26. Bölüm

25. Bölüm "Bir Yemin Et Bir Gerçeği Söyle."

Elif Eylül Bulu
eliffbulu

Candan Erçetin, Annem

 

Bölüm 25 |

Bir Yemin Et, Bir Gerçeği Söyle.

 

⛓️

 

 

 

Kime güveneceğim konusunda, yaşadığım iki kayıp sonrası uzun süren ve yol katetmekte zorlandığım bir arayışa girmiştim. Etrafımdaki insanların sayısı azaldıkça, güvenim düşüyor kimseye karşı o hissi hissedemiyordum. Sonra birisi çıkmıştı karşıma. Tabii, ben bunun hayatın toz pembe tesadüfü olduğunu sanarken hepsinin planlanmış olduğunu asla düşünmemiştim.

 

Herşeyim ol, demiştim ona. Herşeyim, herkesim ol.

 

Ama sakın keşkem olma.

 

Şimdi keşkelerle dolu bir kışta, ellerim karnıma sarılı keşke diyerek beklerken içimden saydırıyorum onlarca kelimeyi. Kafamın içi o kadar dolu ki, ben bile ne düşündüğümü bilmiyorum.

Boğazım acıyordu, gözlerim yanıyordu. Karnıma bastırdığım ellerim acıyordu, duvara yasladığım sırtım acıyordu. Ama bunların yanında, en çok hissettiğim şey kalbime oturmuş bir ağırlıktı. Kalbimin parçalara ayrılmaktan beter olduğunu öyle bir hissediyordum ki, konuşmak bile mazluma yapılan bir zulüm gibi geliyordu.

 

Bu hikayenin mazlumu bendim.

Zalimi çok olan bir hikayenin, mazlumu olmak zor oluyormuş. Zalimi güvendikleri olan bir mazlum, sonsuza dek mazlum kalıyormuş.

 

Gözlerimi açtım, birbirine gözyaşlarım yüzünden yapışan kirpiklerimin arasından karşımdaki duvarı izlemeye başladım. İçimde bir ateş harlanlanmaya başladı.

 

Yazıklar olsun, dedi içimdeki kız haykırarak.

 

Düzen tepetaklak olmuştu. Onların kurduğu oyun onların eline yüzüne bulaşmıştı. Ama tüm hançerlerin hedefi ben olmuştum.

 

Ben ve karnımdaki yaşayacak mı bilmediğim bebek.

 

Burnunu çektim bir sızı hissedince. Ağlamamın dindiğini yeni yeni fark ediyordum. Başımı taşıyamayacak kadar yorgundum, şuan uyumak öyle bir istekti ki. Sanki uyusam, gözlerimi açtığımda herşey bitmiş olacaktı. Ben sıcak yatağımda, Narin'in yanında uyanacak nişanlımla birlikte sofraya oturacaktım. Bunun olmasını istedim.

 

"Gel." Dedi Büge. Sesiyle beraber ona baktığımda elini bana uzattığını gördüm.

Eline uzun uzun baktım.

 

Başını eğdi, utanır gibi. Saçları yüzünü kapatırken özenle seçilmiş gibi duran kıyafetlerine baktım. Siyah bir kumaş pantolon, mavi çizgili dar kısa bir gömlek.

 

Benim gibi olmuştu. Kıyafetleri.

"Sana yemin ederim." Dedi sesi titrerken. "Yeni öğrendim, beni biraz seviyorsan inan bana lütfen." Elini indirdi. Benim gibi dizlerini bükerek oturup ellerini bacaklarım koydu. "Bak, sen onların eline düşmeden iki hafta önce. Müsteşarımız beni çağırdı." Diyerek konuya girdi. Gözlerim kapanıp gidecek kadar kısılmıştı ama kafamın içi de onu dinlemek istiyordu. "Odaya girdim, ilk kez giriyordum o odaya. Müsteşarla aynı ortama bile girmedim ondan önce yemin ederim." Arkama yaslandım tekrar. Dizlerimi kendime çekerek dirseklerimi diz kapaklarıma yasladım, ellerim başıma giderken Büge konuşmaya devam etti.

 

"Girdim odaya, ismi gördüm ama... Emin olamadım, imkansız gibiydi Elfida. İnanamadım. Sonra..." Duraksadı bir süre. "Hakan A...." Amca diyemedi. Ellerimi saçlarıma geçirdim. Saç diplerimdeki yağ o kadar rahatsız etmişti ki. Şuan kusacaktım.

 

"Bana dedi ki, az kaldı." Ağlayacak gibi oldu.

 

"Ağlama." Dedim. Merhametle değil, uyarıyla.

 

Sesini düzeltmeye uğraştı. "Hepsini anlattılar, Supa'nın karısının yani şirketin yöneticisini öldürdüklerini, sonra bir araba yolculuğunda senin olduğun arabaya saldırı yaptıklarını, seni korumak için eve geri geldiklerinde plan yapmaua başladıklarını, içerideki köstebeklerden birisinin uçak saldırısı olacağını söylediğini öğrenince..."

 

Kestim sözünü. "Ölü gösterdiler. Ölü gibi davrandılar. Yıllarca." Ellerimi saçlarımdan çektim. "Benim annem öldü." Dedim üzerine basa basa. "Benim annem babamın hasretine doyamadan öldü." Başımı geriye yaslayıp duvara vurdum. "Lan yirmi dört sene! Şu siktiğimin yirmi dört senesinde biri bile çıkıp demedi bana baban yaşıyor diye! Lan biri bile düşündürmedi bana babamın yaşadığını!"

 

Bir kez daha vurdum başımı geriye. Tekrar yeltendiğimde başım bu kez duvar yerine bir ele çarptı.

Kendinleri beni bir çukurun dibine atmışken, şimdi o çukurdan çıkmaya çalışırken taşlara çarpmayayım diye uğraşıyorlardı.

 

Gözlerimi kırpıştırdım. "Büge." Dedim. Aklımda neler döndü anlayamadım ama o an, Büge'nin dibimde -elimin altında- kalması gerektiğini biliyordum. Kırpıştırdığım gözlerimi kısarak karşımdaki kadının bal rengi gözlerine kilitlendim. "Şimdi bana bir yemin et." Yutkundum. "Benim yanımda kalacaksın. Bana en ufak bir yalan dahi söylemeden."

 

Bir süre kuşkulu bakışlarını yüzümde gezdirdi. Ağır ağır başını salladı. Dudaklarını araladı. Ağzından çıkacak o cümleyi bekledim. "Yanındayım. Hiçbir yalan olmadan."

 

Ne gülümsedim, ne sarıldım ne de başka bir samimiyet göstergesi belirttim. Öylece dümdüz dururken başımı eğip karnıma baktım.

 

Orada birisi vardı.

 

Pişman değildim ama memnun da değildim halimden. Öyle, arafta sallanan bir ip gibi yaşıyordum.

 

Bir açıklama dinleyene kadar ne hissedeceğim konusunda emin değildim. Şuan, sadece karnımdaki bebeğin durumunu öğrenmem gerektiğini biliyordum.

 

Bu kadar şeyden sonra hâlâ benimleyse, umudumu bağlayabilirdim ona.

 

"Şimdi, hastaneye gideceğiz." Dedim emir verircesine. Arkamdan tutunarak ayağa kalktığım sırada benimle beraber o da kalktı.

 

Ben ileriye yürürken bir şey söyleyecek gibi oldu ama sustu geri. Üstelemedim bu kez. Çünkü bundan sonra ne biliyorsa anlatacaktı.

 

Telefonumu nereye bıraktığımı unutmuşken elimi altımdaki bana ait olmayan eşofmanım cebine atıp aldım. Son arama yaptığım numarayı tekrar arayarak telefonu kulağıma yaklaştırdım.

"Adem. Hastaneye geçiyorum. Yanımda Büge var. Narin'i eve getir. Korkar o, iyi olduğumu söyle." Aslında şuan telefonda onunla konuşabilirdim ama bu kadar zaman sonra onunla bir telefondan konuşmak istemiyordum.

 

"Tamamdır, Elfida Hanım. Ben banka işini hallettim, şimdi Narin'in eşyalarını almaya gidiyorum." Dedi Adem öncekilere nazaran daha kibar bir sesle. Yanımda Narin olduğu için daha dikkat ediyordu sözlerine. Bu iyiydi.

 

"Eşyaları neredeydi?" Diye sordum istemeden.

 

"Barın Alp Yıldırım'ın evinde."

 

Durdum. Alt dudağımı dişlerken, bir anlığına Narin'i abisi olarak gördüğü çok sevdiği birisinden ayırmaya hakkım olmadığı geldi aklıma. Yutkundum. Bunu ilk önce onunla konuşacaktım. "Adem." Dedim kendime gelerek. "Oraya götürme Narin'i." Telefonda konuşmayacağımı düşünmüştüm ama sanki... Şuan onunla konuşmak bana iyi hissettirecekti. "Telefonu, Narin'e ver."

 

Telefon birkaç saniye içinde el değiştirdiğinde, Narin'in ağlamaklı sesini duydum. Boğazım öyle bir kilitlendi ki, konuşmak çok zordu. "Narin'im." Dedim yumuşak bir sesle. Büge'nin bakışları üzerine döndü.

 

"İyi misin?" Diye sordu önce. Herşeyden önce, iyi olup olmadığımı sordu.

 

Gözlerimi kapattım. "İyiyim birtanem, çok iyiyim." Dedim. Yalan söyledim. "Benim şimdi çok küçük bir işim var, hemen gidip geleceğim. Seni Adem abin evime getirecek. Tamam mı?" İkna eder bir sesle konuştum. Narin'in şuan uslu uslu başını salladığını biliyordum.

 

"Korkuyorum."

 

"Korkma." Dedim hemen. "Hiç korkma güzel kızım. Bundan sonra korkmana izin vermeyeceğim. Şimdi, abinle beraber evimize gel. Ben kısa bir süre içinde yanına geleceğim. Tamam mı?"

 

"Tamam." Dedi. "Seni çok özledim." Sesi öyle tatlı çıkıyordu ki, şuan onu sımsıkı sarmak istiyordum. ağlamaya yüz bulamadığını biliyordum. Ağlayacaktı ama doğru yeri, doğru kişiyi bekliyordu. Belki beni, belki öz annesini, belki öz babasını...

 

"Bende birtanem." Kendi odama doğru yürüdüğüm sırada kapıyı hemen açıp yedek bilgisayarımı çıkardım masanın üzerine. "Bende seni çok özledim. Kapatmam gerek. Seni bekliyorum." Adem telefonu kapattığında Büge'ye seslendim. "Çantamın içinde bir kaset var. Onu getir."

 

Saniyeler içinde Büge elinde kaset ile geri döndüğünde mideme oturan bir ağırlığı, bulantıyla karıştıran bir hamle yapıyordum. Derin bir nefes aldım, bilgisayarı açtım. Aparatı açıp kaseti kasetin yuvasına bırakıp içindeki klasörlenmiş videolardan ilkine tıkladım. Nefes almakta zorlanıyordum.

 

"Elfida." Dedi Büge. "Şimdi yapmasan mı?"

 

Cevap vermeden açılan videoya odaklandım.

 

Bir masa, ardında bir koltuk ve gerisinde duvara sabitlenmiş beyaz kitaplığın sadeliğini alan kitaplar vardı. Birkaç saniye geçtikten somda kadraja çocukluğumun en büyük hasreti olan o adam girdi ağır adımlarla.

 

Babam.

 

Hafızamda kalan asıl yüzünü, yeşil gözlerini kameraya diktiğinde dikkatle izledim. Videodaki babam konuşmaya başladı.

 

"Bugün 3 Nisan 2000." Dişlerimi sıktım istemsizce. Parmak uçları sargılar ile dolu elimi dudaklarıma götürdüm şaşkınlıkla. "Ben MİT Başkanı Hakan Türkeç. Kızımın güvenliği ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nın en azılı düşmanlarından birisi olan Şirket adlı terör örgütünün Uluslararası bir operasyona zarar vermemesi için bir operasyon başlattığım tarih bu tarih. Bu benim itiraf videomdur." Titrek bir nefes aldım. Oturduğum koltukta geriye yaslanma ihtiyacı duyduğumda kasıklarımın ağrısıyla yüzümü buruştururken elimi dudaklarımın üzerinden çektim. Babam, sanki o kameranın karşısında ben varmışım gibi babacan bir tavırla gülümsedi.

 

"Bugün öldüm." Derken beni de ölmekten beter etti. "Karım Feyza Türkeç beni öldü biliyor. Onun ailesinden Özel Kuvvetler Komutanlığına ve İstihbarat Teşkilatı'na mensup olmayan herkes beni öldü biliyor. Ve birde..." Başını hafifçe yana yatırdı. Üzerindeki dümdüz takım elbisesinin içinde duran kişinin babam olduğuna emindim. O, bu kaydı kapattıktan sonra bana, anneme gelmeyerek babamı öldürmüştü. "Kızım." Dedi aniden. Kalbimin tek bir kez, göğsümü ağrıtacak kadar sert attığını hissettim. "Kızım için." Ellerini, parmaklarını birbirine geçirerek kenetledi. "Kızıma ve karıma gelebilecek herhangi bir zarar söz konusu olduğunda, onlara zarar gelmemesi için başlattığım bu operasyon biter." Babam yerinden kalktı, ilerledi ilerledi. Kamerayı eline aldı. Sonra fısıldadı. "Feyza, seni çok seviyorum. Kızımıza iyi bak."

 

Video kapandı. Ekrana yine klasörler döküldüğünde daha fazlasını kaldıramayacağımı düşünerek yutkunuşumu bir bitiş sayıp bilgisayarın ekranını kapattım.

 

Tam yanımdan alaya alacağım o soru geldi. "İyi misin?"

 

Başımı salladığımı düşündüm ama öyle ağır hareket ediyordum ki, anlaşılmamın imkanı yoktu. Midemin bulamadığını belli edercesine bir nefes aldım. Yüzümü buruşturarak masadan kalkıp odamdaki banyoya yürüdüm. Açtığım musluktan su akmaya başlarken ellerimi akan buz gibi suyun altına tuttum.

 

Aynaya bakamadım bu kez.

 

Kendimle gözgöze gelmeden, saçlarıma baktım. Belimi aşan, temizlenmediği için rengi solmuş saçlarıma. Kendime baktıkta, aklıma dolan anlatma midem altüst olmaya devam etti. Öğürerek lavaboya eğildiğimde, saçlarımı Büge ensemde topladı. Kusmak için can atıyordum ama öğürmekten başka bir şey yapamıyordum. Yüzüme suyu birkaç kez çarpıp kurulamadan doğruldum, bir süredir eğilmiş şekilde durduğum için belime hafif bir ağrı girmişti doğrulurken.

 

"Saçlarım..." Diye mırıldandım. "Saçlarımı yıkamak istiyorum. Ama hızlı olalım."

 

Büge beni onaylayan bir cümle kullanarak hızlıca duşakabini açtı. Suyu açıp ayarlarken ben üzerimdeki yine bana ne zaman verildiğini bilmediğim sweat'i çıkardım. İç çamaşırım olmadığı için çıplak kalmıştım ama bu yanyana büyüdüğüm bir kız yanımda olduğu için utanç vermiyordu.

 

Ben çok zayıflamıştım. Bebek nasıl beslenmişti, nasıl büyümüştü, nasıl tutunmuştu bana?

 

İleriye yürüyüp başımı öne eğdim. Dikişlerimin olduğu yerler başım dışındaydı ve saç diplerimdeli minik yaraların suya temas etmesinde bir sorun olmadığını söylemişti doktorum. Ilık su yavaşça ısınarak başımdan aşağı dökülürken ellerimi kullanamadığım için öylece bekledim.

 

Ellerimi saçlarımın arasına yıkamak için daldıramayacak haldeydim.

 

Boğazım acıdı birazcık.

 

Büge ilk önce tüm saçımı ıslatıp, sonra eline sıktığı şampuanı saçlarıma nazikçe yedirerek köpürttü. Üç defa tekrarladı bunu. "Bir kez daha şampuan sıkmamı ister misin?"

 

Dört.

 

Uğurlu sayım dört.

 

"Hayır." Dedim sadece kısık bir sesle.

 

Büge bir şey söylemeden suyu kapatıp havlu alarak tekrar yanıma geldi. Saçlarımın suyunu sıkarak havluyu omuzlarıma bıraktıktan sonra doğrulmama yardımcı oldu. Koluma girip benimle beraber odamın içine tekrar yürüdü. Saçlarımı taramanın uzun süreceğini düşünmüştüm ama sanırım hastanede yapılan bakımlar dolayısıyla karışıklığı gitmişti. Hızlıca saçlarımı tarayıp hafif nemli bırakarak kuruttum. Üzerini değiştirmek için dolabı açtığımda bir süre oradaki kıyafetlerime baktım.

 

Aranmadan önce, eve gelip kıyafetlerimi toparlamıştım.

 

Keşke o gün gelmeseymişim.

 

Elime gelen kalın bir baklava desenli, kırmızı bordo tonları arasındaki renkli kazağı alıp altıma da kumaş siyah bir pantolon çıkardım. İç çamaşırlarımı da değiştirip kıyafetlerimi giydim. Kazağım zaten oversize olduğu için abes durmuyordu ama pantolonumun beli öyle büyük gelmişti ki, sanki benden bir tane daha sığardı. Hızlıca lastiği sıkarak üzerime siyah kabanım yerine kırık beyaz şişme montumu giydim.

Montumun içinde kalan saçlarımı çıkarıp göğsümün üzerine bıraktım.

Büge ile beraber evden ayrılarak onun arabasıyla hastaneye ulaştığımız sırada, telefonumu arabadan inmeden önce açtım. Sessizde olduğu için bildirimlerini duymadığıl telefonuma, tam doksan altı arama düşmüştü.

 

Aynı numaradan bir arama daha geldi.

Numara tanıdık değildi ama kim olduğunu biliyordum.

 

Engelledim.

 

Arabadan inip kapıyı kapattıktan sonra içeriye doğru yürüdüm. Hastanenin kapısının önünde beklerken Büge telefonda birisi ile konuşuyordu. Konuşması bitince bana bakarak telefonunu cebine attı. "Doktorunla konuştum. Bizi bekliyor."

 

İrdelemeden onun yanında yürüyüp yedinci kattaki kadın doğum uzmanı olan bir doktorun odasına girdik.

Masasında oturan kadın doktor gülümseyerek bana doğru yaklaşıp elini uzattı. Elini sıkıp geri çektim.

 

"Hoşgeldiniz, Elfida Hanım. Geçmiş olsun."

 

Başımı salladım. "Sağ olun."

 

Doktor eliyle masasının karşısındaki koltukları gösterdiğinde oraya yerleştik. Doktor ise hızlıca kendi koltuğuna oturdu. Masasının üzerindeki yazan isim soy isim kazılı yazıyı okudum.

 

Dr. Rana Ala

 

Ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirip boğazımı temizledim. "Rana hanım, şimdi ben..." Diyerek girdiğim konuyu "Bir ay boyunca bebeğinizin durumuyla ben ilgilendim. Merak etmeyin, herşeyi biliyorum." Diyerek samimi bir şekilde böldü.

 

Başımı salladım. Derince sıkıntımı belli edercesine bir nefes alarak devam ettim. "Ben, yani benim yaşadığım şeyler... Normal değildi ona rağmen nasıl bana tutunduğunu bilmiyorum." Omuz silktim ağırca. Sesim usulca titremeye başlarken, sanki içimdeki o minik sıkıntımı anlamış gibi bir ağrı yaratmaya başladı kasıklarıma. Gözlerimi kapattım bir süre, tekrar açtım nefesimi verirken. "Bakın ben..."

 

"Emin değilsiniz." Dedi sanki bana yardımcı olmak ister gibi. Büge sessizce oturmuş bizi izliyordu. Bir süre telefonundan mesajlar yazdı.

 

Umarım o yazdığın mesajlar, onlara değildir.

 

Başımı salladım hemen. "Benim bir kızım var." Başımı yana yatırdım. "Daha doğrusu manevi kızım. Ben ona abla oldum. Anne değil. Yani, en azından ben böyle düşünüyorum." İsminden emin olmak ister gibi tekrar adının yazdığı yere bakıp ona döndüm. "Rana Hanım, eğer bu bebeğin bir yaşama şansı varsa..." Yutkundum. "Ben ondan bu şansı alamam. Evet benim hayatım ama bana bunca şeye rağmen tutunmuş bir cana, minicik bir fetüs de olsa kıyamam." Sesimin titremesi arttığında Rana Hanım bana gülümseyerek bakmaya başladı.

 

"Elfida Hanım." Dedim uzatarak. "Siz bu bebeği istiyor musunuz?"

 

Sağ gözümden bir yaş inip gittiğinde, hızlıca elimin tersiyle sildim yanağımı. Başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum."

 

Başımı salladı o da. Elindeki kalemi çevirip önündeki kağıtları inceledi kısa bir süre. "Anladığım kadarıyla evli değilsiniz. Ancak bu, gayrimeşru bir bebek de değil."

 

Onaylarcasına bir mırıltı çıkardım. "Bebeğin," dedim. Devamı zorlukla çıktı ağzımdan. "Babasıyla." Yutkundum sertçe. "Aramızdaki şey bitti." Gözlerimi kaçırıp duvarlara takıldım. "Yani, en azından ben buna böyle karar verdim. Ve şimdi bu bebeği doğurursam, ki daha yaşayacağını bile bilmiyorum."

 

Anlıyormuş gibi başını salladı. "Elfida Hanım, bu bebeği doğurmak zorunda değilsiniz." Bu kez gözlerini kaçıran o oldu. "Ama size olan durumu ve olabilecek durumları haber vermem gerek." Dikkatle onu dinliyordum ama ağrım artıyordu. Elimi montumun üzerinden karnıma doğru götürdüm.

 

"Bebekleriniz." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "İkizleriniz yani."

 

Ağrımın bin katı arttığını hissettim o an. Dudaklarım aralandı, ne diyeceğimi bilemedim bekledim sadece ama dudaklarımdan fısıltıyla dışarı firar eden küçük bir "Ne?" nidasına engel olamadım.

 

"İkizlerdi." Dedi kadın. "Üzgünüm Elfida Hanım, bebeklerinizden birisi kaybettiniz."

 

O cümleleri duydum ve o saniyeden sonra karnımda bir bıçakla yaşamaya devam edeceğimden emin oldum. Benim canımdan can gitmişti.

 

Ne diyecektim şimdi ben ona? Şehit Bebek mi?

 

Vatanı için herşeye dayanan benim, karnımda ölen bir bebeğe ne denirdi?

 

Dişlerimi sıktım. Çenem ağrıyana kadar. Ben şimdi kime kızacaktım?

Terleyen avuçiçlerimi bacaklarıma sürtüp teri kumaşa silerken boğazım düğüm düğüm düğümlendi. Daha birisinin varlığına alışamamışken, öbürü çekip gitmişti. Minicik, bezelye tanesi kadar bile olmayan bir can benden gitmişti. Bunun bu kadar acı olduğunu bilmiyordum. Kahretsin ki, öğrenmiştim.

 

Büge dudaklarıma paketli bir su yaklaştırdığında kuruyan boğazımı ıslatmak için sadece bir yudum içtim. Elimle suyu ittirip birkaç derin nefes aldım. Başımı kaldırıp doktora soru sormak için hazırlandım ama sorulardan vazgeçtim. "Bana her şeyi anlatın." Dedim yalvarır gibi. "Biliyorum, bir riski var. Ama bunun ne derece olduğunu anlatın bana."

 

Dudaklarını birbirine bastırıp önünden bir kağıt çekti, Rana Hanım. Kağıdı bana uzatıp almamdan sonra konuşmaya başladı. "Bebeklerinizden birisini kaybettiniz, çünkü diğeri size tutundu. Yumurtalıklarınızdaki kist işimizi fazlasıyla zorlaştırıyor. Bu dönemde, yalnızca bile kistiniz bizim için çok büyük bir endişe sebebiyken... Yaşadıklarınız ve maruz kaldıklarınız, bebeğin anne rahmine olan bağlılığını düşürüyor. Bebeği aldırıp aldırmamak elbette size kalmış bir şey, anne olmak aniden karar verilecek bir durum değil. Size kesinlikle katılıyorum. Düşünün, bebeğin babasıyla konuşun. Ama size olabilecek her şeyi anlatmam gerek." Duraksadı. Ben başımı kağıttan kaldırıp doktora baktım.

 

"Düşük yaptığınız ya da bebeği aldırdığınız durumda, bir daha hamile kalmanız neredeyse imkansız."

Gözlerimi kapattım. Ölmeyi diledim.

Hani çok sevdiğiniz birisi yine çok sevdiğiniz bir eşyanıza zarar verir de; sesinizi çıkarmadan üzülürsünüz ya. Yemin ederim, zarar gören şey içimdeki can olmasaydı affederdim. Gururuma ihanet edip, sevgime güvenerek affederdim ben onu.

 

Parçalara ayrılan kalbimin parçaları içimi deşiyor. Öyle bir deşiyor ki, kanadıkça kanıyorum ama asla durmuyor bu kan. Dursa, derince ve rahatça bir nefes alacağım ama olmuyor. Göğüskafesime öyle bir ağırlık yapıyor ki, nefes almak bile istemiyorum.

Haklıyım, hemde çok. Ama bu haklılık öyle pişmanlık getiriyor ki bana. Canım yanıyor. Yandıkça yanıyor.

 

Babam yıllar önce bu işi farklı bir yolla çözmeyi deneseydi, belkide şuan Kale'de akşam eve gidip eşimle neler konuşacağımı düşünüyor olacaktım. Ya da yorgunluktan dışarı çıktığım kıyafetlerle uyuyacak, rahatsız edici ama deliksiz bir uyku uyuyacaktım.

 

Bilmiyorum. Normal bir insan neler yapar artık çözemiyorum.

 

Parmağımdaki yüzüğünü tek bir an düşünmeden çıkarıp attığım adamın, gelip bana bir açıklama yapmasını istiyorum. Beni bırakıp giden, beni koruduğunu iddia eden adamın bana geçerli bir sebep sunmasını istiyorum. Bekliyorum, kahretsin ki bekliyorum.

Doktor, gözyaşlarımın düşmeye devam ettiğini görüp beni ultrason için muayene yatağına uzandırdığında bu kez ilerisini düşünmeyi bıraktım. Asıl şimdi ne olacaktı?

Kıyafetimi göğüslerimin altında katlayarak telefonumu Büge'ye uzattım.

Doktor uzun uzun anlattı karnıma buz gibi bir jeli dökerken. Yüzümü buruşturdum. Plasentanın yerinin sürekli kontrol edileceğini söylemişti. Sık sık kontrollere gelmem gerekiyordu. İlaçlarımın kesinlikle kadın doğum uzmanlığı olan riskli gebelik doktorları tarafından onaylanması gerekiyormuş. İkiz bebeklerde, genelinde olmasa da yüzde yirmisinde düşük görülürmüş. Kaybolan ikiz deniyormuş adına.

İki aylık bir gebeliğim sürüyormuş, sanırım bu süreç gebenin son regl tarihinden itibaren alındığı için süreç iki buçuk aya çıkıyordu.

 

İlk birlikteliğimizde hamile kalmıştım.

 

Pişman değildim. Korkuyordum.

 

Çünkü yanımda kimse yoktu.

 

Birisi gitmişti onların. Belkide kurtuluşı buydu. Diğeri benimleydi ama ne olacağını ben bile bilmiyordum.

Ben alık alık uzandığım yerde ultrason ekranına bile bakmamak için tavanı izlerken gelen soruyla yutkunarak başımı oraya, bebeğin görüntüsüne çevirdim.

 

"Kalp atışlarını dinlemek ister misiniz?"

 

Dudaklarım titrerken ne yapacağımı bilemeyerek soru sordum. "İki ayda hemen dinlenebilir mi?"

 

Gülümsedi doktor. "Bir buçuk aydan itibaren dinlenebiliyor. Dört ila beş ay arasında da direkt olarak stesteskop ile anne karnınsna dinlenebiliyoruz."

Kalbim tekledi.

 

Sonra düşük, yavaşça artan bir sesle atışları duydum.

 

Gözlerimi kapattım. Dinledim sadece. Doğurmak istediğimden emin bile olamadığım o bebeğin kalp atışlarını duyana kadar iyi hissedeceğimin farkında değildim.

 

Daha fazlasına dayanamayacağımı anladığımda "Durdurur musunuz?" Dedim. "Yapamayacağım." Olduğum yerde yavaşça doğrularak burnumu çektim. "Üzgünüm. Daha fazlası benim için iyi olmayacak." Kalkarken sürttüğüö belimdeki bandajın sesi beynimde yankı yaptı.

 

Hastasın, toparlamaya çalışırken bile batıyorsun. Onu nasıl doğuracaksın?

 

Rana hanım beni dinleyerek makinayı karnımdan çekip birkaç peçete uzattı. Karnımı temizleyip jelden arındırdıktan sonra, kirli peçeteleri ayağa kalkıp doktorun yanına giderken çöpe bıraktım.

"Bu aniden alınacak bir karar değil Elfida Hanım. Siz ne zaman isterseniz o zaman bu gebeliği durdurabiliriz." Duraksadı. "Ama buna karar vermek için bir haftanız var. Eğer bu haftayı geçerseniz kürtaj yapılamaz."

 

Başımı salladım. "Tamamdır."

 

"Ben sizin için birkaç reçete yazacağım. En azından karar verene kadar bunları kullanmanız gerek. Ek olarak da dediğim gibi, riskli bir gebelik içindesiniz." Kalemini çıkatıp küçük bir kağıda bir şeyler yazmaya başladı. Ben Büge ile yan yana doktorun masasının karşısında ayakta dikiliyordum. "Ani hareketler yapmamak, ağır kaldırmamak, sağlıklı beslenmek ve yeteri kadar vitamin takviyesi almak çok önemli. Ben sizin için birkaç vitamin yazdım. Bunlar sizin için yeterli. Aynı zamanda psikiyatri doktorunuzun yazdığı üç ilaçtan ikisini bırakmak durumundasınız. Ve ağrı kesiciler de buna dahil. Sizin için etkili ama bebeğe zararı olmayacak düşük düzeyde ağrı kesiciler yazdım. Onları da karşıdaki eczaneden temin edebilirsiniz." Ben bitirdiğini düşünmüştüm ama sonradan hatırlamış gibi bir uyarı daha yaptı. "Alkol ve sigara kesinlikle yasak. Lütfen dikkat edelim buna da."

 

Dikkatle dinleyip, kaşesini bastığı reçeteyi aldım. Birkaç teşekkür edip çıktık. Yavaş yavaş yürüyüp hastanenin kalabalığından ve birkaç bağırış sesinden uzaklaşınca içime dolan temiz havayı derin derin soludum.

 

"İyi misin?" Diye sordu Büge.

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Havanın soğukluğu, akşamüstü ekstra belli olmaya başladığı için üşüdüğümü net bir şekilde hissediyordum. Montumun önü açıktı, hızlıca onu çeneme kadar çekip ellerimi montumun ceplerine soktum. "Bilmiyorum."

 

"Biraz oturmak ister misin?" Dedi bir yere gidebileceğimizi söyleyerek.

 

Başımı sağa sola salladım olumsuzca. "Hayır." Dedim. "Narin'e gideceğim." Gözümün önünü kapatan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp gökyüzüne kaldırdım bakışlarımı.

 

Gri. Yine Ankara grisi.

 

Hafiften hava kararmaya başlamıştı, saat kaçtı bilmiyordum ama bir saate etraf zifiri olacak gibiydi. Gözlerim bulutların arkasından kendini belli etmeye çalışan, batmak üzere olan güneşe ilişti. Öyle soluktu ki, sanki kara bulutlar mutluluğunu çalmıştı.

 

Titrek bir nefes alırken Büge'ye baktım. Yürümeye başlayarak arabayı gözüme kestirdim. "Kimle mesajlaşıyordun içeride?"

 

Hiç çekinmeden olduğu gibi söyledi. "Barın ile." Başımı salladım. "Barın ile." Dedim onaylar gibi. Yürümeye devam ederken yine tekrarladım. "Barın ile." Alt dudağımı sıkıntıdan ısırıp kanatacak kadar oynadığımı fark edince bıraktım. "Ne konuşuyordunuz?" Diye sordum direkt.

 

"Hamileliğinden haberi yok." Adımlarım durdu. Gözlerimi onun gözlerinde kesiştirdim.

 

"Hiç kimsenin mi?"

 

"Hiç kimsenin." Diye onayladı beni.

Çatık kaşlarım gevşedi.

 

Hayır, karnımdaki bir intikam yolu değildi onu asla işe karıştırmayacaktım. Eğer onu doğuracaksam da aldıracaksam da, Barın'ın haberinin olması gerekiyordu. Buna daha sonra karar verecektim.

 

Arabaya geçip yüzünü kesen soğuktan nihayet kurtulduğumda ağzımda olan garip bir tat ile yüzümü buruşturdum. Yavaşça sağ elimi kaldırıp iki parmağımın arasına baktım. Ellerim hatırladığım şeyle titremeye başlarken Büge arabayı hastanenin bahçesinden çıkarmış yola sokmuştu. Kusma hissiyatı ile doldum birkaç saniye ama nefesimi tutup kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Doktorumun kurduğu cümleler kafamda yankılandı.

 

Alkol ve sigara kesinlikle yasak.

 

İkiz bebelerinizden birisini kaybettiniz.

 

Elimi arabanın kapısına koyup camın açılması için tuşa bastım. Cam yavaşça açıldığında derin bir nefes alarak mide bulantısı geçirmeye çalıştım. Bir süre sonra rahatladığımda camı kapatıp, rüzgarla dağılan saçlarımı düzeltmeyi umursamadan başımı koltuğa yasladım.

 

İçim zaten kıpır kıpırdı. Acaba bebek var diye miydi?

 

Nasıldı ki orada? Minicik bir şeydi sonuçta, daha hissedemezdi belki de. Yola tam odak olmuş Büge'ye kısa bir bakış atıp elimi karnıma koydum. İç sesim benim kontrolümğn altından çıkarak aptal aptal onunla konuşmaya başladı.

 

Acaba sana anne olabilecek miyim?

 

Tedirginlikle tekrar Büge'ye baktım.

 

Yaşayacak mısın? Benimle kalacak mısın?

 

On dakikalık yolculuk boyunca çıldırmış gibi sadece iç sesimden konuşmaya devam ettim. Eve gelip yukarı çıktığımızda artık stresim her şekilde belli oluyordu. Asansör evimin katında durduğunda ikimizde indik. Acaba üçümüz mü demeliydim? Onu yok saymak üzer miydi ki?

 

Kapı ziline uzunca basıp dimdik bekledim kapının önünde. Kapı Adem tarafından açıldığında gözlerim Adem'i teğet geçip minik adımlarına rağmen koşma sesi kulaklarımda yankılanarak gelen Narin'e değdi. Bana sarılacağını anladığımda dizlerimin üzerine çöküp kollarımı açtım. Kalbim şimdi yeniden atmaya başlamıştı biliyordum. Öyle çarpıyordu ki, ağlayacak gibi hissettim bir an ama üzülür diye sustum. Sonra tüm acımı dindirecek o kelime çıktı Narin'in ağzından.

 

"Anne!" Dedi boynuma sarılıp içini çeke çeke ağlarken. Donup kaldım birkaç saniye ama kollarımı onun minik bedenine sararken başımı da boynuna gömerek kokusunu içime çektim sonra. "Anne!" Dedi bir kez daha. Öyle bir ağlıyordu ki, açık kapıdan dolayı tüm sesi binanın içinde yankı yapıyordu. Tam kapıda olduğum için de kapıyı kapatamıyorduk.

 

"Annem!" Dedim boynundan kocaman öpüp bu kez daha sıkı sarılırken. "Birtanem!" Ağlamaya başladığımın bile farkında değildim. Narin'in yüzünü avuçlarıma alıp o zeytin gözlerinden düşen yaşları bir bir silerken kendi gözlerimden düşen yaşları da Narin siliyordu.

 

"Kurban olurum sana, annem." Dedim yüzümü içine sığdıramayacak kadar küçük olan avuçlarını da öperken. "Ölürüm sana, Narin'im."

 

Saçlarımı düzelttim. Ben yokken kim bakmıştı ona? Kim taramıştı saçlarını? Kim öpmüştü yanaklarından? Kim giydirmişti? Kim istediği tokaları takmıştı? Kulaklarının arkasına sıkıştırdım o güzel siyah saçlarını. Dolgun yanakları yüzüne dokundukça büzülüyordu. Gülümsedim. "Kızım..." Dedim başımı hafifçe yana yatırırken. Ağlaması geçmeye yakın gibi duruyordu. Sadece iç çekişkeri kalmıştı o hıçkırıklarından geriye.

 

"Anne." Dedi bir şey ister gibi.

 

İçim gitti seslenişine. "Söyle birtanem, söyle güzel kızım benim. Benim kızım. Söyle."

 

"Özür dilerim, sana anne diyemedim."

 

Gözlerim irice açılıp ona bakarken "O nasıl söz Narin? Özür dilemek nereden çıktı birtanem? Deme öyle bir şey." Dikkatim sadece ondaydı, etrafımızda olan Adem ve Büge'ye bakacak durumda değildim şuan zaten. "Sen bana bir kere sarılsan, bir kere gülsen, bir kere öpsen... Bir kez baksan dünyanın en mutlusu olurum ben."

 

Kaşlarını havaya kaldırdı. "Kızmadın mı bana?"

 

Başımı sağa sola salladım gülümseyerek. "Sana kızar mıyım ben hiç? Kıyamam ki. Kızımsın sen benim."

 

Ayağa kalkıp elinden tuttum. Büge dolan gözlerini silip kapıyı kapatınca Adem içeriye yürüyüp mutfağa doğru gitti. Biraz Narin'le konuşup onun yanına gitmem gerekiyordu.

 

İçeriye yürüyüp kendi odama girdim Narin'le beraber. Çift kişilik yatağımın koyu yeşil nevresim takımının üzerine oturttum. Bende yanına oturdum. Tekrar açtım kollarımı. Sırtımı yatak başlığına yaslamışken kucağıma oturduğunda sarıp sarmaladım. Küçücük kaldı kucağımda.

 

Saçlarının arasınsan öptüm uzun uzun. Yanağını kafasının üzerine yaslayıp saçlarındaki elimde saçlarını okşamaya devam ettim. Tüm ağrım silinmiş gibiydi.

 

Odanın ışığı, dışarının karanlığı arttıkça daha da belirginleşince gözlerim kamaşmaya başladı. Gözlerimi kapatıp aynı pozisyonda durdum onunla. Uzun uzun konuşuyorduk yarım saate yakın bir süredir. Bana anne demeye çekiniyor gibi değil de daha çok utanıyordu.

 

Elbette onun bana anne demesi beni çok mutlu ederdi. Annelik kavramını unutmaya başlamışken onun bana bunu hatırlatması tarifi olmayan bir duyguydu benim için. Ama içinde onu doğuran annesi ile ilgili hep bir boşluk kalacaktı bundan da emindim. Bunu ona hissettirmemek için her şeyimi feda ederdim.

 

"Anne?" Dedi sorar gibi.

 

Gülümsedim. Derin bir nefes aldım. "Söyle annem."

 

"Alp abi nerede?" Saçlarımı minik parmaklarına dolayıp bırakıyor, bazen fark etmeden çekiştiriyordu ama canım hiç acımıyordu.

 

Gülümsemem yüzümde soldu. Gözlerim halıya takılıp giderken öylece bekledim. "Onun yanından geldin ya, güzelim?" Dedim geçiştirmek için.

 

"Ama sen onun yanında değilsin." Dedi hafifçe omuz silkerek.

 

Bir an kalakaldım. Küçücük bir çocuğun, bir yetişkinin bile söylemeye çekineceği o cümleyi nasıl bu kadar doğal kurduğuna şaşırdım. Gözlerimi halıdan ayıramıyordum. Yutkundum.

 

“Evet.” dedim, sesim neredeyse fısıltıydı. “Ben onun yanında değilim artık.”

 

Kafasını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde bir çocuk merakından çok, bir şeyleri anlamaya çalışan bir olgunluk vardı. O kadar derindi ki, içine çekiliyordum sanki. Siyah gözlerini kırpıştırıp sorgular bir halde bakmaya devam etti. "Küs müsünüz yani?"

 

Gülümsedim, ama dudaklarımdaki kıvrımda bile bir yorgunluk gizliydi. “Bazen insanlar birbirini çok sevse de... yolları ayrı düşer, biliyor musun Narin?” dedim, saçlarını okşarken.

 

“Niye?” dedi kısaca.

 

“Çünkü...” duraksadım, cümleyi bitirmek istemedim. İçimdeki sıkıntı çığ gibi büyüdü, üzerine yığıldı. "Büyüyünce anlarsın kızım." Demekle yetindim.

 

Annem de böyle yapardı... Anne olmuştum ben. Annem olmuştum.

 

Tatmin olmaz gibi nefes verip dudak büzdü. "Ben barıştırırım ki sizi." Dedi. Başını tekrar göğsüme yasladı. Kalbimin üzerine bıraktı başını. "Hem..." Diye mırıldandı. "Alp seni çok seviyor." Birkaç saniye durdu. "Sevgi ağlatırmış bazen öyle dedi." Gözlerimi yumdum anında. Sanki o karşımda ağlıyormuş gibi içim yandı.

 

Yandı da, bende yandım. Yanan ben oldum, yine onun gözyaşlarına yanardım.

 

Parmak uçlarımla saçlarını okşarken, tavanın beyazına daldım. Düşünceler birbirine karışıyordu. Büge, Barın, doktorun sesi… ve karnımdaki o belirsizlik. Hepsi zihnimde bir uğultu gibi dönüyordu. Gözlerimi kapadım. Narin’in nefesi ritmik bir şekilde göğsümde yükselip alçalıyordu artık. Uyumuştu.Bir süre sonra kapı yavaşça aralandı. Büge başını uzatıp sessizce içeri baktı. Göz göze geldik.

 

“Uyudu mu?” diye sordu fısıltıyla.

 

“Evet.” dedim aynı sessizlikle.

 

Kapıyı arkasından kapatırken yüzüme bir süre baktı, sonra sadece başını salladı. "Hadi gel."

 

Narin'i dikkatlice yatağa yatırıp üzerine kabarık yorganı örttüm. Saçlarından ellerimi çekmeden önce şakağına uzun bir öpücük bıraktım. Parmak uçlarımda yürümeye başlayıp odama çıktım. Seslerden rahatsız olup uyanmaması için kapıyı yavaşça bastırarak kapattım.

 

İçeriye yürüyüp mutfak masasında yanında göze çarpacak kadar büyük siyah bir çanta ve birkaç dosya ile bekleyen Adem'in karşısındaki sandalyeye oturdum. "Parayı çektim." Dedi çantayı masaya koyarken. "Ama birkaç saat içinde sizi aramaya başlayacaklardır. Tüm parayı aldınız ve ciddi bir miktar."

 

Montumu Narin'le olan konuşmalarımızdan dolayı çıkarmadığım için terlediğimi hissediyordum. Dikişlerimi ağrıtmayacak ağırlıkta montu çıkarı kenara bıraktım. "Ne kadar var burada?"

 

Ellerini masaya koyup çantaya baktı. "Yani, İstanbul'dan gidip denize sıfır yalıların hepsini alsanız yine on yıl yaşayabileceğiniz kadar para var."

 

Kaşlarımı çattım.

 

Dalga geçtiğini belirterek güldü. Önündeki kağıdı bana doğru ittirdi. "Dalga geçiyorum. Biraz fazla ciddisiniz bu sıralar." Ters ters ona baktım. "Yani biraz abarttım ama gerçekten size on yıl yetecek para var."

 

Bacağımı sallamaya başladığımda dirseklerimi masaya yaslayıp ellerimi çenemin altında birleştirdim. Ofladım uzun uzun. "Adem." Dedim Büge önüme koca bir bardak sıcak süt bıraktığında. Kokusuyla yüzümü buruşturup bardağı ileriye ittirdim. "Büge sütten nefret ederim ben." Dedim kızar gibi. Midem bulanıyordu.

 

"Süt iyi geliyormuş. Hem daha hızlı iyileşirsin hemde bebeğe faydalı."

 

Adem'in ani bakışları beni bulduğunda aval aval bana bakmasına karşılık gözlerimi devirdim. "He, Adem." Dedim yüzüne baka baka. "Hamileyim. Ne değişik değişik bakıyorsun?"

 

Elini başına götürüp kafası karışmış gibi siyah saçlarını karıştırdı. "Elfida Hanım, beni eğitimlere hazırlarken hamile olduğunuzda ne tepki vereceğime çalıştırmadınız."

 

Sabır çekerek midemi ekstra bulandıran süte baktım. "Büge al şunu, kusacağım şimdi."

 

Büge yerinden kalkıp bir bardak sütü amerikan mutfağa doğru götürdüğünde önümdeki kağıdı aldım.

 

İsimsizler Timi (1999-2024)

 

Yazıyı okur okumaz kaşlarımı çatarak devamındaki metinlere göz gezdirdim. "2024 mü?" Dedim şaşkınlıkla.

 

"İsimsizler devri kapanıyor." Dedi Adem üzgün bir haberi verir gibi. "Du." Diye ekleyince kafamı kaldırdım.

 

"Du?"

 

Önünde kalan diğer kağıdı da bana verdiğinde bu kez ikisini yan yana koydum.

 

"Operasyon Adı değişti. Yolu değişti."

 

Operasyon Adı: Elfida Türkeç.

 

2023 Yılının ekim ayında müsteşarlığa atanan Hakan Türkeç'in istihbaratçı kızı Elfida Türkeç, uğradığı haince bir saldırı sonucu babası MİT Müsteşarı Hakan Türkeç ve Yüzbaşı Yıldırım'ın koruyamadığı anlarda; şirket tarafından ele geçirildi. Türkeç'in deşifre olmadığı, Şirket'in onu sadece polis olarak bildiği içeriye sızdırılan köstebek Ajan Buğra Aksoy ile doğrulandı. Aksoy'un muayene gördüğü saatler arasında güçlü işkencelere uğrayan Türkeç'i, babası ve Yıldırım kurtardı. Bir haftalım yoğun bakım süreci sonrası üç hafta boyunca hastanede tutulan, uyutulan Türkeç için başlatılan bu operasyon İsimsizler Timi'nin aldığı son operasyon. Elfida Türkeç operasyonu sonrasında, Tim vatani görevini tamamlamış; zafere ulaşmış olacaktır.

 

Başımı kaldırıp bir paragrafta okuduğum neredeyse beş yeni bilgi ile ağzım açık kaldı.

 

"Buğra?" Adem omuz silkti. "O hain değil miymiş?"

 

"Değildi. Yani öyleymiş."

 

"Hain... Hain kimdi?" Diye sormaktan alıkoyamadım kendimi. Time yakın olan belkide timde olan birisi haindi. Bu kesindi ama o kimdi?

 

Adem'in ağzından beni yıkıp geçecek o kelime firar etti. "Dicle Kahraman." Tekrar etti. "Size uyuşturucu verende, mesleğinizden eden de, Barın Alp Yıldırım ve Hakan Türkeç'in gizli MİT dosyası yürüttüğü için peşine düşen de Dicle Kahraman'dı."

 

Birkaç saniye sadece nefes seslerimiz duyuldu. Üçümüz birlikte loş ışığın altında öylece dururken kaderin ne kadar ters köşeler ile dolu olduğunu düşünüp durdum.

 

Bana verebileceği en büyük zararı veren Dicle'den gereken intikamı alacaktım, canıyla ödemeyecekti bana yaptıklarını; sürünecekti.

 

Hadi Dicle'yi sürdürdüm, onlara ne yapacaktım?

 

Birinin kanı damarlarımda, birinin kanı karnımda.

Ayağa kalktım. Önüme bırakılan dosyanın kapağını sesli bir şekilde kapattım.

"Dicle'yi buluyoruz." Dedim net bir şekilde. "Sonra ben gereken intikamı alıyorum." Elimi belli belirsiz sızısı olan karnıma koydum. "Bu sırada onun için de birşeyler düşüneceğim."

Yavaş adımlarla koridoru geçmeye başladım. Gözlerim kapıya takıldı bir an, belkide o an birinin gelmesini bekledim. Ama gelen giden olmadı. Odamın kapısını açtım yavaşça, içeride tüm masumiyeti ile uyuyan kızıma baktım gülümseyerek. Kapıyı girince tekrar kapatıp üzerimi değiştirme gereksinimi duymayacak kadar yorgun olduğum için onun yanına direkt yorganın üzerine uzandım. Bacaklarımı kendime çekip bir kolumu başımın altına, diğer kolumu da onun üzerine bırakarak gözlerimi kapattım.

 

"Anne." Diyerek kıpırdadı Narin. Gözlerimi açmadan başından öpüp tekrar aynı poziypna gelerek uzandım. "Annem." Dedim fısıldayarak. Narin birkaç mırıltı çıkardı, sonra yine uykuya daldı. Onun nefes seslerinin yanında bende uykuya daldım.

 

⛓️

 

Üzerine karabasan gibi çöken bir hayat düşün. Onu yalnızca düşün çünkü yaşarsan, bu hayat olmayacak.

 

Nefes almak zorlaşıyor.

 

Bak yukarı, gökyüzüne. Kim var orada?

 

Ruhlarının hep yanında olduğunu düşündüğün baban nerede, Elfida? Yok değil mi?

 

Sıcak, hemde midemi bulandıracak kadar sıcak her şey. İçimde bir yangın mı çıkıyor, yoksa orada hali hazırda bir yangın mı var çözemiyorum. Yoruluyorum.

 

Annem nerede? Anne.

 

Babam nerede? Baba.

 

Sevgilim nerede? Alp.

 

Yoklar.

 

Aklımda bir saatin sesi yankı yapıyor, kulaklarımı uyuşturacak kadar.

 

Kendimi uçsuz bucaksız bir karanlığın içinde, ormanda koşarken buluyorum. Peşimde kim var? Bilmiyorum. Neyden kaçıyorum, bilmiyorum.

 

Anne, neredesin? Bak korkuyorum.

 

Takıldım. Dizlerimin üzerine düştüm sertçe. Üzerimdeki bembeyaz tülden ibaret elbise dizimden alan iki damla kan ile kirlendiğinde tekrar kalkıyorum ayağa sendeleyerek. Koşmaya devam ediyorum.

 

Baba, neredesin? Bak düştüm.

 

Arkama bakamıyorum, beni boğacak bir şey var o karanlıkla. Dönemiyorum. Nefes al, Elfida. Kasığımda bağırışlarla ağlayacağım bir ağrı dolanıyor. Kendimi koşamayacak kadar yorgun hissediyorum. Bir ağacın dibine çöküyorum. Ağrım gitgide artıyor.

 

Alp, neredesin? Bak canım yanıyor.

 

Başımı eğiyorum ağrıya dayanamayarak bağırırken. Ellerim bacaklarımı sıkıyor iz bırakacak kadar. Sonra bacak aramdan, kadınlığımdan akan kanları görüyorum. Durmuyor. Bembeyaz elbisenin etekleri kıpkırmızı bir kanla boyanıyor.

 

Bebeğim, neredesin? Bak annen burada.

 

Bir ağlama sesi doluyor kulaklarıma. Bir bebek ağlıyor. Ama görüntüsü yok. Ağlıyor, susmuyor. Onun ağlamasıyla korkum katlanıyor; artık bende ağlıyorum. Kanlı ellerim kulaklarıma siper oluyor duymamak için ama duyuyorum. Ses daha da artıyor. Sanki bir bebek uçarak sağ tarafımdan soluma geçiyor. Yer değiştiriyor sürekli. Gözlerimi sıkıca kapatıyorum görmemek için. Öyle sıkıyorum ki, başım ağrımaya başlıyor artık. Ağrıyan başıma bir el dokunuyor şefkatle. Saçlarımda hissediyorum o eli. Ürkekçe başımı kaldırıyorum gözlerimi açıyorum. Masmavi gözlerle o duruyor karşımda. "Gözlerini aç." Diyor bana gülümseyerek. Elini başımdan aşağı saçımı ucuna kadar okşayarak indiriyor. Elini çektiği an, saçlarım yukarı doğru kısalmaya başlıyor. Boynuma kadar yok oluyor saçlarım. Onun gülümsemesi solarken benim gözlerimdeki yaşlar yerini alıyor tekradan. "Elfida." Diyor bana tüm ciddiyetiyle. "Gözlerini aç."

 

Gözlerimi yerinde sıçrarken açtığımda ilk baktığım şey yerinde doğrularak bacaklarımın arası oldu. Nefes nefese, yutkunmaya bile nefesim yetmezken aynı şekilde uyumaya devam eden kızıma baktım. Öylece durması bir anlığına içime bir kuşku serpti. Sertçe yutkunup yataktan aşağı ayaklarımı uzatıp çoraplarımla yeri buluşturdum. Birkaç adım atıp Narin'in başucuna gelerek kafamı eğip kulağımı yüzüne yaklaştırdım. Kısık nefes sesleri kulağıma dolup, ılık nefesi tenime çarptığında tuttuğum nefesimi bıraktım.

 

Işık hâlâ yanıyordu. Uykuya tekrar dalmak istiyordum ama öyle titriyordum ki bu şuan mümkün değil gibi görünüyordu. Banyoya girip elimi yüzümü yıkamak için yürüdüğüm sırada kulağıma dolan birkaç fısıltı, beni odamın kapısının önünde durdurdu.

 

"Korumasıyım ben onun. Benim görevim bu!" Diyordu Adem kızarak ama ses çıkarmamaya dikkat ederek.

 

Büge, "Ben onun kardeşiyim. Ona neyin iyi gelil gelmeyeceğini ben bilirim." Dediğinde Adem'in onunla tartıştığını anlamıştım. Bu kez ses yine Adem'den geldi. "Onu kandırarak mı kardeşlik yaptın ona? Yeme beni, Büge. İyilik yapacağım diye bitirdiniz koskoca MİT Ajanı kadını." İçim acıdı yine. Daha dikkatli dinlemeye başladım onları.

 

"Salak salak konuşma." Dedi Büge.

 

Adem'in hafifçe memnuniyetsiz birkaç mırıltı çıkardığını işittim. "Ne oldu? Gerçekleri hiçbirinzi kabullenemiyorsunuz." Dedi. "Elfida'yı yıllardır tanıyorum. Hatay'a onu gönderdiğimiz haliyle şuanki halinin arasında dağlar var. Farkında mısınız? Elinde bir çocuk, karnında bir çocuk! Yanında o Barın bile yok. Tamam mesele devlet meselesi." Durdu biraz. "Vatanımıza canımız feda. Ama bu kadarına gerek yoktu. Bundan 3 sene önce, Alp Elfida'yı havaalanında kurtarırken öleceği sırada karşısına çıkıp anlatacaktınız her şeyi ona."

 

3 sene önce mi?

 

Lan yine mi? Yine mi saklandı benden?

 

"Aptal mısın, Adem? Yeni öğrendim diyorum."

 

"Bende seni suçlamıyorum heralde!" Dedi, Adem. "O bu haldeyken kimseyle konuşmasın diyorum."

 

"Onu benden fazla kimse düşünemez. O benim ablam, bende onun kardeşiyim. Konuşup çözecekler, Elfida affeder."

 

Kapıyı açtığım anda, mutfakla birleşik olan oturma odasında oturan Büge ve Adem'in bakışları bana döndü. Yürüdüm yavaş yavaş yanlarına. İkisinin karşısında durdum. "Kiminle konuşacakmışım ben?" Adem al işte der gibi elini uzatıp beni gösterdikten sonra ayağa kalktı. Bıkmış bir tavırla "Ya küfür edince de ağzı bozuk diyorsunuz. Böyle düzenin amına koyarım ben." Dedi. Sessiz olması için kolunu çimdikledim.

 

"Boş boş konuşma, Adem. Askerlik arkadaşın yok karşında. Ne oluyor?" Büge'ye döndüm. "Hayırdır, Büge?"

 

Büge alt dudağını dişleyerek bir bana bir Adem'e baktı. "Ben..." Diye mırıldandı.

 

"Benden birşey saklamayacağın konusunda söz verdiğini hatırlıyorum. Yanıldım mı?" Başını sağa sola salladı. Benim yanımda ayakta durup ellerini kaldırdı. "Bak, ben sadece senin için yapıyorum."

 

"Sadede gel. Başlatmayın iyiliğinize." Dedim çemkirerek.

 

"Hanımefendiyi yarım saat önce Barın aradı." Diyerek konuya girdi Adem. Kaşlarım havalanırken Büge'ye bakmaya devam ettim. "Ee?" Diye devamını bekledim Adem'den. Ama Adem değil, çekingen tavrıyla Büge devam etti.

 

"Yani... Seni görmek istediğini söyleyince ben gel dedim ama..." Çok güzel. Gerçekten bu günün eksik şeyi buydu değil mi? "Gerçekten bak o da çok kötü hâlde. Seni görmek istiyor, açıklama yapmak istiyor. Hastanede hep başındaydı. Biz sen uyandığında kötü hissetme diye sokmadık yanına. Yemin ederim." Büge taramalı moduna geçerek kelimeleri sıralamaya başladı. Ben göğsümde bağladığım kollarımı açtım.

 

"Buraya mı geliyor?"

 

Başımı salladı. "On dakikaya burada olurmuş."

 

Gözlerimi etrafta gezdirdim, duvardaki saate baktım ama durmuştu. Saatin on ya da onbir olduğunu düşünüyordum, en azından öyle bir hava vardı. "On dakika? Güzel." Hızlıca kendi odama tekrar girip, sarı ışığı kapatıp beyaz ışıkları açtım. Çokta gürültü çıkarmamaya dikkat ederek Narin'in Pembe minik bavulunu ve kendi çantamı aldım. Çantama attığım tektaşı zarzor bulup cebime attım. Üzerimdeki sweat'i çıkarıp bunun yerine bordo bir kazak giydim. Altımdaki kumaş pantolonu çıkarmayıp öylece bıraktım. Üzerime beyaz montumu giydikten sonra yatağın başına gelip yere eğildim. Elimi uzatıp Narin'in saçlarına dokundum.

 

"Narin..." Diye fısıldadım. "Uyan anneciğim." Birkaç kez bunu tekrarladım, Narin minik minik kıpırdanmaya başladığında kollarından destek vererek yatağın içinde oturttum. Bavulundan çıkardığım koyu mavi uzun kollu üstünü giydirmek için yanıma bıraktım.

 

"Anne..." Diye mırıldandı. Elleriyle gözlerini ovuşturdu bir süre. "Uykum var..."

 

Sıkıntıyla bir nefes verdim burnumdan. "Üzgünüm bebeğim, seni uyandırmak istemezdim ama gitmemiz gerek. Hızlı olalım." Onun üzerindeki pembe kazağı çıkarıp koyu mavi üstünün boynundan ellerimi geçirip gevşettikten sonra başından geçirdim. Kollarını da sokup kıyafetinin içinde kalan saçlarını, boynundan dışarı çıkardım. "Gel anneye." Dedim kollarımı ona sarıp kucağıma alarak kaldırırken. Son hızda yürüyüp salona girerken, Narin kollarını boynuma sarmış yarı uykulu halde birkaç soru soruyordu. "Narin, uyu birtanem. Merak etmez birşey yok."

 

Dış kapıya yürüyüp ayakkabılarımı, Narin'i tek kolumda sıkıca tutup diğer elimle aldım. Eğilmeden onları giyip "Adem çantaları al." Dedikten dış kapıyı açtım. "Telefonum ve siyah çantayı da." Kısa bir süre içinde Adem bir elinde Narin'in bavulu ve kendisinin getirdiği siyah çanta, diğer elinde de benim çantamla geldiğinde onun da ayakkabılarını giymesibi bekledim.

 

"Elfida hanım, Narin'i bana verin." Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

 

"Ağır kaldırmanız pek olumlu sonuçlat doğurmaz." Diyerek bakışlarını karnıma indirdiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Onun bana yükü öyle az geliyordu ki, bu aklımdan tamamen çıkmıştı.

 

"Nasıl taşıyacaksın? Elinde üç tane kocaman çanta var." Diyerek bende kalması gerektiğini ima ettiğimde Adem benim çantamı da bavulu ve siyah çantayı tuttuğu eline yerleştirdi. Üçünü tek koluyla rahatlıkla taşırken bana yaklaşarak Narin'i kucağına vermem için bekledi. Narin'in kollarını boynumdan kurtararak ona sarılmasını sağladım. Uykulu olduğu için zaten anlamıyordu.

 

"Elfida! Bak kaçıyorsun!" Diyerek kapıda ayakkabılarıyla beraber montunu da giymeye çalışan Büge'ye döndüm. "Gelirse ona söylersin. Tabii, kaçan taraf kimmiş o daha iyi biliyordur." Büge bir şey daha söyleyecek gibi olduğunda işaret parmağımı kaldırıp konuştum. "Kaçmıyorum. Onları görmek istemiyorum. Uzak kalmak istiyorum."

 

Büge dibimde durdu. "Karnında onun çocuğunu taşıyorsun. Onu da geçtim iyileşmedin bile! Nereye gidebilirsin?"

 

Göz ucuyla ona bakıp "Gidecek yerim çok. Karnımdaki çocuğu da, kendisine şuan söylemeyi düşünmüyorum." Dedim.

 

Asansör bizi aşağı indirdiğinde Adem'in arabasına yerleşip Narin'i arka koltuğa uzandırdım. Araba hızla binadan ayrılırken Büge'nin koştuğunu aynadan izledim. Bir süre sonra sokaktan çıktığımızda Ankara'nın işlek caddelerinden biri olay Kızılay'a daldık.

 

"Nereye gidiyoruz?"

 

"Etimesgut'a. Annemin evine." Dedim hiç beklemeden.

 

Sokak lambaları, araba onları geçtikçe kısa süreliğine arabanın içini aydınlatıyor geri sönüyordu. Boş sokaklardan birisine girdiğimizde başımı koltuğa yaslamadan önce arkada uzanan Narin'e baktım. Oflama sesim arabanın içinde duyurulurken başımı camdan dışarı çevirdim.

 

Çevirir çevirmez, aynadan arkamızda bizimle aynı hızda olan siyah Porsche'yi gördüm.

 

Arkamızdaydı. Hemde saniyeler içinde.

 

Aptal, o arabayla tabii saniyeler içinde dibinde olur.

 

Kısık sesle bir küfür savurup camı açtım. Başımı dışarı uzatıp gerçekten onun olup olmadığında doğrulamak için plakaya baktım.

 

06 EAY 011

 

İçeri geri girerken Adem arkada olan kişiyi anlamış olacakli hızını arttırdı. Son hızda boş ve geniş sokakta arkamızdaki arabadan kaçarken neyi amaçlıyorduk bilmiyorum ama ben şuan ne onunla konuşacak raddedeydim ne de ondan bir açıklama bekleyecek.

 

Yıllarca, burnumun dibinde olan adamı atandığım timde görüyor ilk kez tanıştığımı sanarak aşık oluyordum. Evlilik teklifi alıyordum, hayallerimde bile olamayacak kadar güzel bir teklif. Sonra onun oluyorum, onda benim. Her şeyimi ona teslim ediyorum. Tam bu anda tüm hayatım tepetaklak oluyor. Bebeklerimden birini kaybediyorum, babamın yaşadığını öğreniyorum. Bunlardan hepsinin de onun haberi oluyor.

 

Ben nasıl bir açıklama bekleyebilirdim ki?

 

Bana ne anlatacaklardı?

 

Narin'in uyanmaya başladığını fark ettiğimde arkama dönerek ona baktım. "Adem." Dedim. "Arabayı kenara çek."

 

"Ne?"

 

"Adem, arabayı durdur!" Dedim bu kez. Lafımı dinleyerek arabayı sağa çektiğinde kapıyı açıp indim arabadan. Narin bana arabanın içinden seslendi. "Anneciğim bekle orada." Arabanın arkasına dolanıp arkadaki arabadan bir hışımla inen Barın Alp'e baktım. Aramızda bir metreye yakın bir mesafe kaldığında adımlarım durdu. Daha fazlasına gidersem, bir kara delik misali ona çekilecektim biliyordum. Adem arabanın önünde, arkayı görebilecek bir açıda kalmıştı.

 

Bu karanlıkta bile yüzündeki bitkinlik belli oluyordu. O an anladım, iki harabe insanın birbirine baktığını.

 

Gözlerinin altı, yüzüne vuran sokak lambasının turuncu ışığıyla bile mosmor görünüyordu. Göz pınarları daha da morarmıştı. Saçları kısacıktı. Hemde çok kısa. Saçlarıyla beraber sakalları da kısa kesilmişti. Hatta yok gibiydi. Omuzları düşük, gözleri dolu. Bana bakıyordu.

 

Bir adım attı bana doğru.

 

Ben bir adım attım geriye doğru.

 

Hiçbir şey demedim ama bir adımla anladığından emin oldum her şeyi. Şuan ona sarılmak istiyordum, sarılıp sonuna kadar ağlamak. Gözlerim uyku için kapanana kadar ağlamak istiyordum göğsüne yaslanarak.

 

Ama kader işte. Oyunu bol oluyor.

 

"Ne oldu?" Dedim iç sesimde dönenleri yansıtmamak için yemin etmişcesine. "Yeni yalanlar mı anlatacaksın bana?"

 

"Elfida." Dedi başını yana doğru eğerken. Gözleri beni süzdü uzun uzun. En son yine gözlerimde durdu. "Canın çok acıyor mu?" Gözlerimi kapadım bir süre. Aramızdaki mesafeye rağmen içime dolan kokusunu soludum. Gözlerimi tekrar açarken "Canımı acıtan sensin." Dedim. "Sen, o, siz. Sizin oyunlarınız!" Diye bağırdım ona doğru bir adım attığımda.

 

"Bak... Beni dinle lütfen." Dedi dibimde dururken. Ellerini uzattı, yüzümü tutmak için ama sözlerinle durdurdum. "Sakın!" Dedim. "Sakın dokunma bana." Başını sağa sola salladı. "Senin dokunuşun yalan." Dedim gözlerini kısarak ona bakarken. "Senin bakışım yalan." Dedim bu kez. "Senin sevdan..."

 

Ellerini omuzlarıma koyarak beni kendine çekti. Canımı yakmadan. "Sus." Dedi yalvarır gibi. "Sakın sana olan sevgimden, aşkımdan şüphe duyma." Dedi. Boy farkımız benim düz taban spor ayakkabılarım yüzünden ekstra ortaya çıkmıştı. Başımı iyice yukarı kaldırmıştım.

 

Öyle özledim ki seni. Öyle sarılmak istiyorum ki.

 

"Öyle." Dedim hiç kıpırdamadan ona bakarken. "Senin hayatın yalan, Yıldırım." Başını sağa sola salladı.

 

Kollarının arasından çıkmaya çalıştım ama öyle bir kenetlemişti ki beni kendine, geri çekilmem için ya onu hırpalamam ya da öylece durmam gerekiyordu.

 

"Beni dinle." Dedi. Gözlerine baktım. Masmavi gözlerinin tam içine.

 

Bu kez başını sallayan ben oldum. "Ben seni dinlemek istemiyorum." Dememle bedenimi satan kolları gevşedi. Yüzündeki şaşkınlık on kilometre öteden belli olabilecekken geriye bir adım attım. "Bitti." Başta aşağı onu süzdüm. "Ben beni kandıran bir adama aşık kalmaya devam ederim..." Elimle asfalt zemini gösterdim. "Ama şuracıkta ölecek olsam, adını ağzıma alıp gururumu ayaklar altına almam." Elimi cebime attım usulca. Çıkardığım yüzüğü havaya kaldırdım. Uzanıp sağ elini bileğinden tuttum. Serbest bıraktığı büyük avucuna yüzüğü bırakıp parmaklarını kapattın yüzüğün üzerine. "23 Yılımı sikip attıktan sonra, bana önümdeki yılları geri verme vaadiyle geldin sen, Barın."

 

Dudakları aralandı. "Hayır..." Diye fısıldadı. "Yemin ederim seni korumaya çalışıyorduk. Allah belamı versin ki, senin içindi her şey ama..."

 

Elini bıraktım. Geriye bir adım attım. "Senden dinleyecek birşeyim kalmadı benim." Dedim netçe. İç sesim bana bela okuyordu şuan ama ben yaptığım şeyden emindim. "Ha bu arada." Başımı kaldırdım özgüvenle. "Seni sevdiğime pişman değilim." Gözlerindeki ışığı gördüm. "Ama sana güvendiğime pişmanım. Şimdi git, ömründen sil beni."

 

Arkamı döndüm. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Onun bağırmasıyla durdum.

 

"Ömrümü ömrüne kilitledim. Anahtarını da kalbime gömdüm." Ona tekrar dönmek için asıl cümleyi bekledim. "Şimdi benden çekip gitmek istersen, ömrümü de alman gerekir. Kalbimi deşmen." Yavaşça arkama döndüm. Döndüğüm anla eşzamanlı olarak o cümleyi kurdu. "Sen bana kıyamazsın."

 

Gülümsedim. Kıyamam. "Sende bana kıyamazdın ya."

 

Onu bir sokak lambasının altında, kamuflajı üzerinde bıraktım. Arabaya binip, korumamla birlikte sokaktan ayrıldım. Arkamızdan gelmedi. Şimdilik.

 

Ona şakasına bile yokluğumu tadacağını ima etmemiştim birlikteyken. Ama şimdi tam bensiz kalmıştı, bende onsuz.

 

Birbirimizi değil, onlar beni yaktı.

 

Şimdi bana kalan tek şey, arabada olduğumuz sürede telefonuma düşen Milli İstihbarat Teşkilatı'nın bildirisindeki geri görev teklifiyle Kale'ye gitmekti.

 

İlk perde kapandı, gözden çıkarılan kadın sahneyş terk etti. İkinci kez perdeler açıldığında, içeriye feda eden kadın girdi. Elfida girdi.

 

Yaranı Sar.

 

Sar ki, buz gibi bir kalple intikam için geri döndüğümde; beni severek kapatmaya çalıştığın yaranı kendi ellerimle kanatayım. Kapanmaya yakınken tekrar açayım ki, canım acısın. Öyle acı ki, size gözden çıkarılanın kim olduğunu göstereyim.

 

Ben Elfida.

 

Kartları dağıtan ve oyunun sonunda kartları yakan olmak için geri döneceğim.

 

Ben Elfida.

 

Bu kez gözden çıkarılan olmama izin vermeyeceğim.

 

 

⛓️

 

Oy verip yorum yapmayı lütfen unutmayın.

 

Bölüm hakkında düşünceleriniz;

 

Instagram hesabım

eliffbulu

 

eliffbulu

 

Dokunarak takip edebilirsiniz.

 

Siz seviyorum, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 28.10.2025 22:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...