Herkese tekrardan uzun bir aradan sonda selamm
Bu kadar beklettiğim için tekrardan çok özür dilerim ve bir daha böyle bir şey olmayacağı hakkında söz veriyorum.
Son zamanlardaki desteğinizi asla unutamam, bırakacağımı sandığım sırada bana gelen desteği gördüğümde "Saçmalama Eylül, bu insanlar nasıl bırakılır? Sırf bu insanlar için kalmam gerek." Dedim kendi kendime.
Çok seviyorum hepinizi, ballarım.
🎀
Saat gece yarısını çoktan geçmiş, Narin inat edip Barın'ın kucağında uyumuştu.
Yemek yediğimiz masayı toplayıp salona geçmiştik. Barın'ın yanında ben oturuyordum. Sağ bacağımda hafif hafif dokunuşlarını hissediyordum. Kucağındaki kız çocuğunun saçlarını okşarken bir eli de bendeydi.
İkimizi de kendi meselesi hâline getirmişti.
"Şu operasyon işi," dedi Asya. Bakışlarım ona döndüğünde devam etti. "Ne zaman çıkıyoruz?"
Sıkıntı, bir sis gibi üzerimize çöküp kalplerimizi ele geçirdi.
Yanımda duran Barın cevabı verdi. "Birkaç gün hazırlıklar olur, sonrasında da çıkarız."
"Komutanım, biz kalkalım artık. Sağ olun her şey için." Akın bana dönüp "Ellerine sağlık yenge, çok güzel ağırladın bizi. Teşekkür ederiz."
Başımı salladım. Onlar kalkarken bende ayağa kalktım. "Ne demek, Akın. Hep gelin."
Onların ardından Yasin ve Kerem hariç herkes kalkmaya başladı. Kapıya gittiğimizde kapıda yaşanan küçük bir kargaşadan sonra uğurladım hepsini.
Odaya geri döndüğümde bana doğru fırlatılan bir yastığı refleks ile tuttum. Başımı kaldırıp şaşkınca içeride oturan Barın, Yasin ve Kerem'e baktım.
"Yengeye gitti." Dedi Yasin çok sakin bir sesle.
Kerem kendini tutamayıp kıkırdadığında elimdeki yastığı yürüyüp koltuğa bıraktım. Barın'ın karşısına geçip "Yatağına götüreyim, iki büklüm oldu çocuk." Dedim. "Sen dur yavrum, ben götürürüm."
Ayağa kalkıp "Gel sende, yatağını açıver." Dedi. Yürüyüp onunla beraber Narin'in odasına girdik. Önden yürüyüp yatağın üzerindeki yorganı açtım. Yastığı düzeltip kenara çekildim. Narin'i yatağa bıraktığında üzerine tekrar yorganı örttüm. Siyah saçları dağılmış, küçük burnunun ucu kızarmıştı.
Uzanıp yanağına bir öpücük bıraktım. "Güzel kızım benim." Diye fısıldadım.
Başımda bir sıcaklık hissettim. Barın ilk önce benim başımdan sonra da Narin'in başından öptü. "Güzelim benim." Diye aynı tonda fısıldadı.
Mutlu aile tablosunun çizimleri hazırlanmıştı.
"Bırakalım, uyusun. Yoruldu zaten." Başımı sallayıp geri çekildim. İkimiz beraber kapıdan çıktığımızda elimi kapının koluna sarıp kapıyı yavaşça ses çıkarmayacak şekilde kapattım.
Salona girdiğimizde Yasin ve Kerem koltukta yan yana oturmuş Kerem'in telefonundan bir şeye bakıyorlardı.
"Hayırdır?" Dedi, Barın. "Kovalım mı oğlum illa?" Diye eklemeyi de unutmadı.
Yasin omzunu silkti. "Kardeşim sen benden nefret falan mı ediyorsun? Hani ediyorsan söyle de bende ona göre davranayım." İkisi de kafasını telefondan kaldırmıyordu.
"Hadi oğlum, yengen hasta zaten. Zar zor düşürdük ateşini. Gidin o da uyusun."
Sabır ver Allah'ım. Çocukları kovuyor.
Yenge mi? Dedi iç sesim sırıta sırıta.
"Geçmiş olsun yenge ama bir şey göstereceğim, sonra kalkalım biz." Diyerek elindeki telefon ile birlikte kalktı, Kerem. Başımı sağa sola salladım. "Neymiş?"
Yanıma gelip telefonun ekranını bana çevirdi. Bir mesaj duruyordu
Alper: Asker eğlencesi diyorlardı en son. Biz operasyondan dönünce onu yapacağız muhtemelen. Kesinleşince Barın'a haber verirler.
Mesajı okuyunca başımı kaldırıp Barın'a baktı. Çokta umursamayan bir tavırla "Bakarız," dedi. Sonra kaş göz kapıp kapıyı gösterdi. "Valla gardaş," diyerek ayağa kalktı Yasin.
Yanımıza gelip elini Barın'ın omzuna koydu. Aralarında pek bir boy farkı yoktu ama yine de Yasin'in daha kısa olduğu belli oluyordu. O bir doksan sekiz olduğuna göre Yasin bir doksan ancak vardı.
Elini omzuna birkaç kez vurup "İkide bir kovmaya çalıştın da, sağ olasın." Dedi kıkırdayıp gülerken. Arkadan Kerem, Yasin'i dürttü. İkisi de geri çekilip odadan çıktı. Bizde onların ardından gidip dış kapıya yürüdük. Barın onları uğurlarken hafiften uykumun geldiğini hissediyordum.
Barın ile tanışmadan, yani tam anlamıyla tanışmadan önce üç gün boyunca uykusuz kaldığımı bilirdim. Hatta çoğu zaman birkaç saat uyuyup tüm haftayı o uyku ile geçirirdim. Mesleğim bunu gerektirmişti, yine aynı mesleği yapıyordum ama onun yanına. Şimdi ise yanına hissettiğim sıcaklık uykumu getiriyordu, birkaç saat de olsa uyumak istiyordum.
Sanırım biraz da hasta olduğum için.
Barın kapıyı kapatıp bana baktı. Mavi gözleri ve uzun kirpikleri bana hayran hayran bakarken gözlerimi kırpıştırdım. Elini uzatıp alnıma koydu. Pek tepki vermeyip bana biraz daha yaklaşıp dudaklarını alnıma bastırdı. Dudakları ordan ayrılıp boynuma gitti. "Ateşin yok," dedi. "Hm hm..." Diye bir mırıltı çıkardım.
Bu hoşuna gitmiş olacakki burnundan güldüğünü duydum. Gülümsedim bu sese karşılık. "Uyusak mı artık?" Dedim o benden ayrılırken.
Eliyle perçemlerimi geriye attı. Parmak uçları yüzüme temas etti. Buz gibi soğuk parmak uçları. "Geç sen, ben bir askeriyeyi arayayım." Dediğinde başımı salladım. O oturma odasına girdiğinde bende odama -iki gündür kaldığım onun odasına- girip saçımdaki tokayı çıkardım. Komidinin üzerine onu bıraktım. Tokayı bıraktığım yerin yanında duran tarağımı alıp saçlarımı karışmasını önleyecek şekilde taradım. Birkaç dakikam böyle geçtiğinde tarağı geri bıraktım. Ellerimi üzerimdeki kazağa attım. Yukarı kaldırıp üzerimden çıkardım. Odanın kapısının açıldığını duyduğumda kazağı üzerine tuttum. Arkamı döndüp içeri giren Barın'a baktım.
Kapının eşiğine durmuş bana bakıyordu. Gülümsedi, gülümsedim.
İçeri bir adım atıp elinin tersiyle ışığı kapattı. Odanın ışığı tamamen kapandığında içerisi zifiri karanlık olmuştu, sadece kapıdan içeriye sızan bir ışık vardı. Yerdeki döşemelerin çıt seslerinden bana yaklaştığını anlıyordum. Tam dibimde durdu, barut kokusu geliyordu burnuma. Göğsümü kapattığım kazağımı çekti. Ellerimi gevşetio kazağı eline bıraktım. O da yere attı. "Gir yatağa, bebeğim." Yanağıma bir öpücük bıraktı. Yatağın üzerindeki yorganı kaldırıp içine girdim. Bir süre sonra o da yatağa girdiğinde arkam ona dönüktü.
Sırtımı göğsüne yasladı. Göğsünde olmanın verdiği güven ile bacaklarımı kendime çektim. Kolları bedenime sarıldı. Avcu karnıma değdiğine tam içimde bir kelebeğin dolaştığını düşündüm.
Kelebek uçuşması diye bahsettikleri bu olmalıydı. Hatta çok daha fazlası. Kalp atışları hızlanıyordu, hızlanmış mıydı benimki? Fazlasıyla. Ellerde titreme olurmuş, oluyor muydu? Evet. Yüzde yanma hissiyatı varmış bir de. O var mıydı? Fazlasıyla.
"Ben seni çok seviyorum. Her şeyden çok, içimde bir şeyleri koparıp atacak kadar çok seviyorum. Kokunu hissettikçe başım dönüyor, yüzünü gördükçe ne yapacağımı şaşırıyordum. Otuz üç yaşında kocaman adam oldum hâlâ şunları bana yapmana inanamıyorum." Duraksadı bir süre. "Sana yemin ederim ki, yirmi üç yılını geri veremem belki ama yarım kalan çocukluğunu vereceğim sana. En güzel anılarla."
Olduğun yerde dönüp yüzlerimizin aynı hizada olmasını sağladım. Elimi yanağına koydum. Hafif sakallarını hissediyordum baş parmağımla okşadım yavaşça. "O gün lojmanda," dedim sakince. Seslerimiz fısıltı ile çıkıyordu. "Eğer gitmeseydin, babam seni bizim lojmana aldırsaydı..." Derin bir nefes aldım. "Yine sever miydin beni?"
Ses gelmedi ondan bir süre. Yanağında duran elimi alıp dudaklarına götürdü. Öptü.
"Yine severdim seni," dedi. "Sadece birkaç dakika konuşmuşken böyleysem o zaman ne yapardım, Elfida? Aşkından geberip biterken bir de öyle olsaydı ne yapardım?"
Biraz aşağı kayıp başımı göğsüne yasladım. Elimi de göğsüne koyup gözlerimi kapattım. "Ben sana söyleyeyim ne olacağını." Dedim kendimi uykuya bırakmadan önce. Saçlarıma oynamaya başladı yine. "Bir kız çocuğu sana deli gibi aşık olurdu, başına bela olur yanından ayrılmazdı. Küçük Elfida, kalbi olmadığına inanmışken aşık olsaydı, kafayı yer deli gibi gezerdi ortada." Dudaklarımı oynattım son kez.
"Senin gibi aklı başında değil, deli gibi severdi seni."
🔗
"Narin ama hadi bak yapma güzelim." Diye konuşuyordum karşımda kollarını bağlayıp ağlayan Narin'e. "Üzme beni bebeğim hadi. Hemen geleceğim ki..."
Bakışlarını halıdan çekmeden sadece ağlıyordu. Sıkıntıyla bir nefes aldım, aldığım nefes bana iyice sıkıntı verirken saçlarımı geriye attım. "Bak şimdi," dedim. Ellerimle yüzünü kavrayıp göz yaşlarını sildim.
"Benim bir görevim var ve bunu yapmam gerekiyor. Senin için," diye konuşmaya başladım.
Narin'in yaşındayken, babam bana bu konuşmaları yapar o gittiğinde kendimi aç bırakmamam ya da ağlamamam için uzun uzun benimle konuşurdu.
"Ben senin yaşındayken, yani çok küçükken babamda benim gibi görev yapardı." Dediğimde başını kaldırıp bana baktı şaşkın şaşkın. Ağlaması durmuş, yavaşça bana odaklanmaya başlamıştı. "Benim yaşımdayken mi? Sen de mi çok küçüktün?"
Güldüm. "Evet," dedim. Daha sonra devam ettim. "Babam bana hep derdi ki; Eğer uslu bir şekilde ben gelene kadar beklersen, bir yerlerde annesini babasını bekleyen çocukların ailesine kavuşmasını sağlarsın."
Kirpiklerini kırpıştırdı. "Kavuşur mu çocuklar anne babalarına?"
Ellerimi yüzünden çekip kucağına aldım onu. İyice sarıp sarmalayıp sıkıca sarıldım. "Polisler gibi mi, Elfida?" Diye sordu meraklı meraklı. "Sana bir sır vereyim mi?" Dedim.
Hemen başını göğsümden çekip bana baktı. "Neymiş?"
"Polislerden çok daha havalı biriyim." Dedim sessizce. Gülmeye başladığımda o da güldü.
"Gerçekten mi?" Dedi fısıldayarak.
"Gerçekten." Dedim saçlarını okşarken.
Derin bir nefes aldım. Kan bağımız yoktu, tesadüfen karşılaşmıştık. Annemin de dediği gibi, annelik sadece doğurarak olmuyordu.
"Elfida, bir saate çıkıyoruz. Hazırlan." Barın'ı kapıda gördüğümde başımı salladım. "Bakıcı ne zaman geliyormuş?"
Gözlerini bileğine dikti. "Yarım saate kadar da o gelir."
Narin'i kucağımdan kaldırıp ayağa kalktım. Üzerime operasyon kıyafetlerimi giyip çıkmam lazımdı. "Hadi bakalım, prenses. Sen oturma odasına geç, Alp abi sana çizgi film açsın."
Narin, kapıda duran Barın'a koşup kollarını açtı. Barın da eğilip Narin'i kucağına aldı. İki birlikte odadan çıkıp orturma odasına gittiler
Hızlıca dolabı açıp içinden siyah operasyon kıyafetimi çıkardım. Dolabın kapağını kapatıp alttaki çekmeceyi açtım.
Sırası ile, eldivenlerim, maskelerim ve bandanalarım vardı.
Hemen siyah bir kar maskesini çekip onun yanında eldivenlerimi aldım. Çekmeceyi itip kapattıktan sonda kıyafetlerimi yatağın üzerine koydum. Üzerimdekileri çıkarıp onları giydikten sonra aynanın karşısına geçip yarım at kuyruğunu çözüp hepsini bir toplayıp sıkı bir topuz yaptım saçlarımı.
Barın'ın ben gelmeden hemen önce ayarlattığı makyaj masamın üzerinden saç spreyimi alıp saçlarıma sıktım. Artık açılmazdı.
Eldivenlerimi takıp sırt çantamı da alarak odadan ayrıldım. Oturma odasına yürürken kapı çaldığında Barın odadan çıkıp kapıya yürüdü. Bende onun arkasından gittim. Çantamı vestiyerin kenarına bırakıp kapıyı açıldığında oraya döndüm.
Kapıda kumral, yirmi beş yaşlarında bir kadın duruyordu.
"Merhaba, Ayliz ben. Narin için gelmiştim." Dedi kadın elini uzatıp gülümseyerek.
Barın beni beklemeden kadının uzattığı elini sıkmaya yeltendiğinde ileri bir adım atıp kadının elini tuttum. Ayliz Hanım afallayıp bir Barın'a bir bana baktığında "Elfida ben, Narin'in koruyucu annesiyim." Dedim.
Barın kollarını göğsünde birleştirdi. Ayliz Hanım başını sallayıp "Memnun oldum Elfida hanım, çıkıyorsunuz sanırım birazdan." Dedi. Onaylar bir şekilde başımı salladım. Yapmacık olduğunu belli ederek gülümseyip kadının elinden elimi çektim. İçeriyi elimle gösterip girmesini beklerken Barın'a döndüm.
"Sevgilim sen kızımızın yanına geçer misin?" Dedim üzerine basa basa. Barın iki arada bir derede elini belime koyup temas ettikten sonra içeriye yürüdü. Tam dibimden geçerken ise "Kıskanışına ölürüm." Demeyi de unutmadı.
İstemsiz gülümserken Ayliz Hanım ile beraber içeri girdik. Kısa bir şekilde eşyaların yerini ve Narin'in odasını gösterdim. Ne yiyip ne yemeyeceğini de kendisine sormasını gerektiğini, istemediği bir şeyi yedirmemesi gerektiğini söyledikten sonra Narin ile vedalaşıp evden çıktık.
Hiç içime sinmiyordu onu yalnız bırakma işi ama yapmaz zorundaydım. Ona bir gelecek bırakabilmek için.
Babam da böyle düşünüyordu belkide, bana bir gelecek vermek için gitmişti.
Arabada giderken Barın bir bana bir yola bakıyor sırıtıyordu. Sinirimin bozulduğunu belli ederek konuştum. "Hayırdır? Aklın Ayliz Hanımlarda kaldı galiba."
"Yavrum, Allah'ını seviyorsan. Kıskandığın için gülüyorum ben. Hem benim gözüm senden başkasını görmez. Görmedi de."
Yirmi üç yıldır kimseyle çıkmamış mıydı yani? Sorsa mıydım?
Başımı sola çevirip arabayı süren sevgilime baktım. "Görmedi mi?" Dedim.
Derin bir nefes aldı. Aynadan arkadan gelen arabaları kontrol ettikten sonra direksiyonu sağa kırdı. Dudaklarını araladı. "Sekiz yaşımda seni ilk kez gördüğüm günden beri benim hayallerimde senden başka bir kadın olmadı Elfida." Dedi. "Olursa sıkardım kafama, başka bir kadını düşündüğüm an ihanet etmiş hissederdim kendimi. Bir an bile düşünmez sıkardım kafama. Ben iki kişiyi sevdim Elfida," dedi duraksadı bir an.
"Birisi sen, birisi de Elfida adında küçük bir kız çocuğu."
Kalbim hızlandı, hızını arttırmaya devam ederken dikkatlice onu izliyordum. "Senelerce beni sevdin, bir kere sarılamadan, dokunamadan. Sonra geldim, seni buldum. Bir kere gülmedim sana düzgünce, bir kere güzel davranmadım sana. Neden vazgeçmedin benden?"
Sabah saatlerimde olduğumuz içi güneş ışığı arabanın içine vuruyor, gözlerimi kamaştırıyordu. Ama onun zaten çekik olan gözleri birde güneş ışığıla kamaşarak iyice kısılıyordu ve ben buna bayılıyordum.
"Ben, sana beni sev diye aşık olmadım ki. Ben seni koşulsuz sevdim, Elfida. İstersen kır dök parçala, vazgeçmem senden. Ben senden tutuklu kaldım Elfida. Kopamıyorum." Araba askeriyenin önünde durup otomatik kapının açılmasını beklerken bana döndü. "Kopmak falan da istemiyorum."
Yeşil gözlerimi deniz mavisi gözleri ile buluşturdum. Bir okyanus ve kocaman bir adanın birleşimi gibiydik.
Her denizin bir ormana ihtiyacı varmış, her ormanın da bir denize. Orman içindeki yangınları ile yanıp tutuşurken sönmek için bir suya ihtiyaç duyarmış. O esnada deniz koşarmış yardımına.
Benim denizim oydu.1
Camlardan dışarıyı kontrol edip kapının açılma hızı ile beraber ilerleyip Barın'a uzandım. Yanağına bir öpücük bırakıp geriye yaslandım. O bir şey diyecekken kapı açıldı. Hızlıca arabayı ilerletirken "Alırım bunun acısını." Dedi.
"Askeriyeye girdiğimize göre komutanım deme moduna geçebilirim." Dedim araba dururken. Kemerimi açtığımda o da kemerini açtı. "Bana yer fark etmiyor, her yerde karım diyeceğim." Omzunu silkip arabadan indi. Ben kapıyı açacakken hızlı adımlarla dolanıp benim olduğun taraftaki kapıyı açtı. Şaşkın şaşkın ona bakarken elini bana uzattı. "Karıcığım, yardım edeyim."
Gözlerimi devirip uzattığı eli tuttum. "Teşekkür ederim, komutancığım."
Arabadan elinden destek alarak indiğimde, adımımla birlikte kapıdan bir ses geldi. "Komutan Yıldırım," dedi gür bir ses.
Barın elimi bırakmadan ardına döndü. Bahçe kapısına baktığında bende oraya döndüm. Yaşlı, üzerinde kamuflaj olan omzunda yıldız değil, Orgeneral rozeti omzunda takılıydı.
"O kim?" Dedim adama bakarken.
"Hayat il komutanlığının en üst rütbeli askeri. Uzun süredir görüşmüyorduk. Çocukluğumu bilir." Dedi Barın.1
Elimi çekip asker selamında durmamız gerektiğini fark ettiğimde, Barın sıkıca elimi tutup yürümeye başladı. Ne yaptığını anlamayıp onunla birlikte yürüdüm ama fısıldayarak sürekli durmasını söylüyordum. O ise durmadan yürüyordu.
Askerin tam karşısında durduğumuzda Barın tuttuğu elimi havaya kaldırdı.
"Sana sevdiğim kadınla geleceğini söylemiştim."
O sihirli cümle dudaklarından dökülüp bedenimi, ruhumu ele geçirmişti. Herkese mi benden bahsetmişti? Yıllardır hiç bıkmadan herkese beni mi anlatmıştı?
Karşımızdaki asker bana döndü. Gülümsedi babacan bir tavırla. "Demek bizim oğlanın sevdalısı sensin." Dedi laz şivesi ile. "O zamanlar emindim seninde vatanına bağlı bir kız olacağından."
Başımı bir ker salladım. "Sağ olun, komutanım." Diye mırıldandım.
Barın havadaki elimizi indirdi. Bırakmak yerine daha çok kenetledi ellerimizi. "Alp'in sevdalısı, babasının yavru kurdu."
Şaşkın bir tavırla gözlerim açıldı. Ağzım hafifçe araladığında "Babamı tanıyor muydunuz?" Dedim. Güldü, başını salladı. "İsimsizler birliğinin ilk kurulduğu yıllarda, babanla aynı görevlere çıktım. Hayatımı ona borçluyum kızım."
Babam, beni yine şaşırtmamıştı.
"Sadece Alp oğlumun karısı olarak değil, silah arkadaşımın kızı olarak gel kızım. Yardıma ihtiyacın olduğu her anda buradayım." Dedi sonra.
Komutan Yıldırım'ın gelecekteki karısı, Hakan Türkeç'in öz kızı, Ünlü yazar, Feyza Türkeç'in kızı, MİT Ajanı Elfida Türkeç.
Aldık mı tüm devleti arkamıza?
Aslan gibi annem babam, aslan gibi sevgilim ve dağ gibi devletim vardı.
Başka da hiçbir şeye ihtiyacım yoktu.
"Sağ olun, komutanım." Dedim. "Adınızı öğrenebilir miyim?"
Bir süre Fetih komutan ile sohbet ettikten sonra beraber askeriyeye girdik. Operasyon yapılması için hazırlıkların olduğu odaya girip operasyon planları dağıtıldı. Yerler belli olduğunda hepimiz birlikte silah odasına indik.
Barın bir an olsun yanımdan ayrılmıyor, bir şekilde dibimde bitiyordu. Hoşuma gitse de, beni sürekli gözetlemesi, sanki kendimi koruyamayacakmışım gibi davranması birazcık sinirimi bozuyordu. Kötü anlamda değil, sevgilimin bana olan güveninden emindim, bende ona güveniyordum. Ama nasıl bir ajan olduğumu o çok iyi biliyordu.
Silah odasına tim olarak girip silah hazırlıkları da yapıldığında Barın ortadaki masanın bir ucuna geçti. "İsimsizler!" Dedi gür sesiyle. "Gidiyoruz, Akgün itinin işini bitiriyoruz. Anlaşıldı mı?"
Hep bir ağzından konuştuk "Anlaşıldı, komutanım!"
"Tim dışarı," dediğinde kapı tarafındakiler başlayarak kapıdan dışarı çıktı. Barın'ın sağında durduğum için yanından geçerek odadan çıkacaktım ki onun sesi beni durdurdu. "Elfida," dedi.
Başımı ona çevirip yönümü ona döndüm. "Efendim, komutanım?" Dedim.
Kapıya bir bakış atıp tekrar bana döndü. Dibime bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı. Kollarını belime sarıl beni kendine çekti. Hiçbir şey söylemeden sarılmaya devam etti.
Anlamıyorum, nasıl hem çok sert hemde aşırı duygusal olabiliyorduk?
"Alp," dedim fısıldayıp kollarımı boynuna sararken. "Hm?" Diye mırıldandı.
"Sana sarılmam için kötü mü olmam gerekiyor?"
Dudaklarını boynuma bastırıp bekledi. Kokumu içine çektiğini hissedebiliyorum. Bu beni gülümsetti.
Geriye çekildiğinde bende kollarımı boynundan çektim. Eğilip yanağıma bir öpücük bıraktı. "Hadi gidelim." Dedim.
Başımı salladı. Masadan eline aldığı dosyayı da kolundaki çantaya tıkıştırıp çantayı sırtına taktı.
Dışarı çıkıp helikopter ile varacağını zaten yeri konuşmaya başladık.
Helikoptere yerleştiğimizd yüksek kesimlerde kar olduğunu gördüm. Kasım ayının sonlarında olmamıza rağmen kar kendini göstermiş, etraf bembeyazdı. Kefen gibi.
Üzerimdeki siyah operasyon kıyafetim bedenimi sıkıca sardığı için üşümüyordum. Elimde sıkıca tuttuğum kar maskeme baktım. Bunlardan ibarettik. Ve bundan daha gurur verici bir şey yoktu.
Derin bir nefes aldım, göğsüm sıkıntı ile doldu. Bir sis bulutu çöktü üzerime, dışarıdan gözükmeyen ama içeriden çok net anlaşılan.
Gözlerim etrafta gezinirken onunla göz göze geldim. Çapraz sağımda oturuyordu. Üzerinde özel kuvvetler üniforması vardı. Boynunda asılı duran maskesi ve dağınık koyu kahverengi saçları onu gördükçe daha çok aşık olmama neden oluyordu.
Dudaklarını kıpırdattı. Ses çıkarmadan konuştu.
Şimdi anlıyorum, bu adama neden kalbimi verdiğimi.
Dudağının sol kenarı yukarı kıvrıldı. Etraftaki askerlerden dolayı tamamen gülümsemek istemiyordu.
Bunu yapması bile askeriyede dönen muhabbetlere göre mucize falandı.
🔗
"Asker!" Diye gür sesi etrafta yankılanacak, beyaz karların üzerinden geçecek şekilde konuştu, Barın Alp. "Görevimiz, şeref!" Dedi bu kez. Timden yüksek bir ses geldi. "Şerefimiz, vatan!"
Karın üzerinde tim yan yana dizilmiş, tam karşılarında komutanları duruyordu. Hemen gerilerinde de geldikleri helikopter vardı.
Hava soğuk, bedenleri sıcak olduğu için dudaklarının arasından çıkan hava yüzlerinde maske olmasına rağmen buhar olup dışarıya çıkıyordu.
"Hepimiz birlikte ilerliyoruz! Kimse birbirinden ayrılmayacak. Tek biriniz geride kalırsa, canını okurum!"
Tim aynı anda hazır ola geçip aynı anda asker selamı verdi.
"İlerle, İsimsizler!" Diye komut verdi, Barın Alp.
Silahlar aynı anda çıktı. Uyum içinde ileriye bir adım attılar. Tetikler çekildi, silahlar göğüs hizasına gelip etrafı kontrol ederek beyaz dağların üzerinde it avına çıkıldı.
"İleride, küçük bir kulübe var. Teşkilatın verdiği istihbarata göre, Akgün ve Sağ kolu burada kalıyor." Diye arkadan bilgileri vermeye başladı, Elfida.
Gelmeden önce, Arif başkan ile konuşmuş. Tüm bilgileri almış, küçük bir araştırma ile Akgün'ün sağ kolu olan Hayyam hakkında bilgiler almıştı. Anlatmaya devam etti.1
"Adam yirmi yaşlarının sonunda, küçüklüğünden beri Akgün'ün babası ve Akgün ile çalışıyor. Tam bir vatan düşmanı yani."
Kar tozutmaya, hava hızlanmaya başladı.
Gözlerini devirdi, Elfida. Gelen sorudan dolayı değil, Hayyam'ın mansup olduğu millet Türkiye olduğundan.
"Anadan babadan, Türkiyeli. Türk demeye dilim varmıyor." Dedi sinirle. Diğerlerinden ses çıkmazken son kez anlattı. "Ülkenin içinden de vatana zarar verilir. Hemde dışarıdaki zarardan fazla."
Dağdaki çukurlar artıyordu, kar yağışı nedeniyle görüş mesafesi olabildiğince azalmıştı. Ellerde silah, bedenlerde üniforma, akıllarda görev ve kalplerde vatan vardı.
Barın Alp en önce ilerlerken, en az beş santimi bulan karın altından, kenarı çıkan, kırmızı bir şekilde duran tabelaya baktı. Beş metre kadar ileride duran tabela ona tek bir şey anlatıyordu.
"Asker dur!" Dedi korkusunu belli etmeden. "Kimse kıpırdamasın!"
Geride onu izleyen İsimsizler oldukları yerde kaldılar. "Ne oldu, komutanım?" Dedi, Akın.
Barın Alp etrafına bakınmaya başladı. Bir çare lazımdı. İlk önce o tabelaya ulaşıp ne olduğunu öğrenmesi gerekiyordu.
"Mayın," diye bir kelime döküldü dudaklarından. "Mayınlı bölge olabilir."
Arkasını dönüp askerlerine baktı. Yüzündeki siyah maskeyi burnunun üzerine çekip "Tabelaya ulaşmamız gerek." Dedi.
Elfida sağına soluna baktıktan sonda çantasını çıkardı. Dizine yaslayarak en az otuz kilo olan çantasını açtı.
"Ne arıyorsun?" Dedi, yanında duran Asya.
"Karın altına ulaşıp, mayın varsa kontrol edecek herhangi bir şey." Dedi Elfida fazla sakin bir sesle.
Asya başını çevirip Akın'a döndü. "Ağır bir şey var mı?" Diye sordu. Akın birkaö saniye ona bakıp daha sonra çantasını açtı. Barın ikisinin de çantasını açtığını gördüğünde, gür sesi ile "Herkes eline ağır bir şey alsın. Tek bir çizgi üzerinden gidiyoruz. Tabelaya ulaşana kadar kontrol edeceksiniz!" Dedi.
Elfida çantasından çıkardığı iki farklı yuvarlak ağırlığı eline aldı. Daha sonra mermi ve silah cephanesinin altından iki tane bomba çıkardı. Eline aldığı bombayı operasyon kıyafetinin üzerine astı. Ağırlıkları ise Barın Alp'e bakıp "komutanım." Deyip ona doğru fırlattı. Barın Alp ona gelen ağırlığın ikisini de tutup önüne döndü. İlerlediği yolda yere temas edecek çekilde fırlattı. Ağırlık hiçbir soruna uğramadan küçük bir mesafe yol alırken Barın Alp ağırlığın kar üzerinde çizidiği yoldan yavaş adımlarla yürümeye başladı.
"Arkamdan gelin!" Dedi ikinci ağırlığı de ileriye yuvarlarken. Ağırlık diğerinin aldığı yol kadar ilerleyip yerdeki küçük bir çıkıntının üzerinde durdu.
Komutan şüphe ile ağırlığın olduğu yere yürüdü. Dibine girmeden çıkıntıyı inceledi. "Yaltı," diye seslendi.
"Buyurun, komutanım!" Dedi Yaltı bir adım ileri atıp, Barın Alp'in ardında dururken. "İmha edebilir misin?"
Yaltı hiçbir tepki vermeden kamuflajının cebinden iki farklı alet çıkardı. "Ayıpsınız komutanım. Oyun bile oynarım ben onunla."
"Hadi aslanım, oyuna gerek yok. Hallet, yeter. Şansımıza patlamadı."
Barın Alp geriye bir adım atıp, Yaltı'ya yer açarken. Yaltı hemen hazılanıp ağırlığı hareket ettirmemeye özen göstererek dizlerini karın üzerie yasladı. Mayının bir karış altından bir çukur kazıp toprağın altında duran mayını aramaya başladı.
Arkadan dizilen İsimsizler, Yaltı'nın yaptığını izliyordu.
Tek bir yanlış hareketi iki canın gitmesine neden olurdu.
Vatana ihanetten içeri giren bir adamın, ülkesini satan bir annenin evladıydı o.
Bomba imha uzmanı, Teğmen Yaltı Türkoğlu.
Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, vereceği en fazla kaybı çoktan vermiş olan bir kurşun asker.
Tek bir kabloyu kesti. Yüzünde, maskesinin altından bir gülümseme belirdi. Gurur doluydu. "Komutanım, ilerleyebiliriz."
Barın Alp, Yaltı ile beraber yan yana ileride yürürken, hareketleri özen dolu ve korkusuzdu.
Yerde duran tabelaya baktı, eğilip baktığı sırada arkadan Akın konuştu. "Komutanım, kaldıracak mısınız?"
Emre ve Alper yan yana durmuş etrafı kolaçan ediyor, Elfida, Asya ve Akın onların biraz önünde durmuş, komutanlarını izliyorlardı. En sonda, Buğra ve Kerem vardı. İkisi omuz omuza geliyorlardı.
"Tuzak olabilir, Yaltı. Sen tabelayı kontrol edebilir misin?" Diye ileriye doğru konuştu, Elfida. Her an her şey olabilirdi.
"Ederim," dedi Yaltı. "Komutanım, izniniz var mı?" Diyerek onay bekledi. Barın Alp eğildiği yerden kalkarken "Var, aslanım. Bak." Dedi.
Bismillahirrahmanirrahim. Dedi, yere eğilirken. Dilinde bir dua, elinde askeri mühimmat, sırtında kırk kilo.
Tabelanın ucundan hafifçe tuttu. Elindeki kablo kesmek için kullandığı makası uzattı. Tabelanın üzerindeki karı eliyle iterken, üzerindeki yazıya baktı.
"Orospu çocukları," diye bir küfür savurdu. Derin bir nefes alarak devam etti. Tabelanın altında beklediği gibi bir kablo bulamayınca, tuttuğu nefesini bıraktı. Ellerini yere yaslayıp kısa bir süre rahatlamaya çalıştı.
Barın Alp elini yerde oturan Yaltı'nın omzuna atıp iki kez vurdu. "Kalk aslanım."
"İsimsizler! Her adımınızı diken üstünde atın! Hepsini diri diri toprağa gömmeden, kimse toprağın altına girmeyecek!" Diye uyarısını yaptı.
Tim aynı anda onaylayıp ileriye yürümeye başladı.
Yüksek dağda ilerleme yaparlarken, üstten ışık hızıyla iki İHA geçti.
Barın Alp'in telsizinden bir cızırtının ardından konuşma geldi.
"Yüzbaşı Yıldırım, demirden kanatlarımız ile üstünüzdeyiz. Kılıcınız keskin, gazanız mübarek olsun."
Göğsündeki telsizi çekip aldı. Sıkıca tutup ağzına yaklaştırdı. Gözleri havada süzülen bir İHA ve Hava aracındaydı.
Elindeki telsizi tekrar göğsüne asıp yolda ilerlemeye devam etti.
Tim olduğu yerde kalıp, onlardan yüz elli metre kadar ileride olan, sadece çatısı gözüken kulübeye baktı.
"Ya içeride değilllerse?" Dedi, Alper.
Barın Alp, keskin bakışlarını ileriden çekmezken konuştu. "Elimize gelemi alırız, elbet onlara da sıra gelecek."
Hep demişti; Sıra size de gelecek.
"Şimdi ikiye bölünüyoruz," dedi. Arkasına dönüp askerlerine baktı. "Akın, Kurt 2'nin komutanı sensin. Tek bir yanlış hareket, tek bir hata istemiyorum. 5 asker alıp ilerle."
Akın, yanında duran Asya'ya baktı. O onunla gelecekti. Başını diğer tarafa çevirip, dizilmiş gibi duran Alper, Ömer, Emre ve Kerem'e baktı.
Altısı yan tarafa kayıp beraber giderken, geride kalan Barın Alp, Yasin, Yaltı, Buğra ve Elfida ortada birbirine yaklaştı. "Elfida, arkama geç." Elfida memnuniyetsiz bakışlarını Barın Alp'in üzerine dikerken, o hiç öyle bakma der gibi başıyla geçeceği yeri gösterdi. Yasin'e döndü. "Dizilin, yanımdan ayrılana, hafta içi iznini vermem."
Temkinli ama hızlı adımlar, karın üzerinde iz bırakarak giderken, yağmaya devam eden kar izlerini siliyordu.
Çoktan yaklaştıkları kulübenin etrafında en fazla on adam duruyordu.
"Yasin, silahı hazırla. Öndekiler senin."
Yasin gururlu bir şekilde silahını alıp yere göğsünün üzerine uzandı. Yere sabitlediği silahının dürbününü ileriyi görecek şekilde ayarlayıp kapının en uzağında duran adamın üzerine nişan aldı.
Susturucu takılı silah ses çıkarmadan uzak mesafeden birini yerle bir ederken diğerleri fark etmemiş, hale etrafa bakınyordu. Yasin bu kez silahı onun yanındaki adama doğrulttu.
"Komutanım, bunu indirirsem, diğerlerini de halletmemiz gerek. Biri daha lazım." Dedi sağ gözünü silahtan çekmezken. Elfida ileri atıldı. "Ben yaparım." Dedi. Elimdeki tabancayı beline takıp Yasin'in yanındaki nişancı silahını aldı. "Uzak mesafe, vurabilir misin?" Diye sordu, Yasin.
Yasin silahının tetiğini çekti.
İki silah aynı saniyeler içinde ses çıkarmadan ateş alırken, ilerideki adamlar alınlarının ortasından vurularak yere serildi.
"Lafımı geri alıyorum, sormadım say."
Elfida silahını, korku içinde etrafına bakınıp yerde yatan atama koşan adama doğrulttu. Silahın lazeri, adamın ensesinde birkaç saniye gezindikten sonra tetiğe bastı. O da diğerlerinin yanına yığılıp kaldı.
"Bu itler çalışır üç kuruş alıp devletini satmak için," dedi silahıyle birlikte ayağa kalkıp üzerindeki karı eldiven takılı eliyle çırparken. Devamı Barın Alp'ten geldi. "Kahramanlar can verir, yurdu yaşatmak, bu kahpelere fırsat vermemek için."
Başını kaldırıp karşısındaki, komutana baktı, Elfida. Siyah maskesinden yalnızca gözleri görünüyorken, tam karşısında saçları ve gözleri gözüken komutanının gözlerine kilitlendi.
Bembeyaz bir örtünün üzerinde, yeşiller ve maviler birleşti.
Elfida'nın kulağındaki minik kulaklığa bir ses doldu. Kendini toparlayıp sese odaklandı. "Arka taraf temiz. İçerideki birileri var ve bizden haberleri olmadığını düşünüyoruz." Alper konuşup durumu bilgilendirirken Yasin kendi kulaklığına da aynı ses geldiği için olduğu yerden kalkıp silahını aldı.
"İlerliyoruz, içeriye önden gireceğiz ama arka taraftan kontrol ederek gelin." Dedi, Barın Alp kulaklığına dokunuo mikrofonu aktif hale getirince.
Barın Alp, Elfida'yı tekrar arkasına alıp yanında Yasin ve diğer yanında Buğra ve Yaltı ile yürümeye başladılar.
Kulübenin camlarında simsiyah perdeler vardı, onları fark etmeleri an meselesiydi. Hızlı adımlarını kulübeye ilerletirken kapının dibinde, camın hemen altındalardı.
Onlar sağ tarafta, Akın ve diğerleri sol taraftaki camın altındaydı.
Elini yumruk yapıp yukarı kaldırdı. İlk önce işaret, sonda orta parmak ve en son yüzün parmağını açtığında Akın kapıya bir tekme attı. Onun ardından Yaltı, Buğra, Asya, Alper, Ömer, Emre, Kerem, Yasin ve onunla birlikte Barın Alp içeriye girdi.
Elfida arkada kaldığında kapının önünde beklerken aklına gelen şey yüzünde bir gülümseme bırakmıştı.
"Ne oluyor lan!" Dedi içeriye giren Akın'ın bedenini gören, ardından içeriye dalan tim'i gören koltukta oturan adam. Ayağa kalkıp silahına davrandığında Asya'nın silahından çıkan bir kurşun onun koluna isabet etmiş ve onu tekrar koltuğa oturtmaya yetmişti.
"Bunlar kim!" Diye sinirle konuşup, elindeki silahlara davranan, arkaya dizilen 5 kişi kapama kısıldıklarını anlamalarına rağmen direniyordu.
"Yasin ben," dedi Yasin. "Başçavuş olanından."
Adamın bakışları Yasin'e kaydığında bu kez Barın Alp konuştu. "Komutanı bakımından buradayım tek hareket yapanın hayatı kayar."
Barın Alp cümlesini bitirir bitirmez, cümlesine nokta gibi silah sesi geldi.
"Türk istihbaratı! Yat yere yat!" Diyerek elinde bir el bombası ve silahla içeriye girdi birisi. Tanıdık bir kadın sesi.
"İlk ve tek uyarım, acımam dağıtırım hepinizi!"
İşte komutan Yıldırım'ın beklediği an buydu.
Bu Elfida Türkeç'ten başkası olamazdı.
Milli İstihbarat Teşkilatı Ajanı Elfida Türkeç'ten başkası olamazdı.
"Ya buradan bizimle iş birliği yaparak sağ salim ayrılırsınız," diye seçimini sundu. "Ya da hiçbirinizin tek bir parçasını bulamazlar."
Barın Alp geriye bir adım atıp Elfida'nın yanına geldi. Aynı şeyi tim sırayla yapıp karşıdaki teröristler ile araya biraz mesafe koyduğunda teröristlerinin hiçbirinin yüzü araştırdıkları adamların yüzü değildi.
"Geberip gideceksiniz!" Dedi arkadan bir ses. Barın Alp kaşlarını çattı. "Hatırlatayım mı, gençler arkadaşa?"
"Hatırlatın komutanım." Dedi Asya.
Barın Alp silahını karşısındaki adama doğrultup "Eğer ben buradan ölü çıkarsam, milleti için öldü, şehit oldu derler. Ha isimlerimiz yazılmaz o muamma." Dedi. Silahının tetiğini çektiği sırada adamı baştan aşağı süzdü. "Ben senin kafana bir kurşun sıkıp buradan çıkıp gidersem, senin ölüne leş derler."
Karşı taraftan birisi tetiği çekip silahı Barın Alp'e doğrulttuğunda, Yasin ileriye atlayıp elindeki silahla karşıya bir kurşun sıktı.
İki tarafın da silahından kurşun çıktı.
Birisi teröriste, birisi Yasin'e isabet etti.
Geriye doğru yalpalanan Yasin'i arkadaşı Barın Alp tutarken, tim önündeki adamların leşlerini almak ile meşguldü.
Elfida ileriye adım atıp yerde yatan adamın yerdeki silahını ayağı ile itti. Aynı hareketi beş kişi içinde yaparken başlarında bekleyip Kerem, Emre, Alper ve Buğra'nın adamlara yaklaşıp üstlerini aramalarını izledi.
Yasin, omzuna yakın bir yerlerde koluna aldığı merminin etkisini atlatmaya çalışıyordu. İçine giydiği çelik yelek göğsünden veya oraya yakın bir yerden vurularsa da yararlanmasını engellerdi.
Yasin sağ elini, sol koluna bastırdı.
"İyi misin lan?" Diye sordu, Barın Alp. Bir an korkmuştu. Bir şey olur diye.
"Oğlum vuruldum lan!" Dedi sinirle.1
"İddiayı kaybettin hacı, gidince bin kağıt çalışır artık senden." Araya Kerem girdiğinde Yasin elindeki silahın ucuyla Kerem'in kafasına vurdu. "Pezevenk! Komutanın yaralandı burada! Gelmiş iddia diyor ya."
Barın Alp, sinirini belli ederek sesli bir nefes verip, gözlerini devirdi. Yasin ve Kerem'i orda bırakıp geriye birkaç adım atıp yerdeki adamları alan Tim'e baktı.
"Yine yok, yine!" Elfida etrafa bakınuo bir şeyler ararken konuşuyordu.
"Elfida, biliyorduk zaten burada olmadığını." Diye sakineşmesi gerektiğini ima etti, Asya.
Elfida köşedeki çekmeceleri açıp içlerini kontrol ederken en alttaki çekmecede denk geldiği fotoğraf ile donup kaldı. Fotoğrafta sarışın, mavi gözlü bir kız bebek vardı.
Elini uzatıp fotoğrafı aldı. Kimseye bir şey söylemeden fotoğrafın arkasını çevirdi. Bir tarih ve bir not vardı.
Zamanı geldiğinde, Hakan Türkeç ve Barın Alp Yıldırım'ın işinin bitmesinden büyük rol oynayacak o karakter. Sahre Sara Liyan.
Fotoğrafı hızla ikiye katlayıp cebine koydu. Çekmeceyi aramayı bitirip doğrulduğunda arkasını döndü. "Çıkmamız lazım, önce şu itlerden Akgün ve Hayyam'ın yerini öğrenmemiz gerek." Dedi
"Alper, Emre, Ömer." Diye seslendi, Barın Alp. "Siz şu karşıdaki odayı arayın. Burası bizde."
Üçü hızlı adımlarla karşı odaya giderken Akın, Asya ve Yaltı oldukları yerde adamların karşısına geçti.
Kerem, Yasin'in yanında duruyordu.
Barın Alp Elfida'yı kolundan tutup yanına çekerken Buğra ikisine bakıp derin bir nefes aldı. Almaya çalıştı. Bir süre onları izleyip dışarı çıktı. Kapının önündeki merdivenden oturmaya başladı.
"İyi misin sen?" Dedi, Elfida'nın yüzünü avuçları arasına alırken. Elfida başını salladı. "İyiyim." Dedi. Fotoğrafı buldum demedi. Bir şeyler oluyor demedi.
"Çıkıyoruz, destek ekibi çağırın. Alsınlar bunları. Karargaha götürsünler."
Elfida telsizini eline aldı. "Türkeç'ten Teşkilat'a. Başkanım destek ekibi istiyoruz. İşimiz bitti. Etrafı arayacak arkadaşları da göndermenizi istiyorum."
Telsizini kamuflajına koyduğunda Barın Alp "Tim! Çıkış yapıyoruz!"
Alp mikrofonundab helikopterin oldukları yere iniş yapması gerektiğini haber verip, dışarı çıktı. Timin geri kalanı içerideki son işlerini hallederken merdivende oturan Buğra ile karşılaştı.
"Hayırdır?" Diye sordu yanında dikilirken. Buğra onun sesini duyar duymaz ayağa kalktı. "Ne iş?" Diye sordu.
Başını kaldırıp boy farkları yüzünden kafasını yukarı dikerek Barın Alp'e bakan Buğra "Elfida ve sen diyorum. Hani asker komutandınız siz? Hani Yıldırım aşık olmazdı?"
Buğra'nın ters ters sesine karşılık Barın Alp yakasından tutarak "Hesap mı soruyorsun lan sen benden?" Dedi sesini yükselterek.
"Buğra, yemin ederim gömerim seni buraya! Attırma beni tepemin tasını. Elfida'yla olan ilişkim mi zoruna gitti?!"
Barın Alp kurduğu cümleden sonra aklına gelen şey ile çattığı kaşlarını gevşetti, Buğra'nın yakasında olan elini geri çekti. "Bak oğlum, kafanın içinde neler dönüyor çok iyi biliyorum. Karım olacak kadına bir daha böyle bir düşünce ile yaklaşırsan gebertirim seni."
"Sen yokken ben vardım! Benimle mutluydu!" Diye isyan etti, Buğra.
Kapının eşiğinde onları izleyen, Elfida'yı ikisi de görmüyordu.
Barın Alp, haftaya kaldırdığı yumruğu Buğra'nın yüzüne indirecekken Elfida araya girip Barın'ın elini bileğinden tuttu. "Durun! Yeter!"
Barın Alp ile karşı karşıya duruyor, Buğra'ya siper oluyordu.
"Bırak Elfida, duymadın mı dediklerini?"
Alp havadaki elini indirip, Elfida'nın elini tuttu. Hala karşı karşıya beklerlerken "Niye söylemiyoruz ki biz zaten!" Diye çıldırıp çıkıyordu. Elinden tuttuğu kızı yürüyüp evin önüne getirdi.
Bu esnada yukarıdan helikopterin sesi geliyordu.
"Komutanım, helikopter geliyor." Diye alttan alttan uyarısını yaptı, Elfida.
"Tim dışarı çıkın!" Diye bağırdı, Barın.
Herkes tek tek dışarı çıkıp el ele tutuşan Barın Alp ve Elfida'ya baktığında Yasin üstün oyunculuk gösterisini sergileyip "Aldattı beni!" Diyerek kendini yere attı. Kolundan akan kan beyaz karı kırmızı yaparken Kerem Yasin'i yerden kaldırdı.1
"Elfida'ya tek biriniz yaklaşırsanız yakarım. İlk ve son uyarım." Diye konuşmaya başladı, Barın Alp. "Özellikle aranızdan birisi." Dediği sırada gözlerini Buğra'nın üzerine dikti.
Elfida elini Barın'ın elinden çekip sinirli sinirli ileriye yürürken "Nereye?" Diye arkasından bağırdı, Barın. "Senden uzağa! Ruh hastası!"
"Ha yine terk ederim diyorsun yani!"
Alper dirsepi ile Emre'yi dürttü. "Demedim mi oğlum ben size, aralarında var bir şey. Fotoğraflarını gördüm diyorum ya. Önceden beri tanıyorlar birbirlerini."
Alper'in sesini duyan Buğra ona baktı. "Önceden beri mi?"
Alper başını salladı. "Evet abi, fotoğrafları vardı. İkisi küçücük. Lojman vardı bir tane orada arabanın önünde fotoğrafları vardı."
Onlar aralarında konuşmaya devam ederken, Elfida önde Barın arkada bağıra bağıra gidiyorlardı.
"Gelme lan peşimden!" Dedi Elfida başını arkaya çevirip tekrar önüne dönerken
"Cehenneme git, oraya da geleceğim! Dur artık!"
Barın karda koşup öndeki kadının kolunu tuttu. Evden kısa bir mesafe uzaklaşmışlardı. Tim onları görebiliyordu.
"Elfida!" İkisi birbirine bakarken Elfida Barın'ı ittirdi. "Kızım bir dur."
Barın Alp Elfida'yı kollarından tutup sabitledi. "Bırak lan delirtme beni!"
"Lanlı lunlu konuşma benimle!" Diye bağırdı, Alp.
Elfida kaşlarını çattı. "Komutanım mı diyeyim? Olur uyar bana." Dedi ima yaparak.
"Komutanını sikeyim! Yeter lan bendeki de can!"
Barın Alp sinirle ellerini Elfida'dan çekip ona baktı. Gözleri birleşirken yüzündeki maskeyi indirdi. Elfida da aynı anda başındaki maskeyi çıkardı.
"Neyinim ben senin bir açık konuşsana sen bana? Oyuncağın mıyım? Ne sanıyorsun kızım sen beni?" Sesini yükselte yükselte Elfida'ya konuşurken tim onları izliyordu. "İtin birisi aramıza mesafe koymamızı isteyecek, bende sevdiğim kadınla arama mesafe koyacağım öyle mi?" Dedi kaşları havalanırken. "Sikerim öyle düzeni!" Ayağı ile yerdeki kara bir tekme savurdu. "Sikerim öyle arkadaşlığı!"
"Bağırma bana!" Diye çıkıştı Elfida.
Elfida anlamayıp ona bakarken, ortamın soğukluğu umurlarında bile değildi. "Dalga mı geçiyorsun benimle? Bu adam zaten bana aşık, ben parmağımda oynatırım mı diyorsun kendi kendine?" Diye konuşmaya devam etti, Barın Alp. "Oynat lan! Oynat anasını sikeyim! Ona da kabulum!" Dedi.
"33 yaşında adamım bir düşün, bu adam beni yıllarca nasıl sevmiş? Bir kere dokunmadan nasıl dayanmış? Şimdi bu tepkileri vermesi normal diye bir düşün!"
Elfida dayanamayarak ileriye atıldı. Elindeki maskeyi yere atıp karşısındaki Barın Alp'in yüzünü avuçlarım arasına aldı. Bir an bile düşünmeden dudaklarını birleştirdi.
İşte şimdi bedenler yanıyordu.
İkisinin dudakları hareket etmeden olduğu gibi kalırken, birkaç saniye geçmeden Elfida geri çekildi.
Şaşkın şaşkın birbirlerine bakarlarken Elfida, Barın Alp'in yanından yürüyüp gidiyordu ki, kolundan tutulup geriye çekildi.
Barın Alp, kolundan tuttuğu kadını kendi bedenine yaslayarak boynuna elini koydu. Dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Beklemeden dudaklarını hareket ettirerek onu öpmeye başladı. İstekle, arzuyla, içinin yangınıyla öpmeye devam etti.
Yukarıdan iniş yapan helikopterin kanatları üzerlerine karı püskürtüyordu onlar ise umursamadan devam ediyordu.
Bu kez Barın geriye çekildi birkaç santim. Eli Elfida'nın beline gitti.
Alnını alnına yasladı. Sinirinin geçtiğini biliyordu. O kadın onu rahatlatıyor, sakinleştiriyordu. Kalbi küt küt atarken, sakinleşmek namına aldığı nefesi bıraktı.
"Yok, beğendim." Dedi gülümserken. "Çok beğendim hemde."
🔗
Saat gece yarısını geçmişti. Hastane koridorları sakin, neredeyse uykudaydı. Dicle, nöbetçi doktorların kullandığı odanın loş ışığında bir fincan kahveyle yalnız kalmaya çalışıyordu. Başını dosyaların üzerine yaslamış, birkaç dakika uyuklamayı umut ediyordu. Ancak acil serviste sakinlik hiçbir zaman uzun sürmezdi.
Birden sessizliği bozan hemşirelerden biri, kapıyı hızla açtı. Solgun bir yüzle, “Doktor Dicle, acile yaralı bir asker geldi. Hemen bakmanız lazım,” dedi.
Dicle’nin kalp atışları hızlandı. Yıllardır bu tür durumlara alışkındı ama her gelen haberde yine aynı heyecanı hissederdi. Aceleyle önlüğünü aldı, eldivenlerini cebine attı ve hemşireyle birlikte acil servisin olduğu kata koştu. Gözleri, getirilen hastanın kim olduğuna dair bir ipucu arıyordu. Nihayet sedyedeki yaralıyı gördüğünde, içindeki tüm korkular gerçeğe dönüştü.
Onu ilk gördüğü an, zaman bir anlığına durdu. Yasin’in yüzü her zamanki gibi güçlü ve kararlı görünüyordu, ama sol kolundaki kan birikintisi, her şeyin göründüğü kadar iyi olmadığını haykırıyordu. Gözleri yarı kapalıydı, ama Dicle’ye bakmayı başarıyordu. Onun bakışlarıyla karşılaştığında hafifçe gülümsedi.
“Dicle,” dedi, sesi zayıf ama o tanıdık sıcaklıkla doluydu. “Yine ben geldim."
Dicle bir an boğazındaki düğümü yutkundu, kendini toparladı. “Konuşmayı bırak ve enerjini sakla. Yarana ben bakacağım.” dedi, profesyonel bir tonla. Ama elleri titremesin diye onları sıkıca yumruk yapması gerekti.
Tedavi odasına girer girmez Dicle, tüm kontrolü ele aldı. Hemşirelere hızlı talimatlar verirken gözleri sürekli Yasin’in yüzüne kayıyordu. Bu sırada Yasin başını hafifçe kaldırdı ve hafif bir gülümsemeyle, “Bu kadar telaşlanma, iyiyim,” dedi.
Dicle kaşlarını çattı, ama içinden yükselen bir duyguyu bastıramadı. “Senin bu ‘iyiyim’ dediğin haller yüzünden başımız hep belada oluyor,” diye yanıt verdi.
“Beni böyle tanıdın, değil mi?” diye cevap verdi Yasin, gözleri Dicle’nin ellerine kayarken. “Kendimi sana emanet edebileceğimi bildiğim için hep bu kadar rahatım.”
Dicle göz temasından kaçındı. “Yasin, lütfen. Şu an sadece hasta ve doktoruz, başka hiçbir şey değil.” dedi sadece Yasin'in duyabileceği tonda.
Yasin’in bakışları yumuşadı. “Peki, Dicle. Hasta ve doktoruz,” dedi sessizce, ama sesi sanki başka bir şey demek istiyor gibiydi.
Dicle derin bir nefes aldı. Kurşunun koluna ne kadar derine girdiğini kontrol etmek için steril makasla yaralı bölgenin çevresindeki kumaşı kesti. Kurşunun çok derinde olmadığını görünce biraz rahatladı. “Yara ciddi ama şanslısın, kurşun kemiğe zarar vermemiş,” dedi.
“Senin gibi bir doktorum varken şanslı olmamam mümkün mü?” diye sordu Yasin, dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirirken.
Dicle cevap vermedi. Sadece hazırladığı anesteziyi uygulamaya koyuldu. Anestezinin etki etmesini birkaö dakika bekledikten sonra Yasin'i yatağa uzanması konusunda bilgilendirildi. Koluna yaklaşıp işine koyuldu.
Kurşun nihayet çıkarıldığında, Dicle rahat bir nefes aldı. Kanama durdurulmuştu, şimdi dikiş atma zamanıydı. “Bitti sayılır,” dedi Dicle, gözlerini bir an için Yasin’in yüzüne kaldırarak.
Yasin derin bir nefes aldı. “Hep böyle olman hoşuma gidiyor.” dedi yavaşça.
Dicle bir an duraksadı. Yasin’in sözleri beklemediği kadar derin bir yerden gelmişti. Ama kendini toparladı, bir hemşireye steril ipliği uzattı ve dikiş atmaya başladı.
Dicle, dikişleri atarken Yasin’in sessizce onu izlediğini fark etti. “Yasin, neden bana böyle bakıyorsun? Bu bir muayenehane, bir sohbet odası değil,” dedi, gözlerini işinden ayırmadan.
“Sadece seni izliyorum, çünkü senin bu kadar titiz ve dikkatli çalışman beni rahatlatıyor,” dedi. “Her zamanki gibi, hayran kalmamak mümkün değil.”
Dicle’nin eli bir an duraksadı. “Bu kadar konuşuyorsun ama unutma, hâlâ iyileşme sürecindesin. Dinlenmen lazım,” diye yanıt verdi. Ama sesinde bir yumuşaklık vardı.
Son dikişi attığında bandajları hazırladı ve dikkatlice Yasin’in kolunu sardı. “Tamamdır.” dedi. Olduğu yerde doğrulup geriye bir adım attı. "Bandajın üzerine su değdirmemeye çalış, iki günde bir pansuman için geleceksin, eğer bir yakının varsa doktor olan o da yapabilir." Bu kez kendini ima ederek konuştu. Bu 'pansumanı ben yapacağım' demekti.
Yasin, başını hafifçe yana eğdi ve ona bakmaya devam etti. “Teşekkür ederim, Dicle. Pansuman için sana gelirim." dedi yarım bir şekilde gülüp ayağa kalkarken.
Dicle, o an gözlerini kaçırdı. İçten içe Yasin’in söylediklerinden etkilendiğini hissediyordu.
"Bir süre odada bekleyebilir misin?" Diye sordu Dicle.
Yasin anlamayıp "Neden?" Dedi.
"Nöbetim bitti, yani evde kimsen yoksa..." Diye bir şeyler geveledi.
Yasin bu kez ne demek istediğini anlayıp kalktığı hastane yatağına tekrar oturdu. "Sen çıkana kadar beklerim, oradan da sana geçeriz. Tamam."
Dicle gülümsedi. Yorgunluktan çöken, torbaları çıkan gözleri gülünce kısılıyordu. Yasin, Dicle'nin kısılan gözlerine bakarken derin bir iç çekti.
Onlar konuşmadı, ama sessizlik her şeyi anlatıyordu. Birbirlerine söyledikleri kadar söyleyemedikleri de önemliydi. Bu gece, acil servisin beyaz duvarları arasında, onların hikâyesine yeni bir sayfa eklenmişti.
🔗
Askeriye koridorundaydık. Yorgunluktan pertimiz çıkmıştı. Saat geç olmuştu. Hava çoktan kararmıştı.
Başıma sık sık ağrılar giriyor, midem bulanıyordu.
Gerçekten bıkmıştım şunlardan.
Oturduğum koltukta yeri izlerken aklımda benden izinsiz düşünceler dolanıyordu.
O fotoğraftaki kız, Sara. Onun babam ve Alp ile bağlantısı neydi?
Belki de Yıldırım derken ne demek istiyordu?
Ve Alp, dün telefonda benim hakkımda kimle konuşuyordu?
Birden fazla oyunun içinde birden fazla piyon vardı. Piyonlar beni düşürmek, kaybettirmek için konulmuş gibiydi. Ve ben, o oyunun içinde bir eleman değil; o oyunun asıl kurucusu olacaktım.
Gerekirse hep yaptığım gibi herkesten önce kendimden vazgeçerdim ama bu oyunu bitirirdim.
Koridorda bir zil sesi yankılandığında başımı çevirip koridorun başından benim olduğum yere doğru yürüyen Barın'a baktım. Cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktı. Bana yaklaşmaya devam ederken parmağını ekranda kaydırıp telefonu kulağına yaklaştırdı.
"İyi akşamlar, doktor Hanım. Evet yanımda kendisi."
Ademelması yavaşça hareket ederken gözleri benim üzerimde takılı kaldı.
"Hoperlöre mi vereyim?" Dedi bana da haber verir gibi. Hızlıca gelip yanıma oturdu. Telefonun hoperlörünü açıp ekran açık bir çekilde ikimizin ortasında tuttu.
"Bir sorun mu var?" Diye sordum.
"Elfida Hanım, mümkün olduğu en kısa sürede Ankara'ya gelmeniz gerekiyor."
Bu Ankara'daki doktorum Nur Hanım'dı. Kendisi Milli İstihbarat Teşkilatı'na çalışıyordu ama bir doktordu. Bir sorun çıkmadıkça kontrole gelmemi istemezdi. "Nur Hanım bana ne olduğunu söyleyebilir misiniz?"
Karşı taraftaki sesin sıkıntılı nefesini duyduğumda Barın'a baktım. O da bana tedirgin bir şekilde bakıyordu.
"Lütfen sakin olun ve cümlemin bitmesini bekleyin." Dediğinde onlaylar bir şekilde başımı salladım ama artık dayanamıyordum.
"En son hastaneye, Hatay'a geldiğinizde Arif başkanım benden sizin durumunuzu kontrol etmen gerektiği bildirdi. Bende doktorlara ulaşarak belgelerinizi inceledi . Verdiğiniz kan testinin sonuçları yaklaşık yarım saat önce elime ulaştı."
"Kanınızda yüksek miktarda uyuşturucu çıkmış. Ve bu hafife alınacak bir miktar değil. Psikiyatristiniz Ceylan hanımla da görüştüm. Halisünasyonlarınızın ve son zamanlarda artan kabuslarınızın nedeni bariz bir şekilde bu uyuşturucu. Lütfen, en kısa sürede Ankara'ya hastaneye gelin. Elfida hanım, bu gerçekten basit bir şey değil. Bu uyuşturucunun bedeninize girip kanınıza karışması dahi çok büyük bir olay. Eğer bunun önüne geçemez ve kim tarafından verildiğini öğrenemezsek..."
Kanınızda yüksek miktarda uyuşturucu bulundu.
Nur Hanımın sözleri beyninde yankı yapıp dolaşırken artık onu duymuyordum. Oturduğum yerde balık dönmeye başlarken baygın bakışlarımı Barın'a çevirmekten başka bir şey yapamadım. Sağa doğru, onun kucağına düştüğümde bilincim tamamen kapanmıştı. Artık hiçbir şey duymuyordum.
"Baba," diyordu Elfida, şehitlikte. Arkasında korumalar vardı. Anlam veremiyordu ona yapılan tek açıklama ise babasının özel kuvvetlerde bir asker olması ve bir çok düşmanının olmasıydı.
"Bak ben geldim." Dizlerinin üzerine çöküp dışı siyah mezar taşını eliyle okşadı. "İstediğin gibi, vatanıma hizmet ederek geldim baba." Sesinde tek bir huzursuzluk yoktu. Son derece kendinde. Emindi.
Elindeki rozeti göz hizasına aldı. Bir yanda babasının adı yazılı mezar taşı bir yanda da Milli İstihbarat Teşkilatı armalı rozeti vardı.
"Yaptım baba, yaşattım. Adımın anlamını yaşadım. Yaşamaya da devam edeceğim. Ve sana yemin ederim, dudaklarımdan bir Şehadet çıkmadığı sürece devam edeceğim."
Yağmurlu havada, Ankara'nın bir şehitliğinde Elfida babasının mezarının başında yeminler ederken ağaçların arasında simsiyah kapşonlusunu başına çekip onu izleyen Barın Alp onun karşısında çıkıp tek tek herşeyi anlatacağına dair yeminler ediyordu.2
🔗
Okur Yorumları | Yorum Ekle |