
Hyunjin - Love Untold
''Lee Felix sen misin?'' Açık kahverengi saçları olan muhafızın sesi Felix'in yerine sinmesine neden olmuştu.
''Evet?'' dedi Felix de sorar gibi, kafası karışmıştı.
''Arşivden dosya çalma suçundan dolayı gözaltına alınıyorsun.''
Felix soğuk terlerin sırtından aşağıya doğru süzüldüğünü hissetmişti. Çalmak mı? Gözaltına alınmak mı?
''Ne?'' Ağzından çıkanın bile farkında değildi şu an. Dili damağı kurumuştu ve bundan daha fazla konuşabileceğini de sanmıyordu.
Diğer muhafız belindeki kemerden kelepçeleri çıkardı. Metalin şıngırtısı çok uzaktan geliyordu Felix'e, tutuklanıyordu şu an ama muhafızların görüntüsü dalgalıydı. Çığlık atmak, ben suçsuzum demek istiyordu ama ağzını açamıyordu bir türlü. Ağzı aralansa bile kelimeler yukarıya gitmiyordu boğazından, boğazındaki yumru bunu engelliyordu. Ellerine değen metalin soğuğuyla döndü gerçekliğe. İki yanındaki muhafızlardan biri elini omzuna koydu Felix'i ilerletmek için. Onlar destek olmazsa hareket bile edemiyordu.
Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama kafasının içinde Jisung'u bul feryadı yükseliyordu. Beyni tüm çalışma fonksiyonlarını durdurmuş sadece Jisung'u bulmaya proglamlanmıştı o an. O da bir muhafızdı, neler olduğunu, Felix'in neden götürüldüğünü biliyor olabilirdi. Jisung'u bul.
''Beni neden götürdüğünüzü söyler misiniz?'' Korkudan kuruyan boğazı yüzünden çatallı çıkmıştı sesi. Öksürme ihtiyacı hissetti ama yutkunmaya bile korkuyordu şu anda.
''Arşivden çalınan dosyanın şüphelileri arasında yer alıyorsunuz.'' Sorusunu yine açık kahverengi saçları olan muhafız cevaplamıştı.
Felix hala neden götürüldüğünü, nasıl şüpheli olduğunu anlayamıyordu. Kendine sakin olması gerektiğini telkin etti. Birazdan korkudan bayılması çok olasıydı. Daha önce geçmediği koridorlardan birine gelip Felix'e sonu yokmuş gibi gelen spiral merdivenden aşağıya inmeye başladılar. Burası da aslında sarayın gizli geçitlerinden biriydi. Tutuklular sarayın altında yer alan zindanlara buradan götürülüyorlardı.
Merdivenler bitince rutubetli, taş zemin bir oda çıktı karşılarına. Demir parmaklıklar ve toprak duvarla ayrılmış hücreler vardı odanın dört bir duvarında da. Bu hücreleri görmek Felix'in yol boyu zorla sakinleştirdiği kalbinin tekrar korkuyla atmaya başlamasına sebep olmuştu. Öyle ki artık saç köklerinden bile terler dökülüyordu. Odadaki hava nem yüzünden zaten ağırdı, üstüne Felix hızlı nefes alıp verdiği için boğuluyordu şu an. İki yanındaki muhafızlar onu ilerletip boş hücrelerden birine soktular. Ellerindeki kelepçenin kilidi çözülürken üzerine kapanan demir parmaklıklı kapının kilidi çevrilmişti.
Sen sadece kütüphanede çalışıyorsun, sana sorular soracaklar. Bu yüzden götürülüyorsun. Kelepçeler de sadece protokol gereği takıldı. Suçlu değilsin, hiçbir şey çalmadın. Bunu biliyorsun. Önemli olan da bu. Gidip kendini açıklayacak ve sonra da odana döneceksin.
Ancak hiç de düşündüğü gibi olmadı.
Kahverengi saçlı muhafız Felix'in gözlerinin içine baktı. ''Mareşal Han birazdan seni sorgulamaya gelecek, o zamana kadar burada bekleyeceksin.'' Zorunda olmadıkları halde Felix'i rahatlatmak için ona durumu açıklıyorlardı. Felix, aklı başında olsa minnetle teşekkür ederdi ama sadece kafasını sallayabildi.
''Sakinleş, kendine zarar vermek istemezsin.'' dedi sarı saçlı olan diğeri de.
Onların bu davranışı aklına Jisung'un söylediklerini getirdi. Önemli olan hissetmek değil düşünmekti bu sarayda. Öyle hissetmesen bile karşındaki kişiyi düşünmeliydin zor da olsaç Yozlaşmanın önüne geçecek şey buydu. Ancak saraydaki çoğu kişi hissedemediği için düşünmesi gerektiğinin de önemli olduğunu sanmıyordu.
Felix ellerini gri saçlarından geçirip yavaşça hücrenin içinde volta atmaya başladı. Hücrenin içi toprak duvar yüzünden daha da boğucuydu ve sanki üzerlerinde bir ton su varmış gibi asla kesilmeyen bir su şıpırtısı yankılanıyordu. Sanki ne zamana kadar buna dayanıp delireceğini ölçmeye çalışıyorlardı.
Merdivenlerden ayak sesi gelince o panik yine doldu içine. Başını basamaklara çevirince gölgelerin içinden Mareşal dedikleri adam olduğunu düşündüğü uzun boylu ve geniş omuzları olan biri çıktı. Yüzü bir yerlerden tanıdık geliyordu ama daha önce karşılaşmadığına da emindi. Üzerinde diğer muhafızlarda da olan üniformadan vardı. Tek farkıysa omuzlardan dökülen pelerini ve pelerinin bağlı olduğu apoletlerindeki nişanlarıydı. Göğsünde de bir sürü arma, nişan ve madalya vardı.
Mareşal, Felix'in hücresinin başına gelince Felix onu çıkaracağını düşünmüştü ama adam kapıya doğru hareketlenmedi bile, sadece orada dikildi. Gözlerinin en içine dikti bakışlarını. Belki de iradesini kırmak için yaptığı bir güç yarışıydı bu. Mareşealin ardındaki gölgeler hareketlenince bakışlarıyla oraya kaydı Felix'in. Prens kanatlarını arkasında toplarken çıkan rüzgar odayı aydınlatan meşalelerin ışığını dalgalandırmıştı ve haraket eden ışıkta gölgelenmiş yüz hatları normalden daha derin ve keskin görünüyordu. Felix adım seslerini bile duymamıştı onun, ormanda avlanan bir orman elfi gibiydi aynı şu an. Bakışları da hedefine odaklanmış gibi keskindi. Odağındaki kişiyse Mareşaldi.
''Merhaba delikanlı. Sen Felix olmalısın.'' Arkasında bağladığı ellerini serbest bıraktı ve tekini ona uzattı Mareşal. Felix parmaklıklar ardından elini uzatmadan önce baktı ona doğru. Aynı Jisung'unkiler gibi perdeliydi elleri. Felix o an anladı bu yüzün Jisung'un yüzüne benzediğini. Bir akrabalıkları olmalıydı.
''Neden burada olduğunu biliyor musun? Sana birkaç soru soracağım ve sen de cevap vereceksin. Anlaştık mı?''
Felix başını salladı sadece.
''Peki sevgili Felix, sen oradayken kütüphaneye gelen biri oldu mu ya da arşive girmek isteyen?''
Felix tüm bunları cevaplaması için neden bu kadar yol getirildiğini ve bu hücreye kapatıldığını anlayamıyordu. ''Hayır efendim olmadı.''
''Peki sen girdin mi? Dosyayı sen mi çaldın?''
''Ne?'' diye bir şaşkınlık nidası çıktı önce ağzından. ''Hayır! Çalmadım!'' Adeta bağrıyordu. Hücreye tıkılması, el sıkışması için bile parmakların ardından çıkarılmayışı ve tüm bu sorularla aşığılanmış hissediyordu. Mareşalin istediği de buydu aslında. Onu yıldırmak istiyordu suçlu olsun ya da olmasın.
''Felix, senin yaşlarında bir oğlum var. Siz veletlerin ne yaptığını gözünüzün içine bakarak anlıyorum ben. Bizi uğraştırma ve itiraf et çocuğum.''
''Bu yaptığınız çok büyük bir saygısızlık.''
Felix ve Mareşal arkalarında konuşan Prens Chan'a bakmışlardı.
''Prensim, bu benim sorumluluğumda karışmayın lütfen.''
''Felix'in Komutan Kangdae'nin oğlu olduğunu size zaten söyledim. Bu yaptığınız kendisinin hatırasına çok büyük bir saygısızlık. Komutan Kangdae savaş için böylesine önemli bir sembolken Felix hangi sebeple bu savaşın belgesini çalmak istesin?''
''Biz de kendisinden bunu öğrenmek istiyoruz.'' Mareşal tekrar Felix'e dönmüştü. Felix dokunulsa ağlayacak durumdaydı şu an fakat yaşadığı şoktan gözyaşları bile donmuştu.
''Şüpheli olmasının tek nedeni kütüphaneden benden sonra çıkması. Ne yani, en son ben çıksaydım şimdi orada Felix yerine ben mi olacaktım?''
''Prensim, gidip kitap falan okusanıza siz kütüphanenizde. Şu anda soruşturmanın işleyişini yavaşlatıyorsunuz.''
Felix görmüştü, Chan'ın gözlerinde yükselen alevi görmüştü. Alevleri geri yatıştıransa merdivenlerde duydukları başka adım sesleri oldu. Jisung koşar adım yanlarına gelmiş, kimseye bakmadan, sadece Mareşalin gözlerinin içine bakarak konuşmaya başlamıştı.
''Efendim, size doğu yakasında ihtiyaç var. Dediklerine göre-'' Gözlerini adamdan yan tarafa çevirince lafları ağzına tıkılmıştı. ''Felix!'' diye bir çığlık kopardı tüm zindanda yankılanan sesiyle.
''Tutuklandı mı?'
Mareşal ''Evet'' diyerek konuşmaya başlamıştı ki ''Hayır'' diyerek sözünü kesti onun Chan. Zaten soğuk olan sesi oldukça korkutucu bir hal almıştı.
''Prensim, yoksa bir hırsızı mı savunuyorsunuz?'' Mareşal yüzünü Chan'a dönüp iğrenç bir gülümsemeyle ona baktı.
''Hırsızı değil, halkımdan haksızlığa maruz kalmış birini savunuyorum. Veliaht Prens olarak benim işim de bu ve işimi yapıyorum. Sabah tüm odaları aradınız, dosya onun odasından çıkmadı. Suçlu olduğu kanıtlanmadı ya da itiraf etmedi. Aksi ispat edilene kadar Lee Felix suçsuz.''
İki adam bakışlarıyla bir güç gösterisi içine girmişti.
''Bırakın onu.'' dedi gözlerini çekmeden. Mareşalde ve birbirine bakan muhafızlarda bir hareket olmayınca ''Şimdi!'' dedi bastırarak. ''Bu bir emirdir!''
Soğuk nemli odada sadece muhafızın adım sesleri duyuluyordu şimdi. Kilit yavaşça döndü ve kapı açıldı. Prens hızlı adımlarla yanına gelip Felix'i elinden tutup ardında sürüklemeye başladı. Felix'in çıkmadan önce gördüğü şeyse Mareşalin dönüp ''Sen ne için gelmiştin?'' diye sorduğu Jisung ile olan benzerliğiydi. Felix akrabadan da yakın olduklarını anladı. Saçları, gözleri, her şeyleri aynıydı.
''Beni takip et.'' diyerek Felix'in Jisung'un üzerindeki dikkatini kendine çekti Prens.
Birlikte merdivenlerden yukarı doğru ilerlediler. Zindanlardan yeterince uzaklaştıklarını düşününce durdu Chan. Elini cebine attı. ''Bunları sabah kütüphanede unutmuşsun.'' Felix ona uzatılan şeyin gözlükleri olduğunu fark etti. Chan o çıktıktan sonra gözlükleri fark etmiş ve daha sonra Felix'e verebilmek için yanına almıştı.
Bazı katlarda merdivenlerin sağ ya da sol taraflarında koridorlar oluyordu. Gelirken stresten olsa gerek, bunların hiçbirini görmemişti Felix. Koridorlardan birine sapıp karanlığı sonlandırmak amacıyla ellerini duvarda gezdirmeye başladı Chan.
''Hah!'' diye bir nida döküldü dudaklanırdan. Karanlık duvar örümcek ağları içindeydi ve ellini burada körlemesine hareket ettirdiğinden bütün ağlar eline yapışmıştı. ''Buldum işte.''
Eline aldığı meşaleyi Felix'e doğrulttu. ''Biraz yardımına ihtiyacım olacak Felix. Bunu yapabilir misin?''
Şükür ki karanlıktaydılar çünkü Prensin yumuşak ses tonuyla adını söylemesi yanaklarını kızartmıştı Felix'in ama neyden bahsettiğini anlamamıştı.
''Anlayamadım, ne yapmam lazım?''
''Baban ateş elfiydi değil mi? Hatta ateş üfleyen olduğunu okumuştum savaş kaynaklarında.'' Felix'in babası gerçekten de Chan'ın çok saygı duyduğu biriydi, onun askeri başarılarının anlatıldığı hikayeler okurdu hep.''
''Evet, ama biliyorsunuz ki ben babam gibi değil, annem gibiyim. Sıradanım.''
''Felix, melezlerin her iki ebeveynin de güçlerine sahip olduğunu duymamış mıydın hiç?''
Başını iki yana salladı Felix sonra Chan'ın onu karanlıkta göremeyeceğini fark edip ''Hayır, duymadım.'' dedi.
''Her çocuk iki ebeveyninin de güçleriyle doğar. Baskın olmayan ebeveyninki bazen daha derinlerde olduğu için kullanmak için çaba harcaman gerekebilir ama babanın gücü de senin içinde Felix.''
''Peki ne yapmam lazım?''
''Eğer gerçekten hissederek yaparsan bunu başarabilirsin. Sadece gözlerini kapa ve içinde ateşin olduğunu hisset, taşacak raddeye geldiğindeyse aynı ateşin, ağzından çıkan nefesle dışarıya çıktığını ve üfle.''
Felix gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı içine. Aldığı nefesle içinde büyüyen ve ona dolduran hisle de şişirdiği göğsünü indirerek nefesini verdi. Felix'in nefesi yüzünden gerilemek zorunda kalmıştı Chan. Felix'ten gelen şey ateşten ziyade kuvvetli bir rüzgardı. Çocuğun yarattığı rüzgar karanlık koridorda uğuldayarak ilerlerken gözlerini açtı Felix de. Önündeki Prensin yüzünü görebilmeyi beklerken yine karanlıkla karşılaşmıştı ve hayal kırıklığına uğramış hissetti kendini. Yapabildiğini sanıp sevinmişti ama hala karanlıktaydılar.
Göremese de onun mutsuzluğunu anladı Chan. ''Önemli değil. İlk seferde yapman oldukça zor olurdu zaten. Şimdi biraz daha odaklanıp tekrar dene. Özellikle aleve odaklan, üflemeye değil. Ağzından azıcık da bir nefes çıksa bu alev olarak çıkacak zaten.''
Chan Felix'ten azıcık da olsa bir kıvılcım gelmesini beklemişti ama o koridorda resmen ufak çaplı bir kasırga yaratmıştı. Felix'in rüzgar getiren özelliği de olabilir miydi? Yapamamasına, yapmaması gerekmesine rağmen şaşırmadan edememişti Chan ve yaşadığı şaşkınlık başına küçük bir ağrının saplanmasına sebep olmuştu.
Felix gözlerini kapattı tekrardan. Gözlerinin önündeki karanlığın kendi içi olduğunu hayal etti ve karanlıkta yüzen küçük alev toplarını hissetmeye çalıştı. Birbirinden uzakta süzülen alevler çoğaldı önce, ardından da kalabalıkta birbirine değenler birleşti, karanlığı dolduran ve taşan tek bir alev topuna dönüştü. Felix göğsünün ısındığını ve içindeki havanın yavaş yavaş tükendiğini, boğazından yukarıyaysa mide özsıvısının çıktığını hissetti. Ancak boğazında yükselen sıvı midesinden geliyor olamazdı, değdiği yerleri kor gibi yakıyordu çünkü. Acıya daha fazla dayanamayacağını anlayıp nefesini bıraktı en sonunda. Yine yapamadığını düşünüp umutsuzlukla açmıştı gözlerini ama şimdi önünde yanan meşaleyi ve Chan'ın gülerek ona bakan yüzünü görebiliyordu.
''Aferin Felix! Başardın!''
Felix daha da kızarırken Chan'ın bu kızarmayı yorulduğuna bağlamasını ummuştu.
Şimdi Felix'in yaktığı alevlerin ışığında koridorda ilerliyorlardı. Yol yine karşılarına çıkan bir duvarla sonlandığında Chan elindeki meşaleyi duvara tuttu. Ne yapması gerektiğini öğrenmişti artık. ''Bu duvarı geçebilmek için ikimiz de kanını sunması lazım.''
''Ne yapmalıyız ne?'' Felix duvarda yazan yazıları okumaya çalışırken Chan'ı yanlış anladığını sanmıştı.
Chan belindeki kabzasından hançerini çıkardı tekrardan ve Felix'in elini avucunda aldı. Prens'in elleri kadifeye sarılmış gibi yumuşacaktı, Chan diğer elindeki hançerle Felix'in avucunun içinde ince bir kesik açtı ve ardından da çocuğun elini duvara sürdü. Felix, Chan'ın elinin üstündeki eline bakmaktan çocuğun ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştı bile. Tüm dikkati Prensin elinin verdiği hoş ve ipeksi hissiyattaydı, anca eli sızlamaya başlayınca dönmüştü gerçek dünyaya.
Chan da kendi elinde aynı şekilde kesik açıp elini Felix'in elinin yanına koydu. Ellerinin altındaki taşın hareketlenmesiyle gerilediler ve geçidin açılmasını beklediler. Taşlar birbirinden ayrıldıkça kütüphanenin rafları beliriyordu karşılarında. Yan tarafta kalan cam duvardan gelen gün ışığı gözlerini acıtırken bir iki adım gerileme ihtiyacı hissetti Felix. Kütüphaneye giren ilk Chan oldu, biraz ilerleyip tüm rafların arasına bakmıştı birisi var mı diye. Felix de duvarın beri tarafına geçince taşlar birleşip eski halini almıştı duvar.
'''Dün gece arşivden dosya çalındığını anlamışsındır.'' diye başlayarak her şeyi Felix'e anlatmaya başladı. ''Öğleden önceyi çalınan dosyanın hangisi olduğunu bulmak için arşivde geçirdim. Yakın Tarih bölümünde olan Dissennatori Savaşı belgesini çalınmış.'' Kütüphanenin boş olduğunu görmesine rağmen sessizce konuşuyordu.
''Dosyayı tespit edinceyse kütüphaneyi kilitleyip olağanüstü durumlarda kullandığımız toplantı odasına gittim. Soruşturmayı Şansölye ve Mareşal Han yürütüyor ve neden bilmiyorum ama suçluyu bulmaktansa suçu birinin üstüne yıkmaya oldukça hevesliler. İlk günah keçisi olarak da seni seçmişler çünkü onlara dün kütüphaneden senden önce çıktığımı öğrendiler.''
Felix kendini açıklamak için ağzını açmıştı ama Chan ona fırsat vermeden konuşmaya devam etti. ''Senin olmadığını biliyorum. Bugün tüm çalışanların odası arandı ve seninkinden de diğer odalar gibi hiçbir şey çıkmadı. Arşive girmiş olamazsın, arşivin kalkanının zorlandığına dair en ufak bir iz yok. Sana güveniyorum Felix. Ama diğerlerine güvenemiyorum bugünden sonra. Bu yüzden yardımına ihtiyacım var. Suçluyu aramada bana yardımcı olur musun?''
Gün boyunca babası, Şansölye ve Mareşalin hareketleri o kadar tuhaf gelmişti ki Chan'a ne işler çevirdiklerini bir türlü anlayamamıştı. İşi birinin üstüne yıkmaya çalışıyorlardı, bu çok belliydi artık ama bir türlü bir neden yaratamıyordu kafasında Chan. Sabah Felix hakkında yaşadığı tüm o çelişkileri şimdi elinde olsa geri alırdı. Felix'e güvenmeye karar vermişti, başka kimse yoktu güvenebileceği.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 608 Okunma |
59 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |