
Hayatta kaç kez aşık olur insan? Ve ya, hayatta kaç kez yenik düşer duygularına?
İçini yakıp kavuran duygulara, onu içten içe öldüren hislere, bedenini yorgun, ruhunu harap eden o illete kaç kez yenilir bir insan? Bir? İki? Bin? Bilmiyorum.
Bildiğim tek şey, hayatına giren her bir kişinin izler bıraktığı. Her bir yenilgi bir iz, her bir kişi, bir yenilgi...
İlk aşkın heyecanı, kalp atışlarının hızlandığı o anlar, gözlerinin içine bakarken dünyayı unuttuğun o saniyeler... Hepsi birer hatıra olarak kalır. Sonra bir gün, ansızın, o ilk büyük aşkın ağırlığını hissettiğin anı hatırlarsın. Belki bir şarkı çalar radyoda, belki bir sokaktan geçersin ve bir koku seni geçmişe götürür.
Belki de bir nikah dairesinde üzerinde gelinlik elinde sigara karşına çıkar...
Peki ya duygularına kaç kez yenik düşer insan? Bazen bir bakış, bazen bir dokunuş yetmez mi tüm duvarlarını yıkmaya? İçindeki fırtınayı dindiremeyen, gözyaşlarına hakim olamayan bir kalbin kaç kez kırıldığını kim sayabilir ki?
Ettiğin tüm yeminlere rağmen, verdiğin tüm sözlere rağmen, hayatını tekrar alt üst edebilir mi aşk?
Her aşkta, her yenilgide bir şeyler öğreniriz aslında. Kendimizi, karşımızdakini, hayatı... Belki de asıl mesele, kaç kez aşık olduğumuz ya da duygularımıza kaç kez yenik düştüğümüz değil, bu deneyimlerden ne öğrendiğimizdir.
Bir gün gelir, belki de hayatımızın en büyük aşkıyla karşılaşırız. Tüm yaralarımızı saran, bizi bizden daha iyi anlayan, kalbimizin derinliklerine dokunan o özel kişi...
Ben aşık oldum. Binlerce kez. Onu her gördüğümde, her adını duyduğumda, her kokusunu solduğumda. Ben binlerce kez aynı kadına aşık oldum. Aynı kadını sevdim.
Arkadaşlarıma, aileme, kendime binlerce kez anlattığım o kadın... O kadın, bu kadın desem kederimi, hüznümü, üzüntümü, gözlerimde ki yaşı ve senelerin acısını anlayacak kardeş yerine koyduğum insanların bile bu kadar sevilmez dediği o kadın.
Çalan telefon ile düşüncelerimden ayrılarak ekran ışığı yanıp sönen cihaza çevirdim bakışlarımı. "Efendim?"
"Neredesin sen? Ekim'de yok ve kulübe bile yok."
"Abi neredesin? Cevap verir misin? Kavga mı ettiniz?"
"Evet..."
"Lan gerizekalı kadınla kavga ettin diye kulübeyi niye yaktın?"
Dilan'ın konuşmasını daha fazla kaldıramayacak kadar kötü haldeydim. Telefonu yanımda ki kayalıklara bırakarak oturduğum nehirin sesini dinlemeye çalıştım. Sakinleşmem lazımdı. Saniyeler sonra kafama yediğim darbeden sonrası yoktu.
Gözlerimi açtığımda beyaz duvarlarla çevrili, antiseptik kokusuyla dolu hastane odasında yatıyordum. Yanımda, mahcup bir ifadeyle başımda bekleyen Dilan vardı. Hafızamda bir boşluk, kafamda sorular doluydu. "Ne oldu... Neden hastanedeyiz? Niye hiçbir şey hatırlamıyorum?" diye sordum, gözlerimi ona dikerek.
Dilan, hafifçe kızaran yanakları ve utangaç bir gülümsemeyle, "Şey, kafana tavayla vurmuş olabilirim..." diye itiraf etti.
Sinirle kaşlarımı çatıp, "Mal mısın sen? Ne istiyorsun lan benden?" diye çıkıştım. Gözlerindeki ateşle bana karşılık verdi: "Evi yakmışsın! Kız da yok!"
Sözlerindeki kızgınlık ve endişe, odanın soğukluğunu kırarcasına yankılandı. "Sana ne Dilan? Ev benim, kız benim. Sana ne oluyor?" diye karşılık verdim.
Dilan, gözyaşlarını tutmaya çalışarak, "Arda'yı dövdürmüşsün. Sevdiğim adamı dövdürmüşsün abi, sen şaka mısın ya?" dedi, sesi titriyordu.
Küçücük boyuna rağmen, bana hesap soran bakışlarıyla karşımda dimdik duruyordu. O an, gözlerinde bana karşı kızgınlığını hem de üzüntüsünü okuyabiliyordum. Fakat bana böyle duygular hissetmesine izin vermezdim.
"Bak Dilan," dedim sakinleşmeye çalışarak, "Mizgin senin aklınla oynuyor. Uyuyorsun resmen, saçma sapan insanlarla tanışıyorsun. Kendine gel."
Sözlerim, Dilan'ın yüzündeki ifadeyi daha da sertleştirdi. Gözlerinde bir an tereddüt belirdi ama hemen ardından kararlı bir ifadeyle, "Sen ne dediğinin farkında mısın? Mizgin kötü biri değil, senin sandığın gibi biri hiç değil. Ama sen... sen her şeyi mahvediyorsun," diye karşılık verdi.
Bir an sessizlik içinde kaldık. Söylediklerini sindirmeye çalıştm. Dilan'ın gözlerindeki öfke ve hayal kırıklığı, odayı doldurmuştu. Kız kardeşim bana ilk defa bu kadar sert bir şekilde karşı çıkıyordu ve bu canımı yakıyordu.
"Dilan," dedim daha yumuşak bir tonla, "Sadece seni korumak istiyorum. Yanlış insanlarla birlikte olmanı istemiyorum. Mizgin'in sana zarar vermesinden korkuyorum."
Dilan, gözlerindeki yaşları silerek, "Beni korumak istiyorsan önce kendini düzelt. Sen her şeyin merkezinde olamazsın. Kendi hatalarını gör. Mizgin bana zarar vermedi, senin bu tavrın zarar veriyor," dedi.
Sözleri birer bıçak gibi yaralıyordu beni. Eziliyordum lafları ile. Kardeşimin söyledikleri doğru olabilir miydi? Kendi koruma içgüdülerimle onu daha da uzaklaştırmış mıydım? Kendime itiraf edemediğim hatalarım mı vardı? Ekim... Ekim'ede aynısını mı yapmıştım?
Dilan, biraz yumuşayarak, "Abi, ben seni herşeyden çok seviyorum ama bu şekilde devam edemeyiz. Kendine çeki düzen ver. Her şey senin kontrolünde olamaz. İnsanların da bir hayatı var," dedi. "Senin dışında bir hayatları var."
Üzüldüğümü ve yaptığım hatanın yüzümden okunduğundan emindim. Dilan'da buna dayanamamış olacak ki bir kez daha beni çok sevdiğini söyleyerek sarıldı.
Ama hemen sonrasında aniden geri çekildi ve gözlerindeki öfke yeniden alevlendi. "Bir de Ekim'le olabilecek ilişkini mahvettin," dedi. "Ne yaptın kıza? Niye gitti? Ne saçmaladın yine?"
Ekim'in adı geçince içimde bir acı hissettim. "Ben sadece gitmesine izin verdim..."
"Gitti ha?" diye sinirle çıkıştı Dilan.
"Ekim harika biriydi ve sen onu da uzaklaştırdın. Kendi korkuların yüzünden benim hayatımı mahvettiğin yetmediği gibi kendi hayatını mahvediyorsun abi. Kendine gel abi, mutluluğunu çöpe atıyorsun."
"Bir gün bir başına kalacaksın abi, kimsen kalmayacak... Böyle devam edersen bir başına kalacaksın."
"Dilan, gerçekten üzgünüm," dedim sessizce...
"Öncelikle, insanlara güvenmeyi öğren," dedi Dilan, sesinde bir umut kırıntısıyla. "Ve kendi hatalarını kabul et. Ancak o zaman belki beni ve Ekim'i geri kazanabilirsin."
Dilan derin bir nefes aldı, sonra kararlı bir şekilde konuştu. "Abi, şimdi benim İstanbul'a gitmem lazım. Mizgin ile bir görevimiz var."
Bu yeni bilgi, kafamda yeni sorular oluşturdu.
"Ne görevi Dilan? Ne yapıyorsunuz siz?" dedim, şaşkınlık ve endişe arasında gidip gelerek.
"Detayları şimdi anlatamam," dedi Dilan, gözlerinde ciddi bir ifadeyle.
"Ama önemli bir şey. Lütfen bana güven ve karışma. Bu sefer gerçekten halletmem gereken bir iş var."
İçimdeki koruma içgüdüsü yine devreye girdi, ama Dilan'ın kararlılığına bakarak sessizce başımı salladım.
"Tamam. Ama dikkatli ol. Ne yaparsan yap, kendini tehlikeye atma."
Dilan'ın gitmeye hazırlandığını görünce içimde bir şeyler kopuyordu. Onun için hala endişeliydim. Birden aklıma eski bir anı geldi ve duraksayarak sordum, "Dilan... O kadını hatırlıyor musun?"
Dilan şaşkın bir ifadeyle bana baktı. "Sevdiğin kadın mı? Evet."
Derin bir nefes alıp cesaretimi topladım. "O kadın, Ekim..."
Dilan'ın yüzü bir anda değişti. Gözlerindeki şaşkınlık ve belki de hayal kırıklığı her şeyi anlatıyordu. "Ne? Ekim mi?" diye sordu, sesi titreyerek.
"Evet... Küçüktün sen. Nereden, nasıl hatırlıyorsun?"
"Ekim olduğunu bilmiyordum. Ama hatırlıyorum, evet..."
"Televizyonda Hanzade Holding'in sahibinin güzel torunu diye haber çıkmıştı. O günden beri birini takip ediyordun... O değil mi?"
"Evet..."
"Hatta, kızın gittiği tüm mekanları araştırıp satın aldın, kimse onu rahatsız etmesin diye. Her gün iş yerine çiçekler gönderiyorsun, her doğum gününde farklı farklı hediyeler... On üç yıldır bunları yapıyorsun, biliyorum. Farkındayım... Hatta, her İstanbul'a gittiğinde, gittiği her yerde yakınlarında bir yerde saatlerce onu izlediğini de biliyorum..."
Duraksadı bir an. "Bilmediğim tek şey, neden on üç yıldır karşısına çıkmadığın..."
Dilan derin bir nefes aldı ve devam etti, "Ona olan sevginin sınırı yok abi. Bunu biliyorum, görüyorum. Her yaz onun sevdiği şehirde tatil yaptığını, sadece onun kokladığı çiçekleri bahçene diktiğini, gittiği restoranlarda onun oturduğu masayı ayırtıp saatlerce orada vakit geçirdiğini de biliyorum."
Gözlerini kaçırarak, "Evet," dedim sadece. Gözlerim doluyordu farkındaydım... "Onun gülüşünü gördüğüm an, tüm dünyam aydınlanıyor. Sadece uzaktan bile olsa, mutlu olduğunu bilmek yetiyor bana."
Dilan gözleri dolu dolu, "Ve tüm bunları yaparken hiç karşısına çıkmadın, hiç seni fark etmesini istemedin. Neden?" diye sordu.
Adamın gözlerinde hüzün vardı, "Onun mutluluğu benim için her şeyden önemliydi. Kendi varlığımın onun hayatında bir yük olmasından korktum. Ama artık dayanamıyorum. Onu her gördüğümde, içimdeki sevgi daha da büyüyor. Onu orada öyle görünce... Dayanamadım."
Dilan gözlerinde kararlılıkla adama baktı. "Ne bekliyorsun o zaman? Aşkının peşinden git, abi. Zaman hızla akıp gidiyor. Onsuz on üç yıl geçirdin... İş işten geçmeden, aşk başınızdan geçsin."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |