
Çiftlik evine gelmem ile bir süre arabada oturdum. Gözlerim arabanın saatindeydi. Zaman ne çok yavaş geçiyordu... Oysa seneler çok hızlı geçmişti. Hayatımda değer verdiğim iki kadın için zaman çok hızlı geçmişti. Birine aşık olalı on üç yıl geçmişti. Diğerinin hayatına son vereli on dokuz yıl...
Bir anlığına aklım uzaklara gitti. Çok uzaklara...
19 yıl önce
"Ne işin var senin İzmir'de? Kendine gel Miran! Hemen geri dönüyorsun. Senin sorumlulukların var."
Cevap vermedim.
"Annem kapatıyorum ben. Araba sürüyorum, Ekim'e gitmem lazım." Bir an önce telefonu kapatma derdindeydim. Anneme laf yetiştirmeye çalışırken hem yola hem de navigasyona dikkat veremiyordum.
"Miran geri dön. Ekim, Ekim yedin kendini. Oğluum dön. Oğlum geri dön. Televizyonda gördüğün karının peşinden mi gidilirmiş! Nerede görülmüş? Nerede duyulmuş!"
Derin bir nefes alarak telefonu kapatmak için elimi uzattığım sırada elimin çarpması ile telefonun ayaklarımın altına düşmüştü.
"Hay sikeyim!"
Yoldan gözümü ayırmadan yakalamaya çalıştığım telefona ulaşamıyordum bir türlü. Önümde ve arkamda tır vardı. Dikkatli davranmaya çalışıyordum.
Ayağımı gazdan kaldırarak hızımı azaltırken yoldan gözlerimi ayırarak telefonu aramaya başladım. İlk hatam buydu. Telefonu bir türlü bulamıyordum. Hâlâ annemin sesi geliyordu ama telefonu göremiyordum bir türlü.
"Anne! Telefon düştü. Kapat, ben seni birazdan arayacağım," dedim.
Annemin sesi hala cızırtılı bir şekilde yankılanıyordu ama telefonu bulamamak sinirlerimi iyice bozuyordu. "Nerede bu siktiğimin telefonu!" diye öfkeyle söylendim.
Tam o sırada gözlerimi tekrar yola çevirdiğimde, önüme kırarak hızla yola girmeye çalışan bir araba olduğunu fark ettim. Devam edersem, çarpacaktım. Frene bassam, iki tırın arasında sıkışıp kalacaktım. Çünkü arkada ki bana çok yakındı.
Her şey çok ani gelişti. Kornaya basmaya başlamam ile durmasını bekliyordum fakat öyle olmadı.
Gözlerimdeki korku ve kalbimdeki çarpıntı, hızlı bir şekilde hatalar yapmama sebep oldu. Yan şeritte kimsenin olmadığını gördüğüm an kurtulmak için direksiyonu ani bir şekilde sağa kırdım. Yaptığım ikinci hata buydu...
Hızlı olmamında etkisiyle araba sağa savrulurken kontrolü sağlamaya çalıştım. Her şey bir an için yavaşlamış gibi geldi, adeta zaman durdu. Etrafımda ki her şey çok hızlı gelişirken ben sanki hareket etmiyor gibiydim.
Direksiyonu sıkıca kavrayıp, arabamın dengesini sağlamaya çalışırken, aniden karşıdan gelen bir aracın farlarını fark ettim. Hayatım böyle mi bitecekti?
Direksiyonu çevirsem de kaçamayacağımı biliyordum sanki. Gözlerimi sıktım. Yine de kurtulabilme ümidi ile direksiyonu çevirmek istediğim sırada öylece kalakalmıştım. Çünkü direksiyon dönmüyordu bile..
Ve olanlar o sırada oldu. Karşıdan gelen arabayla kafa kafaya çarpıştık. Büyük bir gürültü ve şiddetli bir sarsıntı yaşadım. Her şey bir anda karanlığa büründü, zaman ve mekan algım tamamen kayboldu. Gerisi yoktu...
Kendime geldiğimde, dayanılmaz bir acı içindeydim. Bacaklarım sıkışmış, hareket edemiyordum. Göğsümde keskin bir ağrı, nefes almakta zorlanıyordum.
Etrafıma bakmaya çalıştım, ancak her şey sisli ve bulanıktı. Ters duruyordum galiba, takla mı atmıştı araba? İçi darmadağındı; hava yastıkları patlamış, camlar kırılmıştı. Panik içinde ellerimle kendimi kontrol etmeye çalıştım, ama her yerim acıyordu. Kolumu bile kaldıramıyordum.
Bilincim tekrar kapanacak gibi oldu, ancak acı beni bir kaç dakikalığınada olsa uyanık tutmuştu.
Uzaktan gelen sesler duyuyordum. İnsanların bağırışları, bir kadının çığlıkları, bir adamın "Ambulans çağırın!" diye haykırışı kulağıma çalınıyordu. Burada ölemezdim...
Gözlerimi aralayıp, yardım etmeye çalışan birkaç kişiyi gördüm. "Yardım edin, buradayım!" diye bağırmaya çalıştım ama sesim kendi kulaklarıma bile zor geldi. Hatta çıktığından bile emin değilim. Birisi kapıyı açmaya çalışıyordu belki yine de duymuştu... Böyle bitemezdi. Burada ölemezdim...
Her nefes aldığımda, göğsümdeki acı daha da artıyordu. Bacaklarımın altında bir ağırlık hissettim, sanki bir şey üstüne devrilmişti. Beni kurtarmaya çalışan biri, "Sıkışmış," diye bağırdı.
Kırık camların arasından, biri elleriyle cam parçalarını temizlemeye çalışıyordu. Acı içinde kıvranıyordum, her hareketleri daha fazla acı veriyordu. "Çok acıyor," diye inledim. Ellerimle bacaklarımı hissetmeye çalıştım ama bacaklarım hissizdi.
Bir süre sonra, ambulans sirenlerinin sesi yaklaşmaya başladı. Kurtulabilirdim. Evet, derin nefesler ile sakinleşmeye çalıştım. Kurtulmalıydım... Ona gitmeliydim.
"Kesin şu kapıyı, acele edin!" diye biri bağırdı. Keskin bir metal sesi duydum, kapıyı açmaya çalışıyorlardı.
Her hareketleri, her kesme işlemi, bana daha fazla acı veriyordu o anların acısıyla gözlerim kapandı. Daha fazla dayanamadım.
Bir ara, gözlerim tekrar açıldığında, dışarıdaki kargaşayı görebildim. Ambulans ışıkları yanıp sönüyordu ve bir adamın sesi kulaklarımda yankılandı: "İki ölü var diğer arabada! Bir de bebek var!" Bu sözler içimde bir ürperti yarattı. Ben mi sebep olmuştum buna...Daha fazla acı hissederken, gözlerim yaşarmaya başlamıştı. Bilincim yeniden kapanmaya başladı.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Gözlerimi açmaya halim yoktu, açamıyordum. Bir takım sesler duyuyordum fakat anlamıyordum..
Arabadan çıkarılıp sedyeye yatırıldığımı hissettim. Boynuma destek koydular ve acilen ambulansa aldılar. Her hareketlerinde ağrıdan acıdan canım çıkıyordu sanki, vücudumun her yeri sızlıyordu. Bilincim tekrar kapanmaya başladı, ancak bu sefer acıyla dolu bir uykuya dalar gibiydim.
Ambulans hızla hastaneye giderken, yanımda oturan sağlık görevlisi, "Derin nefes al, burada kal," diyordu.
Ama her nefes alışımda, göğsümdeki acı beni sersemletiyordu. Bilincim ara sıra kapanıyordu, her açıldığında farklı bir acıyla yüzleşiyordum. "Hastaneye yaklaşıyoruz, dayan!" dediklerini duydum, ama artık dayanacak gücüm kalmamıştı.
Gözlerim kapanırken, duyduğum son şey sağlık görevlisinin panikle "Durumu kritik, hemen ameliyathane hazır olsun," demesiydi.
Ambulansın sirenleri kesildiğinde, ben artık acının içinde kaybolmuştum. Zaman ve mekan algım tamamen silinmişti. Hastaneye ulaştığımızda, acil servisin parlak ışıkları altında hızla sedyeyle içeri taşındım. Sağlık görevlilerinin telaşlı adımları ve yankılanan sesleri, etrafımı saran bulanık bir uğultuya dönüşmüştü.
"Hemen ameliyathaneye alalım," diye bir ses duydum, ardından bir başka ses, "Kalp ritmi düşüyor, acil müdahale gerekiyor!" dedi.
Gözlerimi açmaya çalıştım, ama sanki göz kapaklarım kurşun gibi ağırdı. Göğsümdeki acı daha da derinleşmişti, her nefes alışı bir mücadele haline gelmişti.
Bir an için bilincim açık kaldı ve etrafımda beyaz önlüklü insanların koşuşturduğunu gördüm. "Bu ne zaman bitecek?" diye düşündüm. O sırada bir doktor, "Bacaklarda ciddi ezilme var, iç kanama olabilir," diye bilgi veriyordu. Başka biri ise, "Travma ekibi hazır mı? Acil müdahale gerek," diyordu.
Gözlerim yeniden kararmaya başlarken, birkaç kısa anı hatırlayabildim. Parlak ameliyathane ışıkları altında, üzerimde eğilmiş doktorlar, çabuk çabuk yapılan müdahaleler. Bir hemşire koluma iğne batırdı, damar yolu açıyordu. İçimdeki acının yanı sıra, vücuduma yayılan soğukluğu hissettim.
Ameliyat başladığında, bilincim tamamen kapanmıştı. Derin bir karanlığa gömüldüm, zaman kavramı tamamen yitip gitti.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum, ama gözlerimi açtığımda loş bir hastane odasındaydım. Her yerim sargılar içinde, bacaklarım alçıya alınmıştı. Etrafımdaki makinelerin monoton sesleri kulaklarımda yankılanıyordu. Göğsümdeki ağrı hala vardı, ama bu sefer dayanılabilir bir seviyedeydi.
Yanımda oturan bir hemşire, gözlerimin açıldığını fark edip gülümsedi. "Merhaba, nasılsınız?" dedi. Sesinin sakinliği beni biraz rahatlatmıştı. "Ne oldu?" diye fısıldadım, konuşmak bile zor geliyordu.
"Geçirdiğiniz kaza sonrası ciddi yaralanmalarınız var. Ama merak etmeyin, şimdi her şey yolunda," dedi hemşire. "Şu an yoğun bakımdasınız. Birkaç gün daha burada kalmanız gerekecek."
Zihnim yavaş yavaş berraklaşmaya başlarken, kazanın dehşeti yeniden zihnimde canlandı. Karşı arabada ölenler vardı. Bir bebek vardı. Aklıma gelen ilk şey bu olmuştu. Bunu duyduğumu hatırlıyorum... "Diğer araba... onlara ne oldu?" diye sordum, sesi titreyen bir merakla.
Hemşire yüzündeki gülümsemeyi korumaya çalıştı ama gözlerindeki üzüntü belirgindi. "Düşünmeyin siz bunları. İyileşmeye bakın..."
"Ne zamandır buradayım ben? Dün geceydi değil mi?"
"Miran bey, iki aydır yoğun bakımdasınız..."
Kalbimde ağır bir yük hissettim. Dile kolay iki ay... Gözlerim doldu, nefesim tıkanıyordu, bir çift el boğazımda, beni boğmaya çalışıyormuş gibi hissediyordum.
"İki ay mı.." diye fısıldadım, gözlerimden süzülen yaşlar yastığa damlarken. İçimde büyüyen suçluluk ve keder dalgası, bedenimi sarsıyordu. Benim yüzümdendi. Bir telefon uğruna katil mi olmuştum? Hayır. Yanlış hatırlıyor olmalıyım... Ölmemişlerdir. O an ki bilinç kayıplarım yüzünden yanlış hatırlıyordum kesin.
Gözlerimi kapatıp, kazanın dehşet anlarını yeniden yaşadım. Direksiyonu sağa kırışım, farların gözlerimi kamaştırması, çarpışmanın korkunç sesi... Ve ardından duyduğum o sözler... Kahretsin. "İki ölü var! Diğer arabanın arkasında bir bebek var!"
İçimde tarifsiz bir acı yükseldi. O iki insanın hayatı, bir anlık dikkatsizliğim yüzünden son bulmuştu. Ben iki insanın katili mi olmuştum... Ben katil olmuştum.
"Bebek," diye fısıldadım, sesim kırık ve zayıf. "Bir bebek vardı sanki..." Hemşire nazikçe elimde ki serumu kontrol ederken, gözlerinde anlayış ve şefkatle. "Kendinizi suçlamayın," dedi yumuşak bir sesle. "Kaza bu, herkesin başına gelebilir..."
"Bebek nasıl? Ölen kim? Lütfen bana bir bebeğin katili olduğumu söylemeyin..."
"Miran bey... Kendinizi bunları düşünerek üzmeyin. İyileşmeniz lazım..."
Ama onun bu sözleri, içimdeki kederi hafifletmeye yetmiyordu. Gözlerimi kapattım, o iki kişinin yüzlerini hiç görmemiş olsam da, onların sevdiklerini, geride bıraktıkları acıyı düşündüm. Bir daha asla geri gelemeyecekleri gerçeği, yüreğime hançer gibi saplanıyordu.
Hastane odasının sessizliğinde, sadece makinelerin monoton sesi ve içimdeki acının yankıları vardı. O an, hayatta kalmış olmamın bir anlamı olup olmadığını sorguladım. Bu ağır suçluluk duygusuyla nasıl yaşayabilirdim? Nasıl devam edebilirdim? Bilmiyordum.
"Onları geri getiremem," diye mırıldandım, gözyaşlarımın kesilmediği bir anda. "Ama bu hatayı nasıl telafi edebilirim?" Kendime sorduğum bu soruya bir cevap bulamıyordum. Tek bildiğim, bundan sonra attığım her adımda bu kayıpların ağırlığını taşıyacak olmamdı.
Hastane odasında geçirdiğim ilk günlerin ardından, yoğun bakım ünitesinden çıkarıldım ve bir dizi ameliyat ve tedavi süreci başladı. Yaralarım yavaş yavaş iyileşirken, doktorlar bacaklarımdaki ezilme nedeniyle uzun bir fizik tedavi sürecine ihtiyaç duyacağımı söylediler.
Her gün, hemşireler ve doktorlar tarafından sabahın erken saatlerinde uyandırılıyor, farklı testler ve tedavi süreçleriyle karşılaşıyordum.
İlk başlarda sadece yataktan kalkmaya çalışmak bile büyük bir mücadeleydi. Vücudumun her yerinde ağrılar vardı ve en küçük bir hareket bile dayanılmaz acılar veriyordu.
Fizik tedavi seansları başlamıştı. İlk birkaç hafta sadece kaslarımı yeniden harekete geçirmek için basit egzersizler yapıyordum.
Kaslarım zayıflamıştı ve her hareket büyük bir çaba gerektiriyordu.
Fizik terapistim, her gün yeni egzersizler ve hareketlerle beni zorlamaya devam ediyordu.
Bu süreçte, aileme ulaşmaya çalışıyordum. Ancak telefonla aramalarım genellikle cevapsız kalıyor, mesajlarıma yanıt alamıyordum.
Annemin sesi kazadan hemen önce kulaklarımda çınlamıştı, ama şimdi o sesi duymak neredeyse imkansızdı. Her denememde başarısız olduğumda içimdeki yalnızlık daha da büyümeye başlamıştı.
Bir başıma hastane köşelerinde koridorlarında tekerlekli sandalyemle dolaşırken, diğer hastaların ziyaretçileriyle mutlu anlarını görmek, içimdeki boşluğu büyütüyordu.
Fizik tedavi sürecim aylarca sürdü. Her gün yeni bir zorlukla karşılaşıyor, acıyla başa çıkmaya çalışıyordum. Bazen pes etmek, her şeyden vazgeçmek istedim.
En kötü günlerimi yaşıyordum belki de, her sabah uyanma, devam etme, savaşmam için tek bir sebep vardı... Ekim.
Eğer yaşayacaksam sadece onun için yaşamalıydım artık... Her şeyimin tek sebebi o oydu artık. Umutlarım vardı. Herkes bana sırtını dönsede... O dönmezdi.
Henüz tanımadığım birine karşı ne kadar bu kadar emindim? Bilmiyorum. Yalnızlığım her geçen gün daha da derinleşiyordu. Aileme ulaşmaya çalıştıkça, başarısızlığın getirdiği çaresizlik beni tüketiyordu.
Ekim'e ulaşmam lazımdı. Daha fazla uzatmamın bir anlamı yoktu, onunla tanışmam onu hayatıma sokmam lazımdı... Kendimi onun kollarında olmanın huzuruna teslim etmem lazımdı.
Haftalar geçti aradan. Ailemden kimin numarasını tekrar tekrar ararsam arıyayım, karşı taraftan sadece uzun bir çalma sesi duyuluyordu her seferinde. Ardından otomatik sesli mesaj sistemi devreye giriyordu. "Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor, lütfen bip sesinden sonra mesaj bırakın." Mesaj bırakacak gücüm bile kalmamıştı, telefonu kapattım.
Hiçbir şey içimdeki boşluğu dolduramıyordu. Her gece, yalnız başıma yatakta uzanırken, kazanın dehşeti ve kayıpların acısı yeniden zihnimde canlanıyordu.
Gözlerimi kapattığımda, o çarpışmanın sesini, karşı arabadaki insanların yüzlerini hayal ediyordum. Suçluluk duygusu, acı ve yalnızlık iç içe geçmişti. Öldürüyordu beni.
Fizik tedavi sayesinde bacaklarımdaki güç yavaş yavaş geri geliyordu. İlk adımlarımı attığımda, gözlerim dolmuştu. Bu küçük ilerlemeler, içimde bir umut ışığı yaksa da yalnızlık o ışığı söndürüyordu.
Tam tamına 5 haftadır buradaydım. Yoğun bakım sürecimi saymadan...
Her yeni gün, hem fiziksel hem de duygusal bir savaş haline gelmişti artık.
Savaşıyordum. Pes ediyordum. İnancımı kaybediyordum. Saatler sonra tekrar savaşıyordum... Artık bedenimin kontrolünü bile kaybetmiştim.
Yalnızlık, acı ve suçlulukla başa çıkmaya çalışırken, kendimi yeniden bulmaya, hayata tutunmaya çalışıyordum.
Bir sabah, yatağımda otururken ve fizik tedavi programımın o günkü aşamasını düşünürken, odanın kapısı yavaşça aralandı.
Başımı çevirdiğimde, karşılaştığım yüz kalbimi duracak gibi yaptı. Kapıda, yüzünde hem endişe hem de derin bir korkuyla kan kardeşim Boran duruyordu.
"Miran!" diye haykırdı, gözleri dolmuştu. Gözlerimden akan yaşlar, içimde biriken tüm duyguların dışa vurumu oldu. Boran, hızla yanıma geldi ve sarıldı.
"Kardeşim, seni bulabildim sonunda," dedi, sesi titreyerek. O an, yalnızlığımın son bulduğunu ve yeniden bir umutla dolduğumu hissettim.
Yalnızlığım son bulmuştu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |