2. Bölüm

1

Elioseee
eliose._

Kaptanın odasına adımımı attığımda, içimi tarifsiz bir ağırlık kapladı. Derinlerde bir yerde, yine kan kokan bir görevin beni beklediğini biliyordum.

Odanın loş ışıkları, eskiyen duvarlara yansıyor, her şey daha da kasvetli görünüyordu. Masanın başında oturan kaptan, başını hafifçe kaldırdı.

Bakışları her zamanki gibi soğuktu. Sert bir ses tonuyla konuşmaya başladı:

 

"Koordinatlar yüklendi. Hedef binanın üçüncü katı. Giriş şifreli. Kod: 'Gece solurken yıldızlar uyanır.'"

 

Başımı hafifçe sallayarak onayladım. Şifre aklımın en derin köşesine kazındı.

Bir hata yaparsam, ikinci bir şansım olmayacağını biliyordum.

 

Odayı terk ederken içimde garip bir his vardı.

Sanki bu görev, diğerlerinden daha fazlasını alacaktı benden.

 

Hazırlık

 

Odama döner dönmez harekete geçtim.

Kendimi bir makinaya çevirircesine, düşünmeden ve duygularımı bastırarak hazırlanmaya başladım.

 

Giydiğim kıyafet, geceyi yutan mat bir siyah renkteydi.

Sade ama korumalı: hafif zırhlı bir mont, vücudu saran esnek pantolon ve sessiz adımlar için özel yapılmış botlar.

 

Silah seçimim her zamanki gibiydi:

 

Belimde susturuculu bir tabanca,

 

Sağ baldırımda gizli bir bıçak,

 

Sırtımda küçük ama etkili bir keskin nişancı tüfeği.

 

Cebimde birkaç özel yapım şırınga vardı — gerektiğinde sessiz bir ölüm için.

 

Elime son bir kere küçük aynalı cihazı aldım:

Kaptanın verdiği özel cihazdı bu, lazerle kapalı kapıları çözmek için.

Görev çantamı omzuma takarken, içimde yükselen sessiz bir öfkeyi bastırdım.

Ne hissettiğimin önemi yoktu. Hisler sadece zayıflatırdı.

 

Son bir kez aynaya baktım.

Gözlerimde, uzun zamandır kaybettiğim bir şey vardı: huzursuzluk.

Kendime fısıldadım:

 

"Bu bir savaş... ve savaşta zayıflık yoktur."

 

Görev

 

Şehrin en karanlık köşesinde, terk edilmiş bir binanın önünde duruyordum.

Ay ışığı, çatlamış betonların üzerinde kırık yansımalar yapıyordu.

Etraf sessizdi ama o sessizlik, fırtına öncesi bir sessizlikti.

 

Binanın arka tarafından, kör bir noktadan giriş yaptım.

İçeri adım attığımda nemli duvarlar üzerime kapanacak gibi hissettirdi.

 

Üçüncü kata çıkarken ayak seslerimi bile duymuyordum.

İçimde tek bir şey vardı: görev.

 

Odanın kapısına vardığımda, kaptanın şifresini fısıldadım:

 

"Gece solarken yıldızlar uyanır."

 

Kapı sessizce açıldı.

 

Tam o an — gölgelerin arasından biri sıyrıldı.

 

Karşılaşma

 

Bıçak parıltısı gözümün önünde anlık bir iz bıraktı.

Reflekslerimle savundum.

Rakibim çevikti, sessizdi, ölümcül bir profesyonellik taşıyordu.

 

İkimiz de bir an bile tereddüt etmedik.

Karanlığın içinde çelik çeliğe vurdu.

Birbirimizi öldürmekten başka hiçbir amacımız yoktu.

 

Rakibimin yüzünü tam göremiyordum, yalnızca kararlı bakışlarını hissedebiliyordum.

Havada kesif bir ölüm kokusu vardı.

 

Hamle yaptım, sağ kolunu hedef aldım.

Ama o da aynı anda bıçağını sapladı — göğsümün hemen altına.

 

Sıcaklık hızla yayıldı vücuduma.

Bir adım geriledim.

Dünya gözlerimin önünde dönmeye başladı.

 

Bacaklarım titredi.

Karanlık üstüme yıkılırken, düşmeden önce son bir şey gördüm:

Rakibimin ani bir duraksayışı.

Bana bir anlığına bakışı — sanki... sanki bir şey fark etmişti.

 

Ama sonra her şey siyaha gömüldü.

 

Kurtuluş

 

Bilinçsizliğin kıyısında bir yerde, soğuk bir elin beni kavradığını hissettim.

Biri beni sürüklüyordu.

Hızlı, sert ve dikkatli adımlarla.

 

Göz kapaklarım ağırdı.

Kafamda yankılanan tek şey kaptanın sesi ve şifreydi.

 

Ardından kendimi başka bir odada buldum.

Başımda ağır bir baskı, bedenimde sızlayan bir acı vardı.

 

Gözlerimi araladığımda, karşımda yabancı bir yüz gördüm.

Sert çizgileri olan ama gözlerinde garip bir kararlılık taşıyan biri.

Ne dosttu, ne düşman... en azından şimdilik.

 

Kim olduğunu bilmiyordum.

Adını bilmiyordum.

Ama bir şeyden emindim: Hayattaydım.

Ve bu, şu an için yeterliydi.

 

 

Bölüm : 27.04.2025 19:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Elioseee / Beyaz suikastçı / 1
Elioseee
Beyaz suikastçı

19 Okunma

11 Oy

0 Takip
4
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...