Bazıları için basit, uydurma bir kelime bile olabilirdi. Ama gerçekten ihanetin dibine batmış insanlar bilir ki, güven her şeyin temelinde yatıyordu.
Hakan, Barın Alp'e güvendi, kızını emanet etti.
Barın Alp, Hakan hariç kimseye güvenmedi, kızına sahip çıktı.
Elfida ise hiçbir şeyden haberi olmadan hayatına devam etti.
"Alp, bak oğlum." Dedi hakan karşısındaki erkek çocuğuna. Çocuğun mavi gözleri Hakan'ın yüzünde kilitlendi. Dkkatle dinlemeye başladı. "En başta anlattığımız gibi, sana vatanınla beraber bir görev veriyorum." Hakan eline, iki koltuğun arasındaki masanın üzerinde duran küçük siyah kare kutuyu aldı. Avuçlarının arasında kutuyu tutarken başını kaldırıp Barın Alp'e baktı. Ve devam etti. "Benim vatanım da kızım da sana emanet."
Barın Alp onaylar bir şekilde başını sallayıp mırıldandı "Elfida, bana emanet."
Hakan ise içtenlikle gülümseyip elindeki kutuyu uzattı karşısında oturan Barın Alp'e. "Mektubu sakın açma, sakla. Fotoğraf ise sende dursun. Kapsülün içindeki kasette bir video kaydı ve fotoğraflar var. Onlar zamanı geldiğinde açılacak."
Barın Alp merakla elini kutuya uzatıp aldı. Kapağı kaldırıp kucağına bıraktı. Kutuya baktığında en üstte bir fotoğraf duruyordu.
Fotoğrafta üç kişi vardı. Elfida, Barın Alp ve Hakan.
Lojmana geldiği gün, Elfida ile konuşmaya çalıştığı gün çekilmişti fotoğraf. İki karşı karşıya duruyor, Elfida'nın boyuna rağmen upuzun kızıl turuncu saçları belinden aşağı sarkıyordu. Elinde ise ona benzeyen bir bez bebek vardı. Barın Alp tam karşısında duruyor, başını hafif eğmiş karşısındaki kıza bakıyordu.
Ve fotoğrafın sol köşesinde ise arkasından sadece yarısı gözüken, üzerinde siyah takım ve uzun siyah paltosu ile Hakan duruyordu.
Barın Alp kutunun içine elini atıp fotoğrafı çıkardı. Başını tereddütle kaldırıp Hakan'a baktı. "Bunları, zamanı geldiğinde bilecek mi?"
"Bilecek," dedi Hakan. "Bilecek ama affeder mi? Orası kızımın kalbime kalmış." Gülümsedi burukça.
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın sır küpüydü. Asla tepki göstermezdi ama kızına eşine ve Barın Alp'e gelince yumuşacık bir adama dönüşüyordu.
Fotoğraf kutudan alınınca altından ilk önce bir kaset daha sonra beyaz bir kağıda yazılmış Mektup çıktı. Kasetin üzerinde sadece bir tarih yazıyordu
Mektubun beyaz katlanmış sayfasında ise el yazısı ile yazılmış bir yazı.
Kasette, mektupta yıllar boyunca ağıza alınmamak üzere rafa kaldırıldı.
🔗
05.40
"Elfida, yanıyorsun bak hadi güzelim duşa gir."
Onun sesini boğuk boğuk duyuyordum. Üşüdüğümü çok net hissederken duşa girme düşüncesi çok daha fazla titrememe sebep oluyordu. Kendimi iyice ona doğru yaslayıp göğsüne sokuldum. Saçlarımın arasındaki parmaklarını hissedebiliyordum.
"Elfida," gözlerim kapalıyken cevap verdim. "Hı?" Hafif bir gülme sesini duyabiliyordum. "Nasıl bir kadınsın anlamadım ki? 23 yıl boyunca tüm dengelerimi bozmaya yemin mi ettin?"
İçli bir nefes verdi. Yanımdan hareketlendiğini hissettiğimde elimi koluna sıkıca sardım. "Gitme."
"Gitmem, yavrum." Dedi yumuşak sesi ile. "Ama bak olmaz böyle kalk yardım edeyim duşa gir, söz uyumana izin vereceğim."
Başımı neye salladığımı bile anlamayacak kadar uykum vardı. O yanımdan kalkarken kolundaki elimi gevşettim. Gözlerimi yavaşça aralamaya çalıştım ama soğuk öyle bir titretiyordu ki içimi, kirpiklerim bile oynamıyordu. Kendimi bir anda yataktan ayrılırken bulduğumda, ellerinin belime ve bacağıma sarıldığını anlamıştım. Kucağındaydım.
Elimle gözlerimi ovaladıktan sonra başımı göğsüne yaslayıp elimle omzuna vurdum.
Başıma sıcak bir öpücük bıraktığında ateş bedenimden yavaklarıma, yanaklarımdan da tüm yüzüme dağılmaya başladı.
Beni kucağından indirip ayakta bir şekilde yere bıraktı. "Suyu açacağım."
Uykumun dağılması ile gözlerimi daha rahat açıyordum. Etraf muhtemelen ateşim olduğu için hafif karanlık geliyordu. O suyu açıp tekrar yanıma geldi. Boyu benden uzun olduğu için başımı hafifçe yukarı kaldırdım. Elleri belime gidip zaten çözdüğü eşofmanı aşağı çekti. "Sapık." Dedim.
Sarhoş olsam ancak bu kadar saçmalardım.
"Niye? Sevgilim değil misin? Gelecekteki karımı soyuyorum işte."
Aşağı düşen eşofmanımı çıkarmak için ayaklarımı sırayla yukarı kaldırdım. Eşofmanı paçaları bileklerimden çıkıp giderken tamamen iç çamaşırlarımlaydım. "Çıksana sen ya!" Dedim hafif yüksek sesimle.
"Düşmem, boyun kaç senin?" Dedim aklımdaki soruyu sormak adına.
Ayağa kalkıp eşofmanımı kirli sepetine attı. "Arsız bir kadın olacağını düşünmemiştim. Gel," elini bana uzattığında tutmayı es geçtim. "Gir suyun altına."
Suyun altına girmem ile tiz bir çığlık atmam bir oldu. Kendimi suyun altından çekmeye çalıştığım anda üzerindeki kamuflajı umursamadan suyun altına girip beni dibine çekti. "S-soğuk." Dedim dişlerim birbirine çarparken. "Biliyorum, dayanman lazım."1
Dayan az daha, ateşin düşünce çıkaracağım." Elleri çıplak belimden beni sıkıca tutuyor, suyun altından kaçmama engel oluyordu.
"Ben yanıyorum şuan."1
Alttan alttan kaç seferdir yaptığı imalara karşı göz devirdim. Çıkamayacağını anlamıştım, zaten suya da alıştığım için ilkteki gibi soğuk gelmiyordu. Alnımı göğsüne yaslayıp bekledim.
"Hayır, tepemden aşağı buz gibi su akarken uyumayı tercih etmiyorum, Barın." Dedim hala soğuğun etkisi ile dişlerim birbirine çarparken.
"Peki, kaldır başını bir bakayım yüzüne. Tenin soğuk."
Başımı kaldırıp ona baktım. Eli, ıslandığı için alnıma yapışan saçlarımı geriye doğru itti. "Çıkalım gel. Biraz da soğuk bez koyarız."
O geriye bir adım attığında bende onunla birlikte çıktım. Banyoda musluğun altındaki çekmeceyi açıp beyaz bir bornoz çıkardı, geri gelip bornozu açıp arkamda sırtıma bıraktı. "Üzerini giy, odamda çekmecede kıyafetlerin var ben üzerimi değiştireyim."
Bornozu üzerime sarıp minik ama hızlı adımlarla banyodan çıktım gardroba ilerleyip kapağı açtım. İki bölme vardı, bir tarafta benim bir tarafta onun kıyafetleri. Kendi kıyafetlerimin olduğu yerden ilk önce gri bir eşofman aldım, iç çamaşırlarımın olduğunu düşündüğüm çekmeceyi açtım. Evet tahmin ettiğim gibiydi. İçlerinden birisini alıp onun kıyafetlerinin olduğu yöne geçtim. Rasgele gözüme çarpan bir sweatı aldım. Siyah düz bir şeydi işte.2
Hızlıca ıslak olan iç çamaşırlarımı çıkarıp yenilerini giydim. Yere çıkardıklarımı ise bornozla birlikte sarıp satmalayıp elime aldım. En son eşofmanım ve sweatshirtü de giydiğimde banyodan kapı sesi geldi. Barın banyodan yeni kıyafetlerle çıkıp bana bakarak yanıma geldi. Yürüyüp gideceğini sanarlen elini alnıma koydu. Daha sonra boynuma koyup ateşime baktı. "Hala ateşin var ama düşmüş, güzel."
Gözleri üzerimde durduğunda dudağı yukarı doğru kıvrıldı. Gözlerindeki mutluluğu çok ney görebiliyordum. "Benim?' dedi tekrar bana bakıp.
"Çıkarayım mı?" Diye sordum. "Yok çıkarma, hatta hepsi senin olsun, kokun sinsin. Tek tek giy."
Bir dakika lan. O banyoda da sevgilim dedi değil mi bana?
"Saçlarını kurutalım, sonra uzan sen." Komidinin çekmeceaini açıp içinden kurutucu çıkardı. Eliyle yatağı gösterirken ben yürüyüp oturmadan önce elimdeki bornozu odanın köşesindeki kirli sepetine attım. O tam önümde duruyordu. "Barın," dedim kurutucuyu fişe takarken. "Söyle, yavrum."1
"hiç?" Dedi devam etmemi beklerken.
Nefes alış sesini duydum. Kurutucuyu kenara bırakıp eline tarak aldı. Perçemlerimi önüme ayırıp ilk onları tararken başımı yukarı dikip saçlarımla ilgilenen Barın'a baktım. Saçlarım kolayca tarandığı için tarağı kenara bırakıp kurutucuyu tekrar aldı. "Gel, şöyle."
Yatağın başlığına doğru yaklaştım o da yanıma oturdu. Saçlarımı yavaş dokunuşları ile havalandırıyor bir yandan da kurtucunun sıcak havası saçlarımı arkaya atuyordu. Kurutma işi tamamen bittiğinde onu kenara bırakıp başıma derin bir öpücük bıraktı.
Elfida Türkeç aşık mı oldu şimdi?
"Şey, Narin'i de uyandırsak mı?" Dedim geçiştirip olduğum durumdan kurtulmak için. Barın ise bunu neden yaptığımı anlamış gibi ilk önce kurutma makinesini kapatıp kenara bıraktı sonra da yatağın üzerindeki battaniyeyi açtı.
"Uyu Elfida, sabahın beşi ve operasyon yok."
Açtığı battaniyenin ucundan girip sıcak yatağa uzandım. O battaniyeyi üzerimde çekmeden önce yanıma uzandı. Battaniyeyi çektikten sonra kolunu kaldırıp 'gel' der gibi baktı. Tek kelime etmeden kolunun altına girip başımı göğsüne yasladım.
"Ateşin var hâlâ ama az, çok şükür." Dedi eli alnımda gidip tekrar çekilirken.
"Akgün ne zaman yakalanır sence?" Diye her zamanki gibi duyguların olduğu ortama işi soktum. "En kısa sürede." Dedi.
Başımı salladım. "Sen işten başka bir şey konuşamıyor musun, Elfida? Benim gibi romantik bir adamın yanındasın. Yazık bana." Dedi alay eder gibi. Gülüp elimde hafifçe göğsüne vurdum.
"Evet, ne oldu beğenemedin mi?" Dedi
söylediğim şey hoşuna gitmemiş gibi.
"Çok şakacısın, Küçük ajanım."
Saçlarıma oynadığını hissettiğimde gözlerimi kapattım. Sadece onun kalp atışlarını ve nefes sesini duyarken kendimi tekrar uykuya bıraktım.
Banyo yapmasına rağmen burnumu sızlatan barut kokusu, tenine sinmişti. Kokusunu içime çeke çeke ona doymaya çalıştım.
Yirmi üç yıl boyunca eksik kalan yanım sanki tamamlanmış gibiydi.
🔗
10.00
"Dicle hocam, şuraya bir imza atar mısınız?" Diye gelen çalışanlardan birisi elindeki dosyayı kalemle birlikte odasında oturan Dicle'ye uzattı. Dicle tatlı gülümsemesi ile kalemi alıp dosyayı kızın elindeyken imzaladı. Kalemi geri uzattı.
"Hocam bir de," dedi kız. Dicle dikkatlice kızı dinlemeye başladı. "Bir adam geldi, jandarma sanırım. Yasin geldi deyin, dedi."1
Dicle onun adını duyar duymaz ışıldayan gözleri ile başını salladı. "Tamamdır, canım. Sen çık ben geliyorum."
Kız odadan çıkarken Dicle hemen eline masasındaki aynayı aldı. Simsiyah saçlarını arkada toplamıştı, ilk önce onları açıp düzeltti. Sonra ise aynayı masaya bırakıp elini beyaz önlüğünün ceplerine sokarak odadan çıktı.
Kalbi bir kuşun kanatları gibi çarpıyor, neden geldi diye düşünüyordu. Koridorda üzerindeki üniforma ile onu bekleyen Yasin'i gördüğünde adımlarını hızlandırdı. Acaba yaralanmış mıydı?
"Dicle," dedi Yasin ona gelen kadına bakarken. Dicle hızla karşısında durdu. Gülümsedi önce. "Yaralanmadan buraya geleceğini düşünmemiştim, bir sorun mu var?"
Yasin kadının dudaklarındaki gülümsemeye karşılık gülümseyip sarı saçlarına, ensesine elini atıp karıştırdı. Elini tekrar indirdi. "Sanırım yaralandım." Dedi.
Dicle ciddiye alarak gözlerini Yasin'in üzerinde gezindirdi. Tek tek bakıp yara olup olmadığına baktı. Bakışlarını tekrar onun yüzüne çektiğinde "Yaralanmamışsın?" Dedi.
Dicle'nin endişeli bakışları yumuşarken Yasin arkasındaki duvara sırtını yaslayıp, kollarını göğsünde birleştirdi. "Be-benim hastam vardı ben ona baka..." Demeye kalmadan Yasin konuştu. "Neden kaçıyorsun her seferinde."
"Seviyorum seni delicesine, diyor gözlerin."
İkisi de susup birbirlerine bakarken ortamdaki aşk kokulu sessizliği bir zil sesi bozdu. Yasin hiç umursamadan Dicle'ye bakıyordu.
"Yasin," dedi. Başını hafifçe sağa sola salladı Yasin. "Hm?" Diye bir ses çıkardı. "Telefonun çalıyor."
Yasin gözlerini devirdikten sonra kamuflaj pantolonun cebinden telefonunu çekti. Ekrana baktı.
Aramayı kabul edip telefonunu kulağına dayadı. Sinirli sesi ile konuştu.
"Komutanım, yarın akşam yemek varmış da onu haber verecektim ben. Sinirli gibisiniz." Dedi Alper karşıdan.
"Haber verdin, şimdi kapat. İşim var."
"Yengenin yanında mısınız komutanım?" Diye en olmayacak soru yine Alperden geldi.
Yasin aklına gelen sinsi plan ile telefonu kulağından uzaklaştırıp hoparlöre aldı. "Bir kere daha söyle, Alperciğim." Dedi Dicle'ye bakarken.
"Yengenin yanında mısınız, komutanım?"
Yasin istediği şeyi almış gibi bir sevinçle gülümsedi. Başını salladı.
"Yengenin yanındayım, kapat hadi."
Yasin telefonu kapatıp cebine attı. Kollarını göğsünde bağlayıp omzunu duvara yasladı. "Ee," dedi. "Var mısın benimle aynı yıla çıkmaya, Doktor hanım?"
Dicle ne yapacağını bilemeyen tavrı ile ilk önce etrafa bakındı.
🔗
06.38
"Elfida, dur. Terlemişsin üzerini çıkaralım."
07.46
"Elfida, uyu. Bir şey yok." Kabusu onun sesi ile unutmaya çalışıyor, yanımda uzanan Barın'a daha çok sarılıyordum.
08.58
"Elfida, yavrum dur bakayım bir şu ateşine." Alnıma tuttuğu ateş ölçeri çektiğinde tuttuğu yere bir öpücük bıraktı. "İyiyim ben." Diye mırıldanıyordum.
10.39
"Ohh, çok şükür. Ateşin yok." Diye Barın'ın sesini duydum. Boğazımda hafif bir acı hissediyordum. "Elfida, hadi, uyan."
Gözlerimi açıp etrafıma baktım. Yatağın ortasında ben uzanıyordum, bacaklarıma kadar battaniye örtülüydü. Barın ise yatağın kenarına oturmuş bana bakıyordu. "İyi misin? Nasıl hissediyorsun?"
Başımı salladım. "İyiyim." Yatakta doğrulup elimle saçlarımı düzelttim.
Bana gülümseyerek bakarken iki elimle yüzümü kapatıp kendimi geriye attım.
"Of! Bakma çok çirkin oluyorum sabah kalkınca." Onun küçük kahkahasını duyduktan sonra üstümde hissettiğim ağırlık ile ellerimi yüzümden çektim.
Tam üzerimde durduğunu gördüğümde yutkundum. "Barın," dedim kısım sesle.
"Hm?" Dedi dudaklarıma bakarken.
"Fazla yakınsın." Odanın perdesi kapalı olduğu için içerisi az da olsa karanlıktı. Buna rağmen deniz mavisi gözleri belli oluyordu. "Emin ol, yakınlık konusunda farklı görüşlere sahibim, yavrum."
Gözlerini dudaklarımdan gözlerime çıkardı. Başını yavaşça yana doğru eğildi. Burnunun ucunu boynuma tüy gibi hafif bir şekilde sürttü.
Boynuma bir öpücük bıraktı. Onun ardından bir tane daha. "Elfida," dedi.
"Dengelerimi bozuyorsun, aklımı kaybettiriyorsun, hem yara açıyorsun hem sarıyorsun." Titrek bir nefes aldı. Yüzünü yüzüme hizaladı.
Kalbimin sesini duyuyordu. Emindim. Elleri başımın iki yanında ona destek veriyor üzerimde duruyordu.
Barın Alp Yıldırım, Elfida Yıldırım. Kız soy ismimiz de uyuyor he.
Adam üzerimizde, fiziksel olarak üzerimde. Biz soy ismimizi mi düşüneceğiz?
"Barın, kalkar mısın?" Diye en mantıklı soruyu sordum. Evet çok zekiyim ve bu adam benim üzerimde bana bu kadar yakın durursa kalpten giderim.
Yarım gülüşü ile yana doğru çekilip üzerimden kalktı. Fırsattan istifade bende kalktım. "Saat kaç?"
"Çüş!" Diye ani bir tepki vermem ile kendisi bana döndü.
"Hadi hadi." Dedi geçiştirmeli. "Akşam için yemek ayarladık, bizim evde olacak. Bilmiyorum, seversin belki özlemişsindir kalabalık aile ortamlarını diye düşündüm. Ondan..." Sanırım kızacağımı düşündüğü için uzun uzun devam ettiği sırada gülümseyip ayağa kalktım, onunla karşı karşıya gelip elimi yanağına koydum. "Sen varya, hayatımda verdiğim en iyi kararsın. Teşekkür ederim, her şey için."
Gözleri saçlarımda gezindikten sonra yanağına koyduğum elime, avcuma dudaklarını bastırdı. "Elfida," dedi. "Beklediğime değdi dediğim tek şeysin. Yirmi üç yılımı uğruna feda ettiğime değdi."
Gülümsedim. Biz sadece birbirimize odaklanmışken odanın kapısının tıklanması ile ben kapıya baktım.
"Giyebiliy miyim?" Diye kapının arkasından sesi geldi, Narin'in.
Barın'a bakıp endimi bir adım geri çektim. "Gel bir tanem." Dedim duyabileceği şekilde.
Kapı azıcık aralandı, Narin başını içeri sokup bize baktı. "Müsayit misiniz?"
Sorusuyla şaşkınlıkla ve hayretle gülerek kapıya ilerledim. Kapıyı tamamen açıp girişte bekleyen Narin'i kucağıma aldım. "Oy müsait olup olmadığımızı da sorarmış benim güzelim." Dedim. Kokusunu içime çekerek başından öptüm. "Oh," diye bir ses çıkardım öptükten sonra. "Mis kokulu kızım benim."
Narin kollarını boynuma doladı, yeni uyandığı için saçları dağılmış, içine giydirip eşofmanınım içine soktuğum atletinin ucu dışarı çıkmıştı. Gözleri yorgun bakıyor, hafif şişmişti.
"İki tane güzel kızlar ile yaşadığıma göre, fazlasıyla şanslıyım." Dedi Barın.
"Ehe," Narin utanarak başını boynuma gömdü. Onun bu hareketine karşı bir kahkaha atarak kapının dışında yürüdüm.
Her şey güzeldi, Narin yanımdaydı, o yanımdaydı.
"Acıktın mı bakalım?" Diye sordum mutfağa yürürken. Narin başını gömdüğü boynumdan çekti. Başını salladı. "Ne yemek istersin?" Dedim bu kez. Narin bilmiyorum dercesine omzunu silkti. Düşündüğünü belli edecek şekilde dudaklarımı büzdüm. Mutfağa girdiğimde Narin'i tezgahın üzerine oturttum.
"Bence krep yapmalıyız," dedim kendi kendime. "Krep yemek ister misin, Narin?" Diye bu kez ona sordum. Narin ellerini çırptı. "Evet!" Dedi.
Yanağından bir makas alıp etrafıma baktım. İlk önce saçlarımı toplasam iyi olacaktı. Ellerimle saçlarımı geride topladım. Ama toka olmadığı için ellerim öyle kaldı. "Al, bunu kullan." Narin elindeki tokayı bana uzattı. Tokatı alıp "Teşekkür ederim, güzelim." Dedim. Saçlarımı arkada topladıktan sonra içeri seslendim.
"Barın, bir dakika gelebilir misin?"
"Geliyorum, canım bekle."1
Narin'in yanına geçip kalçamı tezhaga yasladım. Kollarımı da önümde birleştirip Barın'ın gelmesini bekledim.
Birkaç dakika içinde mutfağa Barın girdiğinde bir süre ikimize bakıp sonra ileri yürüdü. "Ne oldu?" Diye sordu.
"Krep yapalım dedik de, malzemelerin yerlerini bilmiyorum. Ondan çağırdım."
Başını sallayıp buz dolabına ilerledi. Kapağı açıp eline bir şeyler aldı. Aldıklarını tezgaha bırakıp mutfak dolabından da eline bir şeyler aldı. Yine aynı şekilde diğerlerinin yanına onları koydu. "Şimdilik böyle olsun da, sen istediğin her şeyi istediğin yere yerleştir. Benim bilmem çok önemli değil, zaten mutfağa çok girmem. Senin istediğin şekilde olsun."
"Ha yok, senin mutfağın ben karışamam o kadar zaten evime gideceğim ya ben." Dedim.
Omzunu silkti. "O künyelerin kimden geldiğini öğrenene kadar ben yanında olmadan nefes dahi aldırmam sana. Yok eve gitmek falan."
Gözlerimi devirdim. "Abartma istersen, ben istihbaratçıyım yalnız. Basit bir insan değilim. Korunmaya değil, korumaya ihtiyacım var." Dedim üstüne basa basa.
"Lütfen Elfida, bunun için tartışmayalım." Dedi sesindeki kırgınlığı belli ederek.
"Barın, kavga etmiyorum. Benim bir evim var. Hep burada kalamam."
Biz konuşmaya devam ederken araya karışan Narin'in sesi ile sustuk.
"Aa!" Dedi mızmız bir sesle. "Ben gideceğim şimdi he!" Diye yine aynı sitem ile ekledi.
"Emir büyük yerden," dedi Barın. İlerleyip tezgahta oturan Narin'i kucakladı. "Hadi bakalım gel, ellerimizi yıkayalım. Elfida abla da kahvaltı hazırlasın."
O Narin'le birlikte mutfaktan çıkarken, ben hızlıca tezgaha bıraktığı malzemeleri bir kenara koyup krep hamurunu yapmaya başladım. İçeriden onların gülme sesleri geliyordu. Narin, sanki kendi kızım gibiydi, evimde kızımın, eşimin sesini duymak...
Annemde böyle hissediyordu, belki daha fazlası. Canından çok sevdiği babam her sabah uyanıp ona günaydın dediğinde. Dokuz ay karnında taşıdığı, kendisinin aynısı olan kızı emekleye emekleye gelip yanına oturduğunda, mutlu oluyordu.
Düşüncelerim birbirini takip ederken hamur çoktan hazırdı. Ocağın altını yakıp krep tavasını koydum. Klasik kahvaltı hazırlıklarıyla beraber krepleri de hazırladım. Mutfaktaki masayı hazırlayıp, yaptıklarımı üzerine dizdim.
Elimdeki tabakları masaya götürürken konuştum. "Narin, Barın hadi gelin." Dedim içeriye doğru.
Hızlı hızlı gelen adım seslerini duyduğumda gözlerimi mutfağın kapısına diktim. Birkaç saniye geçmeden içeri Narin girdi. Boyuna rağmen upuzun siyah saçlarını bir o yana bir bu yana savurarak koşuyordu. Kapıdan bu kez Barın girdi, Narin'in arkasından koşup karnından onu çekerek kucağına aldı. Kol altlarından destek vererek yukarı kaldırdı.
Ellerimi masaya yaslayıp onları izlemeyee başladım. Barın'ın yaptığı hoşuna gittiği belliydi. Şen kahkahalar atarak gülüyor Barın ise onun yaşında bir çocuk gibi ona karşılık gülüyordu. Narin'i birkaç kez havaya atıp tuttu.
Beş yaşındaki bir kız çocuğu için gelişimi çok azdı. Beslenmesi eksik kalmış olmalıydı. Bedeni o yaştaki bir çocuk için fazla küçüktü.
"Krepini ilk bitiren kazanır!" Barın ortaya bir iddia koyarak masaya yaklaştı. Kolunu kalçasına yaslayarak bir koluyla Narin'i tutup diğer koluyla da sandalyeyi çekti. Kendi oturup, Narin'i de dizine oturttu.
"Çikolatalı yiyelim mi?" Diye fısıldadı Narin onun kulağına doğru. Tabii duymayacağımı düşünerek söylemişti. Barın ise ona katıldığını belli ederek "Evet, ama çok yemek yok." Dedi aynı ses tonu ile.
Eline aldığı krepin üzerine çikolatayı sürdüğü sırada bence masadaki çaydanlığı alıp iki bardağa doldurdum. Barın, Narin ile yarışa girmiş çocuk gibi krep yiyordu. Elimdeki çay bardağını uzattım. "Al, boğazın kurumasın, ayran da getirdim." O dik dik bakarak bardağı elimden alırken sesli bir kahkaha attım. Sesim odanın içinde yankılanırken çayından birkaç yudum aldı. En son bende sandalyeyi çekip oturdum.
Tabağımdaki peynirlerden yerken gözlerimi kısarak Narin'e baktım.
"Kusura bakma, küçük hanım. Bebekler siyah çay içermezler. Senin için meyve suyu var." Masadaki küçük meyve suyu bardağını Narin'in önüne koydum. "Al bakalım."
"Bebek değilim ki beenn." Dedi uzatarak.
"Allah Allah, bacak kadar boyu var Bebek değilim diyor." Dedim. Kollarımı açıp oturduğum yerden hafifçe doğruldum. Barın kucağıma alacağımı anlayarak kucağındaki Narin'i kaldırdı. Masanın üzerinden bana doğru yaklaştırdı. Kollarımı Narin'in bedenine sarıp kucağıma çektim.
Tekrar yerime yerleşip yanağından öptüm. "Benim bebeğimsin sen, yok öyle büyüdüm demeler."
Masadan çatala bir patates kızartması alarak Narin'in ağzına yaklaştırdım. Kollarını önünde bağlayıp ağzını açmadı. "Narin, yapma bana kuzum. Ye işte." Dedim. "Hem ağlar arkandan."
Narin başını geriye doğru yukarı kaldırıp başını göğsüme yasladı. "Ağlay mı?" Diye sordu şaşkınlıkla.
Sanırım işe yaramıştı. Şu çocukların aklı merhameti beni bitiyor.
Onaylar bir ses çıkardım. "Ağlar," dedim.
Narin elimdeki çatala baktı bu kez. "Yok," dedi. "Ağlamasın, üzülüyüm ben."
Çatalı ağzına yaklaştırdığım anda ağzını açıp patatesi ısırdı. Ağzındakş patatesini çiğnerken ben küçük bir parça yumurta aldım. "Aç bakalım ağzını," dedim.
"Iyy," dedi iğrenerek. "Yumuyta sevmem ben!"
Gözlerimi devirdim. Barın'a baktığımda omzunu silkip çayını içmeye devam etti. Aklıma gelen fikir ile çatalı görebileceği şekilde tuttum.
"Bak şimdi," dedim. "Yumurta ve patates çok yakın arkadaşlarmış. Patatesin yanında olması gerekiyormuş yumurtanın."
Koskoca Milli İstihbarat Teşkilatı Ajanı'nın bacak kadar kıza yemek yedirmek için bulduğu hikayelere bak.
"Yok, bu olmadı." Diye mırıldandı Barın. Bende ona katılacakken Narin elimden çatalı çekip iki eliyle tuttu. Çatalın ucundaki yumurtanın tamamını ağzına atıp çatalı masaya bıraktı. Gerçi fırlattı desem daha açıklayıcı olurdu.
"Affınıza sığınıyorum, Elfida hanım. Büyüğümsünüz. Sizden daha ikna edici bir insan tanımadım." Barın pes der gibi geriye yaslandı.
Boğazında kalacak çocuğun yemek.
Masadan meyve suyu bardağını alıp Narin'e içirdim. Bardağı eline bırakıp onun bitirmesini bekledim. O birkaç yudum meyve suyu içiyor bende masadan parça parça yiyecekler verip karnını duyuruyordum. Arada kendimi de besliyorum tabi merak etmeyin.
Kendi telefonumun zil sesini duyduğumda etrafıma bakındım ilk önce. Odada kaldı sanırım. Ayağa Narin ile birlikte kalacağım sırada Barın otur der gibi eliyle işaret yaptı. "Ben getiririm." Masadan hızlıca kalkıp mutfaktan çıktı. Narin umursamadan meyve suyunu içmeye devam etti.
Kısa bir süre içinde Barın geri dönüp telefonumun ekranını bana göstererek yaklaştı. "Arif başkan," dedi.
Telefonu hızlıca aldım. Aramayı kabul edip telefonu kulağıma dayadım.
Kalp atışlarım anlamadığım bir korkuyla hızlanırken "Anlamadım, başkanım?" Dedim.
"Psikoloğunla tekrar görüşmeye başladığını, kaleye bildirmen gerekiyordu." Asıl korktuğum başıma geliyordu işte. "Başkanım..." Sözümü hızla kesti. "Sorumluluğun bu denli önemliyken, psikolojinin buna elvermesi gerekiyordu. Onu da geçtim, halisinasyonlar görmeni bile nasıl bir askerden öğrendim ben?"
"Başkanım, bakın." Narin'i kucağımdan tek kolum ile kaldırıp sandalyeye bıraktım. Hızlıca mutfaktan çıkarken konuşmaya devam ettim. "Başkanım görevimin sorumluluğumun farkındayım, işler bu kadar karışıkken araya bunu sokmak istemedim, yemin ederim."
"Dua et aklımıza gelen başımıza gelmesin. Bunu müsteşardan saklamam benim için çok tehlikeli, bunu en iyi sen bilirsin."
Elimi başıma attım sıkıntıyla. Bir bu eksikti.
"Üzgünüm başkanım, görevimi asala tehlikeye atmayacağımdan emin olabilirsiniz. Şerefim üzerine yemin ederim ki, çok dikkatli olacağım."
Koridorda bir oraya bir buraya yürürken mutfak kapısının girişinde Barın belirdi. Gözleri beni süzdüğü sırada omuzlarım düştü.
"Seninle irtibata geçmemi bekle."
Tam kapatacağı sırada "başkanım, bir dakika." Dedim. Sessizlik oluşunca dinlediğini anladım. "Bir askerden öğrendim derken, kimi kast ettiniz?"
"Bunu söyleyeceğime inanmıyorsun, değil mi Elfida? Bir an önce toparlan, oradaki görevini yerine getir ve ait olduğun yere, Kale'ye dön."
Sinirle elimdeki telefonu halının üzerine fırlatıp gece kaldığım odaya girdim. Bir köşede duran montumu aldım. Dolaba ilerleyip birkaç parça kıyafet çıkarıp yatağa bıraktım.
"Hop, dur orada. Nereye?" Barın kolumu çektiği gibi kendine beni yasladı. Kendimi geri çekip "evime." dedim.
"Yok eve gitmek falan, senin evin burası." Montumu üzerime geçirip yatağın yanındaki çantamı aldım. Fermuarı açıp kıyafetlerimi koydum. "Bu böyle olmaz, benim bir düzenim ve görevim var. Narin ile birlikte eve gidiyorum."
Odadan hızla çıkıp hemen yandaki odaya, Narin'in odasına girdim. Onun dolabını açıp elimdeki çantaya onun kıyafetlerinden yerleştirdim.
"Yok sen gerçekten saçmalıyorsun," elimdeki çantayı aldığı gibi kenara fırlattı. "Hiçbir yere gitmiyorsun, benim yanımda duracaksın. Bu kadar."
"Ne yapıyorsun ya?!" Dedim sinirimi belli ederek. O ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada "Bak Barın, benim kaçmak yerine o künyelerin kimden geldiğini daha önemlisi nasıl geldiğini öğrenip Akgün'ün işini bitirmem gerek." Dedim hızla. Ama o cümlemi bitirir bitirmez aynı hızla bana cevap verdi.
"Sürekli ben deyip durma! Akgün'ü yakalaması gerek on kişi daha var bu şehirde. Hatırlatayım, Tim komutanı benim ve benim dediklerim olur."
"Ben o timin kurucusunun öz kızı olarak, aynı zamanda da istihbaratcısı olarak evime gidip operasyon için plan yapacağımı söylüyorum!"
Kolumu tuttuğu gibi beni odadan çıkardı. Bırak kolumu draması yapacak değilim, istesem çok rahat bileğini bükerdim. Beni tekrar kendi odasına sokup kapıyı kapattı. Sırtımı kapıya yasladığında çarpmanın etkisi ile bir ses çıktı.
"Sana söyledim," dedi. "Benden uzağa gidemezsin, dünyanın öbür ucuna gitsen bulurum seni, dedim. Eğer bir şey yapılacaksa ikimiz beraber yapacağız." Nefesimi boynuna doğru bıraktığımda gözlerini kapattı. "Ben artık seninle tartışmak istemiyorum, tam mutlu olduk derken bir yerden bir şey çıkmasını da istemiyorum." Alnını alnıma yasladı, gözlerini açmadan. "Girelim içeriye, Narin'in, kızının yanında olalım. Korumamız gereken bir çocuk varken yapmayalım bunu birbirimize."
Sözlerinin bitmesi ile bende gözlerimi kapattım. Bekledim sadece. Korumamız gereken birisi vardı. Birileri vardı.
"Ben bunca şeyin altından nasıl kalkacağımı bilmiyorum, her şey durdu. Yapamıyorum, Barın. Eskisi gibi güçlü olan Elfida kaybolup gitti." Sesimdeki çaresizliği duymaktan nefret ediyordum. Kendini ifade edebilen birisi değildim, asla da olmamıştım ama onun yanında korunma ihtiyacı duyuyordum, onun tarafından ilgiye ihtiyacım varmış gibiydi.
Aşk bu muydu yani? İmkanı yok.
"Ben varım, nereye bakarsan bak, nereye gidersen git." Gözlerimi açtım, onunda açtığını gördüm. Elini kaldırdı yavaşça, baş parmağını dudağımın üzerinde gezdirdi. "Bu dudaklar benim adımı fısıldadığı anda geleceğim yanına." Yutkundum. "Barın gel, de. Geleyim. Barın yardım et, de. edeyim."
"Barın," dedim sakince. Baş parmağını dudağımdan çekti. "Barın kurban olsun sana."
"Yapabilir miyiz? Halledilir miyiz biz?"
Başını salladı. Gülümsedi, güven verir bir şekilde. Mavi gözlerini yüzümde gezdirerek ezberledi yüzümü.
Narin, içerideydi. Kendimi toparlayıp kollarının arasından çekildim. O da kapının ardından çekildi. "Ona bir şey belli etmeyelim." Dedim. "Etmeyelim." Dedi. Kapıyı açtığım gibi yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Mutfağa girdim hızlıca. Narin masadan inmiş yerde oyuncak bebeklerinin dökülü olduğu yerden bebeğinin saçını tarıyordu.
"Narin," dedim. Yavaşça yanına gidip oturdum. "Neden kalktın? Doydun mu?" Diye sordum o bebekleri ile oynarken. Hızlıca başını salladı. "Doydum, oyun oynuyoyum."
"Peki, bir şey yapmak ister misin? Canın sıkılmaz mı tüm gün oyuncaklarınla oynarken." Bebeğini yukarı kaldırıp taradığı için kabaran saçlarını gösterdi. "Hayıy, ben sıkılmam kiii." Dedi. Bebeğini elinde sallayarak ayağa kalktı. Minik adımlar ile koşarak "Bayın, abi! Çizgi film izleyebiliy miyim?"
Bağıra bağıra söylediği için çok net duyuyordum sesini. O mutfaktan çıkıp gittiği için oyuncaklarının olduğu yerde tek başıma kalmıştım. Elimi bebeklerinden birisine uzattım. Peluş oyuncaktı, ayıcık gibi bir şeydi. Küçükken bende çok severdim bunları diye düşündüm öyle.
Oturduğum yerden kalkıp masaya yaklaştım, masadakileri kaldırıp ilk önce tezgaha bıraktım. Masayı sildikten sonra bulaşıkları makinaya dizip tezgahı toparladım. İşimi bitirince üzerimi değiştirmek için mutfaktan çıkıp Barın'ın odasına yürüdüm. İçeri girip dolabı açtım.
Boğazlı kazaklarımı getirmiş olması güzel olmuş. Acı kahve tonlarındaki kazağımı çıkardım, onun altına da siyah kumaş pantolonumu aldım. Odanın kapısını kapattıktan sonra geri dönüp üzerimdeki sweatı çıkardım. Kazağını giyip kazağın içinde kalan saçlarımı çıkardım. Altımdaki eşofmanı da çıkarıp pantolonumu giydim. Kazağımı pantolonun içine soktum. Çıkardığım kıyafetleri alıp banyoya yürüdüm. Odanın içindeki banyonun kapısını açıp kıyafetleri kirli sepetine attım.
Odadan çıkıp Barın'ın tokadını saçlarımdan çıkardım. Tokayı bileğime takıp saçlarımı düzelttim. Dalgalanan saçlarımı yarım topuz yaparak topladım yine aynı tokayla.
(Böyle bir şey düşünün çok zeki olduğum için anlatamadım ÜQLDİAÖXIWKDĞAL)1
Oturma odasından gelen televizyon sesi ile orada olduklarını anlayarak içeri girdim. Narin halıya oturmuş, başını yukarı dikmiş televizyon izliyordu. Ne izlediğine bakmak için gözlerimi televizyona çevirdim. Ekranda Tom, Jerry'i kovalıyordu. Gülümsedim.
Gözlerim Barın'ı göremeyince odadan çıkıp mutfağa girdim, burada yoktu. Ben daha demin onun odasındaydım orada da olamazdı. Son çare diğer odalara bakmaya başladım. Misafir odası olduğunu düşündüğüm odanın kapısı açıktı içeriye girdim. Burada yoktu.
Oradan da çıkıp kalan üç odadan ikisine baktım. En son kapısı aralı olan odaya girmeye karar verdim. Fakat adımlarım Barın'ın sesi ile durdu.
"Öğrenecek, hemde her şeyi. Bu onun hakkı."
Telefonda konuşuyordu. Karşı tarafı dinliyor olacakki bir süre konuşmadı.
"Hayatının bir oyundan ibaret olduğunu düşünecek. Ben ona bunu artık yapamam."
Kapıyı açıp içeri girmek yerine bekledim. Kapının aralık yerinden onu izlemeye başladım. Arkası dönüktü.
"Yapamam, o bu haldeyken hiçbir şey umrumda değil. Ben onu korumak için bir söz verdim, hatırlıyorsun değil mi?" Dedi. Yine karşı taraftan sesi bekleyip devam etti. "Verdiğim sözün ardındayım, iyileşmesini bekleyeceğim bu kadar. Şimdi gitmem gerek."
Telefonu kapatıp bir süre ekrana baktı sanırım. Ben kapıyı iyice aralarken o arkasına döndü. Yutkunuşunu çok net görebiliyordum.
Duymamış gibi yapmam gerekiyordu. Yüzüme takabileceğim en masum ifadeyi takınıp gülümsedim. "Şey, içeride göremeyince buraya bakayım dedim de." Diye mırıldandım. Yüzündeki korkulu ifade rahatlarken bana belli etmemeye çalışarak yanıma yürüdü.
"Ee şey yapalım biz," kaşlarımı çattım.
"Düşünüyordum, sen ne anladın?" Dedi çarpık gülüşü ile. Dik dik ona bakmaya başladım yine. "Pislik."
"Evi hazırlayalım, oturma odasındaki masayı açalım. Akşam yemeğe gelecekler. Ben markete gideyim. Sende buradaki hazırlıkları tamamlarsın am hepsini yapma yorulursun bende yardım edeceğim." Dedi koridorda yürürken. Ben de arkasından yürüdüm.
"Markete şimdi git o zaman, ben bir bakayım ne alınacaksa onları söylerim." İkimizde oturma odasına girdiğimizde Narin hâlâ aynı yerde televizyon izliyordu. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardı ara sıra sesli gülüyordu. Biraz dışarı çıksa hava alsa iyi olurdu. "Barın," dedim. "Çıkarken Narin'i de alsana, dışarı çıksın biraz çocuk."
Barın başını salladı. "Narin," diye seslendi yerdeki Narin'e. "Benimle markete gitmek ister misin?"
Narin başını yana çevirip bize baktı. Olduğu yerde ilk önce oturup sonra ayağa kalktı. "İsteyim!" Dedi hızlıca.
"Gel üzerini giyelim, birtanem."
Narin'i kucağıma alıp odasına yürüdüm. Yatağına bırakıp dolabına yürüdüm. Pembe uzun kollu üstünü ve siyah altını alıp geri döndüm. Onun üzerindekileri çıkarıp yenilerini giydirdim. "Gel saçlarını da toplayalım, güzelim."
Arkasını dönüp saçlarını düzeltmeme izin verdi. İki yandan bağlı olan saçlarını açıp güzelce düzelttim daha sonra önlerden iki tutam alıp arkada bağladım. Altlarını da açık bıraktım. Siyah saçlarına tutturduğuk pembe çiçekli tokası fazla tatlı duruyordu.
"Evett, hazırız. Hadi koş bakalım Barın abiye." Sözlerimle yataktan inip yürüyerek odadan çıktı bende onun ardından çıkıp yanında gittim. Evin kapısının önünde Barın üzerine siyah gömlek altına kumaş siyah pantolon giymiş, üzerine siyah montunu almıştı. Ayakkabılarını giyip elleriyle ceplerini kontrol etti. Elini cebine atıp araba anahtarını çıkardı. "Sen bana alınacakları at, ben orada hallederim." Başımı salladım. "Tamam." Yere eğilip Narin'in ayakkabılarını giydirdikten sonra onları uğurladım. Kapıyı kapatıp içeri geçtim.
Şu eve bir düzen verelim bakalım.
🔗
"Kapı çalıyor, Barın!" Diye seslendim içeriye doğru. Ses gelmeyince pişmesini beklediğim çorbanın altını kapatıp kaşığı tezgaha bıraktım. Hızla kapıya koşup açtığım sırada arkamdan kucağında Narin ile Barın geldi.
Kapıyı ardına kadar açtığımda karşımda İsimsizler Timi duruyordu.
"Yenge, saygılar." Diyerek elindeki çiçekleri bana uzattı.
"Hoşgeldiniz, buyurun." Diyerek elimle içeriyi gösterdim. Kucağındaki çiçeklerle birlikte oturma odasına geçtim.
"Ee, oturun." Dedi Barın. Önden gidip koltuğa yerleşti. Herkes tek tek yerine otururken bana kalan tek yer, Barın'ın yanında oturan Emre'nin yanıydı. Barın bir bana birde yanındakine bakıp "Kay lan kenara." Dedi sakince uyararak.
Emre yana kaydığında bende araya oturdum.
"Asya?" Diye şaşırmama engel olamadım. "Geldim valla." Dedi bu kez o. "Görevimi elime almış bulunuyorum." Karşımdaki koltukta Akın ile yan yana oturuyorlardı. Gözlerim Asya'nın bacağındaki Akın'ın eline kaydı.
Bunlar çoktan açıklamış sanırım olayı.
"Haberim yoktu," dedim. "Yani Tim'e geldiğinden haberim yoktu."
Mutlu olmuştum ne yalan söyleyeyim. Görevi için can alıp can veren birisiydi, bende öyleydim. Düşüncesi bile korkunçtu zaten.
Ortam kaynaşmaya başlarken ayağa kalktım. "Sofra hazır, açsınız değil m" diye sordum ortaya.
"Sen evin adamı oldun zaten hayvan. Git otur masaya." Diye ona cevap verdi Barın.
Hayır yani, insanın böyle arkadaşı olmayacaksa olmasın.
"Tamam be!" Diye yalancı sitemi ile yürüyüp masaya yürüdü Yasin."
"Bilerek aç geldik, Barın aç gelmeyeni orda sofrada boğarım dedi." Kerem ve Alper aynı anda kalkıp yürüdü. Diğerleri de beraber yürürken salonun ortasına sadece ben ve Buğra kaldık.
"Unuttun mu beni?" Dedi gülerek.
"Unuttum galiba, of gel." Dedim kollarımı açıp. Özlemişim eşek sıpasını.
Kollarını bana sarıp sarıldı. Birkaç saniye sonra ayrıldı. "Hadi yürü, soğumasın yemekler."
İkimizde yürüyüp masaya geçtik. masanın bir ucunda Barın, diğer ucunda Kerem oturuyordu. Masanın sağ ve sol yanındaki dörder sandalyede ise sağ tarafta Asya, Akın, Yaltı ve Buğra. Sol tarafta, Alper, Yasin ve Ömer vardı.1
Barın'ın sol çaprazındaki sandalye boştu. Yemekleri sırayla koyup masayı tamamen ettiğimde bende oraya oturdum. Herkes yemeğe dalıp bir yandan da konuşuyordu.
"Yalnız komutanım." Dedi Kerem yutkunup. Önündeki sudan bir yudum aldı. "Siz böyle aile gibi olmuşsunuz, hiç yorulmadan çocuk falan olmuş. Güzel ha."
"Ne diyon oğlum çocuğun yanında?" dedi Barın sinirle. Kerem eliyle dudaklarına fermuar çektiğinde bu kez Yaltı'nın sesini duydum. "Yenge, eline sağlık valla çok iyi olmuş yemekler."
"Afiyet olsun, Yaltı. Bir de yenge deme." Diye minik bir uyarı yaptım.
Masadan kıkırtı sesleri yükselirken sinirim bozulduğu için bende güldüm. Barın'ın kucağındaki Narin'e baktım. Birkaç parça şey yiyordu ama benim doyurmam gerekiyordu. "Narin, gel birtanem. Yedireyim ben sana. Barın abinden hayır gelmez."1
Onun kucağındaki Narin'i alıp kucağıma oturttum. Kaşığımı elime alıp çorbaya daldırdım. İlk önce kendi dudaklarıma yaklaştırıp sıcaklığına baktım. Onun için sıcak olacağını düşünüp üfledim. Bu kez ona yaklaştırıp içirdim. "Devamını içmek ister misin, güzelim? Pilav ve yoğurt da yiyebilirsin."
Başını salladı. "Hayıy, çoyba." Saçlarına bir öpücük bırakıp konuşmaların arasından Narin'e çorba içirdim.
Uzun bir süre geçti. Ortam çoktan yumuşamış ve gülme sesleri geliyordu.
"Komutanım, sıfır yalan söylemeden cevap verin. Bir şansınız daha olsaydı, bu time komutan olarak gelir miydiniz?"
Cevabı merak ederek başımı ona çevirdim. Dudaklarındaki belli belirsiz gülümsemeyi izlerken cevabını dinledim. "Bu dünyaya yüz kez daha gelsek, yüz kez daha seçerdim. Yine gelirdim." Bakışları bana döndü. Dudaklarını hareket ettirerek ses çıkarmadan konuştu. "Yine bulurdum seni."
"Bu gece komutanımdan güzel bir cümle
duydunuz, duydunuz. Duyamadınız ömrü billah sevgi kırıntısı, göstermez bize." dedi Kerem gülerken. Kerem'in sözleri ile bakışlarımı sofraya çevirdim.
"Katılıyorum." Diyerek elini kaldırdı, Buğra. "Artı bir." Diye Emre de elini kaldırdı. Ard arda Akın, Yasin ve Asya, daha sonda Yaltı, Alper ve Ömer de ellerini kaldırıp aynı anda "Katılıyoruz." Dediler. Onların bu haline ben gülerken Barın elindeki bardağı masaya bıraktı.
"Hayatımda ilk ve son kez söylüyorum bunu, Tütüncü." Dedi Barın. "Ailemsiniz oğlum siz benim. Ben kendimden önce sizi bildim, İsimsizler'i." Ben ona dönerken hepimiz pür dikkat onu izliyorduk. "Konuşturmayın beni, beceremem ben öyle duygusal konuşmaları."
"Seviyoruz sizi komutanım." Diye atladı araya, Alper.
Bende bile diyemedi, Barın. Gösteremezdi sevgisini onlara. Başını salladı sadece.
Bayrak ve Vatan uğruna can alıp can verdik. Nice şehitlerin ardından "Vatan sağ olsun." Dedik. Ölümlerden döndük. Am bunların hepsini birlikte yaptık.
Ben onun yanındaydım; ölü bedenimin üzerine, kanla boyanmış bir Türk bayrağı örtülene dek.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |