İnsanın içinde iyi ya da kötü tüm duyguları bir savaş halindedir, derler. Hangisine önem verir onu büyütürse, savaşın galibi o olur. Sizinki neydi? Aşk, Hüzün, mutluluk?
İntikam duygum aşkıma eşit düşerse o zaman ne olacaktı? İntikam arzusu geçer miydi sevdayı?
İçmdeki tüm duyguların savaşı, dışarıdan görünemeyecek derecede gizliydi.
Bir aydır içindeki herkesle deli gibi yakın olduğum, korunması için canını feda edeceğim tim. Babam tarafından kurulmuştu.
İlkay'ın cümleleri beynimde yankılanırken kulağımda tuttuğum telefonu bir anda yere bıraktım.
Anlık şokla ne yapacağımı bilemeyerek Barın'a baktığımda, telefonu düşürdüğümü görür görmez yine başımın döndüğünü düşünmüş olacak ki, yanıma yaklaşıp eliyle kolumdan kavradı. Onun temasına karşılık geri çekildiğimde "Elfida, iyi misin?" Diye sordu.
Anlamayan gözlerle bana baktı. "Sor,"
"İsimsizler Timi, babam tarafından mı kuruldu?"
Yutkunuşunu çok rahat görebiliyordum. Haberi vardı. Mantıken komutanı olduğu Tim'i kimin kurduğunu da bilirdi.
Tek bir kelime, güveni sarsıp yıkabilecek derecedeydi.
Kaşlarım havalandı, yüzüme saçma sapan sanki ihanete uğramışım gibi bir ifade takındım. "Ve sen bunu benden sakladın, öyle mi?"
"Elfida," dedi itiraz ederek. "Saçmalama, bunu sana anlatsam ne değişecekti?"
"Öyle mi!" Dedim. Sesimin ne kadar yüksek çıktığını fark etmediğimde sinirle arkasına dönüp kapıyı kapattı. Tekrar bana dönüp yanıma geldiğinde iyice dibine girip konuştu.
"Sana ihanet etmişim gibi davranma. Bunu sana söylesem başına iş alacaktın. Bilmiyormuş gibi de davranma." Ağzımı açıp bir şey söyleyecekjen konuştu. "Her şeyi geçtim, bu Tim'in kurucusunun senin baban olduğu duyulsa, başına neler gelirdi? Sen zeki bir kadınsın, Elfida."
Kaşlarımı çattım. "Umurumda değil! Sen bu Tim'i babamın kurduğunu benden sakladın!"
Ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada başımı sağa sola salladım. Yürüyüp hızla silah odasının kapısına gittiğimde, kolumdan tuttuğu gibi kendine çekti. Hareketi ile göğsüm göğsüne şiddetli bir şekilde çarptı.1
"Saklamadım, böyle olması gerekiyordu. Bende böyle yaptım."
Gözleri gözlerime kilitlenip başka bir yöne bakmıyordu. Sıkıntılı bir nefes verip "Demek ki, kimseye güvenmemeliymişim."
Bakışları aniden yumuşadı. Gözlerini birkaç kez kırptığında kendimi geri çekmeye çalıştım. Ama o sanki onu kışkırtmışık gibi beni kendine daha çok çekip arkamdaki duvara sırtımı sertçe yasladı.
"23 senedir saçının teline dokunamayacak kadar seni seven bir insana güvenden bahsetme, Elfida."
Ellerimi göğsüne koyup ittirmeye çalıştım ama ne yerinden kıpırdıyor ne de benim çekilmeme fırsat veriyordu.
"Sevgi dediğin şey babamın sana sunduğu seçimden başka bir şey değil!" Dedim.
Elini sinirle çeneme koyup başımı kaldırdı. Gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum.
"Ben," dedi kendini bana bastırırken. "Sana," boşta kalan eli belime gitti. Aramızda artık bir santim bile yoktu. "Aşığım."1
İtiraf etmesini istemiyordum. Benim istediğim benden bir şeyler sakladığını itiraf etmesiydi.
Elimi kurtardığım gibi hava kaldırdım. İstese anında tutup engelleyebilirdi. Yapmadı. Havadaki elimi sağ yanağına indirdim. Attığım tokatın sesi odada yankılanırken o geriye bir adım gidip elini yanağına koydu. Gözlerini kapatıp bir nefes aldı sonra tekrar açtı. Elini yanağından indirirken bana bakıyordu.
"Vazgeçirmeye çalışıyorsan," dedi. "Ben senden vazgeçiyorum, kızım. Oldu mu?" Dedi. Ardımdaki duvara elini durduğunda gözlerimi kapattım. Birkaç kez daha duvara elini vurduğunda telrar açtım. "Kır, dök, parçala sikimde değil! Ben sana it gibi mecburum."
Elimi alıp bileğimden tuttuğu gibi kalbinin üzerine yerleştirdi.
"Burda her zaman iki şey olacak;" elimi çekmeye çalışsam da çekemedim. "Biri vatanım, biri de sen. İstersen dünyanın öbür ucuna git. Arar bulurum."
Geriye çekildi, isteyerek. Eliyle kapıyı gösterdi.
"Çık şimdi, istediğin yere git. Ben zaten dönüp dolaşıp sana geleceğim."
Tek kelime etmeden masadan silahımı aldım. Hızlıca kapıyı çarpıp çıktım.
Seviyormuş, bok seviyorsun. Korkak! Korkağın tekisin. Yirmi üç sene beni yalnız başıma bırakacağına gelseydin, o zaman seviyor olurdun. Sen korkaksın ben aptal. Bir bok olmaz bizden. Bizden olmaz.
Elimdeki silahım emniyetini kapatıp belime taktım. Yürüyüp karakolun dışına çıktım. Soğuk hava içime dolarken üşüdüğümü hissediyordum. İnce ince yağmur yağıyordu. Pek yağıyor denemezdi ama atıştırıyordu işte. Turuncu saçlarım yağmur ile nemlendiğinde yanımdan ışık hızıyla birisi çıkıp gitti. Barın.
Gözlerim onu bulduğunda arkası bana dönük, yürüyordu. Hızlıca arabasına binip kapıyı kapattı. Arabanın gazına var gücüyle bastığı motordan çıkan sesten belli oluyordu. Araba son hızda karakolun bahçesinden çıkarken gözden kaybolana dek onu izledim.
"Nereye gitti?" Diye Yasin'in sorusunu duyduğumda başımı çevirip "Bilmiyorum." Dedim. "Sinirliydi, kavga mı ettiniz?" Gözlerimi devirdim. "Onunla kavga edecek bir yakınlıkta değiliz. Askeri olarak beni azarladı. Bu kadar."
Aynen, Elfida. Hoşlandığın adam ile aranda asker-komutan ilişkisinden başka bir şey yok.
İç ses seni varya bir severim.
Alayla güldüm. "Onun hakkında konuşacak bir şeyim yok." Merdivenleri hızlıca çıkıp geri karakola girdiğim anda kapının eşiğindeyken Yasin konuştu.
"Yıkık dökük bir adam sana tutunmaya çalışıyor, Elfida."
Adımlarım durdu, arkamı dönmeden öylece bekledim. Yıkık dökük ha? Ben ne olacağım?
"Kabullen artık, Elfida. Barın senden başkasını istemiyor."
Elimi yüzüme atıp sertçe sıvazladım. Derin bir nefes aldığımda geriye döndüm. "Akgün'ün işi biter bitmez Ankara'ya döneceğim. Burada yaşananlar ise anı olarak bile kalmayacak."
"23 sene seni tek bir anıya tutunarak sevdi o adam. Fazla bencil olduğunu söylemiş miydi kimse?"
Gülümsedim. Gözlerim dolarken başımı salladım. "Birçok kez." Dedim.
🎀
Suriye - 19 Kasım (Bir gün önce)
Bakımsız, soğuk evin içindeki adamlardan birisi Akgün'e bakıp konuştuğunda Akgün dişlerini sıkarak cevap verdi. "Konuşmaz. Konuşursa öleceğini bilir."
Akgün bir sandalyede oturuyor, etrafında ise adamları ayakta duruyordu. Herkes pür dikkat Akgün'e bakıyordu.
"Yıldırım itinin işini bitireceğim."
Akgün'ün tam karşısındaki, adamı. Yıllardır onunla olan sağ kolu konuştu. "Nasıl olacak o?"
Akgün elindeki silahının ucuna üfledi. Etrafa göz gezdirip ayağa kalktı. Boğazını temizledikten sonra sağ kolu, Hayyam'ın önünde durdu. "Senin bir zaafın var mı?" Diye bir soru yöneltti.
Hayyam kaşlarını çattı. "Yok, neden?"
Akgün psikopat gibi bir kahkaha attı. Herkes ona bakarken "Yıldırım'ın bir zaafı var." Dedi. Hayyam merakla gözlerini açtı. "Neymiş?"
Ölü dedikleri kadın varya, herkesi ipe dizer, şeytan onun kaybettiğini sanır, o şeytanı bile kandırır. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın en gözde ve kıdemli ajanı Elfida Türkeç o. Eski MİT başkanı Hakan Türkeç'in öz kızı.
"Elfida diye bir karı. Operasyonlarda sadece bir aydır var. Bu kurulan time yeni gelmiş. İşe bak, hemen de Yıldırım'ın dikkatini çekmiş."
Hayyam başını salladı. "Emriniz ne efendim?"
"Yıldırım'a, bir seçim sunacağız." Silahının tetiğini çekip omuz hizasında kaldırdı. Gözleriyle camı hedef alarak silaha odaklanırken silah patladı. Cam tuzla buz olup parçalanırken Akgün bundan zevk alır gibi konuştu. "Sara ve Maram karşılığında, biricik sevdiği."
"Yıldırım'dan bahsediyoruz, bir kadın için vatanından vazgeçer mi?" Kalabalığın içindeki adamlardan birisi fazlasıyla imalı bir şekilde konuştu.
"Geçecek." Dedi Akgün. "Geçmesi için öyle şeyler yapacağım ki, Yıldırım dizlerime kapanacak."
"Yarın çıkış yapın, Türkiye'ye. Yıldırım ile bizzat iletişim kurup, anlaşma isteyeceğim. Ama ondan önce, bir saldırı yapmamız gerek."
Akgün tüm planı ortaya döktü. Taşlar yerine oturdu.
Komutan Yıldırım'ı yıkmaya çalışacaklardı.
🔗
"Komutanım, Barın Komutanım ortada yok. Operasyona çok az kaldı. İçtima alanı boş."
Çavuş askerlerden birisi, Akın'ın önünde bilgiyi verdi. Akın etrafına baktı sıkıntıyla. Gözleri tek tek her yerde gezindi.
Asya yoktu, Barın yoktu. Komuta ona kalmıştı, bundan nefret ederdi.
Çavuş asker selamını verip hızla operasyon plan odasından çıktı. Odada Asya ve Barın hariç herkes vardı.
Ama Barın. Bu Barın'ın yapacağı bir iş değildi. Yıllardır her şeyin bilincinde bir askerdi. Disiplini ile tüm askerlere kök söktürürdü.
Odada bir koltukta oturan Elfida başını elleri arasına almış, sadece yere bakıyordu. Baş ağrısı, mide bulantısı artmış, dengesi bozuluyordu.
Barın'a kurduğu cümleler aklında yankılanıyor, ucu bağlanmadan havaya bırakılmış bir balon gibi düşünceleri onu oradan oraya savuruyordu. Fazla mı üzerine gitmişti? Hayır diye cevap verdi kendi kendine. Elfida'ydı o. Bir şeyden pişman olmazdı. Onun pişman olmak gibi bir lüksü yoktu.
Hangisi gerçekti? Elfida'nın yıllardır süren nefreti mi, yoksa Barın'ın itiraf ettiği sevdası mı?
Cevapsız sorular, cevabı olmayan bir sürü soru.
"Nerede kaldı abi bu adam?" Diye Ömer konuştuğunda, Yasin Ömer'e baktı. "Bilmiyorum, gelecek illaki."
Yaltı oturduğu yerden silahını temizliyordu. Üzerindeki sıfır kol ekipman yeleğine birkaç eşya yerleştiriyordu. Kerem ise kenarda telefonu ile uğraşıyor, kafasını dağıtmak için saçma sapan videolar izliyordu. Yasin kapıda bekliyor bir yandan da telefonunun ekranını kontrol ediyordu. Belki Barın'dan bir haber gelir diye. Alper Emre ile beraber kenara oturmuş, operasyonda kullanacakları mikrofon, kulaklık ve susturucuları çantaya yerleştiriyordu.
Sessizlik belli bir süre devam ederken kapı ardına kadar açıldı. Kapının kenarında duran Yasin geriye çekilirken Elfida ayağa kalktı.
Kapıdan içeriye, özel kuvvetler askeri kamuflajı, askeri botları ve elinde silahı ile Barın Alp Yıldırım girdi.
"Çıkıyoruz, iki dakikanız var. İçtima alanına geçin. Tanklar hazır." Barın elindeki küçük kronometreyi çalıştırdı. "Bir dakika elli dokuz saniye!"
Herkes hızlıca kapının dışında çıkarken Elfida diğerlerinin çıkmasını bekledi. Barın hepsinin çıkmasını bekleyip Elfida'nın kapıya yürümesini izledi. Elfida kapının önünde Barın'ın karşısında durdu. Ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada, Barın, Elfida'ya kısa bir süre bakıp kapıdan dışarı çıktı.
Barın, Elfida'yı ilk kez dinlemedi.
Elfida ağzını açtığı ile kaldı. Yutkunup içindeki kızışan siniri ile kapıyı çarpıp askerlerin ardından yürüdü.
Yarbay Sinan, emri verip içtima alanında askerlerin karşısında dizilmesini bekledi. İlk önce Barın sıraya geçip en başta durdu. Başı dik, göğsü kabarıktı. Onun yanına askerler sırayla dizildi.
Yasin, Akın, Ömer, Alper, Emre en sonda ise Kerem ve Elfida.1
"Akşama kadar halledecek geleceksiniz. ." Dedi yarbay gür sesi ile. "Suriye'ye gidiyorsunuz. Akgün bu kez bir patlama peşinde. Türkiye karşı yapılacak her tehlikeyi silip atacaksınız!"
"Emredersiniz komutanım!" Dedi tüm askerler aynı anda.
"Sağ baştan, tekmil ver asker!"
Herkes ilk önce rahat sonra hazır ol'a geçerek tekmil verdi.
"Yüzbaşı Barın Alp Yıldırım, Ankara! Emret komutanım!"
"Üsteğmen Akın Aslan, İzmir! Emret komutanım!"
"Teğmen Yaltı, Trabzon! Emret komutanım!"
"Astsubay kıdemli Başçavuş Emre Yılmaz, Adana. Emret komutanım!"
"Astsubay Başçavuş Yasin Aksel, Kayseri. Emret komutanım!"
"Astsubay Kıdemli Üstçavuş Ömer Küçükbey. Muğla! Emret komutanım!"
"Astsubay Üstçavuş Alper Acar, Niğde! Emret komutanım!"
"Astsubay Çavuş Kerem Demir, Adıyaman! Emret komutanım!"
"Kıdemli İstihbarat Ajanı, Elfida Türkeç! Ankara! Emret komutanım!"
"İstihbarat ajanı Buğra Aksoy, Antalya! Emret komutanım!"2
Tekmiller bittiğinde, Yarbay gururla baktı bize.
"Bir evinizin olmadığını bilin!" Dedi avazı çıktığı kadar. "Bir aileniz olmadığını bilin!" Diye ekledi.
"Şimdi çıkın, Allah yardımcınız olsun."
Herkes tek tek silahlarını alıp tankların olduğu yere ilerledi. Başta o, arkasında biz bindiğimizde tank çoktan harekete geçmişti. Yanımda Kerem oturuyor karşımda ise Buğra. Buğra bana baktığında ne oldu der gibi başını salladı. Omzunu silkip Barın'a baktım. Tekrar Buğra'ya döndüğümde kaşlarını havaya kaldırıp bana baktı.
Sıkıntıyla bir nefes daha aldım, yapacak başka bir şeyim yoktu.
Sesin geldiği yere baktığımda, Alper olduğunu anladım. Barın'a bakmadan ne diyeceğini dinlemeye hazırlandım. "İyiyim koçum, sen nasılsın?"
Alper şaşkınca bir yanında duran Emre'ye sonra da Barın'a baktı. "Ben mi?" Dedi kendini göstererek.
"Alper, boş yapma koçum. Susun yarım saate fazlasıyla yorulacaksınız zaten."
Ortam tekrar sessizliğe büründü. Çaktırmadan baksa mıydım? Fark edebilirdi.
Koskoca özel kuvvet askeri. Fark eder tabii.
Arkama sırtımı yaslı bir şekilde otururken, başımı çok az sağa çevirip gözlerimi ona diktim. Amacım ona bakıp ne yaptığını öğrenmekti.
Kalp atışlarım, onun bana baktığının heyecanı ile hızlanırken Barın gözlerini üzerimden çekmedi. Sadece gözlerime bakıyordu. Başını geriye yaslayıp kollarını önünde bağladı. Bulunduğumuz -ikimizin bulunduğu- durumdan memnun değilmişcesine bir nefes verdiğinde bakışlarımı kaçırdım.1
Tim tanktan inmiş etrafa dağılmak için mikrofonları takıyorduk. Mikrofonlarxan sonda ise maskelerimizi taktık. Herkes tamam olduğunda Alper elindeki malzeme çantasını tankın içine rastgele fırlattı. Tekrar bize döndüğünde Barın konuştu.
"SİHA'lar yukarıda olacak, bizimle beraber hareket edecekler." Dedikten sonra eliyle beni gösterdi.
Başımı sallayıp birkaç adımda yanında geçtim. "Akın, Yasin. Sizde benimlesiniz." Akın ve Yasin benim yanımda geçtiklerinde gerize kalan Emre, Kerem ve Ömer ayrı bir grup oluşturdu.
"Buğra, sen anlaştığımız gibi burada kalıp bizi yönlendirileceksin."
"Emredersiniz komutanım." Buğra tanka geri geçip eline bilgisayarı aldı.
"Herkes hazır olsun, başımıza ne geleceğini bilmiyoruz. Her adımınızı dikkatle atın."
Bir silah tetiği sesi geldiğinde hepimiz "Emredersiniz komutanım." Dedik.
Barın komutanım önde, biz arkada dikkatli bir şekilde giderken diğerleri bizim beş ya da altı metre solumuzda ilerliyordu. Oluşacak herhangi bri tehlikede yarım ay oluşturup kendimizi koruyacaktık.
Sadece yürüme seslerimizi duyuyordum. Yerler çıt çıt ses çıkarıyor, bu da beni rahatsız ediyordu. Hızlı adımlarımızı durduran şey yol ayrımı oldu.
Komutanım eliyle ilk önce bizi sonra da sağ taraftaki yolu gösterdi. Tekrar diğerlerine dönüp sol tarafı işaret etti. Herkes anladığını belli ederek başını tel bir kez salladı. Hızlı adımlarımızı devam ettirirken ormanlık bir araziye doğru gidiyorduk. Arka arkaya gelen üç el kurşun sesi ile olduğumuz yerde kaldık.
"Hızlı olun, kuzey yönünde uzun bir mesafe yürüyeceksiniz." Kulağımdaki kulaklığa dolan Buğra'nın sesi ile elimdeki silahı daha sıkı kavradım.
Adımlarımızı hızlandırmaya gayret ederek ilerlediğimiz sırada Buğra'nın dediği gibi kuzeye yürüdük. Yolun sonu uçurumdu. Uçurumun bir tarafında bir yol daha vardı.
"Önünüzdeki yola dönün, Akgün'ün adamları orada." Buğra tekrar yol tarifi verdiğinde bu kez önümüzdeki yola saptık. Yolu takip ederek giderken etrafa da göz gezdiriyordum.
Ağaçlar, taşlar, kum, yine ağaçlar ve kan.
Ne?
"Durun." Dedim hızlıca yanımda duran ağacın dibine çökerken. "Ne oldu?" Akın yanımda gelip eğildi. "Kan var." Dedim.
"Kan mı?" Diye soran ve yakınlaşan Barın'ın sesinden sonra elimi yavaşça yerdeki nemli kalan kana dokundurdum.
Tam kurumamıştı, en fazla on dakika önce dökülmüştü. Elimdeki kanı bir yere silmem kimin kanı olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Düşün Elfida, düşün.
Elime bulaşan kanı göstermek için elimi havaya kaldırdığımda muhtemelen önceden duymadığım bir sesi duydum. Hızlıca elimdeki kanı kamuflajımın koluna bulandırdım.
"Fazla zeki bir kadın ama ne yazıkki ben daha zekiyim."
Aniden arkamızı dönüp silahlarımızı çektik.
"Çok ayıp." Karşımızdaki adam eliyle Yasin'i gösterdi. "Neydi bunun adı? Keskin nişancı olanın?"
"Yakında ananı sikecek olan Türk askeri ama sen kısaca ecelim diyebilirsin."2
Adam bir kahkaha attığı sırada onların ardından gelen bizimkileri gördüm. Dikkat çekmemeye çalışarak yan kaydım. Aşağıdaki elimi açıp durmaları için işaret verdim. Elim tekrar silahıma gitti. Omuz hizamda kaldırıp diğer elimle bileğime destek verdim.
Şimdi anlaşıldı bunların derdi.
"Hak ettiği yerde." Dedik Barın ile aynı anda. Yani komutanım ile aynı anda.
"Sadece bir anlaşma yapmaya geldik. Amacımız kötü değil, tabi siz Türkler..." Diye devam ettiği sözü benim ayağının tam dibine sıktığım kurşun ile yarıda kesildi. "Türklük hakkında tek bir kelime edecek olursan, o kurşun ayağının dibinde değil beyninin tam içinde olacak."
Yüzümdeki yarım maske yüzünden sesim az çıkıyordu, yine de sesimin hepsinin kulağına gittiğine emindim.
Karşıdaki adamlar benim sıktığım kurşun ile silahlarına sarıldılar.
Siftahı biz yapalım dedik. Kötü mü etmişim?
"Şimdi ya geri çekilirsiniz, ya da biz hepsinizi burada toz ederiz." Ömer yanımda duruyordu. Herkes birbirine iyice yaklaşırken. Karşımızdaki adamlar, bizim ve diğer taraftaki Emre, Alper ve Kerem'in arasında kalmışlardı.
Bizim olduğumuz yere doğru bir şey attıklarını gördüm. Sonrası toz duman. "Sikeyim! Sis bombası attılar!" Diye bağırdı, Barın.
Yasin, Barın ve Ömer geriye giderken onların aksine ileri gittim. Karşı tarafa da atmışlardı. Tam ortay doğru yürüdüm. Elimdeki silahla olmayacağını anladığım anda ekipman yeleğine elimi koydum. Bir silahımı da alıp ikisini aynı anda kaldırdım.
"KIZI ALIN! GERİSİ ÖNEMLİ DEĞİL!"
Ortam bir anlığına sessizleşirken duman dağılmaya başladı. Yine de göz gözü görmezken dumanların ardından bir ses yükseldi.
Kolumdan birisi çektiğinde, kolumu kaldırıp geriye doğru dönüp, kolumu aşağı indirerek vurdum. Yerde olduğundan emin olduğum adama bir kurşun sıktım.
Kendimi kaybederken neredeyse tüm şarjörü yerdeki adama boşaltıyordum. Sis ise çoktan dağılmıştı. Ardı arkası kesilmiyordu kurşunun.
Babamla olan elle tutulur birkaç anım geldi aklıma.
İntikam, sadece intikam istiyorum.
"Elfida," silahı tutan elimin üzerine bir el daha koyulduğunda kurşunu sıkmayı bıraktım. "Sakin." Yasin'in sesiydi bu. Silah elimden kayıp giderken diğer elimdeki silahı bırakmadan yerde yatan adama baktım. Konuşan adam değildi, yanındaki teröristlerden birisiydi.
Delik deşik olmuştu, karnında beşten fazla mermi vardı. Alnına, yüzüne, gözlerine, bacağına bir sürü mermi yağdırmıştım.
Başımı kaldırıp etrafıma baktım, teröristlerden kimse yoktu.
"Kaçtılar mı?" Dedim dişlerimi sıkıp. "Nasıl kaçarlar ya!"
"Bir sakin mi olsan?" Barın'ın kelimeleri ile ona dönüp kaşlarımı kaldırdım. Elimdeki silahı dik bir şekilde havaya kaldırıp "Sakin mi olayım?"
Keskin bakışları yüzümde gezinirken ben ona bakmaya devam ettim. Elimdeki silahı sinirle belime takarken yere bıraktığım silahı da alıp belime koydum.
Bir bele iki silah, bir kalbe sayısız acı fazla.
"Abi, tamam ikiniz de sakin olun adamlar kaçıp gittiler. Yarbaya ne diyeceğiz onu düşünün."
Ortada hepimiz toplandığımızda hava kararmaya yakındı. Suriye sınırında yapılan görevin de anasını atasını...
Ben Berlinlerde, Parislerde görev yapan bir istihbaratçıydım.
Yalan, dağda bayırda kaçırılıp bilgi alınmak için işkenceye maruz kalan bir istihbaratçıydın.
"Buğra, SİHA'larla iletişime geçiyorum. Yakınlardaki tehlikeler için. Çıkış yapıyoruz."
Barın komutanım -sanırım operasyonlarda bu şekilde seslenmeye alışacaktım- Buğra ile konuştuktan sonra başıyla sağdaki yolu gösterip eline telsizi aldı. Birkaç numaradan sonra konuştu.
"Kurt birden, Kartal bire. Ben Yüzbaşı Yıldırım, çıkış yapıyoruz."
Telsizin sesi cızırtı ile gelirken onun arkasından yürümeye başladık.
"Kartal birden, kurt bire. Demir kanatlarımız ile üstünüzdeyiz, Yüzbaşım. Kılıcınız keskin olsun, yoldaki taramayı başlatıyoruz."
Telsizi kapatıp yeleğine koydu. Elindeki silahı Yasin'e uzattı. "Diğerini ver." Yasin elindeki iki keskin nişancı silahından birisini ona uzattı. Barın silahı kendine göre tuttu. Bende belimdeki silahı çıkardım. Şarjörü çıkarıp içine baktım. Boştu. Elim tekrar belime gitti diğer silahımı şarjörünü de çıkarıp içine baktım, sadece iki mermi vardı. Fark etmeden Barın ile aynı hizada yürürken silahları ve şarjörleri aynı elime alıp üzerimdeki yeleğe baktım. Fazla şarjör almamak gibi bir akıllılığı nasıl yaptım acaba?
Sinirle boş şarjörü yeleğime takıp boş silahı da belime koydum. Sadece iki mermisi olan silahı elime aldığımda önümde bir şarjör uzatıldı. Başımı kaldırıp kimin uzattığına baktım.
"Al." Dedi sadece. Uzattığı şarjörü alıp silahıma takarken "Bir an hiç konuşmayacaksın sanmıştım." Dedim. Cevap vermedi. Galiba artık umurunda değilim.
Şarjör vermesi kırgınlığın geçtiği anlamına mı geliyordu? Sanırım komutan Yıldırım'ın gönül alma şekli böyleydi.
Dediklerini düşün, o hep sana gelecek ve vazgeçmeyecek. Sen böyle yaptıkça sadece sen yorulacaksın. Onun senden vazgeçtiği falan yok. Diye geçirdim içimden. Ya o benden vazgeçecekti -ki böyle bir ihtimal söz konusu bile değil- Ya da ben ona bağlanacaktım.
Deniz mavilerini yeşillerimde birkaç saniye daha gezindirdi. Gökyüzü ve yeryüzünün birleşimi gibi görünüyorduk. Öyle hissettiriyordu. Ağaçlardan sıkılınca başımı kaldırıp sonsuz bir gökyüzü göreceğime umut ederdim. Hep böyle olmuştu.
İlerlemeye devam ederken yukarıdan geçen hava araçları sanki bize işaret vermek ister gibi çapraz bir şekilde geçip fazlasıyla ses çıkardı.
"Allah'ınıza kurban olayım be!" Alper gülerek konuştuğunda Kerem omzunu Alper'in omzuna atıp şakasına dengesini bozdu. İkisi de gülmeye devam ettiler.
Onlar ciddileşirken yürümeye devam ettik. Ağaçlık alan yerine tamamen dağlık, taşlık bir alanda yürüyorduk. Bu daha az yorucuydu çünkü ağaçların arasından ne çıkacağını bilemeyerek çok daha dikkatli davranıyorduk.
"Pişt," başımı sağıma çevirip bana seslenen Kerem'e baktım. "Efendim." Dedim sessizce. Aynı hizada yürümemiz için Kerem birkaç adımını hızlı atıp yanımda yürümeye başladı. "Ne iş?" Dedi başıyla komutanımı gösterirken. Omzunu silkip "Boş ver, fazla uzun bir hikaye." Dedim.
"Bakışlarından anlaşıldığına göre uzun olmasına rağmen sıkılmadan dinlemişsin."
Anlamayıp kaşlarımı çattım. "Neydi şimdi bu?" Dedim yine aynı ses tonu ile. "Orasını sen düşün, Elfida hanım." Önüne dönmeden tekrar konuştu. Dudaklarından çıkan cümle kalbimi delip geçti. "Ama bak söyleyeyim, şehit çocuğusun. Yarın öbür gün şehit olup giderse, kendini yiyip bitirirsin. Hiçbir zaman da geri dönüşü olmaz."
Adımlarım yavaşladı, kalbim hızlandı. Babam da da aynı olmamış mıydı? Babam gelince ona onu sevdiğimi, özlediğimi söylememi istemişti annem. Babam gelmemişti. Ya onda da öyle olursa? Ya ben bağlandığım zaman çok geç olursa. O zaman ne olacaktı?
Benim isteklerinin zamanı değildi.
"Bunu eve gidince düşün, su var mı?"
Sırtımdaki kırk kiloluk çantaya elimi atıp yanından su şişesini çıkardım. Şişeyi açıp uzattım. Birkaç yudumdan sonra bana tekrar uzattı. Susadığımı hissettiğim için şişeyi ağzıma yaklaştırıp içmeye başladım. Küçük bir şişeyi ama yine de bayağı su vardı. Şişenin yarısından fazlasını içtiğimi şişeyi dudaklarımdan çekip baktığımda anladım. Kapağı kapatıp yine yerine koydum.
Öndekilere yetişmek için kolumla Kerem'in kolunu dürttüm. İkimizde hızlı adımlarla diğerlerinin ortasına girdik.
"Komutanım." Dedi Emre. Çok karşılaşmasak da sesinden tanıyabiliyordum. "Söyle," dedi Komutanım.
"Asla yanlış anlamayın, dedikodu edip arkanızdan konuşacak bir insan değilim. Ahlakıma ters yani-" Emre devam ederken komutanım "Kısa kes, Emre." Diyerek onun saçmalamalarını durdurmuş oldu.
Emre başını sallayıp konuşmya hazırlandı. Boğazını temizledikten sonra konuştu. "Askeriyede bir sevdiğinizin olup olmadığını konuşuyorlardı." Diye bayağı sonuca bağladı.
Şey gibi oldu bu. Olayı anlatmak için konuşan adama hızlı anlat diyip "öldüler" dedirtmek gibi.
Acaba beni söyleyecek miydi? Çoğunun bildiğine emindim. Şuan söyleyip söylemeyeceğini merak ediyordum.
"Hangi askerin sevdiği olmaz, Emre? Hepsi vatanına sevdalıdır, kalplerinde vatanlarının yanında birisi daha olur."
"Dua et, Tim'de Elfida var. Yoksa ben cevabını çok güzel verirdim sana." Komutanım etrafına sinirle bakınıp yerden bir taş aldı. Elindeki taşı ustaca fırlatıp Emre'nin kalçasına fırlattı. Emre olduğu yerde sekip ileriye yürürken komutanım sinirini belli ederek "Sana ne lan kimi sevdiğimden! Hayta! O askeriyedekilere de söyle, Yıldırım hepinizi severmiş!" Dedi.
Hallerine gülerken Emre çokta mutlu değildi. Allah'tan taş yedi malum yere, kurşun yese... Gitti emanet.
Kısa bir yolumuz kalmıştı, yanımda saat olmadığı için saate bakamıyordum ama muhtemelen akşam üstüydü. Narin'i çok geç olmadan yurttan almalıydım. Almalıydık, Barın ile birlikte.
Şimdi küçük çok minik bir sorunumuz var. Benim midem bulanıyor.
Anne gelsene yine ya, mide bulantısı geçirirsin sen.
Pardon, annem de ölmüştü benim değil mi?
Biraz daha dayanırsam sanırım evde rahat olabilirdim. Yürümeye devam ettiğimiz sıralarda yolun sonunda duran tankı görebiliyordum. Hızlı adımlarımla ilerleyip yolun sonuna yürüdük. Biz tankların olduğu yere yanyana yürürken arkamızda sanki bir kıyamet kopar gibi bomba sesi yankılandı.
Türk Hava Kuvvetleri, yine yapacağını yapmıştı.
"Oğlum kimse çıt çıkarmasın aşırı havaya girdim, dizilerdeki gibi."
Kendimi tutamayıp bir kıkırtı çıkardım. Aynı zamanda da Buğra tanktan inip kamuflajı ile karşımızda durdu.
Barın, elindeki silahı Yasin'e uzattı. Yasin beklemeden alıp tankta bindi. Barın elindeki telsizin tuşuna bastı.
"İsimsizler, görevini yerine getirdi, Komutanım. Fakat elimizde kimse yok. Ne yazık ki kaçırdık, en kısa sürede komutanlığa geri dönüyoruz."
Telsizin cızırtılı sesinden sonra karşı taraftan ses geldi.
Telsizi kamuflajına koyup bize baktı. Başını yana hafifçe eğip tankı gösterdi. Herkes ilerleyip tanka binerken bende yürüdüm. Tam bineceğim sırada birinin koluma sarılması ile durdum.
Sıkıntılı bir nefes alıp verdim. Gözlerini bıkkınlıkla kırptım. Ne vardı bu sefer? Onun beni ne kadar sevdiğini mi söyleyecekti? Ya da benim ne kadar bencil olduğumu? Ben bunları biliyorum zaten. Kolumu çekip bekledim.
"Yine ne var, Yasin?" Dedim sinirimi belli eden ses tonum ile.
Yasin'in, ela gözleri ilk önce tanka binen Barın'ı sonra beni buldu. "İyi misin diye, sordu." Toparlamaya çalışmak için "sordum." Dedi.
Barın, ona beni sormasını söylemiş işte. Tepede toplu, topuz saçlarım baş ağrımı arttırırken toz dumdanda yüzüme çektiğim maskem boynumda duruyordu.
Umursamadan tanka binerken arkamı dönmeden konuştum. "Söyle ona, gelip kendi sorsun. Tabi cesareti varsa."
Korkağın tekisin, Barın Alp Yıldırım. Aşktan korkan bir zavallısın.
🔗
Rüzgar hafif hafif esiyor, operasyondan sonra başımı ağrıttığı için açtığım, belime gelen saçlarımı savuruyordu. Serin havayı soluyup, ciğerlerime doldurdum. Komutanlığın bahçesinin dışında arabamın gelmesini bekliyordum.
Gökyüzü, siyahlara bürünmek üzereydi. Mavi kalmak istiyor fakat inatla siyahlar onu ele geçiriyordu. Mavi kalsa ne olurdu, babamın gözleri gibi?
"Baba," diye mırıldandım. Duyduğuna emindim. Babam buralarda bir yerdeydi, dokunamayacağım kadar uzak ama beni duyacak kadar yakındı bana.
"Sana gelmek istiyorum. Olmaz mı?" Gülümsedim burukça. "Kalıbımı basarım ki şuan burada olsaydın benimle gurur duyardın." Tebessümüm bir küçük kahkahaya dönüştü. "Kızın delirdi, seni görüyor. Her yerde."
Bir korna sesi ile kendime geldiğimde başımı yana çevirdim. Görevlilerden birisi arabamı getirmişti. Arabadan inip anahtarı bana uzattı. "Buyurun, Elfida hanım." Başımla küçük bir selam verdim. "Teşekkür ederim, kolay gelsin."
Görevli başını sallayıp giderken arabama bindim. Hızlıca çalıştırıp sabah Narin'i bıraktığımız yurdun adresine telefonumdan baktım. Açtığım navigasyonu önüme koyup dinledim.
Başlatma iç ses, Barın'a. Bizene ondan?
Navigasyondaki kadın sesi konumun sağa döndüğümde önümde olacağını söyledi. Arabayı hızlandırıp sokağa girince hızı düşürdüm. Yurt tam karşımda kaldığında gülümseyip arabayı yurdun önündeki bir yol kenarına bıraktım. Arabadan inip yurdun kapısından içeri girdim.
Dışarıdan fazla ıssız görünüyordu. Asya'nında dediği gibiydi sanırım. Soğuktu.
Gülümsemem yüzümden silinip giderken kapıdan içeri girdim. Girer girmez kapıdaki görevli ayağa kalktı. "Merhaba," diye mırıldandım. Kadın başıyla hoş geldiniz der gibi bir hareket yaptı. "Narin'i almaya gelmiştim ben, yeni ailesi olarak." Kadının kaşları havalandı. "Narin Yaldız, değil mi?" Dediğinde başımı salladım. "Evet, yakında Türkeç olacaktı, bir sorun mu var?"
"Bir beyefendi, Narin'i çoktan aldı. Başka birisi gelirse de eve götürdüğünü söylememi istedi. Haberiniz yoksa arama başlatalım."
Kim aldı ki? Tabiki Barın aldı. Haber bile vermeden niye alıyorsun kızı! Yüreğime indi.
"Ha yok, arkadaşım gelecekti. O almıştır. Teşekkür ederim, iyi günler." Diyerek kapıdan geri çıktım. Telefonumu cebimden çıkarıp rehberden Barın'ın numarasını tuşladım.
Çağrı düşmeyip telefon kapandığında şaşkınlıkla telefonun ekranına baktım. Belki sorun olmuştur diyerek tekrar aradım. Yine açılmadı.
Pes ederek Yasin'in numarasını tuşladım. Birkaç saniyede telefon açıldığında arkadan Dicle'nin sesi geliyordu. Sanırım evdelerdi. "Alo? Efendim." Telefonun sesinin az geldiğini fark edip tuşa basarken konuştum. "Yurttan Narin'i almış birisi, şimdi telefonlarıma cevap vermiyor. Ona arayıp Narin'i alıp almadığını sorar mısın?"
"Evde o, Narin'i aldı. Merak etme."
Dicle'nin sanki sesleniyormuş gibi sesi tekrar geldiğinde Yasin "Gitmem gerek, iyi akşamlar sana. Dediklerimi unutma." Dedi. Bir cevap vermeme bile izin vermeden telefon kapandı.
Ne komutanı laftan anlıyor ne nişancısı!
Yurt bahçesinden çıkıp arabama bindim. Geldiğim yola tekrar dönemeyeceğim için ileriden arabayı sürüp Barın'ın evinin yolunu tuttum. Kısa bir süre sonra sokağa geldiğimde arabası evin önünde duruyordu. Apartmanın önüne, onun arabasının dibine arabamı park edip hızla yukarı çıktım. Asansör yardımı ile kata çıkıp asansör durduğunda indim.
Kapısının ziline ard arda basıp kapının açılmasını bekledim. Bu esnada ayakkabılarımı çıkardım. Kapı ardına kadar açıldığında Barın uyku mahmuru gözleri ile bana bakıyordu. "Ne yapıyorsun sen?" Dedim.
Eliyle gözlerini ovuşturdu. "Yorgunum, içeri geç."
İçeri bir adım atar atmaz kapıyı kapattı. Kaşısında durup konuşmaya başladım. "Narin'i bana haber vermeden nasıl alırsın? Boşuna gidip orda Narin'i aradım ben!"
Kolumdan tuttuğu gibi oturma odasına sokup kapıyı kapattı. "Bağırıp durma, uyuyor çocuk!" Dedi o da yüksek çıkan ses tonu ile.
"Diyene bak!" Dedim kestirip atar gibi bir sesle.
Yüz ifadesi bıkkınlık dolu iken dilini damağına vurarak bir ses çıkardı. "Nefret mi ediyorsun benden? Ne bu sinir?"
Alayla gülüp "Ya git Allah aşkına, yaptıklarına bak bir!" Dedim.
"Elfida..." Diye başladığında elimi kaldırıp "Sus lütfen, ben konuşmak falan istemiyorum. Yorgunum." Dedim. Kapıyı açtığım gibi Narin'in odasına girdim. Gözlerim yatakta onu ararken yoktu. Kalbim korkuyla hızlanırken "Barın!' dedim. Odanın her bir köşesinde bakınırken başımı kapının ardına çevirdim. Narin yerde oturuyordu. Elleri ile kulaklarını kapatmıştı. "Narin," dedim. Barın kapıdan girdi
Yere eğilip yanında oturdum. Ellerimi koyu renk saçlarına götürüp okşadım. "Güzelim, niye oturdun buraya?" Yaklaşıp bir öpücük bıraktım. Ellerini kulaklarından yavaşça çekerken bir Bana bir de Barın'a baktı. Kucağında ise turuncu saçlı bez bebeği vardı.
Yutkunup Barın'a baktım. O da aynı tepki ile bana bakarken gözlerimle kapıyı gösterdim. Anlayıp kapıyı kapatıp çıktı.
"Narinciğim," dedim saçlarını okşarken. "Güzel kızım. Bazen arkadaşlar tartışabilir. Bu kötü bir şey değildir, Ben biraz sinirlendim ondan dolayı Barın abin de sinirlendi. Sadece konuştuk."
İnanmak istermiş ama aslında gerçeği de biliyormuş gibiydi. Bu yaşta bu kadar şeyi bilmek iyi değildi.
Kollarımı iki yana açtım. "Gel bebeğim." Dedim. Narin bir tereddüte kapılarak bekledi. Sonra ise ayağa kalkıp kollarıma sarıldı. Boynuna derin bir öpücük bırakıp "Ohh, mis kokulum benim." Dedim.
Kollarını boynuma sardığında ayağa kalktım. Kapıyı açıp o kucağımdayken çıktım. Oturma odasına girdim. Koltuğa oturup kucağımda kalmasını bekledim. Saçlarıyla oynarken "Elfida," dedi. "Efendim güzelim."
"Olur bebeğim. Ama ne söyleyeyim?"
Narin bir süre düşündükten sonra "Senin annen sana hiç şarkı söyledi mi? Onu söyle."
"Hani eski zaman masalları anlatır," diye mırıldandım. "Hüznümü huzura dolarsın." Narin sesini çıkarmıyıp dinledi. "Kaşım gözünden çok içim, bir parçan..."
Gözlerim inatla dolmaya başlarken devam ettim. "Hani bir biblon vardı, kırdığım. Üstüne ne kırgınlıklar yaşadın." Sağ gözümden bir yaş inip giderken Elim Narin'in saçlarından çekilmedi. "Ama bil ki bende parçalandım, annem ben senin yanına kalanım."
Daha fazla devam edemeyeceğimi anladığımda sustum. İyi hissedeceğimi düşünerek gözlerimi kapatıp tamamen Narin ile baş başa kaldım.
Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Ama hiç bitmememsini istedim.
Bir anne olabilecek kadın değildim, ben daha kendimi büyütememişken kendi parçam olan bir çocuğu büyütemezdim. Narin ise farklıydı, kendi çocukluğum gibiydi. Onu büyüyecektim.
Karşımdaki duvarda saat tam on ikiyi vurup gece yarısı olduğunda fısıldayarak konuştum.
21 Kasım 2023 00.001
🔗
04.04
Barın Alp, telefonun sesi ile başını zorlukla yastığından kaldırdı. Komidinin üzerindeki telefonuna alıp yatakta doğrulduktan sonda ekrana baktı. Yarbay arıyordu. Hızla telefonu açıp kulağına yaklaştırdı. "Efendim, komutanım?" Dedi.
"Yıldırım, karakola gelmen gerek. Elfida'nın gelmesine gerek yok. Hızlı ol."
Barın ayağa kalkıp bir yandan yerdeki kıyafetlerini alırken konuştu. "Bir sorun mu var, komutanım?"
"Sara ve Maram elimizde olduğunu biliyorsun. Akgün, Sara'yı vermemiz koşulunda bize elindeki silahları teslim edeceğini söylemiş."
"Devlet pazarlık yapmaz, komutanım. Aklımızda ne var?"
"Ellerindeki silahları alıp, Sara'yı vermemek. Bunun içinde sen lazımsın. Hızlı ol. Sadece olan yapılacak."
Birkaç saniye sonra telefon kapanırken Barın hızlıca yerden aldığı kamuflaj pantolonu altına geçirdi. Üstüne de klasik kamuflaj kazak ve yeleği geçirdi. Telefonu ile birlikte odadan çıkıp ilk önce Narin'in odasına girdi. İkisi de burada değildi. Oradan çıkıp oturma odasına girdi.
Kanepenin üzerinde, Elfida ve onun kucağında Narin uyuyorlardı.
Barın ilerleyip uyandırmamaya çalışarak Elfida'nın kucağından Narin'i aldı. Onun odasına girip yatağına Narin'i yerleştirdi. Üzerini de örtüp kapıdan çıktı. Tekrar oturma odasına gelip sanki ikisi aynı yaştaymış gibi aynı hassaslıkta ona dokundu. Yana doğru yatırıp üzerine kanepenin ucundaki battaniyeyi örttü. Daha fazla zamanı olmadığını anlayınca hızlıca evin kapısına gelip botlarını giydi.
Kısa bir sürede arabasının önüne gelip arabaya bindi. Komutanlığın olduğu yere arabayı hızla sürüp gitti.
Arabayı komutanlığın girişine bırakıp içeri girdi. Toplantı odasının kapısından girince içeride onu bekleyen İsimsizler Tim'i vardı
"Asya?" Dedi Barın şaşkınca. Geri geldiğinden haberi yoktu.
Asya elini kaldırıp "Geri gelmiş bulunuyorum, komutanım. Ölmedim ama ayakta da değilim kafasında yaşıyorum. Hoş geldiniz." Dedi. Neşesi sesinden belli oluyordu.
Genel olarak sert ve patavatsız birisi olsa da görevinin eline geri verilmesi onu mutlu etmişti. Yanında biricik sevdiği ve arkadaşları olunca da ayrı oluyordu tabii...
"Sende hoş geldin." Dedi Barın. "Konumuza dönelim," diye konuştu tekrar. Ortadaki masaya bakıp ellerini masaya yasladı. Önünde duran birkaç isim ve haritaya baktı. "Sara'nın bu kadar önemli olmasının nedeni ne?" Diye bir soru sordu.
Yanda duran Sinan Yarbay "Akgün'ün kızı olması yeterli gibi geliyordu şu ana kadar ama sanki başka bir şey var gibi. Akgün karısını, annesini, babasını bile hiçe saymış, kızını neden korusun ki?" Diyerek aklındakileri döktü.
Ortam sessizleşirken Akın araya atladı. Diğeri uykularının esiri olmuş, bir önceki gün operasyonda oldukları için hala yorgunlardı. Yoksa gecenin hangi saatinde dikersen dik, hepsi uyanık olurdu. "Belki siber uzmanı o diyedir. Ne bileyim bir şeylerin ortaya dökülmesini istemiyordur."
"Siber uzmanı yaptığı insanın onu satmayacağından emin olarak yapmıştır, neden güvenmediği birisine tüm bilgilerini versin? Onu da düşünmek lazım." Diye bir fikir de Yasin'den geldiğinde Barın elini ensesine atarak önündeki kağıda uzandı.
Kocaman harflerle SARA LİYAN yazıyordu. Altında doğum tarihi kan grubu anne baba adı gibi kısa bilgiler vardı.
"Komutanım, izninizle aklımdaki plana başlıyorum."
Barın elindeki kağıdı masaya bırakıp karşıdaki duvara yürüdü. Duvarın boylu boyunca örtülen kumaşı aşağı çekti. Kumaşın düşmesi ile duvardaki tüm suçlu listesi, fotoğrafları ortaya çıktı.
"Sara'yı yanımıza alıp, istedikleri gibi buluşma yerine gideceğiz. Onlara Sara'yı vereceğiz..."
Planı baştan sona anlatmaya devam etti.
05.20
Bir kapı kilidi sesi. Anahtar dış taraftaki kişi tarafından birkaç kez çevirildi. Kapı ardına kadar açılıp geri kapatıldı. İçeriye, üzerinde kamuflajı ile Barın girdi. Son kalan hali ile ayaklarındaki ağır botları çıkarıp kenara koydu, elindeki anahtarı da anahtarlığa astı.
Oturma odasının kapısına ilerledi. Birkaç adımda kapının eşiğinde oldu. Orada beklerken Elfida'yı izledi.
Koltukta büzülmüş, uyuyordu. Üzerindeki battaniye yere düşmüş, kendini bacaklarını kendine çekerek ısıtmaya çalışmıştı. Küçük bir çocuk gibi. Barın onun bu halini yarım, buruk bir gülümseme ile karşıladı. Adımlarını odanın içinde devam ettirip ses çıkarmadan Elfida'nın yattığı koltuğun yanına, yere oturdu.
Yıllar boyunca, bir gün kapıyı açtığında onu beklerken uyuyakalan, Elfida'yı hayal etmişti.
Eli uyuyan kadının saçlarına gitti. Geriye doğru okşadı saçlarını. Cesaretiyle uzandı, Elfida'nın şakağına bir öpücük bıraktı. Uyanır demedi, bir kez daha öptü. Geriye çekilip yerden battaniyesini aldı. Onu kenara bırakıp Elfida'nın sırtının ve bacaklarının altından kavrayıp kucağına aldı. uyanır gibi olduğunda onu kendine daha çok çekip sakince konuştu "Şşh, bir şey yok. Uyu yavrum."5
duydu ya da duymadı, yıllardır sevdiği kadına ilk kez istediği gibi hitap etti.
Oturma odasından çıkıp koridorun sonunda, Narin'in odasının hemen yanındaki kendi odasına girdi. Elfida'yı kendi yatağına yavaşça bıraktı. Bu kadar şeyden sonra uyanmaması imkansızdı, uykusu hafifti.2
Eli alnına gittiğinde fazla sıcak olduğunu hissetti. "Elfida," diye mırıldandı şaşkınca. Elini bu kez emin olmak için boynuna koydu. Yanıyordu. "Elfida, uyan." Yavaşça uyandırmaya dikkat ederek kolundan sarstı. Elfida gözlerini aralayıp bakmaya çalıştı. "Ateşin var."
Elfida'nın üzerindeki kazağı yukarı sıyırdı. Eliyle sırtına destek verip yatakta oturmasını sağladı. "Kalk güzelim." Elfida son kalan mecali ile oturduğunda Barın Elfida'nın üzerindeki kazağı çıkardı. "Duşa girmen gerek." Diye mırıldanıp altındaki eşofmanın ipini açtı. Elfida başını sağa sola salladı. "İstemiyorum." Dişleri birbirine çarpıyordu. Üşüdüğü çok bariz belliydi. "Elfida," dedi, Barın. Elfida'nın saçlarına bir öpücük bıraktı. "Hadi, gir şu duşa daha kötü olursun."
Elfida elini Barın'ın koluna atıp kendini yatağa geri attı. Barın ise onunla beraber yatağa düştü. Yan yana yatarlarken, Elfida ısınmak ister gibi Barın'a sokuldu. Üzerindeki sütyen ve altındaki eşofman ile iyice yapıştı ona. "Barın," dedi.1
Kendinde değildi. Birkaç kez daha onun adını söyledi. "Efendim?' dedi Barın. Elfida elini gözüne atıp bir süre ovaladı. Elini tekrar Barın'ın göğsüne bıraktı. "Ben," diye mırıldandı uyku mahmuru sesi ile. Tekrar uyuyacaktı. "Sen?" Diye devam etmesini bekledi Barın.
"Ben seni seviyormuşum."2
"Seviyormuşum ne demek şimdi?"
"Ne kadar seviyormuşsun? Onuda söyledi mi kuşlar?" Barın içli bir nefes aldı. Kendisine sokulan kadının saçlarının arasına ellerini daldırıp oynamaya başladı.
"Hıhım, acım kadar seviyormuşum."
Çünkü kalp acı kadardı, insan en çok canını yakana yanardı.
Barın Alp Yıldırım, adında da olduğu gibi sevdiği kadına ev oldu. Bu kez, yaptı.
Çünkü, onun yarasının sebebi de, iyileşmesinin tek sebebi de Elfida Türkeç'ti.
Elfida Türkeç, otuz üç yaşında bir adamın tüm dengesini bozmuş, yıllarca kendine sevdalı bırakmıştı.
"Unutacak mısın? Sabah uyanınca." En derininde korku olan sesiyle konuşurken kollarındaki kadını sırtından sarıp kendine yapıştırdı.
"Benim Deniz gözlü çocuğum hatırlatır bana."
💚
Umarım beğenmişsinizdir, görüşmek üzere 🦋
Okur Yorumları | Yorum Ekle |