
Defteri elimden bırakıp dedemin yaptıklarına sinirlenmeye başladım. Birini sevmek, evlenmek istemek kötü bir şey olmamalı. Dedem de evli. Acaba ona da mı kötü davrandılar evlenmek istediğinde?
Ben okuduklarımı sorgularken kapı çaldı.Teyzem içeri girdi.
"Tatlım limonata yaptım. Balkonda içelim mi?
"Tamam teyze. Defteri yerine koyup geliyorum."
Defter kapağını özenle kapatıp tekrar sandığın içine koydum. Odamdan dışarı çıktım. Evdeki koku, annemin kokusu gitmişti. Onun yerine keskin bir limon kokusu geliyordu burnuma. Balkona gidip koltuklardan birine oturdum. Masada limonata dolu olan bardaklardan birini elime alıp limonatadan bir yudum aldım. Teyzem mutfaktan damla çikolatalı, mis gibi kokan kurabiyelerden getirdi.
"Defterle ilgili sormak istediğin bir şey varsa çekinme. Ya da evle ilgili bir şey varsa sor. Odan rahat mı?1
"Rahatım teyzecim. Defterle ilgili de şu an soru sormayacağım. Bitirince sormak istiyorum."
"Peki, nasıl istersen!"
Bu güzel yiyecekler eşliğinde sohbet ettik. Defteri merak etmeye başlamıştım.
"Ben defteri okumaya devam edeyim. Ellerine sağlık teyze."
Odama doğru yol aldım. Sandıktan defteri çıkardım, yatağıma uzanıp kaldığım yerden devam ettim...
Poyraz'ı otogara götürüp biletini almışlar. Babamın adamları Poyraz'ı otobüse bindirip otobüs hareket edene kadar oradan ayrılmamışlar. Poyraz ne yapacağını bilmiyormuş. Ne yapması gerektiğini düşünürken babasının sözleri aklına gelmiş.
"Her zaman arkanızdayız. Diğer taraftan olumsuz cevap alsanız da sevdanızdan vazgeçmeyin. Bizim başımızın üstünde yeriniz var."
Hemen babasını arayıp durumu haber vermiş. Emin deden harekete geçmiş. Baban yakın iki arkadaşını da aramış: Yağız ve Doruk. Onlar da haberdardı bizim durumumuzdan, hazırlanıp Poyraz'dan haber bekliyorlarmış. Poyraz bir plan yapmamış henüz, aklına hiçbir şey gelmiyormuş. Aslında konağa gelirken bunların olacağını tahmin etmiştik ama sonrasını planlamamıştık.
Poyraz ilk durakta inmeye karar vermiş. Emin deden ise ne yapacağını bilmiyormuş. Feray babaannene sormuş ve birlikte gelme kararı alıp eşyalarını toplamaya başlamışlar. Hazırlanıp otobüs garına gitmişler ve otobüsü beklemeye başlamışlar...
Poyraz'ın otobüsü mola vermiş. Hemen inip Urfa otobüsü bileti almaya gitmiş. Otobüsü beklerken bir yandan düşünüyormuş "Gazal ne halde? Şimdi nerede, ne yapıyor? Acaba ne yaptılar ona?" diye.
Beni cezalandırmak için odama kilitlediler. Tabi ki zorluk çıkarttım kilitlenmemek için. Bağırdım çağırdım ama ne fayda? Hazan engel olmaya çalıştı ama onu da kendi odasına kilitlediler. Bizim odalarımız karşı karşıya idi. Duvarlar da kalın değil, yani birbirimizi duyabilirdik.
Hazan'la boş vakitlerimizde İngilizcemizi geliştirir ve bunu kullanarak gizli durumları, annemin ve babamın bilmemesi ya da öğrenmemesi gereken konuları İngilizce bir şekilde anlatırdık birbirimize. Bu acil durum dilimiz olmuştu bizim. Şu anki durumda da İngilizceyi kullanıyorduk. Ben kendimi durduramayıp ağlıyordum. İkimiz de birçok yöntem düşündük ama hiçbir sonuç çıkmadı ortaya. Poyraz'ı düşünmeye başladım.
"Ne yaptı, planı var mı? Bize ne olacak, onu bir daha görebilecek miyim? Tekrar ona sarılıp kokusunu derin derin içime çekebilecek miyim?"
Kendime sorduğum son soru adeta nefesimi kesmişti. Nefes alamadım, yüzme bilmeyip denize atlamış gibiydim. Boğuluyordum, çırpınıyordum. Bir yandan bunları düşünüyor bir yandan da "Kapıyı açın, lütfen kapıyı açın!" diye bağırarak ağlıyordum. Saatlerce sürdü bu direnişim. En sonunda yatağıma uzandım. Ağlamaktan gözlerim kan çanağı olmuştu. O kadar yorulmuştum ki ağlamaktan uyuyakalmışım.
Babam herkesi aşağı toplamış teker teker hesap soruyordu. Tıpkı bir komiser gibi herkesi sorguya çekti.
"Senin bundan haberin var mıydı? Bana gerçeği söyle!"
Uykum da bile duyuyordum sesini. Büyük bağrışmalar oldu konakta. Konu komşu, sesi duyan kim varsa konağın önüne toplanmış olanları dinliyorlardı. Babam dışarıdaki topluluğa aldırış etmeden bağırmaya devam ediyordu. Hazan'ı odasından getirip onu da büyük bir sorguya çekmiş. En çok da ona bağırmış, en çok ondan şüpheleniyormuş.
Biz hep beraberiz Hazan'la. Ben tatile geldiğimde ders çalışır, yemek zamanları dışında da odamıza kapanıp gece geç saatlere kadar sohbet ederdik. Biz çok yakın olduğumuz için doğal olarak her şeyi bildiğini düşünmüş. Hazan her zamanki gibi beni korumak için söylenenleri inkâr edip hiçbir şeyden haberi olmadığını söylemiş. Babam tekrar ceza verip Hazan'ı odaya kilitlemiş.
Biz konakta bu olayları yaşarken Poyraz'ın ve Emin babamların otobüsü kalkmaya hazırlanıyormuş. Poyraz bir türlü plan kuramıyormuş. Onun da gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş.
İkimiz de sinirlenince, ağlayınca, kafamız karışıksa vs. duadan sonra müziğin bize iyi geldiğine inanırız. Poyraz yine bu yöntemi uygulayıp kulaklığını takıp müzik dinlemeye başlamış. O kadar rahatlamış ki, müzikle uyuyakalmış. Yaklaşık bir saat sonra Poyraz'ın otobüsü Urfa'ya varmış. Bavulunu alıp hemen konağın yolunu tutmuş. Birbirimizle vedalaştığımız yerden konağa bakıyormuş.
Konağın önündeki korumalar Poyraz'ı tanıyorlar ve bulurlarsa ilk önce babama haber verirlerdi. Poyraz bunu bilip yakalanmaması gerektiğinin farkındaymış. İç sesi "O konağa dalıp Gazal'ı kurtarmalıyım!" diyormuş ama tabi ki dinlemeyip mantığı ile iş yapmış. Konağın çevrelerinde bir otele yerleşmiş.
"Şimdilik kalacak bir yerim olsun ve biraz dinleneyim ki düşünüp plan kurabileyim. Dinlendikten sonra ilk işim bir ev tutmak olacak." diye düşünmüş. Yatağına uzanıp beni düşünürken uyuyakalmış. O gün, dünyada nadir olan olaylardan biri başımıza geldi. Ben de, baban da aynı rüyayı gördük. Rüyamızda şöyle oluyordu:
Poyraz, Emin babam ve Feray annemle beraber öğle vakti konağa geliyorlar. Tabi ki bunu gören Boran babam ve Emir abim hemen karşılarına dikilmişler. Poyraz, "Gazal seni kurtarmaya geldik!" diye bana bağırmış. Ben odamdan çıkmışım. Üzerimde parıltılı, zümrüt yeşili, uzun bir elbise varmış. Şeftali tonlarında hafif bir makyaj yapmışım. Uzun kahverengi saçlarımı ise yarı toplu yapmışım. Bayağı hazırlık içerisindeymişim yani. Aşağı inerken Poyraz gözlerini bana dikmiş bir şekilde bakıyormuş. Hem neden böyle giyindiğime anlam veremiyor hem de gözlerini benden ayıramıyormuş. Poyraz, benim ağladığımı fark etmiş. Tam bana neden ağladığımı soracakken konağın kapısı açılmış ve içeri: bizim yaşlarımızda, saçlarının rengini güneşten, gözlerinin rengini gökyüzünden almış; yüzü, evde top oynarken yanlışlıkla vazoyu kıran bir çocuğun yüzü kadar masumiyet dolu olan bir delikanlı giriyormuş. Kucağında; kıpkırmızı, kokusu elli metreden duyulabilecek bir demet gül varmış.
Ben delikanlıya doğru yaklaşıyormuşum. O, bana çiçekleri uzatıyormuş. Ben çiçekleri aldığım anda hava kararıyormuş. Poyraz kafasını yukarı kaldırmış. Gökyüzündeki yıldızlar o kadar parlak, o kadar güzelmiş ki yıldızlara bakakalmış. Sonra kafasını bana bakmak için çevirdiğinde konaktaki rengarenk süslemeleri görmüş. Yerlerde yol şeklinde dizilmiş mumlar, merdivenlerde bembeyaz süslemeler; radyoda insanın içini huzurla dolduran bir fon müziği...
Gözleri beni aramış, direkt karşıya bakmış ve bir masa görmüş. Üzerinde parıltılı bir örtü olan, tavanda sarı lambayla aydınlanıp göz kamaştıran bir masa... Masanın etrafında beş sandalye varmış. Sandalyede oturan kişilere bakmış. Oturanlar tanıdıkmış: Onu arabaya bindiren Hasan abi, konaktaki hizmetçilerden biri, kucağında çiçeklerle konağa giren delikanlı ve yanında da ben oturuyormuşum. Delikanlının üzerinde: simsiyah bir takım elbise, takım elbise ceketinin cebinde getirdiği günlerden bir tane ve parıltılı taşlar bulunan bir mendil, sol elinin yüzük parmağında da gümüş bir alyans varmış. Benim üzerimde ise: bembeyaz, kabarık ve taşlarla dolu bir gelinlik; saçlarım kalın bukleli bir şekilde, bir tarafı altın kelebekli bir toka ile topluymuş. Elimde bir kolye tutuyormuşum: içine resim koyulabilen kalpli bir kolye... Sol elimin yüzük parmağımda ise delikanlıdakinin aynısından gümüş bir alyans varmış. Bize baktıktan sonra son sandalyede kimin oturduğuna bakmış. Son sandalyede takım elbisesinin üzerine kırmızı üniformasını giymiş, orta yaşlı bir nikâh memuru oturuyormuş. Nikâh memuru, delikanlıya o malum soruyu sormuş. Delikanlı "Evet!" demiş. Bu cevabın ardından Poyraz'la göz göze gelmişiz. Poyraz, bana gözleri dolu bir şekilde bakarak "Yapma... Yapma!" demiş. Ben kafamı babama çevirmişim içimdeki son umutla. "Belki bize kıymaz." diye düşünerek yalvarırcasına bakmışım babamın gözlerine. Ama onun gözlerinde öfke ve tehditten başka bir şey yokmuş. "Evet." demek zorunda kalmıştım. İmzaları atmışız ve ben elimdeki kolyeyi masaya bırakıp masadaki çiçeği kucağıma alarak Poyraz'a yaklaşmışım. Kucağımdaki çiçeği Poyraz'a vermişim.. Çiçekler bir anda pembe kundaklı bir bebeğe dönüşmüş. Birbirimize bakmışız. O sırada delikanlı yanıma gelmiş, elimi tutmuş ve konağın kapısını açıp dışarı çıkmışız. Poyraz, peşimizden konaktan çıkıp "Gazal, gitme... Gitmee!" diye bağırmış. Durmuşuz, arkama dönmüşüm. Ona bakmışım ve "Ona iyi bak! Kucağındakine iyi bak..." deyip tekrar yürümeye başlamışım. Poyraz arkamızdan tekrar bağırmış ama biz bir süre sonra ortadan kaybolmuşuz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |