
Kraliçem'e
**Bölüm 1: Kaçış**
Miran, arabanın önünde sesini çıkarmadan oturuyordu. Yanımda ki diğer kızı da beni de kaçırıyordu resmen. Dışarıda ki karanlık, yolculuğumuza ürkütücü bir hava katıyordu.
Bakışlarımı tekrar Miran'a çevirdim, az önce yanımda ki kız adını söylediğinde öğrenmiştim. Direksiyonu sıkıca kavramış, gözlerini yoldan ayırmadan sürüyordu.
"Bu arada, benim adım Miran," dedi aniden." Sessizliği bozmuştu erkeksi ses tonu. "Yanında ki güzel hatunda da kız kardeşim Dilan." Hatun mu demişti o? Doğru mu duymuştum?
Dilan, gülümseyerek bana döndü. "Ay evet, merhaba, kusura bakma, adını bile sormadık. Benim yüzümden biraz karıştı işler."
Duyduklarımın şokundaydım. "Hatun mu? Avrat deseydin bir de? Ne pis bir söylenim o öyle..." demem ile dikiz aynasından gözlerini sert bir şekilde bana dikti. Fakat bir şey demedi.
"Ekim," dedim kısaca. Konuşmak istemiyordum ama kibarlık gereği bir şeyler söylemek zorundaydım. "Bir kadına hatun denmez. Dağdan mı iniyorsun?"
Dilan'ın beklenmedik bir kahkaha atmasıyla korkmuştum. Hayvan gibi anırmıştı kahkaha demmezdi buna. "Ne gülüyorsun?" Diye sormamla beraber Dilan derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordu. Niye güldüğünü anlamıyordum. Yanlış bir şey mi demiştim? Bakışlarımı Miran'a çevirdiğimde sinirden köpürdüğünü görmemek imkansızdı.
"Niye gülüyorsun yaa?"
Dilan son bir nefes alarak sakinleştiğine emin olduğunda abisine çevirdi bakışlarını. "Dağdan iniyor çünkü."
"Ne dağı?"
"Karacadağ aşkım. 2 yıl önce herkese siktir çekip sikeyim konağınızı şehirinizi dedi, dağın tepesine ev yaptı. Dağda yaşıyor."
"Dilan!"
Önde araba süren adamın bağırmasıyla Dilan korkudan oturduğu yerden sıçradı.
"Kıza bağırmasana be! Ne istiyorsun sen benden? Hadi kardeşini kaçırdın? Ben ne alakayım? Benden ne istiyorsun?"
Miran, aynadan bana bakarak derin bir nefes aldı.
"Ne çok konuştunuz anasını satayım. Sabah programlarında ki teyzeler gibi dır dır başımın etini yediniz."
"2 gelin kaçıran sendin abiciğim, zorlamadık ya. Aldın kucağına kaçırdın güçlü abim sert abim. Sert erkek sever misin Ekim? Çünkü mükemmel bekar abim var. Yakışıklı abim."
"Saçmalamayı kesseniz mi artık? Nereye gidiyorsak gidelim gece geçsin ve ben evime gideceğim artık. Saçmalık resmen. Yemin ederim rezillik."
"Daha yeni gelmiştin. Nereye gidiyorsun ki?"
"Dilan kes. Bana geliyorlar çünkü!"
"Bence de kes Dilan." Diye dediğimi tekrarlamıştı beni arabayı süren adam. Bunun üzerine arkamda durduğu için bir nebze mutlu olmuştum.
"İkisi bir oldu beni susturuyor. Havada aşk kokusu var yazıyorum buraya. Bu passat ne kızlar gördü böylesine aşk görmedi."
Dilan'ın kahkahaları arasında, Miran'ın sesi bir kez daha arabada yankılandı. "Dilan, mutlu değildi ve onu zorla evlendirmeye çalışıyorlardı. Seni görünce, aynı şeyi yaşamanı istemedim. Öfkemi kontrol edemeyip seni de yanıma aldım."
"Anlıyorum," dedim. "Ama benim durumu biraz farklı. Yani, Metin beni aldattı ama ben... Ah, bilmiyorum. Her neyse nereye gidiyoruz peki?"
"Bir süreliğine güvenli bir yere," dedi Miran. "Düşünmen için zamanın olacak."
"Bu kadar basit mi?" diye patladım. "Hayatımı altüst ettiniz. Sadece 'düşün' diyerek geçiştiremezsiniz."
Miran kaşlarını çattı. "Seni kurtarmaya çalıştım. Bu konuda minnettar olmalısın."
"Minettar mı?!" dedim, sesim yükselerek. "Beni omzuna atıp zorla arabaya bindirdin! Beni kaçırıyorsun!"
Dilan araya girmeye çalıştı. "Lütfen, sakin olun." İşe yaramamıştı. Miran bir şeyler mırıldanıyordu fakat anlamıyordum. "Bu yaptığın eşkıyalık. Dağdan şehire mi indin sen? Hödük! Polise şikayet edeceğim seni."
"Az önce dedim ya aşkım dağdan indi diye..."
"Dilan sus!"
"Dilan sus!"
İkimizde aynı anda aynı şeyi söylediğimizde Dilan'ın gözlerinde ki mutluluk çok barizdi.
Tabi kii ne ben, ne de Miran olacaklara hazırlıklı değildik. Radyoda çalan şarkının başlaması ile yüksek ve iğrenç bir ses ile, şarkı söylemeye başladı.
Söylerim günde bin kere,
Yüzün gülünce,
Güneş doğar ya
Gözlerimi kısarım
Güller açar bir anda
İşte abimle bir ömür böyleee
Güller, güneşler dolu ellerimizde
Söylenmedi hiç Ekim'e layık düşler
Abimden önce
Tutsak yüreği
Biliyorsun sen de ince ince
Yangın yeri hep
Buralar sayende yok şikayet,
Gel bir konağım
Aşkın olayım.
Miran sert bir şekilde Dilan'ı öldürecekmiş gibi bakıyordu. Radyoyu durdurmak için arabanın düğmelerine elini uzattı ve vurdu. Tabi elinde kapatma düğmesinin kalması ile, "Dilan, seni doğuran ananın ağzına..." diye başladığı cümlenin devamını getirmeden dudaklarını sinirden birbirine bastırmaya başladı.
Miran ses düğmesini sıfıra kadar çevirerek eziyetimize bir son vermişti. "İyice salağa bağladın sen."
"Valla kız bile kaçırdın ya aferin sana abim! Diyarbakır'ın göz bebeği, gururu!
"Kız onu aldatan biri ile evlenecekti. İzin mi verseydim? Nasıl sana izin vermediysem ona da veremezdim."
"Bari sorsaydın gelmek istiyor mu diye abicim..."
"Aloo! Buradayım ben. Duyuyorum, ben buradayken benim hakkımda dedikodu mu yapıyorsunuz siz" diye çıkışarak varlığımı hatırlattım.
Miran'a dikiz aynasından gözlerini sert bir bakışla bana kenetleyerek konuştu. "Artık susun lütfen, çok konuştunuz. Başım ağrıyor."
"Bu benim hayatım, senin karışmanı istemiyorum, karar benim, evlilik benim. Beni hemen geri götür," diye sertçe karşılık verdim ve Belinda ben demiştim diyerek beni onayladı.
Miran öfkeyle dişlerini sıktı, ama sözleri yoktu. Sinirli bir şekilde arabasına döndü ve tüm dikkatini tekrar yola verdi. Resmen umursamıyordu beni, delirmek üzereydim.
Arabada sessizlik tekrar hâkim oldu. Herkes kendi düşüncelerine dalmış gibiydi. Bir süre sonra, yolun kenarında küçük bir kulübe göründü. Miran, arabayı durdurdu ve motoru kapattı.
"Burada biraz kalacağız," dedi soğukkanlı bir şekilde. "Güvende oluruz."
Arabadan indim ve kulübeye doğru yürüdüm. "Ben burada kalmam."
Sabır çekerek beni görmezden gelerek kulübeye doğru ilerledi iki kardeş. Gecenin bir vaktinde, ormanın ortasında ne işimiz olabilirdi? Delirmek üzereydim.
İstemeyerek hızla onlara yetiştim. Kapının önünde durup derin bir nefes aldım.
"İçeri gir," dedi Miran, kapıyı açarak. "Dinlenmeye ihtiyacımız var."
"Demiştim ben sana dağda yaşıyor diye. Dağa kaldırdı ikimizide. Hadi ben neyse kardeşiyim ama sen kendine dikkat et gülüm, verme sakın."
İçeriye adım attığımda, kulübenin küçük ama rahat bir yer olduğunu gördüm. "Saçmalamasan mı Dilan
.."
Eski ama temiz mobilyalar, sıcak bir atmosfer yaratıyordu. Dilan, bana oturabileceğim bir yer gösterdi.
"Otur, biraz soğuk içecek bir şeyler getireyim," dedi.
Sessizce oturup düşündüm. Kaçırılmış mıydım, yoksa gerçekten kurtarılmış mıydım? Kafam karışıktı ve ne düşüneceğimi bilemiyordum.
Bir yandan, Metin'in ihanetinin acısı içimde yankılanıyordu. Diğer yandan, bu belirsizlik ve korku dolu durum beni daha da tedirgin ediyordu.
Dilan, bir bardak su getirdi ve yanıma oturdu. "Ekim, sanırım su bulduğumuza şükretmemiz lazım. Başka bir şey yok... iyi misin? Zor bir durumda duruyorsun. Ama inan bana, Miran seni korumaya çalışıyor."
"İyiyim," dedim. "Ama bu şekilde mi koruyor? Hayatımda bu kadar kaos yaşanırken bir de bu kaçırılma olayı... Kafam çok karışık."
Miran, odanın diğer ucunda duruyordu. Konuşmaları dinliyor ama araya girmiyordu. Bir süre sonra, sessizliği bozmadan dışarı çıktı.
"İnan bana burada güvendeyiz..."
Dilan'ın sözlerinde bir samimiyet hissettim. "Peki," dedim. "Burası neresi? Neredeyiz biz?"
Ses tonu biraz daha yumuşayarak cevap verdi Dilan. "Abime ait burası, saklanma tapınağım diyelim..."
Anlamamıştım, öküzün trene baktığı gibi ona bakıyordum, devam etmesini bekleyerek. O sırada Miran elinde bir kaç odun parçasıyla içeri girerek odanın köşesinde ki sobaya yöneldi. "Ne tapınağı Dilan?"
Miran, düşüncelerimi okuyabilmiş gibi başını sallayarak kabul etti. "Korunma ihtiyacım olunca veya korumak istediğimde böyle kulübelere gidiyorum"
Dilan, elini omzuma koyarak cesaret vermeye çalıştı. "Her şey yoluna girecek, Ekim. Emin ol. Biz senin yanındayız."
Gözlerim doldu, ama ağlamamaya çalıştım. "Teşekkür ederim," dedim kısık bir sesle. "Gerçekten."
O gece, uzun süre uyuyamadım. Dışarıdan gelen kuş sesleri ve rüzgârın hışırtısı, düşüncelerimle birlikte beni huzursuz ediyordu.
Bir süre sonra gözlerim sonunda kapandığında, derin bir uykuya daldım ve günün yorgunluğu üzerimden akıp gitti.
Sabah olduğunda, pencereden sızan güneş ışığıyla uyandım. Ancak, gözlerimi açar açmaz güneşin parladığını görmek yerine, pencereden içeri süzülen loş ışığın hala erken saatlerde olduğunun işareti olduğunu fark ettim.
Uzun süre uyumuş olmalıydım. Her yerim uyuşmuştu. Zihnim hâlâ bulanık ve bedenim hâlâ yorgundu.
Dilan, sessizce odaya girip yanıma geldi. "Umarım iyi uyumuşsundur," dedi alçak bir sesle. "Kahvaltı hazırladım."
"Teşekkür ederim." Dedim kapalı gözlerimle. "Sanırım biraz daha uyumalıyım..."
Dilan başını salladı ve odadan çıktı. Yeniden yastığa başımı gömdüğümde, gözlerim tekrar kapandı ve kendimi bir kez daha uykunun rahatlatıcı kollarına bıraktım. Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum ama vücudumun buna ihtiyacı vardı.
Pencereden sızan ışığın hala loş bir ışık yayıyordu. Hâlâ uykulu ve biraz da sersemlemiş hissediyordum. Gözlerimi açtığımda, karşımda oturmuş ve beni izleyen Miran'ı gördüm.
Sessizce sandalyede oturuyordu, gözlerinde derin bir düşünce ifadesi vardı.
"İyi uyudun mu?" diye sordu, sesi yumuşak ama ciddi bir tonla.
Bir an ne diyeceğimi bilemedim. "Evet, sanırım," dedim tereddütle.
"Niye buradasın sen?"
"Hiç, iyi olduğundan emin olmak istedim," diyerek beni geçiştirdi.
Uzandığım yataktan kalkarak yatakta bağdaş kurarak oturdum. "Beni bu kadar düşünmen... Garip geliyor. Sadece bir yabancıyım sonuçta."
Miran, gözlerini kaçırmadan bana bakmaya devam etti. "Merak ettim sadece..."
"Anlıyorum."
"Evine dönmek istiyor musun? Götürebilirim."
Miran, gözlerini kaçırmadan bana bakmaya ve konuşmaya devam etti.
"Dilan benim kız kardeşim. Onun gibi, senin de zor durumda olduğunu gördüm. Kimse zorla bir hayat yaşamak zorunda kalmamalı."
Söyledikleri anlamlı geliyordu. Biliyordum onunla evlenmek gibi bir hata yapacaktım. Fakat zorundaydım... Hakkım alanı almak için zorundaydım... Ama bu durumda ne yapacağımı bilemiyorum.
Gözlerim doldu ve duygularımı bastırmaya çalıştım. "Sahi, sen niye öyle biri ile evlenmek istedin? Yani, sevdiğin kişi olabilir ama seni aldattığını gördükten sonra kalma isteğin çok garip..."
"Dedemin tek torunuydum ben, iki ay önce hastalandı. Tüm şirketleri bana kalacak. Fakat, dedem hep şirketinin geleceğini düşündüğü için, ve senelerdir bu böyle olduğu için, ben evlenip şirketin başına geçebilecek bir sonra ki jenerasyonu garantilemediğim sürece hakkım olanı alamıyorum..."
"Yani, evlenip hamile kalman lazım. Ve sen bunu seni aldatan biriyle yapmayı göze almıştın..."
Yüzüme vurulması ile o an ne kadar boktan bir şey yapmak üzere olduğumu anlamıştım. "Biraz..öyle oluyordu."
"Eğer senin içini rahatlatacaksa... Ya da boşver."
"İçim rahatlayacaksa ne?"
"Yeni tanıştık, saçma gelecek. Fakat seni öyle biriyle evlenmekten kurtarabileceksem, kabül."
Neyden bahsediyordu anlamıyorum, ağzında lafı geveleyip duruyordu. "Karnım acıktı benim," demem ile ayağa kalkarak kahvaltı masasına doğru ilerledim. Sandalyeye otururken, Dilan'ın hazırladığı yiyeceklerin kokusu içimi ısıttı. Basit ama lezzetli bir kahvaltıydı. Yumurtalar, peynirler ve taze ekmek...
"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu Dilan, bir dilim ekmeği tereyağına banarken.
"Biraz daha iyi," dedim dürüstçe. "Ama hâlâ kafam karışık."
"Bu normal," dedi Miran. "Dilan? Git bana marketten kahve al kahve kalmamış."
Dilan sesini bile çıkarmadan elinde ki ekmeği bıralarak kapının sağında ki çiviye asılmış olan anahtarları aldı ve çıktı.
Miran ile başbaşa kalmıştık.
Kahvaltı boyunca konuşmadık, yedikten sonra dışarıya çıktım. Kulübenin etrafı doğanın güzellikleriyle çevriliydi. Yüksek ağaçlar, kuş sesleri ve hafif bir rüzgâr...
Şehir hayatının kaosundan sonra bu huzur, bana ilaç gibi geliyordu. Yürürken düşüncelerim de bir nevi temizleniyordu. Metin'in ihanetini düşündüm, yaşadığım acıyı ve hayal kırıklığını...
Ertesi sabah, hızla toparlanıp başka bir kulübeye geçtik. Dilan'ın evlenmesi gereken adam peşimize takılmıştı. Miran beni evime götürmeyi teklif etmişti fakat evime dönmek dahi istemiyordum. 2 yabancı ile kaçak hayatı yaşamak eğlenceli geliyordu.
Yeni bir başlangıç yapma umudu, beni ayakta tutuyordu. Miran ve Dilan'ın yanında, belki de hayatımın en zorlu ama aynı zamanda en önemli yolculuğuna çıkmıştım.
Yeni bir yer, yeni umutlar ve belki de yeni bir hayat... Her şey mümkündü.
Karşımda oturan adama çevirdim bakışlarımı. "Miran, sana bir şey sormak istiyorum,"
"Tabii, sor."
"Ne kadar böyle devam edecek?"
Miran, düşünceli bir şekilde bana baktı. "Ne kadar gerekirse o kadar. Dönmek mi istiyorsun?"
Sesimi çıkarmadan gözlerimi ona kenetleyerek kafamı olumsuz bir şekilde salladım.
Bu hareketimi görmüş olacak ki, Miran gülümseyerek başını salladı. "Biliyor musun, Dilan sana gelinlik bakıyor. Tutturdu evlendireceğim sizi diye.."
Esnediğim sırada bana bir gülümseme ile baktı. "Hadi kalk uyu, boşver dediğimi yorgunsun," demesi ile kafamı olumlu bir şekilde sallayarak ona iyi geceler dileyip odama gitmek için kalktığım sırada, ayağımı burkmam ile dengemi kaybettim. Miran'ın üzerine düşmüştüm.
Sessizliğin içinde sadece nefeslerinizin sesi yankılanıyordu.
"Miran," dedim, duraksayarak. "Sana bir şey söylemem gerek."
"Evet?" diye sordu, merakla bana bakarak. Elleri belimi kavramıştı. İyice kucağında yerleşmemi sağladı.
"Senin yanında kendimi güvende ve değerli hissediyorum."
Miran, yüzünde hafif bir gülümsemeyle bana yaklaştı. "Ekim, ben de sana karşı benzer hisler besliyorum..."
O an, aramızdaki mesafe kayboldu. Miran'ın elleri ellerimi tuttu. Gözlerimin içine bakmaya başladı, içimdeki tüm karışıklık yerini garip bir huzura bıraktı.
Yavaşça bana doğru eğildi ve dudaklarımız birleşti. Dudaklarımı o kadar şehvetli bir şekilde öpmeye başlamıştı ki, tanrım, bu mükemmel bir duyguydu.
Gecenin karanlığında, ay ışığı altında ellerini belime dolayarak beni kendine yapıştırdığı sırada daha tutkulu bir şekilde öpmeye başladı.
Bir kaç saniye süren öpüşmemizden sonra benden ayrılarak kendine hakim olmak istermiş gibi, dudaklarını birbirine bastırdı.
Ayağa kalkmak için hamle yapmam ile bileğime yapışması bir oldu.
Gözleri gözlerimde, eli bileğimde beni izliyordu.
Kucağında oturduğum için, altımda hissettiğim şey ise aklımı başımdan alıyordu. Yutkunduğum sırada bana biraz daha yaklaştı.
Gözlerini kapatarak adımı tutkuyla inledi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Öpüşmemiz derinleşmişti, sanki ruhlarımız birbirine karışıyordu. Uzun süre sonra ilk defa kendimi birinin kollarında güvende hissediyordum.
Her nefes alış verişinde Miran'ın teninin sıcaklığını hissediyordum.
Elleri belimde, bedenlerimiz birbirine yapışık, dudakları dudaklarımdaydı. Ağzından çıkan bir inlemeye engel olamamıştı.
Zaman sanki durmuş gibiydi.
Etrafımızdaki her şey bulanıklaşmış, sadece birbirimizin varlığı vardı. Duygularım yoğunlaşırken, kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi atıyordu.
Sonunda, nefessiz kalmaya başlayınca birbirimizden ayrıldık. Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş, tutkuyla parlıyordu.
"Seni seviyorum," diye fısıldadı.
Sesindeki duygu yoğunluğu beni derinden etkiledi.
Bu anı sonsuza kadar saklamak istedim. Birbirimize sarıldık ve uzun süre öylece kaldık.
Bir süre sonra, ikimiz de sakinleşmeye başladık.
Ayağa kalkıp pencereye gittim ve dışarıdaki karanlığa baktım. Ay ışığı gökyüzünde parlıyordu ve yıldızlar ışıldıyordu. "Dilan uyanmadan uyuyalım mı?" Demesi ile olumlu bir şekilde kafa salladım.
"Güzel bir gece," dedim.
"Senin yanında her gece güzel," dedi.
Yanına döndüm ve onu tekrar öptüm. Bu seferki öpüşmemiz daha nazikti, daha sevgi doluydu.
Kollarını belime doladı ve beni kendine çekti. "Sonsuza kadar senin yanında kalmak istiyorum," diye fısıldadı.
"Ben de senin yanında kalmak istiyorum," dedim.
Birbirimize sarıldık ve o geceyi birlikte geçirdik. Birbirimizin kollarında uykuya daldık.
Seni evime sarayıma sultan yapacağım
Prenses yapacağım hatun yapacağım
Seni evime sarayıma damat yapacağım
Kral yapacağım kocam yapacağım
Yüksek ses ile korkuyla gözlerimi açtım. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Miran niye buradaydı?
Biz beraber uyumuştuk değil mi? Adamın üstünde uyumuştum...
Gözlerini açtığı sırada onu izlememi görerek gülümsedi. "Günaydın güzelim."
Dizi dizi altınlar taçlar takacağım
Olmaz diyenleri maymun yapacağım
Dizi dizi altınlar taçlar takacağım
Olmaz diyenleri maymun yapacağım
"Dilan yine formunda," demem ile gülümseyerek karşılık verdi. "Ömrümü yedi ömrümü..."
"Ekim, yanlış anlamazsan..."
Gözlerimi ona çevirerek cümlesini bitirmesini bekledim.
"Altında olmaktan çok mutluluk duyan ama biraz daha üstümde kalırsan başka şeyler isteyecek bir organ var..."
Pekala, o an utancımdan yüzüm kıpkırmızı kesildi. Ne diyeceğimi bilemedim, sadece öylece donup kaldım. Gözleri üzerimdeydi ve içimden geçenleri dile getirmek imkansızdı. Her nefes alışımda yüreğim daha hızlı atıyor, sıcaklığı yüzüme vuran utançla adeta yanıyordum.
"Ekim beni delirtiyorsun..." Gözlerini kapatarak dudaklarıma yaklaştığı sırada büyük bir gürültü ile odanın kapısı açıldı.
"Günaydın çifte kumrular. İki saattir kahvaltı hazırlıyorum. Kalkın hadi. Kalk kız abimin üstünden, ben sana vermek yok demedim mi. Kalk."
Utancıma utangaçlık eklenmişti, yüzüm adeta domates gibi kıpkırmızı olmuştu. Dilan'ın dikkatlice baktığı gözlerinin altında eziliyordum. Miran'ın yanından hızla kalkıp odadan çıkmalarını bekledim. Her adımımda kalbimin hızla attığını hissediyordum, sıcaklık yüzümdeki utançla adeta yandığını düşünerek hızla koridor boyunca ilerledim.
Lavaboda elimi yüzümü yıkayarak kendime gelmeye çalıştım. Soğuk suyun tenime değmesiyle biraz rahatladım ama hala yüreğim hızla çarpıyordu.
Aynanın karşısında durup derin bir nefes aldım, kendi yüzümü tanıyamaz hale gelmiş gibiydim. Ne kadar utandığımı düşündüm ve içimden o anı silmek istedim.
Sonunda toparlanıp odama geri dönmeye karar verdim, ama hala yüzümdeki kızarıklık geçmemişti.
Giyinip kahvaltıya gittiğimde, hâlâ utanç içindeydim ve bir şey yiyemiyordum.
Miran'da, bu durumu fark edip sessizce Dilan'a dönüp kasabaya alışverişe gidelim diyerek içerde ki odaya gitti.
Dilan çoktan arabanın anahtarlarını almış dışarı çıkmıştı.
Elinde dün üzerimdeki ceketle geri gelen Miran, bana doğru eğilerek saçlarımı öptü. "Rahatça ye sen," dedi gülümseyerek. O anki gülümsemesi o kadar içten ve samimiydi ki, yüzümdeki utanç yerini bir tebessüme bıraktı.
"Utandığın an çok tatlısın," diyerek göz kırptı ve evden çıktı. Ardından kapının kapanma sesiyle birlikte içimde hafif bir huzur hissettim.
Dilan ve Miran'ın gitmesiyle birlikte nihayet rahatlayıp yemek yemeye başladım. Yavaşça ama istekle tabağımdaki yemekleri tüketirken, içimdeki utanç duygusu zamanla hafifledi. Miran'ın sıcak sözleri ve gülümsemesi aklımda dolaşırken, kahvaltının tadını çıkardım.
Yemeği bitirdikten sonra mutfakta biraz daha zaman geçirerek kendime geldim. Miran'ın sözleri hala kulağımda çınlıyordu. Sonra, odama gidip birkaç derin nefes aldım. Aynanın karşısına geçtim ve kendime gülümsedim.
Kapı çaldığında içimden bir sıkıntı hissettim. Merakla kapıya doğru ilerledim ve açtığımda, karşımda Metin duruyordu.
"Beni nasıl buldun sen? Ne işin var burada?"
"Sen beni nikah masasında terk edip gittiğinin farkında mısın?
Gözlerim beline kaydı, neden bilmiyorum fakat orada gördüğüm silahla içimde bir korku duygusu dolmaya başladı.
Aslında kolay kolay bir şeyden korkan biri değildim, fakat silah sesinden hep korkmuşumdur...
"Sen beni nasıl orada bir başıma bırakıp gidersin? Buna nasıl cürret edersin Ekim?"
Bir saniye. Hikayenin suçlusu ben mi olmuştum? Bunu asla kabul edemezdim, aldatılan taraf bendim. Ve gitmemiştim, kaçırılmıştım. Yine de benimle böyle konuşmasına izin veremezdim.
Odanın ortasında durmuş, karşımdaki adamı izliyordum. Gözlerimdeki ateş, öfke ve hüzünle karışmış bir kararlılıkla doluydu. "Sen beni aldatmaya nasıl cürret ettiysen ben de öyle ettim," dedim, sesimdeki titreme hırsımı ve hayal kırıklığımı yansıtıyordu.
Adam karşımda duruyordu, yüzünde şaşkınlık ve pişmanlık ifadesi vardı. Gözlerimdeki bakışı onun kaçamak bakışlarına karşılık veriyordu. "Lan hani gerçekten evlenmiyorduk?" diye sordu, anlamaya çalışırken.
Keskin bir ses tonuyla cevap verdim: "Gerçekten evlenmiyoruz diye, nikah günü seni başka bir kadınla yatakta mı yakalamam lazımdı?"
Metin'in yüz ifadesi değişti, çok büyük bir suç işlemiş küçük bir çocuk gibi bakıyordu suratıma.
Ekim, ben..." diye başladı, ancak sözleri yarım kaldı. Ne söyleyebilirdi ki? Yapabileceği tek şey, bu karmaşık durumu açıklamaya çalışmaktı.
Başarısız olacağını biliyordum. En başından beri, böyle bir durumu açıklayamazdı.
Duraksadı birden, kaşlarını çattı. "Seni buraya kim getirdi? Sen buraya tek başına gelemezsin."
Arkada yavaş adımlarla ilerleyen adama çarptı gözlerim. Elleri cebinde, üzerinde ki lacivert takım elbise pantalonu ve gömleğiyle çok yakışıklı duruyordu.
Gözlerinde ki öfke o kadar kolay okunuyordu ki...
O öfkeye rağmen aşırı sakin durmayı nasıl başarıyordu bilmiyorum. Bu haliyle o kadar çekici duruyordu ki, düşmemek elde değildi.
Ben nasıl oluyorda bu kadar kısa bir sürede bu adama bu kadar hayranlık duymaya başlamıştım?
Metin'in arkasına vardığı sırada, sağ elini cebinden çıkararak parmağıyla tiksinir bir yüz ifadesi ile Metin'in omzuna iki kez dokundu.
Bu hareketi beklemediği için, arkasını dönen Metin sen de kimsin diye sorgulama yapmaya başlamıştı.
Sorgulamasını umursamadan Miran söze girdi. "Ben getirdim. Bir sakıncası mı var?"
"Sen kimsin de benim karımı buraya getirirsin lan?"
"Senin karın falan değil o. Ağzını topla." Hala elleri cebindeydi, o kadar sakin duruyordu ki. Gözlerinde ki alev alev yanan öfkeyi fark etmesem gerçekten sakin olduğuna yemin edebilirdim.
"Ekim benim karım. Evleneceğim kadın. Benim kadınım. Sen kim oluyorsunda bunu sorgulama hakkını kendinde buluyorsun?"
"Ecelin. Ecelinim ben senin."
İşte tam o an oldu olacaklar. Ellerini bile cebinden çıkarmadan, ondan daha kısa boylu olduğu için çok kolay bir şekilde yaptı yaptığını.
Kafasını hafif geriye atarak, Metin'in kafasının üzerine indirdi.
Acıdan inlemeye bile vakti olmayan Metin ise, bayılarak yere yığıldı.
Hatta, o kafadan sonra ölmüş bile olabilirdi.
Yine, aynı sakin tavrıyla, elleri ceplerinde, yerde yatan adamın üzerinden geçerek, arkada elinde telefon yavaş yavaş yürüyen Dilan'a döndü. "Diloş? Temizle şuraları."
"Güzelim, çok gecikmedik değil mi?"
Gözlerinde ki öfke yok olmuştu. Parlıyordu, o kadar güzel bakıyordu ki bana...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |