
Bölüm-17
***
* Mutlu musun gelincik, diye sordu alaca kuşu...*
* Bir kelebek kadar özgür, kanatları kadar rahat, kalbim eserin altına alındığı kadar çok mutluyum...*
***
Bir insan kocasına sinir olabilir miydi? Yahut kocasına karşı sinir dalgası kat ve kat yükselebilir miydi?
Sinirli sinirli burnundan soluyarak, altın kupesini kulağına taktı. Ardından da inci kolayesini takıp tulbetini de başına geçirdi.
İbrahim hâlâ ona gülüyordu.
" Birde utanmadan gülüyor musun sen?" Kaşı çatık bir şekilde kocasına baktı. Birde kendini tutuyordu gülmemek için.
İbrahim alt dudağını ısırıp gülmemek için olduğunca çaba sarf ediyordu. Ama bu şartlar altında gülmemek olmaksızdi.
" Benim gözümden baksan sende gülerdin." Dedi İbrahim ve kahkahalar eşliğinde kadına güldü.
İslim gözlerini belertip kocasının yanından geçerek yatağa doğru ilerledi. Yatağı düzene koyan kadın yandan yandan kocasına bakıyordu.
" Yaptığı marifetmis gibi birde gülüyor." Dedi kadın burnundan soluyarak.
Dün gece İslim yemekten sonra odaya geçmiş üstünü değiştirip geceliğini giymişti. Kocasını beklemeye koyulan kadın kısa süre sonra kocası gelmesi ile derin bir öpüşme başlamıştı. İslim tam ileriye gideceği vakit kocası durdurmuş ' yorgunum' kelimesini ortaya atmıştı.
İslim ise alık alık bakmıştı kocasına. Tam şevhte gelen kadın arzuya gelen kadın sanki tüm çıplaklığı ile yarım kalmıştı.
Ama ant içmişti İslim. Kocası onu yarım bırakmışsa oda elbet kocasından intikam alacaktı. Neticede her intikam soğuk yenen bir yemekti.
" Bugün hastaneye beraber gideceğiz değil mi?"
İbrahim başını salladı. " Evet."
İslim işini bitirmişti. Odadan çıkan karı koca aşağı indi. Kahvaltı sofrası hazır edilmişti. İçeri giren İslim herkese günaydın diyerek sofraya oturdu.
" Yenge bugün doktora gideceksin değil mi?" Ela'nin sorusu ile ona döndü kadın.
" Evet." Dedi gülümseyerek.
" Çok uzun sürer mi?" Bu sefer de Zeynep konuştu.
İslim tandır ekmeğini pekmez karışımına daldırıp yerken kızlara döndü. " Bilmiyorum öğleden sonra saat birde var." İki kıza baktı. " Bir şey mi oldu?"
" Bugün düğün varda yenge onun için." Dedi Ela.
İslim kimin düğünü dercesine kızlara baktı. " Kimin düğünü?"
" Çakıroğlu aşiretinin oğlu İdris, Celikhan aşiretinin kızı Meryem kızım." Halime hanım cevapladı.
Dün haber gelmişti. Düğün bugündü. Kızlar ile birlikte gidecekti düğüne. İslim anlayış içinde başını salladı. Yetişebilir miydi bilmiyorudu?
" Yetisemeye bilirim ben." Dedi İslim. Birden huzunlenmisti. Ne zamandır düğüne gitmiyordu. Bugün doktor kontrolü olmasa şayet giderdi.
" Önemli değil kızım, onlar senin durumunu biliyor zaten." Gözleri bu sefer kızına kaydı. " Zeynep sen gideceksin değil mi kızım."
Zeynep hemen başını salladı. Elbette gidecekti. Ne zamandır bir düğüne gitemeyli halay çekip kurtlarını dökmeyeli zaman olmuştu.
" Elbette dayê, gideceğim. Kurtlarimi dökmek benim hakkım."
İslim ve Ela gülerken, Halime hanım kızlarına sen iflah olmasın bakışı fırlattı.
Kahvaltı sonrası bulaşıkları makinaya dizen kadın saatin yaklaştığını fark edip mutfaktan çıktı. Odaya giren İslim üstünü giyinip hazırlandı.
O sırada ise kapı açılmış içeri Zeynep girmişti. İslim Zeynep'i baştan aşağı süzdü. Koyu pembe renginde simli parlak bir kaftan giymişti Zeynep. Gözüne çektiği siyah sürüme ile güzelliğini katbe kat ortaya çıkarmıştı.
" Yenge şu kaftnin fermuarini çeksene." İslim Zeynep'i arkasını dönüp fermuari çekti.
" Nasıl oldum yenge." Işıl Işıl gözler ile yengsine baktı.
İslim dudağını büzüp ıslık çalmıştı.
" Çok pis kıskandım seni Zeynep."
Zeynep utanarak güldü. " Cidden güzel olmuş muyum yenge?"
" Kızım güzel olmak ne kelime, muazzam bir şey olmuşsun." Dedi İslim. Zeynep kendi güzelliğini ön plana çıkarmakta usta olmuştu. Zaten güzeldi bir de böyle daha bir güzel olmuştu.
Kızın yanına gelip kulağına eğilip.
" Erkek olsam, seni dağa kaçırir nikahı da basıp anladın sen.." diye güldü.
Zeynep gözlerini büyütüp yengsine baktı. " Yenge, maşallah sanada ağabeyimin yanında kala kala.." elini ağzına götürüp, " Abo, tövbe tövbe." Diyip yengesinin yanından çıktı.
Zeynep gideceği sırada İslim kalçasına bir tane şaplak attı. Zeynep yengsine ikinci kez uyarı atışı vermiş çıkmıştı.
Kısa süre sonra herkes aşağı inmişti. Ela yeşil parlak bir kaftan giymişti. İki kizda muazzam bir güzellikte gözüküyordu.
Nurettin de takımını giymiş aşağı inmişti. Allah var Ağaoğlu aşiretinin çocukları çok güzel oğlanları da çok yakışıklı olmuştu.
" Yakışıklım, bu ne parlamaktir böyle." İslim elini alinina koymuş güneşten korunmaya çalışıyordu. Nurettin sırıtarak yengesine doğru geldi. " Auramiz sağolsun yenge."
İslim güldü. Ah bu Nurettin in hızına yetişmek mümkün değildi.
" Nurettin kızlar sana emanet!" İbrahim yanına gelip karsinin dibinde durdu. Kardeşleri hazırdı birazdan düğüne geleceklerdi. Halime hanım ve Ökkeş Ağayı bekliyorlardı.
" Merak etme ağabey, halayla bile kalkmayacaklar." Dedi iki kız kardeşine bakarak.
Ela gözünü kısıp ağabeyine baktı.
" Hiç bir kuvvet beni o halaydan alamaz." Diye cemkirdi Ela.
" Aynen öyle ne güzel düğüne gidiyoruz, halay çekmeden düğüne gitmemizin ne anlamı kaldı." Kardeşine destek çıkarak söyledi.
Düğün gidip kös kös oturduktan sonra ne tadı kalırdı o düğünün. Düğün demek halay demekti. Düğün demek kurtlarını dökmek demekti.
O sırada Halime hanım ve Ökkeş ağa aşağı inmişti. Düğüne takılacak altınları yanına almıştı. Arabaya binen ahali yavaş yavaş konaktan ayrılmıştı.
Bir araba düğüne giderken, diğer araba ise hastane yolunu tutmuştu.
***
Sedyeye yatan kadın ultrason cihazından bebeğine bakıyordu. Doktor probu kasiginda gezdiriyor bebeğini gösteriyordu.
" Bebekte anne de gayet iyi." Dedi doktor. İkisinin de durumu iyiydi.
" Artık üçüncü ayına girdin İslim." Elindeki cihazı kadının karınına doğru gezdiriyor bebeğini daha rahat görmesini sağlıyordu.
Elini bir düğmeye basan doktor. Bebeğin kalp atışını duyurdu.
İslim heyecan içinde bebeğinin kalp atışını duymaya başladı. Bu muazzam bir şeydi. Sanki karininda değilde kalbinin tam merkezinde atıyordu kalbî.
" Bu.. bu çok güzel bir şey." Gözleri sulandı kadının. Anne olmak bir can taşımak o kadar zor ama bir o kadar da değerli bir şeydi.
İbrahim de aynı şekilde duygulanmisti. İlk baba olacağını öğrendiğinde ne yapacağını şaşırmıştı. Bir evladı olması, bir bebeği olup peşinden koşması çok farklıydı. Ona BABA diyecek bir çocuk.
" Allah'ın bir mucizesi bu." Dedi İbrahim. Hem şaşkın hemde bir hayli heyecanlı. Gözleri dolu dolu kadına baktı. " Bu hissi yaşattığın için, bana bu mucizeyi verdiğin için sana teşekkür ederim." Bu kadına ne dese azdı. Büyük adam olmak ayrıydı. Koca olmak da ayrıydı. Ama baba olmak işte bu anlatlamicak bir şeydi.
Doktor pecetden bir tane alıp kadına verdi. İslim temizlenir temizlenmez doğruldu.
Kocası ile birlikte masaya geçip oturdu. Doktor bir kaç tavsiye vermişti onları tek tek uygulayacaktı.
İşi biten çift hastaneden çıktı. Arabaya binip yola çıktılar.
" Bugün işin var mı?" Dedi İslim kocasına yandan bakarak.
" Yok, bugün evdeyim." Dedi İbrahim.
" O zaman ne yemeği istersin." Ev ahalisi düğünde idi. Eve gidip ancak yemek hazır ederdi.
İbrahim ağzının içinede nicladi.
" Bugün yemek yapma!" Dedi İbrahim. " Sipariş veririm öyle yeriz."
İslim güldü. Demek kocası baş başa yemek yemeği istiyordu. " Baş başa yemek mi yiyeceğiz." Dedi İslim hafif cilveli edası ile.
" Neden olmasın." İbrahim karısına göz kırıpip yoluna devam etti.
" Teras katına da yiyelim." Dedi adam.
" Peki ağam sen nasıl istersen."
Eve gelen karı koca yukarı çıkmıştı. İslim üstünü değiştirip yukarı teras katına çıkmıştı. Ortam müsait idi. Rüzgar da yoktu. Masayı toplayıp üstünü bez ile silmiş hazır etmişti.
Aşağı mutfağa inen kadın bardak, bıçak, tabak, dolaptan çıkartıgi turşu, ayran her bir şeyi çıkartıp tepsiye koydu. Fazla ağır olmadığı için yukarı çıkarmış tepsiyi koymuştu.
Fakat kocası masayı kaldırmıştı. Yerine yolluk sermiş minder koymuş rahat bir konfor sağlamıştı.
Karısının elinden tepsiyi alıp yere koydu.
" Böyle daha rahat." Dedi adam.
İslim memnuniyet içinde başını salladı. Kısa süre sonra yemek siparişi gelmişti. Karı koca Urfa manzarası eşliğinde yemeklerini yemeye başladı.
İslim lahmacunun içine kebap koymuş dürüm edip afiyet içinde yemişti. Öyle ki kocasının ona baktığından da habersizdi.
" Çok mu aciktin?" Dedi İbrahim.
İslim güldü. " Ben değil bebek acıktı." Kedini deşifre etmek istemiyordu. Yoksa kendisi de çok acıkmış hatta midesi sırtına yapışmıştı.
" Aynen İslim aynen. Sen değil bebek acıktı. Yoksa sen hiç dördüncü lahmacunu gömer misin?"
İslim bir elindeki dürüme birde kocasına baktı. Ama aşk olsun be adam birde hamile bayanın lokmasını mi sayiyorsun.
" Maşallah." Dedi İslim, kocasına tepkili bir bakış attı. " Lokmami da sayiyorsun birde. Hamileyim ben hamile. Açım ben!"
İbrahim kahkaha attı. Ah kadınlar yemek konusunda nasılda kendilerini haklı çıkarıyordu.
" Ee, bak işte sen acıkmışsin. Niye bebeğimizin üstüne suç atıyorsun!"
İslim kocasına baktı. Bebeğimiz demesi kadının içini bir hoş etmişti.
" Sonuçta bu bebeğimiz benden besleniyor. Tâbi ki de ben yiycem." Hiç üstüne alınmadan yemeğini yemeye devam etti.
" Ye kurban ye, afiyet olsun."
" Sağolasın ağam."
Yemek sonrası İbrahim semavere çay koyup demlemis karısı ile birlikte içiyordu.
" Düğün hâlâ devam ediyor galiba." Kocasının yanına gitmiş kolları arasında çay keyfi yapıyordu.
İbrahim'in bir eli kadının saçları arasında geziniyor, buda kadını mayistiriyordu. Bir eli ile çay içiyordu.
" Aşiret düğünü sonuçta geceye kadar devam eder."
İslim çayını içerken bir yandan da kendi düğününü merak ediyordu. Acaba onların düğünü olsa nasıl olurdu.
" Acaba bizim düğünümüz nasıl olurdu."
" Senin bilmem ama ben oynamazdim." Dedi İbrahim. " Oynamayı becermem, Nurettin sever."
İslim başını kaldırıp kocasına gözlerinin içine baktı. " Neden sevmiyorsun ki?"
İbrahim dudağını buzdu. " Hep öyleydim. Bizimkiler düğüne gittiğinde ben sadece kuzenlerin yanına geçer sohbet ederdim. Ela Zeynep ve Nurettin halaydan çıkmazdı."
" Seni halay çekerken merak ettim şimdi." Kocası nasıl halay çekiyordu acaba? İslimde de şöyle bir şey vardı ki halay çeken erkeklere karşı zaafi vardı. " Benim halay çeken erkeklere karşı zaafım var." Dedi İslim.
Kocası kadına nasıl yani dercesine baktı. " O nasıl oluyor."
İslim kendini toplayıp kocasına döndü. " Yani hep bende böyle bir şey var. Hangi düğüne gitsem halay çeken erkeklere bakarım. Bir hobi gibi bir şey."
İbrahim'in kaşları çatildi. Ne biçim bir hobi idi bu. Normal insanın resim yapar hobisi olurdu. Silah sıkar hobi olurdu. Halay çeken erkeğe bakıp hobi edinmekte neydi.
" Başlarım senin bu hobine. Bu ne biçim hobi bu." Sesi kızgın baskıları ise sert idi.
" Bana niye kızıyorsun şimdi." Kocasına ters ters baktı.
" Niye mi kızıyorum. Ulan millet resim yapar hobi eder, ne bilim güzel şeyler yapar habi edinir. Bizimkisi ise erkeğin halay çekmesine hobi edinir."
İslim kocasına göz devirerek baktı. Sanki onun elinde bir şeydi.
İbrahim yavaşça ayağa kalktı. Kadını da elinden tutup kendine doğru yavaşça çekip kaldırdı.
" Nereye gidiyoruz?"
" Odaya gidiyoruz. Birde odada konuşalım şu hobi işini."
" Eee, burası." Teras katı ne olacaktı böyle mi bırakacaklardi.
" Çalışanlar toplar." Diyerek kadını hızla odaya çekti.
Birde karsinin hobisi çıkmıştı. Gelde ayıkla şimdi bu hobi işini.....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 124.51k Okunma |
6.11k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |