
Selamünaleyküm çiçeklerim🌸
*Başlamadan önce oy vermeyi, satır aralarına veya bölüm sonunda yorumlarınızı belirtmeyi unutmayın lütfen. Bu benim için çok önemli :) şimdiden çok teşekkür ederim😇
*Ben yazarken çok keyif aldım umarım sizlerde okurken keyif alırsınız.
*Yavaş yavaş olaylı bölümlere giriş yapıyoruz :) Hepinize keyifli okumalar diliyorum ve hepinizi çok seviyorum😍

ZÜMRA'NIN AĞZINDAN
Tesadüf..
Kimileri inanır, kimileri ihtimal dahilinde bile görmez. Sözde bazı sevdalar tesadüfe dahildir de denir.
Ben mi?
Ben kararsızım. Derinliklerden gelen bir ses inanmamı söylüyordu.
Kim bilir? Belki de hepimiz bazen tesadüflerle yaşadığımıza inanmak istiyoruzdur.
Bu hayatta nelerin tesadüf olabileceğini asla bilemeyiz.
Benim tesadüfüm hiç bu kadar karamsar kılmamıştı beni ve hatta belki ilk karşılaşmamız, belki de hayatımızın en özel anı. Farkında olmadığımız en güzel tesadüftü.
Ya da kader..
&&&
İçimde oluşan kızgınlıkla birlikte ne yapacağımı bilemez bir halde olduğum yerde öylece durdum. Sakinleşmek ve bir an önce eve gitmek istiyordum.
Kısa bir süre sonra kendimi toparlayarak kızlara ve Hakan'a ''Arkadaşlar, hadi çocukları bir an önce arabaya bindirelim de gidelim'' dedim.
Kızların eve gider gitmez beni sorguya çekeceklerini çok iyi biliyordum ama bundan kaçışım olmadığının da farkındaydım.
Kızlarla, çocukları arabaya bindirdikten hemen sonra bizler de arkalarından bindik.
Yol boyunca sadece Elif'in, kucağımda bana anlatmaya çalıştıklarını dinledim. İçimde ki kızgınlık başka hiçbir şeyi görmeme ya da duymama müsaade etmiyordu.
Kısa bir süre sonra mahalleye vardık ve tek tek çocukları evlerine bıraktık. Sıra bize geldiğinde Hakan kızlarla birlikte bizi eve bıraktı. Hakan'a teşekkür ederek onun yanından tam ayrılacakken ''Zümra, iyisin değil mi? O adamı umursama, onun yüzünden üzülmene de sinirlenmene de değmez,'' dedi.
Yüzüme zoraki bir gülümse kondurarak ''Ben iyiyim Hakan merak etme'' dedim ve kızlarla birlikte Hakan'a teşekkür ederek arabadan indik.
Evin kapısına geldiğimizde zili çalarak annemin kapıyı açmasını bekledik. Saniyeler sonra annem yüzünde gülümsemeyle kapıyı açtı.
''Hoş geldiniz benim güzel kızlarım'' dedi.
Bizler de yüzümüze gülümseme kondurarak hep bir ağızdan ''Hoş bulduk Zehra Sultan'' dedik ve tek tek yanağından makas alarak evin içine girdik. Öncelikle kardeşimi anneme teslim ettim. Daha sonra kendi ayakkabımı çıkardım ve holdeki ahşap ayakkabılığa koydum. Kızlarda aynı şeyi yaptıktan sonra annemden izin isteyerek odama çıktık.
Tek tek banyoya girerek işlerimizi hallettik ve kabanlarımızı çıkararak bir köşeye koyduk. Evde olmanın rahatlığıyla başımdaki şalımı çıkardım ve özenle dolabıma koydum. Kızlardan izin isteyerek kendim için rahat bir şeyler çıkardım ve giyinmek için banyoya girdim. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtularak kirli sepetine attım. Birkaç dakika sonra üzerimi değiştirmiş bir şekilde kızların yanına döndüm. O sırada kızlar yatağımda oturmuş muhabbet ediyordu. Onların sohbetini bölmeden dolabıma doğru yöneldim ve dolabımdan 3 tane seccade çıkararak biri önde ikisi arkada olacak şekilde yere serdim.
Kızlar öylesine bir sohbete dalmışlardı ki ben onlara sesleninceye kadar geldiğimi fark etmemiştiler bile. Onlara seslenmemle birlikte ikisi de bana doğru döndü.
''Kızlar akşam ezanı okundu, sohbetinize biraz ara verinde kalkıp namazımızı kılalım. Sonra yemeğimizi yer, çayımızı, çekirdeğimizi yanımıza alır bir güzel sohbetimizi ederiz'' dedim. Aslında onlara yatıya bizde kalmalarını söyleyecektim ama bunu namazdan sonrasına bırakmaya karar verdim.
Zeynep ''Zümra, daha yeni okundu ezan gel otur biraz, sonra kalkıp kılarız nasıl olsa,'' dedi muziplikle.
''Hayır, olmaz Zeynep önce namaz sonra sohbet, hadi kalkın bakalım'' diyerek onları kollarından tutarak kaldırdım.
''Kızlar, siz abdestli misiniz bu arada?'' diye sordum. Kızlar başlarıyla beni onayladılar ve hep birlikte namaz kılmak için hazırlanmaya başladık.
Hazırlığımız bittikten kısa bir süre sonra bize namazı kıldırmak için en öne Zeynep geçti arkasına da ben ve Başak geçerek, Zeynep'in niyet etmesiyle birlikte namaza başladık. Yaklaşık altı yedi dakika sonra selamımızı vererek namazımızı sonlandırdık, kısa bir duanın ardından da annemin seslenmesiyle yemek için mutfağa indik.
Biz indiğimizde her şey hazırdı. Normalde babam gelmeden sofraya oturmazdık fakat annemin söylediğine göre bu akşam babam geç gelecekti. Yemeklerimizi tabaklarımıza doldurduktan sonra besmeleyle yemeğe başladık.
Damdan düşer gibi'' Kızlar bu akşam biz de kalsanıza. Yarın okula da gitmeyeceğiz nasılsa. Ne dersiniz?'' dedim.
Kızlar birbirlerine kısa bir süre baktıktan sonra kahkaha atmaya başladılar, ben ve annem şaşkınlıkla birbirimize bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştık. Bu durum Elif'in de komiğine gitmiş olacak ki o da kızlara uyarak gülmeye başladı. Zeynep kahkahalarının arasında kesik kesik nefesler alarak ''Sen.. Zaten sen söylemeseydin de... Biz... Biz burada kalacağımızı söyleyecektik,'' dedi.
Neye bu kadar güldükleri hakkında hiçbir fikrim yoktu ama, zaten konu kızlar olduğu zaman bir sebebe de ihtiyaç yoktu.
''Aman, ne bakıyorsunuz öyle? İkimizin de komiğine gitti işte. Sen üzerini değiştirirken biz de Başakla, keşke Zümra bizden bu akşam burada kalmamızı istese de kalsak dedik.''
Araya Başak girerek ''Ben de, Zümra bizi davet etmese bile biz kalmanın bir yolunu buluruz nasıl olsa dedim'' dedi. Başımı iki yana sallayarak ben de onlar gibi olmasa da ufak bir kahkaha attım.
Aklıma gelen şeyle kahkahama son verip derin bir nefes aldım ve ''Zeynep, hani bu akşam size misafir gelecekti,'' dedim. Soru sorar gözlerle ona baktım.
Zeynep ''Kızım aklın nerede senin? Camideyken söyledim ya misafir falan gelmeyecekmiş, annem aradı haber verdi diye. Ohooo... Gerçi sen o anda pek bir dalgındın ama...'' dedi sitemle. Daha sonra muzip bir ifadeyle ''Kimi düşünüyorsan artık'' diyerek kıkırdadı.
Başağın kulağına eğilerek sessiz olduğunu düşündüğü ama asla sessiz olmayan bir şekilde ''Gerçi ben kimi düşündüğünü biliyorum da neyse...'' dedi bu defa ikisi birden kıkırdamaya başladı. Söyledikleriyle her ne kadara dumura uğramış olsam da belli etmemeye özen göstererek, annemin tepkisini ölçmek için anneme baktım. Çünkü sanırım kızlar, özellikle de Zeynep annemin yanımızda olduğunu unutmuştu ki bu hiç iyi bir şey değildi.
Annem ne olduğunu anlamak ister gibi çatık kaşlarıyla gözlerini teker teker üzerimizde gezdirdi. Anın verdiği panikle birlikte yüzümü kızlara döndüm ve annemin bir şey demesine müsaade etmeden ''Saçmalama istersen Zeynep, kimi düşüneceğim kızım ben! Unutmuşum işte ne var bunda?'' dedim dişlerimin arasından, sahte bir sırıtışla. Gözlerimle, çaktırmadan annemi işaret ettim. Gözlerimle işaret ettiğim yere yüzlerini dönünce ne yaptıklarını geçte olsa fark edebilmişlerdi sonunda.
Durumu düzeltmek adına Başak ''Aman neyse, yemekler de buz gibi oldu. Zümra sen kalkıp çay demlesene bize yemekten sonra bir çay keyfi yapalım,'' dedi yüzünde tedirginlik dolu gülümsemeyle.
Ben de durumu toparlamak için ona eşlik ederek ''Tabii tabii hemen çayı demliyorum'' diyerek ayağa kalkmamla annemin ''Dur kızım dur, ben çayı demledim. Geç otur yerine. Ne yapmaya çalıştığınızı fark etmediğimi düşünmediniz herhalde, ama şimdilik susuyorum ve size bir şey sormuyorum. Anlatmak isterseniz anlatırsınız zaten,'' demesi bir oldu.
Utançla kalktığım yere geri oturdum ve kızlara kızgın gözlerle bakmaya başladım. Yüzlerinde ki mahcubiyeti görmemek mümkün değildi. Sessizlik içersin de yemeğimizi yemeğe devam ettik.
Yemek yeme faslı bittikten sonra annemi Elif ile birlikte mutfağın karşısında bulunan oturma odasına göndererek, mutfağı toparlamaya başladık. Birimiz çay için bardakları ve abur cuburları hazırlarken kalan iki kişide bulaşıkları hallediyordu. Çok kısa bir süre sonra mutfaktaki işimizi bitirdik.
Tam çayları dolduracağım sırada kapı çalındı. Kapıyı açmak için, çaydanlığı kızlardan birine vererek kapıyı açmaya gittim, fakat annem kapıyı açmıştı bile. Gelen babamdı. Kısa bir hoş geldin faslından sonra babam ve annem oturma odasına girdiler. Ben de onların arkasından gittim.
Odaya ilk girdiğimizde bizi krem tonlarında mobilyalar karşılıyordu. 2 tane tekli 2 tane de üçlü olmak üzere toplamda dört koltuk vardı. Ortada mobilyalarla uyumlu bir halı odaya güzel bir hava katıyordu. Halının üzerinde bulunan cam sehpa vardı. Tekli koltukların hemen karşısında duvara monte edilmiş bir televizyon, hemen altında da yine krem rengi sehpalar bulunuyordu. Kapıdan girdiğinde hemen sağda ise büyük bir yemek masası vardı. Perdeler ile birlikte oda birbiriyle büyük bir uyum içerisindeydi.
Babam içeriye girer girmez her zamanki yerine oturdu. Elif babamı görür görmez paytak adımlarıyla babama doğru geldi ve kollarını açarak babamın onu kucağına almasını bekledi. Babam onu alarak kucağına oturttu.
Elif, resmen babama aşıktı. Hani derler ya babalar kızlarının ilk aşkıdır diye, Elif için bunun böyle olduğu oldukça açıktı. Bir saniye bile babamdan ayrılmak istemiyor, onu annemden bile kıskanıyordu.
Bir süre sonra babama ''Babacığım aç mısın? Yemek hazırlayayım mı sana?'' dedim. Babam ''Yok kızım. Teşekkür ederim ben dışarıda yedim bir şeyler,'' dedi.
Asla hayır demeyeceğine emin olduğum halde, yüzüme şirin olduğunu düşündüğüm gülümsemeyi yerleştirerek ''Peki ya çaya ne dersin babacığım?'' diye sordum. O da benim gibi yüzünde gülümsemeyle ''İşte buna asla hayır demem,'' dedi. ''Hemen getiriyorum'' babacığım diyerek kızların yanına mutfağa gittim.
İki tane çay doldurarak anne ve babama götürdüm. Kızlarda ardımdan gelip babama selam verdikten sonra, kendimize hazırladıklarımızla odama çıktık.
Ezanın okunduğunu duyduğumuz zaman hemen namazımızı kıldık. Kızlara giyinmeleri için rahat kıyafetler verdim. Üzerlerini değiştirip yanıma geldiler.
Getirdiğimiz sofra bezini yere serdik ve üzerine getirdiklerimizi koyduk. Termosa doldurduğumuz çayı bardaklarımıza doldurduktan sonra biz de yere oturduk. Tam çayımdan bir yudum alacaktım ki Zeynep ''Eee... Zümra hanım anlat bakalım'' dedi. Sesindeki kinayeyi anlamamak mümkün değildi fakat ben anlamazlıktan gelmeyi tercih ettim.
''Ne anlatayım ki?'' dedim umursamıyormuş gibi yaparak.
Çayımdan bir yudum almıştım ki Zeynep ''Mesela Mirza Beye nasıl baktığını anlatabilirsin'' dedi. Çayı püskürtmemek için epeyce çaba sarf ettim. Zorlukla yutkunarak ''Nasıl bakmışım ki?'' diye sordum.
Sahi ben o adama nasıl bakmıştım ki?
''Ohoo.. Daha nasıl baktığının farkında bile değilsin kızım. Neyse... Şimdi sana baştan başlayarak sorularımızı soruyoruz tamam mı?'' dedi Zeynep. Ağzımı açmış itiraz edecekken bu defa Başak ''İtiraz etmek yok. Madem bu akşam buradayız. O zaman bugün olanları konuşacağız, kaçısın yok,'' dedi.
Umursamıyormuş gibi yaparak çayımdan bir yudum daha aldım ve sanki odamı ilk defa görüşüyormuş gibi gözlerimi odanın her yerinde gezdirmeye başladım ama tam o sıra da Zeynep ''O adam kimdi ve senin yanında ne işi vardı?'' dedi gözlerini kısarak.
Her ne kadar bu konu hakkında konuşmak istemesem de konunun kolay kolay kapanmayacağını bildiğimden dolayı tek solukta konuşmaya çalıştım.
''Mirza ARSLAN, babamın çok eski bir arkadaşının oğluymuş, ailesi zamanında bizim mahallede oturuyormuş, o da hem babamı ziyarete hem de kendine ev bakmaya gelmiş. Başak beni aradığında saati farkına vardım. Yanınıza gelecektim ki o, yani Mirza Bey beni gideceğim yere kadar götürmeyi teklif etti. Önce reddetsem de kız kardeşinin arabada olduğunu söyledi, babamda madem Mirza Bey öyle söylüyor git dedi. Olan bu işte,'' dedim gözlerimi kaçırarak.
Arabada olanlardan bahsetmek istemiyordum, çünkü biliyordum ki anlatırsam dillerinden asla kurtulamayacaktım.
Başak aynı Zeynep gibi gözlerini kısarak bana baktı ve şüpheci bir tavırla '' Olan bu, öyle mi?... Bana pek öyle gelmedi! Sen bir şeyler saklıyorsun,'' dedi.
Zeynep gözlerini kocaman açarak tiz bir sesle ''Ayyy ben anladım. Başak vallahi ben anladım.. Bunların arasında kesin bir şey var kesin! Bu zamana kadar nasıl fark edemedik hayatında birinin olduğunu, Allah'ım'' dedi dizlerine vurarak ve gözlerimin içine bakarak '' Ya sen, ya sen... bir de kardeşimiz olacaksın bunu nasıl bizden saklarsın kızım. Ne düşündün seni yargılayacağımızı falan mı? Yazıklar olsun sana püüü...'' dedi.
Tam ağzını açmış bir şeyler daha diyecekken, ellerimi susması için kaldırdım ve ''Gerçekten bazen nefes almayı unutuyorsun Zeynep. Ayrıca çok da saçmalıyorsun. Allah aşkına sence böyle bir şey mümkün mü? Hem diyelim ki böyle bir şey var, ne diye sizden saklıyayım ki?'' dedim sitemle.
Başak araya girerek ''Yani tamam, Zümra'nın bizden bir şeyler sakladığı belli, ama sen de çok abarttın Zeynep. Bunlar hep çok dizi, film izlemekten vallahi bak,'' dedi gözlerini devirerek.
''Uf! Tamam ya anladım. Ama sen de anlat, bizi burada meraktan çatlatacaksın o olacak'' dedi sitemle.
Elimi anlıma vurarak, büyük bir of çektim ve '' Tamam anlatıyorum ama bölmeyeceksiniz ve sonrasında saçmalamayacaksınız tamam mı?'' dedim. İkisi de başlarıyla beni onaylayarak ellerine çekirdeklerini alarak pürdikkat beni dinlemeye başladılar.
Arabanın içinde olanlardan camiye kadar olan kısmı tek tek detaylarıyla birlikte anlattım. Anlattıklarımın sonunda Zeynep ellindeki çekirdekleri yerdeki tabağa fırlatır şekilde atarak ''Ya bir de bana çok dizi film izliyorsun diyorsunuz. Peki Eylül'e ne demeli. Eylül sizi bir çırpıda evlendirdi bir de üstüne çocukta yaptırdı. Kız bile sizdeki elektriği aldı daha ne olsun,'' dedi imayla.
''Tamam. Yeter size bu kadar eğlence,'' dedim itiraz kabul etmez bir ifadeyle. Başak ve Zeynep bana bakıp kendi aralarında kıkırdıyor ve benim duymayacağımı sandıkları şekilde sohbet ediyorlardı. Yanıldıkları bir şey vardı, ben onları duyuyordum ki, duymamam imkânsızdı. Resmen benim yanımda benim dedikodumu yapıyorlardı. Gözlerimi devirerek başıma aldığım yazmayla odamdaki balkona çıktım, yüzüme çarpan serinlikle biraz olsun rahatlamıştım.
Balkonda bulunan sandalyeye oturarak serin havanın keyfini çıkarmaya başlamıştım ki, telefonumun sesiyle oturduğum yerden kalkarak kızların yanına ilerledim, yerdeki telefonumu elime aldım ve yeniden balkona döndüm.
Arayan gizli numaraydı, açıp açmamak konusunda karasız kalsam da, içimdeki ses açmam gerektiğini söylüyordu. Telefonu açarak kulağıma götürdüm.
''Alo'' dedim fakat herhangi bir cevap alamadım. Bir süre daha bekledim, cevap gelmeyince tekrardan ''Alo.. Kimsiniz?'' dedim ve yine bir cevap alamadım. Cevap alamayışımla telefonu kapattım.
Kızların yanıma geldiğini omuzlarıma hırka koymalarından anlamıştım. Onlara doğru dönerek tebessüm ettim. Kızlarda balkonda bulunan diğer sandalyelere oturarak, benim gibi serin havanın keyfini çıkarmaya başladılar.
Telefonumun tekrar çalmasıyla kızlarla göz göze geldik, telefonun ekranına baktığımda kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım çünkü az önceki gibi gizli numaraydı.
Uzun uzun çaldıktan sonra telefonun sesi kesildi fakat çok geçmeden yeniden çalmaya başladı.
Telefonu açarak yeniden kulağıma götürdüm ve ''Alo... Kimsiniz ve neden bu saate arıyorsunuz bilmiyorum ama bu yaptığınız hiç hoş bir şey değil. Mademki konuşmayacaksınız ne diye arıyorsunuz ki? Lütfen bir daha aramayın!'' diyerek telefonu kapattım.
Kızlar soru dolu ifadeyle bana bakıyorlardı bir cevap bekledikleri açıktı fakat benim onlara verebileceğim bir cevap yoktu.
Kısa bir süre sonra yeniden telefonun sesini duydum, bu sefer arayanın kim olduğuna bakmadan telefonu kulağıma götürdüm ve sinirli bir şekilde ''Yeter artık, bu dört oldu. Ne bu böyle, derdin'' cümlemi tamamlayamadan telefondan gelen sesle susmak zorunda kaldım.
Telefonu kulağımdan indirerek ekrandaki yazıya baktım arayan Eylül'dü.
Telefonu tekrar kulağıma götürerek ''Eylül, kusura bakma lütfen. Arayanın sen olduğunu bilmiyordum,'' dedim mahcubiyetle.
''Önemli değil. Asıl sen kusura bakma Zümra, bu saatte aradım seni. Umarım uyandırmamışımdır,'' dedi Eylül.
''Hayır, uyandırmadın Eylül iyi ki aradın. Benim de aklım sen de kalmıştı, sen aramasaydın ben arayacaktım ya da mesaj atacaktım zaten,'' dedim.
Kısa bir sohbettin ardından yakın bir zamanda görüşmek üzere sözleşerek telefonu kapattık. Telefonu kapattıktan sonra kızlarla tekrardan odama dönerek eski yerlerimize oturduk.
Başak ''Bu saatte seni ısrarla arayan kimdi?'' diye sordu.
Dudaklarımı büzerek ''İnan bana ben de bilmiyorum ve oldukça merak ediyorum'' dedim. ''Kızlar ben şimdi size bir şey söyleyeceğim ama kızmanızdan korkuyorum'' dedi Zeynep çekinceli bir ifadeyle.
Ben ve Başak meraklı bir ifadeyle Zeynep'e baktık. ''Neymiş o söyleyeceğin şey?'' dedim.
Zeynep ''Ya da boş verin ya, çok saçma zaten, olmaz yani, olamaz'' dedi. Bir şeyler düşündüğü belliydi o da bunu gizlemekten sakınmıyordu zaten.
Başak ''Kızım madem söylemeyeceksin ne diye ortaya bir laf atıyorsun? Hadi söyle de saçma olup olmadığına birlikte karar verelim'' dedi.
''Bence de'' diyerek Başağı destekledim. Zeynep ''Tamam tamam söyleyeceğim ama bu sadece bir düşünce.'' dedi sitemle ve devam etti ''Zümra seni arayan kişi... Saçma ama, Mirza Bey olabilir mi? dedi.
''Yok artık Zeynep! O kadar da değil'' dedim.
Başağın ''Normalde saçmalama falan derdimde, şimdi düşünüyorum da hiç de mantıksız değil yani, sonuçta adamı tanımıyoruz böyle bir şey yapmış olabilir. Ama önemli bir soru var ki yaptıysa da neden yaptı? İşte orası muamma,'' demesiyle benimle aynı fikirde olamadığını anlamış oldum.
Konuyu kapatmak adına ''Neyse boş verin kimse kim bize ne? Sizin uykunuz gelmiştir ben kalkayım da size yataklarınızı hazırlayayım'' diyerek yerden kalktım.
Önce yerdekileri toplayarak tek tek mutfağa indirdim. Mutfakta işlerimi hallettim ve odama yeniden dönerek bu defa kızların yatağını hazırlamaya başladım. Kısa bir süre sonra kızların yatağı hazırdı.
Gece saat 1.30 olmuştu sanırım kızların gerçekten çok uykusu gelmişti. İyi geceler diyerek hemen uyudular, benim ise henüz uykum yoktu.
Elime defterimi, omuzlarıma hırkamı, bir de kulaklığımı yanıma alarak balkona geçtim, sandalyeye oturdum. Kulaklığımı taktım Yıldız Tilbe'den bir şarkı açtım ve yazmaya başladım, yazmayı çok severdim. Ama bugün bir problem vardı ve ne yaparsam yapayım yazmakta zorlanıyordum.
Kafamdaki bunca şeyle yazmak bana oldukça zor geliyordu. Zeynep haklı olabilir miydi? Gerçekten beni gizli numaradan arayan Mirza olabilir miydi? Bütün günüm onu düşünmekle geçmişti ve bu durum artık fazlasıyla canımı sıkmaya başlamıştı.
Kafamdaki düşüncelerle o kadar doluydum ki ezanın okunmasıyla ancak kendime gelebilmiştim. Odama girdiğimde ne kadar üşüdüğümü fark ettim oysa o ana kadar üşüdüğümün farkında bile bile değildim.
Banyoya girdim abdesti aldım ve kızları namaz için uyandırdım. Onlar da abdestlerini aldılar ve hep birlikte namazımızı kıldık. Namaz faslı bittikten sonra hepimiz uyumak için yataklarımıza geçtik. Başımı yastığa koyar koymaz, kendimi derin bir uykunun kollarına bıraktım.
&&&
Sabah kızların beni deli gibi dürtmesiyle uyandım. O kadar uykusuzdum ki hiçbir şey söylemeden banyoya ilerledim işlerimi hallettim ve odaya girerek yatağımı topladım. Kızlar kendi yataklarını çoktan toplamışa benziyordu.
Hiç birimizin ağzından tek bir kelime dahi çıkmıyordu ve bu gerçekten çok sinir bozucuydu.
Sessizliği bozan ben oldum ve ''Kızlar, hadi gelin bugün dışarıda kahvaltı yapalım'' dedim damdan düşer gibi. Bu fikir kızların hoşuna gitmiş olacak ki beni onayladılar.
Anne ve babamın yanına giderek onlardan izin istedim, olumlu bir cevap alınca tekrardan kızların yanına döndüm. O sırada onlar da ailelerinden izin almışlardı.
Hazırlanmak üzere dolabıma yöneldim.
Üzerime uzun, siyah triko bir elbise, başıma kiremit rengi bir şal, koluma kiremit rengi bir çanta aldım. Siyah kabanımı da giyindikten sonra hazırdım. Kızlarda hazırlanmak için benim dolabımın başına geçtiler ve kendilerine göre kıyafetler seçmeye başladılar.Kısa bir süre içerisinde hepimiz hazırdık.
O sırada aklıma gelen şeyle ''Kızlar, Eylülü de çağıralım mı? O da gelsin bizimle, ne dersiniz?'' dedim.
''Gelsin bence de, ben o kızı sevdim, hem içimden bir ses onunla çok iyi anlaşacağımızı söylüyor'' dedi Zeynep hin bir gülüşle.
Başak ''Gelsin ya ben de sevdim Eylülü'' dedi. Daha sonra Zeynep'e dönerek ''Nedense ben de sizin çok iyi anlaşacağınızı düşünüyorum. Neden acaba?'' dedi ima dolu bir sesle.
Kızlar birbiriyle konuşurken ben de o sırada Eylülü aradım ve onun da bizimle gelmek isteyip istemeyeceğini sordum. Büyük bir mutlulukla bana olumlu cevap verdi. Gideceğimiz yerin konumunu atacağımı söyleyerek telefonu kapattım.
Kızlara '' Kızlar kahvaltıya nereye gidelim? Bir fikri olan var mı?'' diye sordum.
Başak'' Aslında sahil kenarında yeni bir yer açılmış, güzel de bir yermiş, oraya gitmeye ne dersiniz? Hem belki daha sonrasında biraz sahilde de yürüyüş yaparız. Ne dersiniz?'' dedi. Fikir benim kadar Zeynep'in de hoşuna gitmişe benziyordu. İkimiz de Zeynep'i onayladık. Eylüle konum attıktan sonra kızlarla aşağıya indik.
Annem ve babam mutfakta oturmuş kahvaltı yapıyordu, yanlarına yaklaştım ve ikisinin de yanağına öpücük kondurarak ''Afiyet olsun gençler'' dedim tebessümle.
Babam ufak bir kahkaha atarak ''Ne genci kızım yaşlandık artık, baksana saçlarda beyazlamaya başladı artık'' dedi.
Annem araya girerek ''Aşk olsun Ahmet ne yaşlısı! Sen biraz yaşlanmış olabilirsin ama ben hâlâ genç bir kadınım'' dedi sahte bir kızgınlıkla.
''Zehra'm, sen her zaman genç ve çok güzel bir kadınsın'' dedi babam annemin ellerini tutarak.
İkisinin de birbirlerine olan sevdalarına hayrandım. Çok zorlu yollardan geçmelerine rağmen hiçbir zaman birbirlerinden geçmemişlerdi. Çok sevmiş, birbirlerini hep beklemişlerdi ve sonunda vuslata ermişlerdi.
Munzur bir ifadeyle ''Babacığım, isterseniz bir de mum koyayım masaya, daha romantik olur ne dersiniz?'' dedim.
''Bak sen, büyümüşte anne babasıyla dalga geçermiş'' dedi babam kaşlarını çatarak.
Kızların kıkırdama sesleriyle onlara döndük Babam ''Güzel kızlarım, dışarıya çıkıyorsunuz madem dikkatli olun tamam mı? Aradığımız zaman size ulaşabilelim olur mu?'' dedi.
Başak ''Merak etmeyin Ahmet amcacım, dikkat ederiz kendimize'' dedi tebessümle. Kısa bir sohbetten sonra, kahvaltı yerine gitmek için vedalaşarak yanlarından ayrıldık.
Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından gideceğimiz yere varmıştık. Taksiyle gelseydik çok daha çabuk varacağımızı bilsek te, biz genel olarak yürümeyi tercih ediyorduk.
Başağın söylediği mekânın içerisine girdik, hayran olmamak mümkün değildi. Adı Gökyüzü Kafeydi.
İçeriye girdiğin zaman, sanki gerçekten de adı gibi gökyüzündeymişsin gibi hissediyordun. Etrafta üç boyutlu bulutlar bulunuyordu, üstelik bu sadece bizim gördüğümüz kısımdı. Anladığım kadarıyla kimi zaman yağmur, kimi zaman kar, kimi zamanda kuş sesleriyle sana dört mevsimi yaşatıyordu. Hatta ve hatta bunu sana hissettiriyordu. Duvarların bazılarında not yazmak için yerler bulunuyordu ve bu bence çok yaratıcı bir şeydi.
Mekândaki garsonlardan biri gelerek gayet nazik bir şekilde bizi masalardan birine yönlendirdi. Masamıza oturduktan sonra garsonun bize uzattığı menülerde göz gezdirdik o sırada kapıdan giren Eylülü gördüm ona el sallayarak yerimizi belli ettim.
Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle ''Selam kızlar'' dedi. Kızlarla hep bir ağızdan ''Aleykümselam'' diye karşılık verdik. Benim karşımdaki sandalyeye oturduktan kısa bir süre sonra garson ona da bir tane menü getirdi. Hepimiz kararımız verdikten sonra garsonu çağırarak siparişimizi verdik.
Eylül'' Kızlar, buraya bayıldım, çok güzel bir yer, nereden buldunuz burayı?'' dedi hayranlık dolu bir ifadeyle.
''Burayı Başak buldu, yeni açılmış ama gerçekten de çok güzel bir yer, ben de çok beğendim,'' dedim.
Biz sohbet ederken garson sipariş ettiklerimizi hepimizin önüne servis ederek oradan uzaklaştı.
Kahvaltı eşliğinde koyu bir muhabbet içerisine girdik. Bir an için başımı kafenin girişine doğru çevirdiğimde büyük bir şaşkınlık yaşadım, gördüğüm gerçek miydi yoksa sadece bir sanrıdan mı ibaretti?
Gözleriyle etrafı kolaçan etti, birisini ya da birilerini aradığı belliydi. Kısa bir süre sonra gözlerimiz birbirleriyle kesişti, o an olduğu yerde duraksadı, bir süre daha gözleri gözlerimde oyalandı.
Sessizliğim kızların dikkatini çekmiş olacak ki birkaç kez adımı tekrarladılar fakat cevap alamayınca gözleriyle baktığım yeri takip ettiler. Kimsenin ağzından tek bir kelime çıkmazken bu duruma ilk tepki veren Eylül olmuştu.
''Ağabey'' diyerek ayağa kalktı ve ona doğru yürüdü.
Hayat gerçekten tesadüflerle mi doluydu yoksa bizler sadece bu kelimeye mi sığınıyorduk?
Eylül abisinin yanına gittiğinde kısaca bir şeyler konuştular, konuşmaları bittikten sonra yanımıza geldiler. Garson 2 sandalyeye daha getirdi, Kerem ve Mirza Beyde bizimle birlikte oturup siparişlerini verdiler.
Herkes kendi arasında konuşurken, aradan dakikalar geçmesine rağmen hoş geldiniz den başka bir şey çıkmamıştı ağzımdan. Benimle birlikte Mirza beyde derin bir sessizliği gömülmüştü ve bu masadakilerin dikkatini oldukça fazla çekmişti fakat şu an için bu durumu umursadığımız pekte söylenemezdi.
Bana baktığını, ona ara ara attığım kaçak bakışlardan anlıyordum fakat, neden bu denli derin baktığına bir türlü anlam verememiştim.
Kafeyi dolduran bağırma sesiyle hepimizin gözleri sesin geldiği yöne dikkat kesilmişti. Bu gördüğüm gerçek olamazdı olmamalıydı.
Mert'in burada ne işi vardı? Adımı resmen haykırarak bizim bulunduğumuz masaya doğru geldi, bu duruma şaşıran sadece ben değildim, Zeynep ve Başak'ta en az benim kadar şaşkındı ve korktukları oldukça belli oluyordu.
Her ne kadar ben de korkmuş olsam da o an sakin kalmam gerektiğinin farkındaydım. ''Kimsin lan sen?'' diyerek Mirzanın yüzüne attığı yumrukla ağzımdan tiz bir çığlık yükseldi. Bu hamleyi beklemeyen Mirza biraz sendelese de kendisini kısa sürede toparlayarak ona aynı şekilde karşılık verdi.
Kerem oturduğu yerden resmen fırlayarak ikisinin arsasına girmeye çalıştı, Kerem Mirzayı tutarken ben de Mert'in önüne geçerek onun Mirzaya yaklaşmasını engellemeye çalıştım ve yüksek çıkan sesimle ''Mert ne yapmaya çalıyorsun sen? Seninle daha önce defalarca konuşmadık mı? Sen de bana söz vermedin mi?'' dedim.
''Evet, ben sana bir söz verdim, tuttum da, ta ki yanında bu herifi görünceye kadar. Şimdi söyle bana senin yanındaki bu herif kim? Ne işin var senin bu herifle?'' diye bağırdı Mert.
O sırada Mirza Keremin onu tutuşundan kurtulmaya çalışarak '' Sana ne lan sana ne benim kim olduğumdan?'' diye bağırdı.
Kara olan gözleri mümkünmüş gibi daha da karardı, gözleri şimdi bir uçurumdan farksızdı.
Birbirlerine doğru atmaya çalıştıkları her adımda ben ve Kerem buna engel olmaya çalışıyorduk.
''Bir daha seni Zümra'nın yanında görmeyeceğim lan'' diye bağırdı Mert.
Mirza'nın kendini tutmaya çalıştığı oldukça belliydi ve sanırım sabrının son sınırlarındaydı hata sabrı kalmamıştı. Kendini Kerem'in kollarından kurtararak Mert'in üzerine doğru yürümeye çalıştı, aralarında durmam onu engelliyor ve daha da öfkelenmesine sebebiyet veriyordu.
Kerem yeniden Mirzaya engel olabilmek için kolunu tutmaya çalıştı, fakat Mirza öfkeyle Keremi sert bir şekilde itti, Kerem bu atağı beklemiyor olacak ki itilmenin şiddetiyle yere düştü, o anda kızlardan tiz bir çığlık sesi duyuldu.
Mirza ''Görürsen ne olur! Söylesene lan, görürsen ne olur?'' diyerek beni aralarından çekmeye çalıştı ama sanırım zarar görmemi istemiyor olacak ki, sadece kolumdan beni çekmekle yetindi, fakat pekte başarılı olamadı.
Mert ''Ne mi olur?'' diyerek cebinden çıkardığı bıçağı Mirzaya doğru sallamaya başladı. Bıçağı gördüğüm anda bütün korkunun vücuduma yayıldığını hissettim. O an için tek isteğim Mirzaya zarar gelmemesiydi.
Mert'in öfkeden gözünün hiçbir şeyi görmediği belliydi.
O sıra da Mirzanın kahkaha sesini duydum ama bu kahkaha mutluluktan çok birazdan olacakların habercisi niteliğindeydi sanki.
Mert'e öyle bir bakıyordu ki sanki bakışlarıyla bile onu öldürebilecek bir güce sahipti.
''Ne o yoksa beni öldürecek misin?'' diye sordu Mirza alay dolu bir ifadeyle.
Mert bir kez daha bıçağı Mirzaya doğru savurdu. ''Mert kes artık şunu, git buradan yoksa polis çağıracağım ve inan bana bu defa yaparım,'' dedim tehditkâr bir ifadeyle.
Mert pis bir sırıtışla ''Polis çağırsan bile bana hiçbir şey yapamayacaklarını sen de biliyorsun,'' dedi. Haklıydı da, babasının ne yapıp edip onu kurtarabileceğini ben de çok iyi biliyordum ama, o an için daha iyi bir fikrim ne yazık ki yoktu.
Mirza bu saçmalığa daha fazla dayanamamış olacak ki beni sert bir şekilde kolumdan çekerek arkasına doğru aldı ve bir kolunu sanki beni korumak ister gibi siper etti.
İçimde ki korku gitgide artarken ne yapacağımı bilmiyordum. Yardım ister gibi Kereme bakarken Keremin de bir şey olmasına karşın tetikte olduğunu gördüm. Orada bulunanların neden yardım etmediği konusun da hiçbir fikri yoktu ama büyük bir ihtimalle onlar bu olaya dahil olmak istemiyordu.
Yaşadığım, stres ve korkudan ötürü Mert ve Mirzanın konuşmalarını net bir şekilde duymamaya başlamıştım fakat arada sırada havada uçuşan küfür sesleri kulağıma ilişiyordu.
Kendimi toparlamak adına gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp açtım, artık konuşmaları daha net duyabiliyordum.
Keremin araya giren sesiyle susmak zorunda kalmışlardı ''Mert misin nesin, kız seni istemiyor daha fazla uzatma ve çek git, elimizden bir kaza çıkmasın'' dedi sakin tutmaya çalıştığı sesiyle.
Mert'in git gide artan öfkesini çok net bir şekilde görebiliyordum. ''Çıksın lan, hadi elinizden bir kaza çıksın da görelim'' diyerek elindeki bıçağı Mirzanın karnına saplamaya çalıştı. Mirzanın kolundan kurtularak önüne geçtim. Karnımda hissettiğim acıyla kendimi karanlığın kollarına bıraktım...
*Oy vermediysek oy verelim lütfen😌
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |