
Bir kaç dakika içinde her şey gelişmişti. Zaten Mizgin'e ulaşmak neredeyse imkansızdı; yanında ki telefonu asla açmazdı. Dilan da cevap vermiyordu.
"Elzem uçak ayarlıyor kardeşim. Eliz? Güzelim, biz İstanbul'a gidiyoruz. Dilan'ın iyi olduğundan emin olmamız lazım." Boran'ın sevgilisi sadece başını sallayarak "Bizi haberdar et," demişti. Aramızda sakin olan tek kişi oydu. Ekim'in bile korkudan elleri titriyordu. Gözlerinde endişe vardı. Benim güzel kelebeğim...
"Miran, onu bulmadan gelme. İyi olduğundan emin olmadan gelme."
"Söz, kelebeğim."
Hızla çiftlik evinden çıkarak kapının önünde ki arabaya bindik. Yol boyunca Boran, Dilan'a ulaşmaya çalışıyordu. Kaç kez aramıştı? Kaç mesaj atmıştı bilmiyorum. "Cevap yazdı!" İçimde bir umut belirmişti. Küçüğüm iyi miydi? Ona bir şey olmasını kaldıramazdım.
Yola konsantre olmaya çalışıyordum fakat aklım Dilan'daydı. Başka bir şeye dikkatimi veremiyordum.
"İyi mi?"
"Dilan'ım iyi mi?"
"Dilan iyi mi lan?"
"Mizgin yazıyor..."
"Hay sikeyim!" demem ile ellerimin altında ki direksiyonu sıkıyordum. arabayı havalimanına gelişi güzel park ettim. Arka kapıya yakındık. Hızla ikimizde kapıya koşmuştuk. Elzem'in özel uçağı olduğu için ne pasaportla uğraşmıştık ne kontrolle. Geçmek bilmeyen iki dakika sonunda uçak kalkmıştı.
Boran'ın uçak korkusu vardı. Derin nefesler alıp veriyordu. Korkuyordu fakat Dilan için olan korkusu dahada yoğundu ve uçak korkusunu yeniyordu. "iyisin değil mi? Kalp krizi falan geçirme sakın."
"Yok, iyiyim merak etme. Gerginim, aklım Dilan'da..."
Elindeki telefonla birine hızlıca mesaj yazıyordu, parmakları adeta ekranda uçuyordu. Telefonu o kadar yoğun bir şekilde kullanıyordu ki, hiçbir şey anlatmıyordu. Arka planda telefonunun sesi durmaksızın titreşiyordu, ama o sadece yazmaya devam ediyordu. İçimdeki endişe her geçen saniye daha da büyüyordu. Boran'ın yüzünde karışık bir ifade vardı; bir yandan konsantre olmuş bir şekilde mesaj atarken, diğer yandan cevap alamamanın verdiği gerginlik ve öfke gözlerinden okunuyordu.
"Ne yazıyor, Boran? Neler oluyor?" diye sormaktan kendimi alamadım. O an her şey belirsizlikle doluydu ve Boran'ın telefonuyla olan bu yoğun iletişimi beni daha da tedirgin ediyordu.
"Mizgin yazmış. Boran abi iyi geceler. Mizgin ben, Dilan uyuyor yazmış. Uyandır dememe rağmen derin uykusu var yazmış. Sanki kardeşimin uykusunu bilmiyordum ben, bana laf yazıyor."
"Dilan'ın mı derin uykusu varmış? Güldürme beni. Odasında yürüyen karafatmanın sesine uyanır o..."
Olumlu şekilde kafa salladı.
"İçimde kötü bir his var." dememe "Benimde..." diyerek beni onaylamıştı. "Kesin o piç yanında. Ya kıza bir şey yaparsa? Ulan benim salak kafam. Ne diye gitmesine izin verdim ki?"
Derin bir nefes alarak "Sakin ol. Suçlama kendini. Al bak mesajlara ," diyerek telefonunu uzattı.
Mizgin Dilan'ın telefonundan yazıyordu. Fakat bu imkansızdı. Dilan mesleği gereği her şeyi düşünen biriydi. Her uygulamasına ayrı şifre koyuyordu. Telefonunun şifresi otomatik olarak her gün değişiyordu. Kendi belirlediği on şifre arasında değişiyordu. Güvenliğine aşırı dikkat eden biriydi ve bu durumda Mizgin'in Dilan'ın şifresini bilmesi imkansızdı.
Boran'ın "Sikeyim! Kıza ilaç vermişler!" dediği anda beynimden vurulmuşa döndüm. Sanki dünya aniden durdu, tüm sesler kesildi. Kafamın içinde bir uğultu vardı, kulaklarımda yankılanan Boran'ın sesi, beynime saplanan bir bıçak gibiydi. Bu acı ve dehşet bir arada, bedenimi adeta felç etmişti.
Gözlerim doldu, nefes almakta zorlanıyordum. Kalbim göğsümde çılgınca çarpıyordu, her atışı acı veriyordu. Dilan'ın başına gelebilecekleri düşündükçe, içimdeki korku ve çaresizlik büyüyordu. Bu kadar savunmasız hissettiğim başka bir an hatırlamıyordum. Bir yandan öfke, diğer yandan korku içimi kemiriyordu. Mizgin'e duyduğum öfke, Dilan'a olan sevgimle birleşerek içimde bir volkan gibi patlamaya hazırdı.
İçimde hâlâ bir suçluluk ve öfke vardı."Koruyamadım, Boran," dedim hüzünle. "Senelerdir gözümden sakındığım kızı koruyamadım."
Boran sakin bir sesle, "Dur oğlum sakin ol. Hadi indi uçak," dedi. Ama ben içimdeki öfkeyi bastıramıyordum.
"Senelerdir gözümden sakındığım kızı koruyamadım!" diye çıkıştım. "Nasıl bu kadar savunmasız bıraktık onu?"
"Koş lan arabaya! Hemen gidelim aç konumu. Tuvalete kitledi kendisini ama hızlı olmamız lazım."
Konumu hızla telefona girdim. "7 dakika var diyor..." Boran'ın bana fırlattığı anahtarı yakalayarak şöför koltuğuna oturdum. Bu yolu ben üç dakikada giderdim. Bunu oda çok iyi biliyordu. Tüm dikkatimi yola vermiştim bu sefer. Önümde ki arabalara makas atarak hızla ilerleyebiliyordum. Fakat aklım kız kardeşimdeydi. Dilan'daydı. "İyi mi? Ne yazıyor?"
"Bas gaza! İyi değil. Üşüyorum diyor. Galiba ilaçta değil uyuşturucu vermişler..."
Kafamda telefonda duyduğum sesler yankılandı. Uyuşturucu krizine girmez değil mi diye sorgulamışlardı.. "Boran, Elzem'e söyle. Mizgin'i bulsun bana. Yerin dibindede olsa Mizgin'i bulsun."
Olumlu bir şekilde kafasını salladı. Dilan'ı alalım. Sonrasını hallederiz diyerek parmağını uzatarak karşı yolda bulunan bir oteli gösterdi. "Şurası. Part et hemen kavşaktan dönmekle uğraşma demesi ile kaldırıma çıkarak hızla arabayı terk ettim. Arkamdan geliyordu.
"2. Kat, odayı hatırlamıyor." diye söyleniyordu.
Kavsağı geçerek otele girdik. Danışmada bulunan kadına ilerledim. Boran asansöre doğru ilerliyordu. Elimi arka cebime attım cüzdanımı çıkardım.
Kafamı sağa sola çevirip kimse olmadığından emin olarak cüzdanı açıp içinde ki rozeti danışmada bulunan kadına gösterdim. Sibel. Yakalığında adı yazıyordu.
"Dilan İpekoğlu ve ya Mizgin Erçınar adına tutulmuş oda numarasını verebilir misiniz bana Sibel hanım?"
"Otelimizin güvenlik nedenleri dolayıyla..."
Tek kaşımı kaldırarak rozeti daha iyi görmesini sağlayarak elimi kaldırdım. "Duymadım oda numarasını tekrarlar mısınız?" Demem ile kadının gözleri açıldı. "Hemen bakıyorum." Bir kaç saniye sonra önündeki bilgisayardan gözlerini ayırarak bana çevirdi. "243 numara efendim."
Tek tek odaları aramaya hazır olan bir adam vardı yanımda. Yanına ilerlediğimde "odaları arayalım. İlla ki birinde. Tuvalette saklanıyor kapıyı kilitlemesini istedim."
"243."
"Ona bir şey olduysa var ya. Dünyayı dar ederim Mizgin'e...."
"243." Diye tekrarladım bir kez daha. Beni dinlemiyordu bile.
Asansör sonunda gelmişti. İkimizde hızla bindiğimizde elimi uzatıp ikinci katın düğmesine bastım. Yavaş yavaş kapanan kapılar ile içimde ki sıkıntı büyüyordu. Onu ne halde bulacağımızı bilmiyordum.
Asansörün durması ile gördüğü ilk kapıya doğru yönelen adamın kolundan tutarak gitmesinş engelledim. "Noluyor lan yürüsene Dilan'ı bulalım.."
"243!"
"Şerefsiz piç 243 ne? İki saattir 243 243."
"Oda numarası beynini siktiğimin puştu. Yürü!"
Hızlı adımlarla ondan uzaklaşıp odayı aramaya koyuldum 235...236...
Geliyorum güzelim. Canını yakanların canını almaya geliyorum.
Küçüğüm... Elinden ailesini çaldığım güzel kızım. Uğruna ömrümü feda ettiğim, canımdan sakınıp gözümden koruduğum küçüğüm. Gözyaşına dünyayı yakabileceğim güzel kızım.
240...
Neler yaptılar sana? Kim cürret etti? Kim el sürdü? Benim güzel bebeğim. Nasıl izin verdim ben buna? Sikeyim. Nasıl izin verdim canını yakmalarına. İyi ol Dilan. Yalvarırım. Benim senden başka kimsem yok. On dokuz yıldır senden başka yoldaşım yok...
243.
Boran kapının kolunu indirdi hızla. Kilitliydi. "Sikeyim. Kartı istemeyi unuttum..." Boran geri yürüyerek kapıyı kırmaya çalıştı üç deneme sonunda iri cüssesine dayanamıştı zaten kapı.
Geldim küçüğüm.
"Miniğim?" Demesi ile tuvaletlere yöneldi Boran.
Küçüğüm...
Otel odasında gözlerimi gezdirdim. O kadar dağınıktı ki. Savaş çıkmış gibiydi. Pencereye yakın bir köşede Dilan'ın dapılmış valizi vardı. Valizinin hemen yanında küçük yeşil çantası ve boşaltılmış cüzdanı. Eğilerek cüzdanını elime aldım. Mesleki kimliği ve kendi kimliği yoktu...
Cüzdanda bıraktıkları sadece Dilan İpekoğlu adına kullandığı sahte kimlikti. Gerçek kimliğini saklamak için kullandığı isim... Banka kartları ve tüm parası etrafraydı. Kim küçüğüme ne yaptıysa para için yapmamıştı.
"Hadi lan. Hastaneye sürelim..." diyerek kucağında Dilan'ın baygın bedeniyle çıktı Boran.
Yutkunarak Dilan'ın bedenini izledim sadece.
"Koruyamadım... Küçük kızımı koruyamadım. Koruyamadık Boran. Bir kızı koruyamadık."
"Kendimizi suçlamanın sırası değil Miran. Yürü. Hastaneye gidiyoruz en yakın hastaneyi bul."
Olumlu şekilde kafamı salladığım sırada gözüm yatağa ve üzerinde ki kan lekesine çarptı gözüm. Hayır. "Lan!" Bağırmamın sonucu kafasını baktığım yere çeviren Boran'da donup kalmıştı. "Ne yapmışlar bizim miniğimize..."
Bulacaktım. Kılına zarar verenleri bulacağımız Dilan. Kendi kanlarında boğucam onları. Ölmek için yalvaracakları hale getiricem. Söz küçüğüm, canını yakanların canını alacağım.
Hızla odadan çıkan Boran'ı takip etmeye başladım. Otelden ayrılıyorduk. Dilan'ı hastaneye yetiştirmemiz lazımdı.
Sinirden elledim titriyordu. Kalbim sıkışıyordu, aldığım her nefes ciğerimi yakıyor, verdiğim her nefes söküyordu. Adeta sinirden bedenimin sıcaklığının arttığını bile hissediyordum.
Arabaya yaklaştığımızda Boran'ın aç arka kapıyı demesi ile arkaya yöneldim. "Sen sür. Ben iyi değilim..." diyebilmiştim sadece.
"Geç arkaya yanında kal."
Arabanın arka koltuğuna oturduğumda Boran Dilan'ı kollarıma verdi.
Gözlerimden akmaya başlayan yaşlar ile alnına bir öpücük bıraktım.
"Geçecek küçüğüm. İyi ol, yalvarırım iyi ol..."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |