Doğan abiyle vedalaşıp ayrılınca nereye bastığımı bilemeden girdim içeri. Evet Doğan abi olmuştu. Bey değildi artık. Hayal kırıklığı yaşamaktan çok korkuyordum. Bu korkuyla nasıl başa çıkacağımı da asla bilmiyordum.
Bayramlarda yuvaya ziyarete gelenler olurdu. Yine bir bayram günü sekiz yaşındaydım sanırım o zamanlar. Bir kadın gelmişti yuvaya. Market arabalarıyla oyuncaklar getirmişti. Sırayla kimin şansına ne gelirse onu veriyorlardı. Seçme şansımız yoktu. Benden önce kimse almasın diye dua ettiğim ağlayan bebeği tam önümdeki kıza vermişlerdi. Bana verilen oyuncak dikkatimi bile çekememişti. Saatlerce ağlamıştım o bebek için. Oyuncakları getiren kadın benim ağladığımı görünce yanıma gelip saçlarımı okşayarak söz vermişti aynı bebekten banada alacağına dair.
Gelmemişti.
Ne bebek gelmişti. Ne de o kadın.1
Bu defa da bebek için değil de o kadın gelmiyor diye ağlamıştım. Geleceğim demişti çünkü.
Şimdi de yine pencerenin önümde o bebeği bekleyen Çiçek gibiydim işte. Geleceğim deyip gitmişti ama ya gelmezse diye de kendimi yiyip bitiriyordum. Bugüne kadar varlığını bile bilmediğim birine böylesine bağlanmam akıl işi değildi.
Yoğun bakıma girdiğimde Fuat abinin gözü üstümdeydi. Bir kaş göz yapıp bi sıkıntı olup olmadığını sorguladı. İnandırıcı olmasını umut ederek gülümsedim. İyiydim de aslında. Yalnızca içimdeki pencere önü Çiçeğini ikna edemiyordum.
Mesai bitimine kadar kendimi işe vererek her şeyi unutmaya çalıştım. Kutay bir kaç kez aramıştı. Kısa kısa konuşup kapatmıştık. Ya onun bir işi çıkıyordu ya da benim.
Mesaim bittiğinde hastalarımı nöbet ekibine devredip çıktım hastaneden. Mercan bugün evdeydi. Mitsay abiyle hiç konuşmamıştık. Beni al diye aramak da istemiyordum. Kafamın içindekileri susturmaya biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı sanırım.
Hastane bahçesinden çıkınca yol boyu yürüdüm. Temiz havayı solumak iyi gelmişti. Okuldan yuvaya dönerken yaptığım gibi kaldırım taşlarının çizgilerine basmadan yürümeye çalıştım. Benim totemimde buydu işte. Sanki çizgiye bassam başıma bir iş gelecek gibi hissederdim o zamanda.
"Şşştt yavrum boş musun?" Omzumdaki çantayı elime alıp arkamı dönmüştüm ki kolunu açtığı cama yaslamış Kutay'ı gördüm. Üzerine giydiği gömleğin kollarını dirseklerine kadar kıvırmış serseriler gibi yavaşça ilerliyordu kaldırımın yanında. Sesini değiştirip aklınca oyun yapıyordu bana. Ava giderken avlamak farz olmuştu bu serseriyi. Çantamı yeniden koluma astım. Şöyle nazlı nazlı da saçlarımı savurdum iyice bi kafası gitsin diye.
"Boşum. Hatta bomboşum. Ya siz? Sizde boş musunuz?" Araba ani frenle durunca kahkahamı tutamadım. Fırtına geliyordu. Yarı bedenini camdan sarkıtıp kolunu bana uzattı yakalamak için. Nafile bir çabaydı. Ondan önce davranıp kaçmıştım çünkü.
"Doluyum ben. Hatta dopdoluyum. Hatta ve hatta hayatımda hiç bu kadar dolu olmamıştım."
"Yazık oldu desene." Omuzlarımı silktim nazlı nazlı. Hâlâ kolunu bana uzatıp yakalamaya çalışıyordu. Ben baya eğleniyordum da aynı şey Kutay için geçerli değildi. Adamın saf kıskançlık damarlarında geziyordu.
"Hadi güzelim hadi. Güldük eğlendik bitti. Bin hadi şu arabaya." Arkadan gelen korna sesleri de stres seviyesini iyiden iyiye yükseltiyordu. Ortalık yerde durursa olacağı buydu tabi. Kapıdan inmeyip böyle bedeninin yarısıyla camdan sarkmasının sebebi neydi acaba? Artık beni ikna etmeyi bırakmıştı. Uğraşması gereken bambaşka problemleri vardı. İnsanlarda haklı olarak yol açılsın istiyorlardı. Kutay sağ olsun zaten fitili kısa bir insandı. Alev alması da an meselesi olunca baktım ki arabadan inmeye yelteniyor o inemeden ben kendimi arabaya attım.
"Soyunu sopunu siktiğim. Beş dakika beklese ölür sanki." Ağzından çıkanı da bilmiyordu. Öfkelenince gören gözler kör oluyordu sanki. Kuzu kuzu kemerimi takıp yerime yerleştim. Arabayı yavaşça sürmeye başladığında yan gözle bana baktı.
"Hayır sen beni niye yükseltiyorsun? Doluyum diyeceksin. Ne boşum deyip döndürüyorsun nevrimi?" Şimdi de suçlu ben olmuştum yani. Kendisi başlatmıştı. Ben yalnızca oyununa ayak uydurmuştum.
Camı açmak için düğmeye bastığımda kendi tarafından kapattı hemen.
"Açma. Saçlarının kokusu sinsin istiyorum arabaya." Elim camı açacak tuşta kalakalmıştım öyle. Arsız kanguru da dönmüştü aramıza. Böyle anlarda kendimi tokatlayasım geliyordu. Sanki mağarada yaşamışım hiç erkek görmemişim bir tatlı söz işitmemişim gibi çırpınıyordu kalbim.
Elinin biri direksiyondayken diğeriyle saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Yanağıma değen parmak uçları sanki bütün tüylerime de hükmediyor gibiydi. Adeta Kutay'a bir saygı duruşu vardı her birinde. Elimi saçlarımda oyalanan elinin üzerine koydum. Benden böyle bir atak beklemediği öyle belliydi ki. Donup kalmıştı adeta. Her zaman kanlı nigar olacak değildik ya. Biraz da uysal kedi olmak gerekirdi.
Arabanın hızını biraz düşürüp elimi avucunun içine aldı. Benim ona attığım her bir adımı koşarak karşılıyordu. Ağlamak istiyordum o bana böyle yaklaştığında. Dolan gözlerimi saklamak için başımı camdan tarafa çevirdim. Yine içimdeki her şeyi Kutay'ın kucağına dökmek istediğim bir andaydım. Neden bu adamı her gördüğümde olan biteni dökülüvermek istiyordum? Neden her derdime bir deva bulacakmış gibi hissediyordum? Son bir yudum suyu olsa onu bile benim yangınıma dökecekti sanki.
Kutay'ın durmadan konuştuğu benimde onu onayladığım bir yolculuk oluyordu. Kafamı ona verip söylediklerini anlayamıyordum bile.
Yavaş gidiyorduk ama aniden gelen frenle öne doğru savruldum.
"Delirdin mi Kutay? Noluyorsun ya?"
"Yavrum hamsi yemeye gidelim diyorum. Olur diyorsun. Senin şimdi hamsiler yavru balık onlar yenmez diye bana katil muamelesi yapman lazımdı. Asıl sana ne oluyor?" Daha cevap vermeme müsade etmeden çenemden tuttu. Başımı yavaşça kendine çevirdiğinde gördüklerinden asla memnun olmadı.
"Gökyüzümü karartmışsın yine. Ha yağdı ha yağacak gibi." Eli olduğu yeri okşadı nazikçe. Kırılacak bebek değildim ama Kutay öyleymişim gibi davranmaktan vazgeçmiyordu. Koltuğa sırtımı yaslayıp bu defa ben aldım elini avucumun içine. Gözlerimdeki buğulanma gidince bakmak istediğimden bakışlarımı da birleşen ellerimize indirdim. Güzeldik işte. Başka tarifi yoktu.
"Anlat hadi yavrum. Şu siktiğimin beyninde gezen binlerce düşünceden kurtar beni."
Eğilip elinin üzerini minicik öptüm. Görmese hissetmezdi bile belki.
"Bugün Doğan abi geldi."
"Doğan abi?" Kaşının biri havada biri aşağıda ilginç bir surat ifadesiyle kalakalmıştı. Bunu nasıl yaptığını merak etmiştim. Denemek de istiyordum da deli gibi görünürüm diye vazgeçtim. Kim bu diye sormuyordu. Ne ara abi oldu demek istiyordu ses tonu.
"Ne istiyormuş sokuk herif? Senin canını sıkacak bir şey mi söyledi? Ulan senin canını sıkanın götünden-" Bir duru durağı yoktu bu herifinde. Ağzı bozuldu mu bozuluyordu.
"Ay Kutay kükreme hemen. Canımı sıkacak bir şey söylemedi. Aksine beni tanımak ve hayatıma dahil olmak istediğini söyledi." Sonrası müsait bir yerde yol kenarına çekilen bir araba ve adeta sorguya alınan ben oldum.
Olan biteni bütün şeffaflığıyla anlattım Kutay'a. Dinledikçe yer yer öfkelense de hiç sözümü kesmeden dinledi. Korkularımı da anlattım içimdeki sahiplenme arzusuyla yanıp tutuşan Çiçeği de.
Hiç yorum yapmadan öylece yolu izliyordu. Bana bakmıyordu ama elini de elimden çekmiyordu. Nasıl bir tepki beklediğimden emin değilim. Ancak böyle susmasının da pek işime geldiği söylenemezdi. Çoğu zaman işime karışılmasından verdiğim karaların sorgulanmasından asla haz etmeyen ben şimdi Kutay bir şey söylesin istiyordum. Belirli bir ritimle sürekli elimin üstünü okşuyordu. Kafasından ne geçiyor bu kadar neyi ölçüp biçiyor benimde bilmeye hakkım vardı bence.
Onun elimin üstüne yaptığı dokunuşları avucunun içinde başlattığımda yandan bir bakış attı bana. Ona alışıyor olmamdan dokunuşlarının karşılıksız kalmamasından memnun olduğunu anlayabiliyordum. Öyle duvar gibi duran bir Çiçek görmüştü hep. Kutay'a hep ters yaptığımdan benden bu davranışları görmek eminim ki onu da şaşırtıyordu. Benim gibi.
"Bir şey söylemeyecek misin?" Elini elimden çekip yüzüme kondurdu. Gözlerime bakıyordu ama içimi görüyordu sanki.
"Sen ne karar verirsen ben seni desteklerim Çiçek. Yeter ki dalgalandırma gökyüzümü." Yüzüme doğru yaklaştığında kalbimin kasıldığını hissetim. İçerideki arkadaş koşmayı bırakmış yine kalbimi stres topu yapmıştı elinde. Tıbben bir açıklaması bile yoktu bana bu yaşatılanın. İspat bile edemezdim ağzıma gelen kalbimi ama oradaydı işte. Kalbimin yalnızca ritmini değil yerini de değiştiriyordu.
İstemsizce kapanan gözlerimin ikisinede birer öpücük kondurdu. Benimki gibi hissedilmeyecek olanlardan değildi. Canımı yakmayacak kadar narin ama hissedilecek kadar da derin.
"Şu göğüs kafesimi açıp göstersem sana inan bir daha bana böyle bakmazsın." Nefesi hâlâ yüzümü yalıyordu. Bana nefes almayı unutturacak bu yakınlıkta onun böylesine hissedilir nefes alması adil değildi.
"Şu kırık bakışlarını alıp saklamak istiyorum. Seni böyle darmadağın eden her şeyi söküp atmak istiyorum Çiçek. Bırak artık güzelim. Bırak düşünme. Görüşmek mi istiyorsun. Görüş. Yok ben yoluma onlar olmadan devam edeceğim dersen de yoluna çıkanı ezip geçerim. Senin sesinin tonunu değiştiren gözlerine bu yağmurları yakıştırana affım olmaz."
Hiç yapmamalıydım belki. Beynimle düşünsem yapmazdım da aslında ama karşımdaki Kutaydı işte. Düşünme yetimi elimden alıyordu.
Gözlerimi bile açmadan tamamen iç güdüsel olarak dudaklarına konduruverdim dudaklarımı. Yine varla yok arası bir temastı bu. Çok kısacık bir an da birbirimize böyle özel ilk dokunuşumuzdu. Bu cesareti de nereden bulduğumu kendim bile anlayamamıştım.
Dudaklarımız birbirinden kopmuştu. Ancak biz birbirimizden kopamıyorduk.
"Senin bana kastın var be yavrum." Asıl onun bana kastı vardı da haberi yoktu. İçimdeki kangurunun bana çektirdiklerinden bir haberdi.
Gözlerimi açtığımda gülümsemesi yeniden baharlara kavuşturmuştu bizi. Huzurla kıvrıldı dudaklarım. Durmadı gülüşümden öptü bir de.
Kim ne düşünürse düşünsün. Kutay benim miladımdı. Duygularını saklamayı kendine görev edinmiş Çiçeği mazide bırakıyordum onunla. Daha cesurdum. Daha insancıl. Daha sevgi dolu. Her şeyden önce huzurluydum. Bunun ne kadar kıymetli olduğunu anlayacak kadar da yalnız kalmıştım. Hayatım boyunca hep dalgasız durgun bir suydum. Büyük tepkiler vermez çoğu zaman soğuk görünürdüm. İçimde kopan fırtınaları bir Mercan'ım bilirdi. Şimdilerde her dalgamın etraftan görünmesini isteyen bir halim vardı. Bu ben bambaşka biriydi. Bende kendisiyle yeni tanışıyordum.
Kutay dudaklarının son adresi olan alnıma kondurduğu öpücükten sonra dikkatini yola verdi. Hem utanıyordum he de öpmediği her yeri burası eksik kaldı diye öptürmek istiyordum.
Hamsi yemeyeceğimi bildiği için bizi pide yemeye getirmişti. Ben insani boyutlarda bir pide söylemiştim. Kutay sanırım üç gündür açtı. Zira önündeki tabağın başka bir açıklaması olamazdı.
Çatalımla tabağını işaret ettim. "Hepsini yiyecek misin gerçekten?"
Ayranından aldığı yudumla ağzındakileri yutup bir kendi tabağına bir benimkine baktı. "Yavrum sen kedisin ben aslan. Herkes kendi bünyesine göre besleniyor."
Benim kibar olayım diye çatal bıçakla kırılacak gibi yememe karşılık Kutay baya eliyle dalmıştı pidelerine. Asla çekinmiyordu benden. Yanımda öyle rahattı ki mutlu ediyordu bu beni. Ben Kutay'a yakın değildim. Ben Kutay'a dahildim. Bunu bana çok net hissettiriyordu. Sanki birbirimize yıllarımızı vermişiz gibiydi. Bir bütünün iki parçası değildik. İkimiz hiç parçalara ayrılmamıştık.
Çatal ve bıçakla olan savaşıma dayanamamış olacak ki önce tabağımdaki pideyi aldı eline. Sonra ağzıma uzattı. "Bırak şu çatal bıçak işini be yavrum. Ben akşama kadar elli tane adamın içinde neler görüyorum bir bilsen aklın şaşar. İncelikten kırılacaksın bu gidişle." Konuşmak için açtığım ağzıma pideyi sokuşturunca mecbur aldım elinden. Sonrası içimi sıcacık eden dudak kenarı gamzeler oldu. Dudaklarına bakıp niyeti bozmayayım diye de kendimi yemeğime verdim. Adamı röntgenlemek isteyen o deli yanımı durdurmak hiç kolay değildi. Nefes alsın yeter dedikleri buydu sanırım. Kutay nefes alıyordu. Benim tüylerim saygı duruşuna geçiyordu adeta.
Pideciden çıkınca yediklerimizi eritelim diye yürümeyi teklif ettim. Belki dondurma bile yerdik midemizde biraz yer açılınca.
Kutay elini omzuna dolayıp beni iyice kendine çekti. Bende asla tereddüte düşmeden beline dolandım. Çok mıç mıç bulurdum böyle sarmaş dolaş gezenleri. Sanki hiç birbirlerini görmüyorlar da böyle geziyorlar derdim. Şimdi ise elimden gelse içime sokacaktım Kutay'ı. Öyle deli bir histi bu.
"Akşama kadar Mirsat'tan dinlediğim bütün küfürlere değdi be Çiçeğim."
"Mirsat abi sana küfür mü etti?" Eliyle sen ne diyorsun der gibi bir hareket yaptı. Gerçekten bu erkek milletini anlamak çok zordu. Utanmasalar köpekler gibi işeyerek bölge işaretlemesi yapacaklardı.
Kutay omzumdaki elini biraz daha sıkıştırıp ikimizi ayrılmaz bir bütün haline getirdi. Başımı omzuna yasladığımda aklımdan geçenlere elimde olmadan gülümsedim. Deli dürtmüş gibi gülmem adama da bir tuhaf gelmişti haliyle. İkimizi hiç ayırmadan dudaklarını bastırdı saç diplerime.
"Kutay"
"Hmm"
Elimi göğsüne çıkarıp biraz oralarda gezdirdim. Dokunduğum anda kaskatı kesildi. Elimi göğsünden hiç kaldırmadan omuzları arasında sürüdüm. Ben dokundukça şekilden şekle giriyordu. En sonunda da dayanamayıp tuttu elimi.
"Ya Kutay bıraksana." Çekiştirip kurtarmaya çalışıyordum. Ancak onun bırakmaya hiç niyeti yoktu. Beni ansızın önüne doğru çekip sağa sola bakındı.
"Delirdin mi be? Napıyorsun öyle?" Gözlerinde yanan ateşi görmemek için kör olmak gerekirdi. Alt dudağının üzerinde dilini gezdirip sonra dişlerini sürüdü dudağının üzerinde. İçimden kendi kendime bakma diye telkin veriyordum. Derin bir nefes alıp kendime gelmek istedim. Kutay bu kadar yakınımda olmasa ve bende bu aldığım derin nefes ile kokusunu doyasıya solumamış olsam başarabilirdim. Ama başaramadım.
Belime sarılan kol beni kendine bir kaç adım daha çekti. "Asıl sen ne yapıyorsun Çiçek? Yavrum ben sağlıklı bir erkeğim. Sende işini iyi yapan bir sağlıkçı olarak halimden anla. Lütfen hormonlarımla oynama."1
Benden etkileniyordu.
Ve arsızca bunu dile getirmekten asla utanmıyordu.
Omuzlarımı silktim masumca. Masumdum da zaten. Öyle etkilemek gibi niyetlerim yoktu.
"Aklın nerede geziyor Kutay ya? Oysa ben çok masumca şeyler düşünüyordum." Saçlarımı kulağımın arkasındaki yerine takıverdi. Belimdeki eli olduğu yeri okşuyordu. Ha mayıştım ha mayışacaktım yani.
"Ne düşünüyordun?" Böyle beni hipnotize edecek gibi konuşmasa her şey daha kolay olabilirdi.
"Omuzlarının ne kadar geniş olduğunu."
İnsanları bize döndürecek kadar sesli bir kahkaha attı. Bu defa sağı solu kontrol eden ben oldum.1
"Öyle değil be." Böyle insanı utandıracak şeyler yapmasa olmuyordu sanki.
"Hani nerede bittiğini bile göremediğin geniş tarlalar olur ya. Öyle geniş yani."1
Elimi tutup az önce benim yanlış anlaşıldığım göğsünde gezdirdi ellerimizi.
"Bu topraklar bir sana ait. Ben bu uçsuz bucaksız tarlalara bir tek Çiçek ektim."1
Olaysız dağıldık🌺
Okur Yorumları | Yorum Ekle |