19. Bölüm

19. Bölüm

Eliptikbisiklet
eliptikbisiklet

Bölüm şarkısı; Derya Bedavacı - Deme

 

İnsanoğlu temel yaşam ihtiyaçlarını bir şekilde gideriyordu. Yemem için önüme koyulan yemeğim vardı. Uyumam için bana tahsis edilmiş bir yatağa da sahiptim. Fiziksel bütün ihtiyaçlarım karşılığını bulmuştu. Aynısını ruhum için söyleyemezdim.

 

Ruhum açtı.

 

Bu açlık o geceden sonra köşe bucak kaçtığım Kutay'a mıydı yoksa hepsinin numarasını engelleğim Eroğlu ailesine miydi? Bunun kararını kendi iç muhakemem de bile veremiyordum. Hem bana ulaşamasınlar istiyordum hem de bir kez olsun karşıma çıkmadılar diye kendi kendime küsüyordum.1

 

Kutay ile yaşadığımız benim ne istediğimi bilmez hallerimin bizi, özellikle de beni saçma sapan bir duruma düşürdüğü o gecenin üzerinden bir hafta geçmişti. Bu süreçte kaçabildiğim kadar kaçmıştım. Çocuk gibi davrandığımın farkındaydım ve bu kendime olan öfkemi daha da körüklüyordu. Ancak yüzleşmekten öyle korkuyordum ki utanmadam Asiye teyzemin arkasına bile saklanabilrdim.

 

Kutay saygı gösterip üstelemiyordu ama ben biliyordum ki son bir damla kalmıştı sabır bardağını taşırmama. Odadaki diğer yatağa baktım yerimden kalkmadan. Bir of da bunun için çekmiştim. Mercan yoktu bugün.

 

Yeterince tembellik ettiğimi düşündüğümden yerimden doğrulup kalktım. Ayaklarım parkenin soğuk yüzeyine dokunduğunda melül melül baktım yatağıma. Kalkmasam da bütün gün yatsam ne olurdu? Böyle durumlarda kendi evimi özlüyordum. İnsan bir depresyona bile giremiyordu aile evinde.1

 

Başımı pencereye doğru çevirince bir of daha döküldü dudaklarımdan.Hava bulutluydu bugün. Ha yağdı ha yağacak bir güne açmıştık gözümüzü.

 

Ya Allah deyip çıktım yataktan. Banyodaki işlerimi halledince odadan telefonumu alıp mutafağa doğru adımladum. Saat çoktan on bir olmuştu ve Asiye'm beni uyandırmaya gelmemişti. Felaket habercisi olabilir miydi?

 

Düşündüklerime kendi kendime gülüp indim merdivenleri. Ortalıkta ölüm sessizliği vardı sanki. Sanırım evde kimse yoktu. Zaten bir Asiye'min evde olması gerekiyordu o da yoktu sanırım. Şöyle kafamı alt katta kapısı açık odalara uzattım. Neredeydi yahu bu kadın? Habersiz çekip gitme huyu da yoktur yani. Haber vermeyeni çekip vuracak gibi dellenir hatta.

 

Çay bardağının tabağa bırakıldığındaki o çıt sesini duyunca pıtı pıtı mutfağa yöneldim.

 

"Sultanım ne bu sessiz-"

 

Her şeyi görmeyi beklerdim bu mutfakta. Kutay bile karşıma çıksa yadırgamazdım. Kapıdan bacadan girmişliği vardı sonuçta.

 

Ama mutfak masasında çay içen bir Oya hanımı asla tahmin edemezdim. Bu durumu ön göremeyeceğim gibi şokundan da çıkamıyordum. Ben far görmüş tavşan gibi bakakalmışken o da nutku tutulmuş gibi elinin uzandığı bardağı bırakamamıştı.

 

Şoku atlatınca çatılan kaşlarıma mani olamadım.

 

"Ne işiniz var burada? Nasıl girdiniz içeri?" Önce bardağı bırakıp boğazını temizledi. Bakışlarındaki yakalanmışlık bile içimdeki buz dağını eritemedi.

 

"Asiye hanımdan ricacı oldum Çiçek. Beni dinledi. Seninle konuşabilmem için bize bir alan sundu." Hıh diye bir nida çıktı dudaklarımdan.

 

"Benim sizinle konuşacağımı nereden çıkardınız peki?" Alayvari konuşmam memnun etmemişti Oya hanımı. Benimde onu memnun etmeye niyetim yoktu zaten. Bardağındaki çayın sonuna geldiğini görünce bakışlarımla bardağını işaret ettim.

 

"Çayınızda bittiğine göre ben sizi uğurlayayım." Aklıma bir şey gelmiş gibi durup güldüm önce. "Ama gelirken keşfetmişsinizdir zaten kapıyı. Çıkış da aynı yerden." Dışarıdan bakınca kendisinden yaşça büyük bir kadına şımarıkça davranıyor olabilirdim. Hatta hikayenin tamamını bilen biri bile benim şımarık olduğumu düşünüyor olabilirdi. Ama içimi ben biliyordum işte. Yaşadıklarımı, yaşayamadıklarımı bir ben biliyordum.

 

Bir de başkası için kurulmuş hayallere sığdırılmaya çalışmış olduklarını düşündükçe bedenime sığamıyordum sanki. Nefes aldıkça üzerimde bana bol olan pijamam yırtılacakmış gibi hissediyordum.

 

"Bir kez Çiçek. Sadece bir kez dinle beni. Sonra fikrin yine aynı olursa bir daha ısrarcı olmayacağım." Konuşunca fikrimi değiştireceğinden çok emindi. Şeytan diyordu ki o gitmiyorsa sen çık git.

 

Gidemiyordum.

 

Buradan çıkmamı engelleyecek o ayıp olur kalıplarını bana aşılayacak bir ailem bile olmamıştı. Mercan hep isyan ederdi bu konuda mesela. İçimdeki Asiye susmuyor diye. Kendine yediremese de ayıp olur diye diye yapardı bir çok şeyi.

 

Tam karşısındaki sandalyeyi tutup geri çektim. Araya biraz mesafe koyarak geçip oturdum.

 

"Ben kimsenin bilmediklerini sana dökmeye geldim bugün Çiçek." Gözlerime bakmaktan rahatsız olmuş olacak ki bakışlarını ellerine indirdi.

 

"Asuman benim liseden arkadaşımdı. Annen Çiçek. Annenin adı Asuman."1

 

Asuman..

 

Anne demeye dilimin dönmediği gönül yangınım..

 

Çaresizliğim..

 

"Yakındık diyemem ama aynı sınıftaydık Asumanla. Hasta bir annesi vardı. Asuman'a muhtaç beş kardeş, işe yaramaz bir baba. Anlayacağın hayat zordu Asuman için." Bu konuşmanın sonunda bir yudum suyu çok görecektim belki ancak şimdi konuşmaya devam etsin diye kalkıp sürahiden doldurdum suyunu. Ellerim öyle çok titriyordu ki bardaktaki suyu biraz dökmüştüm masaya. Bakışlarıyla teşekkür edip yalnızca bir yudum içebildi.

 

"Süha bir aile dostumuzun oğluydu. Benim vasıtamla tanışmışlardı. Bir kaç kez okuldan alıp eve bırakmışlığı vardı beni. Asuman'ın gizliden gizliye Süha'yı beğendiğini biliyordum, anlaşılıyordu yani. Ama olmazdı Çiçek. Olmadı da zaten. Süha anneni şimdi bile hatırlamıyor. Bir tanışıklıkları olduğunun farkında değil. Evlenmemizi aileler uygun gördü. Bizde karşı çıkmadık. Sonra sevdik birbirimizi." Gözünden akan bir damla yaşı kuruladı usulca.1

 

"Annen maddi imkansızlıktan okula devam edemedi. Nerede ne yapıyor hiç bilmiyordum. Dedim ya öyle yakın arkadaş değildik. Aradan yıllar geçip o kara günleri yaşadığımızda Süha'nın o telaşlı halleri dikkat çekmeye başlamıştı. Durmadan telefonda konuşuyor sürekli bir yerden haber bekliyordu. Canıma tak ettiği bir gün sordum. Hiç yalana girmeden anlattı her şeyi. Annenin adını duyduğumda şok olmuştum. Önce emin olamasamda gördüğüm fotoğraf yetti de arrtı bile. Okulu bırakıp böyle bir hayata bulandığını tahmin edemezdim. Hele de bir gün kocamdan bir bebeği olacağını asla aklımın ucundan geçiremezdim." Sanki bu olanlar beni uzaktan yakından alakadar etmiyormuş gibi bir peçete uzattım Oya hanıma. Gözlerini kurulayıp bir yudum daha su içti.1

 

"Sanki ben onun elinden hayatını almışım gibi hissettim Çiçek. Yaşadığım acı yetmiyormuş gibi kendimi suçladım. Süha ile bir şansı olsa bunlar başına gelmezdi dedim kendi kendime. Rabbimin bana vermediği bebeği ona verdiğini düşündüm Çiçek. Cezalandırılmıştım buna da boyun eğmek benim kefaretim gibi gelmişti." Damarlarımdaki kanın ısındığını hissediyordum. Öylesine yanıyordu ki içim aksi mümkün değil gibiydi.2

 

"Annen seni ondan alırım diye korkup kaçırdı sanırım. Bilemiyorum. Onunla hiç iletişim kuramadık. Sözüme ne kadar inanırsın bilmiyorum ama ben seni Güneş'in yerine koymaya çalışmadım Çiçek. Benim Güneş'im yok artık. Sen Asuman'ın kızısın. Asuman'ın Çiçek'i"1

 

Asuman'ın kızı.

 

Asuman'ın Çiçek'i.

 

"Süha çok aradı seni. Sonra oğlanlar katıldı bu arama işine. Bir gün bile bulamasınlar diye geçirmedim içimden. Kaç yaşında gelirsen gel benim kapım sana açık Çiçek."

 

Hissizlik tüm vücuduma yayılmıştı sanki. Adını bile bugün öğrendiğim o kadına ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Hele karşımda durmadan göz yaşı döken bu kadına ne hissetmeliydim? Ya Süha bey ona ne hissetmeliydim?

 

"Neden şimdi?" Konuştuğu süre boyunca hiç sesimi duymadığından ne demek istediğimi de anlamadığından boş boş bakıyordu yüzüme.

 

"Neden ben Oya hanım? Neden bunları eşinize anlatmak yerine bana anlattınız?" Oya hanım bu hikayenin gerçekten masumu muydu yani? Yoksa vicdanının sesini susturmaya çalıştığı için mi beni kabul etmişti?

 

Derin bir nefes alıp üzerimdeki pijamanın eteklerini topladım avucumda. Az önce içine sığamadığım bu pijama içine dünyayı alacak kadar küçülmüştü şimdi. Yok olup gitmek istiyordum. Bir mucize olsun beni vuradan kaybetsin istedim.

 

Oya hanımın titreyen eli bardağı devirince oturduğum yerde sıçradım istemsizce. İçinde ne kadar su vardı ki böyle yerlere kadar dökülmüştü. Yerimden kalkıp tezgahtaki kağıt havludan kopartıp bastım yere. Benimle birlikte o da ayaklanmıştı ama elimle durdurdum onu yanıma yaklaşmasın diye. Oya hanım ne anlamıştı bilmiyorum. Ben yakınıma gelmesin istemiştim.

 

"Özür dilerim Çiçek." Elimdeki kağıt havluları çöpe atarken bir an düşündüm. Neyin özrüydü bu?

 

Suyu döktüm özür dilerim Çiçek mi?

 

Bunları sakladım bir tek sana anlattım. Biraz da sana yük olacaklar özür dilerim Çiçek mi?

 

Başımı iki yana sallayıp eski yerime oturdum. Şimdi onum gözlerinde pişmanlığın ateşi yanıyordu. Öncesinde vardı belki de ben yeni fark ediyordum.

 

Bir süre hiç konuşmadan balkon kapısından dışarıyı izledim. Ben sustum Oya hanımın da söyleyecekleri bitmişti. Yükünü bana bıraktığı için hafiflemiş bile hissediyor olabilirdi. Baktı ki benim ağzımı bıçak açmayacak asla anlayamadığım bir şeyler mırıldanıp çantasını aldığı gibi çıktı mutfaktan.1

 

Omzuma dokunan bir el hayal dünyamdsn çekip çıkardı beni. Oya hanım Asiye teyzeme neyi ne kadar anlatmıştı bilmiyorum ama bir şeyler bildiği kesindi. Beni asla sorgulamadan önüme bir sofra kurdu. Sesimi çıkarmadan doyurdum karnımı.

 

Sonrası tam bir kaostu. Kafan dağılır Mercan da işten çıkıp oraya gelecek deyip Sultan hanımın evine sürükledi beni. Buradaki kadınlarla bir ev oturması yapacaklarmış. Nasıl olacak anlamasamda bunun kafamı dağıtacağını düşünüp beni de sürükledi arkasından. Aklımı birazcık dahi olsa kullanabildiğim bir günümde olsam evde kalmak için her şeyi yapardım. Camları silmeyi hatta yerleri yalamayı bile teklif edebilirdim. Oysa şimdi yine bir sandalyede elimde tam bir gün tabağı ile Asiye teyzemin yanında oturuyordum.

 

Oğlundan kaçarken annesinin gününe katılmamda benim ayıbımdı artık. Allah'tan gelirken bahçede Kutay'ın arabasını görmemiştim. Görsem eve kadar arkama bakmadan koşarak kaçabilirdim.

 

"Bir çay daha içer misin Çiçek abla?" Ayşem'in sorusuyla sıyrıldım hayal dünyamdan.

 

Ayşem yanağındaki çukurlarını kıskandırırcasına güleçti. Baktıkça içim açılıyordu. Zeynep abla da güzeldi ama Ayşem bir başkaydı işte. Hanım hanımcık hep güler yüzlü.

 

" Yok canım sağol. Ben tabağı da mutafağa bırakayım. Asiye teyzem sağolsun tıka basa doyurup getirdi beni. Yiyebilecek gibi değilim." Ben götüreyim dese de müsade etmeyip kalktım yerimden. Arkamdan gelmesin diye de kalktığım yere oturttum. Ben hayal aleminde olduğumdan Zeynep abla da hamileliğinin arkasına sığındığı için dört dönmüştü kız.

 

Elimdeki tabakla mutfağa doğru yürürken içeriden gelen seslerle sanki beni şeytan dürttü. Hiç tanımadığım hayatımda bir kez bile görmediğim insanların konuşmasını dinlerken buldum kendimi.

 

"Yazık oldu aslan gibi oğlana. Geldi geleli ne yerinden kalktı ne yüzü güldü."1

 

"Aman Semra bir duyan olacak şimdi."

 

"Ay abla sanki benim gördüğümü görmüyorlar mı? Bir şu kıza bak bir de Kutay'a."

 

"Semra sus diyorum."

 

"Hadi ben sustum da onca millet susar mı? Zaten kimi kimsesi de yokmuş öyle duydum ben. Soyu belli değil sopu belli değil. Kim böyle birini ister? Kutay da hatasını anlar elbet."

 

"Anlar da seni mi alır Semra? Onca iş attın bir kere dönüp baktı mı? Kutay sevmiş beğenmiş kimseye laf düşmez."

 

Daha fazlasının konuşulmasına da duymaya da tahammülüm olmadığından bir hışımla girdim içeri. Ben girince ikisi de yerinden sıçradı. Elimdeki tabağı tezgaha sertçe bırakıp arkamı döndüm. Anlamışlardı duyduğumu. Anlasınlardı zaten. Şimdi burayı yakıp yıksam karşımdaki kızın saçına elimi dolayıp bahçede iki tur attırsam ne olurdu? Aile terbiyesi de almamıştım hem ben. Arsız edepsizin tekiymiş bir de Semrayı dövmüşe çıkardı alt tarafı adım. Ben bunca hakarete maruz kaldığım yetmiyormuş gibi daha nicelerini duyardım. Benimle de bitmezdi. Asiye teyzem beni buraya getirdiğine pişman olurdu. Belki memleketine geldiğim için beni evine aldığı için bile pişman olurdu. Kutay hayatına aldığına pişman olurdu. Ben zaten bu hayatta ancak herkesin pişmanlığı olabilirdim.

 

Gözümün önünden geçen onca felaket senaryosuna karşılık hiç bir şey söylemeden çıktım mutfaktan. Salonun kapısından vedalaşıp ayrıldım. Hatta öyle koştur koştur çıkıyordum ki evim yanıyor diye bile düşünmüş olabilirlerdi.

 

Gerçekten de evim yanıyordu. Betondan duvarı yok diye hayatımdaki güzellikler evim yuvam olmuyor muydu?

 

İki ev birbirini görse de aradaki mesafe hatrı sayılırdı. Ona rağmen hırsım gözümü kör etmişti. Götümden soluya soluya koştum.

 

Ben alışkındım zaten insanların hakkımda ileri geri konuşmasına. Okul hayatım boyunca da hep aynı düşünceler vardı herkesin kafasında. Bu devirde aileye sahip olmak özellikle de varlıklı isim yapmış bir aileye sahip olmak prestij meselesiydi. Bende çöpsüz üzümdüm. Çocukları benimle oynadığında bile küçümseyerek bakanlar olurdu. Yaptığım en ufak hatada ailesizliğimden vurulurdum.

 

E bunca çocuk yuvası niye vardı? Yaksalardı ya hepsini içindekilerle beraber.

 

Evin kapısına gelince bir fasılda kendime sövdüm. Alev almış gibi kendimi sokağa atınca anahtarı da almayı unutmuştum. Kafamı duvarlara vurmak istiyordum ama yeterince akıl sağlığımdan yana şüpheye düşürmüştüm herkesi. Fazlası benim kendimden şüphe etmeme bile sebep olurdu.

 

Oturacak yer yokmuş gibi kapının önüne çöktüm hemen. Asiye teyzem de hanım hanımcık bir kız modeli çizeyim diye elbise giydirmişti zorla. Şimdi elbisenin ince kumaşı yüzünden bütün kumu taşı hissediyordum. Bacaklarımı kendime çekip elbisenin cebindeki telefonumu çıkardım. Kutay beş kez aramıştı. Nereye kadar kaçacaktım ondan da. Derin bir of çekip başımı kapıya yasladım. O kızın söyledikleri kulağımdan gitmiyordu. Ne ben artık çocuktum ne de Kutay oyun arkadaşımdı. Bir kişi bile hakkımda ileri geri konuşsa kaldıramazdı. Konuşanı konuştuğuna pişman ederdi. Ya gün gelir de bana pişman gibi bakarsa o zaman ne yapardım?

 

Çocuk oyuncağı değildi ki bu iş. Adam evlenmek istiyordu benimle. E günü gelince çocuk da isteyecekti. Ben anne olmak istiyor muydum? Her şeye cevabım varken bu soruya yoktu. Hatta içimdeki kanguru bile ölü taklidi yapıyordu.

 

Allah'ım neden konu kendim olunca bir elimde kibrit bir elimde benzin bidonu limanı yakmaya meraklı oluyordum.

 

Ani bir fren sesiyle gözlerimi açtığımda Kutay arabanın kapısını karşı taraftan çıkartacak gibi vurarak indi aşağı.

 

"Sen beni delirtecek misin Çiçek?" Adımları yerleri döve döve bana yaklaşırken ses tonu görünüşüyle uyuşmuyordu. Hali tavrı kasırga gibi eserken ses tonunda yalnızca safi endişe vardı.

 

"Annem aradı söyledi çekip gittiğini. Ruh gibiydi hali senden sebep böyleyse diye başlayan milyon tehdit savurdu." Hiç yerimden kıpırdamadan öylece Kutay'a bakıyordum. Gözlerimdeki her bir parçanın yıkılışı vardı. Enkazın altındaki halimi fark ettiği an fazlası olabilirmiş gibi biraz daha çatıldı kaşları.

 

"Neyin var senin?" Neyim yoktu ki? Annemin adını öğrenmiştim bugün mesela.

 

Asuman..

 

İçimden de olsa anne diyordum artık. Bir de o vardı.

 

Bu halde güne gitmiş bir de orada soyu sopu belli olmamakla yaftalanmıştım.

 

"Bir şeyim yok."

 

"Çiçek bak eğer o geceyle-"

 

"O geceyle alakası yok Kutay." Ellerini sertçe yüzüne sürüp dizlerinin üzerinde yanıma çöktü.

 

"Şu haline bir bak. Ne olduğunu anlat hadi bana güzelim."

 

"Bir şey yok diyorum Kutay. Uzatma." Gözlerini bir kaç saniye kapatıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. Ben denemiştim bir işe yaramıyordu bu yöntem.

 

"Çiçek. Hadi yavrum.!" Benim yaşıyor olduklarım çölde bir avuç kumdu. Daha yüzleşeceğim çok insan hayal kırıklığına uğrayacağım çok olay vardı. Bu adama bunları yaşatmak reva mıydı?

 

Kutay'a temas etmeden duvara sürtüne sürtüne doğruldum yerimden. O da benden sonra doğrulduğunda bana uzanmak için kalkan elini yana kayarak havada bıraktım.

 

"Derdin ne senin?" Dişlerinin arasından kurduğu cümleyle anlık olarak bakışlarım dudaklarına kaydı. Kendimi kaybetmek istiyordum yine orada. Nefesim kesilene kadar öpülmek tekrar Kutay'ın dudaklarında can bulmak istiyordum.

 

"Bana hem böyle bakıp hem de benden kaçamazsın Çiçek. Ben mi bir şey yaptım? Sana dokunmadım diye mi kırıldın?" Gözlerimden akan yaşları takip etti bakışları. Hiç sesimi çıkarmadan yenilerini ekliyordum her yanaklarımdan kayanın yerine.

 

"Seni nasıl istemem Çiçek. Kokunla sarhoşum ben. Yanına yaklaşınca dokunmamak için deliriyorum. Benden korkarsın diye on kere düşünüp bir kere yanaşıyorum sana. Benim olman için hiç düşünmeden canımı veririm. Ama öyle alelade bir yerde değil yavrum. Üzerinde benim için giydiğin bir gelinlikle telini duvağını sürüye sürüye gel bana isterim." Artık kendimi tutamayıp hıçkırmaya başladığımda ellerimi yüzüme kapattım. Bir kez daha ters bir tepki almamak için dokunmuyordu bana. Sıcaklığını hissediyordum. Ilık nefesi saçlarıma dolanıyordu. Bir süre benim içli içli ağlamamı dinledi. Daha iyi hissetiğimde ellerimle yüzümü kurulayıp gözlerinin içine baktım.

 

"Bitti."1

 

"Evet yavrum. İyi ki bitti. Bir an hiç susmadan ağlayacaksın zannettim." Eli koluma dokunduğunda eş zamanlı olarak bende diğer elimle kolunun temasını kestim. Bakışları yüzümü talan ediyordu.

 

"Bitti Kutay."

 

"Ne demeye çalışıyorsun sen?" Ağlamamak için yanaklarımın içini ısırıyordum. Bir damla daha dökersem bans yaklaşırdı. Kutay bana yaklaşırsa şimdi yenice kurduğum bu dik duruşu devem ettiremezdim.

 

"Bitti diyorum Kutay. Aramızdaki her şey bitti." Bir adım geriye çıkıp ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. Yüzümdeki ifadesizliği daha ne kadar böyle tutabileceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu.

 

"Bitti öyle mi?"

 

"Öyle." Bu defa sesim daha kısık çıkmıştı. Tahminimden daha önce kırılacaktı direncim. Tırnaklarımı elbisenin üzerinden bacaklarıma batırıp kendimi diri tutmaya çalıştım.

 

Olduğu yerde bir kaç tur dönüp deli gibi bakışlarıyla bana döndü.

 

"Ulan ben senin halinden anlamıyor muyum bir bok döndüğünü." Parmağını yüzüme uzatıp salladı hızlı hızlı.

 

"Şu gözlerinin haline bak şimdi arkamı dönsem daha ilk adımımda ağlayacaksın. Ben bunu bilmiyor muyum Çiçek? Şu bacağına batırdığın tırnakların daha ne kadar dik tutacak bu yalancı duruşunu?" Başını hızlı hızlı sallamaya başladığında bakışlarını gözlerime kitledi.

 

"Eyvallah Çiçek. Ben senin gelip kendini açabileceğin, neyse derdin anlatabileceğin bir adam değilmişim ki kapıyı gösterdin." Bir kaç adımla yanıma yaklaşıp işaret parmağını sol göğsümün üzerine bastırdı. Bu defa heyecanlı bir koşu yoktu içeride. Orası da kan ağlıyordu.

 

"Dilinle söylediğini burana da geçir. Ben yerinden sökmem gerekse de geri dönmem bu yolu." Tokat atsaydı bana bu kadar canımı yakamazdı. Söyleyeceklerini parmağını bastıra bastıra söyledikten sonra bir kez bile arkasına bakmadan arabasına yürüdü. Kutay arabaya bindiği an çoktan canı çekilmiş olan bacaklarım beni taşımaktan vazgeçti. Olduğum yerde dizlerimin üzerinde çöküp kaldığımda kendimi daha fazla tutamayıp serbest bıraktım hazırda bekleyen yaşlarımı.2

 

Kutay bir kez daha haklı çıkmıştı.

 

 

Ay Çiçek sen ne ettin?

Yorumlarda buluşamlım ❤

Bölüm : 07.10.2024 19:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...