
---
Sırtımı soğuk duvara yasladım. Metalin keskin soğukluğu tenime işledi. Soluğumu yavaşlatmaya çalışıyordum. Gözlerim, karşımdaki adama takıldı. Adını bile henüz bilmiyordum. Sadece burada, bu cehennem çukurunda, kaderin bir oyunu gibi karşılaşmıştık.
O ise sessizdi. Hiçbir şey açıklamadan, sabırla bekliyordu. Sanki zamanın kendisine ait olduğuna inanıyordu.
Bedenim acıyla titrerken, sesimi bastırarak sordum:
> "Burası neresi?"
Adam kaşlarını hafifçe çattı. Konuşmadan önce bir anlık duraksadı, sonra düşük ve sert bir sesle yanıtladı:
> "Burası, görünmeyenlerin sığınağı. Ne haritalarda bulunur, ne de hafızalarda kalır."
Şüpheyle gözlerimi kıstım. Niyetini, gözlerindeki en ufak titreşimi yakalamaya çalışıyordum. Ama o, duvar gibi sağlam ve ifadesizdi.
Yaralı bedenimi toparlamaya çalışarak bir adım daha geriye çekildim. Parmaklarım görünmeyen bir tehdit gibi gerildi. Bu adam... Tehlike kokuyordu. Ve ben, henüz ona adım atmadan önce ne olduğunu anlamıştım: Bu dünyada, güvenmek aptallıktı.
Adam, bakışlarımı yakaladı. Bir adım attı. Duruşu tehditkâr değildi; ama varlığı, ağır bir baskı gibi üzerime çöktü.
> "Benden korkman gerektiğini düşünüyorsun," dedi, sesi tok ve alçaktı.
"İyi. Bir gün gerçekten korkman gerekecek. Ama bugün değil."
Tüylerim diken diken oldu. Söylediklerinin arkasında gömülü bir tehdit vardı; açık edilmemiş, derin bir karanlık.
Bir anda adını sordum. Sesim yorgun ama netti:
> "Kimsin?"
Adam, kısa bir kahkaha attı. Soğuk, içi boş bir kahkahaydı.
Sonra, kelimeleri bir bıçak gibi kesti:
> "Ben mi? Ben sadece… kaybedilecek bir şeyi kalmayan bir adamım."
Sustu. Gözleri benimkilerin içine, en derinlerime baktı. Bir an için zaman dondu.
Sonra, aniden ciddileşti:
> "Dinle, burada kalacaksın. Yaran ağır. Dışarı çıkarsan ölürsün. Bu kadar basit. İstersen güvenme. Benim işim senin hislerin değil; senin hayatta kalman."
Aramızda yine sessizlik çöktü.
Metal duvarlar yankı yapıyor, kalp atışlarımı kat kat çoğaltıyordu.
Adam son kez bana baktı, sonra yavaşça geri çekildi. Kapının yanına geldiğinde yalnızca bir cümle bıraktı ardında:
> "İyileş. Çünkü asıl kabus daha başlamadı."
Kapıyı kapattı.
Soğuk bir sessizlik içinde kaldım.
O an anladım:
Bu adam, bir koruyucu değil...
Bu adam, başka bir tür tehditti.
Ve ben, tam anlamıyla yalnızdım.
---
.
Yaralarım canımı yakıyordu, her hareketim, her nefes alışım ağrıyla doluydu. Ama içimdeki intikam duygusu, acıyı donduruyor, beni harekete geçirmeye zorluyordu. Yatakta uzun süre kalmam imkansızdı. O karanlık sığınakta, o adamın gözetiminde kalmanın verdiği o rahatsızlık... Her şey, her an değişebilir gibiydi. Bu yüzden beklemek, güvenmek gibi bir lüksüm yoktu.
Yavaşça yerimden doğruldum. Başım döndü, gözlerim kararmaya başladı ama direnmeye devam ettim. Kafamda tek bir düşünce vardı: Kaptan. Eğer ona ulaşabilirsem, her şey düzelir, belki kurtulurum. Ama burada, bu tuhaf yerin içinde kimseye güvenim yoktu. O adam… O adam sadece bir tehditti, bir adım daha yaklaşmam gerekirdi.
Yaralı bedenim acı içinde, adımlarım dağılmış bir şekilde ilerledi. İki adım atınca, duvara yaslandım, gözlerimi kapatıp nefes almaya çalıştım. Sadece bir saniye, sadece bir anlık dinlenmeye ihtiyacım vardı. Ama sonra bir anda kendimi toparladım. Bir adım daha, ve bir adım daha...
Gözlerim, karanlık koridordan dışarıya, belirsiz geceye yöneldi. Kapıdan çıktım, başımı kaldırıp dışarıyı izledim. Sessiz, boş bir dünya. Hiç kimse yoktu. Her şeyin tam ortasında, yalnızdım.
Adımlarım hızı arttı, kasvetli hava beni sarhoş eder gibi yoğunlaşırken, gözlerim keskinleştikçe önümdeki yolu belirginleştirmeye çalışıyordum. Sadece bir şekilde kaptana ulaşmak zorundaydım. Onun güçlü iradesi, bana güven verecek tek şeydi.
Sahte bir huzur içinde, ağır adımlarla ilerledim. Ama bu ilerleyişimin ne kadar sürdüğünü, ne kadar zaman kaybettiğimi bilmiyordum. Yavaşça gözlerim kapanmaya, her şey silikleşmeye başladı.
Ve o an, bedenim dayanamayacak kadar zayıfladı. Son bir adım daha atıp yere yığıldım. Her şey bulanıklaştı, gözlerim kapanmadan önce, aklımda tek bir şey vardı: Kaptan’a ulaşmak. Her şeyin bir amacı vardı, her şey bir şekilde sona ermeliydi.
Gözlerimi açtığımda, bembeyaz bir ışıkla karşılaştım. Her şey beyazdı. Neredeydim? Burası… Burası evimdi. Hafif bir acı vardı ama bu acı, yaralarımın iyileştiğini hissettirecek kadar ılımandı. Yavaşça gözlerimi açıp etrafıma bakındım. Beyaz duvarlar, sade ama güven verici bir oda. Sessizlik içinde birkaç saniye kaldım, sonra başımın ucunda bir silüet beliriverdi. Bir tanıdık figür. Beni izleyen bir çift göz vardı. İlk önce zorlukla tanıdım, ama sonunda anladım.
Kaptan.
Ve yanında, yanında Pietro.
Sesim zayıf, ama netti:
"Ne oldu…?"
Kaptan, sakin bir şekilde yanıtladı, ama gözlerinde endişe vardı. Bu, benim için beklenmedik bir şeydi. Kaptan'ın gözlerinde her zaman soğukluk vardı, ama şimdi bir anlık bir kırılma görmek, içimdeki tüm duyguları kabartıyordu.
"Seninle biraz ilgilenmek zorunda kaldık," dedi. "Gözlerini açtığında, evindesin. Daha güvenli bir yerdeyiz."
Başımı hafifçe çevirdim, odanın içiyle ilgili her şey karmaşıktı ama huzur vericiydi. Birkaç saniye sessiz kaldım. O an içimden yükselen bir rahatlama vardı, ama bir o kadar da tuhaf bir korku. Her şey birden doğru yerlere oturmuştu, fakat hala her şeyden şüpheliyim.
Pietro sessizce kaptana baktı, ardından bana döndü.
"Sana zarar vermedik," dedi. "Bu, kurtuluşun başlangıcı."
Bunlar onun kelimeleri değil, bir anlamda... bizi korumaya çalışan, geçmişteki tüm karanlıkları ve yaraları silmek isteyen bir adamın cümleleriydi.
Ama o kadar zor bir noktadaydım ki, güvenmek benim için ölümcül olabilirdi.
Kaptan bir adım atarak, elini omzuma koydu, ama sesinde hala bir sertlik vardı. "Birlikte her şeyi çözeceğiz, Beyaz. Şimdi, iyileşmeni bekle. Sonra yeniden başlarız."
---
Kaptan, karanlık sokakta ilerlerken bir an duraksadı. Her şey sessizdi, öylesine bir sessizlik ki, o kadar huzurluydu ki insanın kulağında çınlama gibi bir ses bırakıyordu. Beyaz’ı bulmak için çıkmadığı bir yol kalmamıştı. Beyaz, bu tuhaf evin içinde her zaman kaybolan bir hayalet gibi geziniyordu. Duvarlar o kadar kalındı, o kadar güvenliydi ki, yerin altındaki gizli odalarda bile hareketleri kaydedilemiyordu. Bu yüzden evin içindeyken hiçbir iz bırakmazdı. Ama şimdi, dışarıda... Beyaz dışarıya adım attığında, aniden bütün her şeyin rengi değişti. O, sanki bir sinyal gönderdi.
Kaptan, gözlüğünü çıkarıp gözlerini ovuşturdu. Onun gözleri, tıpkı bir avcı gibi çevresine odaklanmıştı. İçinde bir huzursuzluk vardı, ama bu sefer hisleri ona güven veriyordu. Şimdi, yıllarca kaybolan o sinyali almıştı. Beyaz’ın dışarıya çıkmış olması, onun için sadece bir fırsattı. Ve bu fırsat, ölüme yaklaşan bir avcı için olduğu gibi, oldukça kıymetliydi.
İçindeki soğuk savaşçı tarafı harekete geçti. Kaptan, Beyaz’ın dışarıya adım atmış olduğunu biliyordu. Gözlerinin önünde bir harita açıldı. Harita değil, aslında Beyaz’a ait olan o özel cihazın sinyalini gösteren bir ekran… Beyaz’ın gözleri, lensler aracılığıyla bir tür izleme cihazı gibi çalışıyordu. Lensler, Beyaz’ın her hareketini kaydediyordu. Dışarı çıkarken, ilk defa o sinyal netleşti ve Kaptan’a ulaştı. Lenslerin içinde titreyen ışıklar, aniden ona bir yön, bir hedef sundu.
Beyaz’ın konumu şimdi netti. Kaptan, hareket etmeye başlamadan önce bir kez daha gözlüğünü takarak, parmaklarıyla ekrandan Beyaz’ın son durumunu kontrol etti. Yavaşça ilerlemeye başladı. Sokakta, gecenin karanlığında, her şey sessizdi ama onun adı çıkar çıkmaz tüm şehirde yankı yapacak gibiydi. Bir avcı gibi, geceyi parçalayan soğuk bir ay ışığı altında ilerledi.
Her adımda, Kaptan’ın gözleri yoğunlaşıyordu. O an Beyaz’ın konumunu belirlemek, adeta bir bulmacayı çözmek gibiydi. Bu, yıllarca süren antrenmanın, dikkatli gözlemlerin ve takıntılı bir zekânın birleşimiyle olan bir başarıydı. Kaptan, adımlarını hızlandırdı, gölgeler içinde kaybolarak Beyaz’a doğru ilerlemeye devam etti. Konum giderek yaklaşıyordu, ama hala biraz zaman vardı.
Beyaz’ın düştüğü an, Kaptan için her şeyin tam anlamıyla başladığı anıydı. Gözlerindeki hassas lensler, saniye saniye Beyaz’ın ne kadar zayıf olduğunu gösteriyordu. O anda Kaptan, parmaklarını saran soğuk rüzgârı hissetti. Her adımda bu acı verici gerçekle yüzleşiyordu. Beyaz’a çok yaklaşıyordu. O, bayıldığında tam olarak nereye düşecekti? Bir yere çarpacak mıydı? Başına bir şey gelecek miydi?
Dışarıdaki soğuk geceyi yararak ilerleyen Kaptan, biraz daha hızlandı. Kafasında sadece bir şey vardı: Beyaz’ı bulmalıydı. O, bir kayıp değil, bir görevdi.
Ve o an, lenslerin gösterdiği yer tamamen netleşti.
Kaptan, bir binanın arkasına adımını attığında, gözleri karanlıkta parlıyordu. O an Beyaz’ı, ona yaklaşarak bulacağını biliyordu. Zihninde bir hedef vardı. Bunu yapmalıydı. Sadece birkaç saniye içinde, Beyaz’ın yere düşmesiyle bağlantıyı kurmuştu. O an, Beyaz’ın çok uzak olamayacağını biliyordu. Birkaç saniye sonra, bulunduğu noktayı gösteren ışıklar, sonunda onu oraya götürdü. Beyaz'ın, soluksuz, neredeyse ölüme terkedilmiş halini görünce, bir anlık endişe hissi yoğunlaştı, ama hemen kontrolünü sağladı.
Kaptan, hızla Beyaz’a doğru yaklaştı. Yere yığılan bedenin hemen yanına geldi, soluk bir nefes aldı. Beyaz’ı yerden kaldırırken, ona zarar vermemek için dikkatli hareket etti.
Ve sonunda, Beyaz’ın bayıldığı o an, sadece bir sinyalin ötesinde, Kaptan için tam anlamıyla bir buluşmaya dönüştü.
---
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |