
Tek bildiğim bu.
Yorulmuştum.
Yıllardır yıkılmadan, yılmadan, herkese kök söktüren o kadın gitmişti. Yerinde, ayakta duracak hâli bile olmayan bir gölge vardı.
Başımdaki ağırlıkla nefes almak bile mücadele gerektiriyordu. Zihnim karışık, bedenim yorgun... Göz kapaklarımı aralamak için çırpınıyordum. Sonunda zayıf bir ışık huzmesi gözlerime doldu. Başımı hafif yana çevirmeye çalıştım. Olduğum yerde kıpırdanırken bir ses duyuldu.
“Uyandı.”
Ses uzaktan, yankılanır gibiydi. Kimin sesi olduğunu seçemiyordum. Belli belirsiz bir başka ses daha duydum. Saçlarımın arasında yumuşak bir dokunuş hissettim. Ardından o tanıdık ses…
“Elfida’m,” dedi Barın Alp.
Gözlerimi daha da açmaya çalıştım. Kafamı çevirdiğimde ona bakabildim. Yüzündeki endişeyi, görmek fazla uzun sürmedi.
Son anılar zihnime hücum etti: yere yığıldığım an, aldığım haber, kanımdaki uyuşturucunun fark edilmesi… Her şey paramparça ama netti.
“Alp…” dedim zorlukla. Sesim kısık ve titrek çıkmıştı.
“Söyle, güzelim,” dedi, sesindeki şefkat damla damla üzerime dökülüyordu.
Etrafıma bakındım. Odada beş ya da altı kişi vardı. Beyaz önlüklü doktorlar, başucumda duran Dicle ve köşede sessizce oturan Yasin. Barın’ın eli belime dolandı. Neredeyse fark etmeden doğrulmama yardım etti.
“Ben ne zamandır baygınım?” diye sordum, sesim hâlâ kısık çıkıyordu.
“Üç saat on altı dakika,” dedi. Dakikasını bile saymış, kıyamam.
Aklıma bayılmadan önceki sahneler doldu.
Bir uyuşturucu… Yıllarca çalıştığım, ter döktüğüm mesleğimi elimden alacak kadar güçlü bir zehir. Bedenimi tüketen, zihnimi körelten bu madde nasıl olmuştu da kanıma karışmıştı?
Dicle yanıma yaklaşıp nazikçe gülümsedi. “Nasıl hissediyorsun?”
“Bilmiyorum. İyi gibiyim,” dedim tereddütle
Dicle başını salladı. “Muayeneniz tamamlandı. Çıkış yapabilirsiniz ama kanınızdaki uyuşturucu…” diye eklemeye çalıştı ama Barın onun sözünü kesti.
“Onu biz hallederiz,” dedi kesin bir tonda. Daha fazla o konu hakkında konuşmasını istemiyordu.
Dicle birkaç uyarı daha yaptıktan sonra diğer doktorlarla birlikte odadan çıktı. Yasin de bir şey demeden peşlerinden gitti. Oda sessizleştiğinde Barın tamamen bana döndü.
Elini saçlarıma uzattı. Yüzümün kenarına düşen bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Uzanıp alnıma kısa bir öpücük bıraktı. Gözlerimi kapattım, tenimdeki o sıcak dokunuşu hissettim. Onun geri çekildiğini fark ettiğimde gözlerimi yeniden açtım.
“Ne yapacağız?” diye fısıldadım.
“Ne gerekiyorsa onu,” dedi, sesi keskin ve kararlıydı. “Bu pisliğin senin kanına nasıl girdiğini bulmadan hiçbir şey bitmeyecek.”
Sözleri beni bir nebze rahatlatmalıydı ama başaramadı. Elini saçlarımdan çekip derin bir nefes aldı. Gözlerinde o tanıdık sıkıntıyı gördüm.
“Elfida,” dedi.
“Efendim?” diye karşılık verdim, dikkatle onu izliyordum.
Elini ensesine atıp saçlarını karıştırdı. Gerginliği her halinden belliydi. Ardından elini bacağıma koydu, gözleri gözlerimdeydi.
“Bak, güzelim… Sana inanıyorum. Hep inandım, hep de inanacağım.”
Sözleri sanki bir zincir gibi boğazımı sıkıyordu. Devamını getirmek istemiyordu ama sustuğu her saniye içimdeki şüpheyi büyütüyordu.
“Ama?” dedim, onun o kelimeyi söylemesine fırsat vermeden.
“Elfida, bir şey kullanmış olabilir misin?” diye sordu sonunda.
Bu soruyu beklemiyordum. Dudaklarım şaşkınlıkla açıldığında başımı sağa sola salladım. “Bunu soruyor olamazsın...” Dedim. Yataktan kalkıp kolumdaki serumu sökecekken Barın beni tutup tekrar yatağa oturttu. Kollarını bana sarıp başını boynuma gömdü.
“Her şey için özür dilerim,” dedi.
Yutkundum. Derin bir nefes alıp, zorlukla sordum: “Olmadı değil mi?”
Başını salladı. Elini elimde hissettim.
“Yemin ederim ki mesleğini geri alman için elimden geleni yapacağım. Sana söz veriyorum.”
Ne olduğunu bile anlamadan, cebinden çıkardığı kağıdı bana uzattı. Kağıdın katlarını açıp içine baktım.
Yazıların hepsine göz gezdirip en son cümleyi okudum.
...Elfida Türkeç’in davranış ve sorumlulukları dolayısıyla teşkilattaki görevinden açığa alınmasına karar verilmiştir.
Altında ise tüm teşkilat yönetiminin imzası vardı.
O an ruhumun bir parçasının koptuğunu hissettim. Mesleğim… Üniformam çıkarılıp alınmıştı ama ben onu asla içimden söküp atamazdım.
Üniformamı çıkarırlardı.
Göğsümden söküp atamazlardı.
Tutamadım sözümü baba. Affet.
Kağıt elimden kayıp düşerken “Barın,” dedim. “bir şey yap.” Diye fısıldadım. Tekrar aynı şeyleri söyledim. “Barın, mesleğimi elimden alıyorlar.” Başımı kaldırıp ona baktım. “Kalbimi söküyorlar, Barın. Bir şey yap.”
Başını sağa sola sallayıp omuzlarımdan tutarak beni zaptetmeye çalışıyordu. Ben ise delirmiş gibi çırpınıyordum. “Beni korumak zorundasın!” Diye bağırdım. Sesimin odanın dışından duyulduğuna emindim. “Özür dilerim özür dilerim.” Beni kendine çekerken kollarının arasından sıyrılıp kapıya koştum. Bu kez kollarını karnıma sarıp arkamdan yakaladı beni. “Yapma, yapma.” Ağlıyordum, artık tutamıyordum."
“Yapma, yapma elimden kayıp
gidiyorsun yapma.” Dedi yalvarır gibi.
Yalvarır gibi değildi aslında.
Yalvarıyordu.
Bu kadar güçsüz bir kadın mıydım?
“Geberiyorum, bir şey yap.” Bir hıçkırık.
“Bırak tüm yükünü, gıkım çıkmaz yemin ediyorum. Bırak her şeyi ben çözeyim.”
Derin derin nefesler almaya devam ederken, ikimiz birlikte yere çöktük. Sırtım göğsüne yaslı haldeydi.
“Çıkalım buradan,” dedi Barın. “Evimize gidelim.”
Olabildiğince sokuldum ona. “İstemiyorum.” Dedim. “Kızımı getir, ona ihtiyacım var.”
“Benim de sana ihtiyacım var.” Dedi hemen. “Ben sana it gibi mecburum, sen olmadıkça olmuyor. Yapma kendine şunu. Seni kaybedersem elimde hiçbir şey kalmaz.” Sesi o kadar acı vericiydi ki, kalbime defalarca bir bıçağın saplandığını hissettim. “Evimize gidelim, kızına gidelim. Kızımıza.”
Bizim kızımız, bizim evimiz, bizim derdimiz.
Ve bizim dermanımız.
“Geçecek, söz veriyorum. Şimdi sakinleş evimize gidelim. Olur mu, canım?”
Başımı salladım. Başka çarem yoktu. Şimdilik.
En azından şimdilik. Bana destek vererek ayağa kaldırdı, kolumda bir acı vardı. Gözlerimi koluma diktim. Serumu o arada sökmüştüm. Ondan dolayı acıyordu. Beni benimden tutarak yatağa götürdü, ben oturduğumda telefonunu cebine koyup “Burada bekle, hemen geleceğim,” dedi. Sesinde bir kararlılık vardı. Gözlerimle onu takip ettim. Kapıyı açıp dışarı çıktı. Ayak sesleri koridorda yankılandı ve ardından her şey sessizleşti.
Bir süre oturduğum yerde hareketsiz kaldım. Kafamın içinde düşünceler fırtına gibi dönüyordu. Derken telefonumun sesi odayı doldurdu. Zihnimde yankılanan kaosun ortasında bir çan sesi gibiydi bu. Başımı kaldırıp komodine uzandım. Telefonun ekranına baktım.
Başkanım arıyor.
Bir an donakaldım. Parmaklarım havada asılı kaldı. Ekrana baktım, zil sesi kesilecekmiş gibi bir süre bekledim. Sonunda derin bir nefes alıp telefonu açtım.
“Alo?” dedim, soğuk bir sesle.
Karşıdan tanıdık bir ses geldi. “Nasılsın?”
Gözlerimi kapattım. Cevabımı bir an düşündüm ama sonra dudaklarım kendiliğinden hareket etti. “İyi… Mesleği olmayan bir Elfida Türkeç nasıl olursa öyleyim.”
Başkan sessizce bir nefes verdi. “Müsteşarımızın emriydi,” dedi. “Bunu ben de düşünüyordum ama cesaret edememiştim.”
“Ne kadar sürecek bu zımbırtı?” diye sordum. Sesim keskin ve donuktu.
“Bilmiyoruz,” dedi. “Üstlerden emir gelene kadar MİT’te çalıştığını unut. Ne bir polis, ne bir siber uzman, ne de bir istihbaratçısın. Sadece Elfida’sın. İçindeki yangında debelenmeye mahkûm olan Elfida. Üzgünüm, Elfida.”
Sesi ağırdı ama benim için bir farkı yoktu. “Önemli değil, efendim. Her şey için teşekkür ederim. Aile oldunuz bana."
Cümlenin her kelimesi yalandı. Tabi aile olmaları dışında. Ama ne hissettiğimin bir önemi yoktu. O sadece bir prosedürü tamamlıyordu.
“Eşyalarını almak istersen,” dedi, sesindeki ciddiyet değişmeden, “bir hafta içinde Hatay’dan bir uçak kalkacak. Senin için ayarlattık.”
“Tamam,” dedim kısa bir cevapla. Telefonu kapatıp elimden bıraktım.
Ekranda ana sayfa göründü. Gözlerim bir fotoğrafa kaydı. Babamla olan bir kare. Elimde küçük bir pasta, üzerinde dört mum yanıyordu. Yaşım kadar mum.
Sağ alt köşesinde tarih vardı: 11.01.1999
Babamın doğum günüme gelebildiği üçüncü doğum günüm.
Birinci yaş günüm, dördüncü yaş günüm, ve kahrolası beşinci yaş günüm.
Gözlerim o günlere dalıp gitti. Ankara’daki evimizin salonunda, üzerimde beyaz bir elbise… Babam bana yetişebilmişti o yıl, sürpriz yapıp gelmişti. Sabaha kadar yanından ayrılmamıştım.
O günü düşündüm. O fotoğrafı çekerken arkasında bıraktığımız binlerce anı vardı. Binlerce anı, ama şimdi bana kalan yalnızca bir boşluk.
Zihnim uyuşturucuya kaydı. Bu madde kanıma nasıl girmişti? Hatay’a geldiğim ilk gün mü? Eve taşındığımda mı? İlk kez mutfağımda yemek pişirirken mi?
Her anı düşündüm. Her olayı. Ama işin içinden çıkamıyordum. Bir ipucu bulamıyordum.
Hatay’a ilk geldiğim gün. Eve ilk yerleştiğim, ilk kez evimde yemek yediğim gün. Hepsinde yanımda birisi daha doğrusu birileri vardı.
Barın, Buğra, Yasin, Dicle, Büge...
Büge burada bile değildi. O yapmazdı. Büge benim kız kardeşimden farksızdı. Onu da geçtim, o buraya çok az gelmişti.
Barın, o asla yapmazdı. Ya da yapabilir miydi? Ondan şüphelenerek ona ihanet etmiş olur muydum? Ama koruması gereken bir kıza neden uyuşturucu versin? Barın da değildi.
Yasin, birbirimizi tam olarak tanımıyorduk ama Barın ile bu kadar yakın arkadaşken bana yapmazdı. En azından benim tahminimce böyleydi.
Dicle, sahi biz nasıl tanıştık Dicle ile?
Kapıma geldi, yemek getirdi, arkadaş olduk. Aynı binada oturuyoruz.
Bir dakika, ne?
Buğra. Buğra ile karşı karşıyadık. İstese her an bana gelip giderdi. Son zamanlarda olan tavırları, bana karşı olan düşkünlüğü, Barın beni korumak istedikçe onunla zıtlaşması...
Lütfen aklımdaki şey olmasın.
Kardeşim dediğim insanlar bana ihanet etmezler.
Kapı aniden açıldığında irkilip başımı çevirdim. Barın, Dicle ile birlikte içeri girmişti. Barın hızlıca yanıma gelip eğildi. “Gel, yavrum,” dedi. Elini uzatıp belime dolandı. “Kalkmana yardım edeyim.”
Ayağa kalkarken bir yandan Dicle yanıma yaklaşıp kolumdaki iğne izinin üzerine pamuk bastırdı. Bir bandaj yapıştırdıktan sonra geri çekildi.
Bacaklarım titriyordu. “Bacaklarım titriyor,” dedim şikâyet eder gibi.
“Uyuşturucu güçlü bir madde,” dedi Dicle. “Bedenin şu anda zayıf. Dua et daha fazla almamışsın, yoksa bağımlı olurdun.”
Gözlerimi devirip derin bir nefes aldım. “Harika. Gerçekten mükemmel.”
Barın üzerindeki kamuflaj ceketi çıkarıp omuzlarıma attı. Zaten soğuktu, ısınmıştım. Üzerimde beyaz bir gecelik takımı vardı. Tam adım atacakken bir anda kendimi onun kucağında buldum. Refleksle kollarımı boynuna doladım.
“Yürüyebilirim.”
Barın başını iki yana salladı. “Olmaz. Kucağımda taşırım her yere.”
Dicle, kapıyı açtı. Barın beni taşırken koridora adım attı. “Elfida’nın kıyafetlerini almaya gelecekler,” dedi arkasını dönmeden. “Onları bir poşete koyup ver.”
Dicle’nin cevabını beklemeden koridor boyunca yürüdü. Başımı göğsüne yasladım, yorgundum. Her şeyden çok yorgundum.
“Haftaya Ankara’ya gidiyorum,” dedim usulca.
“Gidiyoruz,” dedi kesin bir sesle.
Başımı kaldırıp ona baktım. “Hayır. Tek gidiyorum. Sen gelmiyorsun.”
Barın bana doğru eğildi. Gözleri kararlıydı, sesinde titreme yoktu. “Beraber gidiyoruz. Artık hiçbir yere yalnız gitmiyorsun. Bitti o günler, Elfida.”
Başımı tekrar göğsüne yasladım. Daha fazla tartışacak gücüm yoktu. Onun sözleri yankılanırken, bana hissettirdiği güven ve koruma duygusuyla sustum.
Barın Alp. Her zaman yanımdaydı. Ama bu sefer ona güvenmem yetmeyecekti.
Benim bunu tek başıma çözmem gerekiyordu.
Araba, yavaş bir sarsıntıyla hareket ettiğinde başımı hala Barın’ın göğsüne yaslı tutuyordum. Bir eli hâlâ omzumda, diğer eli bacağıma sabitlenmişti. Derin bir nefes aldı. Göğsündeki ritimden bile ne kadar gergin olduğunu hissedebiliyordum.
Gözlerim otomatik olarak yanımdaki cama kaydı. Dışarısı bulanık bir hızla akıyordu. Sokak lambalarının ışıkları, karanlık şehri delip geçiyor ama içimdeki karanlığı aydınlatamıyordu.
Barın’ın gözleri kısıldı. Yüzünde bir karmaşa vardı. Bir şey söylemek istiyor ama kelimeleri toparlayamıyor gibiydi.
“Sana inanıyorum.” Dedi sonunda. “Ama birilerinin sana bunu yaptığından eminim. Bu işin arkasında kim varsa bulacağım. Söz veriyorum.”
Konuşmak istemiyordum. Daha fazla bu konuyu açmak, daha fazla kendimi savunmak istemiyordum. Başımı yeniden göğsüne yasladım. Gözlerimi kapattım.
Araba durduğunda, Barın arabadan indi, bu esnada beni yavaşça yanından çekmeyi unutamadı. Diğer tarafı dolanıp sağ arka kapıyı açtı. Kendimi bir kez daha Barın’ın kollarında buldum.
“Kendim yürüyebilirim,” dedim isyan eden bir sesle. İkinci kez bir şeyi tekrar etmeyi sevmezdim. Bilirdi
“Yapma, Elfida,” dedi. “Yoruldun. Ben buradayım.”
Evimizin kapısına ulaştığımızda Barın kapıyı omzuyla itti. Ev sessizdi, Narin sanırım uyuyordu. Zaten geç olmuştu. Saatten haberim bile yoktu. Geç olduğunu biliyordum. Narin uyumuştu sanırım. Bakıcı gitmiş miydi?
“Narin, nerede?” Dedim o beni içeriye götürürken. “Uyuyor, biz gelmeden önce bakıcıyı da gönderdim. Rahat rahat uyu, sevgilim. Söz veriyorum, uyandığında her şey daha güzel olacak.”
Beni içeri taşıyıp yatağıma yerleştirdi. Omuzlarımdan kamuflaj ceketi alıp kenara bıraktı. Yatağın ucundaki yorganı alıp üzerime örttü.
“Barın,” dedim sessizce, onu izlerken.
“Ya bir şey olursa? Alamazsam geriye?”
Barın’ın yüzü yumuşadı. Yanıma oturup yüzümü avuçlarının arasına aldı. “Sana bir şey olmasına asla izin vermem, Elfida. Asla.”
Ama bu güven bile, içimdeki şüpheyi bastıramıyordu. Kime güveneceğimi bilmediğim bir savaşın ortasındaydım. Ve bu savaşın galibi ancak gerçekleri bulduğumda ben olacaktım.
Kendi gölgemden bile şüphe ederken, kime yaslanabilirdim?
Ona.
Yalnızca o.
Peki ya o fotoğraf? O neyin neysiydi?
Onunla uyursam geçer miydi? Evet.
O arkasını dönüp gidecekken bileğinden tuttum. Tekrar bana döndü. “Alp,” dedim. Sesimden bir şey isteyeceğim belli oluyordu. Ama onun ne isteyeceğimi anlamasını beklemiyordum.
“Beraber uyuyalım. Tamam.”
Kamuflaj üstünü çıkarıp pantolonu ile yatağa girdi. Yorganı kaldırıp bu kez ikimizin üzerine örttü. Beni kendine çekerek iyice yakın olmamızı sağladı. Ben gözlerimi kapatırken o dudaklarıma bir öpücük bıraktı.
“Alp sözü, her şey düzelecek, sevgilim.”
🔗
“Lan bir durun, anlatıyorum!’ diyerek ayağa kalktı, Yasin. Havasından geçilmiyordu.
Timdekiler pür dikkat onları dinliyordu. Asya ise kenara geçmiş, onları izliyordu. Yalnız başına.
Yasin elini yumruk yapıp dudaklarına götürdü, boğazını temizledikten sonra yumruk yaptığı elini mikrofon gibi kullanmaya başladı.
“Evet, sayın hayranlarım,” diye başladı. “Geçtiğimiz günlerde yaşamış olduğumuz operasyondaki aşk dolu görüntüleri hepimiz izledik.” Dedi. Daha sonra bir tereddüt ederek karşısında oturanlara baktı. “İzlediniz di mi lan?”
“İzledik, kardeşim. Allah aşkına sadede gel.” Dedi bu kez, Yaltı.
“La şu adam arada bir konuşuyor da, iyi konuşuyor. Harbili anlat artık.” Diyerek ona katıldı, Emre.
Yasin bozulmuş gibi baktı hepsine. Elini indirip arkasındaki sandalyeye oturdu. Kollarını göğsünde bağladı. “Sanata hiç saygı kalmamış.” Diye mırıldandı. Herkes ona ters ters bakmaya başladığında bu kez ciddiye alıp asıl olaya geçti. “Ya oğlum, bizim komutan varya. Barın.” Dedi. Olayın heyecanı ile olduğu yerde dikleşti.
“Ee?” Dedi birisi.
“Onun olayı biliyorsunuz, işte ailesini kaybediyor, bir dönem önceki Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başkanı da Barın’ı yangında kurtarıyor.”
“Niye, Barın? Yani, neden MİT başkanı?” Diye sordu, Alper.
Yasin ona baktı bu kez. “Çünkü, Barın’ın babası, Ahmet amcanın çok yakın arkadaşıydı. Ahmet amca baya ünlü bir profesör doktordu. O sıralarda devlet işleri nedeniyle ikisi tanışıyor arkadaş oluyorlar ama ne Ahmet amcanın oğlu, Barın ne de MİT başkanı olan Hakan Bey’in kızı birbirini tanımıyor.” Diye detaya girerek anlatmaya başladı.
Alper şaşkınlıkla elini ağzını götürdü. Bu kez Ömer girdi araya. “Elfida, Hakan Türkeç’in kızı mı yani?"
Yasin başını salladı. “Günaydın, arkadaşlar.”
“Vay be! Oğlum olaya bak. Arkadaşının oğlunu kurtarıyorsun ölümden, sonra aynı time gelip senin kızına aşık oluyor.”
Ortamda bir sessizlik oluştuğunda, arkadan Asya konuştu. “Barın, Elfida’ya yeni aşık olmadı.”
Yasin, ona bakıp dediği şeyi onaylar bir şekilde başını salladı.
“Nasıl?” Diye sordu, Ömer. Olay ilgisini çekmiş olacak ki, sandalyesini ileriye çekti. Daha dikkatli izlemeye başladı, onu. “Bildiğin abi, bak şimdi.” Dedi, Yasin.
“Bundan baya uzun yıllar önce, yıl 1999 tamam mı? Bu yıl Hakan Barın’ı lojmana getiriyor, hemen geri götürecek. O gün, Elfida babasını bekliyor lojmanın bahçesinde. Sonra arabadan bizimki iniyor. Tabii bunlar burada bir konuşuyorlar ama bizimki kıza adını söylemiyor. Elfida ise ona deniz gözlü çocuk gibi bir hitapta bulunuyor. Barın’ın hiç çıkarmadığı, künyesiyle birlikte taşıdığı bir kolyesi var. Elfida bu time atandığında, Barın onun o kız olduğunu biliyor ama Elfida’nın haberi yok.”
Herkes suspus olup şaşkınca olayı anlamaya çalıştı.
“Elfida nasıl öğrendi?”
“Kolyeden.”
“Oha!”
“Yuh!”
“Bu nasıl düzen oğlum?”
Herkesin şaşkınlık nidaları birbirine karışırken ortamda bir sessizlik düştü. İçeriye giren, Buğra herkesi susturmuştu.
“Elfida’da, Barın’a önceden de aşıktı yani?” Diye sordu, Ömer. Onun bu sorusu ile Buğra gözlerini ona dikti.
“Öyleymiş.” Dedi, ima yapa yapa.
Buğra sinirle kenara geçti. Elindeki silahını kenardaki sehpaya bıraktı.
Ortamda Elfida ve Barın hakkında bir şeyler daha konuşulmaya devam etti. Olay kapanıp giderken, izin günlerinin olması nedeniyle rahat rahat davranmaya devam etti, tim.
İçeriye giren alt rütbe bir asker elindeki tepsiyi kapıya en yakın olan kişiye, Kerem’e uzattı. Kerem tepsiyi alıp içindeki bardaklara ve bir tabakta duran baklavalara baktı. “Hayırdır, lan? Bizim yarbaylar insafa gelmiş. Çay falan gönderiyorlar.” Dedi, içeriye giren askere.
Askerde omuzlarını silkip “Valla, komutanım. Üzümü yiyin, bağını sormayın. Üç gün sonra yapılacak asker eğlencesinde, herkesi görmek istiyormuş, ondan birkaç gün böyle davranırlar.” Dedi dalga geçerek.
Kerem tepsiyi tek tek herkese tutup çayları dağıttı. En son baklava tabağını herkese tutup birer ikişer dilim verdi. Kalan iki dilim baklavayı da kendisi çayla beraber yuttu. Ortam iyice sıklaşırken, arada birbirine laf atan alttan alttan imalar yapan Buğra ve Yasin ikilisi tabiki kavga etmeyi unutmadı.
“Sik gibi hareketler yapma! Çocuk musun lan sen? Sığınmışsın bir komutanın arkasına, yan gel yat.”
Yasin için bu cümle kırmızı çizgiydi.
Yumruğunu sıktığı gibi, Buğra’nın yüzüne indirdi. Buğra geriye doğru düşerken Yasin durmayıp üzerine çıktı. Art arda yumruklarını ona indirmeye devam ederken arka taraftan Yaltı ve Emre iki kolundan tuttuğu gibi onu geriye çekti. Buğra fırsattan istifade hemen geriye sürüklenip kanayan burnuna elini attı.
“Bırak lan! Bırak geberteceğim ben bunu!”
Diğerleri Yasin’i zaptetmeye çalışırken Asya yürüyüp masada acil durumlar için bekleyen tampon, pamuğu eline aldı elindeki pamuğu Buğra’ya uzattı. Buğra pamuğu alır almaz Akın araya girip Asya’yı kolundan tuttuğu gibi dışarı çıkardı.
Yürüyüp karşıdaki odanın kapısını açtı. İlk önce Asya’yı sonda da kendisini odaya sokup kapıyı kapattı. Hemen kilidi çevirip arkasına döndü.
“Akın, saçmalıyorsun.” Dedi, Asya kapıya yürümeye davrandığı sırada.
“saçmaladığım falan yok.” Dedi, Akın kapıya sırtını yaslayıp anahtarın olduğu yeri kapatırken. “Ne o öyle yardım etmeler? O kim?” dedi, Akın bu kez üstten üstten. Kollarını Göğsünde bağlayıp Asya’ya baktı.
“Ya ne demek kim o? Tim arkadaşımız ya o bizim. Yardım etmem gerekiyor ya.” Dedi Asya sitem ederek.
“ya adam Yasin’e neler dedi duymadın mı? Nesin kızım sen? İyilik perisi mi? Elfida da aynı durumdayken neden yardım etmek yerine kızı göndermeye çalıştın?”
Asya bu kez sinirlendiğini belli ederek “Aynı şey mi?” diye sordu sesini de yükselterek. Akın kollarını açıp “Evet, aynı şey.” Dedi. “Sen neden onu koruyorsun o zaman? Sen onu koruduğunda sorun yok ben Buğra’ya yardım ettiğimde mi sorun var?”
Akın ileriye bir adım attı. “Evet, o zaman sorun var!”
“Haddini aşma karşında askerin yok senin!”
“Askerim yok, nişanlım var!”
İki tarafta birbirini yıpratacak cümleleri söylerken, Akın en son duramayıp sağ elini Asya’nın beline koydu. Koyduğu gibi onun bedenini kendine yaslayıp “Nişanlım olduğunu unutma.” Dedi. Boşta kalan eliyle onun elini tutup havaya kaldırdı. “Bu çıkardığın yüzük, nişanlı olmadığımız anlamına gelmez.” Asya’nın elini kendi boynuna bıraktı. Bu kez iki kolunu da ona sarıp iyice kendine çekti. “Şu yüzüğünü çıkarmaman için güzel bir çalışma yapardım ama...” dedi Asya’nın dudaklarına bakarken. “Dua et ortam müsait değil, akşam evde hallederiz, yavrum."
Asya ondan uzun olan Akın’a bakarak “Hallet o zaman. “ dedi. İyice birbirlerine yaklaştıkları sırada Akın derin bir nefes aldı. Dudakları birbirine küçük temaslar ederken aklında sadece onu öpmek vardı.
Kapı aniden çaldığında hayaller suya düştü.
Asya hemen geriye çekildi. Akın ise kapıya yürüyüp sinirle kapının kilidini ve daha sonra kapıyı açtı. “Ne var oğlum? Ne çalıp duruyorsun kapıyı?”
Kerem şaşkınca ikisine bakarken “Kusura bakmayın komutanım. Müsaitsiniz sandım da.”dedi.
“Müsaitim ya da değilim, gezinme lan odamın kapısının önünde.” Kerem başını yere eğerek masum masum dönüp gidecekken Akın “Gel lan ne diyeceksin de öyle git.”
Kerem hemen arkasına dönüp boğazına temizledi. “komutanım, şu Said varya konuşmuş. Baya baya her şeyi anlatmış adam.”
Akın anlamayıo dirseğini kapının girişine yaslayıp “Düzgün anlat şunu.” Dedi. “ne anlatmış?” diye araya girdi Asya.
“Barın Komutanım hakkında bir şeyler söylemiş, birde...” Diye devam etmeye çalıştı Kerem ama devamını getiremedi.
“birde ne?”
“Komutanım, sanırım aramızda yakınımızda bir hain var.”
🔗
04.14
“Elfida, uyan.” Derken olduğu yerde diz kapaklarının üzerine çöküp ellerini Elfida’nın yanaklarına koydu. “Uyan bebeğim, kabus görüyorsun.”
Elfida, uykusunda ağlıyordu.
Başını yastığa bastırıp, sağa sola dönüyor ağlamaya devam ediyordu. “Baba,” diyordu ağlamasının arasından. “Affet yalvarırım affet.”
Barın içinde bulunduğu durumun ciddiyetini fark ettiğinde hemen yanda duran düğmeye basıp ışığı açtı. Tekrar Elfida’ya dönüp “Elfida, uyan yavrum uyan birtanem hadi.” Dedi. Yanağına canını acıtmayacak birkaç hafif tokat vurarak uyandırmaya çalıştı ama nafile uyanmıyordu.
“Alp,” dedi en son. Ağlaması durmuş gibiydi. “Ölme, ölme gitme.” Son cümlelerinde sonda aniden gözlerini açtı. Nefes nefese kalmış alnından damla damla ter akıyordu. Elini boğazına atıp yatakta oturdu. “Alp...” Dedi zorlukla.
Bakışları ona döndüğünde Barın hızla onu kendine çekip göğsüne bastı. “Geçti, geçti buradayım. Yanındayım.” Elfida’nın başına sık sık öpücükler bırakarak bunları tekrar etti. “Ölmeyeceğim, yanındayım. Elfida seninleyim.” Dedi bu kez. Saçlarını okşamaya başladı bu kez. Rahatlamış gibi bir nefes vererek gözlerini kapattı. Kendi kalp atış sesleri ile onun kalp atış sesleri birbirine karışmıştı. “Daralıyorum, Alp. Üstüme üstüme geliyor her şey.”
“Geçti, birtanem.” Dedi hemen, Barın.
“Hava almak ister misin?” Dedi geriye çekilip, ellerini Elfida’nın yüzünden çekmezken. “Çıkalım mı?” Dedi tekrar.
Elfida küçük ışığın aydınlattığı kadar odaya gözlerini gezdirip camdan dışarı baktı. Hava hâlâ aydınlanmamıştı. Nefes almak istiyordu, göğsünden söküp atamadığı acıyı çıkarmak istiyordu. Kalbini parçalayıp o hançeri almak
istiyordu. Başını salladı.
Anlatamadı, sustu, Elfida.
Anladı, konuştu, Barın Alp.
Elfida ayağa kalktığında Barın’da yataktan kalkıp yataktaki battaniyeyi aldı. İkisi beraber odadan dışarı çıkıp mutfağa kapısı açılan balkon’a yürüdü. Balkona girip tam ortadaki koltuğa oturdu Barın. Battaniyeyi açıp Elfida’ya baktı. “Gel, yavrum.”
Elfida eliyle saçlarını geriye atıp derin bir nefes aldı. Soğuk hava içine dolduğunda üşüdüğünü hissetti ama umurunda olmadı. Yürüyüp Barın’ın yanına oturdu. Başını göğsüne yaslayıp balkonun cam tavanından gözüken yıldızlara gözlerini dikti. Uykudan yeni uyandığı için birbirine yapışan kirpiklerini eliyle gözlerini ovalayarak açmaya çalıştı. Kendini tamamen Barın’a bırakıp yıldızları izlemeye devam etti.
“Elfida,” diye konuştu Barın, battaniyeyi ikisinin omuzlarına ayıp Elfida’nın koluna elini koyarken. “Biliyorum, çok zor. Çok kötü hissediyorsun. Kapana kısılmış gibisin ama yanında olduğumu unutma. Ben senin için buradayım, hepte burada kalacağım. Kalbinden atamadığın ne varsa beraber atacağız. İkimiz halledeceğiz.” Çenesini Elfida’nın başına yasladı. Bu kez Elfida konuştu.
“Yanımdasın, kalbimdesin biliyorum. Her şey için sana ne kadar minnettar olduğumu bilemezsin. Şu time geldiğimden beri gözünü bir an bile benden ayırmadın farkındayım. Kalbimi hissettirdin bana, kalbimin olduğuna inandırdın. Barın, bunlar akıl almaz şeyler. Onu da geçtim, benim asla tahmin etmeyeceğim şeyler.”
Kaşlarını çattı kasılan göğsüne şaşırarak derin bir nefes almaya çalıştı. Elini kalbine koydu. “Ama bir şey var, şurada.” Dedi tam göğsünü gösterirken. Sesi titriyordu. “Büyüyor gittikçe delirecek gibi oluyorum, nefesim kesiliyor. Tam diyorum, bu kez tamam. Başka bir şey çıkıp boğazıma yapışıyor. Babam her gece rüyalarımda, kabuslarımda.” Duraksadı bir an. “Uyanıkken bile babamı görüyorum. İnsan uyanıkken rüya görebilir mi?” Diye bitirmeye çalıştı konuşmasını.
“Gördüğü kişi hayallerini süsleyen, hayatının en güzel şeylerinden biriyse. İnsan uyanıkken kabus bile görür Elfida. Nefesin mi kesiliyor? Al ben nefesimi veririm sana. Kabus mu görüyorsun? Her gece yanındayım bundan sonra. Babanı mı özlüyorsun? Yerini tutamam ama sana onu aratmamaya çalışırım. Benim haddine değil babanı unutturmak, ama sana yemin ederim kalbindeki boşluğu doldurmak için kendimden bile vazgeçerim.”
Usulca Barın’ın göğsünden ayrılıp yakın bir mesafeden ona baktı, Elfida. Uzanıp elini onun yanağına yerleştirdi. Uzamaya başlayan kirli sakallarını hissederek baş parmağıyla yanağını okşadı. Mavi gözleri bu karanlıkta bile belli oluyordu. Barın’da aynı şekilde yaklaşıp elleriyle onun yüzünü avuçları arasına aldı. Alnını alnına yasladı. “Nefes al, sonsuza dek. Yanında olmazsam şehadetimdendir.” Diye mırıldandı, Barın.
Elfida kollarını açıp karşısındaki Barın’ın boynuna sarıldı. Sıkıca sarılırken, o da Elfida’nın beline kollarını sardı. Hava soğuktu, ama ikisi birlikte üşümüyordu. Barın, başını Elfida’nın boynuna gömdü. Kokusunu içine çeke çeke bir sürü öpücük bıraktı boynuna.
“Biraz daha iyi misin, güzelim?”
Barın’a karşılık olarak onun boynuna bir öpücük bıraktı, Elfida. “İyiyim.” Dedi uykulu bir sesle.
Barın hafifçe güldü, uykusu vardı biliyordu. Ama geri çekilmedi. Elfida uyuyana kadar aynı pozisyonda kaldı. En son uykuya daldığını anlayınca Elfida’yı göğsüne yatırıp battaniyeyi kıyafetin kısalığından dolayı çıplak kalan bacaklarına ve üzerine örttü. En son gözlerini kapatmadan önce saçlarından öptü.
“Her şey için özür dilerim.”
🔗
Milli İstihbarat Teşkilatı (Kale)
“Zorunda mıydık, Sayın müsteşarım?”
Elinde sıkıca tuttuğu ayyıldız kolyeyi, masaya bıraktı, Müsteşar bey. Odanın içine sızan ışık, gözbebeklerinde çırpınıyordu. Kararlı bir ifade ile cam balkondan dışarıyı izlemeye başladı.
“Devlet zorunda kalmaz, Arif. Devlet zorunda bırakır.” Dedi. Arif ise yavaşça saygısını bozmadan onun bir adım gerisinde dışarıya baktı. “Bu göreve geri döndüğünde, her şeyi yakıp yıkacak.”
“Hep yaptığı gibi.” Dedi, sakin bir ses tonuyla Müsteşar.
Arif sıkıntılı soluğunu dudaklarından bırakırken, önünde takım elbise ile duran saçlarına ak düşmüş müsteşarına baktı.
“Eşyalarını alabileceğini söyledim.”
“Onunla mı gelecek?”
“Yalnız bırakacağını sanmıyorum, efendim. Beraber geleceklerdir."
Başını salladı, müsteşar. Arif’e döndü.
“Onun fark edemeyeceği kadar iyi korumaları, evinin her bir yanına yönlendirin. Aynı zamanda Komutan Yıldırım’ım evine de. Geçtikleri her bir sokaktaki insanlar araştırılacak.” Dedi son derece sert emriyle.
“Elfida Türkeç, yıllarca bir intikam uğruna her şeyi yakarken, bu kez kendini yakmayacak. Kesin emrimdir. O bu zamana dek nasıl teşkilatın gururu için çalıştıysa bizlerde onun canı için çalışacağız. Elfida Türkeç, bir süre daha korunacak.”
El sıkıştılar, müsteşar odadan çıkıp MİT binasının geniş koridorlarından birinde, yanında birkaç koruma ve asker ile ilerlerken ileriden ona doğru gelen Büge üzerindeki ceketin düğmelerini ilikleyip karşısında durdu.
“Efendim, beni çağırmışsınız.” Dedi.
“Dosya yanında mı?”
Büge elinde, kapağında kocaman yazılarla Elfida Türkeç yazan dosyayı müsteşara uzattı. Uzattılan dosyayı alan müsteşar ise ilk sayfayı açıp kısa bir göz gezdirdi.
Doğum Tarihi: 11.01.1995
Anne adı: Feyza Türkeç
Baba adı: HAKAN TÜRKEÇ
Görev ve sorumluluklar başlığı altında ise bu zamana kadar çıktığı tüm operasyonlar, karargahtan yürüttüğü kara, hava, deniz operasyonlarının detayları bulunuyordu.
Başını salladı. “Aferin, Büge. Sağ ol, kızım.”
“Teşekkür ederim, Müsteşarım.” Dedi Büge tereddütle. Onlar gidecekken Büge “Efendim,” diye seslendi. O geriye dönüp ona baktı. “Elfida geri dönecek değil mi?”
Büge’yi baştan aşağı süzdü, Müsteşar. Başını salladı. “Dönecek, en iyi ajanımı kuytu köşe bir yerde yalnız bırakamam. Asıl nedenini sen daha iyi biliyorsun.”
“Sağ olun başkanım,”
“İyi çalışmalar.” Dedi müsteşar. Onlar koridorun sonuna çıkıp müsteşarlığa girerken Büge arkalarında kalıp Elfida’yı düşündü.
🔗
“Dicle,” diye fısıldadı, Yasin. Gözleri koltukta onun yanıbaşında uyuyakalan kıza takıldı. Yavaşça ayağa kalkıp omzunun yarasını unutarak ani bir hareket yaptı. Dişlerini sıkıp acıyı dindirmeye çalıştı. Başarınca koltuğun kenarına kıvrılmış halde duran Dicle’nin koluna dokundu. “Dicle, uyan güzelim.”
Uykusundan sıçrayarak uyanan Dicle yorgunluğu çok belli olacak şekilde etrafa bakındı. Saçlarını geriye atıp boş boş Yasin’e baktı. “neden uyandın?” dedi uykulu sesiyle. Yasin iç çekerek gözlerini devirdi. “Kızım koltukta uyunur mu? Kalmışsın üç büklüm. Geç yatağa gir. Ne diye uyudun burada? Bir de doktor olacaksın.” Diye kıza kıza Dicle’nin üzerindeki battaniyeyi çekti, Yasin. Dicle inat edip “Ya sen girsene yatağa, ben uyuyordum burada işte.” Dedi.
Yasin kısa bir bakış atıp, yeni atılan dikişlerini umursamadan Dicle’yi bacaklarından ve belinden kavrayıp kucağına aldı. “Yasin! Dikişlerin açılacak indir beni!”
Yasin umursamayıp, Dicle’yi bir iki metre ilerideki yatağa bıraktı. Kendisi de geriye gidip koltuğa oturdu. “Ya gel şuraya, delirtme insanı.”
Omuz silkti, Yasin “Delirsene,” dedi son derece flörtöz ve çapkın tavrıyla. “iyi Yasin, uyu orada. Dikişlerin patlayınca da başka doktor bul kendine.” Dicle tribini yapıp kendi yatağında cam kenarına doğru iyice gidip üzerine yorganı çekti. Gözlerini kapattı. Uyumaya çalışırken arkasından Yasin’in sesi geldi.
“Dicle,”
“Efendim?” dedi
“Neden hâlâ kendin hakkında bir şeyler anlatmıyorsun?”
Dicle, geçmişinin izlerini bedeninde taşırken, Yasin gibi bir adama kendini açmak, onu mahvetmek istemiyordu.
“Gereği yok.” Dedi yalnızca
“Var,” deyiverdi, Yasin. “Dicle, anlatamaz mısın? Geçmişini.”
Gözlerini açtı, Dicle. Yerinden hiç kıpırdamadan gözlerinden süzülen birkaç damla yaşı fark ettirmeden sildi. Derin bir nefes aldı. Aklındaki görüntüleri silmeye çalıştı, yapamadı.
“Anlatsam ne olacak?”
“Geleceğin olacağım.”
Zaman durdu, onlar için zamanın duruşu buydu. Yasin, açık açık ona geleceği olmak istediğini söylemişti. Yıllardı hovardalığı ile bilinen, daldan dala konan Yasin Aksel, aklına hayaline sığmayacak bir şekilde aşık olmuş, kalbi külden bir kıza kendini kaptırmıştı.
Bir kadına yenilmişti.
Yenilginin en büyüğü aşktır derler, diğerleri için bilemez kimse fakat onlar için yenilgi, aşktı. Güç erkeğe, güzellik kadına verilmiş derler. Dicle, güzelliği ile, kalbinin güzelliği ile dağların keskin nişancasını, hayatında tanıdığı en güçlü askeri mağlup etmişti.
Yasin, mağlubiyetini çoktan kabul etmiş, ve bundan çok memnundu.
Ve her güç, bir gün bir kalbin güzelliğine yenilmeye mahkumdu.
“Ya çok kirliyse geçmişim. Ya temizlenmeyecek kadar çamura batmışsam? O zaman ne olacak? Dayanabilecek misin başka birisinin artığını...” devam edemedi, Dicle. Daha doğrusu Yasin izin vermedi. Yatağa sokulup Dicle’yi kendine çekti iyice. “Sakın,” dedi sert bir şekilde. “Bir daha kendin hakkında böyle bir cümle kurarsan affetmem seni.”
Dicle’yi kendine dönderdi yavaşça. Yüzleri hizalandığında, gökyüzünden iki yıldız aynı hizaya gelmiş gibi mucize gibiydiler.
“Yasin, yapamazsın. Sevemezsin.”
Gözlerini kapatıp alnını Dicle’nin alnına yasladı, Yasin. Yanağını okşarken derin bir nefes aldı. Onun kokusunu hissetmek için. Başka bir istek değildi, arzu değildi, gelip geçici bir şey de değildi . Ciddi anlamda ona bağlanmış, tutuklu kalmıştı.
Sevmeyi, Barın Alp’ten öğrenmişti. Ve onun öğrettiğinin on katıyla seviyordu sevdiği kadını.
Dağların serserisi, baloların prensesine yenilmişti
“severim Dicle,” dedi. Burnunun ucunu burnuna sürttü. “Sen bile şaşırırsın, bırak da şaşırtayım. Bırak de tüm yükünü ben alayım.” Gözlerini açtı, Dicle’nin yüzüne baktı. “Bırak geçmişi, geleceğin olayım.”
Yanağını okşadığı kadının, gözyaşları yanaklarına düştü. Baş parmağı ile yaşları art arda sildi.
“Geçmişini de silerim, gözlerindeki yaşlar gibi teker teker hepsini yok ederim. Sadece emret. Yap de, seviyorum de. Yemin ederim soluksuz severim, tek bir anım sensiz geçmez. Bırakamam, kopamam. Bir kere bağlandı kalbim kalbine, koparabilecek misin sevdanın ağlarını kalplerimizi arasından.”
Bekledi, durdu. Dokunmadı, hissetti saatlerce. Kokusunu soludu bıkmadan. Nefes alışverişlerin dinledi.
Uykuya dalana kadar, tam altı kez iç çekmişti.
Altıncı iç çekişinden dakikalar sonra nefesleri düzene girmiş, uyumuştu.
Usanmadan saydı.
Bıkmadan sevdi.
Çünkü aşk, sıkılmak değil, her seferinde daha çok heyecanlanmaktı. Cümlelerini ezbere bilmeme rağmen, ağzından çıkacak iki kelime için kalbinin küt küt atmasıydı. Sevdiğinin, gözlerinden bir damla yaşın düşmesi yerine, kendi göğsüne onlarca hançerin saplanmasını seçmekti. Sonunu bilmeden, yokuş aşağıgözleri kapalı yuvarlanmaktı. Hiçliği, onsuzluğa kabul etmek değil, onsuz olunca hiç olacağını bilmekti.
Ve hiçbir sevda, kolayca atlatılıp, sakince sürecek kadar basit değildi.
🔗
Of çek şunu!” diye konuştu Elfida bıkkınlık içinde. Karşısındaki adamın ona uzattığı ilaçları eline alıp kanepenin bir köşesine fırlattı. Şımarmıyordu, sadece hiçbir şey istemiyordu. Barın ise hiç usanmadan üçüncü kez onun attığı ilaçları alıp yanında oturdu. İlaç kutusundan birisini çekip ambalajı açtı. Elindeki bardağı Elfida’ya uzattı. Elfida akmayınca, elindeki ilacı Elfida’nın dudaklarının arasından içeriye bıraktı.
Elfida ilacın tadı yüzünden suyu içmek zorunda kalınca suyu aldı. Birkaç yudum alıp bardağı önündeki sehpaya bıraktı. “İstemiyorum diyorum.” Dedi son derece sinirli bir şekilde.
“Kusura bakmayın Elfida hanım, doktorunuz bu ilaçları keyfinize göre kullanmamazlık yapamayacağınızı söyledi.” Dedi Barın ciddi ciddi
“Başlarım doktoruna,” diye yükseldi Elfida. Daha sonra Narin’in onu duyabileceğini fark edince gözlerini devirip bir tık sessiz bir şekilde “Hiçbir işe yaramıyorlar, aptal gibi bunları içip etki etmesini bekliyorum.”
Gözlerini devirdi tekrar Barın. Ayağa kalkıp Elfida’yı kolundan tutup incitmeden ayağa kaldırdı. “ne?” diye ne yaptığını sordu, Elfida. Barın ise ona bakıp “Depresyondayken bile aşırı seksisin, onu anlamaya çalışıyorum.” Dedi.
Elfida şaşkın şaşkın ona bakarken dudakları aralandı. Dudaklarından bir şaşkınlık nidası çıkarken Barın olan bakıp bir iç çekti. Üzerinde beyaz kısa bir saten gecelik, altında ise aynı geceliğin kısa saten şortu vardı. Üzerindeki askılı ve dar gecelikten göğüsleri tamamen belli oluyordu.
“Sapık mısın, Alp?” dedi Elfida onun bakışlarını başka yere çekmeye çalışarak. Barın ise bu kez ona bakıp, geceliğinin içerisine elini sokup, çıplak beline dokunarak onu kendine çekti. Soğuk eli, onun sıcak bedenine temas ettiğinde Elfida irkildi.
Elfida’dan.
Dokunuşlarından rahatsız olduğum falan yoktu. O dokundukça yanıyordum, yandıkça da onu istiyordum. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp boy farkımızdan dolayı başını eğerek dudaklarını dudaklarıma kapadı. Başlarda sakin ve huzurlu olan öpüşü, gittikçe hırçınlaşıp beni delirmeye başladığında kollarım boynuna dolanmış, sarmaş dolaş bir şekilde ayakta öpüşüyorduk. Birkaç dakika içinde ondan ayrıldığımda geriye doğru kendini koltuğa bıraktı. Bacaklarını rahat bir şekilde açıp, eliyle bacağına iki kez vurdu. “Kucağıma gel, yavrum.”
İçimden defalarca Narin’in uyanmaması için dua ettim bilmiyorum.
Barın beni kolumdan tutup kucağına çekerken bacaklarımı iki yana açarak tam kasıklarına oturdum. Sesli bir şekilde nefes verdiğinde güldüm. “Siktir, dur orada.” Dedi. Eli bel boşluğuna gidip beni kendine yasladı. Tabiki onunla oynayacaktım. Kendimi kucağında hafifçe hareket ettirirken gözlerini kapatmaya başlamıştı. “Yerinde durmazsan ne olacağını biliyorsun değil mi?”
Güldüm yine.
“Biliyorum.” Dedim. Bu kez olduğum yerden, kasıklarından kalkıp biraz daha aşağıya oturdum. Bu onu iyice tahrik etmiş olacakki, iki elini de bana yaslayıp olduğum yerde durmam için sıkıca beni tuttu. “benimle oyun oynama, yavrum. Şimdi olduğun yerde durmazsan, bu apartmandaki herkes çığlıklarını dinlemek zorunda kalacak.” Gözlerini açıp kısa bir bakış attı bana. Yaklaşıp dudağımın kenarına bir öpücük bıraktı.
“Tabi ben bunu zorunda olduğum için değil, istediğim için dinleyeceğim. Zevkle.” Sesindeki o tavır, ton gerçekten söylediklerinin arkasında olduğunu gösteriyordu. Daha fazla uğraşmak yerine ya burada bırakacaktım ya da...
Kendimi zar zor ondan ayırdığımda mutsuz tavırlarını fark ediyordum. Ne yani? Benimle mi yatmak istiyordu?
Elfida salak mısın? Sevgilisi sensin tabii seninle isteyecek.
“Elfida abla...” diyerek içeriye Narin girdiğinde ikimizde koltukta oturuyorduk.
Yüzündeki şişliğe bakılırsa uyanalı birkaç dakika olmuştu. Aslında bu saatte uyumak çok huyu değildi ama dün gece hiç uyumayıp bana izlediği çizgi filmi anlattı. Alp ile beraber sarma satma fikrini kim sundu hatırlamıyoruk ama saatlerce sarma sardık. Üç kişilik ailemize, üç tencere sarma fazlaydı. Karşı dairemizdeki ve birkaç tanıdığı komşulara sarmalardan verdiğimizde bize yetecek kadarı kalmıştı. Aslında mızmızlansamda küçüklüğümde ki gibi hissettiğim sayılı anlardandı.
“Gel bebeğim,” dedim o yanıma yürürken. Koltuğun yanında geldiğinde onu kol altlarından kaldırıp kucağıma aldım. Dağılmış siyah saçlarını düzeltip yanağından öptüm. “Günaydın birtanem.”
“Günaydın, prenses.” Diye araya girdi Alp.
Üçümüz beraber biraz eğlenip devam ederken, Narin acıktığını söylemişti. Beraber yemek yiyip uzun uzun zaman geçirdik. Artık elimde bir mesleğim olmadığı için teşkilatın izni olmadan bir araştırma yapamıyordum.
Fakat bu, bir şeyleri öğrenmeme engel değildi.
Herkes odasına çekildiğinde, Alp’e bir süre yalnız kalmak istediğimi ve çalışma odasını kullanıp kullanamayacağımı sordum. “sormana bile gerek yok, senin evin senin odan.” Dedi. Kendimi kötü hissettiğimi fark ettiğimde yanında gidip yanağına bir öpücük bıraktım. Sonra geri çekilip odadan çıktım.
Çalışma odasına girip kapıyı kapatınca masaya yürüdüm. Birkaç şeyin yerini bildiğim için hemen bilgisayarı alıp bizim çocukların evden getirdiği bilgisayarımı da açtım.
Kendi bilgisayarımdan teşkilatın dosyalarına ulaşamazdım, ama babamın ona bir yetki bıraktığından emindim.
Bilgisayarı açıp kendi mailimden verdiğim izinlerle onun bilgisayarına erişim sağladım. Küçük bir kurcalama esnasında gözüme çarpan birden fazla dosya vardı.
“sana ihanet etmiyorum ama yapmam gerek. Lütfen affet beni.”
Ciddi anlamda kendimi ona ihanet etmiş gibi hissediyordum. Onun bilgisayarından nihayet asıl siteye ulaştığımda, tek bir isim arattım.
Sahre Sara Liyan.
Ekrana dökülen bilgileri hemen kendi bilgisayarıma kopyalayıp onun bilgisayarını temizledikten sonra kenara bıraktım. Bilgisayarımı önüme aldım.
Bilgisayara göz gezdirirken fazlasıyla fotoğraflarına denk gelmiştim. Mavi gözleri.
Gözleri maviydi.
Alp’inkiler gibi deniz mavisiydi.
“Olamaz.” Diye mırıldandım. “Kaldıramaz, olmaz."
Tamam, sadece bir göz rengiydi. Geriye kalan bilgilere bakmam gerekiyordu.
Hiçbir şeyde sorun yoktu, isim soy isim, anne adı, baba adı, kardeşi yok görünüyordu, tek bir tarih ilişti gözlerime.
05/05/1998
Barın’ın doğum ayı ve günü ile aynıydı. Fakat asıl şok olduğum şey, tarihin Almanya’da Yıldırım ailesinin kaldığı ev kundaklandığı tarihle aynı olmasıydı.
Ne demişti Kerem?
Annesi bir süre hastanede kalmış fakat kurtulamamış.
Ya annesinin karnındaki bebek o hastanede alındıysa?
İyice karışık bir durum oluyordu ve bundan nefret ediyordum.
Ya bu yangında ölen herkes için bir DNA raporu isteyecektim, ya kendim kalkıp gizli bir iş yürütecektim, ya da susup sevgilime ihanet edecektim.
Ve bir Elfida Türkeç’in en iyi yaptığı şeyi seçtim.
Gizli bir iş yürütmek.
Sahne gözden çıkarılan kadın, Elfida Türkeç’in.
🔗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.1k Okunma |
2.97k Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |