalbime yani. İlk defa bir kızın gözlerine baktığımda kalp atışlarım hızlanıyor."

İkimiz de gülümsüyorduk. Karnımdaki kıpırtılara engel olamıyordum. İçim gıdıklanıyordu.

"Ee, kendinden bahsetsene!"

"Imm, ne anlatayım ki? Lise sona gidiyorum. Başka?"

"Daha bir şey anlatmadın ki." dedi ve gülmeye başladı.

"Tamam ben hallediyorum! Mesela, neden atlıkarınca?"

"Bilmem, televizyonda görürdüm ve benim de en büyük hayallerimden biri. O gün kendimi, atlıkarıncaya bakarken buldum ve sen de hediye ettin."

"Anladım. Peki, annen ve baban nerede? Sen neden teyzenle kalıyorsun?"

İstemsizce yüzüm düştü, gözlerim dolu dolu oldu.

"Yanlış bir şey mi söyledim? Pardon, seni incitmek istemedim!"

Yine "pardon" kelimesine takılmıştım ve hüznün yerini gülümseme aldı. Neye güldüğümü anlamış olacak ki, o da gülümsedi ve gözlerini kısarak "Özür dilerim." dedi.

İkimiz de kıkırdamaya başladık. Tam yeni bir şey söylemeye hazırlanıyordu ki teyzemin sesiyle nefesini dışarı bıraktı.

"Tamay, nerede kaldın? Mıhlama soğuyacak."

Elim ayağım dolaştı. Şu an sanki "Aşk-ı Memnu" nun final sahnesindeki Behlül'ü oynuyordum. Karşımda Bihter kendi repliğini okurken kapının arkasında amcam Adnan Ziyagil, bizi yakalamanın öfkesiyle kapıyı açmaya çalışıyordu. Heyecandan bayılmak üzereydim ki Somer elimi tutarak "Sakin ol!" diye fısıldadı. Ben, onun gözlerinin içine bakarken teyzem adımı bir kere daha söyledi.

Kızım, kendine gel! Teyzen, içeride onun olduğunu bilmiyor ama eğer cevap vermemeye devam edersen teyzeni işkillendirirsin ve o da kapıyı kırıp sizi basar. O zaman Behlül gibi ortada kalırsın işte!

Derin bir nefes alıp verdikten sonra boğazımı temizleyerek "Geliyorum teyze!" diye yanıt verdim.

"Tamam tatlım!" dedi ve bir süre sonra buradan uzaklaştı.

"Az kalsın basılıyorduk!" dedi ve güldü.

"Bir insanın gülüşü bu kadar güzel olabilir mi?" dedim kendi kendime.

Beni kollarımdan tutup aynaya doğru çevirdi. Arkama geçip kulağıma doğru yaklaştı ve "Senin gülüşüne şahit olduktan sonra bir insanın gülüşünün nasıl güzel olduğunu anladım." diye fısıldadı.

Hayır, hayır! Kendi kendime dememiştim, dışımdan söylemiştim o cümleyi. Yandık...

Saçımı eline alıp kokumu içine çekiyordu. Gözlerini kapatıp saçlarımı sol omzuma attı.

"Bir daha ki görüşmeye kadar kendine iyi bak Okyanus Gözlüm."

Ardından yavaş yavaş kapıya doğru yürüdü, kilidi açtı ve kafasını bana çevirdi. Tebessüm etti, tekrar döndü önüne. Kapıyı açıp dışarı çıktı. O, gözden kaybolduktan sonra ellerimi kalbimin üzerinde birleştirdim. Göğüs kafesimi delip geçiyordu adeta. Suyu açıp yüzüme çarptım. Soğukluğu biraz olsun beni kendime getirmişti. Islak ellerimi boynuma götürerek sakinleşmeye çalıştım. Saçlarımı arkaya attım. Nabzım düzene girmişti ve artık teyzemin yanına dönmeliydim. Son kez aynadaki görüntüme baktıktan sonra hızlı adımlarla teyzemin yanına gittim.

"Sonunda!" dedi teyzem sitemle.

"Biraz midem bulandı da o yüzden geciktim."

Yalandan nefret eden ben Somer yüzünden yalan söylemek zorunda kalmıştım. Bu bir değil, ikinci yalanımdı teyzeme. Ah Somer!

Teyzemin arkasına baktığımda onu göremedim. Gitmişti...

"Tamay, iyisin değil mi? Hastaneye gidelim mi teyzeciğim?"

"Yok yok, iyiyim! Hadi kahvaltımızı edelim." dedim ve önündeki ekmeği alıp içine en sevdiğim reçel olan çilek reçelini sürüp ağzıma koydum.

Teyzem bu hâlime gülüyordu. Sanki günlerdir açtım da yemeği yeni bulmuştum. Ona bakarak "sevimli çocuk" gülüşü yaptım. Karşılıklı gülüştükten sonra kahvaltı yapmaya başladık...

Kahvaltımız son bulduğunda teyzem, kruvasan yememiz için ısrar ediyordu. Kahvaltı bayağı doyurucu geçmişti hatta hiç yemediğim kadar yemek yemiştim. Pastanenin mimarisi kadar lezzetleri de güzelmiş. O kadar doymuştum ki bir damla su içebilecek yerim kalmamıştı.

Abartma istersen!

Tamam, biraz abartmış olabilirim. Zaten her ne kadar yemek istemiyorum desem de gözüm doymuyordu ki bu hazinenin içinde. Teyzeme "tamam" anlamında başımı salladım. Bol çikolatalı kruvasanlarımız ve kahvelerimiz gelirken teyzem bizi fotoğraf çekiyordu. Bana, evde bir sürprizi olduğunu söyledi fotoğraf çekilirken. Sürprizleri sevdiğimi inkar edemem. Ne zamandan beri mi? Onu... Somer'i tanıdığım günden beri. Hayatımdaki ilk sürprizi Somer, atlıkarıncayı alarak yaptı. Onunla sevdiğim tek şey sürprizler mi? Değil. Aşk...

Geçmişte almış olduğum yaralardan sonra buna hiç ihtimal vermiyordum ama oldu. Tekrar inanıyorum aşka. Tabi bunda annem ve babamın etkisi de büyük. Onların hikayeleri beni büyüledi. Ben, Somer'i seviyorum. Peki o? Seviyor mu? Yoksa seviyormuş gibi mi yapıyor?

Görmedin mi nasıl baktığını? Görmedin mi nasıl titreyerek aldı saçlarını eline? Nasıl derin çekti kokunu içine?

Evet, hepsini o yaptı. Ama bu bir sevgi ifadesi mi? Her şey yalansa? İnancımı bir kere daha kaybetmek istemiyorum. Enkazı zor toparladım, ufacık bir çatlak bile yıkar bu yapıyı. Umutla yürüdüğüm bu yolda tuzaklar varsa ben bir daha yol inşa edemem. Bu kadar çabuk kapılmak ne kadar doğru mesela? İlk günler hep böyle bahar neşesi verir insana. Ayakların yerden kesilir, uykuların düzensizleşir. Yolda yürürken ağaçlara, karşılaştığın insanlara hatta kaldırımlara bile gülümsersin. Tuhaftır ama yeme düzenin de bozulur. Belki kendine daha fazla bakmaya başlarsın. Çirkin gözükmek istemezsin ona. Her an karşılaşacak gibi giyinirsin her gün. Bu kişi yanında veya yakınında. Konu aranızdaki yol değildir. Hep, o varmış gibi davranırsın. Onun üzerine düşler kurarsın; şu an burada olsa şunları yapardık, beraber aynı şeye gülerdik gibi. Gün geçtikçe alışırsın hayatındaki yerine. Ya sonraları? Bu güzel hisler bir balon misali sönmeye başlar. Canını verecek kadar sevdiğin o kişiyi tanıyamamaya başlarsın. Bir yabancıya dönüşür. Yüreğine kış mevsimi gelmiştir. Kaybetme korkusu esir alır seni. Nabzı atmayan bir ilişkiye kalp masajı yapmaya çalışırsın. Yorulan sadece senin kolların olur. Hikaye yine aynı şekilde son bulur. Sana kalan yine koca bir hiçlik...

Geçmişte o kadar şey yaşamışken daha iki kere gördüğüm birine nasıl aşık olurum? Güvenmiyorum ki. Güven olmayan yerde sevgi olur mu? Olsa olsa hoşlantı olur. Buna sadece minik bir kalp ritmi hareketlenmesi diyebiliriz. Böyle bir sınırlandırma yapmak daha sağlıklı olur, bizim için söylüyorum iç sesim. Bana kızma, biliyorsun ki haklıyım.

"Tatlım, bittiyse gidelim."

"Ne bittiyse?"

"Önündekiler, kaç saattir çatalı tabakta gezdiriyorsun." dedi gülerek.

Hızlıca toparlanıp eve gitmek için arabaya bindik. Eve yaklaştıkça sürprizi merak ediyordum. Eve varmadan önce teyzem bir fotoğrafçı dükkanına girdi ve arabaya geldiğinde, elinde kahverengi zarf vardı.

"İçinde ne var?"

"Sürpriz!" dedi ve göz kırptı.

Korkmalı mıydım yoksa sevinmeli mi? Aklıma olumlu hiçbir şey gelmiyordu. Olumsuz olarak ise Somer ile fotoğraflarımız ya da videomuzun olabileceği geliyordu. Korkum, tuvalette olanları öğrenmesi. Ama öyle bir şey olsa kızgın ya da gergin olurdu. Göz kırpmazdı.

Ben, kendimle savaşırken eve vardık. Kapıyı açıp içeri girdiğimizde teyzem, salona geçmemi söyledi. Koltuğa oturup onu beklerken aklımdan türlü düşünceler geçiyordu. Sonunda yanıma geldi ve oturdu. Elinde bir defter vardı. Bana verdi ve hemen içini açtım. Bu bir albümdü. Kahverengi zarfı açıp birkaç fotoğraf çıkardı. Dikkatlice baktığımda bunların bizim fotoğraflarımız olduğunu gördüm. Ama sabah çekildiklerimiz değildi. Ne zaman çekilmişti bunlar? Benim niye bunlardan haberim yoktu?

"Bunları ne zaman çekildiğimizi merak ediyorsun doğal olarak. Şöyle ki, ben bir hafta önce kendi kendime bazı düşüncelere kapılıp sorular sordum. Mesela; Allah korusun ikimizden birine bir şey olursa, kalana manevi önemi büyük ve her baktığında mutluluğumuzu tekrar yaşatacak bir şey bırakalım istedim. Bu kriterlere uyan en güzel şey albümdü bence. Ben de, bu defteri buldum odamdaki raflardan birinde. Ablam, doğum günümde hediye etmişti. 'En güzel anılarını bunun içinde biriktir. Her açıp baktıkça o günlere gidip mutluluk ve özlem gözyaşlarının akmasına izin ver. Geçmişi, bu deftere hapset ve bazen seni duygulandırmasına müsade et.' demişti. Aldığım en güzel hediyeydi. Ama bu zamana kadar bir- iki anı haricinde güzel anım olmadı. O güzel anılar da zamanla yitip gitti. Seninle tanıştığım hafta, artık her şeyin güzel olacağıyla ilgili kendime söz verdim. Geçen hafta birisini tuttum ve bizim gideceğimiz yerlere onu da çağırıp bizi fotoğraf çekmesi için onunla anlaştım. Bu fotoğrafları o çekti yani."

İlginçti. Böyle güzel fikirler nasıl olup da aklına geliyordu. Bu arada annemin hediyesine "Aldığım en güzel hediyeydi." dedi. Annemle yarışmak gibi olmasın ama ben de, teyzemin en güzel hediyesini veren kişi olabilmek için planlar yapmıştım. Dün gece teyzem mutfaktayken salonda Burçak ablaya, teyzemin doğum gününü sordum ve yaptığım planları anlattım. Öğrendim ki 14 Kasım, teyzemin doğum günüymüş. Yani toplam yirmi gün var. Planımı rahat rahat hayata geçirebileceğim uzun bir süre zarfı...

"Beğendin mi tatlım?"

"Beğenmek mi? Bayıldım!" dedim ve yanına yaklaşıp sıkı sıkı sarıldım ona. Fotoğrafları incelerken sohbet ettik. Bir iki saat de film izledik. Hava kararmıştı. Tekrar kendi odalarımıza çekildik. Biraz daha derslerime baktım. Konular o kadar güzel geliyordu ki gözüme önceden nasıl sevmeyerek çalışmak zorunda hissediyormuşum, hayret ediyorum. Yaklaşık bir buçuk saat geçti ve o kadar şey yiyip içmemiz sonuncunda lavabo ihtiyacımın olduğunu fark ettim. Lavabodan çıkarken yüzümün, kurşun kalem yüzünden siyaha boyandığını gördüm. Ayrıca saçlarım da bayağı dağılmıştı. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra elime tarak alıp saçlarımı nazikçe taradım. Saçlarımı bir omzumda topladığımda sabah yaşananlar aklıma geldi. Ne kadar da yumuşak davrandı saçlarıma. Bana bakarken gözlerinde gördüğüm o ışıltı peki...

Ses tonu, kıvırcık saçları, kahverengi gözleri... Her şeyinle beni büyüleyen birisin Somer Bozoğlu.

Ohoo, yandık biz. Bizim kız, bir çift kahve göze kurban gitti!

İç sesime kıkırdayarak karşılık verdim. Saçlarımı at kuyruğu topladım. Banyodaki işim bitince yorgun olduğumu hissettim. Gözlerim kapanıyordu. Teyzemin yanına uğrayıp uyuyacağımı bildirdikten sonra yatağıma doğru yol aldım. Gece lambasını açıp odanın loş olmasını sağladım. Yatağıma yattım, sağ tarafıma dönünce hayatımdaki ilk sürprizle göz göze geldim. Gece lambasının altında çok güzel görünüyordu. Onu seyrederken uyuyakalmıştım.

Yağmurlu bir güne uyanmıştım. Böyle havalara sık rastlayacaktım artık. Kasıma yaklaştık ve sonbaharın etkisini gösterip sona erdiği, kışın habercisi olan aya gireceğiz.

Yatağımda doğruldum. Bugün pazardı. Teyzemle ayrılacaktık, yine ve yine...

Sabah rutinimizi gerçekleştirdikten sonra teyzem dışarıya çıkması gerektiğini söyledi. Beni, Burçak ablaya bırakacakmış. Bugün kafeyi de açmayacaklarmış çünkü evde işleri varmış. Hemen üzerime rahat bir şeyler geçirdim ve aşağı indik. Tabi boş boş durmayayım diye test kitaplarımı da yanıma aldım. Bir süre sonra Burçak ablanın evine vardık ve teyzemle vedalaşıp eve çıktım. Kapıyı çaldım. Burçak abla sıcak gülümsemesiyle açtı kapıyı. Salona geçip biraz sohbet ettik.

"Hazan işinin olduğunu ve seni, bana bırakacağını söyleyince koştum mutfağa. Birkaç tatlı, birkaç tuzlu yapabildim. Hadi sofraya geçelim!"

"Aslında biz yemiştik..."

"Olsun, gel bir de benimle ye. Hadi ama uğraştım o kadar!"

Yüz ifadesi o tatlıydı ki "hayır" diyemedim. Aslında itiraf etmeliydim ki doymamıştım ve Burçak abla tam anlamıyla döktürmüştü.

"Kusura bakma, bu kısa sürede ancak bu kadar oldu. Yoksa daha neler neler yapardım senin için."

"Bu kadarı bile fazla, teşekkür ederim abla."

Benim için hazırlanan nefis yiyeceklerden yerken bolca sohbet ettik. İlk tanıştığımız günü düşündüm de o zamandan ısınmıştım Burçak ablaya. İyi ki tanımışım. Çok tatlı, neşeli, sempatik ve enerjisi yüksek biri. Öz ablam olsaydı onun olmasını isterdim. Ve bu sevgim tek taraflı değilmiş.

"İlk günden bayılmıştım sana. Hazan'ın eski haline benziyordun. O da ilk başlarda çekingendi fakat benimle açıldı. Senin de onun gibi olduğunu fark etmemle ısınmaya başladım sana. İyi ki tanışmışız tatlı kız!"

Burçak ablanın da benim gibi düşünmesi iyi hissettirmişti. Bu hoşsohbetimiz bir süre daha sürdü. Sofrayı toplamasına yardım edip gösterdiği odada ders çalışmaya başladım. O da odasındaki dolabı düzenleyeceğini söyledi. Evi fazla büyük değildi. Zaten tek yaşıyordu, bu ev onun için gayet yeterliydi. Benim ders yaptığım oda, çalışma odasıydı. İnsana huzur ve motivasyon veriyordu burası. Odanın iki duvarında ikişer tablo vardı. Biri gerçekten ustalıkla çizilmiş küçük bir kızın resmiydi. Üzerinde yamalı elbisesi olan, sarı saçlara sahip bu kız bir tavşanı besliyordu. Kızın yüzü gözükmese de masumiyeti bile onu sevimli kılmaya yetiyordu. Tavşan, bir adamın kucağındaydı ve kızın elindeki yaprakları yiyordu. Böyle güzel bir tabloydu ve eminim üzerinde çok emek vardı. Diğer tablo ise el baskılarından oluşuyordu. Neden bir tarafta böyle ihtişamlı ve güzel bir tablo vardı da diğeri sadece el baskılarıyla doluydu? Onun için ne anlamı vardı ki bu tabloların?

Derslerimi bitirip sormaya karar verdim. Ama oda o kadar güzeldi ki gözlerimi alamıyordum. Bir duvarın tamamı iki kitaplık ile kaplanmıştı ve odadaki her şey kadar kitaplık da oldukça dikkat çekiciydi. Bazı raflarında çeşit çeşit biblolar vardı ve geçen gün aldığını da en üst rafa koymuştu. Kitaplıkların raflarının bazılarının üzerinde led ışıklar vardı. Ayrıca oda mükemmel kokuyordu. Sanki bir bahar gününde, cıvıl cıvıl kuşların ve rengarenk çiçeklerin olduğu bir bahçedeydim. Mükemmel bir kokuydu ve mükemmel hissettiriyordu...

Odada tavandan iple sarkan bir koltuk vardı. Bu da odanın sevimliliğine sevimlilik katmıştı. Benim çalıştığım masa açık renkli ahşap bir masaydı ve camın önünde duruyordu.

Ben odaya göz atarken kapı tıklatıldı ve Burçak abla odaya girdi.

"Teyzen geldi canım." demesiyle masa saatine baktım.

Saat on ikiye yaklaşıyordu. İçeri geçtim, biraz hasbihalin ardından evimize gitmek için yola koyulduk. Eve girip teyzemle günün özeti hakkında konuştuk. Sonrasında odama geçip dört saat daha çalıştım. Gün nedense hızlı geçiyordu ve sanki teyzemle vedalaşma vaktim yaklaştıkça kalbimde bir kırgınlık hissediyordum. Bir dahaki görüşme faslı bir hafta sonraydı. Yeni bir hafta, yeni başlangıçlar demekti. Son yaşadığım kötü olaylardan sonra bu dolu dolu geçen dört gün bana iyi gelmişti. Artık böyle olayların olmayacağına inanarak kendimi pazartesiye hazırlamaya çalıştım. Odamdan çıkıp teyzemin yanına gittim, günün geriye kalanını da onunla geçirdikten sonra yeni bir güne uyanmak üzere ve tabi ki atlıkarıncamın eşliğiyle güzel bir uykuya daldım...

Gönlüm istemese de ayrılık vakti gelmişti. Hazırlanıp birkaç eşyam ve okul çantamla aşağı indim. İkimiz de pek konuşmuyorduk çünkü bu dört gün bize dört yıl berabermişiz gibi hissettirdi. Beraber geçirdiğimiz vakitler doğal olarak bizi birbirimize daha çok bağlıyordu.

Arabanın içinde de sessizlik devam etti. Artık okul sınırlarındaydım. Müdüre hanımın odasına gidip birkaç belge imzaladıktan sonra zar zor vedalaştık. O gidince ben de yurda gittim. Çabucak odama yerleşip okula koştum. Okuldaki dersler çok hızlıydı. Çok bir şey kaçırmamıştım gelmediğim günlerde. Zaten birkaç öğretmen de izinliymiş. Hedeflerime ulaşacağımdan dolayı mutluluk seviyem yükselmişti. Peki kaç dakika sürerdi? En fazla bir!

Bölüm : 07.06.2025 23:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...