Savaş Akduman'a 10
Nüket Kozcu'ya9
Bölümü oylayıp öyle okumaya geçin kırmızı güllerim, bol bol da yorum.
Dünyamın sonunu getiren... 2
o gözler oldu.
Hayatın kötü olduğunu söyleyebilirdik ancak her gün iyi veya kötü sürprizlerini usanmadan sunduğunu göz önünde bulundurursak sıkıcı olduğunu asla söyleyemezdik.
Bugünki sürpriz ortadaydı; ya kutlama duygusuyla havaya uçacak ya da matem duygusuyla en dibe çökecektim.
Aramızda nereden geldiğini bilmediğim bir ışık kemeri oluşuverdiğine yemin edebilirdim. Kutunun üstündeki kırmızı ışık küçük pırlantalarla çevrili kırmızı taşlı yüzüğün etrafını loş biçimde aydınlatırken, şu anki halimi özetleyen tek şey donup kalmak olabilirdi; donup kalmıştım.
Bana gerçekten evlenme mi teklif ediyordu?
Hayalini kurmaktan korktuğum için düşüncesini bile aklıma getirmemeye çalıştığım şey, mucize gibi gerçekleşmiş olarak karşımda mıydı sahi? Evlenmem demişiti. Olmaz demişti, dünya dursa olmaz. Olmuş muydu? Kalmış mıydım şimdi gözlerimi kapatıp hayalimde görmeye bile korktuğum bu sözlerin altında, hiçbir uyarı olmaksızın.
Elinin üstündeki elim bir santim kıpırdamadı, yüzük kutusu avucumu uyuşturmuş beni olduğum yere, ana çivilemişti. Uyuşma parmak uçlarımdan kollarıma süzülüyordu. Aklım gördüğünü reddedercesine karmakarışık olmuştu.
Aman Allahım gerçekti, hem de ne gerçek.
Bir an içimde heyecanın beraberinde getirdiği bir ateş yandı, gözlerimi görüntüsüne kaldırdım. Karşımdaydı, parlayan koyu gözlerle bana bakıp evlenme teklif ediyordu. Göğsüme hoş bir his doluştu, kıpır kıpır oldu içim. Kutlama.
Dünya üzerinde evlenmek isteyeceğim tek adam Savaş Akduman'dı. Çünkü sevdiğim adam.
Beni şu ana çekmek için hafifçe öksüren Savaş, "Nüket," diye seslendi. "Bir şey söylemeyecek misin?"
Söylemez olur muyum? Söyleyecektim tabii; kelimeler ağzımın içinde kupkuru ekmek gibi çatırdamasaydılar, damağıma batmasaydılar.
Onca romantik filmin, kitapların erkek-kadın karakterlerinin bu kısma geliş anını düşündüm. Kimse orada susmuyordu, susmazdı. Cıvıl cıvıl bir canlılıkla kadın bülbül gibi evet diye şakırdı. Ben susuyordum, içim tıkabasa korkuyla doluyordu. Bir şey söylemek? İstemiyorsam da mı? Bir şey söylemekten çok çıkmak istiyorum bu similasyondan.
Yüzüğe saplanıp kalmış gözlerimi ona kaldırdım. "Ben..." Bu an, yüzük, teklif... O kadar gerçek dışı geliyordu ki ne diyeceğimi bilemiyordum. Göz kapaklarım ağır ağır kapanıp açılıyordu. "Ben... Ben anlamıyorum," diyebildim, şaşkınlık mum alevi gibi titreşiyordu sesimde. Nefesimi düzeltmeye çalıştım. "Neden bana evlenme teklifi ediyorsun, Savaş?" 1
Geleceğimiz sallantıdayken, neden bir gelecek?
Asıl kafası karışan oymuş gibi bakarak, "Neden evlenme teklif ettiğimi anlamıyor musun gerçekten?" diye sordu, hızlı ve mantıklı çıkan sesiyle sanki bunun cevabını zaten bilmem gerekiyormuş gibi. "Nüket?"
Sanki burada mantık dışı davranan ben, normal olan oydu. Harp yerine dönen zihnim, harap olmuş sinirlerim geceden sağ çıkamayacağımın sinyallerini ufaktan vermeye başlamıştı.
Yavaş yavaş kendime gelirken, "Evet," dedim ciddiyetle, ağzımın içini kurutan evet kelimesi teklifine karşı söylenmiş bir evet değildi. Belki bu yüzden az önce uyuşturan yüzük kutusu şimdi avucumun içini yakıyordu, elimi onun eliyle kadife kutunun arasından devrilmemesi gereken şeylerin olduğu bir oyundaymışım gibi yavaşça çıkarıp kucağıma saklarcasına bıraktım. "Teklifi anlıyorum, anlamadığım sensin."
Savaş'ın sert bir nefes aldığını işittim, siyah kirpiklerle çevrelenen mevsim kahverengisi gözler elinde kalan kutuya indi ve sonra yoğun bir dikkatle izleyen bakışları tekrar yüzüme çıktı. "Seninle hayatlarımızı birleştirmek istediğim için," dedi, sesindeki kesinlik duygusu, gözlerinden de taştı. Ve neden sonra eli kutuyla birlikte benden uzaklaşarak kaydı, kayıp gidenin sadece bir kutu olmadığını aynı zamanda onun verdiği sadakati, sunduğu gelecek olduğunu da biliyordum. "Nüket... bundan sonra şüpheye yer bırakmayacak şekilde yanında, yanımda olman için yaptım bu teklifi." 2
Şüpheye yer bırakmamak mı? Asıl şimdi daha çok şüpheleniyorum farkında mıydı?
Savaş yüzük kutusunu bütün bütün kendisine çekmedi, bana da yakın tutmadı; masanın orta yerinde bıraktı, teklifin geçerliliğinin hâlâ devam ettiğini bileyim diye. Bir cevap alana kadar öyle olacağını biliyordum.
İkimize eşit rotada duran yüzüğe baktım. "Yine de hala anlamsız ve şüpheli geliyor yani..."
"Yani ne?" diye sordu, benim kelimeleri bir araya getirmede güçlük çektiğimi görüp. "Allah aşkına, Nüket! Yine aynı meseleye mi dönüyoruz? Bugünün konusu, her şey sadece bedeninle alakalı saçmalığına mı döneceğiz?" Bıkkın bir nefes aldı, ben hemen yanıt vermeyince. "Aynı yere takılı kalmaktan hiç usanmıyorsun gerçekten."
Bu konu iyiden iyiye canını sıkmıştı, belli. Benim de canımı sıkıyordu; bu düşünceyi sistemimden atamamak, bu düşünceyle yaşamak ve bu düşünceyle bakmak ona, benim için de kolay değildi. Beni görüyor muydu? Ya içimi? Söylediklerim kadar söyleyemediklerimi...
"Bilmiyorum," diye meydan okudum. "Sen söyle."
Gözlerini dikip gözlerime, arkasına yaslandı. "İyi, madem ısrarcısın ben söyleyeyim. Evlenme teklifi seksepalite bir eylemdir; seksi ve tahrik edicidir." Sesi yoğundu, ayrıca sıcak gözleri sözlerine bir davetiye çıkarmıştı. Bastırmamıza rağmen bedenlerimizden firar eden binbir çeşit duygu enerjisinin restoranın içinden çevresine, denizden sahile, karadan gökyüzüne karıştığını oralara bir yerlere hiç durmadan dağıldığını hissettim. "Burdan sonrası senin yatak odan olur, benimle yatarsın değil mi?"
Sözleri en derinlerde saklı olan sinirlerimi uyarmıştı. "Sen..." dedim dişlerimi sıkarak. "Benimle alay mı ediyorsun Savaş?"
"Burada birinin alaycılığı konuşulacaksa, senden daha alaycısı olamaz çünkü asıl sen benimle alay ediyorsun," dedi, artık o da kızgındı. Sertçe yutkunku, adem elması hızla belirginleşip kayboldu. "Benden bunları duymak istiyor gibisin, sırf haklı çıkmak için."
"Benim duymak istediğim bu değil, biliyorsun."
İkimiz de birbirimize ötekinin pes etmesini isteyen bakışla bakarken, bu sırada garson geldi. Nazik bir sesle, "Biraz daha şarap ister misiniz?" diye sorunca, ben kafama dikecek kadar alkol alma ihtiyacıyla evet diyecekken, Savaş bana baka baka, "Gerek yok, bu kadarı yeterli," dedi. Ne pislik ama. Kendimi rahatlatmama da izin vermiyor. Çünkü sıkıştırıyor. Başını garsona kaldırıp ekledi. "Bundan sonra bize tek gerekli olan biraz mahremiyet."
Garson bir an ne diyeceğini bilemez göründü ama bu çok kısa sürdü, hemen kendini toparladı ve ona imrendim. "Tabii, Savaş Bey. Rahatsız edilmeyeceksiniz." Ben de dağıldığım yerden bu kadar hızlı toparlanmak isterdim, ruhum hala oralarda bir yerlerde dağılmış haldeydi. "İyi akşamlar."
Savaş'a bakmak ağır geldiğinden, ritmik adımlarla uzaklaşan garsonun gidişini izledim. Sanki beni bir cehennemin içinde bırakıp uzaklaşıyordu buradan. Evet. Cehennem olmalı. Yoksa böyle kavrulduğumu hissetmemi neye bağlardım başka. Sonra bulunduğumuz katı belki başta yaptığımdan daha dikkatli biçimde incelemeye başladım.
Birden aklıma ansızın gelen düşünceyle masanın üzerinden ona eğildim. "Savaş, sarhoş musun?" diye sordum kısık bir sesle, bana sarhoş olduğu sırrını çekinmeden vermesini umduğumdan sesime gizem ekleyerek. "Eğer öyleyse bu her şeyi açıklar." 1
"Doğru her şeyi açıklardı, tabii olsaydım." Savaş güldü ve aramızdaki gerginlik bir anlığına dağıldı. "Sarhoş olsaydım bu sadece teklifi açıklardı, yüzüğü değil. Hayır sarhoş değilim, biraz bile. Beni hiç sarhoş gördün mü sen?" Başımı hayır anlamında salladım ama nasıl da isterdim bunu. "Yani sarhoşken nasıl biriyim, nasıl göründüğümü bilmezsin bile. Sana daha önce söylemiş miydim? Sanmıyorum, söylememişimdir. Beni tanıman için yeni bir bilgi daha sana, ben şarapla sarhoş olmam bundan çok daha sert olması lazım. Yani şansına küs; hala kendimdeyim ve hala ne istediğimi biliyorum."
Bir insanın başına gelebilecek en tuhaf durumun içindeydim. Sevdiğim adamdan evlenme teklifi alıyordum, o adam evlenme fikrinden nefret ederken bir anda bunu istediğine karar vermiş şekilde karşımda durarak üstelik.
"Sen... evlenmezsin ki," dedim karmakarışık bir sesle, ruhum titriyordu. Annesiyle üzerimden yaptıkları evlilik konuşması hala aklımdaydı; kelime kelime, cümleleriyle birlikte. O sesler, 'Benimle evlenir misin' diyen sesinin arasına karışıyor zihnimin içinde, zihnim karman çoman. "Yani bırak evlenmek istemeyi, hiç düşünmüyordun."
Başımı salladım. "Kesinlikle öyle."
"Pekala," diyerek derin bir nefes aldı Savaş. "Bu teklifi kafama silah dayandığından yapmıyorum ya, yapıyorsam evlilikle ilgili fikrim değiştiğinden. Seninle gerçekten evlenmeyi istediğimden." 1
Ne kadar kolay, ne kadar basit söylüyordu.
"Bu tam olarak ne zaman oldu peki?" Sesimdeki şüphenin kokusunu kendim bile alıyordum ve onun ifadesinden kokuyu alanın tek ben olmadığı da anlaşılıyordu. "Ne zaman evlenme fikrine ısındığına yeniden karar verdin söylesene."
"Teklifimin kafanı karıştırdığını biliyorum. Ne de olsa kafanda kanlı bıçaklı olduğun Savaş Akduman asla böyle bir teklif yapmazdı," dedi tok bir sesle. "Senin için geldiğimde her şeyle gelmeye karar vermiştim, bu fikir aniden ortaya çıkmadı zaten benimleydi." 1
Gözlerim yandaki bir boşluğa dalarken dudağımın kenarını hafifçe çektim azı dişlerimin arasına, gözlerimi kapatarak düşündüm.
"Evlilik... Ben evliliğin temsil ettiği şeyleri de isterim. Sıcak, huzurlu ve sevgi dolu bir yuva; aile." Düşüncelerimin ışığında hafifçe çatıldı kaşlarım. "Aile diyorum Savaş. Ben anne olmayı istiyorum ve çocuk deyince ödü kopmayan bir adamın onun babası olmasını istiyorum."
Savaş iç çekti. "Eğer istiyorsan." Ona tek kaşımı kaldırarak baktım, hafifçe öksürdü bu kez beni konuşmaya döndürmek için değildi kendisini gerçeğe döndürmek içindi. Biraz gerilmişti. "Tabii doğal olarak sen annesi olunca bende babası olacağım."2
"Öyle mi? Bu çok mu doğal olurdu?" Boş kadehimi parmaklarımın arasında döndürdüm. "Çocuk istemiyorum kuralına ne oldu?"
"Annesi sen olacaksan benim açımdan problem olmadığına karar verdim."
Başımda korkunç bir ağrı vardı, ne zaman geldi ne zaman ağırlaşmaya başladığını bilmediğim henüz fark ettiğim bir ağrı. Bir yanım korkularla diğer yanım aşkla doluydu.
"Ne düşünüyorum biliyor musun?" diye başladım, çelikten bir yumruk kalbime kalbime iniyordu. "Bana bilhassa yaptığını düşünüyorum bu teklifi, sırf sus payı olsun diye." Savaş bana anlamayarak baktı. "Bana seni seviyorum dememek için bu yola girdin, senden artık bu sözleri beklemeyeceğimi düşündün. Böylece seni seviyorum demekten kesin olarak kurtulacaktın." 3
"Yanlış düşünüyorsun, bu sadece ikimizin arasındaki bağı kuvvetlendirmek ve birbirimize tam anlamıyla güvenmek için atılmış bir adım."2
"İşitmeyi istediğim sözleri söyleseydin daha hızlı olurdu bu söylediklerin." 1
"Savunmalar, bariyerler, duvarlar... yıllarımı bunları inşa ederek geçirdim ben Nüket." Onu anlamamı isteyen hatta açıkça bekleyen ifade savunmasız kılıyordu beni. "Elimden geleni yapmaya çalıştığımı biliyorsun, başladığım seanslar sadece senin içindi. Sana ulaşabilmek için. Kelimleri söylerdim ama sen... Bu kelimeleri sana hiç diyemeyebilirim, istediğin şekilde," dedi, sesi nisbeten sakindi ama hala gergin çıkıyor. "O zaman ne yapmayı düşünüyorsun?"
"Ne yapacağımı en başından söylemiştim."
"Gayretimin senin gözünde bir değeri olmayacak mı? Bizi sadece iki kelime için mi bitireceksin?"
"Hatırlarsan sen bizi tam da bu iki kelime yüzünden bitirmiştin, Biz diye bir şey yok diye haykırırken yüzüme." O gece dördüncü evresine ulaşan ölümcül kanser hücresi gibi masalsı başlayan gecemize hızla yayılıyordu. Çünkü kanser ölüm. "Ee söylesene Savaş, nasıl hissettiriyormuş iki kelimenin her şeye yön vermesi."
Birdenbire bu kadar kinlenmeyi ben de beklemiyordum ancak ne zaman o geceye dönsem bambaşka birine dönüşüyordum. Her ormana saklanmış bataklık çamurdandır, zihne kıvrılıp saklanan bataklıklarsa anılardandır; ne zaman görmezden gelmeye, kenardan geçip gitmeye çalışsam yakalanıyorum, bataklık hiç durmadan büyüyor nefes alamayana dek batırıyor çamurlu boğazına beni. Çünkü o gece bataklık.
"İnsanın aklı almadığından beyni duruyor, bunu nereye koyacağını bilemiyor. Böyle şey mi olur diyorsun? Hiç bilmediğin şeyin cahili olmak bambaşka yaralıyor insanı, o aydınlanma anı acıyla geliyor. Kendini sorguluyorsun, yaşananları, beslenen umutları... Sanki olan biten zihnin bir oyunu gibi ama değil. Sonra sonra anlıyorsun, yavaş yavaş kavrıyorsun, acıya acıya kabulleniyorsun. Evet diyorsun, bunlar yaşandı." Sesim titriyordu. Göğsümden boğazıma aldığım her bir nefes o göğüs çizgimde parçalanıp çatırdıyordu. Çünkü kalbim kırık. "Bunlar gerçekten yaşandı ve sen kovuldun."
Ondan az önce olduğu gibi kendinden emin şekilde konuşmasını bekledim bir süre, yavaş akan derelerin denizlere karışması gibi sözlerimin yavaşça Savaş'ın mevsim kahverengisi gözlerine karıştığını gördüm. Suçluluk ve pişmanlık iç içe sarmal bir senfoni oluşturmuştu koyu bakışlarında. Ve o geceye dönüp her şeyi düzeltemeyeciğini anladığı anların var ettiği korkunç gerçekliğiyle mücedele ediyordu.
"Ben söylediğim için hayatından öylece atıldıysam, senin de söyleyememen yüzünden hayatımdan atılman gayet adil olmaz mı?"
"Evet," diye kabullendi, sesi kabulleniş tonunda sakin ama karanlıktı. "En adili böyle olur, bu şekilde cezalandırılmamla."
Sanki bir şeyleri sindirir gibi sessizlik oldu ya da benim sindirmem içindi bir şeyleri bu sessizlik.
Başımı denize çevirdim, şehir ışıkları denize alçalıp yüzeyini parlatıyordu. Savaş, "Nüket," diye konuştuğunda ona baktım, kendini toparlayıp yeniden konuya dönmesi zaman almış ama zor olmamıştı. "Seni üzüp kırdığımı biliyorum, bunun için pişman olduğumu söyledim. Yine de her şeye rağmen bize bir şans vermelisin, bizim aramızdaki şey öylece kenara atılacak türden bir şey değil. Evet, kabullenmen belki zaman alacak ama kendine ve bana karşı biraz daha sabırlı olursan, bunu başardığımızı göreceksin." Kısacık durakladı, odağını benden koparmadan. "Biz birlikte iyiyiz."
"Anlamıyorsun," dedim umutsuzca. "Ben kitaplardaki filmlerdeki gibi bir aşk istedim her zaman, masalsı."
"Kitaplar ve filmler..." Savaş gözlerini devirmemek için o yoldan son anda döndü, sıkılmış gibi göğüs geçirdi. "Onların da insan elinden çıkma olduğunu unutma. O yazarların ve senaristlerin sayfalara döktükleri, beyaz perdeye taşıdıkları şeyi yaşadıklarını mı düşünüyorsun? Kaçının anlattığı şeyi gerçekten yaşadığına şahit oldun?"
Sesi gittikçe buz gibi katılaşıyor, gözleri ceviz kabuğu gibi sertleşiyordu.
"Onlardan daha büyük yalancı tanımıyorum ben. Senin gibileri müşteri yapmak için aşkı kullanan insanlar onlar, aksi durumda kitaplarını satın almaz, filmlerini satın alıp izlemezdin." Satın almak üzerine yaptığı vurgu beynime kazınıyordu. Öyle bir inançla söyleyişi vardı ki karşısında kendinizi kullanılmak için var olmuş potansiyel aptallar gibi hissetmenize neden oluyordu. "Tamam, onları bir kenara bırakalım. Etrefına dön de bir bak, kaç insan kitaplarda okuduğun gibi bir aşk yaşıyor ki?"
Belki genel çerçevede kısmen gerçek sayılacak keskin düşünceleri karşısında afalladım. Daha önce kimseden duymadığım şeyleri dillendiriyordu. Ya da dillendiremediklerini. Ama o Savaş Akduman'dı, ne bekliyordum ki nasıl da ateşli bir mücadeleye girmişti. "Yine de varlar," diyebildim güçsüzce.
"Nadir, matematiksel hesapta yok diye bilinen nadirlerden. Bu da onları gerçek yapmıyor," dedi kesin bir sesle. "Ama bize bak Nüket, biz hayatın içindeniz; yaşamız, kanız, kemiğiz, insanız. Can yakacak kadar da gerçeğiz."
"Bu tavrın iğrenç," dedim ayağa hışımla kalkarken. "Böyle amansız olmana inanamıyorum."
"Benimle münazara yapıyorsun, kendinin başlattığı "tek kişilik hem de."
"İlgisi yok, otur da konuşalım."
"Oturmayacağım, oturmamın anlamı yok."
Oturmayacağımı anladığında o ayağa kalktı. "Tabii, durma, kaç git. Sil at."
"Kaçıp gitmiyorum ben, seni seviyorum sözlerine takıntılı olduğumu düşünüyorsun ama durum bundan ibaret değil. Seni seviyorum diye kovdun sen beni Savaş!"4
"Ve yanlış yaptığımı söyledim, sadecece söylemiyorum göstermeye de çalışıyorum. Pişmanlığımı daha nasıl ifade etmemi bekliyorsun?" Sözler her saniye diken üstü bir konuya dönüşüyordu, durmadan. "Yok yere bana ihtiyatlı davranıyorsun, duygularını serbest bırak, onları bastırma. Ortaya güzel bir şeyi çıkarabiliriz. Bizi."
Bizi?
O gece ne kadar nefretle söylediyse, bu gece o kadar umutlu konuşuyordu. Fakat aynı frekensta değildik; onun korkularının yerini benimkisi almıştı şimdi. Yer değiştirmiş gibiydik. Onun kadar acımasız olabilir miydim?
"Beni sevilp sevmediğini bilmezsem hep bir korkuyla yaşayacağım ben, bir sonraki zorlandığın konuda yine beni kovabilirsin ihtimaliyle yaşayamam." Beni anlaması için devam ettim. "Baba olacağını söylüyorsun ama buna hazır değilsin. Sana şimdi hamileyim desem bundan hoşlanmazsın ve ilk tepkin ne olur Allah bilir. Belki yine kovulurum ha? Bu her zaman tehlikeli bir konu olacak. Evlenelim diyorsun kabul etsem yarın bile gidip o nikahı kıydırmak kadar hevesli olmazsın."1
Yüzüne bakınca haklı olduğumu anlayabiliyordum. Çocuk çok sonra düşünülür diye geçirmişti aklından mutlaka, evliliğe gelince üniversitemi hesap etmiş olmalıydı. Eh, Savaş Akduman'ın hesapsız kitapsız gelmesi elbette düşünülemez. Yine de bu teklifi asıl kafa karıştırıcı yapan şey bu kadar hızlı gelmiş olmasıydı.
"Bunlar daha sonra konuşulacak şeyler, daha ilerisi için evhamlanıyorsun sadece. Evlenmek istememekle, evlilikten korkmak başka şeyler. Ben evlenmekten korkmuyorum. Senin de dediğin gibi evliliğin temsil ettiği şeylerin sorumluluğunu yüklenmenin bana göre olmadığına karar vermiştim."
Hâlâ hiçbir şey yerine oturmuyor ne taş olması gereken karede, ne yapboz parçası olması gereken şeklin içinde.
"Çok ani, çok kompleks hareket ediyorsun. Neden birdenbire bu kadar hızlı hareket ettiğini bilmiyorum, oysa bu senin tarzın değildir." Hepsi odamda duran fanus yüzünden miydi? Zamanın kalmadığını mı düşünüyordu gerçekten, çünkü dondurma dükkanında zamanının olmadığından söz etmişti. Ama zaman vardı, hala. "Hesaplamanda bir şeyi unuttun Savaş; güvenimi sarstın ve önüme bir yüzük koydun diye eski haline gelip inşa edilecek değil bu güven."
"En azından bir şeyler yapmaya, seni kazanmaya çalışıyorum. Evlilik teklifi ani olabilir ancak benim için ciddi ve dönülmez bir adım ama belki ikimizin yüklediği anlamlar farklıdır. Korkuların olmasını anlıyorum..." Durakladı, başını eğip sağ şakağını sertçe ovaladı. Saydım tam üç ovuş, üç nefes sonra başını kaldırıp devam edecek oldu. "Nüket.." Yine duraklama, boğazını temizledi. Yutkundu. Rahatsızlanmış gibi eli kravatına gidecek oldu, yarı yolda vazgeçti. Derin nefes aldı. Daha keskin, daha tok bir sesle konuşmasını sürdürdü. "Geri döndüğümden beri aslında seni anlamaya, seni yeniden rahat ettirmeye, güvenini kazanmaya çalışıyorum, inatla görmüyorsun."
Sesimdeki acımasızlık ikimizi de şoka uğrattığından birbirimize bakakaldık.
Savaş hayal kırıklığıyla dolan bakışlarını masadaki üstü açık kutunun içinde parlamakta olan yüzüğe çevirdi. "Yani senin için hiçbir şey ifade etmiyor, bu geceyi öylece direkt çöpe atacaksın öyle mi Nüket?" Koyu kahve dünyalar yeniden bana döndü. "Bir kez daha düşünmeden?"
Şu gözlerinden yüzüne, dudaklarından bedenine dek yayılan o ifadede neydi öyle, kalbimi sıkıştırıyordu. Sanki benden uzaklaştığını hissettim o an. Yine de kalbim beni öldürmek istercesine göğsümde harp başlatır gibi çarpmasına rağmen, "Düşünmemi gerektirecek hiçbir şey yok ortada," dedim katı bir sesle.
"Başında beri senin için döndüğümü anlamamak için özel bir gayretin var, sana nasıl gelirsem geleyim neyle gelirsem geleyim olmamışlık görüyorum gözlerinde. Haftalardır bu akşamı düşünüyorum, bu teklif için hazırlanıyorum." Ağır ağır yutkunuşu içime koca kaya parçasının oturmasına neden oluyor, bana öyle baktıkça. "Seçtiğim yüzük kırmızı ve yakuttan, yakut taş oluşunda bile bir anlam var." Yeniden masanın ortasına yöneldi bakışlarım; yakut taşla süslenmiş kırmızı yüzük. "Ben her ayrıntıyı senin için anlamılı kılmak isterken, bu kadar düşünürken senin için özel olmasını... sen düşünmek için tek bir saniyeni vermiyorsun öyle mi?"
Kendimi konudan geri kalmış gibi hissetmeme neden olurken, her şey dağılıyormuş gibi bir his yapışıyor göğsüme.
Savaş gözlerimin en derin noktasına bakışlarını batırdı, haliyle hırçın dalgaları andıran kelimeler üst üste çarparcasına geldi. "Sen her şeyi çöpe atacak kadar gözü kara olabilirsin evet ama ben de her şeyi arkamda bırakacak kadar gözü pek olabilirim Nüket, bunu unutma."
Etrafımızdaki havada elektriklenme oluştu. "Beni seninle korkutamazsın artık, çünkü bunu zaten yaşadım. Yaşattın. Seni sevmek..."
"Zırva!" diye kesti sözümü sertçe, neye uğradığımı şaşırdım. Ama Savaş geri adım atmadı. "Ne var biliyor musun? Senin beni sevdiğine inanmıyorum, Nüket." Cümle kafamın içinde ordan oraya çarptı, neye uğradığımı şaşırdım. "Bana hissettiğin şeyin adı nedir bilmiyorum ama o kadar zayıf ve güçsüz ki sana hissettiğim keskin ve güçlü şeyin yanında senin aşk, sevgi diye bahsettiğin şeyler hiçbir şey. Hiçbir şey."4
Kelimeler ellerinde bıçakla geldiler; göğsümün etini yarıp geçerek göğüs kafesimi kırıp parçalayarak kalbimi lime lime ederek.
Her şeyi bildiğini sanan bu tavrına o kadar öfkelendim ki önümde duran kağıt peçeteyi göğsüne doğru fırlattım, peçete sanki hedefimde Savaş var diye burun kıvırmış gibi yaklaşmadan yere düştü. "Benim sevgimi ölçmek sana kalmadı, özellikle ne olduğunu bilmeyen biriyse."
Etkilenmedi, buz gibi katı sesiyle devam etti. "Bu kadar yıkıcı bir şey sevgi olamaz, ardına gizlendiğin şey başka senin."
Denizin gelgitleri başlamıştı, kendimi yan tarafımdan gelen dalgaların sesine verebilirsem bu korkunç andan sıyrılabilir miydim? Buz gibi sakin sözleri canımı yakmıştı. Onunki de yansın istedim, yapabilirsem eğer.
"Ardına gizlendiğim bir şey yok benim ama belki haklısındır, belki benimkisi sadece bir kalp kusurudur," dedim. "Çünkü seni sevmek yaptığım en büyük yanlıştı."
Gözlerim doldu daha fazla sakin duramaz, ağlamaktan konuşamayacağımdan karşısında da duramazdım artık.
Acımasız gözlerini bir an benden ayırmadan bakıyordu. Diğer sandalyeye bıraktığım çantamı alıp hızla yanından geçtim, beni durdurmaya çalışmadı. Fakat ben durdum, ona dönüp adımlar attığımda onun yerinde kıpırdamadan öylece kaskatı durmaya devam ettiğini gördüm. Bir an arkasında durdum, diğer an tekrar karşında durduğumda şaşırdı.
"Soruna, olması gerektiği gibi tam yanıt vermediğimi anımsadım," dedim, onun canını yakma duygusuyla. Elimi yüzük kutusuna uzattım, Savaş'ın duruşu bir değişiklik gösterip hafif, çok hafif gevşer gibi oldu. Kutunun kapağını gözlerinin içine kapatarak sertçe kapattım ve gözlerimi ondan ayırmadan devam ettim. "Asla senin karın olmayacağım Savaş Akduman." 5
Asla.
Belki onun karşısında ilk kez Nüket Kozcu gibi değildim, kendimi Savaş Akduman'ın bir yansıması gibi hissediyordum. Çünkü o gece... O gece bataklık. Gözlerimin içine bakarak sevgimi reddedişi, gözlerinin içine bakarak evlilik teklifini reddedişim. Onun kadar acımasız olabilir miyim diye merak etmiştim ya, olabilirmişim.
Onu reddederken hissettiğim cesaret keskin bir acıya dönüşüyor,
Bu gece bir düşün sonu gibi buharlaşarak böyle sona erdi. İkinci kez yanından geçtim, ikinci kez karşı çıkmadı. Beni reddederken böyle mi hissetmiştin Savaş? Ne yapacağını nereye adım atacağının farkında olmadığın, atsan bile her adımın boşlukta bir çınlama gibi miydi? Tabii olduğunu idda ettiğin o bağ o zaman da seninleyse.
Merdivenlerden indim, birden biriyle çarpışır gibi oldum. Neyseki zamanında durmuştuk her ikimiz de, masamıza servis yapan garsondu bu. "İyi misiniz hanımefendi?" diye sordu, hayır desem koluma girecekmiş gibi bakıyordu.
"Evet, evet ben sadece..." Etrafıma bakındım, ne aradığımı bilmeden.
"Sizin için Savaş Beyi çağırmamı ister misiniz?" Nasıl berbat görünüyorsam artık. "Pek iyi görünmüyorsunuz."
Yığılacakmış gibi hissediyordum esasında, bir de yanaklarımı ıslatan durmaksızın akıp duran yaşlar vardı. Yüzümü sildim burnumu çekip. Yararı olmadı, tekrar tekrar denerken karşılık verdim. "Gerek yok, biraz toparlanmam gerekiyor sadece. Lavabo ne taraftaydı?"
"Aşağı katta, merdivenleri inin, son basamaktan sola dönünce görürsünüz. Size eşlik etmemi ister misiniz?"
"Kendim hallederim, sağ olun."
Tarif ettiği gibi aşağı inip lavaboya girdim. Bir süre kapattığım kapnın ardında durdum, aynı anda pek çok rahatsızlığı hissediyordum. Karnım, başım ağrıyor, midem bulanıyordu. Dizlerim onları ayakta tuttuğumdan isyan edercesine çökmem için titriyordu. Sonunda derin bir nefes alıp zeminde ilerledim.
Oval lavabonun kenarlarına tutunup aynadaki aksime baktım; omuzlarım güvensizlikle çökmüş, bedenim incinmişlikle kaskatı kesilmişti.
Gözlerimi kapatıp nefesimi tuttum, konuşmasının babasıyla ilgili kısımlarını anımsadım. Gözlerimi sertçe açtım. "Bu yüzden babana benden bahsettin, öylesine atılmış bir adım değildi bu. Kasıt vardı," diye mırıldandım. Savaş sanki karşımdaydı ve ben ona konuşuyordum sessizce. "Amaçlıydı, göz önüne çıkarmak istiyorsun beni."
Küstah! Her zamanki gibi. Kabul edeceğimden emin olmalıydı mutlaka. Yine de bu kadar ileri gidecek motivasyonu nereden almıştı anlayamıyordum.
Bir de Başak vardı tabii. Sorun değilmiş gibi görünüp birincil sorunumuz, her ne kadar Savaş ona genel gelir geçer sorun gözüyle baksa da. Şu an bütün Türkiye onların ilişkisini konuşuyordu. Herkes onların yeniden bir araya geldiğini düşünüyor, daha berbat olan çoktan birbirine yakıştırmış olmalarıydı. Herkes onlardan övgüyle bahsediyordu. Hala ana sayfamda dolaşıyordu romantik editleri.
Savaş'sa haberi yalanlama zahmetine bile girmemişti. Beni göz önüne çıkarmak istiyor ama çıkardığı anda, medya vahşi dişlerini bana geçirecekti; insanlar beni onların arasına giren kara kedi ilan edecek, Başak gibi zengin kökenli bir aileden gelmediğim için de para avcısı ilan edilecektim. Halk zenginin zenginle bir araya gelmesinde hiçbir kusur görmüyordu ama zengin bir adama orta halli de olsa bir kadın denk gelirse, büyük bir haksızlıkla elde edildiğine inanıp hemen asıp kesiyorlardı.
Sıkıntılı bir nefes verip elimi yıkadım. Allah'ım neden o evlenme teklifini yapması gerektiğine inandı ki, nereden aldı bu motivasyonu? Anne babası? Hayır, onları asla dinlemez ki? Aren? Adının aklımda hızla sıralanan seçeneklerde geçmesi bile saçmalıktı. Burak? Belki ama... neden Savaş'a böyle bir şey yapmasını söyleyecekti ki?
Burak bir süredir onun psikiyatristiydi, yani şu sıralar içini döktüğü kişi oydu muhakkak.
Burak onu böyle bir şey yapması için ikna değilse de yüreklendirmiş olabilir miydi? Ama diğer yandan bir noktada bu da mantıklı değildi, bildiğim kadarıyla Burak zaten bizim ilişkimize karşı çıkmıştı. Onları konuşurken duymuştum, Savaş'a aşık olduğumu benden önce ona söyleyen kendisiydi bizzat.
Arkadaşını o zaman gerçek bir ilişki için yüreklendirmek yerine, Savaş'a beni bırakmasını tembih etmişti. Hislerimi yaklaşılmaması gereken, ölümcül tehlikeli bir maddeymiş gibi endişeyle soluyuşu şimdi bile kulaklarımda çınlıyordu. Seanslar... Savaş'ın içini ne ben, ne ailesi... hem en iyi arkadaşı olarak, hem de bir uzman olarak Burak biliyordu sadece.
Savaş ona ne anlatıyordu, ya Burak... ne söylüyordu ona?
Diğer yandan Savaş kafasına bir şey koyduğunda başkasının onu bundan vazgeçiremeyeceğini de biliyorum. Belki böyle olmasına kendisi karar vermişti? Hayır, hayır. Bu da aklıma yatmıyor, aramızda böyle bir süreç devam ederken yapmazdı. Mutlaka başka bir şeyden almıştı bu motivasyonu.
Acaba bir ihtimal... Başak'a yaptığı şeyi bana yapıyor olabilir miydi? Onu geleceği için seçmişti; itibar, strateji, dış görünüm.
Başım ortadan ikiye yarılacak gibi ağrıyordu düşünmekten. Otelime dönmeliyim, bu mekandan çıkmalıyım. Kapıyı açtım, Savaş kapı duvarına yaslanmış bekliyordu. Garson söylemişti mutlaka burada olduğumu; ya Savaş nerede olduğumu merak edip sorduğundan ya garson bayılacağımdan endişelendiği için ona haber verdiğinden.
Onunla daha fazla tartışmaya gücüm yoktu, bir şey söylemeden söylemesine fırsat da vermeden merdivenlere yöneldim.
Dışarısı deniz havasından kaynaklı hafif rüzgarlıydı. Ne çok isterdim kafamın içine dek girip kafama üşüşen düşüncelerimi dağıtmasını şu rüzgarlı havanın. Restoranın önünden ayrılıp sol kenardan bir yol tutturdum kendime. Sadece yürüyordum, yol ayrımına dek sürdürdüm bunu. Köşe başına gelince durdum. Taksiye bakındım.
Savaş yanıma adımlar atarken ben yola bakıyordum taksi var mı diye. Olmalıydı, geçmeliydi bir tane de olsa. Antalya'nın işlek caddelerinden birinde durduğum için. Ve ondan uzaklaşamaya ihtiyacım olduğu için.
Savaş uzun adımlarının hakkını verip kısa sürede bana yetişti. Neredeyse dibimde bitecekken, "Yaklaşma, orada kal," diyerek daha fazla yaklaşamasını önlemeye çalıştım ama o yürümeye devam etti. Aramızda elle tutulacak gerginlik caddeyi kaplıyordu, hissedebiliyordum. "Olduğun yerde kal dedim sana."
Savaş yanımda durdu, hemen konuşmadı. "Seni oteline bırakayım," dedi nihayet konuştuğunda bana asırlar gelen saniylerden sonra. Beni gördüğünde gözlerinde beliren ışık sönmüştü, aramızdaki büyülü çekim de yoktu.
Ona dondurucu bir bakış attım. "Senin arabanla dönmeyeceğim, seninle konuşmak istemiyorum."
Bana daha önce görmediğim bir bakışla, daha önce hissetmediğim bir mesafeyle bakıyordu. Ne bakışını, ne mesafesini bir yere koyamıyorum. Değişmişti her şey. Belki içinde benimle ilgili her şey yer değiştirmişti. Ona bakınca gördüğüm buydu.
"Seninle konuşmaya çalışmayacağım. Geç oldu, otele güvenli bir şekilde döndüğünden emin olmak istiyorum sadece." Yine kabul etmezdim ama yeni bir itiraz için açılan dudaklarımı fark edince Savaş, "Nüket lütfen, benim için de gece seninkine olduğu gibi güzel geçiyor değil," dedi. "Farkındaysan aynı geceyi yaşadık, aynı gecenin içinden çıkıyoruz." Nefessizmişçesine geceden çalar gibi nefes çekti. "Ben de senin kadar bitik, berbat hissediyorum. Daha fazla birbirimizi yormayalım, olur mu?"
Aynı geceyi yaşadık, aynı gecenin içinden çıkıyoruz.
Oralarda bir yerlerde beni bu gecenin içinde yalnız bırakma diyen çağrıyı aldım.
Kararlılığım parçalanarak kabullenişe geçti, başımı tamam anlamında sallama gücünü sadece bir an onun açısından bakabildiğimden aldım ve kendi açımdan da bakabildiğimden. Evinden kovulduğum gecenin içinde yapayalnız bırakılmıştım ben. Nasıl olduğunu biliyordum böylesi acının, yüz çeviremedim ondan. Acımasız olamadım.
Hayır dedin. Zehir gibi bir dille.
Valenin kapının önüne getirdiği arabasına bitkin bir bedenle bindim ve kapıyı kapattığımda üzerime, gecenin başında heyecan içinde binen kızdan eser kalmayana dek nasıl sarsıldığımı anımsadım. Savaş sözünü tuttu, kemerini tak dedikten sonra benimle konuşmaya çalışmadı. Birbirine denk gelip yol arkadaşlığı yapan iki otobüs yolcusu gibiydik. Çünkü yabancılaştınız.
Başımı arabanın camına yasladım ve sokak lambalarının camda titreşmelerini izlerken zihnim evlilik teklifi dahil sonrasını kafamın içinde bir daha hiç silinmeyecekmiş gibi tekrar tekrar görüntülemeyi kesmeden sürdürdüğünde kendimi evetle hayır arasındaki çizgide gördüm her görüntünün sonunda. Oraya sıkışıp kalmıştım. İki şey arasında yaptığınız seçimde ya diğerini seçseydim, neden diğerini seçmedim ki çelişkisi kalır ya bazı seçimlerden geriye... Benimkisi de öyle bir sıkışıp kalmışlıktı işte.
Herhalde şu an olduğu gibi birbirimize bu şekilde iki yabancı olarak durmazdık. Ama hayır diyerek doğrusunu yapmıştım elbette, benden ciddi ciddi evlenme teklifine evet çıkmasını bekliyor olamazdı. Diğer yandan kim böyle bir beklentinin içine girmeden evlenme teklifi ederdi ki? Savaş evet çoğunlukla kestirilemez biriydi ancak o bile beklenti içinde olmasa böyle ciddi bir adımı atamazdı. 1
Doğru yer, doğru zamanda olsa deliler gibi sevineceğim şey hiç olmuştu.
Şu gerçekti ki bu geceyi mahveden benim sonunda ona hayır demem değil, onun başında bana evlilik teklifi etmesiydi.
Bu gece masal gibi başlamıştı,
Şimdi o masal cehennemin dibini boylamıştı.
🌹
Antalya'nın tatil sezonu yolları tıkamıştı, sona ermesini istediğim yolculuk uzayıp durmuştu. Savaş sonunda kaldığım otelin kapsının önünde durdurdu arabasını. İkimiz de kıpırdamadık, konuşmadık. Savaş'a baktım, o bakmadı. Önüne bakıyordu, sadece inmemi bekliyordu. Ayrı kaldığımız süreçte bile aramızda buna benzer kuru bir mesafe var mıydı bilmem.
Arabada oluşturduğumuz bu sessizlik korkunçtu; anlayışsızlıklarımız, anlamlandıramadıklarımız ve reddediliş dolduruyorde derin sessizliği.
Böyle bir anı toparlayabilmenin bilgilisi değildim. Ne denir bilmiyordum, onun bir şey duymayı beklemediğini bildiğim halde kendimden bir söz çıkmasını bekliyordum. En kötü, en kaybedilen anlardan çıkıp da hayata kaldığınız yerden devam etmek karanlıkta bir yolculuğa çıkmaktı; çok karanlıktı, önünü ne tarafa gideceğini bilemiyordun.
Bu cümleden sonra ona ne olmuştu, bundan sonra ne olacaktı? Bu reddedilişin onda bir şeyleri değiştirdiği ortada ancak bu değişikliğin düzeyini anlamıyorum, nereye kadar gitmeye devam edeceğini de. Yine de bu gece değilse de başka bir zamanda yeniden konuşabilelim diye geceyi sessiz bırakmadım. "İyi geceler." Hissettiğim kırgınlık adını söyletmedi.
Başını hafif bir açıyla eğip salladı. Bana şöyle göz ucuyle bile bakmayarak. Karşılık vermiyordu, ya hiç karşılık vermeyecek ya da karşılığını bir gün verecek. Kalbimin boynu bükülüyordu ve böyle olmasına engel olamıyordum. Yüreğimi derin bir kaybetmişlik duygusu kapladı.
Arabadan indim, odama giden yolda ilerledim. Sonra bir anda durup arkama baktım, yolcu kapısının açık camından onun başını arkaya, koltuğuna yasladığını gördüm, yüzü tavana bakıyordu. Göremiyordum o kadarını ama gözleri kapalı olmalıydı. Savaş araç koltuğundan başını ayırmadan yavaşça bana çevirdi başını, arabasına bindiğimden beri ilk kez. Ne acınası, baktı diye huzurla karışık rahatlama yudumluyor ruhum. İçten içe bir şeylerin ters olduğunu hissetmekteyken üstelik.
Bir süre anlamsızca öylece bakıştık, belki anlamlıydı ama henüz bilmiyordum.
Kalakaldığım anın içinden gözleri dolmuş, kalbi tekrar acımış olarak ayrıldım. Ona bakmak sadece canımı yakıyordu. Önüme dönüp gitmekte olduğum yolu tamamladım. Odama girer girmez, gözlerini dikmiş gibi yaprakları bana bakan kırmızı güllerin gözüme çarpması hiç iyi olmamıştı. Restoranda, sonra arabada tuttuğum ağlamalar hücum edercesine geldi. Bulanıklaşan görüşüm kapandı.
Dolan gözlerimden yaşlar sığ nefeslerimin arasından kayıp giderken aynalı komodinin önüne ilerledim, gülleri alıp teker ikişer kapıya yerlere gelen öfke nöbetinin ağrısıyla fırlatmaya, fırlatırken de bağırmaya başladım. 'Neymiş kitaplardaki aşk yokmuş.' Fırlatılan güller. 'Neymiş evham yapan benmişim.' Fırlatılan gül. 'Neymiş ben sevmiyormuşum.' Fırlatılan gül. 'Çok biliyorsun sen.' Fılatılan güller. 'Hiçbir şey bildiğin yok işte, bilsen hoşlanmayacağımı da bilirdin. Hayır diyeceğimi de.'
Güller kapıdan aynalı komodine dek parça parça dağılmış şekilde yol olmuştu. İç karmaşamın resmedilmiş tablosu gibiydi.
Olduğum yerin dibine çökerek ağladım, kalbim ve ciğerlerim sökülürcesine bir acıyla ağladım. Zihnim kendini video moduna alıp bana evlilik teklifi ettiği andan başlayarak kapımın önündeki son bakışmamıza dek olan kısmı korkunç bir korku gerilim filmi gibi durmadan oynattı, oynattıkça daha çok ağladım.
Bu duygu boşalmasından sonra aynanın karşısına geçip beni bu kadar dağıtabildiği için ağladım. Özenle yaptırdığım ama şimdi dağılmış saçlarımı ellerime dolanmış bir öfkeyle çözdüm sırtıma, makyajımı ellerime dolanmış bir kırgınlıkla sökercesine sildim yüzümden. Aksesuarlarımı geceden kalma hayal kırıkları gibi çıkarıp attım aynanın önüne.
Haklıydı. İlk kez onun için özgür bırakılmış bir heyecanla hazırlanmıştım ama o ne yaptı? Bunu da mahvetti; öncesini mahvettiği gibi. Belki erkekler böyleydi, kırıp parçalamakta. Toparlar gibi olup sonra nereden geldiğini, geleceğini anlayamadığımız bir darbeyle her şeyi tek anda darmadağın edebilir olmaları ünlerinin silinmez parçasıydı.
Duygu boşalması geldi gitti, geriye kovsam da hiç gitmeyecek düşünceler kaldı.
Üzerimdeki elbisenin sırt fermuarını aşağıya indirmeye çalışırken banyoya ilerledim, öyle yönsüzüm ki adımlarım öylesineydi. Olmasa ezberimde toslayabilirdim belki bir duvara. Kırmızıydı artık dünyam, bir fotoğraf karesi gibi boğulmuşçasına yoğundu bu renk; kafamın içinde, gözlerimin önünde.
En yoğun duyguların rengi olduğundan, gözler kan çanağına dönebildiğinden, kalp kırığının ve kanın tonlarını barındırdığından, şimdi geriye o kırmızı kalmıştı. Onun en sevdiğinden.
Ve sevdiği kırmızı elbisem, ardından alt katman giysiler yığıldı yere. Önemsizce, önemsiz bir şeyin parçaları gibi, önemsiz bir geceden çıkmışçasına.
Kabini araladığımda bir an beni acıyla sarsan bu dünyadan başka bir dünyaya geçecekmişim hissi kuşatıyor ruhumu, başıma alınca ilk su darbesini gerçeğe döndüm hemen. Gerçekliği yumuşatacak hiçbir güç yoktu. Sular olayın sıcaklığını alıp götürüyor gibiydi, damarlarımdaki sıcak kana dek nüfus eden anılar biraz soğuduğunda kendi kendime konuştuğum kısık kelimler yankılandı fayansta.
Evet Nüket. Bu akşam gerçekten Savaş Akduman'dan imkansız diye inandığın evlenme teklifini aldın, geri çevirmeyeceğine inandığın o teklifi reddettin.
Kurulandıktan sonra şort askılı takımını bedenime geçirip yatağa ilerledim, bir baş havlusuyla saçımı kurulamayı sürdürürken.
Sen bir zamanlar bu teklife balıklama ayalayacak olan sen Nüket Kozcu, onu Savaş Akduman'ı reddettin.
Yatağımın önüne gelince Savaş'ın haftalardır bu geceyi düşündüm demesi geldi. Ardından yüzüğün kırmızı taştan olması, taşınsa yakuttan olmasına nasıl özen gösterdiğini söylemesi. Kırmızı yakuttan bir taş yüzük. Benim tek bildiğim koruyucu özelliği taşıyan bir taş olmasıydı, Savaş bunun için vermiş olamaz elbette. O hangi anlamına nisbet ederek vermişti ki? Neden ona sormadım ki sanki? İnternetten bakardım ancak şimdi nasıl da ondan duymak istiyorum ama.
Seslice nefes verip elimdeki havluyu kenara bıraktım. İçine girmek için yatak örtümü kaldırmıştım ki kapım çalındı. Kenardaki dijital saate baktım. En karanlık saat; 03.00.
Açmadan önce kapı vizöründen baktım, kendimi geri çekip duraksadım. Onu bu saatte orada görmeyi beklmiyordum ama gecenin bu saatinde başka kimi beklerdim ki zaten? Birkaç saniye sonra kapıyı açtım ve mevsim kahverengisi gözlerle karşı karşıya geldim.
Gecenin başından sonuna taranarak yana yatırılmış düzgün saçları şimdi defalarca karıştırıldığından dağınıktı, kendini ardına saklayabildiği o muhteşem takım elbisesindeki tek bozukluk gevşetilmiş olan kravatı, üstten açılmış iki düğmesiydi.
"Sen..." dedim tereddüt ederek. "Hala gitmedin mi?" Sesim kısık, yorgunluktan hafif pürüzlü ama dingindi.
Başını hayır anlamında salladı. "Böyle gitmek istemedim," dedi, sesinde bir sükunet vardı ama bunun iyiye yorumlanacak bir sükunet olmadığını biliyordum; kaybedişin ardından gelen sakinlik. "İçeri girebilir miyim?"
Hayır desem gidecek gibiydi. Neden yaptım bilmiyorum, başımla onay verip girmesi için kapının aralığını genişlettim. Savaş içeri girerken onunla birlikte anılar da canlı kanlı girdi ve daha kötüsü oldu; başını eğdiği an yerlere saçılmış gülleri gördü.
Ben ağlamıştım, dağıtmıştım, ılık suda bir bonyo da yapmış biraz olsun rahatlamıştım ama o sadece arabasında hareketsizce beklemişti. Benden daha kötü durumda olmalıydı, hala. Direksiyona vurup arabasını tekmelemediyse tabii.
Ve şimdi yere saçılmış gülleri görüyordu.
Bu kadar ileri gittiğim için bir kızgınlık geçti içimden. Bu bana verdiği ilk gülü yere atıp ayaklarıyla ezdiği anı hatırlattı. Yok, biz yer değiştiriyorduk kesin. Yoksa olanın, olmakta olanın başka açıklaması olamaz.
Onun arkasında kalmıştım, sırtı bana dönüktü. Karşısına geçmek yerine dikkatini kendime çekmek için hafifçe öksürdüm. "Ne konuşmak istiyorsun Savaş?"
Savaş bana döndü. Saçılan güller ona her ne yaptıysa geldiğinden daha dikti. "Konuşmak istemiyorum, bunun için gelmedim."
Kafam karıştı tabii. Ne dönüyor, ona ne oluyor anlamıyordum. "Konuşmak istemiyorsan böyle geç bir saate neden geldin öyleyse?"
"Uçağım bir iki saate kalkacak," diya başladı açıklamaya. Gidiyor ha... "O zamana kadar yanında kalabilirim diye düşündüm." Savaş yatağa bakınca benim bakışlarım da sekronize bir şekilde oraya yöneldi. "Birlikte biraz uzansak mı?"
Bitkin bakışlarımı yataktan ona yönelttim. "Savaş..." Buraya gelmesiyle yorgun hisler yeniden gelmişti, geleli beş dakika olmuştu ama ben şimdiden ağlayacak gibi yeniden duygusallaştım. "Bu iyi olmaz."
Gecenin başından beri ne çok duygu uğradı gitti şu kalbimden. Yarın sabah uyandığımda elbette çok daha canlı duygular hissedecektim ama şu an geriye yorgun bir duygusallık kalmıştı, zaten bu saatte duygular başka türlü olmazdı.
"Gitmeden önce senden tek isteğim bu, biraz uzanalım," dediğinde adını koyamadığım bir şeyler dolaşıyordu sözlerinin arasında. "Beni geri çevirme Nüket."
İstediği şeyde bir sorun yok gibiydi esasında ama neden bu kadar huzursuz oldum ben de bilmiyorum. Belki eski günlerin anısından gelen hayaletler rahatsız ediyordu. Yine de, "Tamam," dedim sadece.
Yatağın içine girdiğimde onun gelmesi için örtüyü kaldırdım, o hala ayaktaydı benden onay beklediğini düşündüm ama Savaş ayakkabılarını çıkarıp önce yatağın kenarına oturdu. Kaldırdığım örtüyü kapattı ve yanıma uzandı. "Ben böyle kalacağım," dedi sonra. Şaşırarak baktım ona ve arkama döndüm, ben dönünce bunu bekliyormuş gibi örtülü bedenime arkadan sarıldı.
İkimiz de bir süre sustuk. Sessizliğin kelimelerden daha yüksek sesle konuştuğu bir anı paylaşıyorduk ki bu bizim aramızda, ilişkimizde çok sık yaptığımız bir şey olmamıştı hiçbir zaman. İletişim kurmak için kelimelere ihtiyacınız olmadığında onun ruhuyla doğrudan bağlantınız olduğunu anlıyordunuz belki.
Savaş aramızda derin bir bağ olduğunu söylemişti. Derin bağın güzelliği de burada; anlaşılmak için her anı kelimelerle doldurmaya gerek yoktu. 2
Bu gecenin böyle biteceği aklıma gelmemişti, herhalde onun da aklına gelmemiştir. Hasar aldığımız, hasarın ne düzeyde büyük olduğunu henüz anlamadığımız bir geceydi. Hemen arkamdaydı, kolu karnımın üzerinden sarılmıştı ama aramızda coğrafyaları aşan bir mesafe vardı. Daha fazla bu şekilde kalmaya dayanamadım. Kollarının arasında yavaşça ona döndüm. Gözlerimiz yavaşça buluştu, hissettiğimiz şeylerin fısıltısı aramızda dolaştı ve kalp atışlarımızın titremesi takip etti bunarı.
Kırık dökük haldeydim, her açıdan.
Böyle bir enkazın içinde kendine yer bulamıyordu ruhum.
Bakmalıyım ihtiyacıyla kavrularak ona dönmüştüm ancak yüzüne daha fazla bakamadım, kalbim ağrıyordu. Başımı eğip yüzümü boynuna gizleyip gözlerimi sıkıca yumdum. Savaş'ın dudakları başımın bir noktasında durdu, orada tuttu, sonra öptü. Bu temas... Bu temas verdi o anda ihtiyacım olan cesareti. Onun tarafında her şey yolundaymış gibi hissettirirken, teninden gelen kokuyu da aldıkça bir parça huzurla birlikte rahatladığımı hissettim.
Belki de aramızdaki mesafe sandığım kadar kötü bir uzaklık boyutunda değildi. Başımı kaldırıp ona bakmam için tüm cesaretimi kullanmam gerekti. "Savaş," dedim kısık ve sakin bir sesle. "Konuşalım mı?"
Kafasının içindeki düşünceleri duymam gerekiyordu.
Cevap vermeden önce gözlerimin içine uzun uzun baktı. "Bence bu gece yeterince konuştuk, daha fazla konuşmamalıyız," dedi nihayet uzayıp giden sessizliği bozarak. Ona kalkmış başımı yeniden boynuna bastırdı, bu geceden hiçbir beklentisi kalmamış gibi. "Sadece böyle kalalım."
"Gerekiyor, konuşacağız da. Bir dahaki geldiğim seferde. Sadece bu gece değil."
Sessizliği bir fırtınanın derinliğini taşıyordu.
Yanılıyordum, hiçbir şey yolunda değildi Savaş'ın dünyasında... Doğal olarak aramızda.
Gelmesini istemediğim gözyaşları irademi çiğneye çiğneye dayandı kapıma, direndiğimden bedenim titredi ve yaşları tutmanın ağırlığı açığa çıktı; burnumu çektim. Savaş, "Şşş, bir şey yok," dedi fısıltıyla, küçük bir hava zerresi bile aramızdan geçemeyinceye dek etrafımdaki kollarını sıkılaştırdı. "Uyu Nüket." 1
Bir süre kollarının arasında sessiz olmaya dikkat etsem de ağladım, Savaş susturmadı ya da beni teselli edecek hiçbir söz söylemedi belki anladığından olsa gerek tesellisinin beni daha çok ağlatacağını. Bu yüzden sessizlik iyiydi, kolları hala güvenliydi. Sıcaklığı hala sığınak gibi. Bunlar değişmeyenlerdi. Benim tanıdığım Savaş şimdiye beni birkaç kez öpmüş olurdu bile. Alaycı olabilirdi ve serseri bir edayla konuşurdu. Bunlar değişenlerdi.
Kollarının arasında ağladım, ne zaman uyuya kaldığımı bilmeden. Sabah olup da gözlerimi araladığımda Savaş yoktu, kollarından çıkarılışımı da yataktan çıkıp odamdan çıkışını da hissetmedim.
Yataktan doğruldum, bacaklarımı kendime çekip boş boş yere baktım. Hemen karşımda beni karşılayan geceden kalma dağınık güller oldu ve kendime bir kez daha kızdım. Telefonumda ona dair bir iz (arama-mesaj) var mı diye başımı sağa çevirmiştim ki lambalı komodinin kenarındaki yüzük kutusunu gördüm. Burada mı bırakmıştı?
Kutunun altına iliştirilmiş bir kart, kartta not vardı, ikisini de aldım. Kart onun şaşalı görünen kartvizitiydi, notu yazacak bir kağıt bullamadığından arkasını kullanmak zorunda kalmış olmalıydı. Önce notta yazana baktım.
Seninle kalmalı, çünkü senin için yapıldı. 2
Not bu kadardı. Ona asla karısı olmayacağımı haykırmama rağmen yine yapmıştı yapacağını. Sanki o büyümüş ben küçülmüş gibi hissettim tavrı karşısında. Üstelik benimle konuşmadığından aramızdaki son durumun ne olduğunu da bilmiyorum. Not ne anlama geliyordu ki? Evlenme yok ama yine de sende kalsın mı yoksa bir dahakine yeniden bir denemeyi daha mı içeriyordu. Evlilik yüzüğünü nasıl kabul edebilirim ki? Her iki ihtimal de rahatsız ve huzursuz ediciydi.
Neyse aradığında ya da geldiğinde konuşup verecektim yüzüğü ona.
O sabahtan itibaren gün akşama dönünceye kadar Savaş'ın beni arayacağını düşünerek ondan telefon bekledim. O telefon hiç gelmedi. Yarın, yarın ve yarın. Haftalar geçip aylar olduğunda. O yaz bir daha mesaj atmadı, asla aramadı, beni görmek için ansızın çıkagelmedi.
Geleceğim demişti, konuşacağız demişti ama hiç gelmedi işte... Geceki halinden anlamalıydım aslında, bana veda ettiğini.
Vedaydı tabii, başka ne olacaktı? 1
Masal gibi başlayan gecenin hatıraları şimdi sararmış bir kitap sayfası gibi solgundu.
Ve hiç gitmeyen bir matem duygusu o günden beri gece gündüz demeden kalbimi sızlatıp durmuştu. 17
ـــــــــــــــﮩ٨ـ❤️ﮩ٨ـﮩﮩ٨ـ
Bölümü oylamayı unutmayın çiçeklerim. 1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |